GemaR
Banned
1980′lerden bu yana ve buna benzer 17 bin 500 faili meçhul cinayet işlendi güzel ülkem Türkiye’de. Ergenekon savunucuları biliniz ki; böylesi zulümü görmemezlikten gelmek, sulandırmaya çalışmak, hoş görmek ve hatta desteklemek zulme ortaklıktır. her şeyden önce insanlığa ihanettir.
Hem bu nasıl bir örgüttür ki tüm şerlerin odağı haline gelebilmiş, millet adına (daha doğrusu kemalizm adına) yine milletin başına bela olmuş. Milleti canından bezdirmiştir. İddianamedeki bilgi, belge ve gizli tanıklar bize her cinayetin, her ayrılık tohumunun, her fitnenin, her kaosun, darbe ve darbe kışkırtıcılığının arkasında bu zihniyetin yattığını gösteriyor.
Ancak içimde bir kurt bana şunları da söylettiriyor.
Veli Küçük’ün yüzüne bakılırsa kendini bile idare etmekten aciz görünen bu ve bunun gibi insanlar, nasıl olmuşta yıllarca hem bunca cinayetleri ve zulümleri işlemişler hem de kendilerini saklayabilmişler.
Bunu yaparken de askerin silahını kullanmışlar, devletin her türlü imkanlarını seferber etmişler. Ama yıllarca kimse görmemiş, duymamış ve bilememiş. Tutuklananlar ortaya atılan yem mi? birer maşa mıdırlar? Ya da ergenekon dava sürecinin müsaade edilen sınırları mıdır? diye sormadan da kendimi alamıyorum.
Bu işler üç beş asker artığıyla gazeteci bozuntusuyla ve birkaç siyaset döküntüsü ve çapulcu azmettirici, tetikçi ile tek başlarına olabilecek işler gibi gelmiyor bana. Karşımızda millete her daim bela olmuş ve ülkenin gelişmesine ve demokratikleşmesine set olmuş ve bunu yaparken de kendini gizleyebilmiş en az 150 yıllık bir zihniyet var. İttihat ve Terakki zihniyeti.
Öyle bir zihniyet ki, sadece Ermeni ve Hristiyanları düşman saymamış. Aynı zamanda Müslümanları ve hayat tarzlarını, Alevileri, Kürtleri, ve bütün dünyayı kendine düşman bellemiş ve sürekli düşmanlar üretmiş bir zihniyet.
Yine öyle bir zihniyet ki, her kesimden kendine taraf bulabilmiş ve onları sürekli kötü emelleri doğrultusunda kullanmış ve bunları yaparken de kendini çok iyi gizleyebilmiş bir zihniyet…
Evet ahtapot kolları misali bir yapılanma ile karşı karşıyayız. Bu kadar farklı kesimleri bir araya getirmeyi de “Ulusalcılık Tohumuyla” başarmış.
Mesela bunların efendisi kim? Amiri kim? Finansörü kim? Örgütün esas amacı nedir? Bu örgütün CIA ayağı, MOSSAD ayağı, Mason ayağı var mıdır? Yine örgütün siyasi başı, ekonomik baronu kim, yargı ayağı var mıdır ?
Size Lozan yazı dizisinde bir kişiden bahsetmedim. Lozan’ın gizli mimarı “Haim Naum”. Bu örgütün Haim Naum’u var mıdır? Vs….vs….
Bütün bunlara ulaşmadan dava süreci sizce başarılı mı adledilir? Yoksa bir 150 yıl daha uyumak mı, daha tatlıdır?
Öncelikle bunların cevaplanması gerekiyor.
Ak partiyi devirmek gibi küçük amaçları olmaz kanaatindeyim
Esas amaç İttihat ve Terakki ile içimize sokulan nifak tohumlarını canlı tutabilmek olmalı. Tabii ki asıl ‘zındıka komitesi’nden söz ediyorum. Kendilerini sahip gibi gören zındıka komitesine ulaşmak gerekiyor.
Milleti ve değerlerini kendine düşman bellemiş (siz buna kısaca “din düşmanlığı” da diyebilirsiniz) ve ülkemin gelişmesine mani olmuş yıllarca kaos ve hayali korkularla (buna da kısaca “irtica” diyebilirsiniz) darbeler yaptırarak demokrasinin önündeki en büyük engel olmuş bir zihniyet vardır ki, gizli zındıka komitesinin İttihat ve Terakki zihniyetidir diyorum. İşte ergenekon bu zihniyetin taşeronudur.
Dahası ergenekon dava süreci zındıka komitesine ulaşırsa ancak o zaman demokrasimizin ve ülkemizin önü açılacak kanaatindeyim.
Mustafa Armağan’da bir yazısında Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren gizli bir komiteden bahseder. Bu gizli komite aldıkları üstün kararla, inkılapları koruyacak ve türk milletinin muasır medeniyet yolundan sapmasını önleyecekti. Şu an geçmişinden utanır vaziyette atalarına küfreder kültürüyle ve kendisiyle kavgalı şizofren toplumlar haline geldiğimizi gördükçe görevlerini çok iyi ifa ettiklerini söyleyebilirim.
Öyleki Cumhuriyetin ilk dönemleriyle başlayan ‘yeni bir Türk tipi yaratma’(!) çabası bizi birbiriyle asla uzlaşmaz kamplara ayırdı. Aynı dili kullanmak anlaşmamıza yetmiyor. Kalplerimiz lafızlara farklı manalar yüklemiş. Mevlana Hazretleri bu yüzden olsa gerek ki “Gönül beraberliği dil beraberliğinden önde gelir” demiş.
Yüzyılın büyük bilgesi Bediüzzaman’da, bazı mektuplarında, ‘kökü ecnebide, kendisi burada (Türkiye’de) olan gizli bir örgütten söz eder ve ‘zındıka komitesi’ diye adlandırır.
Evet gerçekten de Türkiye çeşitli badireler atlatmış iç karışıklıklar kaoslar yaşamış binlerce faili meçhul cinayetler ve kendisi bitmek bilmeyen ama ekonomiyi bitiren bir terör süreci yaşadı yaşıyor. Muasır medeniyet seviyesinden kopmamak uğruna birçok kez hukuk dışı biçimde hükümetler değiş(tiril)di, iktidarlar manipüle edildi. Böylece darbelerle ince balans ayarı yapılmış oldu. Bu kutsal dava uğruna, kemalizm adına başbakan ve bakanlar dahi feda edildi. Uğur Mumcu başta olmak üzere, onlarca cinayetin esrarı çözülemedi ve en tepedeki azmettiricilere ulaşılamadı. Bir başbakan kendisine yapılan suikasta ilişkin konuşamadı ve ulaştığı bilgileri kamuoyuna açıklamaktan çekindi. Ardından kuşkulu bir biçimde öldü.
Sizi Bediuzzaman’ın, yaklaşık bir asır önceki uyarılarına götürüyorum. İslamiyeti, ulusalcılık tohumuyla aşılamanın varacağı noktaya ve onun vahim sonuçlarına dikkat çekmiş ve şöyle seslenmiş (Sanki ergenekonculara sesleniyor ve şu anki yaşadığımız hali resmediyor) :
” Ey sarhoş sahte milliyetçi! Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet (bir ırkın gücüne dayanan devlet anlayışı) fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, zayıf, geçici ve her an çözülüp dağılmaya müsait olan ırkçılık ipiyle bağlanamaz ve o tohum ile aşılanamaz. (Devrimlerin zorlamasıyla) aşı tutsa bile, sadece İslam milletini ifsat etmeye (bozmaya, fitne salmaya), halkların birbirinden uzaklaşmasına neden olur. Türklüğün ve Türklerin bekasına da bir faydası olmaz.
Evet, bu yaptığınız muvakkat aşılamada (inkılaplarda) bir zevk ve bir muvakkat(geçici) kuvvet görünüyor; fakat faydası geçici ama neticeleri çok büyük tehlikeler içeriyor. Çünkü bu gün yaptıklarınız neticesinde, ileride Türkler arasında, bir daha asla tarafların bir araya gelmelerine imkân bırakmayacak kadar derin bir ayrılık ve parçalanmaya sebebiyet verecek.
O vakit milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa, bir batman kuvvet, o iki kuvvetle oynayabilir, yukarı kaldırır, aşağı indirir ” (Mektubat, 425)
Ergenekon fikri ve Bediüzzaman’ın bu satırları kıyaslandığında zehir-panzehir misali gerçekten çok manidar.
Evet Bediüzzaman’ın anlattığı parçalanma ve ayrılığı bugün yaşıyoruz. Yüz eli yıldır ülkeyi ayağa kaldırmayan ergenekon (İttihat ve Terakki) zihniyetinin davasında bile halk ikiye bölünebiliyorsa varın gerisini siz düşünün artık.
Hem bu nasıl bir örgüttür ki tüm şerlerin odağı haline gelebilmiş, millet adına (daha doğrusu kemalizm adına) yine milletin başına bela olmuş. Milleti canından bezdirmiştir. İddianamedeki bilgi, belge ve gizli tanıklar bize her cinayetin, her ayrılık tohumunun, her fitnenin, her kaosun, darbe ve darbe kışkırtıcılığının arkasında bu zihniyetin yattığını gösteriyor.
Ancak içimde bir kurt bana şunları da söylettiriyor.
Veli Küçük’ün yüzüne bakılırsa kendini bile idare etmekten aciz görünen bu ve bunun gibi insanlar, nasıl olmuşta yıllarca hem bunca cinayetleri ve zulümleri işlemişler hem de kendilerini saklayabilmişler.
Bunu yaparken de askerin silahını kullanmışlar, devletin her türlü imkanlarını seferber etmişler. Ama yıllarca kimse görmemiş, duymamış ve bilememiş. Tutuklananlar ortaya atılan yem mi? birer maşa mıdırlar? Ya da ergenekon dava sürecinin müsaade edilen sınırları mıdır? diye sormadan da kendimi alamıyorum.
Bu işler üç beş asker artığıyla gazeteci bozuntusuyla ve birkaç siyaset döküntüsü ve çapulcu azmettirici, tetikçi ile tek başlarına olabilecek işler gibi gelmiyor bana. Karşımızda millete her daim bela olmuş ve ülkenin gelişmesine ve demokratikleşmesine set olmuş ve bunu yaparken de kendini gizleyebilmiş en az 150 yıllık bir zihniyet var. İttihat ve Terakki zihniyeti.
Öyle bir zihniyet ki, sadece Ermeni ve Hristiyanları düşman saymamış. Aynı zamanda Müslümanları ve hayat tarzlarını, Alevileri, Kürtleri, ve bütün dünyayı kendine düşman bellemiş ve sürekli düşmanlar üretmiş bir zihniyet.
Yine öyle bir zihniyet ki, her kesimden kendine taraf bulabilmiş ve onları sürekli kötü emelleri doğrultusunda kullanmış ve bunları yaparken de kendini çok iyi gizleyebilmiş bir zihniyet…
Evet ahtapot kolları misali bir yapılanma ile karşı karşıyayız. Bu kadar farklı kesimleri bir araya getirmeyi de “Ulusalcılık Tohumuyla” başarmış.
Mesela bunların efendisi kim? Amiri kim? Finansörü kim? Örgütün esas amacı nedir? Bu örgütün CIA ayağı, MOSSAD ayağı, Mason ayağı var mıdır? Yine örgütün siyasi başı, ekonomik baronu kim, yargı ayağı var mıdır ?
Size Lozan yazı dizisinde bir kişiden bahsetmedim. Lozan’ın gizli mimarı “Haim Naum”. Bu örgütün Haim Naum’u var mıdır? Vs….vs….
Bütün bunlara ulaşmadan dava süreci sizce başarılı mı adledilir? Yoksa bir 150 yıl daha uyumak mı, daha tatlıdır?
Öncelikle bunların cevaplanması gerekiyor.
Ak partiyi devirmek gibi küçük amaçları olmaz kanaatindeyim
Esas amaç İttihat ve Terakki ile içimize sokulan nifak tohumlarını canlı tutabilmek olmalı. Tabii ki asıl ‘zındıka komitesi’nden söz ediyorum. Kendilerini sahip gibi gören zındıka komitesine ulaşmak gerekiyor.
Milleti ve değerlerini kendine düşman bellemiş (siz buna kısaca “din düşmanlığı” da diyebilirsiniz) ve ülkemin gelişmesine mani olmuş yıllarca kaos ve hayali korkularla (buna da kısaca “irtica” diyebilirsiniz) darbeler yaptırarak demokrasinin önündeki en büyük engel olmuş bir zihniyet vardır ki, gizli zındıka komitesinin İttihat ve Terakki zihniyetidir diyorum. İşte ergenekon bu zihniyetin taşeronudur.
Dahası ergenekon dava süreci zındıka komitesine ulaşırsa ancak o zaman demokrasimizin ve ülkemizin önü açılacak kanaatindeyim.
Mustafa Armağan’da bir yazısında Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren gizli bir komiteden bahseder. Bu gizli komite aldıkları üstün kararla, inkılapları koruyacak ve türk milletinin muasır medeniyet yolundan sapmasını önleyecekti. Şu an geçmişinden utanır vaziyette atalarına küfreder kültürüyle ve kendisiyle kavgalı şizofren toplumlar haline geldiğimizi gördükçe görevlerini çok iyi ifa ettiklerini söyleyebilirim.
Öyleki Cumhuriyetin ilk dönemleriyle başlayan ‘yeni bir Türk tipi yaratma’(!) çabası bizi birbiriyle asla uzlaşmaz kamplara ayırdı. Aynı dili kullanmak anlaşmamıza yetmiyor. Kalplerimiz lafızlara farklı manalar yüklemiş. Mevlana Hazretleri bu yüzden olsa gerek ki “Gönül beraberliği dil beraberliğinden önde gelir” demiş.
Yüzyılın büyük bilgesi Bediüzzaman’da, bazı mektuplarında, ‘kökü ecnebide, kendisi burada (Türkiye’de) olan gizli bir örgütten söz eder ve ‘zındıka komitesi’ diye adlandırır.
Evet gerçekten de Türkiye çeşitli badireler atlatmış iç karışıklıklar kaoslar yaşamış binlerce faili meçhul cinayetler ve kendisi bitmek bilmeyen ama ekonomiyi bitiren bir terör süreci yaşadı yaşıyor. Muasır medeniyet seviyesinden kopmamak uğruna birçok kez hukuk dışı biçimde hükümetler değiş(tiril)di, iktidarlar manipüle edildi. Böylece darbelerle ince balans ayarı yapılmış oldu. Bu kutsal dava uğruna, kemalizm adına başbakan ve bakanlar dahi feda edildi. Uğur Mumcu başta olmak üzere, onlarca cinayetin esrarı çözülemedi ve en tepedeki azmettiricilere ulaşılamadı. Bir başbakan kendisine yapılan suikasta ilişkin konuşamadı ve ulaştığı bilgileri kamuoyuna açıklamaktan çekindi. Ardından kuşkulu bir biçimde öldü.
Bediüzzaman’ın ısrarla belirttiği bu ‘örgüt’ neydi acaba?
Sizi Bediuzzaman’ın, yaklaşık bir asır önceki uyarılarına götürüyorum. İslamiyeti, ulusalcılık tohumuyla aşılamanın varacağı noktaya ve onun vahim sonuçlarına dikkat çekmiş ve şöyle seslenmiş (Sanki ergenekonculara sesleniyor ve şu anki yaşadığımız hali resmediyor) :
” Ey sarhoş sahte milliyetçi! Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet (bir ırkın gücüne dayanan devlet anlayışı) fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, zayıf, geçici ve her an çözülüp dağılmaya müsait olan ırkçılık ipiyle bağlanamaz ve o tohum ile aşılanamaz. (Devrimlerin zorlamasıyla) aşı tutsa bile, sadece İslam milletini ifsat etmeye (bozmaya, fitne salmaya), halkların birbirinden uzaklaşmasına neden olur. Türklüğün ve Türklerin bekasına da bir faydası olmaz.
Evet, bu yaptığınız muvakkat aşılamada (inkılaplarda) bir zevk ve bir muvakkat(geçici) kuvvet görünüyor; fakat faydası geçici ama neticeleri çok büyük tehlikeler içeriyor. Çünkü bu gün yaptıklarınız neticesinde, ileride Türkler arasında, bir daha asla tarafların bir araya gelmelerine imkân bırakmayacak kadar derin bir ayrılık ve parçalanmaya sebebiyet verecek.
O vakit milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa, bir batman kuvvet, o iki kuvvetle oynayabilir, yukarı kaldırır, aşağı indirir ” (Mektubat, 425)
Ergenekon fikri ve Bediüzzaman’ın bu satırları kıyaslandığında zehir-panzehir misali gerçekten çok manidar.
Evet Bediüzzaman’ın anlattığı parçalanma ve ayrılığı bugün yaşıyoruz. Yüz eli yıldır ülkeyi ayağa kaldırmayan ergenekon (İttihat ve Terakki) zihniyetinin davasında bile halk ikiye bölünebiliyorsa varın gerisini siz düşünün artık.