Din Bilgisi Olanlardan Yardim Isteği

T

Banned
Katılım
8 May 2006
Mesajlar
3,665
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun
arkadaşlar benim çok büyük sorunlarım var bunlardan biri alkol problemi hafta içi ne kadar namaz kılsam ne kadar tövbe etsem hafta sonu olduğunda ne olduğunu anlamadan kafam bi dünya akşam kendimi bu şekil evde buluyorum askerden geldim kasımda 3 ay hiçbirşey kullanmadım sonra tektük derken gene her hafta içmeye başladım dün bi arkadaşımızın içki ile ilgili ayetlerden oluşan yazısını okudum okurken çok pişmanlık duydum hem okuyodum hem kendimden utanıyodum çünkü okurken bile kafam iyiydi acaba bendemi bi sorun var yoksA benim gibi yaptığından kurtulmak isteyip kurtulamayan arkadaşlar varmı onu merak ediyorum özellikle bu içki konusunda kurtulmanın yolunu bilen kişilerden bi türlü yardım bekliyorum

ikinci kafama takılan şey bu çok büyük günahlarla ilgili bunlardan affı olmayanların olduğunu biliyorum peki ben şimdi bu günahları gençliğimde yada gençliğim demiyimde böle kanın hızlı aktığı zamanlarda nerdeyse hepsini işledim o zamanda kendimi müslüman olarak görüyodum kendimle başbaşa kaldığım zaman af diliyodum ama yapmaya devam ediyodum bu günahları şimdi nolcak ALLAH a ortak koşmak dahi pek çok günahta bıulunduğumu düşünüyorum acaba benim durumumun açıklaığa kavuşmasına vesile ayet hadis gibi herhangi bi bilgisi olan varsa paylaşabilirmi şimdiden teşekürler
 
s.a öncelikle yaptığında pişmanlık duyman bile tevbe sayılır.sen tek değilsin bu konuda yardım isteyen ama keşke herkes yardım istese .insanlar çoğu bunu hep içinde saklar bu anlamada tebrik ediyorum seni..sana bu konuda önereceğim en güzel ve en etkili şey ..hastalar risalesidir..

"O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde 'Biz Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır' derler."
Bakara Sûresi, 2:156


"Beni yediren ve içiren Odur. Hastalandığımda bana şifa veren de Odur."
Şuarâ Sûresi, 26:79-80.

Dediler: Bizi buna eriştiren Allah'a hamd olsun; yoksa Allah hidayet etmeseydi, biz kendiliğimizden buna erişemezdik.
Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirdiler."
A'râf Sûresi, 7:43.

ŞU LEM'ADA, nev-i beşerin ( insan gruplarının) on kısmından bir kısmını teşkil eden musibetzede ve hastalara hakikî bir teselli ve nâfi (faydalı) bir merhem olabilecek Yirmi Beş Devâyı icmâlen (özetle) beyan ediyoruz (açıklıyoruz).Said Nursi

25 ci lema sadece hastalar risalesini alıp oku inş sana çok ama çok faydalı olacaktır tabiki bizlerde duamızı esirgemiyeceğiz.

Büyük günahlar konusuna gelince onun için güzel bi yazı inş foruma eklediğimde okursun ..ama şu var rabbim diyorki .ben sizin her günahınızı affederim ama sadece kalbinde zerre kadar kibir olanı ve üzerinde kul hakkı bulunanı afetmem diyor .bana herşeyle gelin ama kul hakkı ve kibir olanı afettmiyor.dua ile inş..
 
evet asabi kesinlikle katılıyorum sana Hastalar Risalesi Ve Lemalar Gerçekten Kur anı en güzel şekilde anlatan iki değerli eser yazarı Sait Nursi dir Bende Okumuştum Halada Okurum Evimde Mevcut
 
Günaha Karşı Tevbe

İNSAN GÜNAH işleyebilen bir varlık. “Benim günah işlemem mümkün değil” diyebilen hiç kimse bulunmuyor. Her insan, şu veya bu şekilde, az veya çok, günah çukuruna yaklaşıyor, bazen de içine düşüyor.

Bizler, akıl ve kalb dengesi içinde hayatımızı sürdürüyoruz. Fakat, insan sadece akıl ve kalbden ibaret olmadığı için, başta nefis olmak üzere baskın duygular, söz dinlemez hisler, önü alınmaz hevesler ve karşı konulmaz vehimler altında, bazen farkında olarak veya olmayarak irademize söz geçiremiyor ve günah işliyoruz.
İşin aslına bakılırsa, Yüce Allah bizi kendisine yaklaştırmak, bizi kendisine muhtaç etmek, bizi kendisine çekmek için birbirinden farklı, değişik vesileler yaratmış. Meselâ, acıkma gibi bir duygu verip, bizi rızka muhtaç etmiş, Rezzak olduğunu göstermiş ve bizi bu yolla Kendisine bağlamış. Biz de kul olarak bütün ihtiyaçlarımızı O’ndan istemiş, O’nu Rezzak olarak bilmiş, gerçek anlamda rızık verici olarak O’nu tanımışız. Demek ki, Rezzak ismi, acıkmamızı gerektiriyor.

Aynı şekilde, biz günahkârız, Allah bağışlayandır. Biz hata işliyoruz, Allah affedendir. Biz isyana kapılıyoruz, Allah mağfiret edendir. Biz tevbe ediyoruz, Allah tevbemizi kabul edendir. Allah Gafûr’dur, Afuvv’dur, Gaffâr’dır, Tevvâb’dır. İşlediğimiz günahlar bizi Allah’ın bu isimlerine götürüyor, bizi O’na yöneltiyor. Böylece Allah’ı Gafûr ve Gaffâr isimleriyle tanımış oluyoruz. Bediüzzaman’ın dediği üzere, ‘Gaffâr ismi günahların vücudunu ve Settâr ismi kusurların bulunmasını iktiza ediyor.’ Açıkçası, günah işlensin ki Allah’ın Gaffâr ismi tecelli etsin; kusur edilsin, hata yapılsın ki, Allah da kulunun kusurunu yüzüne vurmayıp örterek Settâr olduğunu göstersin.
Bir hadisinde, sevgili Peygamberimiz bu tatlı gerçeği ne de güzel dile getiriyor:

“Nefsim kudret elinde olan Zât’a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helâk eder; sonra günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi.”1

Ne kadar günah, o kadar tevbe

İnsan nefsine aldanır, şeytana kanar, hislerine hâkim olamaz, iradesine söz geçiremez de, sonunda bir günah işler, ardında da yaptığına, yapacağına bin pişman olur ve tevbe üstüne tevbe eder. İşte, kulun günah işlemiş de olsa tevbe ile Rabbine rücu ettiği bu hal, hadislerden öğrendiğimize göre, Cenâb-ı Hakk’ı hoşnut etmektedir.

Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm Rabbinden naklen buyurdular ki:
Bir kul günah işledi ve ‘Yâ Rabbi, günahımı affet!’ dedi.
Hak Teâlâ da, ‘Kulum bir günah işledi; arkadan bildi ki günahları affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır’ buyurdu.
Sonra kul dönüp tekrar günah işledi ve ‘Ey Rabbim, günahımı affet!’ dedi.
Allahu Teâlâ da, ‘Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır’ buyurdu.
Sonra kul dönüp tekrar günah işledi ve ‘Ey Rabbim, beni affeyle!’ dedi.
Allahu Teâlâ da, ‘Kulum günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi olduğunu bildi. Ey kulum, dilediğini yap, ben seni affettim’ buyurdu.”2

Büyük hadis âlimi İmam Nevevî, bu hadisten şu hükmü çıkarır:
“Günahlar yüz kere, hatta bin ve daha çok kere tekrar edilse de kişi her seferinde tevbe etse, tevbesi makbuldür. Veya bütün günahlar için bir tek tevbe etse bile, yine tevbesi sahihtir.”

Bir hadiste de, istiğfar eden kimsenin günde yetmiş defa günahını tekrar etse bile, ‘günahında ısrar etmiş’ sayılmayacağı belirtilir.3
Hz. Ali’nin bu konuya getirdiği açıklama daha ilginçtir:
“Beraberinde kurtuluş reçetesi olduğu halde helâk olan kimsenin durumuna hayret ediyorum. O reçete de istiğfardır.”
Zaten Gaffâr ve Tevvâb isimleri, ‘çok çok bağışlayan, tevbeleri çok çok kabul eden, her günah işleyişte istiğfar edeni affeden, her tevbe edişte tevbe edenin tevbesini kabul eden’ anlamına geliyor. Şayet Cenâb-ı Hak kulunu hayatı boyu sadece bir sefere mahsus olmak üzere affedecek olsaydı, ondan sonra insana günah işleme imkânı ve fırsatı vermemesi gerekirdi. Yani, Allah affetmek istemeseydi, bize af isteme duygusunu vermezdi.

Diğer taraftan, Cenâb-ı Hakk’ın günahları bağışlaması O’nun fazlı, lütfu ve ikramıdır. Hadiste de ifade edildiği gibi, günahı sebebiyle cezalandırması ise adaletinin tecellisidir. Said Nursî’nin belirttiği üzere, “Cenâb-ı Hakk’ın günahkârları affetmesi fazldır, tâzib etmesi [azap ile cezalandırması] adldir.”

Efendimizin(a.s.m.) dizi dibinde yetişen sahabe nesli bu ince noktayı çok iyi kavramıştı. Allah’ın yüce isimlerini mükemmel mânâda hem çok iyi anlamışlar, hem de hayatlarına yansıtmışlardı. Rivayet ettikleri hadislere bakınca, bu eğitimin seviyesini ve anlayışlarının kapasitesini farketmek hiç de zor değildir.

Meselâ, kulun günahı ne kadar çok olursa olsun ve kul ne kadar af dilerse dilesin, hiçbir zaman isteğinin karşılıksız kalmayacağını, Hz. Enes haber veriyor.
Enes radıyallahu anh, “Ben Resûlullah sallallâhu aleyhi vesellemi şöyle buyururken dinledim” diyor.

“Allahu Teâlâ [buyurdu ki]: Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden af umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım. Ey Âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar olsa, sen Benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını affederim. Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat Bana hiçbir şeyi ortak koşmamış, şirke bulaşmamış olsan, Ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.”4
Peygamber Efendimiz de, bir hadisinde, kulun işlediği günahtan dolayı tevbe edip Rabbine dönmesini çöl ikliminde yaşayan, çöle çıkınca varı yoğu devesi olan bir insanın üzüntüsünü ve sevincini dile getirerek bize şöyle anlatır:

“Öyle bir kimse ki, çorak, boş ve tehlikeli bir arazide bulunuyor. Beraberinde devesi vardır. Devesinin üzerine de yiyecek ve içeceğini yüklemiş. Derken uyur. Uyandığında bir de bakar ki, devesi gitmiş. Devesini aramaya koyulur. Bir türlü bulamaz. Açlıktan ve susuzluktan perişan bir vaziyette iken kendi kendine şöyle der: ‘Artık ilk bulunduğum yere gideyim de, ölünceye kadar orada uyuyayım.’ Gider, ölmek üzere başını kolunun üzerine koyar. Bir ara uyanır. Bakar ki, devesi yanıbaşında duruyor. Bütün azığı, yiyeceği ve içeceği de devesinin üzerindedir. İşte Allah mü’min kulunun tevbe ve istiğfarı ile, böyle bir durumda olan kimsenin sevincinden daha fazla sevinç ve lezzet alır.”5

Anne çocuğunu ateşe atar mı?

Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti, şefkati ve merhameti sonsuzdur. Bütün kullara yeter, bütün bir âleme kâfi gelir. Kendini tanıyan, fakat günahtan elini çekemeyen, nefsinin eline esir düşmüş kullarını kendi hâline bırakmaz. Bir başka deyişle, Cenâb-ı Hak kendisine yönelen kulunu çeşitli vesileler yaratarak onu rahmet iklimine çeker. Yani, Allah kulunu cezalandırmak için yaratmamış, bir fırsatını yakalayıp da onu Cehenneme atmak için dünyaya göndermemiş. İnsan nasıl kendi çocuğunu hatasından dolayı ateşe atmazsa, Yüce Allah da kendisini Rab olarak tanıyan kullarından sonsuz merhametini esirgemez, onları Cehenneme atmaz.

Hazret-i Ömer Saadet Asrında şahit olduğu bir olayı anlatırken, bu hususta Efendimizin müjdesini bize de ulaştırıyor.
Bir savaş sonrasıydı. Esirler arasında çocuğundan ayrı düşmüş bir kadın da vardı. Kadıncağız çocuğuna olan özlemini gidermek için gördüğü her çocuğu kucaklıyor, bağrına basıyor ve emziriyordu. Resûlullah sallallâhu aleyhi vesellem çevresindekilere:
“Bu kadının kendi çocuğunu ateşe atacağına ihtimal veriyor musunuz?” diye sordu.
“Asla, atmaz” dediler.
Bunun üzerine Resûlullah sallallâhu aleyhi vesellem, ”İşte Allahu Teâlâ kullarına bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu.6
Hadis-i şerifler Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz mağfiretini ve rahmetini anlatıyor. Aynı şekilde, şaşmaz bir prensip olarak âyet-i kerimeler, genel ölçüleri verdikten sonra önemli bir noktayı hatırlatıyor. O da, kulluk şuurunu zedelememek, kulun Rabbine olan saygı sınırını taşmamaktır. Tevbe, istiğfar ettikten sonra, nasıl olsa Allah affeder deyip suç işlemeyi sürdürmemeli ki, kulluk sırrı kaybolmasın. Kur’ân bu gerçeğe şöyle işaret eder:
“Onlar çirkin bir günah işledikleri veya herhangi bir günaha girerek kendilerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar ve günahlarını bağışlaması için O’na niyazda bulunurlar. Günahları ise Allah’tan başka affedecek kim vardır? Ve onlar işledikleri günahta bile bile ısrar etmezler.”7

Günahla manevî yükseliş

Kul işlediği günahtan dolayı Allah’a daha ciddi olarak sığındığı ve daha ihlaslı bir şekilde yöneldiği takdirde, manevî bir yükselişe de geçebilmektedir. Kur’ân bu gerçeği ‘günahların sevaba dönüştürülmesi’ şeklinde anlatmaktadır.

“Ancak tevbe eden ve güzel işler yapanlar bundan müstesnadır. Allah onların günahlarını silip yerlerine iyilikler verir. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”8
Cenâb-ı Hak, suç ve günahlarını itiraf eden, pişmanlık duyan kimselerin hem günahlarını bağışlıyor, hem de günahların yerini sevapla dolduruyor, böylece günah yerini sevaba bırakıyor, günah sevapla yer değiştiriyor. Bu sırdandır ki, bazı hadis âlimleri, “Birtakım günahlar vardır ki, mü’min için birçok ibadetten daha faydalıdır” derler.
Herkes hata işleyebilir, hatta herkes mutlaka hata eder, günaha girer. Fakat günahkârların da hayırlısı vardır. Bu hayrı Efendimiz şöyle ifade eder:
“Her insan hata işler; ama hata işleyenlerin en hayırlısı, çok tevbe edenlerdir.”9

Hata işleyenlerin tevbeleri ile hayırlı bir insan olmalarının ötesinde, bir de Allah’ın sevdiği bir kul olma mertebesine yükselmeleri sözkonusudur. Kur’ân’ın gösterdiği bu müjde, İslâm’ın insana sunduğu en tatlı müjdelerden biridir:
“Muhakkak ki, Allah çok çok tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.”10
Peygamber Efendimiz, bu âyeti şöyle tefsir ederler:
“Şüphesiz Allah, tekrar tekrar günah işlediği halde üst üste tevbe eden kulunu sever.”11
Bu sevginin gerçek şuurunda olan Peygamberimiz, hiçbir günahı olmadığı, günahlara karşı korunduğu halde, günde yetmiş kere, bazı zamanlar yüz kere tevbe ve istiğfar ederdi. Çünkü, istiğfarın içinde ‘mahbubiyet’ mertebesi ve sevinci vardır.

Ancak, bu müjdeyi yanlış bir tarafa çekerek, “Madem günahlar sevaba dönüşebiliyor, önce günah işleyip sonra da tevbe etsek olmaz mı?” gibi cerbezelerle meseleyi istismar etmemek de gerekir.

Böyle bir yaklaşım, herşeyden önce, kulluk edebine aykırıdır. Bu durum, hâşa, Allah’ı imtihan etmek, dinî hükümleri ciddiye almamak sayılır ki, işin sırrını kavramamak olur. Böyle bir istismara karşı, birçok âyette af yetkisinin Allah’a ait olduğu, Allah’ın istediğini bağışlayacağı, istediğini azaba çarptıracağı bildirilerek, havf-reca muvazenesine, ümit-korku dengesine dikkat çekilir.

Kaldı ki, “Nasıl olsa tevbe ederim” düşüncesiyle günaha dalan kimse tevbe etme fırsatı bulabilecek midir, buna ömrü yetecek midir, bir garantisi var mıdır? Veya en önemlisi, davranışları Allah’ın gazabını çektiği halde, Allah kendisine tevbeye dönüş fırsatı verecek midir? Bütün bunların da gözönünde tutulması gerekir.

“Farzları yapan, kebireleri işlemeyen kurtulur”

Bütün bunlarla birlikte, özellikle her gün yüzlerce günahın hücumuna maruz kalan mü’minin en mühim meselesi, günahtan kaçınmaya çalışması, günahlı ortamdan uzak durması, günah işlemeye açık olan kapılara yanaşmamasıdır. Bir bakıma, ‘def’i şer’ yapması, şerli işlerden uzak kalmasıdır. Bu husus bu zamanda çok büyük önem kazanmaktadır. Takva sırrına da ancak bu yolla erişilebilir. Çünkü bir haramı, bir büyük günahı terk etmek farzdır. Bir vacibi işlemek birçok sünnetten daha sevaplıdır. Takvanın esas alınmasıyla binlerce günahın hücumuna karşılık bir kerelik yüz çevirme ile, yüzlerce günah terk edilmiş, dolayısıyla yüzlerce farz ve vacip işlenmiş olur. Böylece, takva niyetiyle, günahtan kaçınmak maksadıyla çok sayıda salih amele yol açılır. Çünkü bu zamanda “Farzları yapan, kebireleri işlemeyen kurtulur.”12
Bu kurtuluşu, yani büyük günahlardan kaçınanların nimete, ikrama ve Cennet saadetine ereceklerini Kur’ân haber veriyor:

“Eğer size yasaklanmış günahların büyüklerinden kaçınırsanız, geri kalan günahlarınızı örter ve sizi nimet ve ikramlarımızla dolu olan Cennete koyarız.”13
Madem öyledir, “Hayatınızı imanla hayatlandırınız ve ferâizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.”14



Hiç şüphesiz ki Allah çok affedendir, çok bağışlayandır.
 
evet buda güzel işte arkadaşım sana iki güzel kaynak :)
 
teşekür ederim kardeş bendede var o kitaplarda daha bi açıp okumuşluğum yoktu baştan sona okumaya başlasam bile dediğim gibi kendimle ilgili kafamda ki soru işaretlerini kitabı açınca direkt olarak çözecek noktaları göremiyodum inşallah dediğin bölümlerde kendime bi şeyler çıkarırım çok teşekür ederim
 
Arkadaşım asla ümitsizliğe kapılma bu seni daha kötü yapar fakat asla da tövbeye dayanarak "tövbe eder kurtulurum" diyerekte kendi zincirlerini kırma.. Şüphesiz Allah çok merhmet sahibidir.. Rahmandır...Rahimdir..

Bu din ümitsizlik yeri değildir.. Kalpten edilen bir tövbe günahları su gibi döker...
 
> Ruhunun nefes aldığını hissettiği sohbetlerden
> birisinden çıkmıştı.
> Apartmandan çıkar çıkmaz soğuk hava yüzüne çarptı, ama
> onun zihni hâlâ az
> önce okudukları bir cümleye takılı kalmıştı: "Allah
> insanların duasını
> işitir ve onlara cevap verir, onlarla konuşur."
> Dalgın bir halde
> arabasına bindi. Anahtarı kontağa sokmadan önce,
> soğuğa aldırmadan, birkaç
> dakika daha bu konuyu düşündü. "Nasıl?" bu soru
> ruhunun derinliklerinden
> gelip zihnini bir bulut gibi kaplıyordu. "Nasıl?" Onun
> herşeyi
> duyabileceğinden zerre kadar şüphesi yoktu, ama yine
> de dualara nasıl
> karşılık verdiğini zihni kavrayamıyordu. Sonunda,
> cevabı bulmayı zamana
> bırakmayı düşünüyordu ki, birden içinden bir ses "Bunu
> neden bir dua
> vesilesi yapmıyorsun?" dedi. Sahi ya, onun elinden
> gelen dua etmekten
> başka ne olabilirdi? Yüksek sesle Rabbine seslendi:
> "Allahım! Senin her
> kulunun kalbinden geçen arzulardan bile haberdar
> olduğunu biliyorum. Benim
> bu dileğimi de elbette duyuyorsun. Lütfen, duaları
> nasıl duyduğunu ve
> onlara nasıl cevap verdiğini bana öğret!" Arabayı
> çalıştırdı ve ruhen
> rahatlamış bir halde evine gitmek üzere yola koyuldu.
> Ana caddede
> ilerlerken, birden garip bir duygu doğdu kalbinde. Bu
> duygu arabayı
> durdurup bir kutu süt almasını söylüyordu. Önce kulak
> asmadı ve arabasını
> sürmeye devam etti. Ama aynı duygu bu defa daha güçlü
> bir şekilde
> benliğini sardı. Bunun Rabbinden kendisine gönderilmiş
> bir işaret, bir
> mesaj olabileceğini düşünerek "Pekala Rabbim, sütü
> alacağım" dedi. Bu, çok
> da zor bir sınav gibi görünmüyordu zaten. Arabadan
> inip bir kutu süt
> alacaktı o kadar. Öyle de yaptı ve yeniden yola
> koyuldu. Ana caddeden
> arabasını sürmeye devam ederken, bir ara sokağın
> ağzından geçiyordu ki,
> içindeki ses bu defa ona "O sokağa sap" diye emretti.
> Önce sokağı geçti,
> ama duygu kuvvetlenince "Peki" diyerek geri dönüp o
> sokağa girdi. Sokaktan
> ilerledikçe binaların görünümü değişiyor ve iki katlı
> binalar yerlerini
> tek katlı derme-çatma barakalara bırakıyordu. Birkaç
> ev daha geçtikten
> sonra, ses durmasını söyledi. Arabayı sağa çekti ve
> etrafına bakındı.
> Burası tam anlamıyla bir gecekondu mahallesiydi. Ve
> evlerin çoğunun ışığı
> sönmüştü. Belli ki, sabah erkenden işe gidecek
> insanlar yataklarına
> girmişti bile. O bunları düşünürken, yüreğinin sesi bu
> defa ona şu emri
> verdi: "Git ve sütü sokağın karşısındaki yeşil evde
> yaşayan insanlara
> ver." Genç eve baktığında onun pencerelerinden de
> diğerleri gibi ışık
> gelmediğini gördü. "Bu anlamsız birşey" diye düşündü
> bir an kendi
> kendisine. "Bu evin insanları yataklarında uyuyorlar
> ve onları
> uyandırdığım takdirde aptal durumuna düşeceğim." Ama o
> ses "Git ve sütü
> ver!" dedi yine ona. Tereddüt etti uzunca zaman.
> Sonra aynı akşam
> ettiği duayı hatırladı. Ve bunun Ondan bir işaret
> olabileceğine kanaat
> getirdi. Arabasından çıktı. "İsterlerse bana aptal
> gözüyle baksınlar. Bu
> Rabbimden gelen bir emirse eğer ona uyacağım" dedi
> kararlılıkla. Sokağın
> karşısındaki eve gitti ve zili çaldı. İçerden
> koşuşturmalar, gürültüler
> geldi. "Kimsin? Ne istiyorsun?" dedi içerden bir erkek
> sesi. Aksanı
> farklıydı, ama söyledikleri anlaşılabiliyordu. Genç
> adam hemen oradan
> kaçıp uzaklaşmak istedi bir an. Fakat o bunu
> gerçekleştiremeden kapı
> açıldı. Fakir görünümlü bir adam açtı. Yüzünden hüzün
> okunuyordu, ama
> kapısında bir yabancıyı görmekten de fazla hoşnut
> değil gibiydi. Genç,
> "Buyrun?" diyen ev sahibine sütü uzattı. "Bunu size
> getirdim." Adam sütü
> aldığı gibi içeri koştu. Daha sonra koridorun öteki
> ucundaki odadan çıkan
> bir kadın mutfağa doğru seğirtti hızla. Onu izleyen
> adamın kucağında ise
> bir bebek vardı. Ağlayan bir bebek. Adamın gözlerinden
> sicim halinde
> gözyaşları dökülüyordu. Yarı ağlayarak yarı konuşarak
> şunları söyledi:
> "Şehre geleli iki ay oluyor. Hâlâ iş bulamadım. Dostun
> ahbabın
> yardımlarıyla bugüne kadar geldik. Ama bugün
> bebeğimize süt alacak paramız
> yoktu. Sürekli dua ediyordum Allah'a bize süt
> göndermesi için."
> Mutfaktan kadının sesi geldi bu sırada. Onun
> söylediklerini anlayamadı,
> çünkü başka bir dil konuşuyordu. Kocası onun sözlerini
> gence çevirdi:
> "Ondan bize bir meleğiyle süt göndermesini istiyordum.
> Sen bir melek misin
> yoksa?" Genç adam cüzdanındaki bütün parayı çıkarıp
> zorla adamın eline
> tutuşturdu. Ve adama bundan sonra onun için hep dua
> edeceğini, ve bir iş
> bulabilmesi için elinden geldiğince yardımcı olacağını
> söyledi. Kelimeler
> boğazında düğümlenince, döndü ve arabasına bindi. Bu
> defa onun gözlerinden
> yaşlar dökülüyordu... Artık Allah'ın kullarının
> dualarını nasıl duyduğunu,
> onlara nasıl cevap verdiğini daha iyi anlamıştı!
bundan kesinlikle kendine iyi bir ders çıkarman gerek allah dualarını kabul günahlarını af etsin
 
YAKARMAN DA O'NUN LÜTFU


Birisi her gece kalkıp Allah'ı anıyor, O'na dua ediyordu. Şeytan ona dedi:
- Ey devamlı Allah'ı anan kişi! Bütün gece Allah deyip çağırmana, yakarman karşılık seni buyur eden var mı ki? Sana bir tek cevap bile gelmedi, daha ne zamana kadar böyle yakarıp dua edeceksin?
Adamın gönlü kırıldı, başını yere koydu ve hüzün içinde uyudu. Rüyasında ona söyle dendi:
- Kendine gel uyan! Niye duayı, zikri bıraktın? Neden usandın?
Adam: - Buyur diye bir cevap gelmiyor ki... Artık kapıdan kovulmaktan korkuyorum,
dedi. Bunun üzerine dendi ki ona:
- Senin Allah demen, O'nun buyur demesi sayesindedir. Senin yalvarışın, Allah'ın senin ruhuna haber uçurmasındandır. Senin çabaların, çareler araman, Allah'ın seni kendine yaklaştırması, ayaklarındaki bağları çözmesindendir. Senin korkun, sevgin, ümidin, Allah'ın lütuf kemendidir. Senin her Yarabbi demenin altında, Allah'in buyur demesi vardır.. Gafilin, cahilin gönlü bu duadan uzaktır. Çünkü Yarabbi demeye izin yok ona. Ağzında da kilit var onun, dilinde de... Zarara uğradığı zaman, ağlayıp sızlamasın diye Allah ona dert, ağrı, sızı, gam, keder vermedi.
Artık anla ki, Allah'a dua etmeni, O'nu çağırmanı sağlayan dert, Dünya saltanatından daha iyidir. Dertsiz dua soğuktur. Dertliyken yapılan dua ise gönülden kopar... (Mesnevi' den)
 
kardeş.islamiyetin ilk yıllarında içki haram değildi.zamanla önce içkinin kötü birşey olduğuna dair ayetler geldi ama yine haram kılınmadı.daha sonra bazı sahabeler namaz kılarlerken içkili oldukları için bazı ayetleri yanlış okudular.bunun üzerine içkinin kesin haram olduğunu bildiren ayetler geldi..söylenene göre bu ayet geldikten sonra medine sokaklarında günlerce içki aktığı...yani sahabeler artık o ayeti duyduktan sonra birdaha kullanmamak üzere içkiyi bıraktılar.bence her böyle bir işe kalkıştığında o ayetler aklına gelsin.inşallah işe yarar.ayrıca günahlar hakkında da arkadaşlarında belirttiği gibi şirk ve kul hakkı dışındaki bütün günahların affolunması mümkün..ne kadar büyük olduğu önemli değil.Allah'ın rahmet kapısı sonuna kadar, herzaman açık...Ama çok samimi olmak gerekiyor.çünkü tevbe etmek birdaha o günahı işlememeye söz vermek demek..Peygamberimiz bile hiç günahsız olmasına rağmen günde 50 sefer tevbe edermiş..yani hepimiz yapmalıyız...Allah cümlemizin yardımcısı olsun...
 
enes saol kanka,
günaha bi kere girdim deyip çıkmayanlar var,
herzaman tövbe edin, mutlaka bağışlanacaksınız, unutmayın rahmet kapısına uzanan eller geri çevrilmez..
 
Geri
Üst