Arkadaşlar eski kız arkadaşıma yazdığım bir mektubun bir bölümünde depremi anlatmıştım. alakasız gelebilir size ama bu bölümü sizinle paylaşmak istedim, biraz olsun nasıl bir duygu olduğunu anlatabildiysem ne mutlu bana.
17 Ağustos depreminde Sakaryadaydım, bu konudan bahsetmemden hoşlanmadığını biliyorum ama bahsetmek zorundayım çünkü bugün varolan Ercan’ı oluşturan her şey burada başlıyor… Depremin ilk saniyesinde uykudan uyandım, benim şu kahrolası hassasiyetim sayesinde… Ondan sonra geçen 45 saniyeyi anlatmama gerek yok, çünkü her şeyi biliyorsun, sadece şunu söylemek istiyorum, ölmekten korkmamıştım o anda, çünkü öylesine korkmuştum ki ölümü düşünmeye ve korkmaya bile fırsatım olmamıştı, altlı üstlü iki parça olan vitrinin üst kısmı başıma düşmüş ve başımı yarmış, fakat ben bunu deprem bittikten ve aşağı indikten çok sonra fark edebildim, dedim ya hiçbir şeyden korkmayacak ve hiçbir şeyi hissetmeyecek kadar çok korkmuştum, çünkü ne olduğunu anlamamıştım. Bilinmeyen beni daima korkutmuştur zaten…
Bu birinci bölümdü. İkinci bölümde 3 ay boyunca ne zaman olacak diye korkular içinde beklediğim Düzce depremi var. Gecelerimi uykusuz geçirmeme sebep olan, her köpek havlaması duyduğumda kendimi o ana hazırladığım 3 aylık bir süre… Neyse 12 Kasım akşamı 3 ay boyunca içimde gizliden gelişen bir duyguyu yaşadım… Deprem başladığında evin çıkışına yakın bir yerdeydim ve kapılar açıktı çünkü annem ve babaannem dışarı çıkmak üzereydiler. Yerde uzanmış elimdeki bir bileklikle uğraşıyordum ve her yer sallanmaya başladı, ilki gibi değildi çok canlıydı, çünkü hem birinci kattaydım (bugün hala oturduğumuz evde, sen biliyorsun evi) hem de ilk anda bile uyanıktım ve depremin ne olduğunu da öğrenmiştim. Tabii refleksif olarak kapıya doğru hızla fırlayacak oldum, ama o anda koltukta oturmakta olan ve depremin ne demek olduğunu yaşamış olmasına rağmen algılayamayacak olan kardeşimi gördüm… Koltukta oturuyordu… 5 yaşındaydı daha, kaçması dışarı çıkması gerektiğini bilmesini ve öyle davranmasını nasıl bekleyebilirdim ki??? Hayır, bunu ummak saçmalık olurdu… Orda onu bırakırsam kaçamazdı ya da kaçmazdı, her iki durumda da sonuç değişmiyordu… Canımdı o benim kendi çocuğum gibiydi, kardeşimdi ama doğduğu ilk andan beri ona ben bakmıştım ben büyütmüştüm kendi çocuğum gibi sevmiştim onu, her şeyin en iyisini onun için istemiştim, o canımdan daha değerliydi… O anda bile…
Bu durumda bunları düşünemezdim ama zaten düşünmeme gerek yoktu, kalbim beni yönlendirmişti bile… Ona doğru koştum, onu nasıl yakaladığımı bilmiyorum ama tutmamla kapıya yönelmem bir olmuştu… Henüz elektrikler kesilmemişti, kapıda annemi gördüm geriye dönmeye çalışıyordu, bağırdığını hatırlıyorum Burak için… O da onu almak için geri dönmüştü… Hâlbuki dışarı çıkmak için bir adım atması yetecek kadar kapının yakınındaydı… Ama dışarı değil içeri yönelmişti, burada söz konusu olan duyguyu bilirsin… Annelik içgüdüsü, hayatta kalma içgüdüsünün önüne geçmişti… O nasıl bir duygudur ki canını kurtarmaya bir adım yakınken, ölümü göze alıp oğlunu kurtarmaya yöneltir insanı???
Galiba bu duyguyu biliyorum, en azından buna yakın bi duyguyu biliyorum çünkü ben de teorik olarak o akşam bunu yaptım zaten, annelik içgüdüsü gibi bir içgüdü ile kendimden önce kardeşimi kurtarmaya çalıştım… Benimkine annelik içgüdüsü diyemeyiz ama ben ne dememiz gerektiğini biliyorum… Sevgi…
Anneme sesimi duyurmaya çalıştım Burak bende diye ama o beni duyamayacak kadar konsantre olmuştu oğlunu kurtarmaya… Önünden geçtiğim halde beni görmedi bile, ve Burağı da… Zaten o anda elektrikler kesilmişti… Çıkışa yakın bir yerde yukarından inen kişilerden birine takılıp düştüm, ayağa kalktığımda Burak artık ellerimde değildi, kapıya iki adım mesafedeydim ama deprem başlayalı da bayağı bir süre olmuştu… O anda çıkıştaki demir kapı büyük bir gürültüyle çarparak kapandı. Artık açılması mümkün görünmedi gözüme, çünkü ilk depremden biliyordum deprem anında kapıların sağa sola yattıkları için sıkışıp açılmadıklarını, söz konusu demirden bir kapı olunca da imkânsız gibiydi açılması… İşte bu düşünceler kafamdan geçti mi geçmedi mi bilmem ama bir saniye sonra öleceğimden emin olduğum bir an geldi… Kafamı kaldırdım ve üzerimdeki merdivenlere baktım ve bir saniye içinde çökeceklerini düşündüm, aslında düşünmedim, hiçbir şeyden emin olmadığım kadar emindim çökeceklerinden, öleceğimi biliyordum, öylesine emindim ki öleceğimden, korkmadım bile, aslında belki de ölmüştüm sadece farkında değildim…
O anda hissettiklerimi anlatacak kelimeler hiçbir dilde mevcut değildir buna eminim. İşte böyle bir durumda, belki içimde daima var olduğu için, belki son anda rabbime sığınmak için, belki de bir yardım ümidiyle, ama ne sebeple olursa olsun düşünmeden sadece içimden gelerek, “La İlahe İllallah” dedim o merdiven basamaklarından gözümü ayırmadan…
Bugün bile “acaba” diyorum “bunu demeseydim o basamaklar yıkılır mıydı” diye düşünüyorum… “Acaba Rabbimin adı o beton yığınlarını ayakta tutmuş olabilir mi” diyorum... Ve kendimce vardığım karar, bugün yaşıyorsam bunu o anda rabbime sığınmış olmaya borçlu olduğum şeklinde… Evet, inanıyorum ki, ölüm anında bile, ki öleceğimi biliyordum o anda, Rabbime sığınmamdı beni ve başkalarını kurtaran… İyi mi oldu, kötü mü oldu bu tartışılır ama o anda yaşamak istiyordum ve Rabbim her ne nedenleyse bu isteğimizi gerçekleştirdi…
Kapalı demir kapıyı hangi güçle çektiğimi bilmiyorum, ona nasıl ulaştığımı da, tek bildiğim kapının sanki açılmak istercesine hiç zorlanmadan açıldığıydı… Dışarı adım atar atmaz kardeşimi aradı gözlerim ve onun ellerini ellerimde hissettim, hep yanımda mıydı yoksa dışarı çıkınca mı yanıma geldi, acaba nasıl dışarı çıktı, bugün bile hiç kimse bu soruların cevabını bilmiyor… Kardeşim dahil…
Annemle birlikte kardeşime sarılarak 3 katlı evimize baktık, her an yıkılmasını beklercesine, ama umrumuzda değildi, çünkü herkes dışarıdaydı artık buna 3. katta oturan yengemler de dahil…
Çok uzattığımı biliyorum, ama bunu yapmak zorundayım, beni tanıman için bunu yapmak zorundayım… Deprem faslı bitiyor az kaldı…
Dışarıda, yıkılmasını bekleyerek ve belki de bunu umarak (bir daha o eve girmemizi beklemiyorsun heralde) evimize baktığımız sırada sona erdi deprem… Artık geride kardeşimle yaşıt olan amcamın kızının gözyaşlarının ve ağlamasının sesi ile, çevremizi kuşatmış olan ve kardeşimde de gördüğüm ölümün sessizliği vardı… Kimse konuşmadı, zaten konuşacak bir şey yoktu, hepimiz bir aradaydık ve birbirimize sarılmıştık, iyiydik… Sorarım sana dünyada bundan daha güzel bir mutluluk olabilir mi? Ya yalnız olsaydım orada? Ya sarılacak kimsem olmasaydı, ya sarılabileceğim kişiler benden alınmış olsaydı? Olabilecekleri düşününce şimdi o anın, depremin hemen birkaç saniye sonrasının, aslında ne kadar mutlu bir an olduğunu farkına varıyorum…
Daha 18 yaşımda yaşadığım bu deneyim beni bu günlere getirdi işte… Ölümün ne kadar yakınımda olduğunu daima bildim, korkmadım ama bildim bunu… Bunu bilmek insana ne getiriyor biliyor musun? Değersiz şeylere değer vermeme yeteneğini getiriyor… Neyin önemli neyin önemsiz olduğunu anlama yeteneğini getiriyor… Ve sonumuzun ne olacağını asla unutmamamızı sağlıyor…
Depremi takip eden günlerde akrabalarımızla çok yakınlaştık, bu durum hoşuma gidiyordu aslında… Neden bilmem daima akrabalarımı sevmişimdir, ve deprem günleri herkes dayanışma içindeyken bu bana mutluluk vermişti…
İlk birkaç akşam direk ay ışığının altında uyuduk. Annemin yanımda olmasına ne kadar memnun olduğumu hatırlıyorum… Ondan her şey için özür dilediğimi…
O dönemlerde tek hissettiğim duygu, sevgiydi, çünkü dünyada bana ait olan tek şey bu kalmıştı. Para önemli değil, ev önemli değildi, mal mülk önemli değildi o zamanlar. Tek önemli olan sevdiklerimin yanımda olmasıydı… Çünkü artık biliyordum, artık dünyadaki tek önemli şeyin sevgi olduğunu biliyordum. Geri kalan her şey geçiciydi ve aslında anlamsızdı. Hiçbir şey gerçekten umrumda değildi o zamanlar… Bu duyguyu bilmen lazım, depremi yaşayan herkesin bu duyguyu bilmesi lazım…
17 Ağustos depreminde Sakaryadaydım, bu konudan bahsetmemden hoşlanmadığını biliyorum ama bahsetmek zorundayım çünkü bugün varolan Ercan’ı oluşturan her şey burada başlıyor… Depremin ilk saniyesinde uykudan uyandım, benim şu kahrolası hassasiyetim sayesinde… Ondan sonra geçen 45 saniyeyi anlatmama gerek yok, çünkü her şeyi biliyorsun, sadece şunu söylemek istiyorum, ölmekten korkmamıştım o anda, çünkü öylesine korkmuştum ki ölümü düşünmeye ve korkmaya bile fırsatım olmamıştı, altlı üstlü iki parça olan vitrinin üst kısmı başıma düşmüş ve başımı yarmış, fakat ben bunu deprem bittikten ve aşağı indikten çok sonra fark edebildim, dedim ya hiçbir şeyden korkmayacak ve hiçbir şeyi hissetmeyecek kadar çok korkmuştum, çünkü ne olduğunu anlamamıştım. Bilinmeyen beni daima korkutmuştur zaten…
Bu birinci bölümdü. İkinci bölümde 3 ay boyunca ne zaman olacak diye korkular içinde beklediğim Düzce depremi var. Gecelerimi uykusuz geçirmeme sebep olan, her köpek havlaması duyduğumda kendimi o ana hazırladığım 3 aylık bir süre… Neyse 12 Kasım akşamı 3 ay boyunca içimde gizliden gelişen bir duyguyu yaşadım… Deprem başladığında evin çıkışına yakın bir yerdeydim ve kapılar açıktı çünkü annem ve babaannem dışarı çıkmak üzereydiler. Yerde uzanmış elimdeki bir bileklikle uğraşıyordum ve her yer sallanmaya başladı, ilki gibi değildi çok canlıydı, çünkü hem birinci kattaydım (bugün hala oturduğumuz evde, sen biliyorsun evi) hem de ilk anda bile uyanıktım ve depremin ne olduğunu da öğrenmiştim. Tabii refleksif olarak kapıya doğru hızla fırlayacak oldum, ama o anda koltukta oturmakta olan ve depremin ne demek olduğunu yaşamış olmasına rağmen algılayamayacak olan kardeşimi gördüm… Koltukta oturuyordu… 5 yaşındaydı daha, kaçması dışarı çıkması gerektiğini bilmesini ve öyle davranmasını nasıl bekleyebilirdim ki??? Hayır, bunu ummak saçmalık olurdu… Orda onu bırakırsam kaçamazdı ya da kaçmazdı, her iki durumda da sonuç değişmiyordu… Canımdı o benim kendi çocuğum gibiydi, kardeşimdi ama doğduğu ilk andan beri ona ben bakmıştım ben büyütmüştüm kendi çocuğum gibi sevmiştim onu, her şeyin en iyisini onun için istemiştim, o canımdan daha değerliydi… O anda bile…
Bu durumda bunları düşünemezdim ama zaten düşünmeme gerek yoktu, kalbim beni yönlendirmişti bile… Ona doğru koştum, onu nasıl yakaladığımı bilmiyorum ama tutmamla kapıya yönelmem bir olmuştu… Henüz elektrikler kesilmemişti, kapıda annemi gördüm geriye dönmeye çalışıyordu, bağırdığını hatırlıyorum Burak için… O da onu almak için geri dönmüştü… Hâlbuki dışarı çıkmak için bir adım atması yetecek kadar kapının yakınındaydı… Ama dışarı değil içeri yönelmişti, burada söz konusu olan duyguyu bilirsin… Annelik içgüdüsü, hayatta kalma içgüdüsünün önüne geçmişti… O nasıl bir duygudur ki canını kurtarmaya bir adım yakınken, ölümü göze alıp oğlunu kurtarmaya yöneltir insanı???
Galiba bu duyguyu biliyorum, en azından buna yakın bi duyguyu biliyorum çünkü ben de teorik olarak o akşam bunu yaptım zaten, annelik içgüdüsü gibi bir içgüdü ile kendimden önce kardeşimi kurtarmaya çalıştım… Benimkine annelik içgüdüsü diyemeyiz ama ben ne dememiz gerektiğini biliyorum… Sevgi…
Anneme sesimi duyurmaya çalıştım Burak bende diye ama o beni duyamayacak kadar konsantre olmuştu oğlunu kurtarmaya… Önünden geçtiğim halde beni görmedi bile, ve Burağı da… Zaten o anda elektrikler kesilmişti… Çıkışa yakın bir yerde yukarından inen kişilerden birine takılıp düştüm, ayağa kalktığımda Burak artık ellerimde değildi, kapıya iki adım mesafedeydim ama deprem başlayalı da bayağı bir süre olmuştu… O anda çıkıştaki demir kapı büyük bir gürültüyle çarparak kapandı. Artık açılması mümkün görünmedi gözüme, çünkü ilk depremden biliyordum deprem anında kapıların sağa sola yattıkları için sıkışıp açılmadıklarını, söz konusu demirden bir kapı olunca da imkânsız gibiydi açılması… İşte bu düşünceler kafamdan geçti mi geçmedi mi bilmem ama bir saniye sonra öleceğimden emin olduğum bir an geldi… Kafamı kaldırdım ve üzerimdeki merdivenlere baktım ve bir saniye içinde çökeceklerini düşündüm, aslında düşünmedim, hiçbir şeyden emin olmadığım kadar emindim çökeceklerinden, öleceğimi biliyordum, öylesine emindim ki öleceğimden, korkmadım bile, aslında belki de ölmüştüm sadece farkında değildim…
O anda hissettiklerimi anlatacak kelimeler hiçbir dilde mevcut değildir buna eminim. İşte böyle bir durumda, belki içimde daima var olduğu için, belki son anda rabbime sığınmak için, belki de bir yardım ümidiyle, ama ne sebeple olursa olsun düşünmeden sadece içimden gelerek, “La İlahe İllallah” dedim o merdiven basamaklarından gözümü ayırmadan…
Bugün bile “acaba” diyorum “bunu demeseydim o basamaklar yıkılır mıydı” diye düşünüyorum… “Acaba Rabbimin adı o beton yığınlarını ayakta tutmuş olabilir mi” diyorum... Ve kendimce vardığım karar, bugün yaşıyorsam bunu o anda rabbime sığınmış olmaya borçlu olduğum şeklinde… Evet, inanıyorum ki, ölüm anında bile, ki öleceğimi biliyordum o anda, Rabbime sığınmamdı beni ve başkalarını kurtaran… İyi mi oldu, kötü mü oldu bu tartışılır ama o anda yaşamak istiyordum ve Rabbim her ne nedenleyse bu isteğimizi gerçekleştirdi…
Kapalı demir kapıyı hangi güçle çektiğimi bilmiyorum, ona nasıl ulaştığımı da, tek bildiğim kapının sanki açılmak istercesine hiç zorlanmadan açıldığıydı… Dışarı adım atar atmaz kardeşimi aradı gözlerim ve onun ellerini ellerimde hissettim, hep yanımda mıydı yoksa dışarı çıkınca mı yanıma geldi, acaba nasıl dışarı çıktı, bugün bile hiç kimse bu soruların cevabını bilmiyor… Kardeşim dahil…
Annemle birlikte kardeşime sarılarak 3 katlı evimize baktık, her an yıkılmasını beklercesine, ama umrumuzda değildi, çünkü herkes dışarıdaydı artık buna 3. katta oturan yengemler de dahil…
Çok uzattığımı biliyorum, ama bunu yapmak zorundayım, beni tanıman için bunu yapmak zorundayım… Deprem faslı bitiyor az kaldı…
Dışarıda, yıkılmasını bekleyerek ve belki de bunu umarak (bir daha o eve girmemizi beklemiyorsun heralde) evimize baktığımız sırada sona erdi deprem… Artık geride kardeşimle yaşıt olan amcamın kızının gözyaşlarının ve ağlamasının sesi ile, çevremizi kuşatmış olan ve kardeşimde de gördüğüm ölümün sessizliği vardı… Kimse konuşmadı, zaten konuşacak bir şey yoktu, hepimiz bir aradaydık ve birbirimize sarılmıştık, iyiydik… Sorarım sana dünyada bundan daha güzel bir mutluluk olabilir mi? Ya yalnız olsaydım orada? Ya sarılacak kimsem olmasaydı, ya sarılabileceğim kişiler benden alınmış olsaydı? Olabilecekleri düşününce şimdi o anın, depremin hemen birkaç saniye sonrasının, aslında ne kadar mutlu bir an olduğunu farkına varıyorum…
Daha 18 yaşımda yaşadığım bu deneyim beni bu günlere getirdi işte… Ölümün ne kadar yakınımda olduğunu daima bildim, korkmadım ama bildim bunu… Bunu bilmek insana ne getiriyor biliyor musun? Değersiz şeylere değer vermeme yeteneğini getiriyor… Neyin önemli neyin önemsiz olduğunu anlama yeteneğini getiriyor… Ve sonumuzun ne olacağını asla unutmamamızı sağlıyor…
Depremi takip eden günlerde akrabalarımızla çok yakınlaştık, bu durum hoşuma gidiyordu aslında… Neden bilmem daima akrabalarımı sevmişimdir, ve deprem günleri herkes dayanışma içindeyken bu bana mutluluk vermişti…
İlk birkaç akşam direk ay ışığının altında uyuduk. Annemin yanımda olmasına ne kadar memnun olduğumu hatırlıyorum… Ondan her şey için özür dilediğimi…
O dönemlerde tek hissettiğim duygu, sevgiydi, çünkü dünyada bana ait olan tek şey bu kalmıştı. Para önemli değil, ev önemli değildi, mal mülk önemli değildi o zamanlar. Tek önemli olan sevdiklerimin yanımda olmasıydı… Çünkü artık biliyordum, artık dünyadaki tek önemli şeyin sevgi olduğunu biliyordum. Geri kalan her şey geçiciydi ve aslında anlamsızdı. Hiçbir şey gerçekten umrumda değildi o zamanlar… Bu duyguyu bilmen lazım, depremi yaşayan herkesin bu duyguyu bilmesi lazım…