Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken

zühd

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
97
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
İstanbul/Ataköy
Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken

Muhterem Cemaat!

İslam Dini, insana saygıyı önemli bir görev saymıştır. Müslümanları, bu konuda dikkatli olmaya çağırmış, insanın hayatta olanına da, ölenine de saygı gösterilmesini istemiştir. Musallaya konulan ölü üzerine Allah rızası için kılınan cenaze namazı, yapılan dua, aynı zamanda o din kardeşimize gösterilen fiili bir saygının ifadesidir.

İnsanın ölüsü de saygıya layıktır. Ölen bir Müslümanı yıkamak, kefenlemek, cenaze namazını kılıp dua etmek ve kabrine kadar götürüp defin işlerini yapmak, Müslümanlar için farz-ı kifayedir ve dostlar için de manalı bir vefa borcudur. Sevgili Peygamberimiz, “Ölülerinizi, iyilikleriyle yâd edin, kötülüklerini dile getirmeyin”[1] buyurarak, ölmüşlerimizi hayırla anmamızı, iyi yönlerini konuşmamızı tavsiye etmiştir.

Değerli Müslümanlar!

Bu dünya, her şeyi ile fanidir. Bâki olan, yalnız Allah’tır. Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır. Doğum gibi, ölüm de Allah’ın değişmez bir kanunudur. Ölüm, yok olup gitmek değil, yeni ve ebedi bir hayatın başlangıcıdır. Dünya, ahiret hayatı için gereken hazırlıkları yapma yeridir. Bunun için de, Allah’ın emirleri doğrultusunda hayatımızı sürdürmemiz gerekir. Çünkü dünya ve âhirette bizi kurtaracak ve mutlu kılacak olan, yalnız Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından sakınmak ve O’nun rızasını kazanmaktır.

Aziz Müminler!

Cenazeyi teşyi etmek, yani cenazenin arkasından mezara kadar gitmek sünnettir ve büyük sevaptır. Cenaze namazını kılanların ve cenazeyi takip edenlerin, vakar içinde yürümeleri ve üzüntülü ortama uygun düşecek şekilde davranmaları gerekir.

Cenaze ile ilgili dini görevler yapılırken, bilgisizlik yüzünden bazı bidat ve hurafeler karıştırıldığı görülmektedir. Cenazenin başında yüksek sesle konuşulması, alkış tutulması, cenazeyi taşırken slogan atılması, İslam’a uygun olmayan faydasız ve gönülleri rahatsız eden anlamsız davranışlardır. Hatta cenazenin başında veya mezarlığa götürülürken yüksek sesle tekbir getirilmesini bile, dinimiz hoş karşılamamıştır.

Ayrıca Allah’a isyan anlamına gelebilecek şekilde dövünüp saç baş yolmak ve yersiz sözler söylemek de doğru değildir. Ancak, cenaze için kalben kederlenmek ve göz yaşı dökerek ağlamak da bir günah yoktur. Ölünün yakınlarına mümkün olduğunca teselli edici, rahatlatıcı sözler söylemek ve üzüntüsünün paylaşıldığını göstermek bir taziyedir ve sünnettir. Ayrıca taziye için, “Allah size sabırlar versin. Başınız sağ olsun! Allah geride kalanlara ömür versin!” gibi teselli edici cümleler de söylenir.

Hutbemi Âl-i İmran Sûresi’nin 133. ayetinin mealiyle bitirmek istiyorum: “Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan ve muttakiler için hazırlanmış bulunan cennete koşun”[2].


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tirmizî; Cenaiz, 34, H.No: 1019.

[2] Âl-i İmran, 3/133
 
Cami ve Cemaat Şuuru

Cami ve Cemaat Şuuru

Muhterem Cemaat!

Kur’an-Kerim’de, insanın Allah’a iman ve ibadet etmek için yaratıldığı bildirilmektedir. Beş vakit namaz, ibadetler arasındaki önemi itibariyle imandan sonra ilk sırada yer almaktadır. Beş vakit namaz, tek başına ve cemaatle kılınabilmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.), cemaatle kılınan namazın sevabının 27 kat daha fazla olduğunu bildirerek, namazların cemaatle kılınmasını tavsiye etmiştir. Camiler; ibadet etme, Allah’ı anma, eğitim-öğretim, birlik ve dirlik, huzur ve sükun mekanlarıdır. Bu itibarla dinimiz; camilere büyük önem vermiştir.

Yüce Rabbimiz, Kur’an-Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz mescitler, Allah’ındır. O halde Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin”[1]. “Ey Ademoğulları! Her mescide gittiğinizde güzel elbiselerinizi giyinin. Yiyin için fakat israf etmeyin. Zira Allah israf edenleri sevmez.”[2].

Değerli Mü’minler!

Ayet-i kerimelerden de anlaşılacağı üzere, İslam’da camilerin önemli bir yeri vardır. Allah’ın evi kabul edilen camiler, İslâm’ın alâmeti sayılmıştır. Camiler, bulunduğu yerin halkının Müslüman olduğunu gösterir. Sevgili Peygamberimiz, yeryüzünde Allah’a en sevimli yerlerin camiler olduğunu bildirmiştir[3]. Öyle ise camilere gelişigüzel değil, en güzel elbiseler giyilerek girilmelidir. Camileri kirletecek, havasını bozacak ve cemaati rahatsız edecek davranışlardan sakınılmalıdır.

Camilerin inşasından tutun da temizliğine ve aydınlatılmasına kadar verilecek bütün hizmetler, övgüye değer hizmetlerdir. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde söyle buyurmuşlardır: “Bir mümine öldükten sonra amelinden ve yaptığı iyiliklerinden ulaşacak şeylerden biri de, yaydığı ilim, geride bıraktığı iyi evlâd, miras olarak bıraktığı Mushaf-ı şerîf, yaptırdığı mescit, yolcular için inşa ettiği ev, akıttığı su, sağlığı yerinde iken malından çıkardığı (verdiği) sadakadır. Bunlardan hangisini yapmış ise öldükten sonra onun sevabı kendisine ulaşır.”[4]

Aziz Mü’minler!

Hiç şüphe yok ki cami ve mescit yapmaktan maksat, orada cemaatle ibadet etmektir. Cami ve mescitler, aynı zamanda insanlara helal ve haramın, güzel ahlakın, doğruluk ve dürüstlüğün öğretildiği, sevgi saygı ve kardeşlik ruhunun işlendiği mukaddes mekanlardır. Şehitlik ve gazilik mertebesinin yüceliği, vatan savunmasının önemi, iffet ve namusu korumanın onuru gibi birçok dini ve milli şuurun insanlarımıza verildiği ilim ve irfan yuvalarıdır.

Hutbemi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu Hadis-i şerifiyle bitirmek istiyorum: “Bir kişi, Allah’ın farzlarından birini eda etmek üzere evinde güzelce temizlenir ve camiye giderse, onun attığı adımlardan biri günahlarının silinmesine, diğeri de onun derecesinin yükselmesine vesile olur”[5]. “Yüce Allah, sabah ve akşam camiye giden kimsenin, her gidiş ve gelişine cennette bir yer hazırlar”[6].



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Cin, 72/18
[2] A’raf, 7/31
[3] Müslim, Salât, 53
[4] İbn Mâce, Mukaddime, 20
[5] Riyazu’s-Salihin 2/380, No: 1058
[6] Riyazu’s-Salihin 2/379, No: 1057
 
Günahlardan Sakınma

Günahlardan Sakınma

Muhterem Müminler!

Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirip yasakladıklarından sakınmak, Müslümanların görevidir. Bunları yerine getirmemek ise, günahtır. Günah işleyenin akıbeti, eğer tevbe etmezse, acı bir hüsrandır. Çünkü günah, sonsuz kudret ve azamet sahibi Yüce Allah’a bir isyandır. Onun engin rahmetine ve rızasına karşı bir perdedir. Günah, insanın Hakk’a olan meylini köreltir, kötü temayüllerinin önünü açar, kalbine huzursuzluk verir, gönlünü bulandırır ve giderek, onun fıtratını bozan manevi bir musibet olur. Nitekim Kurân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: “Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir”[1]. Bu âyette geçen “kalp kirlenmesi” tabirini, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle açıklamaktadır: “Kul bir günah işlediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahından tevbe edip uzaklaşırsa kalbi saydamlaşır. Eğer tevbe etmeyip günah işlemeye devam ederse, o siyah nokta artar ve kalbi istila eder. İşte Yüce Allah’ın Kuran’da zikrettiği kalp kirlenmesi, işte budur”[2].

Aziz Müslümanlar!

Günahlar, nefsin kötü arzularına veya şeytanın çeşitli desiselerine kapılmanın sonucunda işlenir. Yüce Allah, şeytanın müminler üzerinde hakimiyet kuramayacağını, şöyle açıklamaktadır: “Gerçek şu ki; iman edip yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah’a ortak koşanlaradır” [3] .

O halde, nefsâni arzulara kapılarak, şeytana uymamalıyız. Allah’a şirk koşmak, ana-babaya âsi olmak, yalan söylemek, yalancı şahitlik yapmak, haksız yere adam öldürmek, sihir ve büyücülük yapmak, yetim malı ve faiz yemek, savaştan kaçmak, iffetli kadınlara iftira atmak, zina etmek, başkasına veya kamuya ait bir malı zimmetine geçirmek, içki içmek ve kumar oynamak gibi günahlardan şiddetle kaçınmalıyız. Çünkü Yüce Allah: “Günahın açığını da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir”[4] ve “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere koyarız”[5] buyurarak, her türlü günahtan kaçınmamızı emretmektedir.

Değerli Kardeşlerim!

Günahlardan kaçınmak için ölümü ve hesap gününü çok hatırlamalıyız. Sabır gösterip günahlardan sakınanları, cennetin kapısında: “Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir!”[6] müjdesiyle Meleklerin karşılayacağını bilmeliyiz. İbadetlerimizi zamanında yerine getirmeli ve bu hususta Yüce Allah’ın, “(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir”[7] emrine kulak vermeliyiz. Nefsâni duyguların esiri olmamak için dua ve niyazla Allah’a sığınmalı, günaha tahrik eden ortamlardan uzaklaşmalıyız. Mahşer gününde mahcup bir duruma düşmemek için Yüce Allah’ın bizi görüp gözettiğini, her halimizden haberdar olduğunu, asla unutmamalıyız. Günahlarımıza derhal tevbe etmeli ve şimdiden O’nun eşsiz rahmet ve mağfiretine sığınmalıyız. Çünkü Allah, samimi olarak tevebe eden kullarını sever ve tevbelerini kabul buyurur.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mutaffifin, 83/14
[2] İbn Mace, Zühd,Bab: 29, II,1418, H.No: 4244
[3] Nahil, 16/99-l00
[4] Enam, 6/120
[5]Nisa, 4/31
[6]Rad, 13/24
[7]Ankebut, 29/45
 
Müslüman Güvenilir İnsandır

Müslüman Güvenilir İnsandır

Aziz Müminler!

“Mü’min”, Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine inanan anlamına geldiği gibi, başkalarına güven veren ve güvenilen kişi anlamını da taşır. Öyle ise mümin, ahdine vefalı, anlaşmalarına sadık, sözü özü bir, dostluğuna güvenilen bir insandır. Yüce Rabbimiz, Mü’minûn sûresinin ilk ayetlerinde, kurtuluşa erecek müminlerin vasıflarını açıklamakta ve 8. ayetinde meâlen şöyle buyurmaktadır: “Yine onlar (o mü’minler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riâyet ederler”[1]. Bir Mü’min, sevdiğini sırf Allah için sever ve ondan maddî bir beklenti içinde olmaz. Sır saklar, emanete hıyanet etmez. Hz. Peygamber (s.a.v)’in yüksek ahlakına uymaya ve O’nun gibi güvenilir bir insan olmaya çalışır.

Yüce Allah, Peygamberlerini güvenilir kişilerden seçmiş ve gönderildikleri toplumlar tarafından da, emin kişiler olarak tanınmışlardı[2]. Nitekim Mekkeliler, Peygamberimiz (s.a.v)’e, daha peygamber olmadan önce, “el-Emin “ sıfatını vermişlerdi.

Muhterem Cemaat!

Bir Müslüman, verdiği sözden, üzerindeki emanetlerden Allah katında sorumlu tutulacaktır. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir”[3]. Özellikle Allah’ın adını anarak verilen sözlerin, yapılan adakların ve yeminlerin yerine getirilmesini emretmekte ve sözünde duranlara sevap vereceğini bildirmektedir[4]. Sözünde durmayanları ise, Nahl sûresinin 92. ayetinde kınamakta ve onları, ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadının durumuna benzetmektedir[5].

Değerli Müslümanlar!

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hadis-i şeriflerinde, Müslüman’ı ve Mümin’i şöyle tarif etmiştir: “ Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların güvende olduğu, Mü’min de insanların malları ve canları hususunda kendisine güvendiği kişidir”[6]. “Mü’min, geçimi güzel olan kişidir. Geçimsiz kişide ise, hayır yoktur”[7].

Uyumlu olmak, ancak güvenilir bir insan olmakla sağlanır. Sözüne özüne güvenilmeyen bir insanla, dostluk ve ticârî ilişki kurulamaz. Meşru bir mazeret bulunmadıkça verdiği sözde durmayan kişinin toplum içerisindeki saygınlığı zedelenir, dostlarının sayısı azalır, işi ve ticari ilişkileri bozulur. Bunun için iş, ticaret ve toplum hayatında güven duygusu çok önemlidir. Birbirine güven duymayan toplumlarda huzur ve asayiş sarsılır ve insani ilişkiler bozulur.

Kıymetli Mü’minler!

Eğer Allah’a ve insanlara verdiğimiz sözleri yerine getirmezsek, büyük bir vebal altına girmiş oluruz. Yalancılıkla güven ve itibarın bir arada bulunamayacağını bilmeliyiz. Sevgili Peygamberimizin konumuzla ilgili olan, “Çevresindeki insanların şerrinden emin olmadığı kişi, cennete giremez”[8] Hadis-i Şerifine dikkat etmeliyiz. Yerine getiremeyeceğimiz vaatlerde bulunmamalı, çevremize, yakınlarımıza, iş arkadaşlarımıza ve bütün insanlara güven telkin etmeli ve bunu, bir hayat prensibi haline getirmeyi unutmamalıyız.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mü’minûn, 23/8
[2] Şuarâ, 26/107
[3] İsra, 17/34
[4] Fetih, 48/10
[5] Nahl, 16/92
[6] Tirmizi, İman, bab: 12,c. IV, s. 17, H. No: 2627
[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/400
[8] Müslim, İman,bab,18, I, 68 H. No: 73
 
Evlilik Müessesesi ve Ailenin Korunması

Evlilik Müessesesi ve Ailenin Korunması

Muhterem Müslümanlar!

Aile, toplumun çekirdeği, milletin temelidir. Toplumun huzuru, ailede başlar. Bu nedenledir ki milletlerin huzuru ve dirliği ailenin huzuruna, mutluluğuna bağlıdır. Evlenmek ve yuva kurmak şüphesiz ruhen ve bedenen sağlıklı her insanın en tabii hakkıdır. Meşru bir mazeret olmaksızın evlilik sorumluluğundan kaçınmak dinimizce hoş karşılanmamaktadır. Maddi imkansızlıklardan dolayı evlenemeyenlerin evlendirilmesi ise dinimizin topluma yüklediği bir görevdir. Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda Kur’an’ı Kerimde, bekârların evlendirilmesini istemiş ve devamında şöyle buyurmuştur: “Eğer onlar fakir iseler, Allah kendi lütfü ile zengin kılar. Allah lütfu geniş olandır, her şeyi hakkıyla bilendir. Evlenme imkanını bulamayanlar ise; Allah, kendi lütfu ile onları varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar”[1].

Aziz Müminler!

Evlilik, insanın sağlıklı ve düzenli bir hayata sahip olmasını sağlar. Zina ve gayr-ı meşru ilişkilerin yaygınlaşmasını engeller. Gayr-ı meşru ilişkilerin yaygın olduğu toplumlarda, genç nüfusun giderek azalması ve AIDS gibi hastalıkların yaygınlaşması, evliliğin önemini ortaya koymaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de bu hususa şöyle dikkat çekmiştir: “Size dînî ve ahlâkî yaşantısı hoşunuza giden kimseler geldiğinde, onları evlendirin, aksi takdirde yeryüzünde kargaşa ve büyük bir ahlâkî çöküntü olur.”[2]

Bunun için gençlerimizi evlendirme konusunda yardımcı olalım. Bütün davranışlarımızda ölçülü olmamız gerektiği gibi, düğün yaparken de aynı özelliğimizi koruyalım, israftan, aşırılıktan ve meşru olmayan eğlencelerden uzak duralım. Evlilik hayatının gereksiz harcamalarla zorlaştırılması, sadece mutlu olmayan insanların sayısını artırır. Sevgili Peygamberimiz (a.s.)’in evlilik hayatının kolaylaştırılması hususunda söylediği şu hadisi-i şerifini unutmayalım : “ Nikahın en hayırlısı, kolay (külfetsiz) olanıdır”.[3]

Değerli Müminler!

Yüce Allah, insanlar, huzurlu bir hayat sürsünler diye evlenmeyi meşrû kılmış, aile hayatının devamı için eşlerin birbirleriyle iyi geçinmelerini [4], sabırlı ve hoşgörülü olmalarını tavsiye etmiş, yakın akrabalarına da arabuluculuk görevi vermiştir.[5] Çünkü ortada meşru bir sebep yok iken basit mazeretler ileri sürerek boşanmak, Yüce Allah’ın hoşnut olmadığı bir durumdur.

Bunun için eşler; kendilerine düşen sorumlukluları yerine getirmeli ve birbirlerine karşı saygılı, dürüst, anlayışlı ve hoşgörülü olmalı, kaba davranıştan ve iffetlerine aykırı düşecek tavırlardan kesinlikle kaçınmalı, aile bütçesini sarsacak harcamalar yapmamalıdırlar. Çünkü toplumun huzuru ailenin huzurundan geçer.



--------------------------------------------------------------------------------
[1]Nur, 24/32-33
[2] Tirmizi, Nikâh, Bâb 3, III/394, H.No:1084
[3] Ebu Davud, Nikâh, Bâb 33, 2/591 H.No.2117
[4]Nisa, 4/19
[5] Nisa, 4/19, 34
 
Cami ve Cemaatin Önemi

Cami ve Cemaatin Önemi

Muhterem Müslümanlar!

İbadet etmek, insanlar için manevî bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın nasıl karşılanacağıyla ilgili usûl ve esaslar, Yüce Allah’ın son olarak gönderdiği İslâm dininde açıklanmıştır. İbadetlerden bazıları ferdi olarak, bazıları da cemaat halinde îfa edilmektedir. İslam dini, cemaate devam edilmesini teşvik etmiş, hatta cuma ve bayram namazları gibi bazı ibadetlerde cemaati şart koşmuştur. Ayrıca, beş vakit namazın cemaatle kılınmasını, daha faziletli saymıştır.

Aziz Cemaat!

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), namazların cemaatle kılınmasına özen göstermiş, İmamlık yapamadığı son hastalığında bile, Hz. Ebu Bekr’in imam olduğu cemaate katılarak namazını kılmıştır. Peygamberimiz, kişinin cemaatle kıldığı namazın tek başına kıldığı namazdan 27 derece daha faziletli olduğunu ifade etmiş[1] ve cemaatle namaz kılmak için atılan her adımın bir kısım günahlara kefaret olacağını şöyle açıklamışlardır: “ Bir kimse evinde abdest alarak Allah’ın farz kıldığı namazlardan birini eda etmek için bir mescide giderse, onun attığı adımlardan biri günahlarının silinmesine, diğeri de derecesinin yükselmesine vesile olur”[2]. “Kim, cemaatle namaz kılmak amacıyla mescide devam ederse, her gelişi için Allah ona cennette özel bir mükafat hazırlar”[3].

Hz. Peygamber’in, Mekke’den Hicret’inde daha Medine’ye varmadan Kuba Mescidi’ni, Medine’ye ulaşınca da ilk iş olarak Mescid-i Nebevî'yi, bizzat çalışarak ve teşvik ederek inşa etmeleri, dinimizde cami ve cemaate verilen önemi ortaya koymaktadır.[4] Cami yapmakla ilgili olarak Peygamberimiz: “Bir kimse, Yüce Allah’ın rızasını gözeterek bir mescid inşa ederse, Allah da ona cennette bir köşk hazırlar”[5] buyurmuştur. Müslüman ecdadımız, işte bu inançla camiler inşa etmiş, namazlarını da cemaatle kılmaya özen göstermiştir. Çünkü, camilerin ruhu ve zineti, cemaattir. Camiler, Allah katında en sevimli mekanlardır. Camilere cemaat olmak ise, maddi ve manevi bakımdan, o mübarek mekanları imar ve ihya etmek demektir.

Camiler, bulundukları yörenin sosyal hizmetlerinde, devamlı ışıldayan ve çevresini aydınlatan bir kandil gibidirler. Namaz için camiye gelen insanlar, orada birbirleriyle tanışırlar. Aralarında sevgi ve saygı bağları oluşturur, arkadaşlıklar ve dostluklar geliştirirler. Oluşturulan bu maddi ve manevi bağlar sayesinde hastaları ziyaret eder, muhtaçların dertlerine çareler ararlar. Böylece kendilerini mutlu eden, gönüllerine haz veren güzel hizmetler yaparlar. Komşuların birbirlerini sevip saymalarına ve iyi ilişkiler içinde olmalarına vesile olurlar.

Konumuzla ilgili olarak Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekat veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.”[6]

Değerli Mü’minler!

Yüce Allah’ın engin rahmet ve bereketinin cemaat üzerine olduğunu unutmayalım. Meşru mazeretlerimiz dışında namazlarımızı cemaatle kılmaya özen gösterelim. Ayrıca çocuklarımızı, zaman zaman camiye götürmeyi, onları da cami ve cemaate alıştırmayı ihmal etmeyelim.



--------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhari, Ezan, 30. 1/158
[2] Müslim, Mesacid 51, 1/462, H. No: 666
[3] Buhari, Ezan, 38, 1/161
[4] Buhari, Ezan,46, 1/165.
[5] Buhari, Salat, 65,1/116.
[6] Tevbe, 9/18.
 
Geri
Üst