Deniz Feneri veya Allah ile aldatmanın kurumlaşması
Gazeteci-yazar Yalçın Bayer, 27 Nisan 2007 günlü köşesinde şunları yazıyordu:
“Son bir yıldır Deniz Feneri ile ilgili olarak çok şey konuşuluyordu… Alman Federal Polisi, 2 savcının yürüttüğü teknik takipten ve banka hesaplarını inceledikten sonra soruşturmayla ilgili verilerden bir kanaate varınca 300 polis, Kanal-7 ve Deniz Feneri’nin bulunduğu Frankfurt’taki binayı basarak bütün evrakı aldı ve tutuklamalar yaptı.”
“Berlin İslam Cemaati Başkanı olan Abdurrahim Vural, dünkü telefon konuşmamızda şunları söyledi: ‘Dayanamadım artık yapılanlara. Dini duygulara hitap ederek insanları istismar ediyorlardı. Onlara önce yardım ediyorlar, ev tutuyorlar, yemek veriyorlar, giydiriyorlar. Bunu da Kanal-7’de bütün insanların merhamet duygularını istismar edecek şekilde yayınlıyorlar. Ondan sonra, gelsin zekât paraları, kurban paraları... Paraları daha sonra da Kanal-7 ve Yimpaş’a aktarıyorlardı. İnsanların dini duygularını kullanarak milyon Euro’lar toplamasının engellenmesini istiyorum. Bu vurguna yeter artık diyorum.”
“Abdurrahim Vural, Almanya’da Kanal-7 ile iç içe olan derneklerin Müslüman ülkelerde (Pakistan, Afganistan, Somali, Eritre, Bosna, Mora, Sudan, Endonezya, Filistin vs. gibi) sel, deprem açlık gibi felaketlerden beslendiğini, bu ekiplerin felaketlerle ilgili hemen yardım kampanyası açtıklarını ve bu yolla büyük paralar topladıklarını söylüyor.”
‘Sadaka kültürü’
“Bu ’yardım’ derneği, ’Milli Görüş’ gömleğini çıkaranlarla birlikte rota değiştirmişti. AKP hükümeti döneminde, Başbakan Erdoğan’dan övgüler almış, aynı zamanda Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına çalışan dernek hüviyetine sokulmuştu. Bu durumda, topladığı yardımlardan başka para da toplayabilme olanağına kavuştu ve yaptığı tüm ticari faaliyetlerinde de vergiden muaf oldu.”
“Yani Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Yeşilay gibi yarı resmi derneklerin yıllardır elde ettiği hakka bir anda kavuşmuş oluyordu. Böylece AKP’nin devlet imkânlarını kullanarak oluşturduğu ‘sadaka kültürü’nün sivil toplum örgütleri arasındaki en güçlü halkasını Türkiye’deki Deniz Feneri oluşturdu.”
AKP’nin ’Kızılay’ı
Deniz Feneri: Başkanları; Türkiye’de Engin Yılmaz; Almanya’da Mehmet Gülhan. Kızılay’dan daha çok kurban derisi ve bağış topladığından ‘AKP’nin Kızılay’ı olarak nitelendiriliyor.
Uluslararası İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı (İHH): Başkanı Bülent Yıldırım. ‘Tabancalı’ AKP Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa daha önce İHH’nin Avrupa başkanıydı. Türkiye’de ve Almanya’daki dernek arasında bağ olduğu biliniyor. Bu dernek de AKP’ye yakın.
Sabahattin Önkibar, 1 Ocak 2008 tarihli Yeniçağ Gazetesi’ndeki köşesinde şu satırlara yer veriyordu:
“Soruyorum, Kanal-7’yi bir dönem YİMPAŞ finanse etmedi mi? Etti. O zaman YİMPAŞ ile AKP’nin dolaylı ilgisi var anlamı çıkmıyor mu? Deniz Feneri Derneği için iddialar da YİMPAŞ misalidir. Muhtaçlar için toplanan yardımların siyasi faaliyetlerde kullanıldığı kaydediliyor.”
“Görüldüğü gibi, batık olan ve olmayan pek çok İslam motifli kuruluşun ardında AKP’nin direkt veya endirekt ilişkileri var. Doğrusu ben bunların hesabı seçim öncesinde sorulur zannetmiştim ama yanılmışım. AKP medyaya öyle bir baskı uyguluyor ki bunları yazabilene aşk olsun.”
Yalçın Bayer, 4 Eylül 2008 günü şöyle diyor:
“Frankfurt’ta tutuklu bulunan Avrupa Deniz Feneri’nin eski başkanı ve Kanal-7 Avrupa’nın Genel Müdürü Mehmet Gürhan’ın, paraların aktarıldığı Türkiye’deki ’Beyaz Holding’in yönetiminde olduğu ortaya çıktı. Bu holdingin patronu Zekeriya Karaman da, Deniz Feneri programını yayınlayan Kanal-7’nin patronu ve Başbakan ile Kadir Topbaş’a yakın bir isim...”
“Televizyonda RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın ’yetersiz’ açıklamasını dinleyen, Almanya’da yaşayan bir Türk avukat, ‘Zahid Bey, Alman savcısının hazırladığı iddianameyi hiç okumamış galiba... Almanya’da olsaydı, adamı hemen görevinden istifa ettirirler, sanıklar arasına gönderirler, hesap sorarlardı. Eğer son 1.5 yıl içinde Almanya’ya gelseydi belki de gümrük kapısından alınıp savcının karşısına çıkarılırdı’ diyor. Kuryelik’ iddiasının Alman yasalarına göre suç olduğunu söylüyor.”
“Zahid Akman neden açık konuşmadı? RTÜK Başkanı Zahid Akman, Frankfurt’taki mahkeme zabıtlarından Türk basınına yansıyan -AKP’li gazeteler korkudan yazamıyor- ilginç haberler üzerine, ‘Bu iddia (kuryelik), itirafçı sanık olarak yargılanan bir şahsın mesnetsiz iftiralarıdır’ diyor. Devam ediyor: ‘Bu iddialarla ilgili hakkımda ne Türk ne de Alman yargı mercilerince açılmış bir soruşturma, kovuşturma veya dava yoktur.’ Doğru. Bu görev Türk yargıçlarına düşüyor. Şimdiye kadar bir Türk savcısının Dışişleri kanalıyla Alman adaletinden böyle bir talebi oldu mu? Önemli olan bu.”
http://www.hurriyet.com.tr/yasarnuriozturk/9870191.asp?gid=241&sz=98809
Allah ile aldatma’yı tanımanın önemi: Deniz Feneri örneği
Allah ile aldatma’yı tanımanın önemi: Deniz Feneri örneği
Hürriyet yazarı Tufan Türenç, 5 Eylül 2008 tarihli yazısında, Deniz Feneri soygunu münasebetiyle müthiş bir soru soruyor ama cevabını veremiyor. Soru şu:
“Bu kadar ahlaksız, tıynetsiz, vicdansız nasıl olabiliyorlar?”
Pekala olabiliyorlar, beyefendi.
Bundan çok daha vicdansız da olabilirler ve olacaklar.
Göreceksiniz.
Olabileceklerini bu ülkeye otuz yıldan beri söyledik. Tarihten örnekler göstererek şöyle uyardık:
“Bunlar, siyasal ve parasal çıkarları için öz peygamberinin evladını acımadan katleden Emevî damarının uzantılarıdır. Zaten İslam diye taşıdıkları ve bize dayattıkları, Emevî’nin ‘din’ diye önümüze koyduğudur.”
Bu uyarının dikkat çektiği tarihsel gerçekleri görerek bunların neler yapabileceğini, nelere tenezzül edebileceklerini aklı ve vicdanı sağlam olanlar çoktan düşünmüş ve tedbirini almış olmalıydılar.
Kimse ne düşündü ne de tedbir aldı.
Biz söyledik, biz dinledik.
Ta Allah ile Aldatmak kitabının, bunların irin damarını çatlattığı güne kadar. Ne yazık ki, Allah ile Aldatmak kitabı o hain damarı parçaladığında iş işten geçmiş, Türkiye maddeten ve manen karanlığa teslim olmuştu.
İslam’ın bin yıllık düşmanı haçlılarla işbirliği yapmış bir karanlıktır bu. Bu karanlığı geçmiştekilerin hiçbiriyle kıyaslayamazsınız.
‘Allah ile Aldatmak’ kitabı çıkalı üç bucuk ay oldu. Kitap bu süre içinde 55 baskı yaptı. Ve basılmaya devam ediyor.
Kitabın çıktığı günden beri izlediğimiz gelişmeler, o kitabın ne derece hayatî olduğunu, her geçen gün Türk halkının vicdanına iletiyor.
Kitabın deşifre ettiği riyakâr zihniyetlerin hemen her gün yeni bir kokuşmuşluğu basın tarafından gündeme taşınıyor. Kur’an kurslarındaki cinsel-homoseksüel sapıklıklar, kaçak Kur’an kurslarındaki ölümle biten facialar ve nihayet, tarihin en büyük ‘Allah ile aldatma’ namertliklerinden biri ve din adına korkunç bir soygun olan Deniz Feneri faciası peş peşe gündem oldu..
Deniz Feneri vurgun ve soygunu sadece Türk basının değil, Alman basının da ana gündemi.
Deniz Feneri faciasının dehşetini, ifade ettiği tehdidi, ürünü olduğu zihniyetin hedeflerini, yapısını iyi anlamak ve bu korkunç soygun olayını layıkıyla değerlendirmek için ‘Allah ile Aldatmak’ kitabının özellikle ‘Allah ile Aldatmanın Ticaret Meydanı’ bölümünün (4. Bölüm) okunmasını öneriyorum.
Deniz Feneri olayı, o Dördüncü Bölüm’de nasıl bir dehşetin altını çizdiğimizi bir ibret tablosu halinde önümüze koymuştur. Umarım gereken ders alınır.
Biz, insanlık tarihinin en büyük ve en namert zulmü olan Allah ile aldatmayı tanıtmaya devam edeceğiz. Ama bu arada, bu milletten, daha doğrusu Müslüman ümmetten saklanan bir Kur’ansal gerçeği bütün açıklığıyla ve bu ‘Fenerli soygun’ münasebetiyle bir kez daha tarihin ve halkın önüne koyacağız.
Gelecek yazılarımızda vicdanlarınıza ileteceğimiz o gerçek şu sorunun cevabı olacaktır:
“Kamunun Haklarını Yiyenlerin Yahut Yedirenlerin Kur’an Açısından Durumu Nedir?”
Soruların sorusudur bu. Olmak ya da olmamak noktasını belirleyen sorudur bu. Türk milletinin, cevabını aramakta birkaç asır geciktiği bir sorudur bu. Müslüman halklardan asırlardır saklanan bir sorudur bu. Kur’an’daki cevabının üstü örtülen bir sorudur bu.
Bu soruya cevap vereceğiz.
Her şeye rağmen, bir kere daha cevap vereceğiz.
http://www.hurriyet.com.tr/yasarnuriozturk/9862034.asp
Deniz Feneri: Yardım duygusuna ihanetin öteki adı
Deniz Feneri: Yardım duygusuna ihanetin öteki adı
‘Halkının yüzde doksan dokuz buçuğu Müslüman’ (!) olan ve Allah ile aldatma cenneti olduğunda kimsenin kuşkusu bulunmayan Türkiye’nin değil, Alman hükûmetinin el koyması ve birkaç öncüsünü hapse atması üzerine öğrendiğimiz milyar dolarlık dinci vurgun, Müslümanların hayır yapma duygularını sömüren en vicdansız ve ahlaksız vurgunlardan biri olarak literatüre geçmiş bulunuyor.
Şu işe bakın!
Facianın mağdurları da failleri de ‘Müslüman Türkler’, işi takibe alıp dünya gündemine taşıyansa ‘gayrimüslim’ Alman hükûmeti.
Müslüman mağdurların oylarıyla oluşmuş ‘Türk hükûmeti’ ne yapıyor? O, ‘garip gureba, fakir fukara, tüyü bitmemiş yetim’ sloganları ve her yana serpiştirdiği ‘sadaka çadırları’ (namı diğer onur göçüren çadırları) ile aldatıp uyuttuğu halkın kurumlarını ve geleceğini ona buna pazarlamak, dinci vurgun ekiplerine kol-kanat germek ve içki satan bakkalların çivili sopalarla dövülüp hastanelik edilmesini seyretmekle meşgul.
Dahası var: Hükûmetin başındaki zatın, Deniz Feneri ile ‘sıcak himaye alakası’ içinde olduğu, basın kayıtlarına geçmiş durumda.
Sizin anlayacağınız, ‘yüzde doksan dokuz buçuğu Müslüman’ (!) Türkiye’nin yurttaşlarını çarpan ‘Müslüman’ unvanlı dinci hırsızların takibi ‘gâvur Almanlar’a kalmış. Almanların insan hakları adına sergiledikleri şu ‘adlî’ icraata ve bizim dinci vurgunu uzaktan seyreden ‘garip gurebacı’ dincilerimize bakınca insanın sorası geliyor:
Müslüman kim, Almanlar mı, siz mi? Gâvur kim, onlar mı, yoksa?!
Bir şey daha sormanın vaktidir sanırım:
Müslümanlık, hakları bu şekilde çarpılan insanların haklarını takip etmek mi, yoksa kadınları havadan-güneşten yoksun bırakacak şekilde rahibe kıyafetine sokmak mı? O bir metre bez için verdiğiniz kavgayı, Allah’ın isimlerinden biri olan şu ‘hak’ için de verin de elinizi öpelim! Bu halinizle insan vicdanından saygı ve takdir görmeniz mümkün değil. Allah’tan ne göreceğinize gelince, onu gelecek yazılarımızda ortaya koyacağız.
Şimdilik, Türkiye’deki Allah ile aldatma odaklarının siyaset-medya-din üçgeninde yapılandırdıkları vurgunla ilgili yorumları kayıtlara geçirmeye devam edelim.
Oktay Ekşi, 4 Eylül 2008 tarihli ‘Yetim Hakkı’ başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Masum insanların yoksula, felaketzedeye, çaresiz kalmışa yardım için yaptığı bağışı gemi almak, şirket kurup ticaret yapmak, radyo ve televizyon şirketine ortak olmak ve bir kısmını da cebe atmak için kullananlar Frankfurt’taki yargıç önünde çözüldükçe her şey daha iyi görülüyor. Ve tabii ‘yetim hakkı yememe’ edebiyatının hiçbir hırsızı aklamadığı da.”
“Tahmin ettiğiniz gibi Deniz Feneri isimli dernekteki yolsuzluktan söz ediyoruz. ‘Dinci kesimin Kızılayı’ diye geçinen dernekten.”
“Yazılı belgelere göre, 41 milyon 600 bin Euro toplanmış. Bunun şirketlere, ona buna gönderildiği kayda geçen bölümünden ayrı olarak 2 milyon 900 bin Euro’luk kısmı buharlaşıp uçuvermiş... Ama kimsenin günahı yok! ‘Saçı bitmedik yetim hakkı yememek’ (Allah ile aldatanların çok kullandıkları sloganlardan biri. YNÖ) acaba bu mu?”
“Anımsayınız YİMPAŞ olayı yani Almanya’daki gariplerin paralarının yine ‘din-iman’ adına ellerinden alınıp deve edilmesi meselesi de Almanya’da ve İsviçre’de soruşturma konusu olmasaydı Türkiye’nin kılı kımıldamayacaktı. Kombassan olayı ve benzerlerinde de aynı şeyi yaşamadık mı?”
“Almanya’daki arkadaşlarımız, oradaki Deniz Feneri skandalı ortaya çıktıktan sonra dosyanın ‘Sizi de ilgilendirir’ diye bizim Maliye Bakanlığı’na bağlı ‘Mali Suçları Araştırma Kurulu’na (MASAK) gönderildiğini bildiriyorlar. Ama MASAK’ta hareket yok.”
“Acaba ‘Müslüman malı ortak’ lafını ‘Müslümanı soymak mübah’ diye mi anlıyorlar?”
Yalçın Bayer’in 3 Eylül 2008 tarihli yazısı:
“Deniz Feneri, ampul gibi ‘aydınlatıyor.’ Deniz Feneri’nin din üzerinden yaptığı para dolandırıcılığını AKP hükümetlerinin ve özellikle savcılarımızın bu bilgileri ihbar kabul edip etmeyeceğini doğrusu merak ediyoruz. Almanya'daki savcıların gördüğünü Türkiye'deki savcılar ve AKP hükümeti görmüyor.”
“Almanya’dan kuryelerle Türkiye’ye gönderilen milyonlarca dolarla ilgili Alman Savcılığı’nın ihbardan 1.5 yıl sonra ortaya çıkardığı ’dolandırıcılığı’, o zaman AKP’de bakan olan Erkan Mumcu daha önceden biraz fark etmişti ama gündeme getirmeye nefesi yetmedi; belki de yettirilmedi.”
“Erbakan tarafından kurdurulmuştu Deniz Feneri, AKP döneminde büyüdü, 100 milyon dolarların üzerinde ’ciro’ya sahip oldu. Ankara ve İzmir’de şubeler kurdu. Lojistik hizmetleri için Ümraniye ve Zeytinburnu Belediyeleri, arsalarını ‘kaçak’ olarak Deniz Feneri’ne tahsis ettiler. Ankara’dakini de, Esenboğa’ya gelip gidenler görüyorlar. Cerrahpaşa Camii’nin karşısındaki ‘medreseyi’ dahi Deniz Feneri’ne tahsis etti Vakıflar... Deniz Fenercileri bugün ’kamu’ yararına kuruluş olduğu için vergi ödemiyor; çünkü her şeyde vergiden muaf... Araçlarında resmi plaka taşıyor.”
Ertuğrul Özkök’ün 3 Eylül 2008 tarihli yazısı çok önemli noktaların altını çiziyor:
“Bakan var da gören olacak mı? Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde süren Deniz Feneri davası ile ilgili haberleri okurken, aklıma yine o fotoğraf geldi. Kayseri’de bir cenaze namazı sırasında çekilen fotoğraf. Hatırladınız mı, hani Hürriyet’te "Dört bakan var bir gören yok" manşeti ile çıkmıştı. Yurtdışında para toplayarak insanları dolandıran şirketin yöneticisi cenaze namazında, hükümetin 4 bakanı ile birlikte saf tutuyordu.”
“Şimdi buna benzer başka bir olayla karşı karşıyayız. Üstelik bu defa durum insanî açıdan çok daha vahim. Güya felakete uğrayanlara yardım amacıyla kurulmuş bir dernek Almanya’da para topluyor. İnsanların vicdanlarına, yardımseverlik duygularına yönelik kampanyalar düzenleniyor. Bazı sanatçılar, siyasetçiler iyi niyetle bu kampanyalara katılıyor. Sonra toplanan paralar, kuryeler aracılığıyla Türkiye’ye gönderiliyor. Meğer yardım toplama kisvesi altında neler oluyormuş neler.
“Türkiye’de kimlerin cebine paralar giriyor, kimlere ne maaşlar ödeniyor, ne yayın organları finanse ediliyor! Yani para her yere gidiyor da, gitmediği tek yer, felakete uğrayan insanlar oluyor.”
“Bunları anlatan, bu dehşet itirafları yapan kişi herhangi bir insan değil. Almanya’daki derneğin en üst yöneticileri. Tek tek isim vererek anlatıyor. Kime ne maaş verildiğini kuruşuna kadar söylüyor. Parayı kimin nasıl taşıdığını, adres belirterek veriyor.”
“Ortada, Mercümek olayından beter bir durum var. Hocayı hapislere kadar götüren finansal dalavereler bunun yanında tinerci çocuk vakası kalır.”
“Şimdi ne olacak? Yimpaş olayındaki gibi ‘Görmedim, işitmedim, söylemedim’i mi oynayacağız? Alman yargısı bunu yanlarında bırakmayacak. Orada içimiz rahat. Ya kendi ülkemizde? Bunların uzantıları, kuryelerin adresleri? Onlar ne olacak? Yine cenaze namazlarında birlikte saf mı tutulacak?”
“Merak ediyoruz, bekliyoruz.”
“Binlerce insanın duyguları insafsızca sömürülmüş. Hem de nasıl günlerde?
Bir yerde deprem olduğunda, bir yerleri sel götürdüğünde, bir köy, beş on mahalle toprak altında kaldığında. Yani ülkenin bir köşesinden ‘Orda kimse var mı?’ feryatları yükselmeye başladığında ortaya çıkan baykuşlar, işte o vicdanları yiyip bitirmiş.”
“Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kimseye yedirmeyeceğini söyleyen Başbakan’dan, acısı, vicdanı hortumlanan insanlarımızın da hakkını aramasını bekliyoruz.”
“Yimpaş olayında, ‘Bize ne, paranızı verirken bize mi sordunuz?’ dedik. Ama burada kimseye böyle bir şey söyleyebilir miyiz?”
“Dün baktım, Almanya’da inanılmaz itiraflar yapılıyor. Vicdan sömürücüsü bir çetenin marifetleri tek tek ortaya dökülüyor. Ama Türkiye’de yine ses yok.”
3 Eylül 2008 tarihli gazetelerde, Deniz Feneri ile ilgili haberlerde şu ara başlık da dikkat çekiyordu:
“Erdoğan'ın yakını.”
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın dostu olarak bilinen ve İskenderpaşa Cemaati'nin önde gelen isimlerinden olan Zekeriya Karaman, Belediye TV'nin (BRT) Kanal-7 olarak devrinin sağlanmasından sonra Recai Kutan'dan devraldığı Kanal 7 yöneticiliğini yıllardır sürdürüyor.”
“Başbakan Erdoğan, Karaman'ın oğlu Habib Karaman'ın düğününde nikâh şahitliğini ve Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği açılışlarını yapmıştı. Karaman'ın düğününe Mehmet Gürhan'da katılmıştı. Alman güvenlik birimleri, bu ülkede davanın sonuçlanmasından sonra Türkiye'de adlî işlem başlatılmasını bekliyor.”
Bakalım, Allah ile aldatılmayı dindarlık zanneden halkımız, sadece Müslümanların değil, dünya kamuoyunun nefretini celbeden bu korkunç dinci soygundan gereken dersi alabilecek mi?
http://www.hurriyet.com.tr/yasarnuriozturk/9853030.asp
Gazeteci-yazar Yalçın Bayer, 27 Nisan 2007 günlü köşesinde şunları yazıyordu:
“Son bir yıldır Deniz Feneri ile ilgili olarak çok şey konuşuluyordu… Alman Federal Polisi, 2 savcının yürüttüğü teknik takipten ve banka hesaplarını inceledikten sonra soruşturmayla ilgili verilerden bir kanaate varınca 300 polis, Kanal-7 ve Deniz Feneri’nin bulunduğu Frankfurt’taki binayı basarak bütün evrakı aldı ve tutuklamalar yaptı.”
“Berlin İslam Cemaati Başkanı olan Abdurrahim Vural, dünkü telefon konuşmamızda şunları söyledi: ‘Dayanamadım artık yapılanlara. Dini duygulara hitap ederek insanları istismar ediyorlardı. Onlara önce yardım ediyorlar, ev tutuyorlar, yemek veriyorlar, giydiriyorlar. Bunu da Kanal-7’de bütün insanların merhamet duygularını istismar edecek şekilde yayınlıyorlar. Ondan sonra, gelsin zekât paraları, kurban paraları... Paraları daha sonra da Kanal-7 ve Yimpaş’a aktarıyorlardı. İnsanların dini duygularını kullanarak milyon Euro’lar toplamasının engellenmesini istiyorum. Bu vurguna yeter artık diyorum.”
“Abdurrahim Vural, Almanya’da Kanal-7 ile iç içe olan derneklerin Müslüman ülkelerde (Pakistan, Afganistan, Somali, Eritre, Bosna, Mora, Sudan, Endonezya, Filistin vs. gibi) sel, deprem açlık gibi felaketlerden beslendiğini, bu ekiplerin felaketlerle ilgili hemen yardım kampanyası açtıklarını ve bu yolla büyük paralar topladıklarını söylüyor.”
‘Sadaka kültürü’
“Bu ’yardım’ derneği, ’Milli Görüş’ gömleğini çıkaranlarla birlikte rota değiştirmişti. AKP hükümeti döneminde, Başbakan Erdoğan’dan övgüler almış, aynı zamanda Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına çalışan dernek hüviyetine sokulmuştu. Bu durumda, topladığı yardımlardan başka para da toplayabilme olanağına kavuştu ve yaptığı tüm ticari faaliyetlerinde de vergiden muaf oldu.”
“Yani Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Yeşilay gibi yarı resmi derneklerin yıllardır elde ettiği hakka bir anda kavuşmuş oluyordu. Böylece AKP’nin devlet imkânlarını kullanarak oluşturduğu ‘sadaka kültürü’nün sivil toplum örgütleri arasındaki en güçlü halkasını Türkiye’deki Deniz Feneri oluşturdu.”
AKP’nin ’Kızılay’ı
Deniz Feneri: Başkanları; Türkiye’de Engin Yılmaz; Almanya’da Mehmet Gülhan. Kızılay’dan daha çok kurban derisi ve bağış topladığından ‘AKP’nin Kızılay’ı olarak nitelendiriliyor.
Uluslararası İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı (İHH): Başkanı Bülent Yıldırım. ‘Tabancalı’ AKP Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa daha önce İHH’nin Avrupa başkanıydı. Türkiye’de ve Almanya’daki dernek arasında bağ olduğu biliniyor. Bu dernek de AKP’ye yakın.
Sabahattin Önkibar, 1 Ocak 2008 tarihli Yeniçağ Gazetesi’ndeki köşesinde şu satırlara yer veriyordu:
“Soruyorum, Kanal-7’yi bir dönem YİMPAŞ finanse etmedi mi? Etti. O zaman YİMPAŞ ile AKP’nin dolaylı ilgisi var anlamı çıkmıyor mu? Deniz Feneri Derneği için iddialar da YİMPAŞ misalidir. Muhtaçlar için toplanan yardımların siyasi faaliyetlerde kullanıldığı kaydediliyor.”
“Görüldüğü gibi, batık olan ve olmayan pek çok İslam motifli kuruluşun ardında AKP’nin direkt veya endirekt ilişkileri var. Doğrusu ben bunların hesabı seçim öncesinde sorulur zannetmiştim ama yanılmışım. AKP medyaya öyle bir baskı uyguluyor ki bunları yazabilene aşk olsun.”
Yalçın Bayer, 4 Eylül 2008 günü şöyle diyor:
“Frankfurt’ta tutuklu bulunan Avrupa Deniz Feneri’nin eski başkanı ve Kanal-7 Avrupa’nın Genel Müdürü Mehmet Gürhan’ın, paraların aktarıldığı Türkiye’deki ’Beyaz Holding’in yönetiminde olduğu ortaya çıktı. Bu holdingin patronu Zekeriya Karaman da, Deniz Feneri programını yayınlayan Kanal-7’nin patronu ve Başbakan ile Kadir Topbaş’a yakın bir isim...”
“Televizyonda RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın ’yetersiz’ açıklamasını dinleyen, Almanya’da yaşayan bir Türk avukat, ‘Zahid Bey, Alman savcısının hazırladığı iddianameyi hiç okumamış galiba... Almanya’da olsaydı, adamı hemen görevinden istifa ettirirler, sanıklar arasına gönderirler, hesap sorarlardı. Eğer son 1.5 yıl içinde Almanya’ya gelseydi belki de gümrük kapısından alınıp savcının karşısına çıkarılırdı’ diyor. Kuryelik’ iddiasının Alman yasalarına göre suç olduğunu söylüyor.”
“Zahid Akman neden açık konuşmadı? RTÜK Başkanı Zahid Akman, Frankfurt’taki mahkeme zabıtlarından Türk basınına yansıyan -AKP’li gazeteler korkudan yazamıyor- ilginç haberler üzerine, ‘Bu iddia (kuryelik), itirafçı sanık olarak yargılanan bir şahsın mesnetsiz iftiralarıdır’ diyor. Devam ediyor: ‘Bu iddialarla ilgili hakkımda ne Türk ne de Alman yargı mercilerince açılmış bir soruşturma, kovuşturma veya dava yoktur.’ Doğru. Bu görev Türk yargıçlarına düşüyor. Şimdiye kadar bir Türk savcısının Dışişleri kanalıyla Alman adaletinden böyle bir talebi oldu mu? Önemli olan bu.”
http://www.hurriyet.com.tr/yasarnuriozturk/9870191.asp?gid=241&sz=98809
Allah ile aldatma’yı tanımanın önemi: Deniz Feneri örneği
Allah ile aldatma’yı tanımanın önemi: Deniz Feneri örneği
Hürriyet yazarı Tufan Türenç, 5 Eylül 2008 tarihli yazısında, Deniz Feneri soygunu münasebetiyle müthiş bir soru soruyor ama cevabını veremiyor. Soru şu:
“Bu kadar ahlaksız, tıynetsiz, vicdansız nasıl olabiliyorlar?”
Pekala olabiliyorlar, beyefendi.
Bundan çok daha vicdansız da olabilirler ve olacaklar.
Göreceksiniz.
Olabileceklerini bu ülkeye otuz yıldan beri söyledik. Tarihten örnekler göstererek şöyle uyardık:
“Bunlar, siyasal ve parasal çıkarları için öz peygamberinin evladını acımadan katleden Emevî damarının uzantılarıdır. Zaten İslam diye taşıdıkları ve bize dayattıkları, Emevî’nin ‘din’ diye önümüze koyduğudur.”
Bu uyarının dikkat çektiği tarihsel gerçekleri görerek bunların neler yapabileceğini, nelere tenezzül edebileceklerini aklı ve vicdanı sağlam olanlar çoktan düşünmüş ve tedbirini almış olmalıydılar.
Kimse ne düşündü ne de tedbir aldı.
Biz söyledik, biz dinledik.
Ta Allah ile Aldatmak kitabının, bunların irin damarını çatlattığı güne kadar. Ne yazık ki, Allah ile Aldatmak kitabı o hain damarı parçaladığında iş işten geçmiş, Türkiye maddeten ve manen karanlığa teslim olmuştu.
İslam’ın bin yıllık düşmanı haçlılarla işbirliği yapmış bir karanlıktır bu. Bu karanlığı geçmiştekilerin hiçbiriyle kıyaslayamazsınız.
‘Allah ile Aldatmak’ kitabı çıkalı üç bucuk ay oldu. Kitap bu süre içinde 55 baskı yaptı. Ve basılmaya devam ediyor.
Kitabın çıktığı günden beri izlediğimiz gelişmeler, o kitabın ne derece hayatî olduğunu, her geçen gün Türk halkının vicdanına iletiyor.
Kitabın deşifre ettiği riyakâr zihniyetlerin hemen her gün yeni bir kokuşmuşluğu basın tarafından gündeme taşınıyor. Kur’an kurslarındaki cinsel-homoseksüel sapıklıklar, kaçak Kur’an kurslarındaki ölümle biten facialar ve nihayet, tarihin en büyük ‘Allah ile aldatma’ namertliklerinden biri ve din adına korkunç bir soygun olan Deniz Feneri faciası peş peşe gündem oldu..
Deniz Feneri vurgun ve soygunu sadece Türk basının değil, Alman basının da ana gündemi.
Deniz Feneri faciasının dehşetini, ifade ettiği tehdidi, ürünü olduğu zihniyetin hedeflerini, yapısını iyi anlamak ve bu korkunç soygun olayını layıkıyla değerlendirmek için ‘Allah ile Aldatmak’ kitabının özellikle ‘Allah ile Aldatmanın Ticaret Meydanı’ bölümünün (4. Bölüm) okunmasını öneriyorum.
Deniz Feneri olayı, o Dördüncü Bölüm’de nasıl bir dehşetin altını çizdiğimizi bir ibret tablosu halinde önümüze koymuştur. Umarım gereken ders alınır.
Biz, insanlık tarihinin en büyük ve en namert zulmü olan Allah ile aldatmayı tanıtmaya devam edeceğiz. Ama bu arada, bu milletten, daha doğrusu Müslüman ümmetten saklanan bir Kur’ansal gerçeği bütün açıklığıyla ve bu ‘Fenerli soygun’ münasebetiyle bir kez daha tarihin ve halkın önüne koyacağız.
Gelecek yazılarımızda vicdanlarınıza ileteceğimiz o gerçek şu sorunun cevabı olacaktır:
“Kamunun Haklarını Yiyenlerin Yahut Yedirenlerin Kur’an Açısından Durumu Nedir?”
Soruların sorusudur bu. Olmak ya da olmamak noktasını belirleyen sorudur bu. Türk milletinin, cevabını aramakta birkaç asır geciktiği bir sorudur bu. Müslüman halklardan asırlardır saklanan bir sorudur bu. Kur’an’daki cevabının üstü örtülen bir sorudur bu.
Bu soruya cevap vereceğiz.
Her şeye rağmen, bir kere daha cevap vereceğiz.
http://www.hurriyet.com.tr/yasarnuriozturk/9862034.asp
Deniz Feneri: Yardım duygusuna ihanetin öteki adı
Deniz Feneri: Yardım duygusuna ihanetin öteki adı
‘Halkının yüzde doksan dokuz buçuğu Müslüman’ (!) olan ve Allah ile aldatma cenneti olduğunda kimsenin kuşkusu bulunmayan Türkiye’nin değil, Alman hükûmetinin el koyması ve birkaç öncüsünü hapse atması üzerine öğrendiğimiz milyar dolarlık dinci vurgun, Müslümanların hayır yapma duygularını sömüren en vicdansız ve ahlaksız vurgunlardan biri olarak literatüre geçmiş bulunuyor.
Şu işe bakın!
Facianın mağdurları da failleri de ‘Müslüman Türkler’, işi takibe alıp dünya gündemine taşıyansa ‘gayrimüslim’ Alman hükûmeti.
Müslüman mağdurların oylarıyla oluşmuş ‘Türk hükûmeti’ ne yapıyor? O, ‘garip gureba, fakir fukara, tüyü bitmemiş yetim’ sloganları ve her yana serpiştirdiği ‘sadaka çadırları’ (namı diğer onur göçüren çadırları) ile aldatıp uyuttuğu halkın kurumlarını ve geleceğini ona buna pazarlamak, dinci vurgun ekiplerine kol-kanat germek ve içki satan bakkalların çivili sopalarla dövülüp hastanelik edilmesini seyretmekle meşgul.
Dahası var: Hükûmetin başındaki zatın, Deniz Feneri ile ‘sıcak himaye alakası’ içinde olduğu, basın kayıtlarına geçmiş durumda.
Sizin anlayacağınız, ‘yüzde doksan dokuz buçuğu Müslüman’ (!) Türkiye’nin yurttaşlarını çarpan ‘Müslüman’ unvanlı dinci hırsızların takibi ‘gâvur Almanlar’a kalmış. Almanların insan hakları adına sergiledikleri şu ‘adlî’ icraata ve bizim dinci vurgunu uzaktan seyreden ‘garip gurebacı’ dincilerimize bakınca insanın sorası geliyor:
Müslüman kim, Almanlar mı, siz mi? Gâvur kim, onlar mı, yoksa?!
Bir şey daha sormanın vaktidir sanırım:
Müslümanlık, hakları bu şekilde çarpılan insanların haklarını takip etmek mi, yoksa kadınları havadan-güneşten yoksun bırakacak şekilde rahibe kıyafetine sokmak mı? O bir metre bez için verdiğiniz kavgayı, Allah’ın isimlerinden biri olan şu ‘hak’ için de verin de elinizi öpelim! Bu halinizle insan vicdanından saygı ve takdir görmeniz mümkün değil. Allah’tan ne göreceğinize gelince, onu gelecek yazılarımızda ortaya koyacağız.
Şimdilik, Türkiye’deki Allah ile aldatma odaklarının siyaset-medya-din üçgeninde yapılandırdıkları vurgunla ilgili yorumları kayıtlara geçirmeye devam edelim.
Oktay Ekşi, 4 Eylül 2008 tarihli ‘Yetim Hakkı’ başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Masum insanların yoksula, felaketzedeye, çaresiz kalmışa yardım için yaptığı bağışı gemi almak, şirket kurup ticaret yapmak, radyo ve televizyon şirketine ortak olmak ve bir kısmını da cebe atmak için kullananlar Frankfurt’taki yargıç önünde çözüldükçe her şey daha iyi görülüyor. Ve tabii ‘yetim hakkı yememe’ edebiyatının hiçbir hırsızı aklamadığı da.”
“Tahmin ettiğiniz gibi Deniz Feneri isimli dernekteki yolsuzluktan söz ediyoruz. ‘Dinci kesimin Kızılayı’ diye geçinen dernekten.”
“Yazılı belgelere göre, 41 milyon 600 bin Euro toplanmış. Bunun şirketlere, ona buna gönderildiği kayda geçen bölümünden ayrı olarak 2 milyon 900 bin Euro’luk kısmı buharlaşıp uçuvermiş... Ama kimsenin günahı yok! ‘Saçı bitmedik yetim hakkı yememek’ (Allah ile aldatanların çok kullandıkları sloganlardan biri. YNÖ) acaba bu mu?”
“Anımsayınız YİMPAŞ olayı yani Almanya’daki gariplerin paralarının yine ‘din-iman’ adına ellerinden alınıp deve edilmesi meselesi de Almanya’da ve İsviçre’de soruşturma konusu olmasaydı Türkiye’nin kılı kımıldamayacaktı. Kombassan olayı ve benzerlerinde de aynı şeyi yaşamadık mı?”
“Almanya’daki arkadaşlarımız, oradaki Deniz Feneri skandalı ortaya çıktıktan sonra dosyanın ‘Sizi de ilgilendirir’ diye bizim Maliye Bakanlığı’na bağlı ‘Mali Suçları Araştırma Kurulu’na (MASAK) gönderildiğini bildiriyorlar. Ama MASAK’ta hareket yok.”
“Acaba ‘Müslüman malı ortak’ lafını ‘Müslümanı soymak mübah’ diye mi anlıyorlar?”
Yalçın Bayer’in 3 Eylül 2008 tarihli yazısı:
“Deniz Feneri, ampul gibi ‘aydınlatıyor.’ Deniz Feneri’nin din üzerinden yaptığı para dolandırıcılığını AKP hükümetlerinin ve özellikle savcılarımızın bu bilgileri ihbar kabul edip etmeyeceğini doğrusu merak ediyoruz. Almanya'daki savcıların gördüğünü Türkiye'deki savcılar ve AKP hükümeti görmüyor.”
“Almanya’dan kuryelerle Türkiye’ye gönderilen milyonlarca dolarla ilgili Alman Savcılığı’nın ihbardan 1.5 yıl sonra ortaya çıkardığı ’dolandırıcılığı’, o zaman AKP’de bakan olan Erkan Mumcu daha önceden biraz fark etmişti ama gündeme getirmeye nefesi yetmedi; belki de yettirilmedi.”
“Erbakan tarafından kurdurulmuştu Deniz Feneri, AKP döneminde büyüdü, 100 milyon dolarların üzerinde ’ciro’ya sahip oldu. Ankara ve İzmir’de şubeler kurdu. Lojistik hizmetleri için Ümraniye ve Zeytinburnu Belediyeleri, arsalarını ‘kaçak’ olarak Deniz Feneri’ne tahsis ettiler. Ankara’dakini de, Esenboğa’ya gelip gidenler görüyorlar. Cerrahpaşa Camii’nin karşısındaki ‘medreseyi’ dahi Deniz Feneri’ne tahsis etti Vakıflar... Deniz Fenercileri bugün ’kamu’ yararına kuruluş olduğu için vergi ödemiyor; çünkü her şeyde vergiden muaf... Araçlarında resmi plaka taşıyor.”
Ertuğrul Özkök’ün 3 Eylül 2008 tarihli yazısı çok önemli noktaların altını çiziyor:
“Bakan var da gören olacak mı? Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde süren Deniz Feneri davası ile ilgili haberleri okurken, aklıma yine o fotoğraf geldi. Kayseri’de bir cenaze namazı sırasında çekilen fotoğraf. Hatırladınız mı, hani Hürriyet’te "Dört bakan var bir gören yok" manşeti ile çıkmıştı. Yurtdışında para toplayarak insanları dolandıran şirketin yöneticisi cenaze namazında, hükümetin 4 bakanı ile birlikte saf tutuyordu.”
“Şimdi buna benzer başka bir olayla karşı karşıyayız. Üstelik bu defa durum insanî açıdan çok daha vahim. Güya felakete uğrayanlara yardım amacıyla kurulmuş bir dernek Almanya’da para topluyor. İnsanların vicdanlarına, yardımseverlik duygularına yönelik kampanyalar düzenleniyor. Bazı sanatçılar, siyasetçiler iyi niyetle bu kampanyalara katılıyor. Sonra toplanan paralar, kuryeler aracılığıyla Türkiye’ye gönderiliyor. Meğer yardım toplama kisvesi altında neler oluyormuş neler.
“Türkiye’de kimlerin cebine paralar giriyor, kimlere ne maaşlar ödeniyor, ne yayın organları finanse ediliyor! Yani para her yere gidiyor da, gitmediği tek yer, felakete uğrayan insanlar oluyor.”
“Bunları anlatan, bu dehşet itirafları yapan kişi herhangi bir insan değil. Almanya’daki derneğin en üst yöneticileri. Tek tek isim vererek anlatıyor. Kime ne maaş verildiğini kuruşuna kadar söylüyor. Parayı kimin nasıl taşıdığını, adres belirterek veriyor.”
“Ortada, Mercümek olayından beter bir durum var. Hocayı hapislere kadar götüren finansal dalavereler bunun yanında tinerci çocuk vakası kalır.”
“Şimdi ne olacak? Yimpaş olayındaki gibi ‘Görmedim, işitmedim, söylemedim’i mi oynayacağız? Alman yargısı bunu yanlarında bırakmayacak. Orada içimiz rahat. Ya kendi ülkemizde? Bunların uzantıları, kuryelerin adresleri? Onlar ne olacak? Yine cenaze namazlarında birlikte saf mı tutulacak?”
“Merak ediyoruz, bekliyoruz.”
“Binlerce insanın duyguları insafsızca sömürülmüş. Hem de nasıl günlerde?
Bir yerde deprem olduğunda, bir yerleri sel götürdüğünde, bir köy, beş on mahalle toprak altında kaldığında. Yani ülkenin bir köşesinden ‘Orda kimse var mı?’ feryatları yükselmeye başladığında ortaya çıkan baykuşlar, işte o vicdanları yiyip bitirmiş.”
“Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kimseye yedirmeyeceğini söyleyen Başbakan’dan, acısı, vicdanı hortumlanan insanlarımızın da hakkını aramasını bekliyoruz.”
“Yimpaş olayında, ‘Bize ne, paranızı verirken bize mi sordunuz?’ dedik. Ama burada kimseye böyle bir şey söyleyebilir miyiz?”
“Dün baktım, Almanya’da inanılmaz itiraflar yapılıyor. Vicdan sömürücüsü bir çetenin marifetleri tek tek ortaya dökülüyor. Ama Türkiye’de yine ses yok.”
3 Eylül 2008 tarihli gazetelerde, Deniz Feneri ile ilgili haberlerde şu ara başlık da dikkat çekiyordu:
“Erdoğan'ın yakını.”
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın dostu olarak bilinen ve İskenderpaşa Cemaati'nin önde gelen isimlerinden olan Zekeriya Karaman, Belediye TV'nin (BRT) Kanal-7 olarak devrinin sağlanmasından sonra Recai Kutan'dan devraldığı Kanal 7 yöneticiliğini yıllardır sürdürüyor.”
“Başbakan Erdoğan, Karaman'ın oğlu Habib Karaman'ın düğününde nikâh şahitliğini ve Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği açılışlarını yapmıştı. Karaman'ın düğününe Mehmet Gürhan'da katılmıştı. Alman güvenlik birimleri, bu ülkede davanın sonuçlanmasından sonra Türkiye'de adlî işlem başlatılmasını bekliyor.”
Bakalım, Allah ile aldatılmayı dindarlık zanneden halkımız, sadece Müslümanların değil, dünya kamuoyunun nefretini celbeden bu korkunç dinci soygundan gereken dersi alabilecek mi?
http://www.hurriyet.com.tr/yasarnuriozturk/9853030.asp