Doğa Kadın, Bilim Erkektir...

'StİnG'

Banned
Katılım
23 Haz 2005
Mesajlar
1,849
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
40
Konum
!UkRaYnA!
Doğa Kadın, Bilim Erkektir...

"Doğa dişil, bilim erildir."

Her şey bir soruyla başladı...

"Doğa dişil, bilim erildir." Bu sözlerin sahibi, bilim
ve felsefe tarihinin önemli şahsiyetlerinden Francis
Bacon. Ancak bu düşünce Bacon'dan önce ve sonra pek çok
filozof tarafından da paylaşılmıştır. Bu yazıda bütün bu
cinsiyetçi tarihin önemli uğraklarını takip ederek izini
süren bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Kitabın yazarı
Evelyn Fox-Keller, kitabının adı "Sevgi, İktidar ve
Bilgi". Fox-Keller, Bacon ve yandaşlarının
psiko-analizini yapıyor ve böylelikle bilimsel
gelişmenin psiko-analitik tarihini de ortaya koymuş
oluyor. Zira, her insanın ürettiği ve ortaya koyduğu
şeyle, kendisi arasında yakından bir bağ vardır. Bu bağ
erkek bilim adamları tarafından üretilen bilim tarihi
için de geçerlidir. Bilim iddia edildiği gibi tarafsız
ya da cinsiyetüstü değildir; onu üretenlerin ruhsal
dünyalarının, açarak ifade edersek, nevrozlarının,
çatışmalarının, komplekslerinin bir yansımasıdır! Kitap
bu basit ama alabildiğine yıkıcı (!) iddiayı açık
delillerle ortaya koyuyor. Açık delillerle diyoruz,
çünkü Fox-Keller tam da o erkek dünyasından, yani bilim
dünyasından, bilim adamlarının arasından geliyor:

Fox-Keller bir bio-fizik matematikçisi olarak uzunca bir
zamandır sürdürdüğü işinden hiç bir şekilde memnun
değildi. Fakat bu süre boyunca yine de fizik yasalarının
doğruluğuna tamamıyla ikna olmuş bir insan olarak
yaşadı. Günlerden bir gün (Newton'nun elması gibi bir
şey!) Fox-Keller'in aklına şöyle bir soru takıldı:
"Bilimin varoluşu hangi ölçüde erkek tasavvuruyla
bağlıdır? Ve eğer böyle olmasaydı, bu bilim için ne
anlama gelirdi?" Bu soru üzerine yaptığı ilk
araştırmalar bile onu bilim söyleminin kendisinden şüphe
etmeye götürdü: Yine bir gün, bilim tarihi uzerine
araştırmalarını sürdürürken, profesörü Fox-Keller'e ne
gibi ilerlemeler kaydettiğini sorar. Fox'un cevabı
kitabının da bir özetidir: "Üzerine bilgi edindiğim
yenilikler kadınlar değil aksine erkekler ve onların
bilimidir". Fox-Keller'in "kadın araştırmalarına" yeni
boyutlar kazandıran bu kitabı, modern bilimin
gelişmesini felsefi, bilimsel, tarihsel ve
psiko-analitik boyutlarıyla ele almaktadır. Ben bu
yazımda daha çok tarihsel ve felsefi boyutlarını ele
alacağım.


PLATON'UN BİLGİ KURAMINDA AŞK VE CİNSELLİK

Platonun felsefi düşüncelerini tarihselliği bağlamında
ortaya koymanın önemli olduğunu düşünüyorum. Platon
akşam diyarının -abendland: batı dünyası anlamında-
ruhbilimsel tarihinde, bilgiye varmada sistematik bir
biçimde cinselliğin dilini kullanan ilk yazardır. Onun
kullandığı cinsel dil doğrudan bilenin diğer bir bilenle
(bunların ikisinin de erkek olduğunu anlıyoruz) olan
ilişkisini, birbirlerine yakınlaşmasını (bu aynı zamanda
cinsel bir yakınlaşmadır) açıklamaktadır. Ayrıca kendi
cinsel metaforları için yeni açıklamalar gerektiren bir
takım felsefi fonksiyonlar da koymaktadır Platon. Bir
çok Yunan düşünür ve bu arada Platon için de, doğa ve
ruh , ortak bir töz dolayımıyla birbirine bağlıdır ve
yine aynı zamanda bu ortak tözel çerçeve içindeki
farklılıklarla birbirinden ayrılmaktadır. Platon'un
düşüncesinde ruhun ve dünyanın ortak bir özelliğine
işaret eden gelen "logos" kelimesi, bu ikisi arasındaki
(ruh ve dünya) kavramsal bağlantıyı da yansıtmakta ve
ispatlamaktadır. Bu iki-anlamlılık, "rasyonel"
kavramının "logos" kelimesinin bulanıklığını
(Ambiquität) alıp çoğaltması sonucu bu kavram dahilinde
de devam etmektedir . Eski Yunan düşünürleri fiziksel
doğayı anlamın bir dışyüzeyi, bir atıf olarak (Attribut)
resmeylemişlerdi. "Onlar doğanın keşfine o denli
dalmışlardı ki, hiç bir zaman görünebilenler (ì
söylemek) ile (kendi) görüşleri arasında bir başkalık
olduğunu ayırdedemediler. Logos (öznenin) aktif(liği)
anlam(ın)da değerlendirme içine almaktır, objektif
anlamda ise nesnel dünyanin somutluğunu (şeyleri), yani
belirleneni, (şeyi) olduğu gibi görmektir."
Platon yıkıcı güçlerin akıldışı eylemlerine karşı
bağışık olacak bir bilgi kuramı bulmayı kendine görev
edinmiştir. Bu kuram akla aşkınlığı (Transzendenz)
sağlayacak ve aynı zamanda bunun (aşkınlığın) karşıtı
tarafından -Immanenz- (akıl) tehlike altında -kontrol
edilecek veya- bulunacaktı. Platonun bu soruna getirdiği
radikal çözüm, bilginin asıl nesnesinin zaman ve
maddeyle belirlenmiş alanın dışında izah edilmesi
zorunluluğudur: Doğanın araçsallığına son vermek ve ruhu
bedenin esirliğinden kurtarmak: Hakikate, temizliğin
zenginliğine ve mutlak oluşa -sein- erişebilmek. Bu
zenginliğe erişebilmek için ruhun gözünü maddeden başka
yöne değil aksine temiz bedenin zenginliğine çevirmesi
ve onun ötesini görmesiyle mümkündür. Peki ölümcül bir
bedende bulunan ruh gerçeğe giden yolu nasıl bulabilir?
Bu soruya Platon'un cevabı; "Ruh eğer Eros tarafından
yönlendiriliyorsa, bilgiyle karşılaşacaktır. Eğer bir
erkek bu algılanan dünyadan hareket eder ve yukarıya
giden yolu ve hissettiği sevgiyi doğru kullanırsa (...),
o zaman hedefine çok yakındır ve ebedi güzelliği
("hakiki iyiyi") görmeye başlayacaktır." Cinsel istek
sevgiyi ve sevgi de bilgiyi öne çıkaracaktır. Ancak
burada bilginin temel problemi Eros'un resminde de
yansımaktadır: Tabii ki her cinsel istek sevgiyi ve her
sevgi de bilgiyi yaratmamaktadır. Ruh Eros tarafından
iki yöne doğru zorlanır. Bu yönlerden biri akıl ise
diğeri de tutkudur. Platon bu (biri pozitif öbürü de
negatif olan) yönsemeleri homoseksüel ve heteroseksüel
arasındaki ayrım içersinde tanımlamakta ve devam
ettirmektedir; bedensel üremeye bağlı olan heteroseksüel
cinsel istek aşkınlığa -Transzendenz- ulaşamaz! Bu
yüzden Platon için bilgi, akraba (erkek olmak
bağlamında) tözlerin tanrısal bağlantılarının bir
ürünüdür. Burada erkekler arasındaki sevgiyi
kastetmektedir. "Varlığın zenginliği için anlamlı olan
Eros: Homoseksüeldir". Fiziksel istekleri (üreme isteği)
tarafından sarılmış bir erkek Platon'a gore: "Dört
ayaklı çiftleşmek isteyen ve çocuk isteyen bir hayvandan
farksızdır." Platon için tek elverişli model yetişkin
bir erkek (Erastes: Sevgili sahibi) ile yine aynı sosyal
statüden gelen daha genç bir erkek (Eromenos: Sevilen)
arasındaki ilişkidir. Fakat aynı dönemde Atina'da
kadınlar arasındaki cinsel ilişki gormezlikten
gelinmiştir. Antik Yunan'da kadınları ve hiç bir hakka
sahip olmayan erkekleri (Plebsleri), pasif konumda
cinsel haza ulaşan kişiler olarak vazolara oyulmuş
resimlerde görebiliriz. Platon'un epistemolojisi,
kosmolojisi ve aşk modeli hiyerarşik bir biçimde kendini
ortaya koymaktadır. Fakat Fox-Keller`e göre, Platon'un
pederastik (erkekler arası eşcinsel) aşkı kendi içinde
bir hiyerarşi barındırmasına rağmen bir hakimiyet
içermemektedir. O, Yeni Taslak'ta bilgi(ye ulaşabilmek)
için öne surduğu erotik metaforlarla, kapalı bir erkek
ağının (bu çerçeve içindeki erkek varoluş biçiminin)
uyesi olamayanlara karşı kurulmuş bir hakimiyet
ilişkisini tanımlamaktadır. Platon Homoeros-aşk üzerine
uzun uzun kuramlar ve yeni kavramlar oluştururken
homoseksüel kadınlara (Tözel akrabalık tanımlamasının
tutarlı-mantıksal devamı olan lezbiyenlere, lezbiyen
ilişkiye) ilişkin hiç bir şey söylememektedir. Aşk
yaşamından dıştaladığı sadece (heteroseksüel) kadınlar
(ya da erkekler) olmayıp, aynı zamanda homoeros zevkin
peşinden giden ve kendisinin överek göklere çıkardığı,
bilgi kuramında tanrısallaştırdığı "tözel akrabalık"
(eşcinsel ilişki, üremeye yönelik olmayan ilişki) bağını
kuran kadınlar da dıştalanmaktadır: Platon' un tezinin
bu tek taraflı uygulayımıyla tanrısallaşmayı belirli bir
varoluş şeklini paylaşan erkeklere atfettiğini, daha
doğrusu onların bilgi kuramını yapmış olduğunu
goruyoruz. Bu anlamda tözel akrabalıkla elde edilen
bilgi (sevgi) de daha çok "erkek akrabalığının" bilgisi
(sevgisidir). Peki Platon için neden kadınlar aşkınlığa
ulaşamaz? Her şeyden once bir kadın lezbiyen olsa bile,
sadece kadın olduğu için "potansiyel olarak bedensel
üreme tehlikesi" oluşturmaktadır. Bu "tehlikeyi"
oluşturan kadının, kendi doğasındaki doğurganlığa karşı
çıkma olasılığı da azdır. Kısaca özetliyecek olursak:
Heteroseksüel veya homoseksüel kadınlar doğurgan
oldukları için bedensel üreme görevinin baskısı
içindedirler, bu doğada onların vazgeçilmez varoluşudur.
Kadın "hayvani isteklerle" kuşatılmıştır . Dolayısıyla
aşkınlığa yani bilgiye erişemez. Platon`un bedensel
üremeyi sadece hayvanlara has gördüğü ve doğaya saygı
duyduğunu iddia edip, doğanın bir parçası olan kadınları
ve onların aşklarını görmezlikten geldiği, "onursuz bir
aşk" sonucu doğmuş olduğunu öne sürdüğü, kendi annesiyle
kurduğu ilişkiyi yok sayan, yani sonuç olarak Platon'un
kendi varoluşunu açıklayamayan, çelişkilerle dolu bu
teze (ve Platon'a) bilimadamlarının "platonik" bir aşkla
bağlandığının açıklaması; belki de bu tezin içindeki
erkek akrabalık ilişkilerinde gizlidir.

BACONCU BİLİM: HÜKMETMENİN VE TABİ KILMANIN SANATI

"Tahakküm ve denetim bilimsel araştırmanın temel
itkisidir."
Bacon bilim tarihinde, bilimsel bilgi ve iktidar
arasındaki denklemi açıkça tespit eden ilk kişidir. O
kararlı bir biçimde bu denklemin bilimsel çalısmaları
motive edeceğine inanıyordu. Sadece bu denklemi tespit
etmiyor, bilimin amacına, doğa üzerindeki denetimi ve
hakimiyeti de oturtuyordu.
Bacon, Platon`un ruh ve düşünce arasındaki soyut ve
erotik bağlantısını da reddediyor. Bacon için kendisinin
ünlü "Bilim iktidardır" çıkarımı insanlık için bir
kurtuluştu. Ancak bu "kurtuluş önerisi" tarihsel gelişme
içerisinde yeni bir iktidar modelinin temelini
oluşturmuştur. Bacon bu yeni bilimsel iktidar modelini
sozel metaforlar ve simgesel bir dil içersinde kurmuştu.
Bacon gelecekteki kuşaklara yasalara uygun cinsel
hakimiyeti öne çıkarabilecekleri yeni bir sözel dil
sunmuştur. Bu metaforlar yasal cinsel hakimiyet ile dil
arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya koymaktadırlar.
Bacon'un Metaforu:
Bacon`un tasavvuru şüphesiz doğa üzerinde insanların
mutlak hakimiyetini, üstünlüğünü ve hükmünü
sürebilecekleri bir bilim yaratmaktı. Onun çıkarımından
da görebildiğimiz gibi "bilimde insan bilgisi ile insan
iktidarı buluşmaktadır". Bacon`a göre iktidar
mücadelesinin üç ayrı derecesi veya üç ayrı türü vardır:

Birincisi; kendileri için iktidar olup bu iktidarlarını
sürdürmek isteyenlerdir. Ona göre bu tür en kötüsü ve en
aşağılayıcısıdır.
İkincisi; kendi vatanının insanları için iktidarlarını
ve tahakkümlerini yaygınlaştırmak isteyenlerdir. Bu tür
ona göre birincisinden daha onurlu fakat daha az sahip
olma hırsı içermemektedir.
Üçüncüsü; eğer bir erkek, insan ırkının evren üzerindeki
iktidarı ve hakimiyeti için mücadele veriyorsa ve bunu
yaygınlaştırmak istiyorsa, şüphesiz ki bu hırs diğer
ikisinden daha onurludur.
Bacon'un üç basamak biçiminde sıraladığı hiyerarşi, her
basamağinda daha fazla iktidar, tahakküm ve genişleyen
bir ırkçılık bağlıdır. İkinci basamağında
milliyetçiliğin ve insanlar üzerinde eğemenliğin
tohumunu atarken, bunu sadece "kendisi için
hakimiyetten" daha onurlu görmesi, iktidara karşı
gelmesinden değil iktidarın erkekler arasında
paylaştırılmasının ve yaygınlaştırılmasının daha olumlu
ve uzun vadeli olduğu düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
En mükemmel olarak değerlendirdiği üçüncü tür mücadele,
bir erkeğin, insan (kadın ve erkek) ırkının doğa
üzerindeki hakimiyeti ve iktidarı için mücadele vermesi
ise, şüphesiz bu alanın yani hakimiyet ve tahakküm
alanının sadece erkekler için düşünüldüğü sonucunu
göstermektedir. Yanısıra ve daha önemli olarak, Bacon
"insan ırkının evren üzerindeki iktidarı"ndan erkek
ırkının doğa(-kadın) üzerindeki iktidarına işaret ederek
erkek ırkçılığını modern bilimin kökenine oturtmuş
oluyordu.
Bacon her nasılsa bir zamanlar insanların doğa üzerinde
hakim olduğunu düşunuyordu. Ona gore teknolojik gelişme
bu hakimiyetin tekrar tesis edilmesi için mecburi idi ve
bu yuzden bilim ile teknolojinin bir hakimiyet aracı
olarak doğaya karşı açıkça konumlandırılması
gerekiyordu. Bacon bu konumlandırma işlemini cinsel
gondermelerle yuklu bir soylemle gerçekleştiriyordu.
Onun kullandığı cinsel dil belki de bu yüzden pek fazla
kimsenin farkına varamadığı örtülerle kaplıdır. Üstünlük
üzerine yazdığı makalelerde gerektiğinden fazla
kullandığı -genus- kavramında vermek istediği ileti,
ancak kadınlar tarafından incelendiğinde deşifre
edilebilinmiştir.
Bacon`un resim dilinin diyalektik özünü görebilmek ve
onun metaforlarının kapsamlı anlamını aydınlatabilmek
için bazı alıntılar sıralayacağım;
"Biz doğa ve ruh arasında yasal ve namuslu (keusche) bir
evlilik kurmak istiyoruz".
"Sevgili oğlum, senin için tasarladığım şey; seni
şeylerin kendisiyle birlikte namuslu, kutsal ve yasal
bir evlilikle birleştirmektir. Ve bu bağlantı senin
çoğalmanı güvenceleyecektir. Alışılagelmiş tüm
evliliklerin umutlarını ve duvarlarını aşacaktır ve sana
korunmuş bir ırktan kahramanlar ve süpermenler
yaratacaktır".
Şey olarak kullandığı kelime burada doğa anlamına
gelmektedir. Aşağıdaki alıntıda bunu daha açıkça ifade
ettiğini görüyoruz.
"Doğa bilimsel mantık ile biçimlendirebileceğin, kendine
tabi kılabileceğin gelinin olsun senin. Ben gerçek
anlamdaki görüşümle doğayı tüm çocuklarıyla sana sunmak
istiyorum. Doğayı senin hizmetine sunmak ve senin kölen
yapmak istiyorum".
Diğer alıntılarından da görebildiğimiz gibi bilimi ve
bilim alanını tamamen erkek alanı olarak
betimlemektedir. O doğadan -she- olarak bahsederken doğa
kadın bağlantısını erkek hakimiyetçi düşünce ile örtülü
bir biçimde çok iyi ortaya koymaktadır. Yani doğa
kadındır ve erkek bilimdir. Burda işaret edilen sadece
bilimin doğa üzerindeki hakimiyeti değil aynı zamanda
erkeğin kadın üzerindeki "bilimsel" hakimiyeti idi.
Bilimsel bilgi ve teknik gelişmelerden bahsederken
tamamen şiddet (erkek) dili kullanmaktadır. Doğaya
yumuşak onu keşfedecek fakat hükmetmeyecek bir usluple
yaklaşmak Bacon ve taraftarlarının tarzı olmamıştır.
Doğayı fethetmenin ve kendine tabi kılmanın ne kadar
yıkıcı olduğunu ve onu temelden sarstığını yaşadığımız
çevre sorunlarıyla da görmekteyiz. Doğa uzerinde hakim
olmayı amaç olarak gösterirken Bacon, bunun için
yapılacak her tur deneyi de meşru görmektedir. Oyleki bu
deney söylemi sonradan doğacak sadizm, mazoşizm
söylemlerinde kullanılan "deney" söylemiyle yakın
pararlellikler içermektedir: Keşfetmekten çok elde
etmektir önemli olan, keşfetmek, hakim olmaya tabidir.
"Zamanın Eril Doğumu" adlı kitabında Bacon "eski
bilimin" kurucularıni eleştirir. Kitabin ana bölümü
ruhun kötü filozofların etkisinden temizlenmesi
gerektiğiyle başlıyor. Bunlar Arıstoteles, Platon, Galen
ve Hippokrates olarak geciyor. Bu filozofların yanlış
öğretileri sonucu bu filozoflar gibi düşünenler de
yaratıcı tarafından kısırlıkla cezalandırıldılar. Bütün
bu filozofların Bacon`a göre tek bir amaçları vardı;
iktidarsızlık (Impotenz) üretmek, insan iktidarını
azaltmak ve gerçek ve eril bilimin doğmasını ertelemek.
Platon da bilgiye erişmenin tek ve hakiki yolu homoeros
iken Bacon da hakimiyet arzusudur. Platon doğanın
araçsallığına son verilmesini ve ruhun bedenin
esirliğinden kurtulmasını savunurken, Bacon doğanın
insanlara (erkeklere) hizmet eden bir köle haline
getirilmesini savunur. Platon üremeyi hayvanca istek
olarak açıklarken, Bacon doğanın(-kadının) süpermenler
yaratılması için sonuna kadar kullanılması ve
ürünlerinin alınması taraftarıdır. Platon'un bilgi
kuramının temelinde pederastik (erkekler arası) aşk
yatmaktadır. Bu aşk kendi içinde hiyerarşi barındırsa da
hakimiyetten uzaktır. Bacon'un bilgi kuramının temelinde
ise hakimiyet hırsı yatmaktadır. Bu hakimiyetin nesnesi
doğa ve kadındır.
Bu karşılaştırmadan da anlaşılacağı gibi, iki düşünürün
ortak oldukları tek nokta, aralarındaki bu tartışmada
(!) kadınların yerinin olmadığıdır.
Fox-Keller, Bacon'un bu yaklaşımını psiko-analiz
çerçevesinde değerlendirir: Erkek çocuğun bir hediye
olarak babadan aldığı erkeklik gibi bilimin de erkek
olabilmesi baba (burada Bacon) tarafından verilen bir
hediyedir. Bu hediye bilim adamlarına kahramanlar ve
süpermenler yaratmayı müsaade ediyor ve bu hediye onlara
kendi kendilerini bir erkek olarak dünyaya getirme
yeteneğini sağlıyordu. Baconcu metafor aşikar bir
biçimde erkeklerin ikili itkili ödipal istek ve
arzularını, annelerine ait olanı sahiplenme ve reddetme
biçiminde göstermektedir. Bu, annesiz yaşamak kadar
anneyle kurulan ilişkide bir denklem kurabilme imkanını
da sunmaktadır. Kişi boylelikle babayla olan
özdeşmesinde de tanrısal mutlak hakimiyetini
(Omnipotenz) güvence altına almış oluyordu. Bu
özdeşleşme ona dişiyi kabul etme kadar reddetmeyi de
müsade ediyordu.
Bu tabloyla tıpkı bir erkek çocuğunun gelişimine
benzeyen bilim tarihi, bilim dünyasına girenlere de bir
erkek çocuğunun dünyasını sunmaktaydı.

17. YÜZYILDA DOĞA FELSEFECİLERİ

On yedinci yüzyıl modern bilimin yani bu gün hala içinde
olduğumuz bilimsel atmosferin oluşması açısından önemli
bir dönemdir. Sadece Baconculuk değil daha bir çok
önemli bilim kuramı bu dönemde kurumsallaşmış ya da
silinmiştir. Bu yuzden dönemin akımlarını kısaca
özetlemek istiyorum.
17. yüzyılda doğa felsefecileri "yeni bir bilim" ortaya
çıkarma coşkusuyla yola çıktılar. Fakat "yeni bir bilim
" konusunda o kadar çok görüş vardı ki bunları bir çatı
altında nasıl toparlıyacakları asıl sorun haline geldi.
Ağırlıkta ve esas olan iki kavram bu çağın düşünce
tarihine damgasını vurmuştur. Bu kavramların biri
hermetik diğeri ise mekanik idi. Hermetik Hermes
kelimesinden türemiştir ve tanrıların ulakları ya da
deniz tanrısı anlamını taşır. Hermetik sözcüğü ise gizli
ya da ulaşılmaz anlamına gelir. Hermetik geleneğe göre
maddi doğa tanrısal bir ruh ile içiçe geçmişti. Bunu
anlayabilmek için kalp, el ve aklın birleştiğini, içiçe
geçtiğini kavramak gerekiyordu. Mekanikçi felsefeciler
ise maddeyi ruhtan, aklı ve eli de kalpten ayırmayı
savunuyorlardı.
Yine bu dönemde İngiltere'deki entellektüeller farklı
bir bilgi peşinde koşuyorlardı. Bu bilgi onların
deyimiyle: "Hem tanrının şöhretine hem de insanların
çıkarlarına hizmet etmeliydi".
Bu dönemin simyacıları daha önceki yüzyılda ortaya çıkan
Paraselsus`un eserlerinden etkilenmişlerdi. Onlar
özellikle kimyasal ilaçların iyileştirici güçleriyle
ilgileniyorlardı. Simyacılar doğal dünyayı tamamen
açıklayabilecek bir evrensel bilime sahip olduklarını
düşünüyorlardı. Fakat sadece kimya ve tıp alanında
etkili olabildiler. Paraselsus'un izleyicileri gibi
Bacon için de açık olan bir şey vardı; bu da Arısto ve
Gale'nin bilim üzerinde hakim olan etkisinden
kurtulmaktı. Simyacıların asıl hedefi ölüm yatağında
olan üniversiteyi kurtarmak ve tıbbi ortodoksluktan
kurtulmak idi. Paraselsus'un önemli izleyicilerinden
olan John Webster bunu şöyle ifade ediyor: "Gençlik
fikirsel bilgilerle, spekülasyonlarla, tartışmalarla
eğitilmemeli, onlar ellerini emekle sertleştirmeli ve
parmaklarını ateşli denemelere koymalı." Yani deney ile
bilgiye varmalı, söyleyenler değil yapanlar olmalı;
sofistler veya felsefeciler değil doğa sihirbazları
olmalıdırlar. Ancak böyle doğanın sırlarına
erişebilirler. 1640 ile 1650 yılları arasında
Paraselsuscu felsefe en yüksek noktasına ulaştı. Fakat
1650'den sonra Robert Boyle, Walter Charleton ve Henry
Moore gibi dönemin ileri gelen entellektüelleri Hermetik
fikrinden vazgeçip Fransız mekanistçileri olan Gassendi
ve Descartes'in görüşlerini savunmaya başladılar. 17.
yüzyılın ikinci yarısında artık simyacılara karşı büyük
kampanyalar başlatılmaktaydı. Bu kampanyaların başını
çekenlerin pek çoğu kilisenin önde gelen üyeleriydi.
Bunlardan bir kısmı daha sonra "Royal Society"nin kurucu
üyeleri olmuşlardır. 1662 yılında kurulan "Royal
Society" "yeni bilimi" kurumsallaştırmayı hedef alarak
Bacon'un programını gerçekleştirmiştir. Bunlar ne
kadarda hermetizimle yeni felsefeyi birleştirmek
istedilerse de "society" coşkuculara (Enthusiasten) yer
vermedi. Simyacılar "heterodoxie" (kilisenin resmi
görüşünden sapan öğreti) ve anti-rasyonalizmle
suçlandılar. Bu dönemdeki bir çok değişiklikler kendini
yeni oluşturmakta olan "yeni bilime "cinsel dili ve
önüne koyduğu hedefleri ile damgasını vurdu. Bu dönemde
kullanılan dilin analizi Francis Bacon ile
Paraselsuscular arasında bir kesit göstermektedir. Bacon
yeni bir erkek biliminin doğacağını daha önceden görmüş
ve bilimi iktidar olarak kendine ana metafor edinmişti.
Rönesans döneminin Simyacıları da bilim tasavvurlarında
iktidarı aradılar fakat onların aradığı iktidar değişik
bir anlam teşkil ediyordu. Bacon'un hareket resmi
"düşünce (ruh) ve doğa arasındaki yasal ve namuslu
evlilik", doğayı insanların hizmetine sunup onlara köle
etmekti. Simyacıların hareket resmi ise koitus (cinsel
ilişki) idi, yani düşünce ve maddenin birleşmesi, kadın
ve erkeğin erimesi. Bacon'un en uygun metaforu erkeksi
(viril) süpermenler yaratmak iken simyacıların ideali
Hermaphrodit (çifte cinsiyetli insan, hayvan, bitki;
Hermes ve Afrodit'in cifte cinsiyetli olan oğlu) idi.
Bacon tahakküm peşinde iken simyacılar allegorik
(sinnbildlich, gleichnishaft) bir gereklilikten hareket
ettiler. "Simyacılardan bize geri kalan ikonografilerin
ve yazıların temel resimsel tasavvurunu hermafrodit ve
evli çiftlerin oluşturduğunu görüyoruz."
Hermetik felsefenin merkezinde simyacılar kadın ve
erkeğin birlikteliğini, cinsel birleşmeyi ve hermafrodit
birleşmeyi görüyorlardı. 17. yüzyılda yaşamış olan
Giambattista della Porta şöyle yazmaktadır; "Bütün dünya
içiçe örülmüş ve bağlanmış, çünkü dünya yaşayan bir
yaratıktır. Her tarafta eril ve dişi, bütünün parçaları
birlikte birbirlerine karşı olan sevgilerinden dolayı
çiftleşmektedir." Paraselsus'un da buna yakın ifadeleri
vardır: "Kadınsız erkek bir bütün olamaz, sadece bir
kadınla tam (vollstaendig) olabilir. Her ikisi de
yeryüzündeki varoluşlarıyla ve biçimsel oluşlarıyla bir
bütünü oluşturuyorlar. Bu anlamda hastalık dişisini
istiyor ve dişisi onun ilacıdir." "Hastalik dişisini
istiyor" sözü Arıstonun " özdeke biçim gerekiyor" sözüne
verilmis bir yanıttır. Simyacıların prensibi simetrikti,
yani kadın ve erkek arasındaki eşitliği savunuyor ve
Arıstoyu tamamen reddediyordu. Başka bir yerde yine
Paraselsus şöyle diyor; "tohum kucak tarafından kabul
edilirse, doğa kadının ve erkeğin tohumunu birbirine
bağlar. Her iki tohumdan en iyisi ve en güçlüsü kendi
doğasına uygun diğerini biçimlendirir.. Erkek beyninin
tohumu ile kadın beyninin tohumu birlikte biricik beyin
yaratırlar; çocuğun beyni bunlardan tohumu güçlü olanın
beyniyle oluşur ve buna benzer, lakin hiç bir zaman
aynısı olmaz."
Yüzyıl sonra Paracelsus geleneğinin öncü
sürdürücülerinden olan Thomas Vaughan simyacıların asıl
nesnelerinin altın ya da gümüş değil, önemli canlı
varlıkların tohumu, yani yeryüzünün ve gökyüzünün
tohumu, harıka ve sır dolu hermafrodit olduğunu söyler.
Vaughan için evlilik herhangi bir şey değil, o insanın
İsa'yla birleştiği en kutsal ve gözle görülemez
birliğidir. Simyacılar erkek ve kadının birleşmesini
tanrının yeryüzündeki kanıtı olarak açıklıyorlardı.
Vaughan güneşi erkek ve kadını da ay olarak
betimliyordu. Güneş ve ayın birleşmeşiyle tohum
bırakılmış oluyordu. Bu tohum doğanın kucağına
bırakılıyordu. Ayın kabulü olmadan tabii ki güneş
tohumunu bırakamazdı; bu kadının kabulü olmadan erkeğin
tohumunu bırakamıyacağı bir kozmik birliği ve isteği
vurguluyordu.
Fox`a göre Thomas Vaughan`ın retoriği Bacon'unkinden pek
farklı değildir; her ikisi de hakiki bilgiye ulaşmak
için bir yöntem aradılar, bu yöntemle "doğanın en iç
çekirdeğine girebilmeyi" denediler. Her ikisi için de
uygun olan yol deney (Experiment) olarak tanımlanabilir.
Genus terimini fazlasıyla kullanmaları daha çok erkek
tanımı peşinde koşmuş ve erkek felsefesinin nasıl
oluşturulması gerektiğini tartışmış olmalarından
kaynaklanıyor olsa gerek. Simyacılar feminist
değildiler; kendi dönemlerinde kadını dikkate
almayanlarla bir çok görüşü paylaşıyorlardı. Fakat
kadının yaratıcı gücüne de saygı duymadan edemiyorlardı.
Kadınların doğurganlığını tanrının onları affettiğinin
bir işareti olarak görüyorlardı. Hatta Paraselsus'un
şöyle bir açıklaması vardır;" insan nasıl kadın düşmanı
olabilir, bütün dünya onların meyveleriyle (halklarıyla)
dolu ve bundan dolayı tanrı onlara uzun ömür vermiş, ne
kadar iğrenç olsalar da bile..." Daha sonraki yıllarda
"Royal Society" nin sekreteri olan Henry Oldenburg
"Royal Society" nin asıl amacının erkek felsefesi
oluşturmak olduğunu söyleyecekti. Yine "Royal Society"
nin baş ajitatörlerinden Josef Glanvill erkekleri: aklı
yoldan çıkarabilecek Affektionların (o an içinden
geldiği gibi davranmak) iktidarına karşı uyarmaktadır.
Buna karşıt Paraselsus ise bu durumu söyle
açıklamaktadır; "Jüpiter hem akıllı hem de aynı zamanda
sevgi dolu olamaz". Ona göre tıb sanatının kökleri
kalptedir ve bundan dolayı ilaçların iyileştirici gücü
hakiki sevgiyle keşfedilebilinir.
Francis Bacon çoğu konularda hermetikçiler ile
mekanikçiler arasında tavır takınmıştır. Fakat bilimdeki
cinsiyet ve cinsellik konusunda ki tasavvurları:
"korunmuş bir ırktan kahramanlar ve süpermenler yaratma"
simyacılardan daha çok "Royal Society" cilerle
birleştiğini gösteriyor. Modern Bilim`in kurucu babaları
Baconcu düşüncenin bazı temel parçalarını
reddetmişlerdir ve örtülü bir biçimde simyacılara olan
ilgilerini göstermişlerdir. Fox-Kellere göre bu gizli
simyacılardan biri de Newton idi." Society" ciler
Bacon`un patriarkal resim dilini devraldılar ve
simyacılarla ortak olan Bacon'un erotik dilini
reddettiler. 1667 de "Society"cileri savunmasında Thomas
Sprat şöyle demektedir; "İnsan elinde bulunan sanatların
ruhu erildir ve süreklidir".
Hermetik ve mekanik felsefeciler arasındaki çatışma en
iyi bir biçimde kendini "cadılık" tartışmasında
göstermiştir. Bu tartışma 17. yüzyılda "yeni bilimi"
tanımlama döneminde ateşlenmiştir.

CADILIK ve BİLİM

1664 de Robert Hunt başta olmak üzere bir çok bilimci
cadılığa ilgi duymaya başladılar. Barış savcısı olan
Robert Hunt cadılık üzerine eline geçirdiği bütün
belgeleri o dönem arkadaşı olan Glanvill`e gönderir.
Glanvill bu eserleri "Cadılık ve cadılar üzerine felsefi
düşünmeler" adı altında yayınlar. Esere duyulan ilgi o
kadar büyüktür ki eser 4 baskı yapar.
Bu ve daha değişik eserlerle "ruhların ülkesi"
araştırılmaya başlanır. Glanvill yaptığı bir takım
araştırmalar sonucu şu kanıya varır; "Biz aslında
yaşadığımız dünya hakkında hiç bir şey bilmiyoruz sadece
deneyler ve bazı olgular dışında". "Bilimciler olarak
doğalcıların (Die Naturalisten) söylediklerine kulak
vermeliyiz, yoksa ruhların dünyasını araştıramayız!
Onların söyledikleri bin göz ve bin kulakla
ispatlanmıştır!"
Bu düşüncelere karşı çıkan John Webster tüm bunların
"tanrının şeytana atıfta bulunduğu şeyler" olduğunu
söyler. Oysa "Der Hexenkult"un (Cadı..) yazarı psikolog
Starhawk cadılığın patriarkal toplumların çok öncesinde
var olduğunu söyler. Bu inancın kökleri
hıristiyanlıktan, müslümanlıktan ve yahudi inancından
çok daha öncelere dayanır. Efsanelere göre bu inanç
Avrupa'da buzul dönemi sonrası başlamıştır. Yani
tahminen otuzbeşbin yıl civarındadır. Starhawk`ın "eski
din" olarak adlandırdığı cadılık inancı geleneksel ruhu
itibarıyle Amerikan yerlilerinin veya (Arktis) deki
şamanizme yakındır. Bu inancın ne kutsal bir kitabı ne
dini kuralları ne de dogmaları vardır. Cadı inancı
öğretilerini doğadan edinir ilhamını ise güneşin, ayın
ve yıldızların hareketinden, kuşların uçuşundan
,agaçların yavaş büyümesinden ve mevsimlerin
değişmesinden alır. Cadı inancının savunucuları
bilgilerini, dilden ziyade resimlerle anlatıyorlardı.
Batı dünyasında şeytana tapanlar olarak nitelenen
cadıların, cadı inancının, şeytan düşüncesi olmadan çok
daha önce olduğunu söylerler. Webster bir yandan
cadılığın şeytanlık olduğunu söylerken diğer yandan Eski
Ahit'te cadılıkla ilgili hiç bir şey olmadığını söyler.
Yani cadıların ve cadılığın şeytanla bağlantısını
gösterebilecek hiç bir şey Eski Ahit'te yer almıyor. Bu
sözleri onu barız bir biçimde ele veriyor. Bir yandan
cadılığı hıristiyanlığın lanetlediğini gösterirken diğer
taraftan bu konuyla ilgili kutsal kitapta hiç bir şeye
rastlanmadığını söylüyordu. Simyacı bilim ise erotik
cinsellik ve bilim arasında yakın bir ilişkinin olduğunu
deneysel ve spiritüel bir yolla bilgiye
ulaşılabileceğini söylüyordu. Fakat buna rağmen "doğaya
ölçülü davranamadılar". Cünkü kadını yücelttikleri
kadarda aşağıladılar da. Bugünkü noktadan hareket edilip
bilim tarihi eleştirisi yapıldığında rasyonel bilimin
temsilcilerinin cadı avıyla her hangi bir ilişkisi
olmadığı düşünülebilinir, fakat Fox-Keller 17. yüzyılın
bilimadamlarının "erkek bilimi" kurabilmek için cadı
inancını savunan bilimadamlarını saf dışı bıraktığını
söyler. Bunlardan Glanvill ve More simyacılar için bile
çok radikal ve tehlikeliydiler, çünkü onlar sadece
dinsel ve politik olarak radikal değildiler aynı zamanda
kadının tanrı huzurunda eşitliğini savunduklarından
dolayı "eril bilim" için bir tehlike oluşturuyorlardı.
Cok güçlü olduğuna inanılan cadılar, ciddi bir korku
oluşturdular. 17. yüzyıl cinsellik perspektifinde
cadılık, cinselliğin dizginlerinden kopması olarak
görülüyordu. Hatta ta 1486 da Malleus Maleficarum "Cadı
Çekici"adlı kitabında cadılar hakkında şunları
söylemektedir; "bütün cadılık etle bağlantılı olan
zevkten kaynaklanıyor, bu zevk kadınların bir türlü
doyamadıkları şeydir. Bundan dolayı bütün zevklerini
tatmin etmek için şeytanla bağlantı kurarlar". Fakat bu
sözlerden iki yüzyıl sonra bile hala cadılar, kadınların
cinsel gücünü ifade ediyor ve toplum icin bir tehlike
oluşturuyorlardı. 17. yüzyılda cadılık en yüksek
noktasına varmıştı dolayısıyla dişi cinsellikte en
yüksek noktasına varmış oluyordu. Dönemin dramalarında
da(The White Devil-Beyaz Seytan- Antonius ve Cleopatra)
cinsiyet ve cinsellikle yakından ilgilenildiği görülür.
İngiltere de cadılığın sosyal gelişmelere önemli
derecede damgasını vurduğunu söyleyebiliriz.
Tiyatrolarda cadılık eleştirisi yapılırken bütün
kadınlara karşı olan korku dile getiriliyordu. Aslında
bütün kadınlar potansiyel cadı olarak görülüyordu. Bilim
ve bilim adamlarının cadılardan (kadınlardan) ve onların
fikirlerinden korkması o dönemde tesadüfi bir olay
değildi. Yeni oluşmakta olan "erkek bilime" kadın
fikrinin girmesinden son derece korkuyorlardı. Cünkü
zaman erkek bilimi doğurma zamanıydı. Bundan dolayı
simyacıların görüşlerini "erkek bilimciler" tam
reddetmeseler bile onu "temiz olmayan" görüşler olarak
açıklayıp, "tertemiz" (kadınsız) bir bilim yaratmak
istedikleri için reddediyorlardı.
Erkek bilimin 17. yüzyıldaki en büyük başarılarından
biri, gelişmekte olan kapıtalizme erkek ve kadın
arasındaki işbölümünü entegre edebilmiş olmasıdır O
döneme kadar erkek ve kadın tanımlamaları hiç bu kadar
açık bir biçimde kutuplaşmamıştır. "Rasyonalite,
nesnellik ve istek konusundaki algılamalar bilimin
oluşmasını ve doğa üzerindeki tahakkümü teşvik etmiştir
ve bu aynı zamanda erkek tanımının kurumsallaşmasını da
teşvik etmiştir." (E.Fox-Keller) Kapıtalizmin ihtiyaç
duyduğu üretim ve yeniden üretim alanları "bilimsel" bir
dille ifade edilmiş oluyordu. Kadını "yeteneği ve yapısı
gereği" eve, erkeği de "aklı ve gücü" gereği iş ve bilim
alanına ayırıyordu. Yeni toplumda (kapıtalizmde) "yeni
kadının" görevleri ve yeri belirlenmiş oluyordu böylece.
Bu çağ bir çok yazar tarafından kritik bir geçiş
dönemeci olarak değerlendirilmektedir.
Erkek bilimin 17. yüzyıldaki en büyük başarılarından
biri, gelişmekte olan kapıtalizme erkek ve kadın
arasındaki işbölümünü entegre edebilmiş olmasıdır O
döneme kadar erkek ve kadın tanımlamaları hiç bu kadar
açık bir biçimde kutuplaşmamıştır. "Rasyonalite,
nesnellik ve istek konusundaki algılamalar bilimin
oluşmasını ve doğa üzerindeki tahakkümü teşvik etmiştir
ve bu aynı zamanda erkek tanımının kurumsallaşmasını da
teşvik etmiştir." (E.Fox-Keller) Kapıtalizmin ihtiyaç
duyduğu üretim ve yeniden üretim alanları "bilimsel" bir
dille ifade edilmiş oluyordu. Kadını "yeteneği ve yapısı
gereği" eve, erkeği de "aklı ve gücü" gereği iş ve bilim
alanına ayırıyordu. Yeni toplumda (kapıtalizmde) "yeni
kadının" görevleri ve yeri belirlenmiş oluyordu böylece.
Bu çağ bir çok yazar tarafından kritik bir geçiş
dönemeci olarak değerlendirilmektedir.
Özellikle doğa bilimlerinde bilim kadınları, bilimin ve
bilim tarihinin olduğu ve gösterildiği gibi olmadığını
kanıtlamaya çalışıyorlar. Fakat onların edindikleri
tecrübeler ve elde ettiği sonuçlar bilim adamları ve
bilim kurumu tarafından görmezlikten geliniyor. Bu
kadınlardan biri de Evelyn Fox-Keller. Fox kadınların
bilimsel araştırmalarda tarafsız veya cinsiyetsiz olması
için feminist olmaları gerekmediğini McClintock`u örnek
göstererek vurgular. Hücre genetikçisi olan Barbara
McClintock "organizmalar için bir his yaratmıştı"; o
doğa üzerinde hükmederek değil doğayı dinleyerek,
izleyerek ve ona saygı duyarak hareket ediyordu.
McClintock büyük başarıların ve buluşların sahibidir
(1940'larda ki buluşu sözgelimi; sadece genler
organizmanın gelişmesini yönlendirmiyorlar, fakat aynı
zamanda kendileri de yönlendiriliyorlar, gelişme süreci
içerisinde onları çevreleyen hücreden ve bütün
organizmadan etkileniyorlardı. Yani genetik "program"
kesinkes değiştirilemeyecek bir biçimde genlerde yazılı
değildi; o organizmanın şartlarına ve çevresine bağlı
oluyordu) Bu ve buna benzer tezler bilim adamları
tarafından benimsenmiyordu. Tezin yanlışlığından veya
doğruluğundan kaynaklanan bir tepki değildi bu tepki,
McClintock'un kadın olmasından kaynaklanıyordu.
1940'larda reddedilen bu tezler 1983'de kabul edildiler
ve McClintock tıp ve fizyoloji dallarındaki
başarılarından dolayı ödül aldı. Tabii ki 40 yıl sonra
verilen bu ödül bilim adamlarının yanıldıklarını
kavradıklarından kaynaklanmıyor; bu ödül aslında kadın
hareketinin bilime kendi başarılarını kabul ettirmesinin
bir sonucudur. McClintock kendisi feminist değildi ve
sosyal cinsiyetin (gender) bilimde her hangi bir rol
oynamadığını düşünüyordu, fakat onun başarısının gizli
tutulması bugun bile bilimdeki cinsiyetin sosyal
konumunu ortaya koymaktadır.
Bilime ve bilim tarihine feminist bir bakış açısıyla
yaklaştığımızda bilimin diğer cinsiyet üzerine kurulmuş
bir cinsiyet ideolojisi barındırdığını görebiliriz.
Feminizm şüphesiz "bize sadece bir özne yaratmadı o aynı
zamanda bu özneyi nasıl araştırabileceğimize dair özel
bir analiz metodu kazandırdı"
Bilim alanına feminist bir gözle baktığımızda karşımıza
kadın-erkek, objektif-subjektif, sevgi-iktidar ve
bilim-doğa terimleri çıkıyor. Erkek bilimciler ve bilim
tarihi doğa yerine bilimi, sevgi yerine iktidarı ve
objektif olma yerine subjektif olmayi yeğlemişlerdir.
Tüm bunlardan sonra ise artık sorun şudur:
Kadınlar bu alanda (bilim ve erkek) yer almaya devam
edecekler mi? Bu alanın dışında mı kalacaklar, yoksa
alternatif bir bilim mi yaratacaklar? Ya da mevcut erkek
biliminin içinde yeralıp parça parça değiştirmeye mi
uğraşacaklar?



Saniye Akkılıç - Araf Sayı : 10 / Haziran 1997
 
kardeşim paylaşımın için saol yarısını okuya bildim diğer yarısınıda yarın okuyayım..
 
ne kadınsız erkek , ne de erkeksiz kadın olur ;)
 
Uzunefe' Alıntı:
ne kadınsız erkek , ne de erkeksiz kadın olur ;)

desene şuna bir elmanın 2 yarısı ...''' elmayı dişlemek diyilmi önemli olan .. elmayı dişlemeden nasıl yeriz '' sokrates :D
 
ehua olaya geyik yapsam kızarmısınız :) ipneler ne oluyo hem doğa hem bilimmi :)
 
çok doğru aslında kadınlar dağdan inme diyebiliriz..amazon kadınları gibi..erkekler ise son derece bilgin , teknoloji dostu ve daima bilimseldir...bu yüzden genelde iki taraf anlasamaz..kadınların amazonsal tarafları ağır basar..:)
 
Geri
Üst