64general1
New member
- Katılım
- 14 Haz 2007
- Mesajlar
- 1,720
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Dünyamızda zannetmiyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti gibi bir ülke olsun !..
Az veya çok birçok ülke, mücadele vererek bağımsızlığını elde etmiş ve sonra geri vermiş olsun.
Herhalde örnek olarak Türkiye gösterilebilir...
Bu dünyada Türkiye, çöküşten, dirilişe geçmiş ve ihmalsizlik, vurdumduymazlık sonucu dirilişten çöküntüye gemiş bir ülkedir. Nasıl 1919`da verdiği Kurtuluş Savaşı ile hem kendisine takılan zincirleri koparmış ve hem de ezilmekte olan diğer ülke halklarına bir ümüt olmuşsa, aynı şekilde başlattığı çöküş ve içten çürüme ile onları hayrete, umutsuzluğa düşürmüştür. Evet, birçok ülkede yolsuzluğa, yoksulluğa rastlanılmaktadır. İktidarda olanlar, ihtirasları sonucu ülkeyi her alanda kötüye doğru sürüklemişlerdir ve sürüklemektedirler.
Acaba kendi ülkesini, içeriden çökerterek veya çürüterek, başkalarına satanlar var mı ?..
Acaba ülkesini, yabancıların eline kayıtsız şartsız teslim eden bir hükümet var mı ?..
Acaba ülkesinin çökmesi, çürümesi için geceli gündüzlü çalışan işbirlikçilere rastlamak mümkün mü ? ..
Acaba bu dünyada, çöküşten, çürümüşlükten çıkarak dirilişe geçmiş bir ülkeyi, bizde olduğu gibi tekrar çöküşe sürükleyenler var mı ?..
Acaba başka ülkelerde, bir Kurtuluş Savaşı vererek topraklarını düşmanın elinden alan ve sonrada onlara geri vermeye hazır olan bir hükğmet bulunabilir mi ? ..
Bir savaşı kaybederek mağlup olmak utanç verici olmayabilir. Fakat milyonlarca şhit vererek, düşmanın elinden alıp, tekrar bağımsız ve saygınlığını kazanmış bir ülkeyi tekrar, düşmanına geri vermesi kadar utanç bir şey olabilir mi? Şimdiye kadar tarihde böle bir şey olmamıştı, ama tarih şimdi yazmaya başladı bunu... Bu çöküş ve çürüme herhalde kendiliğinden başlamadı. Bunun bir başlangıç noktası olması gerekir. İşte bu başlangış noktası 1938`dir. Nedeni ne olursa olsun, 1923`te başlayan bu dirilişe karşı gelenler varmış ki, ülkenin kaderini değiştiren tohumları atmaya başladılar.
Ne hikmetse, 1938`den sonraki döneme kimse el atmıyor, araştırmıyor.
1938- 1950 yılları arasındaki olayları, yapılanları araştırırsak, bu çürümenin nasıl başladığını görmek mümkündür.
Çağdaş eğitimin mimarlarından olan Hasan Ali Yücel, İnönü tarafından bakanlıktan çekilmeye zorlandı. Aynı şekilde İsmail Hakkı Tonguç`da görevinden alındı.Türkiye- Amerika arasındaki dostluk bağları gene onu zamanında atılmaya başladı. Gene Mustafa Kemal`in yakın çalışma arkadaşlarını görevlerinden uzaklaştıran Mustafa kemal`in en yakın dava arkadaşı İnönü değil mi? Kapatılan türbelerin tekrar açılmalarına ne diyelim ? ..
Lafı uzatmadan kısacası şunu söyleyebiliriz: 1938`den itibaren, başlayan devrimlerin devamı için ya herhangi bir gayret gösterilmemiş, ya da başlananlar yarım bırakılmıştı... Bütün bu yapılanlar 1950`da iktidara gelen Demokrat Parti`nin ekmeğine tereyağı sürülmüş gibi oldu. 1950`den sonra izlenen politika, ulusal çıkarları bir kenara etmiş ve hatta unutturmuştu. Demokrat Part`nin arkasından gelenler de, bu çürümenin basamaklarını tamamlayarak, ülkeyi bugünkü duruma getirmiştir.
Peki, çöküşten dirilişe ve sonra da tekrar çöküşe ve çürümeye geçen bu ortamı ortadan kaldırmak için yapmak gerekiyor; “Türkiye laiktir, laik kalacak.”,”Ne ABD ne AB tam bağımsız Türkiye” gibi sloganlarla caddeleri, meydanları çınlatmakla mümkün olmayacağını artık bilmemiz gerekmektedir. Yapılanlarda bunu zaten yeteri kadar gösterniştir. Atatürk ve Cumhuriyet demekle de, 1938 bu yana yeşeren ve gün geçtikçe güçlenen karşıdevrimle mücadele etmek de bir fayda vermemektedir.
Bütün bunları bir kenara bir kenara bırakarak, eğer ülkeyi tekrar çöküşten dirilişe götürmek istiyorsak, ulusalcılar bir araya gelerek, 1919`da uygulanları tatbik etmeliyiz. Ancak bu sayede hem karşıdevrimle hem de bizi yıkmak için elinden geleni yapan Batı ile başetmek mümkün olur. Mustafa Kemal`in 1927 yılında söylediği şu söz bile, kurtulmamıza ışık tutmaktadır: “Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, ulusu tutsk ettiren iç cephenin düşmesidir...”
Dr. Yüksel CAVLAK
Az veya çok birçok ülke, mücadele vererek bağımsızlığını elde etmiş ve sonra geri vermiş olsun.
Herhalde örnek olarak Türkiye gösterilebilir...
Bu dünyada Türkiye, çöküşten, dirilişe geçmiş ve ihmalsizlik, vurdumduymazlık sonucu dirilişten çöküntüye gemiş bir ülkedir. Nasıl 1919`da verdiği Kurtuluş Savaşı ile hem kendisine takılan zincirleri koparmış ve hem de ezilmekte olan diğer ülke halklarına bir ümüt olmuşsa, aynı şekilde başlattığı çöküş ve içten çürüme ile onları hayrete, umutsuzluğa düşürmüştür. Evet, birçok ülkede yolsuzluğa, yoksulluğa rastlanılmaktadır. İktidarda olanlar, ihtirasları sonucu ülkeyi her alanda kötüye doğru sürüklemişlerdir ve sürüklemektedirler.
Acaba kendi ülkesini, içeriden çökerterek veya çürüterek, başkalarına satanlar var mı ?..
Acaba ülkesini, yabancıların eline kayıtsız şartsız teslim eden bir hükümet var mı ?..
Acaba ülkesinin çökmesi, çürümesi için geceli gündüzlü çalışan işbirlikçilere rastlamak mümkün mü ? ..
Acaba bu dünyada, çöküşten, çürümüşlükten çıkarak dirilişe geçmiş bir ülkeyi, bizde olduğu gibi tekrar çöküşe sürükleyenler var mı ?..
Acaba başka ülkelerde, bir Kurtuluş Savaşı vererek topraklarını düşmanın elinden alan ve sonrada onlara geri vermeye hazır olan bir hükğmet bulunabilir mi ? ..
Bir savaşı kaybederek mağlup olmak utanç verici olmayabilir. Fakat milyonlarca şhit vererek, düşmanın elinden alıp, tekrar bağımsız ve saygınlığını kazanmış bir ülkeyi tekrar, düşmanına geri vermesi kadar utanç bir şey olabilir mi? Şimdiye kadar tarihde böle bir şey olmamıştı, ama tarih şimdi yazmaya başladı bunu... Bu çöküş ve çürüme herhalde kendiliğinden başlamadı. Bunun bir başlangıç noktası olması gerekir. İşte bu başlangış noktası 1938`dir. Nedeni ne olursa olsun, 1923`te başlayan bu dirilişe karşı gelenler varmış ki, ülkenin kaderini değiştiren tohumları atmaya başladılar.
Ne hikmetse, 1938`den sonraki döneme kimse el atmıyor, araştırmıyor.
1938- 1950 yılları arasındaki olayları, yapılanları araştırırsak, bu çürümenin nasıl başladığını görmek mümkündür.
Çağdaş eğitimin mimarlarından olan Hasan Ali Yücel, İnönü tarafından bakanlıktan çekilmeye zorlandı. Aynı şekilde İsmail Hakkı Tonguç`da görevinden alındı.Türkiye- Amerika arasındaki dostluk bağları gene onu zamanında atılmaya başladı. Gene Mustafa Kemal`in yakın çalışma arkadaşlarını görevlerinden uzaklaştıran Mustafa kemal`in en yakın dava arkadaşı İnönü değil mi? Kapatılan türbelerin tekrar açılmalarına ne diyelim ? ..
Lafı uzatmadan kısacası şunu söyleyebiliriz: 1938`den itibaren, başlayan devrimlerin devamı için ya herhangi bir gayret gösterilmemiş, ya da başlananlar yarım bırakılmıştı... Bütün bu yapılanlar 1950`da iktidara gelen Demokrat Parti`nin ekmeğine tereyağı sürülmüş gibi oldu. 1950`den sonra izlenen politika, ulusal çıkarları bir kenara etmiş ve hatta unutturmuştu. Demokrat Part`nin arkasından gelenler de, bu çürümenin basamaklarını tamamlayarak, ülkeyi bugünkü duruma getirmiştir.
Peki, çöküşten dirilişe ve sonra da tekrar çöküşe ve çürümeye geçen bu ortamı ortadan kaldırmak için yapmak gerekiyor; “Türkiye laiktir, laik kalacak.”,”Ne ABD ne AB tam bağımsız Türkiye” gibi sloganlarla caddeleri, meydanları çınlatmakla mümkün olmayacağını artık bilmemiz gerekmektedir. Yapılanlarda bunu zaten yeteri kadar gösterniştir. Atatürk ve Cumhuriyet demekle de, 1938 bu yana yeşeren ve gün geçtikçe güçlenen karşıdevrimle mücadele etmek de bir fayda vermemektedir.
Bütün bunları bir kenara bir kenara bırakarak, eğer ülkeyi tekrar çöküşten dirilişe götürmek istiyorsak, ulusalcılar bir araya gelerek, 1919`da uygulanları tatbik etmeliyiz. Ancak bu sayede hem karşıdevrimle hem de bizi yıkmak için elinden geleni yapan Batı ile başetmek mümkün olur. Mustafa Kemal`in 1927 yılında söylediği şu söz bile, kurtulmamıza ışık tutmaktadır: “Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, ulusu tutsk ettiren iç cephenin düşmesidir...”
Dr. Yüksel CAVLAK