..::D@HiLiy€::..

Aplastik anemi

TANIM

Kemik iliğinin yeteri kadar periferik kan elamanlarını yapamamasıyla oluşan genel gidişi yavaş olan bir anemi tipidir. Pür eritrosit aplazisi, eritroid elemanların yapımının selektif yetersizliğine bağlıdır. Timoma ile birlikte olabilir. Konstitüsyonel (Fanconi) anemi, konjenital anomalilerle birliktedir.Aplastik anemi ilk olarak 1888 yılında Alman patolog Ehrlich tarafından kemik iliği yetmezliği sonucu ölen gebe bir kadın üzrinde çalışması
sonucunda tanımlanmıştır. 1904'de de ilk kez aplastik anemi terimi kullanılmaya başlanmıştır.

ETKİLENEN SİSTEM VE ORGANLAR

Hematolojik , Lenfatik , Bağışıklık Sistemleri

GENETİK

Konstitüsyonel Tip ; Otozomal Resesiftir.

İNSİDANS/PREVALANS

ABD'de her yıl 500 yeni vaka olmaktadır. Bir kaç kez de Asya'da oldukça sık rastlanmıştır.Fransa'da milyonda 1.5 olarak bildirilmektedir.

YAŞ VE CİNSİYET

Edinsel Tip ;Her yaşta olabilir. Konstitüsyonel Tip ; Çocukluk Çağı ve Gençlerde

Sıktır. Erkek ve kadın oranı eşittir.

BELİRTİLERİ

Nefes darlığı

Ekimoz

Peteşi

Yorgunluk

Yüksek Ateş

Kanama, Menoraji, Gaitada Gizli Kan, Melena, Epistaksis

Solukluk

Çarpıntı

Progresif halsizlik

Retinada alev biçimli kanamalar

Sistolik ejeksiyon üfürümü

Kilo kaybı

Hiperpigmentasyon ( Edinsel Tipte )

Konstitüsyonel

Kısa boy

Mikrosefali

Radius ve Elbaşparmak anomalileri

Renal anomaliler

Hipospadias

NEDENLERİ

İdiopatik ( % 50 )

Plöripotent Kök Hücrelerin zarar görmesi/tahribi

İmmunolojik zarar

Benzen, İnorganik arsenik gibi toksik maddelere maruz kalma

Enfeksiyöz Hepatit

Radyasyon tedavisi

İlaçlar- özellikle antibiyotikler, antikonvülsanlar, altın

Gebelik

Kalıtsal ( Konstitüsyonel )

RİSK FAKTÖRLERİ

Viral Hastalıklar

Toksinlere maruz kalma

Timus tümörleri ( Kırmızı Hücre Aplazisi)

AYIRICI TANI

Diğer pansitopeni nedenleri

Miyelodisplastik Hastalıklar

Akut Lösemi

Hairy Cell Lösemi

Sistemik Lupus Eritematosus

Dissemine Enfeksiyon

Hipersplenizm

Çocukluk Çağı Geçici Eritroblastopenisi

LABORATUVAR

Pansitopeni

Anemi

Lökopeni

Nötropeni

Trombositopeni

Kanama Zamanının Uzaması

Retikülositlerin Azalması

Transfüzyona bağlı olarak Serum Demirinin Artması

Total Demir Bağlama Kapasitesinin normal olması

Ortalama Eritrosit Hacminin (MCV > 104) sınıra yükselmesi

Hematüri

Fetal hemoglobin artışı ( Fanconi )

Özel durumlarda kromozomal kırılmaların artması ( Konstitüsyonel )

PATOLOJİK BULGULAR

Normokromik Eritrositler

Kemik iliği

Demir depoları artmıştır.

Selülarite azalmış (< % 10)

Megakaryositler azalmış

Miyelositler azalmış

Eritrosit prekürsörleri (öncülleri) azalmıştır.

YAPILABİLECEK DİĞER TESTLER

Kromozom kırılmaları ( Konstitüsyonel ); Fetal hemoglobin

RADYOLOJİ / GÖRÜNTÜLEME

Bilgisayarlı tomografi ; Timoma ile beraber eritrosit aplazisinden kuşkulanılıyorsa timüs bölgesine yönelik

Radius ve el başparmağının Radyolojisi ( Konstitüsyonel )

Ultrasonografi ; Böbreğe yönelik ( Konstitüsyonel )

TANISAL İŞLEMLER

Kemik İliği Biyopsisi

BAKIM / ÖNLEMLER

Özelleşmiş Merkezlerde ve Hastanede tedavi edilir.

Ciddi destekleyici önlemler

Oksijen tedavisi

İyi oral hijyen

Neden olan ajanlardan kaçınma

Tüm hastalara ve ailelerine İnsan Lökosit Antijen (HLA) Testi

Transfüzyon desteği

Ciddi aplastik anemili ve HLA- identik donorlü hastalara Kemik İliği Transplantasyonu.

Transplantasyon kısıtlamasının üst yaş sınırı 30'dan 55 yaşa değişkendir.

Uygun donör bulunmayan hastalara; İmmunosupressif tedavi: 5.Siklosporin, Kortikosteroidler, Antitimosit Globulin (ATG)

Diğer tedaviler başarısız olduğunda İlgisiz Donör Transplantları

Timoma için Timektomi

Daha az ciddi ise; Androjen tedavisi

Nötropenik Hastalar izole edilmelidir.

Dengeli beslenme enfeksiyonlara eğilimi azaltır.

Olası toksik ajanlardan kaçınmalıdır.

Radyasyon ile çalışıldığında güvenlik önlemleri kullanılmalıdır.

TEDAVİ

Antitimosit Globulin (ATG)

Bu , insan T hücrelerine karşı geliştirilmiş poliklonal antikor içeren at serumudur.Herhangi bir aşırı duyarlılığı saptamak için deri testi
yapılmalıdır.Yaşlı hastalara ve donör bulunamayan hastalara verilir. 500 ml İzotonik serum içinde dilüe ederek, 10-20 mg/kg dozunda, 4-6 saat süreyle
infüzyon şeklinde, takiben 8-14 gün boyunca ardarda verilir.Tek başına verilebileceği gibi kortikosteroidlerle kombine edilerek verilebilir.

Siklosporin

Başlangıçta 10 mg/kg , sonra 5-10 mg/kg/gün şeklinde azaltılarak verilir.Kan düzeyleri takip edilir, kullanılan ölçüm tekniğe göre normal değerler
değişir.2-3 aylık uygulama yeterli olabilir.

Diğer tedavi seçeneklerinin cevap vermediği ve daha az ciddi hastalığı olan hastalara yararlıdır.Oksimetalon- 1-2 mg/kg/gün, oral verilir.

Cevabın değerlendirilmesi için 2-3 aylık uygulama yeterlidir.

Prednison (Saf Eritrosit Aplazisinde)

İmmunosupresif tedaviye alınan ilk cevaplardan sonra nüksler oluşabilir. Büyüme
hormonu ve kemik iliği transplantasyonu da tedavi seçenekleri arasındadır.
Supportif tedavide;
eritrosit ve trombosit içeren kan transfüzyonları, enfeksiyon kontrolü için antibiyotikler ve demir birikimini önlemek üzere şelasyon tedavisi uygulanır.

PEDİATRİK

Saf Eritrosit Anemisi ( Diamond-Blackfan Anemisi ) ve Konstitüsyonel Anemi, çocuklukta sık görülür.

İdiyopatik Aplastik Anemi , adolesan çağda daha sıktır.
Çocuklarda, Sekonder Aplastik Anemi, iyonize radyasyona maruz kalmış veya sitotoksik kemoterapötik ajanlarla tedavi edilmiş olanlarda görülür.

YAŞLILARDA
Yaşlılar çok sayıda ilaca maruz kalmıştır ve dolayısıyla Sekonder Aplastik Anemiye daha açıktırlar.

GEBELERDE
Gebelik , Aplastik Anemi'ye neden olabilir.

KOMPLİKASYONLAR
Kanama

Enfeksiyon

Transfüzyon Hemosiderozu

Transfüzyon hepatiti

Kalp yetmezliği

Akut Lösemi

Neoplazi, konstitüsyonel anemiye neden olabilir.

HASTALIĞIN SEYRİ

Tedavi ve hastanın durumuna bağlıdır.

Aplastik Anemi yapabilen bazı ilaçlar ;

amfoterisin, sülfonamidler, fenasetin, trimetadion,klordiazepoksid , tolbutamid, tiourasil, karbamazepin, kloramfenikol, tetrasiklin , oksifenbutazon,arsenik, klorpromazin,
primetamin, karbimazol,asetazolamid, kolşisin, penisilin, aspirin,mefenitoin, bizmut, promazin, quinacrin,metimazol, klorotiazid, dinitrofenol, ristosetin,indometasin, fenitoin, altın, trifluoperazin,karbutamid, perklorat, klorfeniramin, streptomisin , fenilbutazon, primidon, meprobamat ,klorpropamid,
tiosiyanat, tripelenamin, benzen
 
Araç tutması

Araç Tutması

Araç Tutması Nedir? Bazı kimseler, uçakta, arabada, dönme dolaplarda bulantı hisseder hatta kusarlar. Birçok kişi botta, gemide aynı rahatsızlığı yaşar.

Araç tutması, çoğunlukla sadece can sıkıcı bir durum olarak ortaya çıkar ve altında önemli bir hastalık yoktur; bazı yolcular ise kendilerini bu durumlarda hiçbir şey yapamayacak kadar kötü hissedebilir, hatta bu hisleri yolculuktan birkaç gün sonraya kadar sürebilir.

Ne Yapabilirsiniz?

1-Seyahat ettiğiniz araçta, vücudunuzun ve iç kulağınızın hissettiği yönü görmeye çalışınız. Arabada önde oturunuz ve ileriye, yola bakınız; gemide güverteye çıkarak ufka bakınız; uçakta pencere kenarına oturarak dışarıya bakınız. Uçakta, hareketin nispeten en az olduğu kanat üzerinde oturunuz.

2-Araç tutmanız varsa, seyahat ederken okumayınız ve gidiş yönünün tersi yönde oturmayınız.

3-Araç tutması olan yolcuya bakmayınız ve onunla konuşmayınız.

4-Seyahatten hemen önce veya seyahat esnasında, size dokunan, sert kokulu, baharatlı ve yağlı yiyeceklerden sakınınız. Halk arasında itibar gören "soda, gazoz, buzlu kola" gibi içeceklerin faydalı olduğu henüz tıp bilimince ispatlanmamıştır.

5-Hekiminizin size tavsiye ettiği, araç tutması için olan ilaçlardan yolculuğa başlamadan önce alınız.

Unutmayınız: Araç tutması vak'alarının çoğu, hafif ve tedaviye cevap veren türdendir. Fakat, ağır ve gitgide kötüleşen vak'aların, bu konuda uzman, kulak, burun, boğaz, denge ve sinir sistemi ile ilgilenen hekimlerden yardım alması gerekir.
Aretioskleroz damar sertliği


Atardamar duvarının sertleşerek esnekliğini yitirmesiyle oluşan ve daha çok erkeklerde görülen bir hastalıktır. Arteriyosklerozun sözdük anlamı atardamar sertleşmesidir. Ateroskleroz ise atardamar duvarında belli bir alanın ezilerek esnekliğini yitirmesi ve sertleşmesidir.


-Nasıl Bir Hastalıktır?

Arteriyoskleroz bütün kalp enfarktüsü, beyin trombozu ve beyin kanaması olgularının başlıca nedenidir. Ayrıca bacak kangrenlerinin büyük bir bölümü de arteriyoskleroz kaynaklıdır. Arteriyoskleroz, klinik tablo olarak ortaya çıktığı bu gibi durumlar dışında, genellikle özgün belirti vermeyen bir hastalıktır. Birçok varsayım ileri sürülmesine karşın hastalığın nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Bu nedenle hastalığın orta ve büyük atardamarlarda yaptığı lezyonlarla tanımlanması eğilimi güç kazanmaktadır. Arteriyoskleroz en çok orta ve büyük atardamarlarda görülür.
Olağan durumunda esnek olan atar-damar duvarları, damardan geçen kan miktarına göre genişler ya da daralır. Atardamarlar bu özellikleriyle dolaşımdaki kan miktarını düzenlerler. Arteriyosklerozda, atardamar duvarındaki esnek yapılar çok sert olan bağdokusu tarafından kaplanır ve esneklik yok olur. Damar duvarının sertleşmesini, duvardan damar içine doğru büyüyen oluşumlar ya da aterom plakları izler. Ozellilde aterom plaklarının gelişimi sonucunda damar boşluğunun çapı daralır ve geçen kan miktarı azalır. Aterom plakları üzerinde kan pıhtılarının daha kolay oluşması, daralmayı artırarak damarın tıkanmasına neden olur.

-Hastalığın Nedenleri
Arteriyosklerozun oluşum süreci ile ilgili birçok varsayım ileri sürülmüştür. Klinik ve deneysel yerlerle desteklenen ancak henüz geçerlilikleri kamtlanmamış iki varsayım önemlidir. İlk varsayım, arteriyosklerozun oluşumundan yağları sorumlu tutar. Atardamar duvarı içten dışa doğru iç, orta ve dış olmak üzere üç katmandan oluşur. İç katman bir kat hücre, yani endotel ile onun altında yer alan elastik bağdokusundan oluşur. Orta katmanda daha çok kasdokusu egemendir. Dış katman ise bağdokusu yapısındadır. Yapı olarak bazı açılardan trigliserit, fosfolipit ve lipoproteine benzeyen yağlar damardaki kanın basıncıyla atardamar duvarının iç katmanlanna doğru itilir. Bu yağlar olağan koşullarda atardamar duvarını aşarak lenf dolaşımına katılırlar. Ama kan dolaşımmdaki yağların çok fazla, yağ moleküllerinin büyük olması ve atardamar duvarının esnekliğini yitirmesi durumunda yağlar atardamar duvarının iç ve orta katmanlarında sıkışıp kalırlar. Atar-damar duvarındaki enzimler yağ moleküllerini parçalayarak arteriyoskleroz oluşumundan daha az önem taşıyan kolesterol, yağ asitleri ve başka maddelerin açığa çıkmasını sağlar. Serbest kalan bu maddeler atardamar duvarını tahriş eder. Damar duvarı bu uyarıya iltihabi bir tepki ile yanıt verir. İltihap sonucu gelişen sert bağdokusu damar duvarını sertleştirir. Bu süreç sırasında yıkıma uğrayan atardamar duvarında, kolayca parçalanabilen yeni kılcal damar-lar belirir. Bu da, iltihaplanmanın daha da artmasına yol açar.
Yağların sürekli olarak birikmesi ve atardamar duvarının belirli noktalarda kalınlaşması, damar duvarının içeriye doğru katlanarak aterom plaklarının oluşmasına neden olur. Aterom plakları parçalanabilir, ülserleşebilir ya da içeriğinin bir kısmını damara bırakabilir (ateromun ezilerek pelteleşmesi). Özellikle ülserleşme durumunda, dolaşımdaki trombositlerin plak üzerinde birikmesiyle pıhtılaşma süreci başlar. Bu, daha ileride pıhtı oluşumuna ve damar tıkanmasına yol açacaktır. Pıhtıdan kopan parçalar kan dolaşımıyla taşınarak daha küçük çaptaki atardamarları tıkarlar ve ciddi sonuçlara neden olabilirler.
İkinci varsayıma göre, buraya kadar sözü edilen olayları başlatan süreç farklıdır. Arteriyoskleroz oluşumunda bozukluğu başlatan etmen, atardamar duyanmn iç katmanmdaki bir lezyona bağlı pıhtılaşmadır. Başka bir deyişle, iç katmandaki küçük bir lezyon burada trombositlerin birikmesine ve hastalık zincirini başlatan olağandışı pıhtılaşmaya neden olur. Bu durumda yağların damar duvarına girerek yerleşmesi nicel açıdan önemli görülse de, ikincil bir etkendir.


-Hastalığın Belirtileri

Arteriyosklerozun özgün belirtileri olmadığı vurgulanmıştı. Belirtiler ancak damar lezyonlan belirginleştikten sonra ortaya çıkar. Arteriyoskleroz lezyonlan olan hastalann yalnız yüzde 5- l0'unda klinik belirtiler gözlenir. Hastalığa bu nedenle "aysberg hastalığı" da denir. Daha çok büyük damarlann iki dala aynldığı noktalarda yerleşir.
Japonlar'da, Yemenliler'de ve Jamaikalılar'da arteriyoskleroz kalbe oranla beyinde daha çok görülmektedir. Arteriyoskleroz belirti verdiğinde, belirtiler lezyonun yeri ile ilişkilidir. Bunun nedeni dokulara yeterli oksijen iletilememesi ve söz konusu bölgedeki kan dolaşımının engellenmesidir.
Yerleşimin beyinde olduğu durumlarda görme ve konuşma bozukluklan,ilerleyici bellek yitimi, anlık bilinç yitimleri, yer ve zaman kavramlannın bozulması, kol ya da bacaklarda kas gücünün ani ve geçici olarak zayıflaması ve son olarak da beyin trombozu gelişir.
Hastalık kalbi tutarsa kalp kasının kasılma gücü, gelen oksijenin yetersizliği nedeniyle zayıflar. Kalpte ek atımlar (ekstrasistol), kalp atışlarının nöbet halinde hızlanması (paroksismal taşikardi) ve kulakçığın hızlı kasılması (flater) gibi ritim bozuklukları görülür. Koroner damar lezyonlanna, spazma yol açan refleksler de eklenirse anjinaya benzer göğüs ağrıları belirir. Son aşamada ise miyokart enfarktüsü gelişir.
Arteriyoskleroz bacak damarlarını tutarsa yürüme sırasında kramp ağrıları, deride kalınlaşma ve rengin koyulaşması, bacaklarda ısı düşmesi ve zamanla kangren gelişir.
Son olarak, böbrek atardamarlarmnın tutulduğu olgularda kan basıncı yükselmesi ve böbrek işlevlerinde hafif bozukluklar görülür. Böbreğin küçük damarlannın da tutulması ile durum daha tehlikeli olabilir.

-Yaş ve cinsiyetin etkisi

Arteriyoskleroz erişkin erkeklerde daha yaygındır. Orta yaş düzeyinde, erkeklerde kadınlardan daha sık görüldüğü uzun süredir bilinmektedir. Menopoz sonrasmda iki cins arasmdaki fark ortadan kalkar. Kadınlarda, östrojenin ve öteki eşey hormonlarının arteriyoskleroza karşı koruyucu rolü olduğu düşünülmektedir.
Arteriyosklerozun orta yaşlı erişkinlerde daha yaygın olması gençlerde görülmeyeceği anlamına gelmez. Kore Savaşı'nda ölen askerlerde yapılan otopsi incelemelerinin sonuçlanna göre, arteriyoskleroz lezyonlan bu yaş grubunda da oldukça yaygmdır.
Bazı kişilerde arteriyosklerozun doğumdan hemen sonra gelişmeye başladığı yolunda görüşler vardır. ABD'de 35 yaşında arteriyoskleroz kaynaklı hastalıklardan ölenlerde yapılan araştırmalarda, hiçbir belirti vermediği anlaşılan koroner lezyonlanna rastlanmıştır.

Kolesterol ile ilişkisi

Kolesterolün arteriyoskleroz oluşumundaki etkisi önemli bir tartışma konusudur. Birkaç yıl önce neredeyse kolesterol ile arteriyoskleroz özdeşleştinlmişti. Daha sonra önemini belki de gereğinden çok yitiren kolesterol, günümüzde yeniden ele alınarak ğerçek boyutlarda değerlendirilmeye çalışılıyor. Bu konuda birçok deneysel veri vardır. Deney hayvanlanna yağ bakımından zengin bir beslenme rejimi uygulanınca, kan kolesterol düzeyi yükselir. Bu da, arteriyoskleroz lezyonlanna yol açar. Gerçekten de, arteriyoskleroz görülmeyen toplumlarda yağsız beslenme alışkanlıkları yaygındır. Bol yağlı besinler tüketen toplumlarda ise bu hastalık oldukça sık görülür. Amerika'ya yerleşmiş Yahudi ve Japonlar'da arteriyoskleroz sıklığı Amerikalılar'la eşdeğerdedir. Bundan da anlaşılacağı gibi, hastalıkta ırk etkeninden çok yaşam ve beslenme alışkanlıldarının önemi vardır.
Şeker hastalığı, böbrek hastalığı ve ksantomatoz (nadir doğumsal bir hastalık) gibi kanda yağ düzeyinin yüksek olduğu hastalıklara yakalananlarda arteriyoskleroz yaygındır. Ote yandan miyebm gibi kanm yağ düzeyinin düşük olduğu hastalıklarda arteriyosklerozun görülme oranı düşer. Ozetle, beslemne denetiminin arteriyosklerozdan korunma-da en iyi yöntem olduğu söylenebilir.

Hipertansiyon ile ilişkisi

Yüksek tansiyon (kan basıncı yüksekliği) kuşkusuz arteriyosklerozu ilerleten bir etkendir. Daha önce de belirtildiği gibi Japon ve Yemenliler'de arteriyoskleroz az görülür. Ama bu kişilerin yüksek tansiyonu varsa arteriyoskleroz görülme sıklığı önemli ölçüde artmaktadır.
Yüksek tansiyon atardamar duvannda daha çok kolesterol birikmesine neden olur. Daha önce değinildiği gibi kolesterolün zedeleyici etkisi ile ortaya çıkan iltihabi tepki olası bir arteriyoskleroz nedenidir. Süreç burada tamamlanmaz. Atardamar duvarında da kolesterol üretimi olması aşın kolesterol birikimine yol açar. Böylece, yüksek tansiyonun yalnız arteriyosklerozu artırmadığı, aynı zamanda arteriyosklerozun gelişimine neden olduğu söylenebilir.
Araştırma sonuçlanna göre, atardamar duvanndaki kolesterol miktan, besinlerle alınan ya da kanda bulunan kolesterol miktarından çok, yüksek tansi
yonla ilgilidir. Gerçekten de yüksek tansiyonla arteriyosklerozun birlikte görülmesi, damar hastalıklan tehlikesini çok yükseltir. Aynca arteriyosklerozun büyük damarlann esneldiğini azaltarak, kan basıncını yükselttiği de hatırlanmalıdır.
Şişmanlık ve şeker hastalığında yağlarla ilgili bozukluklar önem kazanır ve atardamarlan etkiler. Atardamar duvannda yağlar daha kolay birikir ve arteriyoskleroza giden yol açılmış olur. Arteriyoskleroz oluşumunda önemli rol oynayan öteki etkenler sigara alışkanlığı ve hareketsiz yaşamdır.

Hastalığın Tedavisi

Arteriyosklerozun nedenleri bilinmediğinden, bu hastalığa özgü tedavi yöntemleri uygulamak olanaksızdır. Hastalann belli bir beslenme programı izlemeleri gene de önemlidir.
Arteriyoskleroz oluşumunu açıklayan kuramlar arasmda en geçerli olanı hastalıkla yağlar arasında ilişki kuran yaklaşımdır. Bu yaklaşımı destekleyen birçok veri vardır: Aşın yağlı besinler verilen deney hayvanlannda mutlaka arteriyoskleroz gelişmektedir. Değişik çevrelerde yaşayan aynı ırktan bireyler, beslenme alışkanlıklarında yağ bakimmdan zengin besinler çoğunluktaysa genellikle arteriyoskleroza yakalanırlar. Şeker hastalığı ve hipotiroidizm (tiroit salgısı yetersizliği) gibi kanda yağ düzeyini yükselten hastalıklar arteriyosklerozu hazırlayıcı etki yapar. Incelenen bütün koşullar, yağlarm arteriyoskleroz oluşumunda önemli bir etkisi olduğunu gösterir. Ama bu etkinin bütün boyutlan gene de açıklıkla bilinmemektedir.İlk iki veriden çıkarılabilecek sonuç, besinlerle alman yağların arteriyoskleroz oluşumunda belirleyici olduğudur. Araştırmacılar bu konuda dikkatlerini iki yağ bileşiğinde yoğunlaştınr: Yağ asitleri ve kolesterol.Arteriyoskleroz tedavisine, hastalık klinik belirtiler vermeden önce başlamak gerekir. Tedavide beslenme alışkanlıklan yeniden düzenlenir; pıhtılaşma önleyici ve pıhtı çözücü (fibrinolitik) ilaçlar, aynca lipoprotein miktannı azaltarak kolesterol sentezini ve taşınmasmı önleyen ilaçlar kullanılır.
Arteriyosklerozda cerrahi tedavi de uygulanabilir. Koroner damar ya da büyük atardamarlann arteriyoskleroz sonucunda tıkandığı olgularda cerrahi girişime başvurulabilir. Günümüzde koroner baypas ameliyatı ya da tıkanan damarın vücuttan alman bir başka damar parçasıyla değiştirilmesi gibi uygulamalar yapılmaktadır
ASBETOSİS

Bir doğal silikat minerali olan asbestin ısıyı iletmemesi yüzünden insanlar ile birlikteliği eski çağlarda başlamıştır. On dokuzuncu yüz yılın ikinci yarısından sonraki endüstri devriminde, ısı, elektrik, sürtünme ve asitlere dayanıklı olması yüzünden bir çok işyerlerinde kullanıldığı için "sihirli mineral" olarak anılırken, yirminci yüz yılın ikinci yarısından sonra karsinojenik olması ortaya çıkınca, ismi "öldürücü toz" olmuştur.

Asbest fizik yapı olarak düz (amphibol) ve eğri lifli (chrysotile) iki türü vardır. Amphibol asbestin, kimyasal yapısına göre, crocidolite (mavi asbest), amosite (kahverengi asbest), tremolite, anthophollite ve actinolite çeşitleri vardır. Endüstride en çok kullanılan chrysotile , crocidolite ve amosite cinsleriydi. Bunlardan sağlık için en tehlikelileri olan crocidolite ve amosite'nin kullanılışı bir çok ülkelerde yasaklanmıştır. Endüstride kullanılan asbestin % 90'inı kapsayan chrysotile de bir çok ülkelerde yasaklanmış olmasına karşın daha az karsinojenisitesi tartışmalı olduğu için bazı ülkelerde sıkı kontrol altında kullanılmaktadır.

Asbest sadece solunum yoluyla vücuda girdiğinde hastalık yapabilmektedir. Sebep olduğu hastalıklar, beniğn veya maliğn olabilmektedir. Birinci grubun içinde, plevrada fibrosis, kalsifikasyon, effüzyon; akciğer parankimasında fibrosis (asbestosis) yer alır. İkinci grupta ise, plevra ve peritonun maliğn mezotelyomaları, akciğer kanserleri ve az da olsa larenks ve sindirim organı kanserleri bulunur. Hiç sigara içmeyen ve endüstriyel ilişkisi olmayan kişilerde akciğer kanser riski 1 kabul edilirse, bu oran günde 20 sigara içenlerde 45'e, hem sigara içen ve hem de asbest tozu soluyanlarda ise 92 katına çıkmaktadır. Kanserojen olan sigara ve asbest birlikte olduğu zaman insan sağlığı için çok tehlikeli bir mineral olabilmektedir. Türkiye'de kırsal bölge erkeklerinin sigara içme oranı %70'leri bulduğunu ve bununla birlikte asbest lifi soluduğunu var sayarsak halkımızın ne kadar yüksek kansere yakalanma şansı olduğunu anlarız.

Asbestin beniğn veya maliğn hastalık yapabilmesi için, solunduktan 20-40 yıl bir sürenin geçmesi gerekmektedir. İnsanlar asbesti, iş ortamında (mesleksel veya occupational) veya çevresel (environmental veya domestik) yolla soluyabilir. Az da olsa, asbest işçisinin giysisine takılmış olan tozu evdeki yakınları indirek olarak soluyabilmektedir ki buna in direk ya da paraoccupational yolla asbest solunması denilmektedir.

Türkiye'de Orta Anadolu'da yaklaşık olarak 16 milyon kişinin kırsal bölgede yaşadığı kabul edilmektedir. Bunların yirmi yaşın üstündekilerin yaklaşık % 25'inde asbeste bağlı beniğn plevral hastalıklar bulunmaktadır. Bu oran yaş ilerledikçe lineer olarak artmakta ve % 80'lere ulaşabilmektedir. Asbest denilince aklamMaliğn mezotelyoma gelmektedir. Batı dünyasında maliğn mezotelyoma insidansı 1-2.2 / 1.000.000 / yıl iken Türkiye'de yılda en az 500 kişide bu hastalık görülmektedir. Batı ülkelerinde emekli asbest işçisi hastalığı olan maliğn mezotelyoma, ülkemizde orta yaş hastalığı durumundadır. Bizim kırsal bölgemizin insanları asbesti çevresel- domestik yolla solumaktadır. Yukarıda bildirilen yıllık sayının en fazla onu mesleksel asbest solunmasıyla meydana gelebilmiştir. Yani, batı dünyasının mesleksel hastalığı, bizim çevresel hastalığımızdır. Aslen Orta Anadolu kökenli olup ta Avrupada çalışırken mezotelyomaya yakalanmış işçilerimiz tazminat almak için baş vurduğunda bu kabul edilmemekte ve akciğerindeki asbestin Anadolu toprağında bulunan tremolit olduğu gösterilerek istekleri kabul edilmemektedir. Avrupa'daki işçilerimizdeki asbestle ilgili hastalıklar, "Imported asbestos" diye yayınlanması komik olduğu kadar yüz kızartıcı bir durumdur.

Türkiye'de çalışan isçilerde de aynı karışıklık söz konusudur. Asbest işlenen bir fabrikada çalışanda bununla ilgili bir hastalık ortaya çıktığında işveren- işçi arasında sorun ortaya çıkmaktadır. İşçiyi hasta eden asbest onun köyünden mi gelmiştir, yoksa iş yerinden mi ?

Türkiye'de asbest liflerinin solunması, içinde asbest bulunan beyaz toprağın, "Ak toprak", "Gök toprak", "Ceren toprağı" "Çelpek" gibi çeşitli isimlerle, kireç, sıva, çatı ve zemin toprağı olarak kullanılmasından gelmektedir. İç Anadolu köylerinde bu amaçla kullanılan toprağın çoğunun içinde hiçbir endüstriyel değeri olmayan tremolite asbest bulunmaktadır. Bu tür asbestin lifleri tıpkı mavi ve kahverengi asbest gibi ince uzun veya kalın olabilmektedir.

Ülkemizde çevresel yolla asbest solunmasına bağlı hastalıkların en yoğun olduğu bölgeler: Eskişehir'in Mihallıççik ilçe ve köyleri, Konya Ereğli'sinin Halkapınar ve Ayrancı köyleri, Çankırı'nın Ilgaz ve Şabanözü köyleri ve Yozgat'ın Sorgun ilçesi ve köyleri, Sivas'ın Yıldızeli ve Şarkışla köyleri, Güney Doğu Anadolu bölgesinde Diyarbakır'ın batısındaki Ergani ve köyleri, Elazığ'ın Maden ve Polu köyleri, Malatya, Adıyaman ve Urfa'nın Siverek ilçesi yer almaktadır. Karadeniz'in sahil bölgeleri ve Doğu Anadolu yerleşim yerlerinde asbestle ilgili hastalık bulunmamaktadır. Trakya'nın birkaç köyünde asbest solunmasına bağlı beniğn plevral değişikliklere rastlanmıştır. Ege bölgesinde sadece Denizli'in Tavas ilçesi köylerinde, Burdur'un Yeşilova bölgesi, Kütahya'nın Aslanapa ve Gediz ilçesi, Afyon'un Elmadağ ilçesi köylerinde sporadik asbestle ilgi hastalıklar bulunmuştur. Akdeniz bölgesinde, Toros dağları yamaçlarındaki köyler ve Hatay'ın Kırıkhan ve Reyhanlı köylerinin bazılarında tremolit asbest içiren toprağın yukarıda bahsedilen yolla kullanılması sonunda iç ortam havanının solunmasıyla asbesle ilgili hastalıklar gelişmektedir.

Bir kristalize aluminosilikat olan zeolit'lerin doğal 30 türünün içinde sadece erionite ve mordenite lifsel yapıdadır. Bunlardan yalnız kristal yapısi lifsel olan erionite'in epidemiyolojik, in vivo ve in vitro olarak karsinojenik ve fibrojenik olduğu gösterilmiştir. Erionite'nin şimdiye kadar bilinen en potent kanser yapıcı bir mineral olduğu Dünya Sağlık Teşkilatına bağlı, Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu (International Agency Research on Cancer) tarafından kabul edilmiştir.

Binlerce yıl önce Erciyes, Hasandağ ve hemen yakınındaki Melendiz dağlarının volkanik lavlarının örttüğü, yabancıların Cappadocia, bizlerin Göreme dediği bölgede eşsiz doğa harikası olan jeolojik bir yapı ortaya çıkmıştır. Bu yörenin sadece üç yerinde, su ve tuz ile reaksiyona giren volkanik lavlar chabazite, clinopitololite ve kristalize olarak lifsel yapıda erionite'nin oluştuğu yerlerde Karain, Tuzköy ve Sarıhıdır köyleri yerleşmiştir. Erionite'nin asbestin yaptığı hastalıkların tümüne sebep olduğu Göreme bölgesindeki çalışmalarla gün yüzüne çıkmıştır. Bu bölgedeki üç köyden ayrı olarak diğer köylerde seyrek de olsa maliğn plevral ve peritoneal mezotelyoma endemisi olduğu tarafımızdan gösterilmiştir. Bölgeden gelen mezotelyomalı hastaların ortalama yaşı 50 olup en genci 26, en yaşlısı ise 75 bulunmuştur. Hastalık hem kadınlarda ve hem de erkeklerde görülüyordu. İşin ilginç yanı, hastalığın bazı ailelerde daha yoğun bir şekilde görülmesiydi. Bir aile içinde plevral ve peritoneal mezotelyoma ile birlikte lenfoma, karaciğer kanseri, kemik sarkomu gibi mezotelyoma dışı tümörler de görülmekteydi. Bu gözlemler kanserin oluşmasında esas etken erionite olmakla beraber genetik yatkınlığın da ek faktör olarak etkili olabileceğini işaret etmektedir.

Göremenin Karain, Tuzköy ve Sarıhıdır köylerinde yapılan proportional mortalite çalışmalarında, ilk iki köyde ölenlerin % 70'inin maliğn hastalıktan öldüğü gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Buna karşın Kızırmağın güneyindeki eski yerleşim yerini nehrin taşkınları ve arkadaki kayaların düşerek insan ve hayvan zayiatına sebep olması nedeniyle zamanın hükümeti 1958 yılında köyün nehrin kuzey yakasındaki tuğla, briket gibi malzeme ile yapılmış yeni evlere taşınmasını sağlamıştır. Sarıhıdır'daki mortalite oranının % 50'nin altında olması buna bağlı olsa gerek. Bu köydeki hastaların birisi hariç tümü eski köyde doğmuş bireylerdi. Bu olay Göreme'deki kanser sorununun ancak, köy yerlerinin değiştirilmesiyle çözülebileceğini göstermektedir.

Göreme'deki kanserli köylerdeki insanlar, ev ve bahçe duvarlarının yapı taşları olan su kayasının içindeki erionit'ten solumaktadır. Hasta ve sağlamların bronş sekresyonunda, soludukları evin havasında ve akciğerlerinde hem erionite lifleri ve asbest cisimciğine benzeyen zeolite cisimcikleri gösterilmiştir. Bugün sadece 35 haneli bir köy haline gelen Karainliler'ın büyük bir kısmı, çeşitli nedenlerle, yurt içi ve yurt dışı yerlerde yaşamlarını sürdürmektedirler. Köyden ilkokulu bitirdikten sonra ayrılanların bile dünyanın neresine giderse gitsin mezotelyoma riskini taşımaktadır.


Prof. Dr. İzzettin Barış
 
ASPERGİLLOSİS:ASPERGİLLOZ:AKCİĞER ASPERGİLLOZU


Akciğer aspergillozisi, dünyanın her bölgesinde görülen bir mantar enfeksiyonudur. Aspergillus türü mantarlar toprakta ve çürümüş organik materyalde bulunurlar. Akciğer aspergillozisinin hipersensitivite (aşırı duyarlılık) reaksiyonları, bölgesel üreme ve ilerleyici aspergillozis (aspirgillus mantarının enfeksiyonu) olmak üzere üç farklı klinik şekli vardır .

En sık rastlanan şekil beölegsel üreme grubuna giren akciğer aspergillomadır. Pulmoner miçetoma (mantar topu : küf mantarının bir yumak oluşturarak akciğerdeki tüberkülozun yaptığı boşluklara yani kavitelere yerleşmesi) isimlerini de alan aspergilloma, fibrin, mukus, inflamatuar (iltihap) hücreler ve debris (harap doku) artıklarının birikmesi ile birlikte mantarların oluşturduğu yoğun yuvarlak kitlelerdir. En sık Aspergillus fumigatus olmak üzere Mucorales ve Candida türleri de miçetoma(mantar topu) nedeni olmaktadır (2, 3). Ancak her zaman histolojik tanı mümkün olmadığından miçetoma yerine aspergilloma ismi de kullanılmaktadır.

Akciğerlerde kavite açılmasına neden olan herhangi bir hastalık miçetoma oluşumuna neden olabilir.

Genellikle iyileşmiş açık tüberküloz kaviteleri içinde mantar kolonilerin birikimi ile oluşur. Aspergilloma ikinci sıklıkta sarkoidoz(özel bir tüm sistemleri etkileyen hastalık) ile birliktedir. Daha nadir olarak bronşektazi(bronş genişlemesi), bronşial kistler, kronik (müzmin)bakteriyel abseler, kaviter karsinomlar(kanserler)da oluşabilir .

Pulmoner aspergilloma(akciğer aspergilloması) genellikle asemptomatiktir(belirtisizdir). Semptomatik (belirtili) olanlarda en sık aralıklı ve az miktarda hemoptizi (kanlı balgam) görülür. Bir seride %55 oranında hemoptizi bildirilmiş olup, hastaların %21'inde masif (yoğun)hemoptizi tespit edilmiştir . Değişik raporlarda hemoptizi oranı %50 ile %85 arasındadır. Diğer semptomlar (bulgular) genellikle prodüktif(balgamlı) veya kuru öksürük, nefes darlığı ve kilo kaybıdır. Fizik muayenenin özelliğinin olmadığı belirtilmektedir .
Akciğerlerin radyolojik tetkiki aspergilloma teşhisinde en önemli metoddur. Değişmez röntgen bulgusu, kavite duvarında hale veya yarımay şeklinde hava ile ayrılmış (Monod bulgusu), sferik veya oval, tek dansiteli solid bir kitledir. Aspergilloma sıklıkla üst loblarda tek bir soliter lezyon olarak yerleşir ve bu görünümü oldukça patognomoniktir(teşhiskoydurucudur). Ayrıca, kavite içindeki fungus topunun değişik pozisyonlarda yer değiştirmesi, yani hareketli olması da tanıda önemli bir özelliktir . Bilgisayarlı tomografi düz filmlerden daha hassas bir şekilde ve hatta fungus topu daha olgunlaşmadan lezyonu göstermektedir .

Aspergilloma teşhisinde standart laboratuar bulguları çok az faydalıdır. Olguların hemen tümünde serumda aspergillus antijenlerini presipite eden( çökelten) antikorlar mevcuttur .(presipitasyon testi)Kesin tanı, balgam kültüründe aspergillus gösterilmesiyle histolojik olmasına rağmen radyoloji, klinik özellikler ve presipitasyon testi ile tanı sağlanabilir.

Hastalığın prognozunu(gidişini) önceden tahmin etmek zordur. Ölüm genellikle pulmoner(akciğer) enfeksiyonlar, masif kanama ve postoperatif (ameliyat sonrası)komplikasyonlardan olmaktadır (5).

Aspergillomanın tedavisi tartışmalıdır. Sadece ciddi ve hayatı tehdit eden hemoptizili (kanlı balgamlı) olgularda lobektomi (akciğerin bir lobunun çıkarılması) herkes tarafından kabul edilmekle birlikte, bazı yazarlar tüm olgularda rezeksiyonu önermektedir (5). Ancak, yayınlanan serilerde çoğu fatal(ölümcül) olan postoperatif (ameliyat sonrası)komplikasyonlar bildirilmektedir (3). Aspergillomanın medikal(ilaçla) tedavisi başarısızdır. Amphotericin B, fluconazole, miconazole gibi antifungal(mantar ilaçları) ilaçlar denenmiş, ancak başarılı olunmamıştır (10). Hastaların takibe alınması ve zorunlu olmadıkça cerrahiden kaçınılması en iyi yol gibi gözükmektedir.

Kaynaklar

.Wout JW, Beaumont F. Clinical manifestations of systemic fungal infections and clinical manifestations of pulmonary aspergillus infections. Mycoses 1988; 2: 9-14.

.Steven MA, George HT. Pulmonary aspergillosis. In: Fishman AP, editor. Pulmonary disease and disorders. Second ed. New York; Mc Graw Hill, 1988:1639-56.

.Glimp RA, Bayer AS. Pulmonary aspergilloma: diagnostic and therapeutic considerations. Arch Intern Med 1983;143:303-8.

.British Thoracic and Tuberculosis Association. Aspergilloma and residual tuberculosis cavities: the result of a survey. Tubercle 1970;51:227-45.

.Daly RC, Pairolero PC, Piehler JM. Pulmonary aspergilloma. Results of surgical treatment. J Thorax Cardiovasc Surg 1986;96:981-8.

.Sider L, Davis T. Pulmonary aspergillosis: unusual radiographic appearance. Radiology 1987;162:657-9.

.Roberts CM, Citron KM, Strickland B. Intrathoracic aspergilloma: role of CT in diagnosis and treatment. Radiology 1987;165:123-7.
Astım bronş astımı

Çok uzun süredir astımla yaşıyor olsanız bile, astımın tam olarak ne olduğunu, vücudunuz üzerindeki etkilerini ve bu sağlık durumunu nasıl kontrol altına alabileceğiniz konusunda yardıma ihtiyaç duyabilirsiniz. Kendinizi daha iyi hissetmeye astım hakkındaki tüm gerçekleri öğrenerek başlayın.

Astım akciğerlerinizde meydana gelen kronik bir rahatsızlık olup, iki farklı boyutu vardır:




Daralma(Constriction)
Akciğerlerinizdeki hava yollarının etrafındaki kaslar beraberce kasılır veya daralır. Bu daralmaya genel olarak "bronkokonstriksiyon" denir, ve akciğerlerinizin nefes alıp vermesini zorlaştırabilir.

İltihaplanma(Inflammation)
Astım hastasıysanız, akciğerlerinizde bulunan hava yollarınız genelde şişik ve rahatsızdır. Nöbet başladığı zaman daha da şişer ve rahatsızlanır. Doktorunuz bu şişme ve rahatsızlıktan "iltihaplanma" olarak bahsedebilir. İltihaplanma, ciğerlerinizden alıp verebildiğiniz hava miktarında azalmaya sebep olabilir.


Daralma ve iltihaplanma; hırıltılı solunum, öksürük, göğüs darlığı ve nefes darlığı gibi semptomlara yol açabilir. Ayrıca, tedavi edilmediği takdirde, astım uzun vadede akciğer işlevlerinin kaybına da sebep olabilmektedir.

Astımınız varsa ve herhangi bir tetikleyiciye maruz kalırsanız, akciğerlerinize giden hava yolları her zamankinden daha çok şişerek iltihaplanır ve nefes almanız zorlaşır. Hava yollarını çevreleyen kasların daralması sonucu hava yolları da kasılır ve mukoza oluşması nedeniyle "tıkanırlar".

Astım semptomlarınızın alevlenmesine yol açan birtakım tetikleyiciler vardır. Bunların arasında alerjiler, enfeksiyonlar ve eviniz veya ofisinizde maruz kalabileceğiniz kuvvetli koku veya buharlar olabilir. Herhangi bir tetikleyiciye maruz kalıp tepki verdiğiniz zaman, hava yollarınız diğer tetikleyicilere karşı daha da hassaslaşır. Bundan dolayı, astımınızı sürekli olarak kontrol altında tutmanız önemlidir. Semptomlarınızın kuvvetli olmadığı zamanlarda bile hava yollarınız iltihaplı kalabilir.

Belirtileri:
Astımınız kontrol altında olmadığı zamanlarda neler yaşıyorsunuz? Nefes alırken ötme sesi mi çıkarıyorsunuz? Göğsünüzde darlık mı hissediyorsunuz? Çoğu astımlı hasta aşağıdaki klasik semptomların bir veya daha çoğunu yaşar:
Ötme Sesi - Nefes verirken çıkan ıslığa benzer ses.


Öksürük - Bir türlü kesilmeyen ve geceleri başlayan veya daha da kötüleşen bir öksürük


Göğüs Darlığı - Göğsünüzün çevresi halatla sıkılıyormuş gibi bir his


Nefes Darlığı - İncecik bir kamıştan nefes almaya çalışıyormuş, hatta hiç nefes alamıyormuş gibi bir his. Özellikle nefes vermekte zorluk.
Yukarıda sayılan semptomlar doktorunuzun önerdiği tedavi planına uymadığınız (hatta bazen uyduğunuzda bile) durumlarda oluşabilir.

Astımın temel gerçeği şudur: Astım hiç yakanızı bırakmayan sessiz ve sinsi bir rahatsızlık olabilir. Semptomlarınız olmadığı zamanlarda bile hava yollarınız daralmış ve iltihaplı olabilir. Bu yüzden de kendinizi iyi hissediyor olsanız bile astımı sürekli olarak kontrol altında tutmak büyük önem taşır. Tedavi edilmediği durumlarda, astımın uzun vadede akciğer işlevi kaybına yol açtığını gösteren kanıtların sayısı artmaktadır.

Astım tetikleyicileri:
Astım tetikleyicileri, çevrenizde bulunan ve astım semptomları veya astım nöbeti yaşamanıza neden olabilecek şeylerdir. Astım semptomlarınızı alevlendirebilecek çeşitli tetikleyiciler vardır ve bunlar insandan insana farklılık gösterir. Siz tetikleyicilerinizi belirleyip bunlardan uzak kalarak, rahatsızlık veren astım semptomlarını önleyebilirsiniz. Tetikleyicilerinizi tanıyıp, belirleyip bunlardan kaçınmak, astımınızı başarıyla kontrol altına alabilecek detaylı bir eylem planının parçası olmalıdır.

Astım tetikleyicilerinin tümünden kurtulmak mümkün olmayabilir. Yine de, onları ev ve iş ortamınızda olabildiğince kenidinizden uzak tutmalısınız. Bu sayede, çok daha az astım semptomu veya nöbeti geçirerek daha sağlıklı bir yaşam sürebilirsiniz.

Sigara
Evinizde ve etrafınızda sigara içilmesine izin vermeyin, bilhassa yatak odası ve arabanızda.


Dumanaltı alanlardan uzak durun.
Toz Böcekleri
Toz böcekleri, kumaş ve halılarda yaşayan, gözle görülmeyen hayvancıklardır.


Yatak ve yastığınızı toz geçirmeyen özel bir kılıfla kaplayın.


En az 5 yılda bir eski yastıklarınızı yenileri ile değiştirin.


Yatağınızdaki çarşaf ve yorganları her hafta sıcak suda yıkayın. Suyun ısısı 55 dereceden yüksek olmalıdır (ev tozları bu ısıda ölür).


Yatağınızın tozlanmaması için, gündüzleri tüm yatağı kaplayan bir yatak örtüsü serin. Gece örtüyü başka bir odaya koyun.
Ev Hayvanları

Bazı insanlar tüylü hayvanların derilerinden dökülen maddeler veya kurumuş tükürüğe karşı alerjik olabilmektedir. Eğer sizin için de durum böyle ise;
Hayvanınız varsa ona yeni bir ev bulun veya baştan evinize sokmayın. Bunu yapmak çok zor olabilir. Ama hayvanlara alerjiniz varsa, astımınızı kontrol altına almanın en iyi yolu bu olacaktır.


Evinizde hayvan bulunmasına engel olamıyorsanız hiç olmazsa yatak odanıza sokmayın ve yatak odasının kapısını sürekli kapalı tutun.


Yatak odanızdaki klima mazgallarına filtre taktırmayı deneyin.


Evinizdeki halıları ve varsa mobilyaların üzerine attığınız kumaşları kaldırın. Bu mümkün değilse, hayvanı evde bunların olduğu odalara sokmayın.
Hamamböcekleri

Astımı olan birçok kişi hamam böceklerinin kuru döküntü ve dışkılarına alerjiktir.
Yatak odanızda yiyecek bulundurmayın.


Yiyecek ve çöpü kapalı kutularda bulundurun (gıda maddelerini asla dışarıda bırakmayın).


Tuzaklar ve ilaçlar ile hamamböceklerini yokedin.


Hamam böceklerini öldürmek için sprey kullanıyorsanız, koku geçene kadar o odaya girmeyin.
Ev Küfü
Damlayan musluk, boru ve diğer su kaynaklarını onarın.


Küflü yüzeyleri çamaşır suyu içeren bir temizlik maddesi ile silin.


Küflenmiş banyo perdelerini yıkayın veya yenileyin.
Duman, Kuvvetli Kokular ve Spreyler
Mümkünse odunlu soba, kerosenli ısıtıcı kullanmayın ve şömine yakmayın.


Parfüm, talk pudrası, saç spreyi ve boya gibi kuvvetli koku ve spreylerden uzak durmaya çalışın.
Polen veya Açık Hava Küfleri

Alerji mevsimi süresince aşağıdakileri yapmaya çalışın:
Pencereleri kapalı tutun.


Mümkünse, öğlen ve öğleden sonra saatlerinde evde kalın ve pencereleri kapalı tutun. Polen ve bazı küf tipleri bu saatlerde çok yoğundur.


Alerji mevsimi başlamadan önce astım tedavinizde herhangi bir ayarlama gerekip gerekmediği konusunda doktorunuza danışın.


Spor

Astımınız olsa da aktif bir yaşam sürebilirsiniz. Egzersiz, spor, oyun veya yoğun çalışma gibi aktivitelerde bulunurken astım semptomları yaşıyorsanız doktorunuzla görüşün.
Egzersiz yapmaya başlamadan önce semptomları önlemek amacıyla herhangi bir ilaç alma konusunda doktorunuza danışın.


Egzersize başlamadan önce 6 ila 10 dakika boyunca gerilerek veya yürüyerek ısının.


Hava kirliliği ve polen düzeylerinin (polene alerjiniz varsa) yüksek olduğu zamanlarda açık havada çalışmayın veya başka bir aktivitede bulunmayın.
Soğuk Algınlığı ve Enfeksiyonlar

Soğuk algınlığı ve enfeksiyonlar astımınızı tetikliyorsa, kendinizi hasta hissettiğiniz zamanlarda nasıl bir tedavi planı uygulamanız gerektiği konusunda doktorunuz ile görüşün. Ayrıca aşağıdakileri deneyebilirisiniz:
Grip aşısı olun.


Bol bol dinlenin, dengeli beslenin, düzenli olarak egzersiz yapın, bol sıvı tüketin, ve soğuk algınlığı olanlardan uzak durarak sağlıklı kalmaya çalışın.
Hava
Soğuk ve rüzgarlı günlerde ağız ve burnunuzu bir atkıyla kapatın.


Polen ve küf alerjiniz varsa, polen ve küf düzeylerinin yüksek olduğu günlerde sokağa çıkmamaya çalışın (hava raporlarını takip edin).
Diğer Tetikleyiciler
Sülfitli gıdalardan uzak durun: Örneğin, astım semptomlarına neden oluyorsa, bira veya şarap içmeyin, karides, kuru meyve, veya işlenmiş patates yemeyin.


Diğer ilaçlar: Doktorunuza diğer bütün almayı düşündüğünüz tüm ilaçları söyleyin. Bunlara aspirin, nezle ilaçları, nonsteroidler (ibuprofen, naproksen) ve hatta göz damlası bile dahildir.
Astım, genelde astım semptomları veya nöbetlerine yol açan "tetikleyicileri" temel alan kategori veya gruplara ayrılır. Bu kategoriler veya astım türleri aşağıdaki gibidir:

Alerjik Astım

Alerjik astım, polenler veya hayvan dışkısı gibi alerjenlere karşı alerjik bir tepki olarak tetiklenir. Bu tip astım hastalarının kendileri veya ailelerinde alerji (örneğin, saman nezlesi) ve/veya egzema (kaşıntılı, kızartılı ve su toplaması gibi sonuçlar doğuran bir cilt problemi) geçmişi vardır.

Mevsimsel Astım

Alerjik astımın bir şekli olan mevsimsel astım, havaya polen bırakan ağaçlar, çimen ve çiçekler tarafından tetiklenebilir. Örneğin, bazı insanların astımı ilkbaharda bitkiler çiçek açarken daha kötü olur. Bazı insanlar ise yazın son dönemleri ve sonbaharın başlarında yapraklar küf tuttuğunda daha çok sorun yaşar.

Alerjik Olmayan Astım

Bazı astım hastalarının nöbetleri alerji kökenli olmaz. Bu kişilerin semptomları ve hava yollarında oluşan değişiklikler alerjik astımı olanlarla aynı olsa da, astımlarını tetikleyen şey alerji değildir. Ancak, astımı olan birçok kişi gibi, tütün dumanı, tahta dumanı, oda deodorantları, çam kokuları, taze boya, ev ve temizlik ürünleri, mutfaktan gelen kokular, iş yerinde bulunan kimyasallar, parfümler ve hava kirliliği gibi havadan solunan bir veya daha fazla alerjik olmayan rahatsız edici madde yüzünden astım nöbeti geçirebilirler. Nezle veya grip gibi sıradan solunum enfeksiyonları veya sinüs enfeksiyonu da semptomların ortaya çıkmasına neden olabilir. Egzersiz, soğuk hava, hava sıcaklığında ani değişimler, ve hatta gastroözofageal reflü bile alerjik kökenli olmayan astım hastalarının semptomlarını tetikleyebilir.

Spor/Egzersiz Kökenli Astım

Egzersiz kökenli astım, egzersiz veya benzeri fiziksel aktivitelerden tetiklenen astım semptomları anlamına gelir. Bu semptomlar genelde egzersiz esnasında veya hemen sonrasında fark edilir. Bu tip astım hastalarının kışın açık havada spor yapmaları özellikle yanlıştır.

Gece Astımı

Astımı olan her kişide olabilir. Gecenin ortasında, genellikle saat 2 ila 4 arasında kötüleşen astım semptomlarına bu ad verilir.

Astım semptomlarının gece daha da kötüleşmesine neden olan şeyler arasında sinüs enfeksiyonları ve ev tozları, veya hayvan döküntülerinin neden olduğu burun akıntıları da sayılabilir. Vücut saatinizin de burada bir rolü olabilir. Vücudunuzun astımla savaşmak için ürettiği adrenalin ve steroid gibi maddeler sabah saat 4 ve 8 arasında en düşük düzeydedirler. Bunun sonucunda, astım semptomlarının bu saatlerde nüksetmesi daha kolaydır.

Tedavi:
Günümüzde astım tedavisi, enflamasyonu ve havayollarının çok fazla daralmasını önlemek üzerine odaklanmaktadır. Yani, ataklarınızı başlamadan durdurabilmeniz hedeflenmektedir.

Sizin durumunuzu göz önüne alarak, doktorunuz size gerekli tedaviyi önerecektir. Düzenli izleme, tetikleyici faktörlerin anlaşılması ve doktorunuzla iletişim kurma aracılığıyla astımınızın kontrol altına alınması, hergün sağlıklı nefes almanıza yardımcı olacaktır. Astım tedavisinde kullanılan ilaçların iki türü vardır:
Tüm hastalarda yakınmalar başladığı anda hemen alınacak şikayet giderici (rahatlatıcı) ilaçlar (kısa ve uzun etkili bronkodilatörler).


Hastaların çoğunda gerekli olan, yeni krizlerin gelmesini önleyen havayolları çeperlerindeki iltihabı tedavi eden koruyucu ilaçlar (anti-enflamatuarlar).
Size uygun tedavi yöntemi için doktorunuza danışın
 
Astım bronş astımı

Çok uzun süredir astımla yaşıyor olsanız bile, astımın tam olarak ne olduğunu, vücudunuz üzerindeki etkilerini ve bu sağlık durumunu nasıl kontrol altına alabileceğiniz konusunda yardıma ihtiyaç duyabilirsiniz. Kendinizi daha iyi hissetmeye astım hakkındaki tüm gerçekleri öğrenerek başlayın.

Astım akciğerlerinizde meydana gelen kronik bir rahatsızlık olup, iki farklı boyutu vardır:




Daralma(Constriction)
Akciğerlerinizdeki hava yollarının etrafındaki kaslar beraberce kasılır veya daralır. Bu daralmaya genel olarak "bronkokonstriksiyon" denir, ve akciğerlerinizin nefes alıp vermesini zorlaştırabilir.

İltihaplanma(Inflammation)
Astım hastasıysanız, akciğerlerinizde bulunan hava yollarınız genelde şişik ve rahatsızdır. Nöbet başladığı zaman daha da şişer ve rahatsızlanır. Doktorunuz bu şişme ve rahatsızlıktan "iltihaplanma" olarak bahsedebilir. İltihaplanma, ciğerlerinizden alıp verebildiğiniz hava miktarında azalmaya sebep olabilir.


Daralma ve iltihaplanma; hırıltılı solunum, öksürük, göğüs darlığı ve nefes darlığı gibi semptomlara yol açabilir. Ayrıca, tedavi edilmediği takdirde, astım uzun vadede akciğer işlevlerinin kaybına da sebep olabilmektedir.

Astımınız varsa ve herhangi bir tetikleyiciye maruz kalırsanız, akciğerlerinize giden hava yolları her zamankinden daha çok şişerek iltihaplanır ve nefes almanız zorlaşır. Hava yollarını çevreleyen kasların daralması sonucu hava yolları da kasılır ve mukoza oluşması nedeniyle "tıkanırlar".

Astım semptomlarınızın alevlenmesine yol açan birtakım tetikleyiciler vardır. Bunların arasında alerjiler, enfeksiyonlar ve eviniz veya ofisinizde maruz kalabileceğiniz kuvvetli koku veya buharlar olabilir. Herhangi bir tetikleyiciye maruz kalıp tepki verdiğiniz zaman, hava yollarınız diğer tetikleyicilere karşı daha da hassaslaşır. Bundan dolayı, astımınızı sürekli olarak kontrol altında tutmanız önemlidir. Semptomlarınızın kuvvetli olmadığı zamanlarda bile hava yollarınız iltihaplı kalabilir.

Belirtileri:
Astımınız kontrol altında olmadığı zamanlarda neler yaşıyorsunuz? Nefes alırken ötme sesi mi çıkarıyorsunuz? Göğsünüzde darlık mı hissediyorsunuz? Çoğu astımlı hasta aşağıdaki klasik semptomların bir veya daha çoğunu yaşar:
Ötme Sesi - Nefes verirken çıkan ıslığa benzer ses.


Öksürük - Bir türlü kesilmeyen ve geceleri başlayan veya daha da kötüleşen bir öksürük


Göğüs Darlığı - Göğsünüzün çevresi halatla sıkılıyormuş gibi bir his


Nefes Darlığı - İncecik bir kamıştan nefes almaya çalışıyormuş, hatta hiç nefes alamıyormuş gibi bir his. Özellikle nefes vermekte zorluk.
Yukarıda sayılan semptomlar doktorunuzun önerdiği tedavi planına uymadığınız (hatta bazen uyduğunuzda bile) durumlarda oluşabilir.

Astımın temel gerçeği şudur: Astım hiç yakanızı bırakmayan sessiz ve sinsi bir rahatsızlık olabilir. Semptomlarınız olmadığı zamanlarda bile hava yollarınız daralmış ve iltihaplı olabilir. Bu yüzden de kendinizi iyi hissediyor olsanız bile astımı sürekli olarak kontrol altında tutmak büyük önem taşır. Tedavi edilmediği durumlarda, astımın uzun vadede akciğer işlevi kaybına yol açtığını gösteren kanıtların sayısı artmaktadır.

Astım tetikleyicileri:
Astım tetikleyicileri, çevrenizde bulunan ve astım semptomları veya astım nöbeti yaşamanıza neden olabilecek şeylerdir. Astım semptomlarınızı alevlendirebilecek çeşitli tetikleyiciler vardır ve bunlar insandan insana farklılık gösterir. Siz tetikleyicilerinizi belirleyip bunlardan uzak kalarak, rahatsızlık veren astım semptomlarını önleyebilirsiniz. Tetikleyicilerinizi tanıyıp, belirleyip bunlardan kaçınmak, astımınızı başarıyla kontrol altına alabilecek detaylı bir eylem planının parçası olmalıdır.

Astım tetikleyicilerinin tümünden kurtulmak mümkün olmayabilir. Yine de, onları ev ve iş ortamınızda olabildiğince kenidinizden uzak tutmalısınız. Bu sayede, çok daha az astım semptomu veya nöbeti geçirerek daha sağlıklı bir yaşam sürebilirsiniz.

Sigara
Evinizde ve etrafınızda sigara içilmesine izin vermeyin, bilhassa yatak odası ve arabanızda.


Dumanaltı alanlardan uzak durun.
Toz Böcekleri
Toz böcekleri, kumaş ve halılarda yaşayan, gözle görülmeyen hayvancıklardır.


Yatak ve yastığınızı toz geçirmeyen özel bir kılıfla kaplayın.


En az 5 yılda bir eski yastıklarınızı yenileri ile değiştirin.


Yatağınızdaki çarşaf ve yorganları her hafta sıcak suda yıkayın. Suyun ısısı 55 dereceden yüksek olmalıdır (ev tozları bu ısıda ölür).


Yatağınızın tozlanmaması için, gündüzleri tüm yatağı kaplayan bir yatak örtüsü serin. Gece örtüyü başka bir odaya koyun.
Ev Hayvanları

Bazı insanlar tüylü hayvanların derilerinden dökülen maddeler veya kurumuş tükürüğe karşı alerjik olabilmektedir. Eğer sizin için de durum böyle ise;
Hayvanınız varsa ona yeni bir ev bulun veya baştan evinize sokmayın. Bunu yapmak çok zor olabilir. Ama hayvanlara alerjiniz varsa, astımınızı kontrol altına almanın en iyi yolu bu olacaktır.


Evinizde hayvan bulunmasına engel olamıyorsanız hiç olmazsa yatak odanıza sokmayın ve yatak odasının kapısını sürekli kapalı tutun.


Yatak odanızdaki klima mazgallarına filtre taktırmayı deneyin.


Evinizdeki halıları ve varsa mobilyaların üzerine attığınız kumaşları kaldırın. Bu mümkün değilse, hayvanı evde bunların olduğu odalara sokmayın.
Hamamböcekleri

Astımı olan birçok kişi hamam böceklerinin kuru döküntü ve dışkılarına alerjiktir.
Yatak odanızda yiyecek bulundurmayın.


Yiyecek ve çöpü kapalı kutularda bulundurun (gıda maddelerini asla dışarıda bırakmayın).


Tuzaklar ve ilaçlar ile hamamböceklerini yokedin.


Hamam böceklerini öldürmek için sprey kullanıyorsanız, koku geçene kadar o odaya girmeyin.
Ev Küfü
Damlayan musluk, boru ve diğer su kaynaklarını onarın.


Küflü yüzeyleri çamaşır suyu içeren bir temizlik maddesi ile silin.


Küflenmiş banyo perdelerini yıkayın veya yenileyin.
Duman, Kuvvetli Kokular ve Spreyler
Mümkünse odunlu soba, kerosenli ısıtıcı kullanmayın ve şömine yakmayın.


Parfüm, talk pudrası, saç spreyi ve boya gibi kuvvetli koku ve spreylerden uzak durmaya çalışın.
Polen veya Açık Hava Küfleri

Alerji mevsimi süresince aşağıdakileri yapmaya çalışın:
Pencereleri kapalı tutun.


Mümkünse, öğlen ve öğleden sonra saatlerinde evde kalın ve pencereleri kapalı tutun. Polen ve bazı küf tipleri bu saatlerde çok yoğundur.


Alerji mevsimi başlamadan önce astım tedavinizde herhangi bir ayarlama gerekip gerekmediği konusunda doktorunuza danışın.


Spor

Astımınız olsa da aktif bir yaşam sürebilirsiniz. Egzersiz, spor, oyun veya yoğun çalışma gibi aktivitelerde bulunurken astım semptomları yaşıyorsanız doktorunuzla görüşün.
Egzersiz yapmaya başlamadan önce semptomları önlemek amacıyla herhangi bir ilaç alma konusunda doktorunuza danışın.


Egzersize başlamadan önce 6 ila 10 dakika boyunca gerilerek veya yürüyerek ısının.


Hava kirliliği ve polen düzeylerinin (polene alerjiniz varsa) yüksek olduğu zamanlarda açık havada çalışmayın veya başka bir aktivitede bulunmayın.
Soğuk Algınlığı ve Enfeksiyonlar

Soğuk algınlığı ve enfeksiyonlar astımınızı tetikliyorsa, kendinizi hasta hissettiğiniz zamanlarda nasıl bir tedavi planı uygulamanız gerektiği konusunda doktorunuz ile görüşün. Ayrıca aşağıdakileri deneyebilirisiniz:
Grip aşısı olun.


Bol bol dinlenin, dengeli beslenin, düzenli olarak egzersiz yapın, bol sıvı tüketin, ve soğuk algınlığı olanlardan uzak durarak sağlıklı kalmaya çalışın.
Hava
Soğuk ve rüzgarlı günlerde ağız ve burnunuzu bir atkıyla kapatın.


Polen ve küf alerjiniz varsa, polen ve küf düzeylerinin yüksek olduğu günlerde sokağa çıkmamaya çalışın (hava raporlarını takip edin).
Diğer Tetikleyiciler
Sülfitli gıdalardan uzak durun: Örneğin, astım semptomlarına neden oluyorsa, bira veya şarap içmeyin, karides, kuru meyve, veya işlenmiş patates yemeyin.


Diğer ilaçlar: Doktorunuza diğer bütün almayı düşündüğünüz tüm ilaçları söyleyin. Bunlara aspirin, nezle ilaçları, nonsteroidler (ibuprofen, naproksen) ve hatta göz damlası bile dahildir.
Astım, genelde astım semptomları veya nöbetlerine yol açan "tetikleyicileri" temel alan kategori veya gruplara ayrılır. Bu kategoriler veya astım türleri aşağıdaki gibidir:

Alerjik Astım

Alerjik astım, polenler veya hayvan dışkısı gibi alerjenlere karşı alerjik bir tepki olarak tetiklenir. Bu tip astım hastalarının kendileri veya ailelerinde alerji (örneğin, saman nezlesi) ve/veya egzema (kaşıntılı, kızartılı ve su toplaması gibi sonuçlar doğuran bir cilt problemi) geçmişi vardır.

Mevsimsel Astım

Alerjik astımın bir şekli olan mevsimsel astım, havaya polen bırakan ağaçlar, çimen ve çiçekler tarafından tetiklenebilir. Örneğin, bazı insanların astımı ilkbaharda bitkiler çiçek açarken daha kötü olur. Bazı insanlar ise yazın son dönemleri ve sonbaharın başlarında yapraklar küf tuttuğunda daha çok sorun yaşar.

Alerjik Olmayan Astım

Bazı astım hastalarının nöbetleri alerji kökenli olmaz. Bu kişilerin semptomları ve hava yollarında oluşan değişiklikler alerjik astımı olanlarla aynı olsa da, astımlarını tetikleyen şey alerji değildir. Ancak, astımı olan birçok kişi gibi, tütün dumanı, tahta dumanı, oda deodorantları, çam kokuları, taze boya, ev ve temizlik ürünleri, mutfaktan gelen kokular, iş yerinde bulunan kimyasallar, parfümler ve hava kirliliği gibi havadan solunan bir veya daha fazla alerjik olmayan rahatsız edici madde yüzünden astım nöbeti geçirebilirler. Nezle veya grip gibi sıradan solunum enfeksiyonları veya sinüs enfeksiyonu da semptomların ortaya çıkmasına neden olabilir. Egzersiz, soğuk hava, hava sıcaklığında ani değişimler, ve hatta gastroözofageal reflü bile alerjik kökenli olmayan astım hastalarının semptomlarını tetikleyebilir.

Spor/Egzersiz Kökenli Astım

Egzersiz kökenli astım, egzersiz veya benzeri fiziksel aktivitelerden tetiklenen astım semptomları anlamına gelir. Bu semptomlar genelde egzersiz esnasında veya hemen sonrasında fark edilir. Bu tip astım hastalarının kışın açık havada spor yapmaları özellikle yanlıştır.

Gece Astımı

Astımı olan her kişide olabilir. Gecenin ortasında, genellikle saat 2 ila 4 arasında kötüleşen astım semptomlarına bu ad verilir.

Astım semptomlarının gece daha da kötüleşmesine neden olan şeyler arasında sinüs enfeksiyonları ve ev tozları, veya hayvan döküntülerinin neden olduğu burun akıntıları da sayılabilir. Vücut saatinizin de burada bir rolü olabilir. Vücudunuzun astımla savaşmak için ürettiği adrenalin ve steroid gibi maddeler sabah saat 4 ve 8 arasında en düşük düzeydedirler. Bunun sonucunda, astım semptomlarının bu saatlerde nüksetmesi daha kolaydır.

Tedavi:
Günümüzde astım tedavisi, enflamasyonu ve havayollarının çok fazla daralmasını önlemek üzerine odaklanmaktadır. Yani, ataklarınızı başlamadan durdurabilmeniz hedeflenmektedir.

Sizin durumunuzu göz önüne alarak, doktorunuz size gerekli tedaviyi önerecektir. Düzenli izleme, tetikleyici faktörlerin anlaşılması ve doktorunuzla iletişim kurma aracılığıyla astımınızın kontrol altına alınması, hergün sağlıklı nefes almanıza yardımcı olacaktır. Astım tedavisinde kullanılan ilaçların iki türü vardır:
Tüm hastalarda yakınmalar başladığı anda hemen alınacak şikayet giderici (rahatlatıcı) ilaçlar (kısa ve uzun etkili bronkodilatörler).


Hastaların çoğunda gerekli olan, yeni krizlerin gelmesini önleyen havayolları çeperlerindeki iltihabı tedavi eden koruyucu ilaçlar (anti-enflamatuarlar).
Size uygun tedavi yöntemi için doktorunuza danışın
Astımınız İçin Siz ve Aileniz Neler Yapabilirsiniz

Astımınız İçin Siz ve Aileniz Neler Yapabilirsiniz

Astımı tamamen iyileştiremezsiniz, fakat kontrol altında tutabilirsiniz.

Kişiler astımlarını kontrol etmeyi öğrendiklerinde normal ve aktif bir hayat sürdürebilirler. Çalışabilirler, oyun oynayabilirler ve okula gidebilirler. Geceleri rahat bir şekilde uyuyabilirler.


Astım utanılacak bir durum değildir.
Tüm dünyada astımı olan bir çok insan vardır.

Astım ataklarının başlamasını nasıl önleyeceksiniz:

1. Astım ataklarını başlatacak şeylerden uzak durun.

2. Doktorunuzun önerdiği şekilde astım ilaçlarınızı kullanmaya devam edin.

3. Kontrolleriniz için yılda 2-3 kez doktorunuza başvurun. Solunum probleminiz olmasa ve hatta kendinizi çok iyi hissetseniz bile doktorunuza gidin.



Ailenizde astımlı bir kişi olduğunu biliyorsanız, bebeğinizde astım başlamaması için bazı önlemler alabilirsiniz:

Gebelik sırasında sigara içmeyin.
Doğumdan sonra da bebeğinizden ve evinizden sigara dumanını uzak tutun.
Bebeğinizin yatağına özel, toz geçirmeyen örtüler örtün.
Kedi köpek gibi tüylü hayvanları evinizde barındırmayın.


Uzun yıllar astımı ile birlikte yaşayan birçok insan vardır.

Astımlı kişilerde nefes alma zorluğu olabilir. Gelip geçici astım atakları yaşanabilir.

Şunlar astım atağı belirtileridir:



Göğüs sıkışması Öksürük Hırıltılı solunum


Bazı astım atakları hafiftir. Bazı astım atakları ise çok ciddi bir hale gelebilir. Hatta insanlar kötü bir astım atağından ölebilir.

Astımlı kişi öksürük ve nefes alma zorluğu ile gece uyanabilir.

Astım akciğerlerdeki hava yollarının bir hastalığıdır.



Herhangi bir yaşta astıma yakalanabilirsiniz. Başka bir kişiden size astım bulaşma olasılığı yoktur. Çoğu zaman aynı ailede birden çok kişide astım vardır.


Hava yolları havayı akciğerlere taşır. Havayolları bir ağacın dalları gibi gittikçe küçülür.

Astım kontrol altında iken, havayolları temizdir ve hava kolaylıkla girer ve çıkar.



Astım kontrol altında değilken, akciğerlerdeki havayollarının duvarları kalınlaşmış ve şişmiştir. Astım atağı kolayca ortaya çıkabilir.


Astım atağı sırasında akciğerlere daha az hava alınıp çıkarılabilir. Kişi öksürür ve hırıldar. Göğüs katılaşmış, sıkıştırılmış gibi hissedilir.
Astım atağı sırasında, akciğerlerdeki hava yolları şu şekilde görünür:



Hava yolu duvarları daha şişkin, ödemli haldedir.
Hava yolları daralmış haldedir.
Hava yolları balgam yapar.


Birçok şey astım atağını başlatabilir.

Tüylü . . . . . Sigara ........... . .Duman . . Yatak takımlarındaki tozlar Hayvanlar . . . . Dumanı ......... . . . . .. . . . ..

Süpürmeye Güçlü kokular . . Ağaç ve çiçek . . hava

Bağlı tozlar ve spreyler polenleri . . durumu


Soğuk Algınlığı Koşma, spor yapma
ve ağır işte çalışma

Bu gibi şeyler bazen ‘Astım Tetik Faktörleri’ olarak adlandırılmaktadırlar.

Astım atağını başlatan şeyleri evinizden uzak tutun.



Astımlı birçok kişi tüylü hayvanlara allerjiktir.
Bu tür hayvanlarınız varsa dışarıda tutun. Başkalarına verin.


İçerde sigara içmeyin. Sigarayı bırakmak için yardım isteyin.

Güçlü kokuları evden uzak tutun. Parfümlü sabun, şampuan veya losyonlardan kaçının. Tütsülerden uzak durun.

Astımlı kişinin yatak odasında özel düzenlemeler yapın.

Halı ve kilimleri kaldırın. Bunlar tozu ve küfü çekerler.
Tüylü koltukları, minderleri ve fazla yastıkları kaldırın. Bunlar toz toplarlar.


Hayvanların yatağa çıkmasına veya yatak odasına girmesine izin vermeyin. Yatak odasında sigara dumanı veya güçlü kokulara engel olun.


Yatak takımlarının sade olmasına özen gösterin.

Yataklar, battaniyeler ve yastıklar toz tutar. Çoğunlukla bu tozlar astımı artırır. Yatak takımlarınızı özel toz geçirmeyen, fermuarlı nevresim takımları ile kaplayın.

Kuş tüyü yada samandan yapılmış yastık, döşek kullanmayın.
Döşek yerine basit bir minder daha iyi olabilir.


Çarşaf ve nevresim takımlarını sık sık, çok sıcak suda yıkayın ve güneşte kurutun.


İçerdeki havayı temiz ve taze tutmak için pencereleri kullanın.

Yemek pişirirken oluşan buhar ve güçlü kokulara bağlı sıcak ve sıkıcı hava oluştuğunda pencereleri olabildiğince açın.

Pişirme sırasında odun ateşi veya gaz ocağı kullanıyorsanız oluşan dumanın çıkması için pencereyi sürekli, bir miktar açık tutun.
Dışardaki hava egzos gazı, araba, fabrika dumanı veya çiçek ve ağaç polenleri ile kirli ise pencerelerinizi kapalı tutun.

Şu zahmetli işleri astımlı kişi evde değilken yapın.

Süpürge, elektrikli süpürge, toz bezi ile temizlik yapmak
Boya–badana yapmak
Böcek ilacı olarak sprey, filit vs. yapmak
Güçlü temizleyiciler kullanmak
Çok kokan yiyecekler pişirmek


Astımlı kişi gelene kadar içerdeki havanın dışarı çıkmasını sağlayın.
Yardımcı kimse yoksa astımlı kişi süpürme ve temizlik sırasında bir maske veya tülbent kullanmalıdır.


Astımlı kişilerin bir çoğunda iki ayrı çeşit astım ilacı gereklidir.



Astımlı herkeste astım ataklarını durdurmak için çabuk açıcılara gereksinim vardır.
Birçok astımlıda ayrıca akciğerleri korumak ve astım ataklarının başlamasını önlemek için koruyucu ilaçlara gereksinim vardır.

Doktorunuzdan hangi astım ilaçlarını ve ne zaman kullanmanız gerektiğini yazılı olarak bir Tedavi Planı şeklinde size vermesini isteyin.

Doktorunuz bu kitapçıktaki planı kullanabilir. Tedavi planınızda olması gereken yanıtlar şunlardır:

Bir astım atağı olduğunda hangi ilacı çabuk açıcı olarak, hangi miktarda ve nasıl kullanacağınız,
Her gün kullanacağınız koruyucu ilaçlar, dozları ve kullanımları,
Spor veya ağır bir iş yapmadan önce ilaç kullanmanız gerekip gerekmediği, nasıl ve hangi ilacın kullanılacağı.

Astımda koruyucu ilaçların hergün kullanılması güvenlidir.



Yıllarca kullansanız bile koruyucu ilaçlar bağımlılık veya alışkanlık yapmaz. Koruyucu ilaçlar akciğerlerdeki hava yollarındaki şişkinliği azaltırlar.

Doktorunuz, şu durumlarda koruyucu ilaçları hergün almanızı söyleyebilir:

Haftada birden fazla öksürük, hırıltı,
göğüste sıkışmanız varsa,
Astım nedeniyle gece uykudan uyanıyorsanız,
Birçok astım atağınız oluyorsa,
Astım ataklarını geçiştirmek için hergün
Çabuk Açıcı kullanmanız gerekiyorsa.

Astım İlaçları ile ilgili herhangi bir probleminiz olursa doktorunuza danışın.



Doktorunuz astım ilacınızı veya günlük miktarını değiştirebilir. Yine sorun çözülmezse bir çok astım ilacı vardır.

Astım ilaçlarının yeterli olup olmadığını değerlendirebilmesi için, yılda 2-3 kez doktorunuza kontrole gidin.

Astım yıllar içinde daha iyiye veya daha kötüye doğru gidebilir. Doktorunuzun astım ilaçlarını değiştirmesi gerekebilir.

Astım ilaçları birçok yoldan alınabilir.

Astım ilacı nefesle içeri çekildiğinde ilaç akciğerlere, yani ihtiyaç olan yere gider. Astımda kullanılan ‘İnhaler’ ilaçlar bir çok şekilde olabilir.



Hap yada şurup şeklinde de astım ilaçları vardır.

İhtiyatlı olun. Her zaman elinizin altında ilacınız olsun.



Astım ilacınız için yanınızda para bulundurun.
Uzağa giderken daha çok ilaç alın.
Evden çıkarken çabuk açıcı ilacınızı her zaman yanınıza alın.

Bir sprey inhaler nasıl kullanılır.

Yavaş yavaş nefes almayı unutmayın.

1. Kapağı açın. İnhaleri iyice çalkalayın.

2. Ayağa kalkın. Nefesinizi dışarı verin.

3. İnhaleri ağızınızın içine veya hemen önüne yerleştirin. Nefes almaya başladığınız anda inhaleri üstten sıkıştırın ve yavaşça nefes almaya devam edin.

4. Nefesinizi 10 saniye tutun. Nefesinizi dışarı verin.

Sprey inhalerin kullanılmasını kolaylaştırmak için yardımcı bazı cihazlar kullanılabilir.

1. Cihazın içine astım spreyinizi bir kez sıkın.

2. Sonra derin bir nefes alın ve 10 saniye tutun.



3. Nefesinizi cihazın içine verin.

4. Tekrar sprey sıkmadan önce nefes alın.

Birçok çeşit yardımcı cihaz vardır.
Bunların bazılarında ağızlık, bazılarında yüz maskesi vardır.
Bir astım atağı başlarsa hızlı davranın.

Astım atağını gösteren belirtileri bilin.

Atağı başlatan şeyden hemen uzaklaşın.
Çabuk açıcı astım ilacınızı kullanın.
Nefesinizin daha iyi olduğundan emin olana kadar, bir saat sakin bir şekilde kalın.

Daha iyi olamadıysanız acil servise başvurun.


Şu tehlike belirtilerinden herhangi birini görürseniz acil servise başvurun:

Çabuk açıcı ilacınızın yararı kısa sürüyor yada hiç olmuyor.
Solunum hala hızlı ve zorlu.
Konuşmak zor geliyor.
Dudaklar veya tırnaklar gri veya mor.
Nefes alma sırasında burun delikleri genişçe açılıyor.
Nefes alma sırasında kaburga ve boyun bölgelerindeki deride çekilmeler oluyor.
Kalp atışı veya nabız çok hızlanmış.
Yürümek zorlaşmış.

Lütfen Dikkat! Ataklar için çabuk açıcı ilaçlardan çok fazla kullanmak size zarar verebilir.

Çabuk açıcı ilaç kısa bir süre daha iyi hissetmenizi sağlar. Atağı durdurabilir. Bazı atak durumlarında daha iyiye gittiğinizi düşünebilirsiniz ama hava yolları gittikçe daha da şişkin hale gelir. Bu durum ölümünüze neden olabilecek kadar tehlikeli bir astım atağına girmeniz ile sonuçlanır.

Astım ataklarını durdurmak için gün aşırıdan fazla çabuk açıcı kullanıyorsanız, bu durum koruyucu ilaç kullanmanız gerektiği anlamına gelir.



Astım ataklarını durdurmak için bir günde dört kereden fazla çabuk açıcıya gerek duyuyorsanız, hemen bugün doktorunuzdan yardım isteyiniz
Bir kişinin ne kadar rahat nefes alıp almadığını öğrenmek için, klinikte yada evde bir Tepe Akım Ölçer kullanılabilir.



Bu cihaz doktorun, bir kişinin astımlı olup olmadığına karar vermesine yardımcı olur.

Bir astım atağının ne kadar kötü olduğunu anlamada yardımcı olur.

Zaman içinde astımın ne kadar kontrol altına alındığını görmede yardımcı olur.

Her gün evde bir Tepe Akım Ölçer kullanıldığında, kişi hırıltı veya öksürük başlamadan önce bile solunum problemlerinin farkına varabilir. Buna göre de insanlar ne kadar astım ilacına gereksinim duyduklarını bilirler.

Tepe Akım Ölçerlerin bir çok çeşidi vardır.


Tepe Akım Ölçer Nasıl kullanılır.

1. Küçük işareti gittiği kadar aşağıya doğru kaydırın. Bu ölçerin sıfıra ayarlanmasını sağlar.

2. Ayağa kalkın. Ağzınız açıkken büyük bir nefes alın. Ölçeri bir elinizle tutun. Parmaklarınızı rakamlardan uzakta tutun.

3. Dudaklarınızı sıkıca tüp kısmını örtecek şekilde, hızlıca kapatın. Dilinizi deliğe sokmayın. Bir seferde, yapabildiğiniz kadar hızla ve zorla üfleyin.
4. İşaretleyici ileri gidecek ve orada kalacaktır. İşaretleyiciye dokunmayın. Durduğu yerdeki rakamı bulun.

5. Bu rakamı bir kağıda veya bir karta işleyin.

6. Ek olarak 2 kez daha üfleyin.

Her defasında düğmeyi aşağıya indirin. Rakamı her defasında yazın.
 
At nalı böbrek

Böbreklerde görülen bir füzyon (birleşme) anomalisidir. Diğer füzyon anomalilerine göre daha sık görülür. Böbrekteki bu doğuştan anormallikte, böbrek orta çizgisiyle alt kutuplar arasında parankimal bir istmus (daralan bir bölge) vardır. İki böbrek birleşmiş ve at nalı şeklinde tek böbrek halini almıştır.
Bu anomalide; böbreklerle idrar torbası (mesane) arasında yer alan üreterler, bu istmus'un önünden ve iç-yanından geçer. Bu nedenle ikincil tıkanmalar meydana gelir. Üreterden idrar geçişi zorlaşmıştır.
At nalı böbreklilerin üçte birinde herhangi bir sorun çıkmaz. Kişi hayatına hiçbir sorun yaşamadan devam eder. Hatta bu durum, başka bir nedenle ultrason vs yapılmadıkça öğrenilemez.
Üçte bir olguda hidronefroz gelişebilir. İdrar daralan üreterden geçemez ve böbrek büyür. Sadece bu durumda böbrek fonksiyonları tam olarak bozulur.


Bu durum hayli tehlikelidir. Acilen ameliyat yapılıp düzeltilmezse böbrek kaybedilebilir.
Diğer üçte bir olguda ise sadece kişinin arkaya doğru aşırı hareketinde (belin arkaya doğru hareketinde) şiddetlenen karın ağrısı olur. Bu kişilerde de bazen ameliyat gerekebilir.
At nalı böbreği olanların dikkat etmesi gereken en önemli husus travmadır. Özellikle karına gelecek yumruk,tekme ve diğer travmalar çok ciddi sonuçlara yol açabilir.
Ameliyatla tedavide böbrekteki daralan bölge (istmus) çıkartılır ya da böbreğe yeniden pozisyon verilir. Bu ameliyatların ortak amacı üreterden idrar geçişini rahatlatmaktır.

Hazırlayan :
Dr Şahi Kuray
ateş

Ateş Nedir?

Günümüzde ateş hekimlerin en sık karşılaştıkları sağlık sorunlarından birisidir.

İnsan vücudunun normal şartlardaki ısısı 36,5 C'dir. Bu değer bebeklerde ve küçüklerde 36,8 olabilir.Vücut tüm fonksiyonlarını bu ısı değerleri arasında yerine getirdiği için "ateş" diye adlandırılan vücut ısısının yükselmesi vücudun normal dengelerinde bir bozulma olduğunu gösterir. Ateş, kendi başına bir hastalık değil, hastalık belirtilerinden bir tanesidir. Bir enfeksiyon, ödem, doku hasarı veya aşı gibi nedenlerle vücut ısısını düzenleyen termoregülatör merkezdeki dengenin bozulması sonucu ateş oluşur. Dolayısıyla ateşin temelinde yatan etmenin ne olduğunun mutlaka bir doktor tarafından tesbit edilmesi gerekir.

Ateş, aslında doğal bir savunma mekanizması olması ve doktorlar için gerekli bir uyarı olmasına karşın aileler için önemli bir korku nedenidir. Gereksiz yaşanan korkular paniklemeye ve zamam zaman da hatalı uygulamalar yapılmasına neden olabilir. Unutulmaması gereken şey, ateşin pek çok nedenden dolayı ortaya çıkabileceğidir. Buna karşın özellikle bebeklerde ateş olmaksızın da çok ciddi hastalıklar oluşabilir.


Yüksek Ateş Nedir? Ateş Neden Yükselir

Çocukların kulaktan ve ağızdan ölçülen ateşleri 36-36,8 C ise bu normal vücut ısısıdır. Koltukaltından 37 C,ağızdan 37,5 C ve makattan (rektal olarak) 38 C ve üzerinde ölçümler alınıyorsa, bu yüksek ateş olarak tanımlanabilir. Ateşi yükselen çocuklar için ateşi kontrol altına almaya yönelik müdahalelerin yapılması gerekmektedir.
Ateşe neden olabilen bakteri,virüs, gibi mikroorganizmalar vücuda girer.
Bu mikroorganizmalar pirojen adı verilen çeşitli maddeler salgılarlar.
Cevap olarak vücutta endojen adı verilen maddeler salgılanır.
Vücut ısısını dengede tutan termoregülatör bölge harekete geçer. Ve bunun sonucunda da ateş çıkar.
Ateşin yükselmesiyle havale geçirme arasında her zaman ilinti yoktur. Ateş sadece hastalık yapıcı bir mikroorganizmanın vücuda girmesiyle yükselmez. Rutin yapılan aşılar sonucu, 5 aylık-2,5 yaş arasındaki bebeklerin diş çıkarmaları dönemlerinde, vücutta oluşan bir doku hasarı sonucunda da ateş yükselebilir.Bazen çok yüksek ateşte havale görülmezken, bazı çocuklarda düşük ateşte bile havaleye rastlanabilir. Havale nöbetleri genellikle 6 ay ile 5 yaş arasında görülür. Eskiden havale geçiren çocuklarda mutlaka bir beyin hasarı kalacağı düşünülürken, artık bunun doğru olmadığı düşünülmektedir. Önemli olan havalenin kendisinden çok havaleye neden olan hastalıktır. Tipik havale nöbetinde bebeklerde şuur kaybı, kol ve bacaklarda kasılmalar oluşur.

Kontrol altına alınamayan uzun süreli yüksek ateşlerde ve havale belirtilerinin görülmeye başlandığı anda hemen en yakın sağlık kuruluşuna başvurup çocukların doktor kontrolüne alınması gerekir.


Hipotermi ve Hipertermi

Hipertermi çevresel faktörler nedeniyle, içinde bulunulan ortam ısısının artmasıyla vücut ısısının yükselmesidir. Hipertermi yüksek ateşle karşılaştırılmamalıdır. Hipertermi nedeniyle kişiler terler ve soğuk bir şeyler içmek isterler. Ateşi yükselen kişiler üşüdüğünü, hipertermik kişi ise vücudunun ısısndığını hisseder.

Hipotermi ise vücut sıcaklığının 35 derecenin altına düşmesidir ve hayatı tehdit eden bir olaydır. Özellike küçük çocuklarda, yaşlılarda ve bazı hastalarda vücut ısı dengesinin hassas olması nedeniyle hipotermi, yani ateşin normalin altına düşmesi,ciddi durumlara neden olur. Ateş düşmesinin belirtisi titreme, derinin soğuk ve soluk olması,bitkinlik,konuşma güçlüğüdür. Dağcılık sporu ile uğraşanların çok sık karşı karşıya kaldıkları ve halk arasında donma olarak bilinen ateş düşmelerine sebep genel olarak aşırı soğuğa maruz kalmak olabildiği bazı ilaçların (nonsteroid-antienflamatuarlar gibi) yan etkisi olarak da görülebilmektedir.

Hipotermi olan kişilerde tüm giysilerin çıkarılıp,kişinin normal sıcaklıktaki bir odaya alınması bir battaniye yardımı ile yavaş yavaş ısıtılması, çok sıcak olmayan içeceklerin verilmesi gerekir. Sık aralıklarla örneğin yarım saatte bir ateş ölçümü yapılarak doktora ulaşana kadar ısıtıcı önlemlerle devam edilmelidir. Özellikle kullanılan bir ilaçtan dolayı hipotermi yaşandığı şüphesi varsa zaman kaybetmeden doktora başvurulmalıdır.


Ateş Nasıl Ölçülür?

Ateş çeşitli şekillerde ölçülebilir.
Koltuk altı
Rektal (makattan ölçüm)
Timpana (kulaktan ölçüm)
Oral (ağız içinden ölçüm)
Ölçümünde hangi yöntemin uygulanacağı çocuğun yaşına göre belirlenebilir. Bebeklerde rektal ölçümler, daha büyük çocuklarda ise koltuk altından ateş ölçülmesi daha doğru olmaktadır. Genellikle koltuk altına oranla rektal yoldan alınan ölçümler 0,5-1 C daha yüksek bulunur. Koltuk altı ölçümü yapılırken terleme varsa önce kurulanmalı sonra cıvalı kısım koltuk altına gelecek şekilde yerleştirilmelidir. Tercihen kucakta tutularak 3 dakika termometre kapalı koltuk altında tutulmalıdır. Civalı termometreler en güvenilir ölçümlerin yapıldığı termometreler olmakla beraber kırılmaları durumunda oluşabilecek yaralanmalara, civalı yerlerinin dökülmesi nedeniyle zehirlenmeler oluşmasına karşı dikkatli olunmalıdır.

Ağız içinden ölçüm yapılırken ölçümden 5-10 dakika önce soğuk ve sıcak yiyecek ve içeceklerin alınmamasına dikkat edilmeli, termometre ağız içerisinde 2-3 dakika bekletildikten sonra okuma yapılmalıdır.

Hızlı ölçüm yöntemlerinden biri de timpanik termometrelerle kulaktan yapılan ölçümlerdir. Trmometre kulak içine dikkatlice yerleştirilip ölçüm yapılabilir.
ateşli havale febril konvulsiyon

Ateşin ani olarak yükselmesi bazı çocuklarda ateşli havale denilen bilinç kaybı, katılaşma ve istem dışı kasılmalara yol açabilir. 6 ay - 7 yaş arasındaki çocukların % 2 ile 4 'ünde görülür. Olguların hemen hemen yarısı 1-2 yaşlarındadır. Ateşli havaleye ailevi yatkınlık söz konusu olabilir.

Bir kez ateşli havale geçirmiş olan çocukta tekrar havale görülme olasılığı % 30 kadardır. Üç yıl hiç havale geçirmezse bu sıklık % 10 'a iner. 15 dakikadan kısa süren, gün içinde yinelemeyen havale için "basit ateşli havale" deyimi kullanılır. Çok sayıda ve uzun süren havale nöbetleri "kompleks ateşli havale" olarak adlandırılır. Basit ateşli havale hiçbir araz bırakmazken, kompleks olgularda ileride sara hastalığı görülme sıklığı artarak % 9 'u bulur.

Ateş çeşitli enfeksiyon hastalıkları ile ilişkili olarak meydana gelebilir. Ateşin yüksek ya da hafif oluşu her zaman hastalığın ciddiyetiyle bağlantılı değildir. Basit bir viral enfeksiyonda yüksek ateş, belirgin boğaz ya da idrar yolu iltihabında hafif ateş görülebilir. Başlatan faktör her ne olursa olsun ateş, vücudun savunma araçlarından birisidir. Mikroplar en iyi doğal vücut sıcaklığı olan 36.5 - 37.5 santigrat derecede ürerler. Bağışıklık sitemimiz bir enfeksiyon söz konusu olduğunda beyindeki vücut sıcaklığını düzenleyen merkezin termostat ayarını değiştirerek ısıyı yükseltir. Böylece ideal üreme ortam sıcaklığından yoksun kalan mikro organizmalar istedikleri gibi çoğalamazlar. Görüldüğü gibi hafif ateş aslında enfeksiyonla mücadelede başarıyı arttırmaktadır. Yüksek ateş ise istenmeyen bir durumdur. Vücut sıcaklığı gerekli müdahalelerle 39.5 C derecenin altında tutulmalıdır.


Eğer bir bebeğin makattan ölçülen ateşi 38 dereceden fazla ise, o bebekte yüksek ateş olduğunu kanıtlar. Ancak çoğu zaman ateşin yüksekliğinden çok bebeğin genel durumu daha da önemlidir. Ateşi normale yakın ama halsiz, devamlı uyuyan, mama yemek ya da süt içmek istemeyen bir bebek, 39 derece ateşi olmasına rağmen, canlı hareketli, beslenmesini sürdüren bir bebeğe oranla daha hastadır. Eğer iki aylıktan küçük bir bebeğin ateşi 38 dereceyi aşarsa doktora götürmek gerekir. İki aylıktan büyük bebek için doktora götürme sınırı 39 derece ateştir. Ancak daha düşük rakamlarda da olsa ateş, üç günden daha fazla sürüyorsa, doktora götürmek gerekecektir.


Yüksek ateşin tehlikeleri nelerdir?

Ateş yükselmesi vücudun savunma mekanizmalarından biridir. Vücutta virüs ya da bakteri cinsi bir hastalık etkeni olduğunu ve vücudun buna karşı tepki gösterdiğini kanıtlar. Ateş yükselmesi halinde hastalık etkenleri faaliyetlerini sürdüremez ya da ölürler. Bu nedenle ateş yükselmesi hastanın yararına bir durumdur. Ancak, yüksek ateşin devam etmesi, vücudun hastalığı yenemediğini gösterir. Hastalığın devam etmesi organlarda kalıcı bir bozukluk yaratabileceği için, müdahale edilmelidir. Doktor, yapacağı muayeneden sonra hastalığı teşhis edecek ve gerekli önlemleri alacaktır. Gerekli tedaviye başlamadan ateşi düşürmek yararlı bir davranış değildir.

Ateşin, savunma sistemi için yararlı olduğunu belirttim ancak bunun tek istisnası, yüksek ateşle gelen havale nöbetidir.


Havale nedir?

Beyin hücrelerinin normal dışı bir aktivite göstermesi sonucu ortaya çıkan, vücuttaki istemsiz kasılmalara, tıp dilinde konvülsiyon, halk arasında da havale adı verilmektedir.

Tipik bir havale nöbetinde bebek şuurunu kaybeder, kol ve bacakları kasılır. Birkaç saniye sonra, kol ve bacaklarla yüzde ritmik kasılmalar olmaya başlar. Bir süre sonra da bütün belirtiler kaybolur.

Havale nöbetleri genellikle 6 aylık ile 5 yaş arasındaki çocuklarda olur. Çoğu zaman yüksek ateş ile beraberdir. Ancak ateşin yüksekliği ile havale geçirme arasında her zaman bir ilinti yoktur. Yani bazılarında çok yüksek ateşte havale olmazken, bazı bebeklerde daha düşük ateşlerde bile havaleye rastlanabilir. Çocukların %4-5 inde hayatlarında en az bir kez havaleye rastlanırken, bunların yarısında bir kereden sonra havale görülmez. Eskiden, havale geçiren çocuklarda mutlaka beyin hasarı kalacağı düşünülürken, bunun doğru olmadığı artık anlaşıldı. Önemli olan havalenin kendisi değil, havaleye neden olan hastalıktır. Bu iyi tedavi edilmediği taktirde hasar kalabilir.

Havale sırasında neler yapılmalı?

Havale nöbeti anne ve babalar için korkutucu olabilir. Ancak bilmeniz gereken en önemli şey, havalenin birkaç dakika sonra kendiliğinden geçeceğidir. Eğer bebeğin ateşi yüksekse, düşürmek için, giysilerini çıkartmak, başına ve göğsüne ıslak bez koymak, tüm vücudu serin su ile ıslatılmış bezlerle silmek yararlıdır. Havale geçiren bebekte, kolonya gibi alkollü maddeler kesinlikle kullanılmaz. Ayrıca ateş düşürmek için su dolu küvete sokmak da tehlikeli olabilir.

Kusmaya başlarsa, yüzükoyun ya da yan yatırarak kusmuğun nefes borusunu tıkamasını önleyin.

Nefes alması güçleşirse, alt çenesini hareket ettirmeye çalışarak nefes almasına yardımcı olun. Çoğu insan, havale geçiren kişinin dilini ısıracağını ya da yutacağını ve nefes yolunun kapanacağını düşünür. Dil ısırma olursa da çok önemli değildir. Bunu önlemek için ağzına elinizi ya da başka cisimleri sokmak tehlikeli olabilir.

Eğer nefesi durursa, yapay solunuma başlamayın, kısa bir süre sonra kendiliğinden soluk alıp vermeye başlayacaktır.

Havale nöbeti geçtikten sonra, bebeğin devamlı doktoru varsa, ona haber verin. Bebeği muayene etmek isteyecektir. Eğer bu doktora ulaşamıyorsanız, bir hastanenin acil kısmına götürün. Yukarıda da belirttiğim gibi, havaleye neden olan hastalık, çoğu zaman havaleden daha ciddi sorun yaratır.



Soru: "Çocuğumun ateşi var, ne yapmalıyım?"

Yanıt: Çocuğunuzun üzerinde varsa yorganı kaldırın, kalın giysileri çıkarın. Ateşi 38'in üzerindeyse doktorunuzun önerdiği miktarda "parasetamol" şurubu içirin. İçemiyorsa fitil de kullanabilirsiniz. Ateş düşerken terleme ile sıvı kaybı meydana geldiğinden sık sık su vermeyi ihmal etmeyin. Islak iç çamaşırlarını değiştirin. Ateş 39.5'in üzerindeyse anlatılanlara ek olarak çocuğunuzu tamamen soyun, yatağına bir havlu serin, üzerine yatırın. Islak bir sünger ya da bezle alın, boyun, koltuk altları, bacak araları ve büklüm yerlerini sık sık silin. Bu iş için buzlu, kolonyalı, sirkeli değil sadece ılık su kullanın. Yarım saat içinde ateş düşmezse doktorunuzla görüşün ya da hastaneye başvurun. Hastalığın nedenine yönelik tedavi gerekliliği (antibiyotik vb) mutlaka hekim tarafından verilmesi gereken bir karardır.

Soru: "Ateşi düşürmek için ASPİRİN verebilir miyim?"

Yanıt: Aslında kesinlikle aspirin kullanmayın demek mümkün değildir. Ancak çocuğunuz "viral enfeksiyon" örneğin grip, kızamık ya da su çiçeği geçiriyorsa aspirin kullanıldığında çok nadir olarak "Reye sendromu" sorunuyla karşı karşıya kalınabilir. Reye Sendromu karaciğer hasarı ile seyreden bir hastalık tablosudur. Tek nedeni aspirin kullanımı değildir. Ama viral enfeksiyonlarda aspirin kullanılan olgularda sıklığının arttığına dair yayınlar vardır. Aniden ateşi yükselmiş bir çocukta etken viral midir değil midir diye araştırmaya çoğu kez zaman olmayacağı için aspirin yerine parasetamol kullanmak daha güvenli bir seçenek olmaktadır.

Soru: "Çocuğum havale geçirirken, ne yapmalıyım?"

Yanıt: Yaptığınız tüm müdahalelere rağmen çocuğunuz gözlerini bir noktaya dikip sizinle iletişimini kaybeder, ağzı köpürür, vücudunda kasılmalar meydana gelirse ilk yapılacak şey paniğe kapılmamaktır. Onu hemen yere yatırın, ayıltmaya çalışmayın, sağa sola koşup yalnız bırakmayın, yanında durun. Kusarsa gövdesini ve başını bir yana çevirin. Dişlerinin arasına elinizi ya da bir cismi sokuşturmaya çalışmayın, zorlamayın. Eğer kendiliğinden aralanmış ise bükülmüş bir kumaşı araya hafifçe sokabilirsiniz. Bu uygulamada amaç dilin ısırılmasını önlemektir. Tekrar ediyorum bir şey sokmak için zorlamak yok!
Havale bir kaç dakika içinde kendiliğinden duracaktır. Sabırla bekleyin (bu bekleyiş insana saatler geçiyor hissini veriyor olsa da) .. Havale geçiren çocuğu kapıp soğuk duşun altına sokmayın. Siz duş yaptırsanız da yaptırmasanız da havale duracaktır. Havale durduktan sonra doktorunuza baş vurun. O gereken tedaviyi düzenleyecektir. Eğer havale durmuyorsa vakit yitirmeden acil servisi olan bir hastaneye götürürün.

Soru: "Hastanede neler yapılıyor?"

Yanıt: Hastanede çocuğunuzun solunum yolları aspiratör denilen aletle temizlenecek, oksijen solutulacak, makatından içeriye havale durdurucu madde (diazepam, klonazepam) verilirken bir yandan serum takılacaktır. Havale bu şekilde de sona ermezse damar yolundan havale durdurucu maddeler verilebilir. Çocuğunuz bir süre gözlem altında tutularak gerekli incelemeler yapılacaktır. Ateşin nedeni saptandıktan sonra asıl nedene yönelik tedaviler düzenlenecektir. Kompleks ateşli havale geçiren çocuklara uzunca bir süre (6 ay-2 yıl) havale önleyici ilaç kullanılması gerekebilir.
 
--------------------------------------------------------------------------------

Atrial septal defekt ASD çocukta

Kalpteki kulakçıkların arasındaki duvarda açıklık olmasına verilen addır (Şekil 1). Bu yüzden temiz kanın bir kısmı sağ kalbe geçiş yapar. Bu olay yıllar içinde akciğere giden kanın artmasına bağlı olarak akciğer damarlarında ve kalp kasında hasara sebep olabilir.

Tanı Nasıl Konulabilir ?

Genellikle uzun yıllar hiçbir belirti vermez. Hatta doktora ve hastaneye pek gitmemiş kişilerde tanının 30-40 yaşına kadar konulamadığı durumlar vardır. Bu tip hastalarda, ancak tesadüfen başka bir nedenle doktora gidildiğinde, dikkatli bir muayene sırasında kalpte üfürümün ve bazı ek seslerin duyulması ile kuşkulanılır. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur.

Tedavide ne yapılabilir ?

Defektin büyüklüğü ve akciğer atardamarının basıncı cerrahi tedavinin zamanını belirler. Kendiliğinden kapanmayan, akciğer atardamarında basınç yükselmesi tehlikesi olan açıklıklar genellikle 4-6 yaşlarında, yani çocuk okula başlamadan cerrahi olarak kapatılır. Ameliyat sırasında ve sonrasında genellikle problem oluşmaz. Göğüsün orta kısmında ameliyata ait bir iz kalır. Bazı hastalarda açıklığı kateterle kapatma da uygulanmaktadır. Bu her hastaya uygulanamamakta, ancak bazı ölçümler uygun ise yapılabilmektedir.

İleriye dönük yapılması gerekenler :

Ameliyat, sünnet, diş çekimi ve dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Hastaların beklenmedik komplikasyonlardan korunabilmeleri için yaklaşık 1 yıllık aralıklarla doktor kontrolunde olmaları gerekir. Bu ameliyat olmuş hastalar için de 3-4 yıl süreyle geçerlidir.
Ayak başparmağında çıkıntı halluks valgus hallux valgus

Ayak başparmağınızın başladığı yerde (tarak kemiği ile parmağın başlağı eklemde) şişlik, çıkıntı varsa halluks valgus'unuz var demektir. Kadınların neredeyse % 40 ında bu yakınma vardır. Bu hastalıkta %70 oranında genetik bir eğilim vardır. Genetik olarak 1.-2. tarak kemikleri arasındaki açı fazla olduğunda zamanla başparmak diğer parmaklara yaklaşır ve bu keskin açılanma bir çıkıntı olarak görülür. Genetik eğilimliler dışında uzun yıllar topuklu, sivri burunlu ayakkabı giyenlerde de meydana gelebilir. Bu nedenle bu rahatsızlığı olan her 10 hastadan 9 u kadındır.

Bu çıkıntı ayakkabı içinde sıkışınca ciltte kızarıklık ve ağrı olur. Zaman içinde cilt altındaki “bursa” denilen kesecik su toplar ve ağrı-şişlik artar, yakınmalar daha belirgin hale gelir. Uzun zaman devam eden eklemdeki kötü pozisyon kireçlenmeye neden olur. Bu aşamadan sonra yakınmalar iyice artar, ilaç ve diğer tedavi yöntemleri başarısız olur. Tedavinin kireçlenme başlamadan yapılması, ilerideki tedavi başarısını belirleyen ana faktörlerden biridir.

Başparmak zamanla 2. parmağın altına veya üstüne doğru ilerleyebilir. Bu tür mekanik sorunlara nasırlar eşlik eder.

Adolesan halluks valgus

10 lu yaşlarda, özelliklede 10-15 yaş arası kızlarda görülür. Bu yetişkinlerinkinden farklı olarak ağrısızdır. Ağrı oluşursa aşağıda anlatılan koruyucu önlemleri almak gerekir. Bu şekil bozukluğu ileri yaşlarda artacağı için büyüme tamamlanınca cerrahi tedavi önerilir.

Koruyucu tedavi

Bu rahatsızlığa sahip kişilerin büyük kısmı cerrahi olmayan bir biçimde rahatlatılabilir. Öncelikle belirtileri arttıran ayakkabılar bir daha giyilmemelidir. Özellikle dar, sivri burunlu, 5 cm den yüksek topuklu ayakkabılar giyilmemelidir. Ayakkabı alırken başparmak üstünde baskı olmayacak kadar rahat olmalarına dikkat edilmelidir. Ayakkabı içinde başparmak ile 2. parmak arasında makara biçiminde destekler (parmak arası makarası) kullanılması da yardımcıdır. Ağrı kesici ve ödem giderici ilaçlar yakınmaların azaltılmasında yardımcıdır.

Bu tür tedaviler yakınmaları giderir, hastalığın meydana gelmesine neden olan anatomik rahatsızlığı ortadan kaldırmaz. Bu durum yukarıda anlatılan önlemler bırakıldığında yakınmalar devam edecek demektir.

Size cerrahi gerekiyor mu?

Cerrahi olamayan önlemler sizi tatmin eden bir sonuç vermediyse size cerrahi gerekir denilebilir. Günümüzde cerrahi taleplerinde estetik kaygılar ve moda ayakkabıları giyme zorlukları daha fazla yer almaya başlamışsa da asıl cerrahi kararına aşağıdaki gereksinimlerde varmak daha doğru bir yaklaşım olur.

Günlük aktiviteleri kısıtlayan ağrı.
Uzun süreli, dinlenme ve ilaçla geçmeyen baş parmak şişlik ve kızarıklığı
Yandaki parmağın yönünü değiştirecek kadar yön değişikliği
Baş parmakta sertlik. Bükülme ve esneme zorlukları.
Unutulmamalıdır ki operasyon sonrası ayak numarası asla küçülmez.

Cerrahi tipleri

Halluks valgusta yüzlerce tip operasyon vardır. Bunlardan hangisinin yapılacağına doktorunuz karar vermektedir.

Başparmak çevresi tendon ve bağlara yönelik girişimler: Nadiren tek başına kullanılırlar. Tek başına uygulandıklarında genellikle nüks sıktır. Genellikle operasyon sonrası alçı gerekir.


Eklemin dondurulması: Aşınmış eklem yüzeyinin ortadan kaldırılarak başparmak tabanındaki eklemi oluşturan tarak kemiği-parmak kemiği uygun pozisyonda birbirine kaynatılır. Özellikle ilerlemiş kireçlenmenin ön planda olduğu vakalarda tercih edilir.


Çıkıntının alınması: Başparmak dibindeki çıkıntının alınmasıdır. Nüks sıktır. Operasyon sonrası alçı gerektirmez.


Eklemin kesilmesi: Aşınmış ve biçimi bozulan eklemin kesilerek çıkarılmasıdır. İleri yaşlarda en sık tercih edilen prosedürlerdendir. Alçı gerektirmez. Ancak parmakta kısalmaya neden olur.


Osteotomi: Tarak kemiğinin değişik seviyelerden kesilerek yeniden yönlendirilmesidir. Günümüzde en popüler cerrahi yöntemlerdir. Hastalığa neden olan anatomik bozukluğun düzeltilmesini sağlarlar. Kullanılan kesme ve tesbit yöntemine göre alçı gerekebilir veya gerekmeyebilir.
Cerrahi sonrası muhtemel problemler

Ameliyat sonrası %10 oranında komplikasyon görülmektedir. Bunlardan en sık olanı enfeksiyondur. Erken farkedilen ve önlem alınan enfeksiyonlar sorunsuz tedavi edilebilir. Geç kalan vakalarda yeni bir cerrahi gerekebilir.

Diğer komplikasyonlar cerrahi sırasında sinir kesilmesi sonucu başparmakta kalıcı his kaybı, devam eden ağrı, çıkıntının nüksü, eklemde kısıtlılık, cerrahi tesbit yönteminde yetersizlik olaraksayılabilir.

Genelde yeni teknikler, iyi ellerde yapılmış cerrahi, cerrahi sonrası iyi doktor-hasta iletişimi ile % 98 civarında tatmin edici sonuçlar alınmaktadır.

Cerrahi sonrası problemlerden korunma

Aşağıdaki durumlarla karşılaşırsanız derhal doktorunuzu arayın;

Pansumanınız düşerse, ıslanırsa
Pansumanınız kan veya sızıntı ile kirlenirse
Kullanılan ilaçlara karşı yan etkiler ortaya çıkarsa
Ateşiniz çıkarsa
Titreme olursa
Yara çevresinde ısı artışı veya kızarıklık durumunda
Artan veya azalmayan ağrı durumunda
Dizaltında-ayak üzerinde belirginbir şişlik
Evde bakım

Cerrahinin başarısı büyük ölçüde sizin doktorununzun önerilerini ne ölçüde uyguladığınıza bağlıdır. Özellikle ameliyat sonrası ilk üç hafta çok önemlidir.


Pansuman ve bandajlar: Hastaneden parmağınızı doğru pozisyonda tutan bir bandajla çıkarsınız.Doktorunuz size özel bir ayakkabı vermiş veya alçı yapılmış olabilir. Bunları genellikle 6-7 hafta korumanız gerekir.

Dikişler alınana kadar pansuman malzemesini korumalı doktorunuz dışında kesinlikle açtırmamalısınız. Kesinlikle ıslatmamalısınız. Yaranızda koku, ıslanma, pansumanın kirlendiğini hissederseniz zaman geçirmeden doktorunuza başvurunuz.


Ayağa basma: Doktorunuzun seçtiği ameliyat tipine göre, ayağa değişik yük verme önerileri olabilir. Bunlara mutlaka uymalısınız. Bazı ameliyat tiplerinde mutlaka koltuk değneği kullanmak gerekirken bir kısmında gerek yoktur.


Şişme: Hangi ameliyat tipi seçilirse seçilsin ilk hafta hatta 15 gün mümkün olduğu kadar ayağın yukarıda tutulması çok önemlidir. Bu ödemin hızla azalmasına ve daha iyi bir yara iyileşmesine neden olur. İlk günler her saat başı 15 dakika buz uygulaması şişlik ve ağrının kontrolünde önenlidir. Yalnız buz su sızdırmayan bir torba içinde olmalı ve bir havlu üzerinden uygulanmalıdır.


Ayakkabı giyimi: Dikişler alındıktan, alçı ve bandajlar kaldırıldıktan sonra hastalar spor ayakkabılar, ucu geniş topuksuz ayakkabıları giymeye başlarlar. Topuklu ve sivri burunlu ayakkabılara 6 ay sonra izin verilir.


İlaçlar: Ameliyat sonrası antibiotik kullanımı genellikle rutindir. Ağrı kesicilere ilk günlerde ihtiyaç olmaktadır.
aşırı terleme hiperhidroz

Hiperhidrozis = Aşırı Terleme Bozukluğu

Terleme: egzersiz esnasında, sıcak veya soğuk havalarda vücut sıcaklığını ayarlamak için gerekli fizyolojik bir mekanizmadır. Bunların dışında stres ve heyecan nedeniyle terlemede artma olabilir.

İnsan vücudunda bulunan iki sinir sisteminden biri olan somatik (istemli) sinir sistemi bize ağrı, ısı ve dokunma gibi duyuları hissetmemizi ve vücudun farklı bölümlerinin hareketlerini sağlayan kaslarımızı kontrol etmemizi sağlar.
Otonom (istemsiz) sinir sistemi ise solunum hızı, kalp atışı ve vücut ısısının ayarlanmasında önemli olan ter üretimi gibi bedensel fonksiyonların şuur dışı kontrol edilmesini sağlar. Otonom sinir sistemi sempatik ve parasempatik sistem adı verilen iki bölümden oluşur.

Sempatik sinir sistemi vücudun her yerinde ter salgılanmasını kontrol eden sistemdir. Bu sistemin bazen hiçbir nedene bağlı olmadan kendiliğinden çok yüksek seviyede çalışması belirli bölgelerde aşırı terlemeye neden olur.

Günlük hayatı etkileyen aşırı terleme durumuna hiperhidrozis adı verilmektedir.

Nedenleri

Hiperhidrozis insanların %1’inde görülen bir rahatsızlıktır.
Birkaç özel durum dışında aşırı terlemenin nedeni bilinmemektedir.
Aşırı terleme genellikle adolesan (ergenlik) döneminde başlar ve hayat boyu sürer.

Geçici bir durum değildir, ancak aralıklı veya devamlı olabilir.
Sinirlenme ve kaygı terlemeyi artırır.
Hipertiroidi, psikiyatrik hastalıklar, menapoz ve şişmanlık, diyabet, böbreküstü bezi hastalıkları ve vücutta oluşan enfeksiyonlar kendini aşırı terleme ile gösterebilir.
TEDAVİ ZAMANLAMASI

Aşırı terleme normalde sağlığa zarar vermeyen bir rahatsızlıktır.

Ancak kişilerin sosyal yaşantısını, öğrenimini, iş hayatını, psikolojik durumunu etkiliyorsa tedavi edilmelidir.


Nasıl hareket etmeliyim?



Aşırı terleme olan kişiler öncelikle Pratisyen Hekime başvurmalıdır.
Pratisyen hekim aşırı terlemeye neden olabilecek sistemik hastalık düşünürse ilgili uzmana yönlendirmeli ve öncelikle bu hastalık tedavi edilmelidir.
Anksiyete bozukluğu gibi psikiyatrik rahatsızlık varsa bu durum düzeltilmelidir.


Aşırı terlemeye neden olabilecek bir hastalık yoksa hasta Dermatoloji Uzmanına yönlendirilmelidir. Dermatoloji uzmanı hafif ve orta derecede şikayeti olan hastalara öncelikle terlemeyi önleyen pomad ve spreyler önerebilir.

Bu tedaviden yarar görmeyen ve ileri derecede şikayeti olan hastalarda diğer tedavi yöntemleri uygulanmalıdır.



TEDAVİ YÖNTEMİ SEÇİMİ

Primer (bir nedene bağlı olmayan) aşırı terlemede uygulanan temel tedaviler:

İlaç tedavileri

Terleme önleyici pomad ve losyonlar

İyontoforez

Botox enjeksiyonu

Cerrahi tedavi (sempatektomi)'dir.



İlaç Tedavileri

Terlemeyi etkileyen birçok ilaç mevcuttur.
Psikotrop (sedatif) ve antikolinerjik (atropin) gibi ilaçlar bir süreliğine faydalı olabilirler. Ancak bunların sedasyon, ağız kuruluğu, görme bulanıklığı, üriner problemler ve hatta kalp krizi riskini artırma gibi yan etkileri bulunduğundan genellikle önerilmezler.
Özellikle strese bağlı aşırı terlemelerde sedatifler (sakinleştirici ilaçlar) ve sinir sistemini etkileyen ilaç tedavileri kullanılabilir.
Psikoterapi genellikle bu durumda fazla yardımcı değildir.



Terleme Önleyiciler

Terleme önleyici merhemler ve spreyler ilk önerilen basit tedavi şeklidir.
En sık kullanılan Aluminum chloride’li ajanlardır.
Özellikle koltuk altı terlemelerinde ilk seçilen ilaçlardan biridir.

El ve ayak terlemelerinde hafif ve orta şiddetteki olgularda kullanılabilir.
Sıkıştırma etkisi ile ter kanalının ağzını fiziksel olarak tıkar ve ter bezlerinden ter atılımını önler. Tedavide ilaç gece kuru deriye uygulanır ve 6-8 saat kadar burada kalır.
Ertesi sabah tamamen yıkanarak temizlenir. Önce hergün, durum düzeldikçe daha seyrek uygulanır.Tedavinin tekrarlanması gerekir. Uygulamadan sonra kapama ile etki artırılabilir. Erken dönemde hastaların yarısında cilt irritasyonu gelişebilir.

Cilt irritasyonu yapması ve cevabın gecikmesi nedeniyle uzun süreli tedaviler bıktırıcıdır.



Terleme önleyici pomad ve losyon uygulama uyarıları !
Uygulama öncesinde:
Kullanımdan hemen önce banyo yapmayın.
Zedelenmiş ya da irritasyonlu deride kullanmayın.
Uygulama esnasında:
Gözler ya da mukoza ile temas ettirmeyin.
Uygulama sonrasında:
Koltuk altları 12-24 saat kadar tıraş etmeyin.
Tüy dökücü kullanılmayın.
Giysilerle temas ettirmeyin.

İYONOFOREZ TEDAVİSİ

Aşırı el ve ayak terlemesinde kullanılır.

Eller ve/veya ayaklar içinde elektrolit solüsyonu veya metal plaka bulunan küvete konulur. Solüsyon veya plakadan insanı rahatsız etmeyen düşük şiddette elektrik akımı verilir.


Etki şekli elektrik akımının oluşturduğu iyonlarının ter kanallarını (basit olarak su musluğunu) belirli bir süre kapatılması olarak tanımlanabilir.

Her seansın uygulama süresi 20-30 dakika kadardır.

Başlangıçta 3 günde bir, sonra haftada bir tedavi yapılır.

Durumun şiddetine bağlı olarak tedavi gerekebilir.
4-7 haftalık bir tedaviden sonra terleme

tamamen kesilebilir.


Terleme tam olarak kesilemezse banyo içine ilaç (Glycopyromium Bromide) eklendiğinde iyi sonuçlar alınabilir.

Tedavi sonrası terleme olmayan dönem 2-12 hafta kadar devam eder.
Bu nedenle tedavinin tekrarı gerekir.

Zaman alıcı ve toplamda pahalı bir yöntemdir.

Uygulama ağrısız olup hafif iğne batması şeklinde duyum alınabilir.

Emniyetli bir tedavi yöntemidir. Cihaz satın alındığı takdirde evde uygulanabilir.

Gebelikte, kalp pili ve metal ortopedik implant olanlarda uygulanmaz.

BOTULİNUM TOKSİN TEDAVİSİ (BOTOX)

Özellikle koltuk altı terlemelerinde kullanılır. El ve ayak terlemelerinde de uygulanabilir.

Botox düşük dozlarda enjekte edilerek yüz veya boyunda kırışıklıkları önlemek için lokal kasların felç edilmesi için kozmetik amaçla veya kas spazmlarını çözmek için kullanılan bir maddedir.

Benzer etki nedeniyle terlemeye neden olan sempatik sinirleri felç ederek ter bezlerinden ter üretimini önlemek için kullanılmaktadır.

Uygulamada Botox olarak bilinen Botulinum Toksin’i terleme olan bölgede deri içine enjekte edilir ve sinir uçlarında 6-12 hafta süre ile geçici blok yapar.

Etkisi geçici (1-6 ay) olduğundan tedavinin tekrarı gerekir.

Ayaktan uygulanabilir.

Uygulama yaklaşık 30 dakika kadar sürer.

Lokal anestezik krem uygulandıktan sonra bölgeye enjeksiyonlar yapılır.

Tedavinin etkisi birkaç saat veya gün sonra ortaya çıkar.

İlk uygulamadan sonra ikinci seans 2-3 hafta sonra yapılır ve tedaviye 6 ay aralıklarla devam edilir.

Oldukça pahalı bir yöntemdir.

Tedaviden sonra enjeksiyon yerinde birkaç gün devam eden ağrılar olabilir.

Bazen yapılan enjeksiyon kaslara giden sinirleri de etkileyebilir ve kolda geçici güç kaybına neden olabilir.

Botox’un bu ilaca karşı allerjisi olanlarda, gebelerde ve kas problemi olanlarda kullanılması uygun değildir. Antibiyotikler veya kas gevşetici ilaçlarla birlikte kullanılmamalıdır.


CERRAHİ TEDAVİ


Endoskopik Torakal Sempatektomi

Özellikle el ve koltuk altı terlemelerinde uygulanmaktadır.
Kalıcı çözüm sağlar.

Cerrahi tedavinin esası aşırı çalışarak fazla terlemeye neden olan sempatik sinirlerin kesilmesi veya çıkarılmasıdır. Bazen sempatik zincir ve dalları klips ile sıkıştırılabilir veya koter ile yakılabilir.

Bu sinirlerin terleme dışında fonksiyonu olmadığı için; ameliyatın felç oluşturma, his kaybı, refleks azalması gibi etkileri olmaz.



Koltuk altından açılan 1 cm kadar küçük 1-2 delikten sokulan kamera ve küçük aletlerle işlem gerçekleştirilmektedir. Diz artroskopisi veya laparoskopi gibi bir yöntemdir.

Hastaya genel anestezi verilir.
İşlem süresi bir saatin altındadır.
Ameliyatın etkisi hemen ortaya çıkar.
Hasta uyandığında elleri kuru ve sıcaktır.

Operasyon sonrası hasta 12-24 saat kadar hastanede kalınır.

Ameliyat sonrası çok az rahatsızlık verir.

Deri kıvrımları içinde kaybolacak kadar çok küçük bir iz bırakır.

İyileşme bir veya birkaç gün gibi kısa bir sürede olur.
Hastaların çoğu 1 haftada normal çalışma düzenlerine dönerler.

Ağır kalp-akciğer hastalığı olan, plevral hastalık veya akciğer ameliyatı geçiren, tedavi edilemeyen tiroid hastalığı olanlar cerrahi tedavi için uygun değildir.

Etkili, kalıcı, emniyetli ve çok az rahatsızlık veren bir tedavi yöntemidir.

Vücudun başka bölgelerinde (sırt, kalça) terlemenin artması (%20-50) en sık görülen yan etkidir. Ancak hastaların çok azında (%2) önemli olur. Nadir görülen diğer bir yan etki de yemek esnasında terleme olmasıdır.


Komplikasyonlar %1 civarında, çok az görülür.

Nadiren veya her cerrahi işlemde görülebilen anestezik maddelere ve ilaçlara karşı allerjik reaksiyonlar, kanama, enfeksiyon ve komşu organ yaralanması oluşabilir.

Bazen göğüs boşluğunda hava kalması (pnömotoraks) gelişebilir. Ancak çoğunda kendiliğinden kaybolur ve pek problem yaratmaz.

Horner sendromu denilen (göz kapağında düşme, göz bebeğinde küçülme ve yüzde terleme azalması) komplikasyon; çok nadiren kalıcı olsada birkaç ay içinde normale dönebilir.

Bu yöntemle: el terlemesinde: %98, koltuk altı terlemesinde: %80 üzerinde, ayak terlemesi için yapılmasa da ayak terlemesinde: %25 civarında başarılı sonuç alınmaktadır
 
Aşırı zayıflamanın etkileri

BEYİN

Karbonhidrat diyeti beynin fonksiyonlarını düzenleyen özellikle hafıza kapasitesini artıran serotonin maddesini etkiler. Hafıza kaybı ve çeşitli beyin bozuklukları başlar. Zeka kaybı başlar ve beynini hızlı ve doğru karar verme fonksiyonu bozulur.

KALP

Kısa sürede kilo vermek kalp hastalıklarına yol açar. Tansiyon yükselir ve kalp hastalıkları başlar. Süratli kilo kaybı sırasında yağ kaybıyla birlikte kaslarda zayıflar. Diyet kesildiğinde mide ve karın bölgesi süratle yağ toplar. Şok diyetlerden sonra alınan kiloları kaybetmek çok zordur.

ADALELER

Protein eksikliği adale zayıflığına yol açar. Özellikle sabahları kahvaltıyı kesmek adaleleri etkiler.

CİLT

Şok diyet B vitamini öncelikli olmak üzere tüm vitaminlerin ve minerallerin kaybolmasına yol açar. Cilt kurur ve dökülür.

KAN

Kanda demir azalması nedeniyle çeşitli kan hastalıkları başlar. Anemi ve hemoglobin bozuklukları görülür. Çabuk yorulma, kırgınlık, halsizlik görülür.

SAFRA KESESİ

Diyet safra kesesi faaliyetini etkiler. Çalışmayan safra kesesi taş üretmeye başlar.

KEMİK

Süt, yoğurt ve peynirin az tüketilmesinden dolayı ortaya çıkan kalsiyum eksikliği kemik erimesine yol açar Kemiklerin kırılması kolaylaşır, kırıkların iyileşme süresi ise uzar.

ENERJİ

Metabolizma bozuklukları lahana diyeti, greyfurt diyeti gibi sebze meyve diyeti sonucu ortaya çıkar.Sadece meyve ve sebze ile beslenenlerde (et ve balık yemeyenlerde) metabolizma bozuklukları ortaya çıkar, tüketilen her türlü besin kilo yapar
 
Bademcik ve geniz eti



Bademcik ve Geniz Eti Nedir: Bademcikler (tonsil) ve geniz eti (adenoid), lenfoid doku denilen ve vücudun bağışıklık sisteminde rol oynayan organlardır. Tonsiller yutak girişinde, dil kökünün iki yanında yerleşmişlerdir. Adenoid ise nasofarinks adı verilen ve yutağın üst kısmında yani burun boşluğunun arka tarafında bulunurlar.

Görevleri Nedir: Tonsil ve adenoid lenfoid dokunun bir parçasıdır ve lenfositler içerirler. Bu lenfositler, vücudun bağışıklık sistemine yardımcı olan antikorları üretirler. Ancak tonsil ve adenoidlerin bağışıklık sistemindeki rolleri önemli oranda değildir ve çoğu zaman fonksiyonel değildirler. Bademcik ve geniz eti alınan kişilerde bağışıklıkla ilgili hiç bir olumsuz durumun olmaması da bunu göstermektedir.

Ne Gibi Sorunlara Yol Açarlar: Tonsil ve adenoid hem infeksiyonlara hemde büyüklüklerine bağlı olarak bazı sorunlara yol açabilirler. Adenoid daha çokçocukluk çağının problemi olmasına rağmen tonsil hem çocuklarda hem de erişkinlerde hastalık yapabilmektedir. Sık geçirilen infeksiyonlar, hem hastanın günlük yaşamını etkiler, hemde sık sık ilaç kullanımına neden olur. Ancak geçirilen infeksiyonların (iltihapların) en önemli sonuçları, kalp kapakçıkları, eklem ve böbreklerin risk altında olmasıdır.

İnfeksiyonları dışında tonsil ve adenoidin büyüklükleri de önemli sonuçlara yol açar. Tonsillerin büyük olması; yutma, beslenme ve konuşma sorunları yapar.Ayrıca tonsil üzerinde biriken yiyecek ve doku artıkları ağız kokusu ve hijyen bozukluğuna neden olur. Adenoid dokusunun büyük olması herşeyden önce burun tıkanıklığına yol açar. Bu hastalarda ağzı açık uyuma ve horlamaya neden olur. Burun, solunan havanın ısısını ve nemini ayarlar ve bazı zararlı partikülleri tutar. Bu nedenle ağız solunumu yapan hastalarda bazı solunum yolu problemlerine yol açar. Geniz eti ayrıca şu problemleri oluşturur:

-Orta kulakta havalanma bozukluğu ve buna bağlı kulak zorunda çökme, işitme kaybı ve iletişim bozukluğu. İşitme kaybı bazen anne-babanın farkedemeyeceği seviyede olur ancak sıklıkla da hastayı doktora götüren ilk sebeptir.
-Çene ve yüz kemiklerinde gelişim bozukluğu
-Geniz akıntısı nedeniyle boğaz iltihabı (farenjit), öksürük ve alt solunum yolu problemleri
-Baş ağrısı
-Sinüzit
-Oluşan yüz ifadesi nedeniyle 'geri zekalı' görüntüsü

Nasıl Tedavi Edilir: Bademcik ve geniz etinin akut iltihaplarında tedavi genellikle ilaçlardır. İlaç olarak en sık antibiyotikler, ağrı kesiciler ve eğer alerjik faktörlerde düşünülüyorsa antihistaminiklerdir. Ciddi problemlere yol açmayan ve sık infeksiyona yol açmayan bademcik ve geniz eti ilaçlarla tedavi edilmesine rağmen, bazen bademcik ve geniz etinin alınması gerekir.

Hangi Durumlarda Alınmalıdır: Tonsil ve adenoidin alınmasına karar vermek, bazen kolaysa da bazen hastayı belli bir süre takip etmeyi gerektirir. Ameliyata karar verilmesine neden olan durumlar şunlardır:

-Sık sık infeksiyon geçirilmesi: Genelde kabul edilen durum, birbirini takip eden yıllarda, senede 3 veya daha infeksiyon geçirilmesidir.
-Tonsillerde infeksiyon olmasada yutmayı zorlaştıracak kadar büyümesi
-Tonsil dokusunun tek taraflı büyümesi (lenfoma veya başka habis hastalıkların belirtisi olabileceğinden)
-Tonsil üzerinde ağız kokusuna neden olabilecek şekilde sık sık birikim olması
-Adenoid dokusunun nefes almayı bozacak kadar büyümesi
-Orta kulak iltihabı (otitis media) ve işitme kaybına neden olması
-Sık sık sinüzit ve alt solunum yolu problemlerine neden olması

Ameliyat Hangi Yaşta Yapılmalıdır: Ameliyat için kesin bir yaş yoktur. Hastaya verdiği zarar göre karar verilir. Sık kabul edilen durum tonsil ameliyatı için hastanın 3 yaşını doldurmasıdır. Adenoid alınması ise 1 yaşında dahi yapılabilir. Birçok kez çocuk büyüsün diye beklemek hastaya zararlı olabilmekte ve tedavi başarısını düşürmektedir.

Bademcik ve Geniz Eti Ameliyatı Nasıl Yapılır: Tonsil için bazen lokal anestezi yapılmasına rağmen adenoid dokusunun alınması genel anesteziyi gerektirir. Tonsil'in alınması uygun kesi ile etrafındaki kapsül ile birlikte çıkarılması şeklinde olur. Adenoid ameliyatı ise büyümüş dokunun kazınması şeklindedir. Ameliyat süresi genellikle kısadır ve 30-60 dk arasında değişir. Ameliyat sonrası genellikle hastanede yatmak gerekmez. Bazen özellikle kanama riski açısından 1 gece hastanede kalınması gerekebilir.

Ameliyatın Riski ve Komplikasyonları Nelerdir: Her ameliyat gibi bademcik ve geniz eti ameliyatlarının da risk ve komplikasyonları olabilmektedir. Lokal veya genel anestezi her zaman için bazı riskler taşır. Ancak anestezi teknik ve ilaçlarındaki gelişmeler her geçen gün bu riski azaltmaktadır. Bunun dışında en sık görülen komplikasyon kanamadır. Bazen ciddi boyutlara ulaşabilmesine rağmen, dikkatli ve titiz bir çalışma ve hastanın uygun takibi ile bu problem nadir görülmektedir.Özellikle erişkin hastalarda olmak üzere ağrı hastayı en çok rahatsız eden durumdur. Ameliyat sonrası farenjit oluştuğuna dair inanış vardır. Bu yanlış bir düşüncedir. Hastalar bademcik alındıktan sonra hiç boğaz ağrısı olmayacağı beklentisine girerlerse yanılabilirler. Mevcut farenjitin bademciklerin alınmasıyla bir ilgisi yoktur. Hatta bazen infeksiyonlu tonsiller farenjiti arttırırlar.

Ameliyattan Sonra Nelere Dikkat Edilmelidir: En çok uyulması gereken kurallar beslenme ile ilgilidir. Özellikle ilk 3 günde kanama olasılığı daha çok olduğu için soğuk ve sıvı gıdalar seçilmelidir. Bu nedenle soğuk süt, çorba, meyve suyu, muhallebi, dondurma gibi besinler idealdir. Amaliyatın ilk gününde koyu renkli kan kusulması normaldir ve yutulan ameliyat sırasında yutulan kanla ilgilidir. Ancak sürekli kırmızı renkli yeni kan gelmesi hemen doktorunuza başvurmayı gerektirir. 4.günden itibaren yavaş yavaş normal gıdaya geçilir. Hastanın ağrı nedeniyle birşey yemek istememesi ağrının devamına neden olur. Mutlaka bol miktarda sıvı alınmalıdır. Ameliyattan sonra hafif ateş olması beklenen bir durumdur. Yeterli sıvı alınması ve ateş düşürücü ilaçlarla genellikle normale döner. Bazen hastalar ameliyattan birkaç gün sonra doktora başvurarak bademcik bölgesinde iltihap geliştiğinden yakınırlar. Bu genellikle bademcikler alındıktan sonra o bölgede beyaz bir örtü oluşturan iyileşme dokusunun hastayı yanıltmasıdır.
 
Bağışıklık yetersizliği immun yetmezlik

Bağışıklık yetersizliği hastalıkları ortak özellikleri infeksiyona duyarlığın artması olan çeşitli hastalıklardan oluşan bir gruptur. Birincil bağışıklık yetersizliği bağışıklık bozukluğunun olduğu yere göre sınıflanır : B hücresi (antikor yapan hücreler), T hücresi virus ve diğer mikroplarla savaşan ve/veya antikor yapan hücrelere yardım eden hücre), fagositoz (Mikropların savunma hücrelerinin içine alınıp parçalanması) işlemine ve komplemana (bagisiklik sisteminde çeşitli görevleri olan sıvısal proteinler) özgüdür. Her sistem bağımsız olarak yada bağışıklık sistemlerinden biri veya birkaçıyla birlikte davranabilir. Bağışıklık yetersizliği doğumsal (X genine bağlı antikor yoklugu), edinsel (degisken antikor eksikligi, edinsel bağışıklık yetersizliği sendromu=AIDS) ), dogumsal bir anormalliğe ikincil (DiGeorge sendromu) ya da idiyopatik (sebebi bilinmeyen) olabilir.
İkincil bağışıklık yetersizliği, bağışıklık dışı hastalıklardan (erken dogum, beslenme yetersizliği, Hodgkin hastalığı), yaralanmalardan (yanıklar, dalağın alınması) yada tedavi sonucu (steroidler, radyasyon, antikanser ilaçlarla) ortaya çıkabilir. Bağışıklık yetersizliği kalıcı yada birincil hastalığın tedavisiyle düzelen tipte olabilir.

BİRİNCİL B HÜCRESİ HASTALIKLARI :

B hücre bozuklukları kök hücrelerin antikor üreten ve salgılayan plazma hücrelerine olgunlaşmasındaki bozukluklara bağlıdır. Bu bozukluklar B hücre alt grubunda hücreye özgü bozukluklara yada T hücre alt gruplarında düzenleme bozuklukları sonucu bağışıklığın düzenlemesindeki sorunlara bağlı olabilir. Antikor üretim bozuklukları tüm antikorlarda, belirli antikor gruplarında, belirli IgG alt gruplarında eksiklik ya da özgül bir yabancıya yanıtsızlık şeklinde oluşabilir. Antikor üretim bozuklukları doğumsal, geç başlayan , geçici ve ikincil olarak sınıflanabilir.

BRUTON HASTALIĞI :

Doğumsal antikor eksikliği; X genine bağlı geçiş gösterir . Etkilenen erkek bebekler ilk 3-6 ay sağlıklıdırlar, çünkü bu dönemde anneden geçen IgG ile korunmaktadırlar. Semptomlar sık tekrarlayan enfeksiyonlara bağlıdır. Üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları, tekrarlayan sinüzit, orta kulak iltihabı, bronşit ve pnömoni görülür. Adenoidler ve tonsiller (Bademcikler) çok küçüktür veya hiç yoktur. Otoimmün bozukluklar sık görüldüğü gibi kanser riski de artmıştır.Parazitlere bağlı gıdalaraın barsaklardan emilim bozukluğu sık görülür. Yeterli antibiyotik tedavisine rağmen enfeksiyonların tedavi edilememesi bu hastalığı akla getirmelidir.

IgG düzeyleri çocukluk çağında nadiren 200 mg/dl’nin üzerine çıkar.Serum IgA ve IgM genellikle saptanamaz.Hücresel immunite testleri normal olmakla beraber bazı hastalarda kan T lenfositlerinde azalma,mitojenlere karşı lenfosit cevabının bozulması ve T-supresör aktivitesinde artma saptanabilir.

Tedavide esas olarak antikor içeren preparatların damardan kullanımı ayrıca devamlı antibiyotikle enfeksiyonların önlenmesi mümkündür.

GEÇİCİ ANTİKOR AZLIĞI :

Anneden geçen antikorların yıkıldığı ve 4-5. aylarında antikor değerleri düşer. Bu dönemde antikor yapımı da yetersizdir. Tek tanı kriteri düşük antikor düzeyinin daha sonra düzelmesidir. Bakteriyel enfeksiyonlar için yeterli tedavi verilmesinden başka bir tedavi gerektirmez. Hastalara rutin aşılama şeması uygulanmamalıdır.

HİPER IgM BAĞIŞIKLIK YETERSİZLİĞİ :

Hastalarda B lenfositleri ve IgM salgılayan plazma hücreleri bulunur. Fakat B hücre farklılaşması yeterli olmayıp nadiren gerekli antikor cevabını oluştururlar. Her iki cinsi de etkiler. Antikor yapan hücrelerde IgM’den sonra gelişim duraklaması vardır. IgG ve IgA tipi antikorların düzeyleri düşüktür, IgM tipi antikorların düzeyi ise yüksektir.

Dışarıdan antikor verme ve enfeksiyonların antibiyotikle tedavisi gerekir.

SELEKTİF IgA EKSİKLİĞİ :

En sık rastlanan spesifik bağışıklı yetmezliğidir. IgA solunum, mide barsak sistemi ve diğer salgısal alanların ana koruyucu antikorudur. Eksikliğinde tekrarlayıcı solunum enfeksiyonları, kronik Giardiazis (parazit) enfeksiyonu ve otoimmun hastalıklar ortaya çıkabilir. Genetik geçiş gösterebilir. Fenitoin ve diğer sara ilaçlarının kullanılması sırasında, toksoplasmozis (parazitik bir infeksiyon), kızamık ve diğer bazı virüslerle birlikte kazanılmış olarak ortaya çıkabilir. Atopik insanlarda sıklığı daha fazladır. Barsak hastalıklarının görülme sıklığı artar. IgG 2 ve IgG 4 tipi antikor alt grublarında yetmezlik ile birlikte olabilir.

Bu hastalara kan ve kan ürünü verildiğinde allerjik reaksiyonlar olabilir.

Tekrarlayıcı sinüzit ve akciğer infeksiyonu için geniş spektrumlu antibiyotikler kullanılır.

COMMON VARIABLE İMMUN YETMEZLİK (değişken antikor eksikliği) :

Doğumsal veya kazanılmışolabilir. Ailevi vakalar olabileceği gibi tek tek vakalar da olabilir. Üç farklı immunolojik neden tanınmıştır. İntrensek B hücre defektleri, B hücrelere otoantikorlar ve düzenleyici T hücreleri dengesizlikleri tüm hastalarda ortak özellik, genellikle tüm antikor sınıflarını, fakat bazen sadece IgG’ yi ilgilendiren Antikor azlıklarıdır. Hastaların 2/3 kadarı yabancı proteinleri tanıyan, fakat antikor üretecek olan plazma hücrelerine gelişemeyen, normal sayıda dolaşan. Bulgular X genine bağlı antikor yokluğuna benzer. Fakat tekrarlayıcı bakteriyel enfeksiyonlar daha geç yaşta başlar (15-20 yaş). Barsak paraziti olan Giarda lamblia infestasyonu da oldukça sıktır. Bu hastalar yüksek bir otoimmun hastalık oranına sahiptir.

BİRİNCİL T HÜCRESİ HASTALIKLARI :

Tek başına T hücresi bozuklukları az görülür, çoğu hastada T hücresi bağışıklık bozukluğu B hücresi bağışıklık bozukluğu ile bağlantılıdır. Doğumsal hücresel bağışıklık bozukluğu olan çocuklar erken çocukluk çağında mantar yada virus enfeksiyonları ile başvurur. Bulgular B hücre bozuklukları olanlara göre sıklıkla daha ağırdır.

DI GEORGE ANOMALİSİ :

Sıklıkla timus ve paratiroid bezlerini etkileyen bir embriyolojik gelişim bozukluğu söz konusudur. Etkilenen bebeklerde yenidoğanda kalsiyum düşüklüğüne bağlı kasılmalar, damar anormallikleri, çene küçüklüğü ve hücresel bağışıklık yetersizliği görülür. Lenfosit sayısı düşüktür. T hücreleri belirgin olarak azalmıştır. Bu çocuklar yenidoğan evresini aşabilirlerse, yineleyen enfeksiyonlar, kronik kandidiyazis ve gelişme geriliği ortaya çıkar. Timus dokusu nakli bu yenidoğanların bazılarında başarılı olmuştur , diğerlerinde bağışıklık yaşla birlikte kendiliğinden düzelebilir.

KRONİK MUKOKÜTANÖZ KANDİDİYAZİS :

Deri, müköz membranlar , el ve ayak tırnaklarında yerel sürekli kandida (bir maya mantarıdır) enfeksiyonları görülen bir T hücresi hastalığıdır. Bazı hastalarda paratiroid, tiroid, böbrek üstü ve pankreas bezlerini tutan hormonsal problemler de görülebilir. Hücresel bağışıklık bozukluğu kandida ile sınırlıdır, diğer patojenlere karşı bağışıklık genellikle normaldir.

KOMBİNE BAĞIŞIKLIK YETMEZLİKLERİ :

Bu bozukluklarda hem T hem B hücre fonksiyonları baskılanmıştır.

ŞİDDETLİ KOMBİNE BAĞIŞIKLIK YETMEZLİĞİ :

Değişen sayılarda B ve T hücreleri bulunmasına karşın, B ve T hücre işlevleri ileri derecede bozulmuştur. Bulgular genellikle yaşamın ilk aylarında ortaya çıkar, gelişme geriliği çarpıcı bir bulgudur. Çeşitli ağır bakteri enfeksiyonları görülebilmekle beraber T hücresi işlev yetersizliğiyle ilgili klinik bulgular baskındır. Kronik kandidiyazis, Pneumocystis carinii gibi protozoa infeksiyonları, hafif giden fırsatçı organizmalar, kontrol altına alınamayan ishal ve yineleyen solunum sistemi infeksiyonları sıktır. Hastalarda egzama , saç dökülmesi, kansızlık görülebilir. Genetik geçişli olabilir.

WİSKOTT-ALDRICH SENDROMU :

Egzama, trombositopeni (pıhtılaşma hücre azlığı) ve enfeksiyonlara duyarlığın arttığı, X genine bağlı geçiş gösteren bir hastalıktır. IgA ve IgE antikor düzeyleri artmış, IgM azalmış , IgG düzeyi ise normaldir. Yaş ilerledikçe hücresel bağışıklık giderek bozulur ve sonuçta kanser ve fırsatçı infeksiyonlar ortaya çıkar. Kemik iliği nakli sonuçları başarılıdır.

ATAKSİ-TELENJİEKTAZİ SENDROMU :

İlerleyen denge kaybı, göz ve deride yüzeyel damarların belirginleşmesi, kronik sinüs ve akciğer infeksiyonları,kanser ve değişken sıvısal ve hücresel bağışıklık yetersizliği görülen ve genetik geçiş gösteren bir bozukluktur. Bilinen bir tedavisi yoktur.

FAGOSİT BOZUKLUKLARI :

Fagosit bozuklukları niteliksel veya niceliksel olarak ayrılabilir. Fagositik hücre azlığı, doğumsal , kanser veya ilaçlara bağlı kemik iliği işlev bozukluğuna yada fagositik hücreye karşı olan antikorların artan tahribatına ikincil olabilir. Bu bozukluklarda ani bir infeksiyon sırasında bununla savaşan hücre sayısı artabilir, ancak işlevi bozulmuş hücreler savunmaya pek az katkıda bulunur .

KOMPLEMAN BOZUKLUKLARI :

Kompleman bozuklukları kalıtsal yada sonradan olabilir. Kompleman normal antijenin kaplanarak savunma hücresi taraından tanınmasının arttırılması, bakteri öldürme işlevi, savunma hücrelerinin iltihap alanına çağırılması için gereklidir. Kompleman bozuklukları, yineleyen enfeksiyonlar, otoimmun hastalıklar ve Neisseria infeksiyonlarıyla ilişkili görülmüştür.
Bakteriyel Vajinit



İlk defa 1955 yılında tanımlanan ve Haemophilus vaginalis adı verilen bir bakterinin yol açtığı vajinal enfeksiyondur.

Etkene Gardnerella vajinalis adı da verilir. Cinsel ilişki ile bulaşabilir ancak bu konuda bilimsel bir görüş birliği yoktur.

Halk arasında en çok görülen vajinal enfeksiyonun mantar enfeksiyonu olduğu sanılmasına rağmen gerçekte en sık bakteriyel vajinozis yani Gardnarella enfeksiyonu görülür. Kadınların %10-68'inde gardnarelle vajiniti görülür.Genelde üreme çağındaki kadınlarda rastlanır.



Gardnarella vajinlis etkeni

Belirtileri
Vajina, ürethra (mesane ile idrar çıkış noktası arasındaki boru), mesane ve genital bölgedeki deriyi tutar.

Normalde kadın vajinasında belirli miktarda gardnarella vajinalis mikroorganizması bulunur. Vajina içerisinde pekçok mikroorganizma barınır ancak bunlar belirli bir denge içinde bulunduğundan enfeksiyona neden olmazlar. Bu dengeyi sağlayan en önemli unsurlardan birisi laktobasil adı verilen mikroorganizmalardır. Laktobasiller vajianın asit baz dengesini sağlayarak diğer organizmaların enfeksiyon yapacak kadar çoğalmalarını engellerler. Bu denege bozulduğunda enfeksiyon ortaya çıkar.

Gardneralla vajinalis enfeksiyonu çoğu zaman herhangi bir belirti vermez. En sık karşılaşılan yakınma kötü kokulu bir akıntıdır. Tipik olarak gri renkli ve kötü kokulu akıntı mevcuttur. Vajinanın pH'ı bazik yöne kayınca ortaya bazı aminler çıkmakta ve enfeksiyonda tipik olan balık kokusu duyulmaktadır. Bu balık kokusu bakteriyel vajinit için tipiktir. En sık adet kanaması sonrası ya da cinsel ilişkiyi takiben duyulur.

Tanı
Tanı muyanede akıntının görülmesi ile ya da alınan akıntı örneğinin mikroskop altında incelenmesi ile konur. Bazen herhangi bir bulgu olmayan olgularda vajinal kültr ya da smear testi sonucu fark edilir.

Tedavi
Tedavi edilmediği taktirde pelvik enfeksiyonlara neden olabilir. Tedavide lokal ve sistemik antibiyotikler kullanılır. Olguların %79'unda erkek ürethrasında da bu mikroorganizmaya rastanır. Bu nedenle inatçı olgularda eş tedavisi de önerilmektedir

"Bu yazı Dr. Alper Mumcu'dan (www.mumcu.com) alınmıştır"
--------------------------------------------------------------------------------

balanit



Balanit, glans (penis başı) veya penis ucunun iltihaplanmasıdır. Oldukça sık görülen bir rahatsızlıktır. Sünnet olmamış erkeklerde, özellikle sünnet derisinin daralması nedeniyle kolaylıkla geriye çekilemediği durumlarda, sünnet olmuş erkeklere kıyasla daha fazla görülür.

Belirtiler : Penisin ucunda kızarıklık ve tahriş.

Balanitin birçok çeşidi vardır. Nedenlerinden bazıları; böbrek yolları enfeksiyonu, penise sürtünen kumaşın tahrişi veya kumaşın temizlenmesi ya da yapımında kullanılan kimyasal maddeler ve doğum kontrol kremlerine reaksiyon, olabilir. Şeker hastası erkeklerde, idrarda fazla şeker bulunması nedeniyle, balanitis çok sık görülür. Mantar enfeksiyonu da sık rastlanan bir sebeptir.

Teşhis

Penisteki tahriş bir iki gün içinde geçmezse doktorunuza veya bir üroloğa danışmak gereklidir. Doktor penisi inceleyerek ve daha ciddi enfeksiyon ihtimalinin olup olmadığını anlamak için testler yapacaktır. Balanit teşhisi konursa da, şeker hastalığı ihtimalini gözönünde tutarak idrar testi uygulayacaktır.

Tedavi

Balanit tedavisinin temeli temizliktir. Sünnet derisi kolaylıkla geri çekilemeyen bir erkekte balanit in iyileşmesi ve önlenebilmesi için sünnet yapmak gerekebilir. Bakteri ve mantar enfeksiyonlarını iyileştirmek için antibiyotikler ve mantar ilaçları kullanılır
 
barsak gazı

Herkesin kalın barsağında gaz üretilir. Aslında, barsak gazlarının çoğu kalın barsakta oluşur. Gaz genellikle dışkı yaparken atılır. Bununla birlikte, bazı kişilerde oluşan aşırı miktardaki gaz, bütün gün rahatsızlık yaratır.

Barsak Gazının Bileşimi

Barsak gazı başlıca beş maddeden oluşur: Oksijen, azot, karbondioksit ve metan. Kötü koku genellikle bileşimde daha az miktarlarda bulunan hidrojen sülfid ve amonyak gibi diğer maddelerden kaynaklanır.

Azot ve oksijen soluduğumuz havada bulunur ve hava yutulduğunda barsak gazının içinde bulunabilirler. Karbondioksitin bir bölümü ince barsakta üretilir. Hidrojen, karbondioksit ve birçok kişide metan, ince barsakta sindirilmemiş ve emilmemiş karbonhidratların, kalın barsaktaki bakteriler tarafından fermantasyonuyla oluşur.

Barsak Gazına Neden Olan Gıdalar

Aşırı gaz oluşmasına neden olabilecek gıdalar arasında nohut ve fasulye, buğday, yulaf, kepek, lahana, mısır ve şalgam bulunmaktadır. Bir sindirim enzimi olan laktoz yetersizliği olanlarda süt ürünleri de sorun yaratabilir. Fazla lifli gıdalarla beslenme ve hacim oluşturucu müshillerin kullanımı da aşırı miktarda barsak gazına yol açabilir.

Önlemler

Bazen, aşırı miktardaki gaz sindirim sistemindeki bir hastalıktan kaynaklanabilir; hastalık tedavi edildiğinde, çoğu kez gaz da azalacaktır. Ancak çoğu durumda, gazın kaynağı bir hastalık değildir.

Çok can sıkıcı olabilse de, aşırı barsak gazı önemli bir durum değildir. Bazı insanlar belirli "gaz yapan" gıdaları, özellikle fasulye ve süt yemekten kaçınarak bu durumun düzeldiğini keşfederler.

Yutulmuş Hava

Yutulan hava barsak gazlarının küçük bir bölümünü oluşturur. Diğer taraftan, midenizde hissettiğiniz şişkinlik genellikle yutulan havanın sonucudur. Hava, yiyecek ve içeceklerle birlikte ya da başka nedenlerle yutulabilir. Çok hızlı yemek ya da sakız çiğnemek soruna katkıda bulunabilir. Geğirme ve karnın üst bölümündeki basınç hissi yutulmuş havanın bir sonucu olabilir. Hava yuttuğunuzun farkına varmayabilirsiniz. Gazlı içecekler midede karbondioksit açığa çıkararak gaz oluşmasına yol açabilir.

Yutulan havanın bir bölümü gıdalarla birlikte ince barsağın içinde ilerler. Bu havanın bir kısmı vücut sıvılarında çözünür ve sonuçta akciğerler yoluyla atılır
barsak tıkanması

Alternatif isimler

Paralitik ileus , intestinal volvulus , barsak obstrüksiyonu , ileus

Tanım

Barsak içeriğinin ilerlemesinin durması , geri tepmesi veya bozulmasıdır.

Tam veya kısmen tıkanma olabilir ; karın ağrısı , bulantı-kusma ve gaz-dışkı çıkışının durması ile karakterizedir.

Nedenleri,Görülme sıklığı,Risk faktörleri

Barsak tıkanması mekanik veya mekanik olmayan ( dinamik ) sebeplerden kaynaklanabilir. Çocuklarda ve infantlarda ( bebeklerde ) tıkanmanın majör sebeplerinden biri paralitik ileus’tur.

Paralitik ileusun nedenleri : periton içi enfeksiyon mezenterik iskemi ( karındaki destek yapılara kan akımının azalması ) karında kan akımının kesilmesi , hasara uğraması böbrek ve göğüs hastalıkları karın içi ameliyatlardan sonra metabolik bozukluklar ( potasyum düzeyindeki azalma gibi )

Bebeklerde mide-barsak iltihabı , elektrolit dengesizliği ve zatürre ; daha büyük çocuklarda periton iltihabı , patlamış apandiks ve üremi paralitik ileus sebebi olabilir.

Paralitik ileus karın gerginliği , barsak seslerinin yokluğu (karın dinlendiğinde ses işitilmez) ve çok hafif ağrı ( mekanik tıkanmayla karşılaştırıldığında ) ile ortaya çıkabilir.

Paralitik ileus insidansı , mekanik tıkanmayla karşılaştırıldığında yüksektir. Ancak mekanik tıkanma kadar önemli değildir.

Mekanik tıkanma barsak içeriğinin ileriye doğru hareketinin engellenmesiyle ortaya çıkar.

Mekanik tıkanmanın sebepleri : fıtıklar ameliyat sonrası yapışıklıklar veya skar ( yara izi ) dokusu sertleşmiş dışkı , safra taşları tümör granülomatöz proçesler ( anormal doku gelişimi ) intususepsiyon ( = invaginasyon = ince veya kalın barsağının bir segmentinin teleskop gibi sonraki segmentin içine girmesi ) volvulus ( bükülmüş barsak )

Tıkanmayla barsak kan akımı kesilirse , enfeksiyon ve gangren oluşumuyla doku ölebilir.

Barsak tıkanması 2000 kişinin 2 sinde görülür.

Risk faktörleri : geçirilmiş karın içi ameliyatları fıtıklar safra taşları enflamatuar barsak hastalığı ( crohn hastalığı gibi ) yutulmuş yabancı cisimler kronik kabızlık kalın barsağın divertiküler hastalığı

Korunma

Korunma , sebeplere yöneliktir.

Tıkanmayla ilişkili durumların tedavisi ( tümörler ve fıtıklar gibi ) riski azaltabilir.

Bazıları önlenemez.

Belirtiler karın şişkinliği , gaz karın ağrısı ve krampları kusma ( kanlı kusma ) karın gerginliği kabızlık ishal gaz , dışkı çıkaramama barsak seslerinin artması

Tanı/Teşhis mekanik tıkanmanın başlangıcında stetoskopla karnın dinlenmesinde artmış barsak sesleri duyulur. Tıkanma uzun bir süre devam ederse veya barsak önemli derecede hasara uğrarsa barsak sesleri giderek azalır ve kaybolur. paralitik ileus’ta barsak sesleri azalmış veya yoktur. baryum enema karın filmi üst sindirim sistemi ve ince barsak serileri ( grafileri ) serum elektrolitleri serum sodyumu tam kan tahlili sigmoidoskopi idrar amilazı serum amilazı karın bilgisayarlı tomografisi enteroclysis ( burun veya ağız yoluyla mideden barsağa geçen tüp içine kontrast maddenin verilmesiyle ince barsakların görüntülenmesi yöntemi )

Tedavi

Hastanede gerçekleştirilir.

Nazogastrik tüple dekompresyon

Nazogastrik tüple dekompresyon belirtileri geçirmezse veya barsak strangule olursa veya gangren şüphesi varsa tıkanmanın cerrahi tedavisi faydalı olabilir.

Prognoz/Hastalığın gidişi

tıkanmanın sebebine bağlı olarak sonuçlar değişir.

genelde prognoz çok iyidir.

Komplikasyonlar/Riskler

enfeksiyon

barsağın gangren olması

Doktorunuza başvurun

gaz , dışkı çıkaramamakla gelişen devam eden karın gerginliği varsa veya yeni belirtiler gelişirse
BASI: DEKÜBİTUS ÜLSERLERİ

Dekübitus ülserleri (DÜ) yaşlı, spinal kord travması geçirmiş, nörolojik sorunları olan, hemiplejik veya paraplejik hastalarda önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir.
Ciddi DÜ'li hastalarda ortalama hospitalizasyon süresi 8 ay, yüzeyel ülseri olanlarda ise 6 ay olarak bildirilmektedir.
DÜ'li hastaların yataklı sağlık kurumlarında bu uzun süreli bakım ve tedavileri nedeniyle sağlık hizmetleri giderleri çok fazla olmakta, dolayısıyla önemli bir sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir.4
DÜ (yatak yaraları, basınç ülserleri) uzun süreli yatma veya oturma pozisyonunda yumuşak dokuda bir bölgeye sürekli basınç sonucu oluşan lokalize hücre nekrozu alanlarıdır. Yatak veya sandalye gibi bir dış güç ile kemik çıkıntı arasında basınca uğrayan yumuşak dokuda ortaya çıkar.5
Epidemiyoloji
Acil bakım ünitesi olan hastanelerde DÜ prevelansı %3-11, yatalak ve tekerlekli sandalyeye bağımlı hastalarda %28 olarak bildirilmektedir.1 Uzun süreli yataklı tedavi sağlayan hastanelerde bu oran %45'e kadar çıkmaktadır.6 Spinal kord travması olanlarda ise DÜ prevelansı daha yüksektir.4 Epidemiyolojik çalışmalara göre yaşlı, nörolojik bozukluğu ve kalça kırığı olanlar DÜ gelişme riski yüksek hastalardır, çoğu 70 yaş üzerindedir ve ülserler en sık sakrum, iskial tuberositeler, büyük trokanterler, malleoller ve topuklar olmak üzere genellikle hospitalizasyonun ilk birkaç haftasında ortaya çıkmaktadır. Bu hasta grubunda mortalite riski de yüksek olarak bulunmuştur.
DÜ gelişiminden sorumlu faktörler; duyu veya mobilite bozukluğu olanlarda deri bakımına yeterli özenin gösterilmemesi; uzun süreli immobilizasyon; uygun olmayan yatak, yastık ve tekerlekli sandalye kullanımı; aşırı terleme veya inkontinans; sıkı giysilerin kullanılması ve DÜ tedavi edildikten sonra da bu olumsuz faktörlere dikkat edilmemesidir.
Sınıflama
DÜ'lerin sınıflamasında bugün en geçerli evrelendirme sistemi;
Evre 1: Kemik çıkıntı üzerindeki deride eritem ve endurasyon (ülser başlangıcı)
Evre 2: Dermisi içine alan yüzeyel ülserasyon; klinik olarak abrazyon, bül veya yüzeyel krater görülür.
Evre 3: Subkütan dokuyu içine alan ülserasyon; klinik olarak derin bir krater görülür.
Evre 4: Kas, kemik ve destek dokularda destrüksiyon ile giden derin ülserasyon.
Evre 5: Eklem veya vücut boşluklarına (rektum, barsak, vajina, mesane gibi) uzanan geniş ve derin ülser.5,8
Bu evrelendirme, özellikle uygun tedavi yaklaşımını planlarken önem kazanmaktadır.

Tedavi

A. Korunma
Korunma amacıyla ilk girişim noktasal basınçların önlenmesidir. Hastanın düzenli olarak 30° derece açıyla döndürülmesi ve basıncı azaltmak için yumuşak yastıkların kullanılması uygundur. Standart yataklar yerine havalı yatakların veya su yataklarının kullanılması DÜ gelişme riskini belirgin olarak azaltır. Sürtünme ve yırtma güçleri de önlenmeli, bu güçleri minimuma indirecek özel kaldırma ve çevirme teknikleri kullanılmalıdır. DÜ gelişiminde rolü olan sistemik faktörlerin ortadan kaldırılması, gaita ve idrar inkontinansının düzeltilmesi veya günlük düzenli mesane ve barsak programları, enfeksiyonla mücadele kon-servatif tedavi yaklaşımlarıdır.
B. Topikal tedavi
Evre l ve 2 DÜ'lerinde veya cerrahi tedaviden önce lokal yara bakımı uygulanmalıdır. Ciddi bir topikal tedavi ile yara kontraksiyonu hızlanır, enfeksiyon riski azalır ve nekrotik debris temizlenir. Evre l ülserler genellikle koruyucu yaklaşımlarla ve basit topikal tedavi ile düzeltilebilir. Evre 2 ülserlerde benzer şekilde genel yaklaşımların yamsıra yara kontraksiyonu ve epitelizasyonu hızlandıracak agresif topikal tedavi gerekir. Topikal tedavide kullanılan ajanlar enzimler, antibiyotikler, eser elementler, tannik asit, bal, şeker ve povidoneiodine içeren çeşitli karışımlardır. Ancak bu tedavilerden herhangi birinin serum fizyolojik ile yapılan ıslak pansumanlara (wet to dry) üstünlüğü gösterilmemiştir. 6-8 saatte bir değiştirilen ıslak pansumanlar hem sekonder iyileşmeyi hızlandırır hem de yeterli mekanik debritmanı sağlar. Enfekte yaralarda gazlı bezin germisidal bir ajanla uygulanması önerilir. Diğer tedaviler irrigasyon uygulaması ve ülser tedavisinde kullanılan çeşitli örtülerdir.
Lokal tedavide kullanılan diğer yöntemler elektrik stimülasyonu ve büyüme faktörlerinin uygulanmasıdır. Elektrik akımı ile yara iyileşmesi muhtemelen elektrik akımının antibakte-riyel etkisine ve kasda protein sentezi ve DNA replikasyonunun stimülasyonuna bağlıdır.Trombosit kaynaklı büyüme faktörlerinin (Platelet derived growth factors) uygulanması da anjiogenezis, fibroblast proliferasyonu ve kollajen sentezini uyararak iyileşmeyi hızlandırmakta, skar oluşumu da minimuma inmektedir.
C. Cerrahi tedavi
Genel olarak evre 3, 4 ve 5 ülserler cerrahi tedavi gerektirir. Cerrahi tedaviden önce yara temizliği ve nekrotik dokunun debridmanı, çok derin ülserlerde osteoktomi tedavide ilk basamaktır.5,8 Yara kültürü ve osteomiyelit yönünden alttaki kemik dokunun kültürü yapılmalı, enfeksiyon tesbit edildiğinde sistemik antibiyotik tedavisi başlanmalıdır. Genellikle yumuşak doku enfeksiyonları 2 haftalık antibiyotik tedavisi ile düzelirken, osteomiyelit tesbit edildiğinde 6 haftalık antibiyotik tedavisi gerekir.
DÜ'lerinde cerrahi tedavinin başarısı ülser zemininin temizliğine bağlıdır.
Cerrahi tedaviden önce hasta mutlaka psikolojik ve sosyal olarak hazırlanmalı, postope-ratif dönemde ve daha sonra DÜ bakımı konusunda bilgilendirilmelidir.8 Cerrahi tedaviden sonra hastalar uzunca bir süre rahatsız bir pozisyonda iyileşme dönemi geçirmek zorunda-dır. Bu nedenle preoperatif dönemde 4 gün sıklıkla prone pozisyonda tutularak hastaya deneme yapılır. Bu süre içinde 8 saatte bir basınç altında kalan bölgeler açısından hasta incelenmeli, skrotal ödemi azaltmak için skrotal destek konmalı, basıncın eşit dağılması için köpük şilteler ve havalı yataklar kullanılmalıdır. Solunum fonksiyon testleri ve kan gazlarına bakılarak hastanın prone pozisyonu tolere edebileceği kesinleştirilmelidir. Hastada spas-tisite varsa cerrahi tedaviden önce mutlaka kontrol altına alınmalıdır.

KAYNAK:
Dekübitus Ülserleri:
Cerrahi Tedavi Yaklaşımları
Doç. Dr. Yasemin ORAM
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanı
 
Beden Kitle İndeksi - BKİ (Body Mass Index- BMI )

Yetişkinlerde ağırlık-boy ilişkisine göre şişmanlığı en iyi gösteren ve kolay uygulanabilen bir indekstir. Bu indeks yetişkinler için boy ile en az, vücut yağı ile en yüksek korelasyona sahiptir. Ağırlığın, boy uzunluğunun karesine bölünmesi ile bulunur (BKİ= Ağırlık (kg)/ Boy2 (m)). BKİ nin yüksek olması mortalite ile ilişkilidir. BKI 25 in üzerine çıktığında mortalite riski dereceli olarak artmaktadır. Özellikle kalp-damar has-talıkları, diyabet ve safra kesesi hastalıkları bu yönden önem taşır. Beden kitle indeksi ile kan kolesterol düzeyi arasında pozitif bir ilişki mevcuttur. BKİ > 35 olanlarda BKİ= 20-25 olanlara oranla diyabetin görülme sıklığı 5 kat daha fazladır. Menapoz sonrası kadınlarda BKİ arttıkça göğüs kanserine yakalanma riski de artmaktadır. BKİ <20 olanlarda sindirim sistemi ve akciğer hastalıkları nedeniyle yaşam süresi daha kısadır. Bu nedenle orta düzeyde mortalite riskine sahiptirler. BKİ < 16 olanlarda mortalite 3 kat artmakta, BKİ < 16 olan annelerin bebeklerinin % 50 den daha fazlasının doğum ağırlığı 2.5 kg nin altında olmaktadır. Diyetsel faktörler, sigara kullanma alışkanlığı ve fiziksel aktivite düzeyleri, BKİ ile mortalite riski arasındaki ilişkiyi karmaşık hale getirebilir. Sigara içenler, içmeyenlerden daha zayıf olma eğilimi (BKİ düşük) göstermekte, sigaranın bırakılması ile ağırlıkta artma görülmektedir. 19-35 yaş arasında BKİ= 20-24.9 arası ideal indeks aralığı, 25 - 29.9 arası overweight (toplu - ağırlığı istenenden fazla), 30 üzeri şişman, 40 üzeri ise aşırı şişman olarak kabul edilmiştir. 25-34 yaş arası bireyler için BKİ=20-25 ideal indeks aralığını ve en düşük hastalık riskini gösterir. İdeal indeks aralığı 55-64 yaşta 22-27 olarak kabul edilebilir. BKİ=25-30 arası olanlar haftada en fazla 0.5-1 kg verecek şekilde zayıflatılmalıdır. BKİ >30 olan kişilerde tıbbi gözlem altında çok düşük kalorili diyetler de uygulanabilir. Yetişkinlerde kronik enerji yetersizliğinin sınıflandırılmasında da BKİ den yararlanılmaktadır
BEHÇET HASTALIĞI

Genel Bilgiler

İlk kez 1937 yılında bir Türk doktoru olan Hulusi Behçet tarafından tanımlanmıştır. Tıp Dünyasında bir Türk doktoru tarafından tanımlanan nadir hastalıklardan birisidir.
Behçet hastalığının en tipik özelliği, ağızda tekrarlayan aft adı verilen yaralar olmasıdır.

Ağız yaraları
Ağız yaralarına hemen hemen her hastada rastlanır ancak % 1 - 3 gibi az bir kısım hastada ağızda yara şeklinde bir belirti görülmeksizin hastalığın diğer belirtileri görülebilir. Genellikle ağızdaki yaralar hastalığın ilk belirtileridir ve diğer belirtiler ortaya çıkmadan yıllarca aft yakınması bulunan hastalar az değildir. Behçetteki ağız yaraları, tekrarlayıcı basit aftlardan ayırd edilemez ise de çok sayıda olmaları ve daha sık nüks etmeleri gibi farklılıklar vardır. Behçette aftlar genellikle ayda bir veya birkaç kez tekrarlar ve bir kaç gün içersinde iyileşirler.

Cinsel Bölge Yaraları
Behçet hastalığının diğer bir belirtisi de genital bölgede tekrarlayan yaralardır. bu yaralar küçük, deriden kabarık kırmızılık veya sivilce halinde başlar ve bunu, çabucak zımba ile delinmiş görünümde ve yavaş iyileşen yaranın gelişmesi izler. Bu yaralar hemen her zaman yerlerinde iz bırakarak iyileşirler. Genital bölge yaraları aftlara göre sayıca daha az ve daha uzun sürede iyileşirler.

Deri Belirtileri
Behçet hastalığında, koltuk altları ve kasıklar gibi büyük kıvrım yerlerinde de benzer yaralara zaman zaman rastlanabilir.
1. Kırmızı ve ağrılı yumrular şeklinde oluşumlar.
2. Sivilce benzeri belirtiler.
3. Deri damarlarının hastalanmasıyla ilgili belirtiler.


Göz Belirtileri
En önemli organ tutulmalarından biri olan gözdeki iltihaplanma hastaların yarısında tespit edilir. Gözde kanlanma ve bulanık görme şeklinde kendini gösterir. Erkeklerde ve genç kisilerde göz belirtileri daha sık ve daha ağır seyrederken, kadınlarda ve yaşlılarda daha seyrek ve daha hafiftir seyreder. Göz belirtileri bazan körlüğe kadar gidebilir.

Bu belirtilerin dışında Behçet hastalarının hemen hemen yarısında eklem ağrısı ve eklemlerde şişme gibi şikayetler, beyin hastalıkları, böbrek iltihabı, damar tıkanma ve genişlemeleri de görülebilir.
Behcet hastalığı daha çok 20-30 yaşlarda ve erkeklerde görülür. Türkler, Araplar, Yahudiler, Ermeniler ve Japonlarda daha sık görülür. Behçet hastalığının en karakteristik özelliklerinden birisi ataklar halinde seyretmesidir. Yaşla birlikte hastalığın aktivitesi azalır. Behçet hastalığının nedeni bilinmemektedir. Tedavi hastalığın etkilediği organa göre değişir. Tedavi kesinlikle doktor kontrolünde yapılmalıdır. Genetik biliminde sağlanacak gelişmeler Behçet hastalığının tedavisinde yeni ufuklara yol açacaktır. Behçet hastalığının en tipik özelliğinin ağızda tekrarlayan yaralar olduğu unutulmamalı ve bu yakınmaları olan hastaların mutlaka Behçet hastalığı yönünden araştırılması gereklidir.

Behçet, aslında bir hastalık değil tıbbi adı ile "sendrom" dur, ancak anlaşılır olması nedeni ile "hastalık" olarak yazılmıştır.

Bu sayfa içeriği İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Tekin Akpolat tarafından hazırlanmıştır
Bel soğukluğu , gonore ve tedavisi

Bel soğukluğu, cinsel ilişki yolluyla bulaşan bir hastalıktır. Özellikle cinsel yönünden aktif gençleri hedef alması ve tedavi edilmez ise ilerleyerek kısırlığa yol açmasında dolayı oldukça önemlidir.



Düsük sosyoekonomik düzey, çok eşli cinsel yaşam, cinsel aktivitenin erken yaşta başlaması, hastalığın saklanması bazen de hiç belirti vermeden seyretmesi nedeniyle yayılımı oldukça fazladır.



Hasta bir erkekten cinsel eşine bir tek ilişki ile %50, daha fazla ilişkide %90, hasta bir kadından cinsel eşine bir tek ilişki ile %20, daha fazla ilişki ile %60-80 bulaşma riski vardır. "Cinsel ilişki" ile kastedilen vajinal, anal ve oral ilişkilerdir.



Erkekte belirtileri daha çok idara yolu enfeksiyonu gibidir. Penisten gelen beyaz-sarı renk akıntı en önemli belirtisidir. İdrar yaparken yanma, acıma ve penisin ucunda kızarıklık da olabilir.



Kadında belirtileri idrar yolu enfeksiyonu benzeri bulgular yanında daha çok iç üreme organlarda hastalık yaptığından %50 hastada hiç belirti vermeyebilir. Yine burada da beyaz-sarı renk vajinal akıntı, ağrılı idrar yapma ve adet kanamaları arasında ara kanamaları görülmesi önemli belirtiler arasındadır.



Ayrıca gebe kadında bel soğukluğu düşüklere ve erken doğumlara neden olabilir. Doğum sırasında bebeğe bulaşabilir ve bebeğin gözlerinde iki taraflı akıntı ile başlayan, körlüğe kadar varabilen hastalığa yol açar.



Bel soğukluğu makatta hastalık yaparsa anus çevresinde kaşıntı, ağrı, makattan kanama ve akıntı gibi belirtiler verir. Boğazda yerleşirse (cinsel organdan ağıza bulaşmış olabilir) daha ciddi hastalığa ve mikrobun kana karışmasına neden olabilir.



Teşhisi oldukça kolaydır. Bu belirtiler ile gelen kişilerin akıntılardan alıncak örneklerde mikrobun gösterilmesiyle teşhis konulabilir ama daha çok hastadaki belirtilere (klinik tablosu) sebep olan en sık rastlanan mikroba yönelik tedavi verilir.



Tedavisi de oldukça kolaydır ancak mutlaka bir doktor tarafından verilmeli çünkü hemen hemen aynı belirtilere yol açan birçok mikrop var. Tedavi de doktorun tarif ettiği şekilde uygulanmalıdır. Cinsel eşlerinde doktora getirilmesi ve onların da tedavi almaları mutlaka gereklidir.
 
Besin gıda zehirlenmesi

Yiyecek ve içeceklerin saklanması, hazırlanma ve sunulma aşamalarında uygun sağlık koşullarının olmaması, besin zehirlenmelerinin önemli bir sorun haline gelmesine yol açıyor. Süt ve süt ürünleri, kremalı yiyecekler, tavuk mamülleri, mayonezli, yumurtalı yiyecekler, pişirilip uygun koşullarda saklanmayan etler, deniz ürünleri, bozulma riski en yüksek gıdalar arasında yer alıyor.
Akdeniz diyetinin vazgeçilmez unsurları olan meyve ve sebze ağırlıklı beslenmenin en sağlıklı beslenme biçimi olduğunda uzmanlar birleşiyorlar. Fakat Türkiye'de sebze ve meyve açısından bolluk ve çeşitliliğe rağmen besinlerin saklanması, pişirilmesi de büyük önem taşıyor.

Besinlerin hazırlanması sırasında temizlik kurallarına gereken özenin gösterilmemesi, besin zehirlenmelerine yol açabiliyor. Besin zehirlenmeleri kontamine yiyecek ve içeceklerle oluşuyor. Besinler ve içecekler infeksiyona yol açan mikroorganizmalarla veya toksit maddelerle bulaştıklarında zehirlenmeye neden oluyorlar. Bunların yanısıra nadiren yenilmemesi gereken bir bitki veya hayvanın yenmesi de besin zehirlenmesi tablosunu ortaya çıkarabiliyor.
Besin zehirlenmeleri az gelişmiş ülkelerde daha sık gözleniyor. Bunda yetersiz çevre koşulları, toplumun düşük eğitim düzeyi de önemli rol oynuyor. "Gelişmiş ülkelerde de besin zehirlenmesi görülüyor. Bunda ise artan yaşlı nüfus, bağışıklığı baskılanmış hasta sayısındaki yükseliş, çok büyük ölçeklere varan besi hayvancılığı ve tavukçuluk nedeniyle potansiyel rezervuarların artması etkili oluyor. Ev dışında daha çok yemek yenmesi de zehirlenmelere neden olan faktörler arasında yer alıyor" diye konuşuyor.

Yiyecek ve içeceklerin saklanması, hazırlanması ve sunulması aşamalarında uygun sağlık koşullarının olmamasının besin zehirlenmelerinin önemli bir sorun haline gelmesine yol açmaktadır. Ayrıca; "Kişisel hijyene dikkat edilmemesi, suların kirli olması, lağım sularının uygun şekilde izolasyonunun yapılmaması, dezenfeksiyonun yetersiz olması, taşıyıcıların tedavi edilmemesi, besin zehirlenmelerine neden oluyor. Besin zehirlenmelerinin belirtileri tabloya yol açan bakterinin özelliğine göre değişiyor. Ancak pek çoğunda, bulantı, kusma, ateş, karın ağrısı, kanlı-mukuslu olabilen ishal, özellikle kolera gibi şiddetli ishal ile seyreden tablolarda su kaybı belirtileri ile oluşuyor. Süt ve süt ürünleri, kremalı yiyecekleri, tavuk mamülleri diğer kümes hayvanlarının etleri ile hazırlanan yiyecekler, mayonezli, yumurtalı yiyecekler, pişirilip uygun koşullarda saklanmayan etler, deniz ürünleri, bozulma riski yüksek yiyeceklerdir."

Neler yapılmalı?
Besinlerin henüz çiğ olduğu dönemde hijyen kurallarına sıkı bir biçimde uyulması enfeksiyon önlenmesinde alınacak en etkili önlem olarak kabul ediliyor. Bunların yanısıra canlı hayvanların hastalıklardan korunması, hasta ya da taşıyıcı hayvanların yok edilmesi, insanlar için toksik düzeylere ulaşabilen ilaçların hayvanlara verilmemesi, kesim işlemlerinin yapıldığı yerlerin de temiz olması gerekiyor.

Uygun besinlerin tam bir pastörizasyondan geçirilmesini öneriyor. Pişmiş besinlerin yeteri kadar soğuk olan dolaplarda saklanmadan tekrar tekrar ısıtılarak yenmesinin de, kalabalık kitlelerin besin zehirlenmesindeki en önemli neden olduğunu vurgulayan Dr. Kutbay, "Salmonellesis kaynağı olabilen yumurtalar, 3 hafta içinde tüketilmeli, satış yerlerinde 20 derecede, evlerde 8 derecenin altında saklanmalıdır. 10 dakika süreyle besin maddelerinin kaynatılması, (50-55 derece) parazitleri ve bakteriyel patojenlerin çoğunu öldürür" diye konuşuyor.

Tedavi nasıl yapılıyor?
Besin zehirlenmelerinin tedavisinde sıvı ve elektrolit kayıplarının yerine konması temel prensip olarak kabul ediliyor. Ağızdan dehidratasyon tedavisi ile kaybedilen sıvının yerine konulmaya çalışılmaktadır."Şayet bulantı, kusma, şiddetli ise sıvı kaybı bulguları mevcut ise parenteral sıvı tedavi uygulanır. İshal tablosunda ağızdan beslenme kesilmemelidir. Spazmotik ilaçların ishal tedavisinde yeri yoktur. Özellikle invaziv bakterilerin neden olduğu tablolarda barsak hareketlerini azaltarak infeksiyonun yayılmasına yol açabilir. Klinik bulgular ile düşünülen bakteriyel enfeksiyona uygun antibiyotik tedavisine başlanır. Başlangıçta yapılan dışkı kültürleri ile tabloya yol açan bakteri tanısının konulması mümkün olabilir. Her besin zehirlenmesinde antibiyotik etkili değildir. Besin zehirlenmelerin seyri iyi bir destekleyici tedavi ve uygun antibiyotiklerle oldukça iyidir ve genellikle komplikasyona yol açmazlar."

Bakteri türü Kuluçka süresi Belirtileri Bulaştığı besinler
Stafilacocous aureus 2-4 saat kusma, karın ağrısı, ishal, dondurma, krema, mayonez, patates salatası Basillus Cereus 1-6 saat karın ağrısı ve kusma tahıldan yapılan yemekler pilav ve süt ürünleri Clostridrum perfingens Tip A 8-14 saat kramp şeklinde karın ağrısı, ishal, pişirilip saklanmış etler nadir olarak ateş ve kusma Vibrio parahaemolyticms 12-24 saat ishal ve karın ağrısı deniz ürünleri Compylobacter feyuni 1-7 gün ateş, aşırı gaz, ishal, karın ağrısı süt, dondurma ve kontamine besinler Versinia enterosolitica 1-7 gün ateş, kanlı ishal, karın ağrısı süt, dondurma ve kontamine sular Salmonella infeksiyonları 6-48 saat karın ağrısı, ateş ve ishal süt, süt ürünleri ve yumurta Shigella türleri 24-72 saat karın ağrısı, ateş, kanlı mukuslu ishal kontamine su ve besinler E. Coli tipleri tiplerine göre şiddetli ishal karın ağrısı, kontamine su ve yiyecekler kuluçka süresi değişir ateş, bazen kanlı ishal,Kolera 24-72 saat şiddetli ishal ve dehitratasyon kontamine su ve besinler Clostridum batinilum 12-72 saat görme bozukluğu, yutma güçlüğü, ev konserveleri.
 
boğmaca

Boğmaca

Bordetella pertussis isimli bakterinin neden olduğu, haftalarca, hatta aylarca süren çok şiddetli öksürük nöbetleriyle karakterize akut bir solunum yolları enfeksiyonudur. Diğer bakteri ve virüslerin yaptıkları bronşitlerle ve astımla karıştırılabilmektedir.

Boğmaca bulaşıcı bir hastalıktır. Zaman zaman salgınlara da yol açar. Hasta kişinin öksürmesi, aksırması konuşması sırasında havaya saçılan tanecikler içindeki mikropların solunmasıyla bulaşır. En çok 2-6 yaş arasındaki çocuklarda görülür. Erkeklere göre kız çocuklarda daha sıktır. Çocuk ne kadar küçükse etkilenmesi de o kadar fazladır ve özellikle süt çocukları için çok tehlikelidir. Erişkinlerde ender olarak rastlanır. Boğmaca, ömür boyu bağışıklık bırakan bir hastalıktır.

Belirtileri: Boğmacanın 7-10 günlük kuluçka döneminden sonra ortaya çıkan üç dönemi vardır:

Nezle Dönemi: 1-2 hafta süren nezle, hafif öksürük, halsizlik, hafif ateş gibi belirtiler vardır. Olağan bir soğuk algınlığından farklı bir durum görülmez.

Öksürük nöbetleri dönemi: En tipik dönemidir. Haftalarca sürdüğünden Çinliler tarafından 100 gün öksürüğü olarak isimlendirilmiştir. Günde 10-30 kez, birdenbire başlayan çok şiddetli öksürük nöbetleri vardır. Öksürük hastayı nefessiz bırakır ve bu nöbetlerin sonunda derin bir nefes alarak ötme tarzında bir ses çıkar. Bu ötme sesi boğmaca için çok tipiktir ve tanı koydurucu bir bulgudur. Öksürükler sırasında çok yapışkan bir balgam da çıkabilir. Hastalar öksürürlerken yüzleri kızarır, boyum damarları genişler, dilleri dışarı çıkar, gözlerinden yaşlar akar ve terlerler. Öksürük nöbetleri çoğu kez hastanın kusması ile sonlanır. Çocukların nöbetler arası dönemde tamamen normal bir görünümleri vardır. Öksürüğün şiddeti ve gece uykusuzluğu nedeni ile çocuklar sinirli ve huysuz olurlar.

İyileşme döneme: Öksürük yavaş yavaş azalmaya başlar, ama tamamen geçmesi için aylar gerekir. Bazen, araya giren viral veya bakteriyel enfeksiyonlar öksürüğün yeniden alevlenmesine neden olabilirler.
Bulaşma yolları

Hasta kişinin öksürme ve aksırması ile havaya yayılan bakteri eğer kişi boğmaca hastalığına karşı bağışık değilse ağız, boğaz ve buruna yerleşerek enfeksiyona yol açar.

Hastalığın görülme özellikleri

Boğmaca iklim ve ırk gözetmez, dünyanın her yerinde yaygın bir infeksiyondur. Bütün solunum yolları infeksiyonları gibi kış aylarında daha sık görülür. Her yaşta olabilir, ancak vakaların büyük çoğunluğu 7 yaşından küçük çocuklardır. 1 yaşından küçüklerde ölüm oranı fazladır. 3 aylıktan küçük çocuklarda ölüm oranı %50’lere ulaşmaktadır.

Boğmaca çok bulaşıcı bir hastalıktır. Direkt temasla ve hastanın boğaz salgısı ile geçer. Hasta kişi ile aynı evdekilere %90-100 bulaşır.Bulaşıcılık 4-6 hafta sürer ve bulaşmayı önlemek amacıyla bu süre tamamlanıncaya kadar hasta insanlardan uzak tutulmalıdır.

Hastalığın belirtileri

Boğmacanın kuluçka dönemi 5-15 gündür. Hastalığın süresi 6-10 hafta kadardır. Klasik gidiş gösteren vakalarda hastalık üç evre gösterir :

1) Hastalık burun akıntısı, iştahsızlık, kuru öksürük, hafif ateş ile üst solunum yollarının basit bir enfeksiyonu şeklinde başlar. Nadiren larenjit bu tabloya eklenir. Öksürük giderek artar, özellikle geceleri tutar ve 8-10. güne doğru tipik iç çekme şeklinde nöbetler halinde olmaya başlar. Bu evre 1-2 hafta sürer.
2) Öksürük evresi : Hastalığın en ağır evresidir. Öksürük boğmacaya özgü karakterini alır. Hasta 5, 10 veya daha fazla sayıda üstüste, kesik kesik, boğulur gibi öksürür, bunu izleyerek derin ve sesli soluk alır. Nöbetler şeklindeki öksürüğün nedeni balgamın atılamamasıdır, öksürük nöbetlerinin sonundaki derin iç çekmenin nedeni artan oksijen ihtiyacı nedeniyle derin nefes alma durumunda, yarı kapalı olan larinksten (solunum yolunun üst kısmındaki ses tellerinin bulunduğu dar alandan) birdenbire hava geçmesidir.

Öksürük nöbeti sırasında hasta kızarır, morarır, gözler fırlar, dili dışarıya sarkar, boğulma hissi yüz ifadesinden okunur. Bazen birkaç nöbet birbirini izler ve hasta ancak koyu, yapışkan balgamı çıkarınca rahatlar. Çocuklarda hemen daima öksürük nöbeti sonunda kusma olur. Nöbetle birlikte terleme, baş ve boyun damarlarının şişmesi, küçük yaşlarda konvülziyon görülebilir. Burun kanaması ve göz altı kanamaları oluşabilir. Boğmacalı hastanın alt göz kapakları şiştir. Öksürük nöbetleri hafif vakalarda günde 5-10, ağır vakalarda ise 40 veya daha fazla sayıda olur. Fazla hareket, heyecan, kapalı yerler, çevre değişikliği gibi faktörler nöbetleri arttırır. Öksürük nöbetlerinin daha fazla geceleri gelmesi karakteristiktir. Nöbet aralarında hastanın genel durumu iyidir.

Küçük süt çocuklarında nöbet sonundaki sesli solunum genellikle olmaz. Hastalık öksürük, geçici solunumun durması ve morarma nöbetleriyle seyreder. Erişkinlerde ve aşılı çocuklarda boğmaca hafif seyreder ve çoğunlukla zaman klinik tablo inatçı bir öksürükten ileri gitmez. Öksürük nöbeti balgam çıkarılana kadar devam eder. Boğmacanın bu evresi 2-6 hafta sürer.

3) Azalma evresi : İki hafta kadar süren bu evrede öksürük nöbetleri seyrekleşir, kusma azalır, iştah artar ve hasta göreceli olarak normale döner. Boğmacayı izleyen hafta ve aylarda araya giren basit infeksiyonlar ile nöbetler tekrarlayabilir.

Hastalığın neden olduğu diğer kötü sonuçlar

Boğmaca enfeksiyonu, özellikle 3 yaşından küçüklerde geçici veya kalıcı kötü sonuçlara yol açabilir. Bunlar;

Solunum sistemi
Bronkopnömoni
Tüberkülozun yayılması
Bronşit
Orta kulak iltihabı
Sindirim sistemi
Kusma
Genel
Kas kasılmaları
Nefes alamama
Kanamalar (öksürüğün neden olduğu mekanik etki ile oluşur)
Burun Kanaması
Kan tükürme
Göz içi kanamaları
Ensefalopati nedeniyle ve hastada zeka geriliği, davranış bozuklukları gibi sekeller bırakabilir)

Bağışıklık

Hastalık genellikle hayat boyunca devam eden bir bağışıklık bırakmaz. Boğmaca geçiren şahsın kanında antikor titresinde yükselme saptanır. Bu antikorlar, kısa bir süre sonra kaybolur. Bu nedenle kızamık, çocuk felci gibi enfeksiyonların aksine, anne çocuğuna pasif bir bağışıklık veremez. Yenidoğan çocukta boğmacaya karşı bağışıklık yoktur. Boğmaca geçirenlerde kanda antikorların kaybolmasına karşın bağışıklık uzunca bir süre devam eder. Nadiren yıllar sonra boğmacaya tekrar yakalanan vakalar olabilir.


Tedavi: Tedavi genellikle evde yapılabilirse de bebeklerin ve yaşlıların hastaneye yatırılmaları gerekebilir. Öksürük nöbetlerinin kesilmesinden iki hafta sonra çocuk okuluna devam edebilir. Boğmacalı çocuk sorunlu bir çocuktur. Öksürük nöbetlerinin yarattığı gerginlik, okul ve arkadaşlardan ayrılmak, kusmalara bağlı beslenme bozukluğu ve iştahsızlık, uykusuzluk gibi nedenlerle bir çok çocuk sinirli, huysuz ve aksidir. Tüm bunlara karşı açık ve güneşli havada yürüyüşün çok yararlı olduğu bilinir. Hatta, uçak yolculuğunun bir tür şok etkisi yaparak öksürüğe çok iyi geldiği de gözlemlenmiştir.

Kusmalar nedeniyle ciddi beslenme bozuklukları olabilir. Çocuk sık sık, az miktarda, hazmı kolay sulu yiyecek ve içeceklerle beslenmelidir. Hastanın odası iyi havalandırılmalıdır. Toz, keskin koku, sigara dumanı, kuru hava ve ani ısı değişikliklerinin öksürük nöbetlerini uyarabileceği bilinmelidir. Kortizon ve nefes açıcı ilaçların bazı hastalıklarda yararı olabilir, ama öksürük kesici ilaçlar genelde hiçbir işe yaramaz.

Antibiyotik tedavisi: Eritromisin isimli antibiyotik 2 hafta süreyle kullanılmalıdır. Daha nezle döneminde verilmeye başlanabilirse, öksürük nöbetleri döneminin hafif geçmesini sağlayabilir. Boğmaca aşısı: Boğmacaya karşı en etkili korunma boğmaca aşısı ile sağlanır. Her çocuğa yapılmalıdır.

Korunma

Hastalıktan korunmak için en iyi yol aşı ile aktif bağışıklamadır. Yenidoğmuş bir bebekte boğmacaya karşı bağışıklık yoktur. Küçük süt çocuklarında ölüm oranı yüksek olduğundan, erken yaşta aşılama önemlidir. Boğmacaya karşı aşılama bebek 2 aylıkken başlatılır. Bir ya da iki ay ara ile üç doz kas içine uygulanır. Son aşıdan 1 yıl sonra 4. doz, bundan 3 yıl sonra bir hatırlatma dozu yapılır. 6 yaşından büyük çocukları aşılamaya gerek yoktur. Boğmaca aşısı ile nadir olarak ensefalopati (beyin dokusunda harabiyet yapan bir beyin hastalığı) komplikasyonu oluşabilir. Bu nedenle son yıllarda yan etkisi azaltılmış özellikte bir boğmaca aşısı (aselluler boğmaca aşısı) geliştirilmiştir
 
borellia enfeksiyonları lyme hastalığı


Borellia recurrentis (Febris Recurrens, Dönek Ateşi )



Treponemalardan önemli farkları; adi besiyerlerinde üremesi, Gram ve Giemsa ile kolayca boyanmasıdır. Mikroaerofildir ve karanlık alan mikroskopisinde çok hareketli olarak görülürler. Ateşli döneme ait periferik yayma/kalın damla preparatta eritrositler arasında kıvrımlı halde görülür. Gr (-)'dir. Pediculus corporis ve Ornithodorus kenelerinin ısırması ile insanlara bulaştırılır. 3-10 günlük inkübasyon periyodundan sonra 3-5 günlük ateş ve 4-10 günlük ateşsiz ara dönemlerle sürüp gider.

Titreme ile yükselen ateş ile karakterize sıtmayı andıran nöbetlerde; baş, bel, eklem ve adele ağrıları, splenomegali ve hafif derecede ikter, bilinçte bulanma gözlenir. Ateşsiz dönemde kandan kaybolur/miktarı azalır, etken MSS'ye gizlenir. Orada bazı antijenlerini değiştirerek tekrar kana karışır (Şekil-40). Buna karşı birkaç günde litik antikorlar oluşur ve lizis ile çok sayıda bakteri lizisle yok edilirken, tekrar bir miktarı rezervuarına (MSS) çekilir. Olay aynı şekilde 5-10 kez tekrarlar ve sonuçta şiddet ve sürekliliğini kaybederek organizmadan tamamen elimine edilebilir. Hasta kanı her dönemde infeksiyözdür. Kan kültürü ve antijenik değişiklikler nedeni ile agglütinasyon ve KBR testi gibi serolojik testler kullanışsızdır. Periferik yayma ve kalın damla preparasyon ile tanıya gidilir.

Tedavisi, ateşsiz dönemde tetrasiklin ile yapılır. Ateşli dönemde yapılırsa, bakteri lizisi nedeniyle Herxheimer Reaksiyonu meydana gelebilmektedir.





LYME HASTALIĞI


Etkeni B. Burgdorferi’dir.

] Ixodes ricinus kenelerinin insanları ısırması ile bulaşır. Kan ürünlerinde varsa buzdolabında 6 hafta canlı kalırlar, antikoagülanları enerji kaynağı olarak kullanabilirler.



1. dönem: Isırık yerinin çevresinde Erythema Chronicum Migrans (ECM) gelişir. 3-4 hafta sürer. Genel infeksiyon belirtileri, artralji, miyalji görülür. Tedavi edilmezse aylarca sürebilen latent döneme geçer. Daha sonra 2. dönem gelişir.

2. dönem: Nörolojik hastalık tabloları (menenjit, kraniyel nörit, ensefalit, radikülonörit), kardit (AV blok, miyoperikardit, konjestif kalp yetmezliği) gelişir. Kalp valvülleri tutulmaz.

3. dönem: 2. dönemden aylar veya yıllarca sonra genellikle tek taraflı ve dizde fazla olmak üzere artrit gelişir. Septik tarzdadır (PMNL boldur), aspirine yanıt vermeyen ağrı tipiktir.

ELISA ve IFAT ile tanı konur


BOTULİZM


Anaerobik(oksijensiz ortamda yaşayan) bir bakteri olan Clostridium botulinum toksini(ürettiği zehirli madde) ile oluşan bir hastalıktır. Toksin motor ve otonomik sinir uşlarından asteilkolin isimli maddenin salınımını engelleyerek bir nevi felç yapar. Çoğunlukla evde yapılmış konserve başta olmak üzere toksin içeren gıdaların yenmesiyle, nadiren de yarada toksin üremesiyle oluşur.

Belirtiler, kontamine(toksine bulaşmış) gıdanın yenmesinden 12-36 saat sonra bulanık görme, ptoz (Göz kapaklarında düşme) ve diplopi (Çift görme) ile başlar. Bu sırada hastalarda mide bulantısı ve kusma da vardır. Üç-dört gün içinde bulber(yutma) ve ekstremite(kol bacak) kaslarında güçsüzlük eklenir. Ağız kuruluğu, kabızlık idrar retansiyonu(idrarın yapılamayarak mesanede birikmesi), midriazis(göz siyahlarında genişleme) ve pupilla (göz bebeği) cevapsızlığı gibi otonomik belirti – bulgular dikkati çeker. Ağır mortalitesi (ölüm oranı) olan bu hastalıkta çok kısa zaman içinde solunum yetmezliği belirir ve mekanik ventilasyon (cihazla suni solunum ) yapmak gerekir.

Bu tablonun akut(aniden) yerleşmesi, mide bulantısı, kusmanın olması, otonomik belirtilerin eşlik etmesi, evde yapılmış konserve yeme öyküsü, birden çok kişide benzer belirtilerin görülmesi ve özel EMG (elektromiyografi)bulguları ile tanı konur. uyumludur.

Çok erken verilen antitoksin yararlı olur, ancak tedavinin esası mekanik ventilasyonun (cihazla suni solunum)sağlanmasıdır. Düzelme çok yavaştır, birkaç ay sürebilir.


bronkoskopi akciğer endoskopisi

Akciğer kanserinin erken yakalanmasında, yabancı cisimlerin belirlenmesinde bronkoskopi büyük önem taşıyor. 104 yıl önce geliştirilen bu yöntem hem teşhis hem de tedavi amacıyla kullanılıyor.
Bronkoskopi, göğüs hastalıklarının teşhis ve tedavisinde vazgeçilmez bir yöntem olarak tanımlanıyor. Özellikle akciğer kanserinin erken teşhisinde ve tedavinin planlamasında önemli rol oynuyor.

Bronkoskopi yönteminde hastaya zarar vermeden optik bir kabloyla burundan ve ağızdan girilerek ana hava yolu ve akciğer içindeki küçük hava yollarındaki problemler görüntüleniyor ve sorunun kaynağı saptanarak tedavi planlanıyor. Bronkoskopi yaş sınırlaması olmadan herkese uygulanabiliyor. Normal akciğer filiminden bilgisayarlı tomografiden çok daha ayrıntılı ve net görüntü sağlıyor.

Bilinen ilk bronkoskopi uygulamasının geçmişi 1895 yılına kadar dayanıyor. Killigan isimli bir doktor hastasının sağ akciğerine kaçmış bir kemik parçasını bronkoskopi yöntemiyle çıkarıyor. Bu yıllarda kullanılan bronkoskopi yönteminde demir bir boru hastanın ağzına sokuluyor. Hastalar açısından sevimsiz olan bu durum daha sonra Japonların geliştirdiği fiberoptik teknolojisi ürünü cihazlarla değişiyor. İnce ve ucu kıvrılan bronkoskopi aletleriyle hastalar rahatsızlık duymadan bu uygulamadan yararlanabiliyor.

Gelişen teknolojiyle beraber artık akciğerin en uç hava yollarına ulaşılarak çok net görüntülerin elde edildiği bunun da teşhis ve tedavideki başarı şansını artırdığı belirtiliyor. Bronkoskopinin kullanım alanını tanıya (diagnostik) ve tedaviye dönük (terapotik) olarak ikiye ayrılmaktadır.

10 gün geçmesine rağmen düzelmeyen öksürük şikayeti olan hastalarda bronkoskopi teşhis amacıyla kullanılmaktadır. Öksürüğün yanısıra kalıcı ses kısıklığı, akciğerde sıvı birikmesi, kilo kaybı olduğu durumlarda, hastanın balgamında kanser hücresi görülmesi de bronkoskopinin uygulanmasını gerektiren durumlar arasında.

Toplu iğne, kalem başlığı, para

Bronkoskopinin uygulama alanına çok ilginç vakalar giriyor. Türkiye’de insanlar sık sık toplu iğne, kalem kapağı, takma diş, para, filkete, kolye, vida gibi maddeleri farkına varmadan yutuyor. Özellikle küçük çocukların kalem başlığı, toplu iğne, para gibi cisimleri yuttuğunu, akciğere kaçan bu cisimlerin bazen ölüme bile neden olduğu vurgulanıyor. Akciğerin en uç hava yollarına kaçan toplu iğneler yüzünden büyük akciğer ameliyatları yapmak zorun kalınmaktadır.

Toplu iğne yutarak gelenler arasında ilk sırada baş örtüsü takan genç kızlar bulunmakta. Örtülerini takarken iğneyi ağızlarında tutuyorlar. Bu sırada farkına varmadan, ya da biri gıdıkladığı için iğneyi yutuyorlar. Bu iğneler de akciğerin en dar hava yollarına gidip yerleşiyor. Ciddi akciğer ameliyatları yapmak zorunda kalınıyor.

Ailelere öneriler

Özellikle küçük çocuğu olan ailelerin yabancı cisim yutma ihtimalini hiç gözardı etmemeleri gerekmektedir.

1-2 yaşındaki çocuklarda sürekli ağzına bir şey sokma alışkanlığı vardır. Eğer çocukta öksürük, sık nefes alıp verme, kuş sesi gibi ötme tarzında şikayetler varsa akıla yabancı cisim yutma ihtimali gelmelidir. Bu yabancı cisimler çıkartılmazsa akciğerde enfeksiyona, apselere, zatürreye neden olabiliyorlar.

Pil bile çıkabiliyor

Hastaneye getirilen bir hastaya bronkoskopi yaptıklarını ve akciğerinde tümör dokusu içinde kalem pil bile bulunmustur. Bu pil akciğerde uzun süre kalmış ve yalancı tümör dokusu oluşturmuştu. Para yutulması da sık görülen bir durumdur. Para da tetanoza neden olabiliyor.

Tedavi nasıl yapılıyor

Bronkoskopi yapılacak hastaya lokal ya da genel anestezi uygulanıyor. Hastanın burnu ve ağzı uyuşturuluyor. Ve fiberoptik kablo akciğerlere sokularak görüntüleniyor. Lokal anestezi yapılsa bile hasta bu işlem sırasında rahatsızlık hissetmiyor. Çok uç noktalara gittiğinde öksürme hissi duyuyor. İşlem toplam 10 dakika sürüyor. Bronkoskopinin tedavi yöntemi olarak kullanılmasında değişik uygulamalar var.

Bronkoskopide lazer de kullanılıyor. Akciğer kanserinde akciğere girilerek tümörler lazerle yok ediliyr. Ya da tümörü yok etmek için tümörün içine bronkoskopi ile radyoaktif madde konuyor. Akciğer apselerinde de bronkoskopi tedavi amaçlı kullanılıyor. Akciğere girilerek apselerin içini boşaltılıyor. Tüberkülozu olan hastalarda yeni bir lezyon gelişip gelişmediğini de bronkoskopi ile belirleniyor. Bronkoskopiyi muhakkak endoskopi odasında monitarizasyonun olduğu yerde yapılıyor. Hasta yatağında yapılması uygun değildir.

Akciğer kanserlerindeki rolü

Bronkoskopi akciğer kanserlerinde göğüs filmi, bilgisayarlı tomografi ve balgam tahlili ile birlikte değerlendiriliyor. Erken evrede akciğer kanserinin tanısının konulmasını sağlıyor. Hastaların şikayetlerinin artığı dönemde hekime geldiği belirtiliyor ve ‘40 yaş üstündeki herkes yılda bir kere akciğer filmi çektirmesi öneriliyor. Ancak bu genellikle uygulanmıyor. Hastalar uzun zamandır öksürük şikayeti olmasına rağmen çok geç geliyorlar. Eğer akciğer kanserini birinci evrede yani 3 santimetre boyutunda iken yakalanırsa hastanın 5 yıl içinde yaşama şansı yüzde 80'i buluyor. İkinci evrede bile yakalansa hastanın yaşama şansı artırılmaktadır.

Riskleri var mı

Bronkoskopinin de her tıbbi uygulama gibi riskleri var. Hastaların yüzde 1'inde ses kısıklığı olabiliyor. Akciğer kanseri şüphesinde parça alındığında kanama görülebiliyor.

Anneler dikkat

* Çocuğunuzun ağzına bir şeyler sokma alışkanlığı varsa

* Öksürük

* Sık sık nefes alıp verme

* Kuş sesi gibi ötme gibi durumlarda hemen hekime başvurun.

Akciğerden neler çıkıyor?

* Pil

* Toplu iğne

* Filkete

* Kalem başı

* Kolye ucu

* Vida

* Kemik parçası
 
BRONŞEKTAZİ:BRONŞİEKTAZİ :BRONŞ GENİŞLEMESİ

TANIM:

Akciğer parenkiminin enflamatuar hastalıklarının erken tanı ve tedavisi, iyileşen yaşam koşulları ve artan bilinç düzeyi, bronşektazi prevalansının azalmasına yardımcı olmuştur. Tüberküloz sonrası sekellerin insidansı da azalmıştır. Bununla birlikte yeterince tedavi edilmeyen çocukluk çağı ve adolesan dönemi pnömonileri silindirik, sakküler ve kistik bronşektazinin gelişimine yol açabilir. Bu tür yapısal değişiklikler, bakteri kolonizasyonu ve hatta oldukça dirençli patojenlerin yol açtığı kronik infeksiyonu kolaylaştırabilir. Bunlar en yaygın olarak Klebsiella pneumoniae, Proteus mirabilis, Escherichia coli'nin da arasında yer aldığı gram negatif bakteriler, hatta oldukça sık olarak Pseudomonas aeruginosa ve stafilokoklardır. Haemophilus influenzae infeksiyonları sık olarak antibiyotik tedavisini gerektirir; bu tedavi ise dirençli suşların seleksiyonunu destekler. Yineleyen pnömoniye ek olarak, yaygın bir şekilde bronşektaziye eğilim oluşturan durumlar arasında boğmacanın şiddetli biçimi, rubella, tüberküloz, KOAH, hipogamagiobulinemi, bronşlarda yabancı cisim, aspirasyon, hatta selim tümörler yer almaktadır.

Klinik Tablo:

Klinik olarak inatçı pünülan balgam üretimi, kronik pnömoni belirtileri, göğüs ağrısı, yineleyen pnömoniyle karakterizedir, zaman zaman hemoptizi görülür. İnatçı balgam üretimi, zaman zaman oluşan hemoptizi ve tutulan alan üzerinde masif inspiratuvar ve ekspiratuvar krepitasyonlar karakteristik klinik semptomlardır. Bu infeksiyonlar yıllarca klinik olarak sessiz kalabilirler, ancak hastalık ilerledikçe uzun süreli pürülan ekspektorasyon ve hemoptizi belirginleşir. En küçük solunum yollarında oluşan kalıcı yapısal harabiyete bağlı olarak, patolojik oskültasyon bulguları, bronşektazideki birbirini izleyen infektif şiddetlenmeler arasından bile devam etme eğilimi gösterir. Kronik pürülan infeksiyonun sonucunda yaygın hastalıkla birlikte parmaklarda çomaklaşma olabilir. İlişkili kronik kor pulmonale ile birlikte sekonder KOAH da gelişebilir. Bronşektazinin majör komplikasyonları arasında akciğer absesi, ampiyem, sepsis ve beyin absesi yer almaktadır.

Tedavi:

Balgam örneklerinde rutin mikrobiyolojik analizlerin ve duyarlılık testlerinin yapılması önerilmektedir. Daha önce belirtilen, çoğu kez dirençli olan gram negatif patojenlerin dışında, infeksiyonlara kronik bronşitte olduğu gibi en yaygın olarak Haemophilus influenzae ve Streptococcus pneumoniae neden olmaktadır. Aspergillus türleri ender darak izole edilir. Yükselmiş serum IgE düzeyleri veAspergillus'a spesifik yüksek IgE ve IgG düzeyleriyle birlikte merkezi bir bronşektazi paterni olduğunda, immünolojik bir yanıt olarak oluşan alerjik bronkopulmoner aspergillozdan kuşkulanılabilir. Farmakolojik tedavi genellikle yeterli enflamasyon kontrolü sağladığı için, günümüzde bronşektazinin cerrahi tedavisi nadiren gerekli olmaktadır. Hemorajinin tekrarlanmasına yol açabilen sekonder fungus infeksiyonunun ya da şiddetli hemoptizinin variiğında cerrahi rezeksiyon endikasyonu bulunmaktadır. Hemoraji genellikle kanayan damarın embolizasyonuyla ya da endobronşiyal tamponadla tedavi edilir. Postüral drenaj manevralarına ek olarak beta 2 agonistler, mukolitik ajanlar ve antioksidanlar (N-asetilsistein), teofilin ve zaman zaman oksijen kullanılabilir. Bronşektazideki komplikasyon gelişmemiş bakteriyel şiddetlenmeler, kronik obstrüktif bronşitte olduğu gibi, yani amoksisilin ya da amoksisilin/klavulanik asit ile tedavi edilebilir. Diğer gram negatif etkenler izole edilmişse ikinci ya da üçüncü kuşak sefalosporinler ve kinolonlar verilebilir. Kanıtlanmış pseudomonas infeksiyonu, ilk birkaç gün aminoglikozidlerle kombine olarak seftazidim ya da sefoperazon gibi antipsödomonas üçüncü kuşak sefalosporinlerle ya da yalnızca imipenem/silastatinle tedavi için bir endikasyondur. Başlangıçta parenteral yolla, iki ya da üç gün sonra oral yolla verilen siprofloksazin alternatif bir tedavi biçimidir. Hem kinolonlar hem de daha yeni kuşak sefalosporinler, harabiyet oluşmuş bronşektazik dokuya bile mükemmel penetre olmaktadırlar. Bronşektaziye yönelik antibiyotik tedavisi en az üç hafta, zaman zaman iki ay ve ender olarak bir yıl sürdürülmelidir. Son durumda periyodik mikrobiyolojik analizlerin ve duyarlılık testlerinin yapılması önerilmektedir. Balgam analizinde stafilokoklar görüldüğünde, duyarlılık testlerine dayanarak. antistafilokoksik antibiyotiklerle tedavi endikedir.


brusella brucelloz malta humması


Tanım:
Brusella cinsi bakterilerle oluşan; koyun, keçi, sığır, manda ve domuz gibi hayvanların etleri, süt ve idrar gibi vücut sıvıları, infekte süt ile hazırlanan süt ürünleri, infekte hayvanın gebelik materyali aracılığı ile insanlara bulaşabilen; titreme ile yükselen ateş, kas ve büyük eklem ağrıları ile seyreden bir zoonozdur.
Bruselloz halk arasında “Malta Humması” , “Mal hastalığı” adlarıyla bilinir.
Bu hastalık yönünden kimler daha fazla risk altındadır?

Ülkemizde hastalık her yaş ve cinste görülmektedir. Hastalık görülme oranı 15-35 yaş grubunda en yüksektir. Bazı meslek grupları; hayvan yetiştiricileri, veteriner hekim ve sağlık memurları, mezbaha işçileri, et sanayisinde çalışanlar, veteriner araştırma laboratuvarında çalışan elemanlar bruselloz açısından riskli gruplardır.

Hastalık mevsimsel özellik gösterir mi?
Hastalık her mevsimde görülebilirse de yaz aylarında insanların kırsal kesime seyahat olanaklarının artması, süt ve süt ürünlerinden taze peynir ve krema tarzında yağları taze olarak elde etme imkanları, infeksiyonun yaz mevsiminde 4 kat fazla görülmesine neden olur.

Bulaş yolları nelerdir?
1- İnfekte çiğ süt ve süt ürünlerinin tüketimi: Ülkemizde en çok bulaş çiğ sütten yapılan taze peynir ve krema yağlarla olur. Kırsal kesimde sütler pastörize edilmemektedir. Sıcak yaz günleri hayvanlardan sağılan sütlere, hiçbir ısıtma muamelesi uygulanmadan peynir mayası ilave edilir veya santrifüj esasına dayanan yağ makinelerinden krema yağlar elde edilir. Yoğut ile bulaşma söz konusu değildir. Çünkü yoğurt yapılrken süt mutlaka kaynatılır ve ilave edilen maya sütü asidifiye eder.
2- Hasta hayvanın çıkartıları veya plasentası ile direkt temas: Hasta hayvanın genital akıntısı, düşük materyali veya idrarının hasarlı cilt ile teması yolu ile infeksiyon alınabilmektedir.
3- Hasta hayvan etinin iyi pişirilmeden tüketilmesi ile: Özellikle karaciğer, dalak gibi organların iyi pişirilmeden yenmesi ile bulaş olabilir.
4- Solunum yoluyla: Bu yol ile bulaş daha çok brusella bakterisi izole edilen mikrobiyoloji laboratuvar çalışanlarında görülür.

Hastalığın belirtileri nelerdir?
Hastalığın inkübasyon süresi 2-8 hafta arasındadır. Hastalık genellikle iştahsızlık, halsizlik, yaygın kas ve eklem ağrıları, subfebril ateş ile başlar. Ateş üşüme-titreme ile 38-39°C lere kadar ulaşır ve her gün yarım derecelik artış ile 40°C ye kadar yükselebilir. Ateş genellikle öğleden sonraları üşüme-titreme ile başlar ve gece yarısından sonra bol terleme ile düşer. Bazen bu şekilde 1hafta-10 gün devam eden ateş, yükseldiği gibi yavaş yavaş düşerek birkaç gün içinde 37° C ye geriler. 3-5 gün ateşsiz dönemden sonra ateşin tekrar yükseldiği görülür.
Brusellozda ateş ile beraber en önemli ikinci bulgu yaygın kas ve eklem ağrılarıdır. Hastalık kronikleştikçe ateş ve terleme şikayetleri azalır kas ve eklem ağrıları önde gelen şikayetler olmaya başlar. Bruselloz tüm eklemleri etkilemekle birlikte en çok vücudun ağırlığını taşıyan eklemleri (sakroilak, kalça, omuz, diz gibi) etkiler.
Yukarıda belirtilen tipik belirtilerin dışında çok daha farklı belirti ve bulgularla da başlıyabilir. Örneğin epididimoorşit, menenjit, depresyon ya da cilt döküntüleri gibi belirtilerle de başlıyabilir. Bu nedenle bu hastalığın yaygın olarak görüldüğü ülkemizde bruselloz pek çok hastalığın ayırıcı tanısında düşünülmelidir.

Hastalığın tanısı nasıl konur?
Hastalığın tanısı kan kültüründen brusella bakterisinin izole edilmesi ve /veya serum aglütinasyon testi (SAT) ile konur. SAT testinin ³ 1/160 olması ve klinik bulgularla bruselloz düşünülmesi tanı için yeterlidir.

Tedavi
Brusella bakterisinin hücre içinde çoğalabilmesi ve hızlı direnç geliştirebilmesi nedeniyle ikili, bazen üçlü antibiyotik kombinasyonları tedavide kullanılmaktadır.
Dünya Sağlık örgütü tarafından önerilen tedavi şekli doksisiklin 100 mg 2x1 + rifampisin 600-900 mg /gün kombinasyonunun 6 hafta süreyle uygulanmasıdır. Bunun dışında doksisiklin + streptomisin 1 g (IM) kombinasyonu da tedavide kullanılmaktadır.
Çocuklarda tedavi de ise 8 yaş üzerinde doksisiklin 5 mg/kg/gün 3 hafta + gentamisin 5 mg/kg/gün (IM) 5 gün verilmesi önerilir.
8 yaş altında ise Trimetoprim-sulfametoksazol 3 hafta + gentamisin 5 gün verilmesi önerilmektedir.

Hastalıktan korunma nasıl mümkün olabilir?
1- Hayvanlarda brusellozun kontrol altına alınması: Bu amaçla brucella bakterisi ile infekte olmamış süt danaları ve süt kuzuları aşılanmalıdır.
2- Halkın Bilinçlendirilmesi: Sütün pastörize edilerek tüketilmesi ve salamura yapılıp teneke üzerinde ve satış yerlerinde yapılış tarihlerinin belirtilmesi, infeksiyonun yaygın olduğu yerlerde kaşar ve tulum peynir tüketilmesi önerilir.
Brusella bakterisi %10 tuz içeren salamura peynirde 45 gün, %17 tuz içerenlerde ise 1 ay yaşayabilir Bu nedenle salamura peynir tenekelerinin üzerine yapılış tarihi yazılmalıdır.
3- Personelin bilinçlendirilmesi ve eğitimi: Hastalığın temas yoluyla bulaşını önlemek için mezbaha işçileri, veterinerler, sağlık memurları, hayvan bakıcıları, et paketleyicilerinin hayvanların atıkları ile temas etmemeleri ve eldiven giymeleri önerilmelidir.



BRUSELLA
(Malta Humması)

Tanım:

Brucella bakterilerince oluşturulan, primer olarak ot yiyen hayvanların hastalığı olup, bu hayvanlardan insanlara bulaşarak akut başlangıç ile yüksek ateş, splenomegali, gece terlemesi, eklem ağrısı gibi belirti ve bulgularla seyredebildiği gibi; sinsi başlangıçlı, romatizmal ve psikiyatrik hastalıkları taklit edebilen atipik belirti ve bulgularla seyreden kronik hastalığa kadar değişebilen çeşitlilikte klinik tablolara yol açabilen bir hastalıktır.



Etken:

Brucella bakterileri; 0.6 μm eninde, 1.5 μm boyunda, hareketsiz, sporsuz, kapsülsüz, aerop, tek tek ve bazen de uç uca zincirler oluşturabilen kokobasillerdir. Toprakta 10 haftadan, gübrede 2 yıldan, 4-8 oC’de saklanan keçi peynirinde ise 6 aydan daha uzun yaşadığı gösterilmiştir. Tereyağında 4 ayda, oda ısısındaki peynirde 2 ayda ölmektedir. Isı ve pastörizasyona ise oldukça duyarlıdır. Tulum ve kaşar peyniri uzun süre bekIetiIdiği için, yoğurt ise asiditesi fazla olduğundan hastalığı buIaştırmazIar. İntrasellüler ürerler, böylece organizmanın koruyucu etkinliklerinden kaçınabilirler. Başlıca insan infeksiyonu etkenleri şunlardır:

TÜR REZERVUAR

* B.melitensis Keçi, koyun

* B.abortus Sığır, at

* B.suis (nadir) Domuz, sığır

* B.canis (çok nadir) Köpek



Epidemiyoloji:

İnsan infeksiyonuna yol açan türler arasında virulansı en fazla olan, en ağır hastalık tablolarına yol açanı B.melitensis’tir. B.abortus ise en az virulansa sahiptir. Bruselloz aslında bir hayvan infeksiyonudur. İnsan infeksiyonları Akdeniz ülkeleri ve güney Asya’da sıktır. Japonya, Uruguay ve bazı doğu ve Kuzey Avrupa ülkelerinde tamamen eradike edildiği biIdiriImektedir. Çoğu gelişmiş ülkede hastalık, meslek hastalığı olma özeIIiği ile sınırIanmıştır. Bu ülkelerde çiftçi, veterinerler ve hayvan bakıcıları arasında, 20-60 yaşlardaki erkeklerde daha sık görülmektedir. İnsanlara bulaştırılmasında; kontamine et veya süt-süt ürünlerinin sindirim yolu, infekte hayvan doku/kan/lenfasının, bütünlüğü bozulmuş deri/konjunktivaya direkt teması ve infeksiyöz aerosollerin inhalasyonu (laboratuvar bulaşı) rol oynar. Pastörize süt kullanımının yaygınIaştırıImadığı, çiğ sütten yapıImış peynir yeme alışkanlığına sahip, bizim gibi ülkelerde, kırsal bölgelerde en önemli bulaş yolu intestinal yoldur.

Brucella bakterileri, metabolizmalarında oldukça tercih edilen bir madde olan eritritol ve progesteronun bol miktarda bulunduğu hayvan plasentası, meme doku ve epididimde fazlaca üremektedirler; ilk üç aydaki gebelik hayvanda infeksiyona duyarlılığı arttırmakta, abortuslara, mastit ve infertiliteye yol açmaktadır. İnsanlara bulaşta, mastitli meme dokudan alınan süt çok önemlidir.



Patogenez :

Bakteri GİS ile ilişkili mukoza altı lenfoid dokudan vücuda girdikten sonra gelişen bakteriyemi sonucunda tüm vücuda yayılır. Özellikle dalak, karaciğer, kemik iIiği ve Ienf bezleri olmak üzere, organ fagositlerince tutulduktan sonra bu hücreler içinde öldürülememiş olan bakteriler intrasellüler olarak üremelerini sürdürürler, yerleştiği RES organlarını büyütürler. İntrasellüler yaşam, antikor tehditinden ve kullanılan antimikrobiyal ajanlardan bakteriyi korur. Bu nedenle sağaItımın uzun sürdürülmelidir. İmmünitenin geIişmesi ve makrofajların aktive olması sonucu mikroorganizmalar öldürülmeye başIar ve bakteri endotoksini kana dökülür. Organizmanın bu endotoksine yanıtı ile de hastalıkta görülen birçok belirti ortaya çıkar.



Klinik:

Kuluçka süresi, 6-20 gündür.

* Asemptomatik Taşıyıcılık: Hayvanlarla sık temasta bulunanlarda fazladır, serolojik tarama ile ortaya çıkar, hastalık tablosu ve/veya yakınma yoktur, immünite baskılanınca diğer formlara dönebilir.

* Akut İnfeksiyon (Tipik-Klasik Form): Belirtiler öğleden sonra başlar, üşüme-titreme ile ateş yükselir, sabaha doğru bol terleme ile düşer. Ateş, her gün artarak 8-10 günde en üst değere ulaşır, sonraki günlerde her gün bir miktar azalarak normale iner. Geçici bir iyilik halinden sonra tekrarlar (Şekil-2). Tedavisiz olgularda tekrarlar şiddetini azaltarak süregen hal alır. Gezici eklem-kas ağrı ve tutulumu (% 60 tek eklem, diz-dirsek gibi), orşit, menenjit gibi çoklu sistem tutulumu görülebilir. Fizik muayenede; solukluk, halsizlik, ateş yüksekliği vardır, kilo kaybı, karaciğer dalak büyümesi, servikal ve/veya inguinal LAP, hidrartroz, artrit bulguları, özellikle sakroileit bulunur.

* Subakut İnfeksiyon: Pek çok klinik tabloyu taklit ettiğinden tanısal yanılgılara yol açar, subfebril ateş görülebilir, halsizlik ve iştahsızlıktan başka semptom vermeyebilir, bazen grip benzeri klinik tablolar şeklinde görülür, şiddeti azalan ve tekrarlayan ateşli dönemler belirlenebilir. Asemptomatik veya akut infeksiyona, bazen de kronik forma gelişir.

* Kronik İnfeksiyon (>1 yıl): Uygun tedavi edilmemiş/>40 yaş/fokal tutulumlularda fazladır, akut/aktif infeksiyon anamnez ve delili bulunmayabilir, psikiyatrik/romatolojik tabloları taklit edebilir. Kronik Yorgunluk Sendromu, depresyon, artralji bulunabilir.



Tanı:

Tanıda yararlanılan testler:

* Lökopeni, lenfomonositoz, normokrom normositer anemi vardır. Eritrosit sedimantasyon hızı orta derecede yüksektir.

* Spesifik Tetkikler:

Bakteri izolasyonu: Brain-Heart Infusion Agar gibi zenginleştirilmiş bifazik besiyerlerine ekimler yapılır. Yavaş ürediğinden ekimler 30 gün kadar izlenir. Kan kültürü % 70 başarılı. K.İ., bakteri izolasyonu için en iyi materyaldir, > % 90 başarı şansı vardır.

Serolojik/İmmünolojik Testler: Hasta serumu ile yapılan Wright Aglütinasyonu (tüp aglütinasyonu ile) ve Rose Bengal (lam aglütinasyonu ile) ve tam kan ile yapılan Spot test (lam aglütinasyonu ile) insanda oluşmuş Ab tayini; Ring testi ile ise sütte (lam aglütinasyonu ile) hayvana ait antikorların araştırılması tanısal değere sahiptir. Wright testi, her türün infeksiyonunda da spesifik antikor tayinini sağlar. Bruselloz için (+)'lik, >1/80’dir. Gelişen antikorlar inkomplet-blokan özellikte olabilir; klinik olarak Bruselloz düşünülen, ancak Wright Aglütinasyonu (-) bulunmuşlarda Coombs serumu ile tekrarlanmalıdır. Spesifik IgM, 1. haftada (+)'leşir, 3. ayda maksimuma ulaşırsa da uzun süre, bazen birkaç yıl (-)'leşmez. Bu nedenle olgunun akut/kronik formun akut alevlenmesi mi, geçirilmiş mi olduğu IgM araştırması ile sağlanamaz. Spesifik IgG ise 3. hafta sonrasında (+)'leşir, 2. ayda maksimuma ulaşır ve iyileşmeyi izleyen kısa sürede (-) hale gelir. Bu nedenle, Bruselloz için IgG, bir aktivasyon belirtecidir, (+) ise aktif infeksiyon düşünülür.

Radyolojik tetkikler: İskelet sistemi tutuluşu olan olgularda direkt film yararlıdır. Vertebra tutulumunda korpus ön köşelerinde yeniklerin olup olmadığı, "Pedro-Pons arazı" aranır (Şekil-3). Sakroiliak eklem tutulumu halinde de eklem aralığında daralma olup olmadığının aranması gerekir.



Komplikasyonlar:

Gecikilmiş olgularda komplikasyonlar kısmen fazladır, en sık osteoartiküler sistemde görülür; başlıcaları sakroileit (%45), periferal artrit (%40), ikisinin birlikte saptanması (%8) ve spondilittir (%7). Sakroileit çoğunlukla tek taraflıdır, gece ağrısı ve Laseque pozitifliği tipiktir. Artrit çoklukla diz, dirsek gibi eklemlerde, monoartiküler olarak belirir. Daha çok lomber vertebralarda görülen spondilitin gelişmesi halinde paravertebral abseler de tabloya eklenebilir. Spondilit daha ve az olarak birden çok vertebrada görülür. Tipik olarak hem litik, hem de osteoblastik aktivitenin birlikte görülmesi ile Pott hastalığından ayrımı yapılabilir. Diğer komplikasyonları; sinir sistemi (meningoensefalit, miyelit, parezi, parestezi, depresyon, kronik yorgunluk sendromu, psikoz ve Guillain-Barré sendromu), genitoüriner sistem (tek taraflı epididimo-orşit, akut interstisyel nefrit, piyelonefrit, prostatit, sistit), kardiyovasküler sistem (endokardit, aortit, miyokardit, perikardit), gastrointestinal sistem (hepatit, hepatik abse, kolesistit) hematolojik sistem (anemi, lökopeni, trombositopeni, K.İ. granülomatöz tutulumu, pansitopeni) ve cilt (eritema nodozum, papül, morbiliform, skarlatiniform, ekzamatiform döküntüler) gibi birçok organ, sistem ve dokuyu ilgilendiren çeşitliliktedir.



Tedavi:

Tedavide kombine antimikrobiyal kullanımı gereklidir; doksisiklin 2x100 mg + rifampisin 1x600 mg, 6 hafta kullanılır. Artrit gibi fokal infeksiyon varlığında tedavi 10 hafta gibi uzun tutulmalıdır. Rifampisin yerine streptomisin (1 g/gün, i.m., 21 gün) de kullanılabilir. Relapslarda ilk uygulanan protokol, hasta yedi yaştan küçük ise üç hafta ko-trimoksazol + 5 gün gentamisin veya rifampisin + ko-trimoksazol, kronik olgularda ek olarak levamizol, gebelerde rifampisin veya gentamisin + (doğum öncesi değil ise) ko-trimoksazol 4-6 hafta, nörobrusellozda beyin omurilik sıvısı (BOS) bulguları düzelinceye kadar (6 hafta-6 ay) rifampisin + 3.kuşak sefalosporin, endokarditte 6 aylık üçlü (doksisiklin + streptomisin + rifampisin) tedaviye ek olarak kapak replasmanı ve artritte ise uzun süreli üçlü tedavi ve gereğinde antienflamatuvar ilaçlar uygulanmalıdır


Şikayet

İçiniz bulanıyor, çıkaracakmış gibi oluyorsunuz ve kusuyorsunuz. Kusmak, karın etrafındaki kasların ani ve kuvvetli kasılması sonucu midenin boşalmasıdır.

Mide bulantısı ise kusacakmış gibi olmaktır.

Nedenleri

Gastroenterit : Birkaç mide bulantısı ve kusma nöbeti geçirdiniz, aynı zamanda ishal, baş ağrısı ve ateşiniz var. Viral gastroenterit (sindirim sistemi iltihaplanması) veya viral enfeksiyon çocuklarda ve ergenlerdeki mide bulantısı ve kusmanın en sık görülen nedenidir. Ne kadar kötü de olsa, bu durum genellikle çabuk (çoğu kez 24 saat içinde) geçer, belirtiler birkaç gün daha sürebilir. Viral gastroenteritin tedavisi yoktur. Hastalık seyrini izlemelidir. Kendinizi daha iyi hissetmek için kendi kendine tedavi yöntemleri uygulayabilir ve bu durumun en ciddi sonucu olan su kaybını önleyebilirsiniz.

Gıda zehirlenmesi : Mideniz bulanıyor ve kusuyorsunuz ve kısa süre önce bozuk (bakteri bulaşmış) yiyecekler yediniz. Birçok farklı bakteri cinsi gıda zehirlenmesine yol açabilir. Mide bulantısı ve kusma genellikle bozuk yiyeceği yedikten 6 – 48 saat sonra başlar ve bu belirtiler 1 – 2 gün içinde kendiliğinden geçer. O zamana kadar su kaybını önlemek için kendi kendine tedavi yöntemleri uygulanmalıdır.

Kendiniz Ne Yapabilirsiniz?

Katı yiyecekler yiyebileceğinizi hissettiğinizde mideye dokunmayan, ekmek ve kraker gibi nişastalı yiyeceklerle başlayın, ama yağ yemeyin. Bir süre için yağlı yemeklerden ve süt ürünlerinden kaçının.

Hamilelik söz konusuysa, kraker veya kuru ekmeği deneyin. Gün boyunca sık ve az yiyin.

Önleme

Taşıt tutmasına karşı, yola çıkmadan bir saat önce reçetesiz satılan bir ilaç alabilirsiniz (sürücü sizseniz, sakın bu tür bir ilaç içmeyin, baş dönmesi yapar). Yola çıkmadan 15 dakika önce sonra dört saatte bir yan etki yapmayan zencefil kapsülleri (400 miligramlık) de içebilirsiniz.

Gıda zehirlenmesine bağlı mide bulantısı ve kusmayı önleyebilmek için şu kurallara uyun:

Sıcak yemekleri sıcak, soğuk yemekleri soğuk muhafaza edin; yemek pişirirken sık sık elinizi yıkayın; çiğ etin bulunduğu yere başka yiyecekler koymayın; etleri iyice (suları berraklaşıncaya kadar) pişirin.

Öteki Nedenler İlacın yan etkisi Hamilelik Gastrit Taşıt tutması Duygusal altüstlük Migren Ülser Başta yaralanma Menenjit Apandisit Akut glokom Diyafram fıtığı Safra kesesi taşı Uyuşturucuyu bırakma Bulimia

Çocuğunuzun Tedavisi

Kusan bir çocukta aşağıdaki belirtilerden herhangi birisini görürseniz, derhal acil yardım isteyin:

Üç saati geçen sürekli karın ağrısı, dilde kuruluk, anormal baş dönmesi, yeşil-sarı kusmuk.

Büyük arfter transpozisyonu Çocukta

BÜYÜK ARTER TRANSPOZİSYONU
(BAT)

Bu doğumsal bozuklukta kalbin sol karıncığından akciğer atardamarı, sağ karıncığından ise aort ana atardamarı çıkmaktadır (Şekil 8). Yani, kirli kanın akciğerlerde temizlenmesi mümkün olmamakta, vücutta hep kirli kan dolaşmaktadır. Hastanın belli bir süre yaşama şansı ancak, temiz kanın diğer tarafa geçmesini sağlayan bir açıklığın olmasıyla mümkündür.

Tanı nasıl konulur ?

Genellikle yaşamın ilk gününde ortaya çıkan morarma vardır. Ayrıca herhangi bir açıklık da varsa morarma hafif olduğundan hastalık geç farkedilebilmektedir. Muayenede üfürüm saptanabilir, yalnız üfürüm her hastada duyulmaz. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur.

Tedavide ne yapılabilir ?

Kesin çözüm, doğumdan sonraki iki haftalık dönemde ana damarların ameliyatla yerlerinin değiştirilmesidir (arteriyel değişim). Ancak iki taraf arasındaki açıklık yeterli olmayan hastalarda kateter ile iki kulakçık arasının balon ile açılması yöntemine baş vurabilir. Bu dönem içinde tanınmayıp ameliyat olamamış hastalarda diğer ameliyat yöntemleri kullanılır. Örneğin iki aşamalı arteriyel değişme veya venöz değişme gibi.

İleriye dönük yapılması gerekenler :

Ateryel değişim ameliyatı başarılı olan hastalarda sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Ritm bozukluğu açısından izlenmeleri gerekir, hastalar belli aralıklarla doktor kontrolünde olmalıdırlar.
 
Böbrek enfeksiyonları pyelonefrit




AKUT PYELONEFRİT





Böbrek pelvisini ve parankimini tutan enfeksiyöz ve enflamatuar bir hastalıktır. En sık etkenler E. coli, proteus ve klebsiella türleridir. En sık asandan, nadiren hematojen yolla böbreğe ulaşırlar. Lenfojen ve direkt yayılımlar çok enderdir.
Böbrek büyük, ödemlidir. Subkapsüler ve kortikal minik abse odakları vardır. Toplayıcı sistem mukozası eksüda ile kaplanmıştır.
Akut pyelonefrit, kadınlarda daha sık görülür. Predispozan faktörler arasında üriner sistem anomalileri, obstrüksiyonlar, üriner sistem taşları, diabet ve hiperürisemi gibi metabolik bozukluklar, gebelik, ağrı kesici ilaç alışkanlığı ve üriner sistemdeki yabancı cisimler (kateter, stent gibi) sayılabilir.
Klinik belirti ve bulgular:
Akut pyelonefrit, alevli seyreden bir hastalıktır. Halsizlikle birlikte akut hastalık tablosu vardır. Genel durum bozukluğu görülebilir. Ateş, titreme ile 38 oC’nin üzerine çıkar. Kostovertebral bölgede künt özellikte sürekli ağrı vardır ve muayenede bu bölgede duyarlılık saptanır. Bu tabloya bulantı ve kusma eşlik eder. Hatta abdominal distansiyon, rebound hassasiyet, barsak seslerinde azalma ve subileus belirtileri görülebilir. Hastalarda aynı zamanda idrarla ilgili yakınmalar ve pyuri vardır.
Laboratuar:
Hemogramda lökositoz ve sedimantasyon artışı saptanır. Hastadan tedavi öncesi kan kültürü ve idrar kültürü gönderilmelidir. Nonkomplike vakalarda total böbrek fonksiyonları bozulmamıştır ve kan üre azotu (BUN), kreatinin değerleri normal bulunur. Tam idrar tahlilinde pyüri, lökosit silindirleri, bakteriüri, değişik derecelerde hematüri ve hafif proteinüri saptanır. Ayrıca, sitoplazması granüllü büyük polimorf nüveli lökositler (Glitter cell) görülür. İdrar kültüründe sıklıkla enfeksiyon etkeni üretilebilir.
Radyolojik incelemeler özellikle ayırıcı tanı ve komplike edici faktörlerin saptanması açısından önemlidir. Direkt üriner sistem grafisinde böbrek sınırlarının normalden geniş olduğu görülür. Obstrüksiyona neden olan taşlar varsa, bunlar saptanabilir. İntravenöz pyelografi erken dönemde ve komplike olmamış vakalarda fazla bulgu vermez, takipte önemlidir. İVP de böbrek sınırları geniş bulunur. Ciddi vakalarda nefrogram zayıf, kaliksler dolmamış olabilir. Obstrüksiyon varsa hidronefroz görülür. Ultrasonografi de böbrekteki ödemi, varsa taş ve dilatasyonu gösterebilir. Komplike olduğu düşünülen vakalarda ek patolojileri araştırmak için voiding sistoüretrografi, retrograd pyelografi, sistoskopi yapılabilir.
Ayrıcı tanı:
Renal abse ve perinefrik abseden mutlaka ayrılmalıdır. Bu ayrımda ultrasonografi oldukça yardımcıdır. Bunlar dışında pankreatit, bazal pnömoni, intraabdominal hastalıklar, akut PID, akut prostatit, akut epididimoorşit, kolesistit, apandisit, glomerülonefrit ve over hastalıkları ile karışabilir.
Komplikasyonlar:
Erken tanı ve tedavi ile komplikasyonları nadirdir. En ciddi komplikasyonu septisemi ve şoktur. Diabetik veya immünitesi bozuk hastalarda kötü seyirli amfizematöz pyelonefrite dönüşebilir. Pyonefroz ve böbrekte taş oluşumu da komplikasyonlar arasındadır. Akut pyelonefrit, özellikle infant ve çocuklarda yetersiz tedavi edilirse kronikleşip kalıcı renal hasar (skar) oluşturarak kronik böbrek yetmezliği nedeni olabilir.
Tedavi:
Spesifik tedavi: Hastalık tablosu genellikle ciddidir, hospitalizasyon ve yatak istirahati gerekir. Hastadan hemen kan ve idrar örnekleri alınır. Zaman gecirmeden parenteral sıvı ve ampirik antibiyotik tedavisine başlanmalıdır. Verilecek antibiyotikler sık rastlanan patojenlere etkili kombinasyonlar oluşturmalıdır. Klasik olarak kullanılan, penisilinlerle veya birinci ya da ikinci kuşak sefalosporinlerle aminoglikozid grubunun kombinasyonudur (örneğin ampisilin + gentamisin, cefazolin + amikasin). İki-üç gün sonra tedaviye alınan yanıt değerlendirilir. Bu arada kültür sonuçları da alınmıştır. Eğer tedaviye yanıt var (klinik tabloda düzelme, ateş düşmesi) ve kültürde üreyen mikroorganizma kullanılan antibiyotiklere duyarlı ise, başlanan tedaviye en az 1 hafta ya da ateş düştükten 3 gün sonrasına kadar parenteral olarak devam edilir. Ardından 2 hafta daha oral antibiyotik tedavisi verilmelidir. Bu sırada komplike edici faktörlerden şüpheleniliyorsa, bunlar araştırılıp tedavi edilmelidir.
· · Genel önlemler: Genel önlemler arasında semptomlar azalana dek yatak istirahati, sıvı alımının artırılması (oral veya parenteral), hastanın ağrısı için analjezikler, bulantısı için antiemetikler ve ateşi için gerekirse antipiretikler kullanılması sayılabilir.
Tedaviye cevapsızlık: 48-72 saat içinde tedaviye yanıt yoksa, hasta yeniden değerlendirilip komplike edici faktörlerin (obstrüksiyon gibi) araştırılması gerekir.
İzleme: Klinik düzelme, enfeksiyonun kürünü göstermez. Akut pyelonefrit geçiren hastaların 1/3 ünde, bakteriyel persistansa rağmen semptomlarda düzelme olmaktadır. Bu nedenle, tedavi sırasında, tedavinin bitiminde ve sonraki 6 aylık dönemde belirli aralıklarla idrar kültürü yapılması gerekir.



KRONİK PYELONEFRİT



Kronik pyelonefrit, genellikle çocuklukta edinilip erişkinliğe taşınan bir hastalıktır. İmmatür, gelişmekte olan böbrekler etkilenir ve özellikle polar bölgelerde skar oluşur. Parankimdeki skar kaliksi de çekerek yapısını bozar ve dilate eder. Böbrek kapsülü soluk, parankim yer yer çöküntülü, böbrek değişen derecelerde atrofiktir. Pelvik mukoza soluk ve fibrotik görünür.
Çocuklukta en sık neden reflüdür, ancak reflü varlığında 4 yaşından sonra sağlam kalmış böbrekte skar gelişmez. Ancak önceden skarlı böbreklerde reflü tahribata devam eder.
Kronik pyelonefrit gelişimi için risk faktörleri arasında metabolik hastalıklar, analjezik alışkanlığı, gebelik, üriner sistemin anomali, taş ve obstrüksiyonları, vezikoüreteral reflü, üriner sistemdeki yabancı cisimler, ürointestinal fistüller ve üriner diversiyonlar sayılabilir.
Klinik belirti ve bulgular:
Akut enfeksiyon epizodlarıyla seyredebilir. Akut fazda ateş ve akut pyelonefrite benzer tablo görülür. Akut enfeksiyon yoksa genellikle az semptomludur. Genel hastalık hissi, yorgunluk, bel ve yan ağrıları, kilo kaybı, poliüri veya oligüri, tekrarlayan üriner sistem enfeksiyonları ve ateş görülebilir. İleri ve bilateral durumlarda hipertansiyon (renal parankimal), anemi, azotemi olur.


Laboratuar:
Akut faz dışında hemogram normaldir. İleri durumlarda lökositoz, sedimantasyon, CRP, kan üre azotu (BUN) ve kreatinin artışı görülebilir. İdrar tahlilinde pyüri ve bakteriüri olabilirse de her zaman rastlanmaz. Belirgin proteinüri olması, ileri hastalık ve glomerul tutulumu lehinedir.
Direkt üriner sistem grafisinde, hasta böbrek veya böbrekler normalden küçük boyutlarda ve sınırları irregüler (parankimal nedbe ve cekilmelere bağlı) görülür. Kronik enfeksiyon taşları, tübüler kalsifikasyonlar saptanabilir. İVP de dilate kaliksler hizasındaki parankimde skar, atrofi ve parankimal düzensizlik, böbrekte zayıf konsantrasyon ve olay tek taraflıysa karşı böbrekte kompansatris hipertrofi görülür. Altta yatan neden vezikoüreteral reflü ise, İVP de üreteral dilatasyon görülebilir. Voiding sistoüretrografi ile VUR kesin olarak gösterilir. Sistoskopi ile sistit varlığını ya da reflüye neden olan anormal orifisi belirlemek mümkün olur.
Ayırıcı tanı:
Akut ve kronik interstisyel nefrit, paranefrit, paranefritik abse, böbrek karbünkülü ve renal tüberküloz ile karışabilir.
Komplikasyonlar:
- - Bakteriyemi,
- - Akut pyelonefrit,
- - Perinefritik abse ve pyonefroz,
- - Hipertansiyon,
- - Böbrek taşı (enfeksiyon taşı),
- - KBY (yetersiz tedavi, böbreğin büyümemesi, ilerleyici, immünolojik renal hasar, hipertansiyona bağlı hasar, reflüye bağlı hasar, enfekte taş gelişimi gibi nedenlerle).
Tedavi:
Spesifik tedavi:
1. Medikal: Üriner sistem enfeksiyonlarının eradikasyonu ve önlenmesi, gerekirse uzun süreli baskılayıcı antibiyotik tedavisi medikal tedavinin ana hatlarını oluşturur.
2. Cerrahi: Anatomik bozukluklar, obstrüksiyonlar, taşlar, yüksek grade'li reflü veya medikal tedaviye cevapsız reflü, hipertansiyon (ilaçlara dirençli, tek taraflı atrofik pyelonefritli) gibi nedenler cerrahi tedavi gerektirir. Cerrahi tedavide, öncelikle patolojiyi ortadan kaldırmaya yönelik girişimler seçilir. Bu olanaksızsa nefrektomi düşünülebilir.
Genel önlemler: Hastanın yakın takibi, üriner enfeksiyonların kontrolü, komplikasyonların erken tanı ve tedavisi önemlidir. Hasta, yeterli sıvı almalıdır.


Op.Dr. Erdal KALCI
Üroloji Uzmanı


Böbrek hastalarında diyet

Kronik Böbrek Hastalığında Diyet


Hazırlayan: Emine Polatateş
Diyet Uzmanı

Böbrek fonksiyonlarının bozulmasıyla metabolizmayı etkileyen önemli olaylar birbirini izler. Böbreklerden su, sodyum, potasyum, fosfor gibi maddeler ile üre, ürik asit, kreatin gibi protein atığı zehirli maddeler atılamaz, kanda birikir. Bu değişiklikler sebebiyle beslenmede bazı önlemler almak gerekir. Hastanın laboratuar bulgularına göre doktoru özel bir diyet önerir. Diyet uzmanının hazırlayacağı diyet ile protein, tuz potasyum, fostor ve su miktarları kontrol altına alınır.

Yiyeceklerde birden fazla besin öğeleri bulunur. Hastanın hangi besin öğesinin hangi yiyeceklerde bulunduğunu bilmesi, diyetini iyi kullanmasını sağlar. Diyet uzmanı bu konularda gerekli açıklamaları yapıp yol gösterir.

PROTEİN
Vücut hücrelerinin yapıtaşıdırlar. Vücudun büyümesi, gelişmesi yıpranan hücrelerin onarılması için gereklidir. Et, balık, tavuk, süt ve türevleri, yumurta kaliteli protein kaynaklarıdır. Proteinin fazla alınmasında; bulantı, kusma iştah azalması az alınmasında; yorgunluk, güçsüzlük, kilo kaybı olur.

POTASYUM
Böbrekler tarafından kontrol edilen bir madensel öğedir. Kandaki düzeyi 3,6-5,5 meq/L'dir Günlük gereksinimi 2 mg'dır. Vücudun asit-baz dengesi ve normal kalp atışı için önemlidir. Böbrek hastalarında potasyumun fazlası böbreklerden süzülemez, kanda potasyum seviyesi artar, kavun, koyu yeşil yapraklı sebzeler, bal kabağı, patates, domates, kuru fasulye, fındık ve sütte potasyum bulunur.

FOSFOR
Kalsiyum ile fosfor kemikleri ve dişlerin sertleşmesini sağlayan bir madensel öğedir. Kandaki düzeyi 2,5-4,2 mg'dır. Günlük gereksinimi 500-700 mg'dır Böbrek hastalarında fosforun fazlası vücuttan atılamaz. Kanda fosforun artması, kemiklerdeki kalsiyumun dışarı atılmasına sebep olur. Proteinden zengin gıdalarda fosfor bulunur. Balık, organ etleri, sosis, salam, sucuk, yumurta, süt ve türevleri , kuru baklagiller, kurutulmuş meyveler, tahıllar fosfor kaynaklarıdır.

SODYUM
Vücuttaki bir madensel öğedir, Kandaki sodyum düzeyi 134-144 meq/ L'dır. Günlük sodyum gereksinimi 2,5-7 gr'dır. Buda 7,5-18 gr sofra tuzudur. Böbrek normal çalışmadığı zaman sodyum vücutta kalır. Sodyumun fazlası vücutta sıvı birikimine sebep olur. Tuz içeren yiyecekler şunlardır: Sucuk, Pastırma, salam, sosis, kavurma etler, dil, dalak, yürek, işkembe, soslar, hazır çorbalar, hazır her türlü gıdalar, tuzlu bisküvi, kraker, tuzlu kuruyemişler, konserve yiyecekler, salamura yiyecekler, turşular, zeytin, salça, soğan, sarmısak tozu.

SIVI
Akıcı durumda olan içeceklerdir. Su, kahve, çay, süt jöle, dondurma, çorba, soslar, meyve suları sıvı yiyeceklere örnektir. Böbrek hastalarının sıvıyı dışarı atma sorunları vardır. İdrar kusma, ishal ve fazla terleme ile de vücuttan sıvı atılır. Böbrek hastaların alacağı sıvı miktarı günlük çıkarılan idrar oranına bağlıdır, Pratik olarak şu formülle hesaplanır.

Alıncak Sıvı Miktarı 24 Saat x 0,5 x Ağırlık x 1 gün önce çıkarılan idrar miktarı.

Vücutta sodyum ve sıvının fazla bulunması yüksek tansiyon, nefes darlığı, ödem ve kilo artışına sebep olur. Fazla tuzlu yiyen kişi susar ve çok su içer. Çok su kilo artışını sağlar. 1 su bardağı su 160 gram'dır. İki su bardağı su içtiği zaman ortalama yarım kilo alınır.

Sıvı kontrolü için
1- Sofra tuzu ve sodyumlu yiyeceklerden sakının,
2- Susuzluğunuzu giderecek kadar için,
3- Limon dilimleri ve çiklet ile ağzınızı nemlendirin,
4- Ağzınızı soğuk sıvılarla çalkalayın fakat içmeyin.

DİYET ÖRNEKLERİ

1- Kronik böbrek hastalarında uygulanan diyet

40 Gram PROTEİNLİ TUZSUZ DİYET
(1500 kalori, 1400 mg Potasyum, 600 mg Fosfor, 300 mg Sodyum)
Günlük Yiyecek Miktar (gram) Ölçü
Süt veya yoğurt 200 2 çay bardağı
Yumurta 50 1 adet
Et-Tavuk-Balık 90 3 köfte kadar
Ekmek 125 5 ince dilim
Sebze - 2 porsiyon
Meyva - 2 porsiyon
Yağ 20 2 yemek kaşığı
Bal veya reçel 20 2 tatlı kaşığı


40 GRAM PROTEİNLİ DİYETTE
ÖRNEK YEMEK LİSTESİ
SABAH :
Çay veya ıhlamur(Şekerli)
1 adet yumurta veya 1 kibrit kutusu kadar tuzsuz peynir
2 tatlı kaşığı bal veya reçel
1 tatlı kaşığı tuzsuz yağ
1 ince dilim ekmek

ARA ÖĞÜN : 1 porsiyon meyva

ÖĞLE :
2 adet ızgara köfte veya aynı miktar et, tavuk
2 yemek kaşığı bitkisel yağlı sebze yemeği
1 çay bardağı yoğurt
2 yemek kaşığı pirinç pilavı
1 kase nişasta peltesi

ARA ÖĞUN : 1 porsiyon meyva

AKŞAM :
30 gram 1 küçük parça haşlama et
2 yemek kaşığı makarna
2 yemek kaşığı bitkisel yağlı sebze yemeği
1 ince dilim ekmek
GECE 1 çay bardağı süt (Şekerli)


2- Hemodiyaliz hastalarında uygulanan diyet

60 Gram PROTEİNLİ TUZSUZ DİYET
Günlük Yiyecek Miktar (gram) Ölçü
Süt veya yoğurt 300 3 çay bardağı
Tuzsuz peynir 30 1 kibit kutusu kadar
Yumurta 50 1 adet
Et-Tavuk-Balık 120 4 köfte
Ekmek 150 6 ince dilim
Sebze - 2 porsiyon
Meyve - 2 porsiyon
Yağ 20 2 yemek kaşığı
Bal veya Reçel 20 2 tatlı kaşığı

NOT
1- Kalorinizi yükseltmek için çay, ıhlamur, et suları, tuzsuz yağ, nişasta, şeker, sade akide şekeri, pişmaniye, sade lokum yiyebilirsiniz.
2- Sebzeleri yıkadıktan sonra küçük parçalara bölüp haşlayın, haşladığınız bu suyu dökün, yağ istenirse et ilavesi ile pişirin. Yemeklerin suyunu yemekten kaçının.
3- 1 yumurta 1 köfte kadar (30 gr ) et aynı değerdedir. İstenirse birinden biri yenebilir.
4- 1 köfte kadar (30 gr) et yerine 3 yemek kaşığı kuru fasulye, nohut, kara bakla, barbunya, mercimekten birini yiyebilirsiniz.
5- Etlerden koyun etini ve tavuk beyaz etini ve balığı tercih ediniz.
6- Bitkisel sıvı yağlar ve zeytinyağı kullanınız.
7- 5 öğünde az az, sık sık besleniniz. Yemeklerinizi yavaş yiyiniz.

YENİLMEMESİ GEREKEN YİYECEKLER
1- Önerilenden fazla süt, yumurta, et, balık, dil ve işkembe (işkembeyi 10 günde bir yiyebilirsiniz).
2- İçeriği bilinmeyen çörek, kek, kurabiye, pastalar
3- Konserve, turşu, salamuralar, sucuk, pastırma, sosis, salam, sakatatlardan karaciğer, beyin, böbrek, dalak, yürek.
4- Çikolata, kuruyemişler, meşrubatlar, boza, kahve, kakao, neskafe
5- Tahin helva, tahin, pekmez
6- Bulgur
?- Pancar, bakla, ıspanak, pazı tatlı kabağı,. mantar, enginar, asma yaprağı,karalahana
8- Muz, kavun
9- Tuz ve tuzlu yiyecekler, kabartma tozu, et suyu tabletleri

ÖNERİLER
Dışarıda Yemek Yerken,
1- Özel diyet uyguladığınızı her zaman belirtiniz
2- Günlük et gereksinmenize göre etinizin miktarını ayarlayın. İsteyeceğiniz et salçasız veya haşlanmış tavuk, hindi ızgara et, biftek hamburger olabilir.
3- Yiyebileceğiniz miktarda sebze veya salata isteyiniz. Salatalarınızı sirke ve yağ ile lezzetlendiriniz.
4- Kızarmış ağır hamur tatlılarından kaçınınız. Müsaade edilen meyveler, sütlü tatlılar, dondurma yenebilir.
5- Şerbet, buzlu meyve suları, jöleler, kahve ve çay günlük sıvı ihtiyacınıza göre alınabilir.
6- Haftada 1-2 kez birer duble alınan alkolün böbreğe fazla zararlı etkisi yoktur. Aşırı alkol ülserli hastalarda kanama riskinin artmasına, terlemeyi artırarak idrar miktarının azalmasına, tansiyonun yükselmesine sebep olabilir.
7- Sigaranın akciğerlerde, damar sistemi ve ülserde olumsuz etkileri vardır. İçilmemesi önerilir.



Böbrek nakli

Genel Bilgiler
Böbrek nakli ( transplantasyon ), son dönem böbrek yetersizliğinin en başarılı tedavi şeklidir. Böbrek nakli için gereken böbrek 2 kaynaktan sağlanabilir.

Canlı vericiden
Kadavradan.


Gerek canlı vericiden, gerekse kadavradan yapılan başarılı böbrek transplantasyonlarında diyaliz tedavilerinde olduğu gibi böbrek fonksiyonlarından bazıları değil, tamamı yerine getirilir. Buna ek olarak, hem tüm böbrek fonksiyonları yerine getirildiğinden, hem de hastalar için sürekli diyaliz işlemlerinin oluşturduğu fiziksel ve psikolojik zorluklar ortadan kalktığından dolayı yaşam kalitesi daha iyidir. İnsan dışında bir canlıdan transplantasyon şu anda mümkün olmamakla birlikte çalışmalar ümit vericidir, iyimser bir tahminle 2020 li yıllarda mümkün olabilir. Türk Nefroloji Derneğinin verilerine göre Türkiye’de bugüne kadar yaklaşık 4000 böbrek nakli yapılmıştır. 1998 yılında 382 böbrek nakli yapılmıştır ve ne yazık ki bunların yaklaşık 1/3’ü kadavra kaynaklıdır. Kadavra kaynaklı böbrek nakli oranı Batı ülkelerinde yaklaşık % 80’dir. Bunun nedeni ülkemizde organ bağışlarının henüz istenilen seviyeye ulaşamamasıdır.

Uygun böbrek seçimi:
Böbrek transplantasyonu yapılabilmesi için alıcı ile verici arasında ABO kan grubu sisteminde uyum olmalıdır; uyum kuralları kan naklindeki gibidir ( O grubu genel verici, AB grubu genel alıcı ); yani O kan grubu herkese böbrek verebilir, AB kan grubu herkesten böbrek alabilir. Rh sisteminin ise bir önemi yoktur; yani Rh negatif bir kişi Rh pozitif bir kişiden böbrek alabilir.
Alıcı ile verici arasında uyum aranan ikinci sistem, doku grubu olarak bilinen HLA sistemidir. HLA sistemi 6. kromozomun kısa kolu üzerinde yerleşmiş doku uygunluk antijenlerini içerir. HLA bölgesindeki antijenler 1. sınıf ( A,B,C ) ve 2. sınıf ( D,DR,DP,DQ ) olmak üzere ikiye ayrılır. Böbrek transplantasyonunda önemli olan A, B ve DR antijenleridir ve her insanda ikişer tane bulunur. Böbrek transplantasyonunda en iyi sonuç doku uygunluk antijenlerinde tam uyum olduğu durumlarda alınmaktadır; vericide alıcıda olmayan DR, B, A antijenleri arttıkça alıcının böbreği reddetme olasılığı artmaktadır.

Bazı durumlarda böbrek transplantasyonu yapılması sakıncalıdır.
Böbrek transplantasyonun sakıncalı olduğu durumlar:
İleri veya tedavi edilmemiş kanser,
Aktif bulaşıcı hastalık varlığı,
İleri karaciğer hastalıkları,
Ciddi kalp hastalıkları,
İdrarın akımına engel bir hastalığın varlığı,
Aktif mide ülseri,
Tedaviye uyumsuzluk,
Tedavi edilemeyen ağır akıl hastalığı.
Böbrek Nakli
Gerekli hazırlıklardan sonra vericiden alınan böbrek koruyucu sıvıdaki işlemi takiben alıcının sağ veya sol kasığına ( iliak fossa ) yerleştirilir. Günümüzde böbrek nakli cerrahisinde büyük ilerlemeler sağlanmış ve işlem, sıradan bir ameliyat haline gelmiştir. Türkiye’de bugüne kadar yaklaşık 4000 böbrek nakli ameliyatı gerçekleştirilmiştir.
Böbrek naklinden sonra hastanın yeni takılan böbreği reddetmemesi için bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar kullanılır. Bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar modern tıbbın en popüler konularından birisidir. Günümüzdeki ilaçlar hastaların önemli bir kısmında başarılı böbrek nakline olanak vermektedir. Geliştirilecek yeni ilaçlarla hayvanlardan organ nakli mümkün olabilir veya genetik bilimindeki gelişmeler yapay organ üretmeye yol açabilir.
Canlı Vericiler
Canlı vericilerin yakın akraba olması tercih edilir. Yakın akrabalarda (kardeş, anne, baba, çocuk) uyumlu böbrek olma olasılığı daha fazladır. Akraba olmayan kişilerde uyumlu böbrek olma olasılığı çok düşüktür. 18 yaşından küçükler böbrek vericisi olarak kullanılamazlar. Bir insanın böbrek vericisi olması için gönüllü olması lazımdır, hiç kimseden zorla organı alınamaz. Uygun verici olduğu saptanan kişi çok ayrıntılı bir inceleme döneminden geçer ve böbrek vermesinin kendisinde bir sorun oluşturup oluşturmayacağı araştırılır. Zaten bir insanı iyileştireyim derken diğerini hasta etmenin bir mantığı da yoktur.

Canlı vericide ameliyattan sonra olabilecek sorunlar
Vericide oluşabilecek sorunlar anestezi ve ameliyatla ilgili erken dönemde ortaya çıkan sorunlardır. Ancak tıptaki gelişmeler bu sorunları büyük oranda azaltmıştır. Uzun dönemde ise tek böbrekli olmanın önemli bir zararı yoktur. Toplumda yaklaşık 1000 kişinin bir tanesinde tek böbrek olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenlerle insanın bir yakınına böbrek vermekten kaçınmaması gerekir.

Kadavra Vericiler
Beyin ölümü gerçekleşmiş hastalar böbrek, kalp, karaciğer gibi organlarını bağışlayarak başka hastalara hayat verebilirler. Ülkemizde organ bağışları henüz istenilen seviyeye ulaşamamıştır. Beyin ölümü gerçekleşmiş hastalarda adından da anlaşılabileceği gibi beyin fonksiyonları tamamen ve geri dönmeyecek biçimde kaybolmuştur. Yani bu kişilerin bilinci yerinde değildir ve ancak solunum makinesi desteği ile yaşamlarının sürmesi mümkündür. Kişilerin ben gerçekten ölmeden organlarımı alırlar korkusu yersizdir çünkü beyin ölümüne karar verecek ekip ile organ naklini yapacak ekip ayrı doktorlardan oluşur

Organ ticareti: Kesinlikle yasaktır ve ahlak dışıdır.

Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun (Resmi Gazete, 3 Haziran 1979, Sayı 16655).
Madde 3- Bir bedel veya başkaca çıkar karşılığı, organ ve doku alınması ve satılması yasaktır.


Canlı Vericiler ile İlgili Maddeler
Madde 5- Onsekiz yaşını doldurmamış ve mümeyyiz olmayan kişilerden organ ve doku alınması yasaktır.
Madde 6- Onsekiz yaşını doldurmuş ve mümeyyiz olan bir kişiden organ ve doku alınabilmesi için vericinin en az iki tanık huzurunda açık, bilinçli ve tesirden uzak olarak önceden verilmiş yazılı ve imzalı veya en az iki tanık önünde sözlü olarak beyan edip imzaladığı tutanağın bir hekim tarafından onaylanması zorunludur.
Madde 8- Vericinin yaşamını mutlak surette sona erdirecek veya tehlikeye sokacak olan organ ve dokuların alınması, yasaktır.

Kadavradan Nakil ile İlgili Maddeler
Madde 11- Bu kanunun uygulanması ile ilgili olarak tıbbi ölüm hali, bilimin ülkede ulaştığı düzeydeki kuralları ve yöntemleri uygulanmak suretiyle, biri kardiolog, biri nörolog, biri nöroşirürjiyen ve biri de anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanından oluşan 4 kişilik hekimler kurulunca oy birliği ile saptanır.
Madde 12- Alıcının müdavim hekimi ile organ ve doku alınması, saklanması, aşılanması ve naklini gerçekleştirecek olan hekimlerin, ölüm halini saptayacak olan hekimler kurulunda yer almaları yasaktır.
Madde 13- 11 inci maddeye göre ölüm halini saptayan hekimlerin ölüm tarihini, saatini ve ölüm halinin nasıl saptandığını gösteren ve imzalarını taşıyan bir tutanak düzenleyip, organ ve dokunun alındığı sağlık kurumuna vermek zorundadırlar. Bu tutanak ve ekleri ilgili sağlık kurumunda on yıl süre ile saklanır.

KAYNAK:
İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Tekin Akpolat



Böbrek taş hastalığı

Böbrek ve idrar yolları taşları

Böbrek ve idrar yolları taşlarının %35 i kalsiyum oksalat taşları, %30-35 karışık kalsiyum oksalat ve fosfat, %15-20 magnezyum amonyum fosfat, %5-10 ürik asit taşlarıdır. Kalsiyum fosfat %5, sistin taşları ise %2 oranında görülür. Yani taşların %70 i kalsiyum oksalat içerir.

Taş oluşumunda genetik, çevresel ve beslenme faktörleri söz konusudur. Genetik olarak; sistinüri, renal tübüler asidoz, azalmış böbrek aldolaz aktivitesi ve anormal pürin metabolizması gibi faktörler etkendir. Çevresel etkenler; aşırı sıcaklık ve nemde aşırı sıvı kaybı. Beslenme faktörleri ; aşırı çiğ yeşil sebzelerin tüketimi kalsiyum oksalat taşlarına, aşırı protein ve hayvansal yağ tüketimi ise ürik asit taşlarına neden olabilir.

Kalsiyum taşlarının oluşumunda barsaktan aşırı kalsiyum emilimi önemli rol oynar. Böylece idrarda fazla kalsiyum çıkar ve kalsiyum içeren taşlar oluşur. Kalsiyum taşları oluşumunda diğer önemli bir etken de renal hiperkalsiüri denilen bir durumdur. Burada böbreklerden kalsiyum emilimi bozulur ve idrarla kalsiyum kaybı olur.Böylece kalsiyum taşları oluşabilir. Bu hastalarda paratiroid hormon ve D vitamini artar. Bu durum kan tahlili ile belirlenebilir.

Ürik asit taşlarının oluşumunda ise asidik idrar, az miktarda idrar ve idrarda ürik asit artışı gibi etkenler rol oynar. Gut hastalığı, uzun süreli ishaller, kanda ürik asit yüksekliği ve aşırı protein alımı ürik asit taşlarına neden olabilirler.

Bu durumun aksi olarak asit olmayan (alkali ) idrar ise struvit veya infeksiyon ( triple fosfat ) taşlarına neden olabilir.

Taş hastalığı; ağrı, kanlı idrar, bulantı-kusma ve ateş-titreme ile kendini gösterir. Böbrek taşlarında ağrı genellikle böğürdedir ve bu bölge hassastır. Üst idrar yolu taşlarında ise ağrı böğürden kasığa ve aynı tarafta yumurtalıklara veya kadınlarda genital organa yayılır. Mesane ( idrar torbası ) taşlarında ise ağrı penise vurur ve şiddetli idrar şikayetleri görülür. Ateş-titreme enfeksiyona işarettir. İdrar kültürü alınmalı, antibiyotik tedavisi başlanmalıdır.

Tanı Ultrasonografi ve radyografik olarak konulur. İntravenöz ürografi üriner sistemde tıkanma olup olmadığı, fonksiyon kaybı veya gecikmesi olup olmadığı hakkında fikir verir. Taş, böbrekler ve idrar yolları hakkında bilgi verir ve yapılacak girişimin şeklini planlamada yardımcı olur. Bilgisayarlı tomografi taş hastalığında nadiren gerekir.


TAŞ HASTALIKLARINDA TEDAVİ

6 mm çapından küçük taşlar genellikle kendiliğinden düşerler. Daha büyük taşlara ise yerine ve büyüklüğüne göre tedavi açık veya kapalı cerrahi, taş kırma veya ilaç tedavisi olabilir.

CERRAHİ TEDAVİ

Başlıca açık cerrahi metodları;
pyelolitotomi (böbrek taşlarının pelvis renalisten alınması),
nefrolitotomi (böbrek taşlarının böbrek parankimi açılarak çıkartılması),
üreterolitotomi (üreterden taş alınması),
sistolitotomi (mesaneden taş çıkartılması) .
perkütan nefrolitotomi ( böğür bölgesinden yaklaşık 1 cm lik bir kesi ile girilen bir alet ile böbrek taşı çıkarılır)
üreterorenoskopik litotripsi ( idrar yolundan sokulan endoskopik cihaz ile taş kırılır veya basket ile alınır)

TAŞ KIRMA ( ESWL )

Şok dalgaları; su ve yumuşak doku içinden minimal enerji kaybıyla ve çok az hasar yaparak geçerler, hedeflenen materyal üstünde mekanik etki yaparlar. Taşın önce genleşip sonra küçük parçalara ayrılmasına yol açar. ESWL pek çok hasta tarafından iyi tolere edilmesine karşın bazı yan etkilere yol açabilir. Bunlar arasında böbrekte kanama ve pıhtı oluşumu, pankreas enfeksiyonu, hipertansiyonun şiddetlenmesi, kalpte ritm bozuklukları, bilirübinde artma vs. görülebilir. Özellikle çocuklarda akciğer kanamalarına yol açabilir, mide ve duodenum ve kolon yaralanmasına neden olabilir. 2 cm. çap büyüklüğüne kadar olan taşlar ESWL ile tedavi edilir . ESWL ile taşkırma uygulaması ortalama 30-45 dakika sürüp genellikle 1000-2000 şok uygulanır. . Taş büyüdükçe tatbik edilen şok dalgası sayısı da artar. Taş boyutu arttıkca ESWL nin başarısı düşer. Taşlar tam kırılamaz veya taş caddesi denilen ( kırılan parçalar üst üste dizilirler) tıkanmaya yol açan bir durum görülür.

İLAÇ TEDAVİSİ

Hastada mevcut bozukluğa göre bir kısım taş hastalıklarında uygulanabilir medikal tedaviler vardır.
Hiperürikozüri olan hastalarda allopürinol 300-600 mg/gün kullanılabilir. Sistin taşlarında idrar pH sını 7.8 in üstünde tutmaya gayret edilmelidir. 12 gr/gün sodyumbikarbonat idrar alkalinizasyonu için yeterlidir, ayrıca günde 3-4 lt. sıvı almaları önerilir. İnfeksiyon taşlarında, uygun antibiyotik tedavi yapılır. Hiperparatiroidizm sözkonusu ise paratiroidlerin cerrahi eksplorasyonu gibi nedene yönelik tedavi uygulanabilir. Kalsiyum taşlarının medikal tedavisinde; düşük kalsiyum, düşük oksalat içeren diyet, bol sıvı alınması yanında tiazid grubu diüretikler önerilir. İdrarda sitrat eksikliği sözkonusu ise sitrat oral yolla yerine konulabilir.


Op.Dr. Erdal KALCI
Üroloji Uzmanı


BÖBREK TAŞ KIRMA TEDAVİSİ : ESWL

Vücut Dışından Taş Kırma Tedavisi: (ESWL - Extracorporeal Shock Wave Lithotripsy)
İlk defa 1980 yılında Almanya'da klinik uygulaması yapılan bu yöntem günümüzde de taş tedavisinde ağrısız, cerrahi müdahale riski olmaksızın yaygın olarak kullanılan en modern taş tedavi şeklidir.

Vücut dışındaki bir kaynaktan elde edilen yüksek frekanslı ses dalgalarının (şok dalgaları) taşa odaklanarak taşın parçalanması esasına dayanır. Cihazlar şok dalgası elde ediliş şekline göre (piezo-elektrik, spark gap, elektromanyetik) veya taşın görüntülenme şekline göre (ultrasonografi, röntgen) farklılıklar gösterebilir.




Taşa odaklanan şok dalgaları yüzeyde erozyon, taşın içinde taşa ait yapısal elemanları birbirinden ayıran gerilim dalgası oluştururlar ve böylece taş parçalanır.

Başlangıçta bütün vücudun su içine girdiği bir havuzda uygulanan, kulakların sesten korunması için kulaklıkların kullanıldığı, çoğunlukla hastaya anestezi uygulanmasını gerektiren bu yöntem günümüzde çok gelişmiştir. Şok dalgaları vücuda disk şeklinde bir araçla veya sadece hastanın taşının bulunduğu bölgenin su içine girdiği küçük bir havuz aracılığı ile iletilir. Kulakların korunmasına gerek duyulmaz. Anestezi uygulaması ise çok nadiren gerekmektedir. Bazı gelişmiş taş kırma cihazları ise çocuk - bebek hastalarda bile güvenle kullanılabilmektedir. Günümüzde bu yöntemin kullanılması ile taş nedeniyle yapılan ameliyatlar % 90 - 95 azalmıştır.

ESWL yöntemi ile, taş kırma cihazları arasında farklılıklar olmakla birlikte böbrek, mesane veya idrar yollarının herhangi bir yerinde bulunan taşlar kırılabilmektedir. Bu yöntem 3 cm den büyük taşlarda tedavi süresinin uzaması, oluşabilecek komplikasyon riskinin artması nedeniyle ilk seçilecek tedavi yöntemi olarak tercih edilmez. ESWL yönteminde rastlanabilecek komplikasyonlar (istenmeyen etkiler) aşağıda değerlendirilmiştir.

Böbrek çevresinde kanama alanı (perirenal hematom): Görülen en ciddi komplikasyondur. Küçük kodaklı cihazlarda % 0,6 oranında, büyük odaklı cihazlarda % 2-4 oranında rastlanır.
Hipertansiyonlu hastalarda daha sık görülür. Genellikle herhangi bir tedavi gerektirmez, ESWL tedavisine kanama alanı tamamen geçinceye kadar ara vermek gerekir. Nadiren kanama böbrek çevresinde sınırlı kalmaz ve genişlemeye devam eder, bu gibi durumlarda açık ameliyat gerekebilir.

Radyasyona maruz kalma: Taşı ultrasonografi ile görüntüleyen cihazlarda rastlanmaz.

Böbrek ve çevresinde şok dalgası nedeniyle zedelenme ve doku sertleşmesi (fibrozis): Büyük odaklı cihazlarda, sık ve uzun süreli tedavilerde daha çok rastlanır.

Kırık taş parçalarının idrar yolunu tıkaması (Üreter obstrüksiyonu): Kırılan taş parçaları idrar yolunda tıkanıklığa neden olabilir. Bazen önde büyükçe bir taş parçası ve arkasında irili ufaklı kumlar birikebilir. (Taş yolu) Büyük taşlarda daha sık görülen bu durum öndeki büyükçe parçanın kırılması ile tedavi edilebilir.
 
BÖBREK TAŞLARI: NEFROLITHIAZIS

Böbrek taşı, idrarda bulunan üre, oksalat, kalsiyum, fosfat vb. kimyasal tuzların idrarda yüksek konsantrasyonda bulunması ve bu maddelerin idrarda çökmesi sonucu, birleşerek küçük kristaller oluşturması anlamına gelir. Ülkelerin refah düzeyinin artmasıyla birlikte bu rahatsızlık da artış gösterir. Savaş veya ekonomik sıkıntıların varolduğu dönemlerde böbrek taşına rastlamak oldukça zordur. Bunun nedenleri arasında beslenme önemli bir faktördür. Böbrek taşı ile ilgili bir diğer sonuç ise erkekler de görülen böbrek taşı vakasının kadınlara oranla çok daha fazla olmasıdır.

Taş oluşumun nedeninin bulunması için taşın incelenmesi ve buna göre önlem alınması gerekir. Taş kristallerinin bileşenleri genellikle %80 ila %85 arasında kalsiyum, %5 ila %10 arasında ürik asit ve %1 oranında az bulunan ( Cystine ) taşlarıdır.

Böbrek taşları yerleştikleri yere göre belirtiler verebilir. Böbreklerde, idrar kesesinde, ya da üretra da taş oluşabilir.

Taş oluşumunda genetik yatkınlık önemlidir. Beslenme böbrek taşlarının temel sebebi olarak ele alınmamalıdır. Ancak iyi planlanmış ve uygulanmış bir diyet, kalsiyum ve ürik asit taşlarının, genetik yatkınlık nedenli oluşumunu zorlaştırır.

Yapılan genel araştırmaya göre, et ve ürünlerinde bulunan proteinin yüksek miktarda tüketilmesi, böbrek taşı rahatsızlıklarının sayısında artışa neden olmuştur. Kalsiyum bazlı taşlardaki ana risk faktörleri, düşük hacimli idrar, oksalik asit ve kalsiyum oranında artan boşalma ve sitrat oranındaki azalma olarak sıralanabilir. Bunlar sonuç olarak idrarda kristalleşme faktörünü artırabilirler. Aşırı derecede fazla olan asitli üre de en önemli risk faktörlerinin başında yer alır.

Bunun yanısıra fizyolojik problemler, idrar akışını engelleyen bir durumun varlığı (mesane tümörleri, konjenital darlıklar) idrar da asit miktarının artması ( idrar yolu enfeksiyonları) gibi nedenler de taş oluşumuna yardımcı olan etkenlerdir.

Böbrek çanaklarında oluşan küçük taşlar, mesaneye inerek burada büyümelerine devam edebilirler. Genellikle böbrek çanaklarında oluşan bu küçük taşlar, mesaneye ulaşamadan idrar kanallarında takılıp kalırlar. Bu idrarın mesaneye ulaşmasını engeller ve idrarın böbreklere geri dönmesine, dolayısıyla ağır böbrek yetmezliği tablosuna kadar hastayı götürebilir. Küçük taşlar daha fazla risklidir. Çünkü kolay hareket edebilirler ve idrar kanallarını kolaylıkla tıkarlar.

Böbrek taşında belirtiler yıllarca kendini gizleyebilir. Ağrı sızı olmadan yada idrar da dikkat çekmeyecek kadar az olan gizli kanın varlığı uzun yıllar anlaşılamayabilir. Kumlu yada bulanık idrarın başlaması böbreklerimizde taş olabileceği ihtimalini hızlandırır. Bu dönemlerde taş ağrısı denilen birden başlayıp, ağrının şiddeti ile tanınan tipik taş ağrısı kendini gösterir. Bu ağrı yaygındır ve böbreklerden, genital organa kadar şiddetli, dayanılması güç rahatsızlıklar verir.

Tipik böbrek ağrısının iki önemli nedeni vardır. Bunlardan birincisi taşın vücutta halen geziniyor olması sonucu tıkadığı idrar yolunun mesaneye idrarı ulaştıramaması ve mesanenin gerilmesi ya da tıkanmış olan idrar kanallarında taşın sıkışarak ağrıya neden olmasından kaynaklanabilir.

BÖBREK TAŞLARI İÇİN EN ÖNEMLİ MADDE SIVILARDIR:

Sağlıklı bir insan günde en az 2 litre su tüketmesi gereklidir. Bu miktar yaşam koşullarına, yaşa göre değişir. Sıkı antrenmanlar veya yüksek ter atımı ( su kaybı) olan sıcak günlerde en az 3 litre sıvı tüketimi (12 bardak) tavsiye edilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, sıvı tüketiminin 24 saatlik düzen içerisinde yapılması gerektiğidir. Gece uyumadan önce içilecek sıvılar, vücuttaki kristalizasyon ve taş oluşma riskini azaltacaktır. Bütün sıvılar böbrek taşı oluşumunu yavaşlatacak etkiye sahiptirler. Ancak su kaybının fazla olduğu zamanlarda biokarbonat ve kalsiyum oranı yüksek olan mineral suları ve meyve suları özellikle tüketilmelidir. Öte yandan siyah çay, buzlu çay, kolalı içecekler ve bira oksalik ve ürik asit artışına sebep olmalarından dolayı taş oluşumunu hızlandırırlar.

BESİNLER BÖBREK TAŞLARINI NASIL ETKİLER

Sebzeler ve Meyveler

Sebze ve meyveler taş oluşumunu sağlayan üre miktarını artırırlar. Yüksek oksalat içeren sebzeler ( ıspanak, fındık...) kalsiyum içeren besinlerle (peynir, yoğurt) aynı zamanda çok miktarda tüketilmemelidirler. Bunun sonucu olarak bağırsak fazla miktarda oksalat emer ve oluşum hızlanabilir.

Et, Balık ve Kümes Hayvanları
Et ve balıktan alınan yüksek miktardaki protein, üreyi hızla asitlemesinden dolayı taş oluşumunda bir risk faktörüdür. Ayrıca sitrat ve oksalat oranlarını da hızla artırmasından dolayı protein tavsiye edilen miktarlarda tüketilmeli, böbrek taşı ve kalsiyum rahatsızlığı bulunan hastalarda minimum düzeye indirilmelidir.

Süt ve Mandıra Ürünleri
Diğer başlıklarda incelenenlerin aksine kalsiyum oranının azaltılması artık söz konusu değildir. Yapılan bilimsel araştırmalar göre, günlük 1200 miligram kalsiyum almak böbrek taşı riskini oldukça aşağı seviyelere çekmektedir. Günlük 1200 gramlık kalsiyum miktarının 800 miligramını ise süt ve mandıra ürünlerinden almak mantıklı olacaktır. Bu tür kalsiyum vücutta sadece ve sadece tuz oranının yüksek miktarlara fırlamasıyla taş oluşumunu hızlandırabilir. Günlük tuz kullanımını 8 grama kadar düşürmek bu durumda yararlı olacaktır.

Tatlılar

Yüksek miktarda tatlı ve şeker kullanımı, üredeki kalsiyum oranını artırdığı için, taş oluşumunu hızlandırabilir. Çikolata, kakao ve pralin içeren tatlı maddeler yüksek oksalat içermelerinden dolayı tehlikeli besinler kategorisinde yer alırlar.


böbrek tranplantasyonu nakli ve hastalar için nakil rehberi

Son dönem böbrek yetersizliğinin seçkin tedavi şekli olan transplantasyonun başarılı olması ameliyat öncesi dönemde yapılan hazırlıklar ile yakından ilgilidir. Bu dönemde, tıbbi incelemeler sürdürülürken hastaların bazı noktalara özen göstererek kendilerini ameliyata hazırlamaları ameliyat sonrasında karşılaşılabilecek soruları en aza indirger.
Burada önce, böbrekler, görevleri, son dönem böbrek yetersizliği ve tedavi seçenekleri hakkında kısa bilgiler verilmiştir. Daha sonra, hem organ donörleri (vericiler), hemde hastalarda ameliyat öncesi dönemde dikkat etmesi gereken noktalar özetlenmiştir. Son olarak, poliklinik kontrolleri sırasında böbrek vericisi ve transplantasyon adayı hastalar tarafından sıklıkla sorulan sorulara yanıtlar verilmiş ve konuya açıklık getirilmeye çalışılmıştır.
Yararlı olması dileğiyle...

Böbrekler ve Görevleri
İnsan vücudunda, normalde, bel kemiğinin sağ ve solunda yer alan iki böbrek vardır. Her bir böbrek yaklaşık 12 cm uzunluğunda ve 150 gr. ağırlığındadır. Bu organlar mikroskop ile incelenince nefron adı verilen süzme ünitelerinin varlığı saptanır. Her böbrekte yaklaşık bir milyon tane nefron bulunur; bu küçük yapılar kendilerine gelen kanı devamlı süzerek idrarı meydana getirirler. Oluşan idrar, önce böbreklerin iç ve orta kısmında bulunan havuzcukta (pelvis) birikir, daha sonra üreter adı verilen iki boru aracılığıyla mesaneye taşınır. Mesane dolduğunda idrar yapma isteği uyanır. Böylece idrar dışarı atılır.
Böbreklerin en önemli gerevi, kanı zararlı atıklardan temizlemek, vücudun su ve tuz dengesini düzenleyerek, tüm organ ve sistemlerin belli bir uyum içinde çalışmasını sağlamaktır.
Söz konusu görevler tam olarak yapılamazsa, vücutta zararlı maddeler, su ve değişik yapıda tuzlar birikir ve kimyasal denge bozulur. Bu durumda, başta kalp ve beyin olmak üzere tüm diğer organlar görevlerini yerine getiremez hale gelir.
İnsan vücudunda, normalde iki böbrek bulunur, ancak sağlıklı olan ve yeterli çalışan tek bir böbrek de vücudun tüm gereksinimlerini rahatlıkla karşılayabilir.
Böbreklerin, ayrıca hormon yapmakla ilgili görevleri vardır. Salgıladıkları değişik yapıda hormonlar, kan yapımı, kemik gelişmesi ve tansiyonun belirli düzeyde tutulmasına yardımcı olur. Böbrek yetersizliği durumunda bu hormonların salgılanmasında düzensizlik olduğu için daha önce sözünü ettiğimiz bozukluklara ek olarak kansızlık, kemik hastalıkları ve tansiyon ayarsızlıkları da ortaya çıkar.

Son Dönem Böbrek Yetersizliği, Nedenleri, Tedavi Seçenekleri
Böbreklerin, görevlerini dönüşümsüz biçimde yitirmeleri ile ortaya çıkan hastalık tablosuna son dönem yetersizliği ya da kısaca üreme denir. Bu hastalıkta su ve tuz dengesi bozulur, vücutta zararlı maddeler birikir ve önceki bölümde sözünü ettiğimiz diğer bozukluklar ortaya çıkar. Sonuçta, vücudun tüm organ ve sistemlerini ilgilendiren şikayet ve bulgular belirir.
Üremik hastalarda görülen başlıca belirtiler şunlardır:
Halsizlik, solukluk, iştahsızlık, ağızda kötü koku, bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı, tansiyon yüksekliği, nefes darlığı, yorulma ve istirahatle ortaya çıkan göğüs ağrıları, öksürük, balgam, inatçı kaşıntı, sık olarak ateşli hastalıklara yakalanma, psikolojik bozukluklar, şuur bulanıklığı, sara (epilepsi)'ye benzer nöbetler ve üremik koma.
Hastalık uygun şekilde tedavi edilmezse ölüm kaçınılmazdır.
Böbrek yetersizliğine neden olan hastalıklar içinde en sık rastlanılanı 'glomerulonefrit' adı verilen özel tipte iltihaplardır. Doğumsal bazı böbrek hastalıkları, şeker hastalığı ve yüksek tansiyonun böbreğe yaptığı zararlar, böbrek taşları ve idrar akımındaki engele bağlı olarak gelişen iltihabi hastalıklar, bazı ilaç ve zehirli maddelerin yaptığı yıkım da son dönem böbrek yetersizliğine yol açabilir. Bu hastalıkların bazıları erken dönemde fark edilirse tedavi edilerek böbrek yetersizliği önlenebilir veya geciktirilebilir, diğer bir bölümü ise sinsi olarak seyreder ve ancak son dönem böbrek yetersizliği aşamasına gelindiğinde şikayetler belirir ve hasta hekime başvurur.

Üremin ortaya çıkış nedeni ne olursa olsun, bu dönemdeki hastalar için,
başlıca 3 tedavi seçeneği vardır:
1. Sürekli, düzenli hemodiyaliz
2. Sürekli periton diyalizi
3. Canlı ve kadavra donörlerden (vericilerden) yapılan böbrek transplantasyonu

Hemodiyaliz tedavisinde, hastanın belirli günlerde hemodiyaliz makinesine girmesi, periton diyalizinde ise kendisinin veya bir yakınının periton diyalizi (hastanın karın boşluğuna özel sıvıların verilip geri alınması) işlemini uygulaması gerekmektedir. Ancak uygulanan bu tedavi metodları kısmen de olsa hareket serbestisini kısıtlar ve psikolojik sorunlar doğurabilir. Ayrıca diyaliz tedavilerinde böbreğin sadece süzme fonksiyonları yerine getirilir, hormonlar fonksiyonlar eksik kalır.
Başarılı böbrek transplantasyonlarında sonra ise diyaliz tedavisini gereksinim kalmaz, hasta bağımsız bir hale gelir. Diyet ve sıvı kısıtlamaları ortadan kalkar. Sağlıklı bir böbreğin tüm fonksiyonları yerine getirildiği için fiziksel ve psikolojik olarak da birey kendini daha iyi hisseder. Ancak bu tedavi şeklinin de bazı riskleri vardır.
Böbrek nakli yapılan hastalara, yeni böbreğin vücut tarafından reddedilmesini önlemek amacıyla, sürekli olarak iki veya üç ilacın birlikte kullanıldığı tedavi programları uygulanmaktadır. Bu ilaçlar, nakledilen böbreğin reddini önlemekle beraber, vücut direncini de azaltır ve iki önemli yan etkiye neden olur:
1. Her türlü iltihabi hastalığa karşı vücudun savunması azalır.
2. Tümör oluşumu riski normal insanlara göre biraz daha artar.
Böbrek naklinin ve reddi önlemek için uygulanan tedavilerin, anlatılanların dışında başka yan etkileri de vardır, ancak bunlar fazla önemli değildir ve kolaylıkla kontrol altına alınabilir.

Böbrek Transplantasyonu Genel Bilgiler
Böbrek transplantasyonu canıl veya kadavra donörlerden yapılır. Aralarında kan bağı olan akrabalardan alınan böbrekler genellikle hastanın vücudu ile daha iyi uyum gösterir. Bu tür canlı vericilerden yapılan ameliyatlarda hasta ve böbrek donörü önceden ayrıntılı olarak hazırlanır ve en uygun şartlar oluştuğunda transplantasyon gerçekleştirilir. Onun için, canlı vericilerden yapılan transplantasyonun başırı şansı daha fazla, ameliyat riski daha azdır. Bununla beraber kadavra böbreği bekleyen hastaların transplantasyon ünitesine başvurmaları sırasında tüm incelemelerinin ayrıntılı biçimde yapılması ve yeni ilaçların uygulama alanına girmesiyle kadavra donörlerden yapılan transplantasyonların da başarı şansı canlı donörlerden yapılanlara yaklaşmıştır.
Ameliyat sırasında nakledilen böbrek kasığın hemen üzerine, sağ veya sol tarafa yerleştirilir. Bu böbreğin atardamarı karın alt kısmında bulunan büyük bir atardamara, toplardamarı da yine karnın bu kısmında bulunan büyük bir toplardamara dikilir. İdrar borusu ise mesaneye ağızlaştırılır.
Uygun şartlarda tüm bu ameliyat 2-4 saat kadar sürer. Her ameliyatın kendine göre riski olduğu gibi böbrek nakli ameliyatının da riski vardır. Fakat gelişen yeni teknikler sayesinde ameliyat sırasında ölüm oranı %1'in altına inmiştir.
Ameliyat sonrasında, genellikle canlı vericilerden alınan böbrekler hemen çalışmaya başlar ve bir daha diyalize girme gereksinimi kalmaz.
Kadavra vericilerden yapılan transplantasyonlardan sonra ise, yeni böbreğin çalışmaya başlaması bazen 2-3 hafta kadar gecikebilir. Bu süre içinde destekleyici diyaliz tedavileri uygulanır, böbrek yeterli olarak çalışmaya başladığında ise diyaliz tedavisine son verilir.
Ameliyattan sonra hastanede kalma süresi her şeyin normal geliştiği ve sürdüğü koşullarda, ortalama 2-4 hafta kadardır.

Böbrek Vericileri (Donörleri) İçin Bilgiler
Sevdiğimiz birine iyilik yapmak, yardım edebilmek her zaman için güzel bir duygudur. Üstelik kende vücudunuzdan bir organı bağışlayarak sevilen yakının iyi bir yaşam sürmesini sağlamanın mutluluğu hiçbir şeyle kıyaslanamaz.
Bu güzel duygulara rağmen, böbreklerinizden birini bağışlamak ilk anda sizi tedirgen edebilir ve ileri dönemde kendi sağlığınızı nasıl etkileyeceği yönünden endişelere kapılmanıza neden olabilir. Unutmayınız: her iki böbreğin de sağlıklı olduğu durumda tek bir böbrek sizi ömür boyu sağlıklı bir şekilde yaşatabilir.
unutmayınız: her iki böbreğin de sağlıklı olduğu durumda tek bir böbrek sizi ömür boyu sağlıklı bir şekilde yaşatabilir.

Böbrek bağışına karar verdiğinizde öncelikle sizin sağlığınızın zarar görmemesi için çok ayrıntılı incelemeler yapılacak, ancak daha sonra organ bağışını kabul edilecektir. Bunun in-celemeler sırasında en küçük bir tereddüt oluşursa, durum size ve hastanıza bildirilerek başka bir donör aranması yoluna gidilecektir.

Kısaca, eğer hekiminiz organ bağışlamanızda sakınca görmüyorsa bir böbreğinizi gönül rahatlığıyla hastanıza verebilirsiniz. Bu durum sizin normal yaşam sürenizde hiç bir değişiklik yapmayacaktır.

Böbreğinizi bağışlamanız için herhangi bir üst yaşıt sınırı yoktur. 65 yaş üzerinde genelde tüm organlar ile beraber böbrekler de yaşlanır ve kısmi fonksiyon bozuklukları daha sık görülür. Yine de çoğu kez bu yaşın üzerindeki kimselerin de böbrekleri de tamamen sağlıklı bulunarak organ bağışlamalarına izin verilir.
18 yaşından küçük bireylerin canlı böbrek vericisi olmaları tıbben mümkündür. Ancak toplumsal değer yargılarını da göz önünde tutarak, bu yaşın altındaki bireylerin organ bağışını kabul etmemek daha doğrudur.
Yapılacak incelemeler sonucunda, o an için böbrek fonksiyonlarınız yeterli bulunsa bile, daha önceden ciddi bir böbrek hastalığı geçirmiş olmanız, tansiyonunuzun yüksek olması, şeker hastalığı saptaması durumunda uygun bir donön olmadığınız size bildirilecektir. Hastanızı böbrek yetersizliğine götüren neder ailevi özellik taşıyorsa en az 30 yaşında olmanız ve yapılacak incelemeler sonucunda bu böbrek hastalığına ait hiçbir belirtinin sizde saptanmaması gereklidir.
Böbrek nakli yapılabilmesi için alıcı verici arasında, öncelikle kan gruplarının uyumlu olması şartı aranır. Kan grupları başlıca O,A,B, ve AB olarak dörde ayrılır. O kan grubunda olan bir şahıs her tip kan grubuna (O, A, B ve AB) organlarını bağışlayabilir. AB kan grubundan olan bir hasta ise her dört kan gruplu vericiden organ alabilir.

Rh kan grubu tipi organ nakli sırasında önem taşımaz
A ve B gruplu bireyler kendi gruplarından kan taşıyan bireylere organ verebilirler veya onlardan organ alabilirler.
Transplantasyonlarında kan grubu dışında, ayrıca organları oluşturan hücre ve dokular arasında da iyi bir uyum olması şarttır. Doku uygunluğu testleri bireyin vücudundaki doku ve organları yapı olarak bir diğer bireyin doku ve organlarına benzer olup olmadığı araştırır. İki bireyin dokuları birbirine ne kadar benziyorsa nakledilen organın hastanın vücudu tarafından reddedilmesi olasılığı da o kadar azdır. Tek yumurta (birbirinin tıpatıp aynı olan) ikizlerin arasında yapılan organ nakillerinde red söz konusu değildir. Genellikle anne ve babaların dokuları, çocukları ile kısmi bir uyum gösterir. Kardeşler arasında ise; tam uyum, veya orta derecede uyum gözlenebilir, bazen de tam bir uyumsuzluk ile karşılaşılabilir.

Organ Bağışından Önce Vericilerde (Donörlerde) Yapılan İncelemeler
1.Fizik Muayene: Yalnızca böbrekleriniz değil, tüm organ ve sistemleriniz ayrıntılı bir muayene ile gözden geçirilecektir. Bu muayene sırasında herhangi bir hastalık saptandığında mümkünse tedavi edilecekseniz, ancak daha sonra organ bağışlamanız gündeme gelecektir.
2. İdrar İncelemesi ve Böbrek Fonksiyon Testleri: Böbreklerinizin kesinlikle sağlıklı olduğundan emin olmak için, başvurunuzun ilk günlerinde arka arkaya pek çok kez idrar incelemeleri ve böbrek fonksiyonu testleri yapılacaktır. Böbreklerinizin görevinde herhangi bir aksama varsa, sağlığınızı tehlikeye atmamak için, organ bağışında bulunmamamız önerilecektir.
3. Kan İncelemeleri: Yapılacak çeşitli kan tahlillerinin normal bulunması; sağlıklı olduğunuz, organ bağışında bulunabileceğiniz ve bu nedenle ileride daha az sorunlu karşılaşabileceğinizi belirtmesi açısından önemlidir.
4. Bakteriyolojik İncelemeler: Bulaşıcı bir hastalığınız varsa, bu hastalığa neden olan mikroplar, böbrek nakli sırasında alıcıya da geçerek ameliyat sonrasında sorunlara yol açabilir. Bu nedenle idrar ve boğaz kültürleri yanında, değişik kan tahlilleri de yapılarak bulaşıcı bir hastalığınızın olmadığından emin olunmalıdır. Bu tür bir hastalık saptandığında, tedaviye başlanacak ve sağlığınızı tekrar kazandığınızda organ bağışınız kabul edilacektir.
5. Radyolojik İncelemeler
Göğüs Filmleri: Akciğerinizde herhangi bir hastalığın varlığını ortaya koymak için çekilir.
Böbrek Filmleri: Damardan özel bir ilaç verilecek çekilen bu filmler, böbreklerinizin yapısını, normalin dışında bir durumun olup olmadığını gösterir ve hangi böbreğin alınacağı konusunda hekiminizi bilgilendirir.
Anjiografi: Kasıktan sokulan ince bir boru yardımı ile, böbrek damarlarını görebilmek için çekilen bir filmdir. Bu film de alınacak böbrek ve ameliyatın yönlendirilmesi konusunda hekime yardımcı olur.
6. Diğer İncelemeler: Sağlığınızı genel anlamda gözden geçirmek ve ameliyat esnasında herhangi bir sorunla karşılaşmamanızı sağlamak için bu sıraladığımız incelemeler yanında elektrokardiografi, ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi veya gerektiğinde daha başka özel inceleme ve testler de yapılabilir.

Sayılan tam bu incelemelerin normal sınırlar içinde bulunması ve doku gruplarınız arasında yeterli uyumun saptanması halinde organ bağışınız kabul edilecektir.
Başa dön


--------------------------------------------------------------------------------
Transplantasyon Adayı Hastalar İçin Bilgiler
Böbrek nakli yapılacak hastalar için kesin bir üst yaş sınırı yoktur. Ancak 65 yaşın üzerindeki hastalarda ameliyat sonrası sorunlar daha sıklıkla geliştiği için, bu hastalara diyaliz tedavisine devam etmelerini önermek daha yerindedir.
Transplantasyondan sonra takılan böbreğin reddini önlemek için verilecek ilaçlar vücut direncinizi ve savunmasını azaltacaktır. Bu nedenle yakın zamanda geçirilmiş bulaşıcı bir hastalık söz konusu ise bu hastalık tamamen iyileşene kadar ameliyat olmanız sakıncalıdır.
Kanser olan kişilere de böbrek nakli yapılabilir. Ancak bunun için önceden yeterli bir tedavi uygulanmış olması ve en azından 1 yıl süre ile hastalığın tekrarlanmadığını saptanması gereklidir.
Böbrek yetersizliğine yol açan bir kısım hastalıklarda takılan böbrekte de aynı hastalık nüksedebilir. Bu nedenle bazı diyaliz hastalarında transplantasyon bir süre için geciktirilir.
Yakın zamanda kalp krizi veya kısmi felç geçirilmiş olması da ameliyatın ertelenmesini gerektirir. Söz konusu hastalıkların yeterince tedavi edilmesinden sonra böbrek nakli tekrar gündeme gelebilir.
Önemli olan bir başka konu da, transplantasyonun maddi giderleridir. Bu tedavi şeklinde, ameliyat sonrasında böbreğin reddini önlemek için yaşam boyunca özel ilaçlar uygulanır. Bu ilaçların bir kısmı yurt dışından getirilmektedir ve oldukça pahalıdır.
Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu'na bağlı ya da devlet memuru olan hastaların tedavi ve ilaç giderlerini ilgili kurumlar karşılamaktadır.
Ancak sosyal güvencesi olmayan hastaların oldukça yüklü olan tedavi ve ilaç giderlerini karşılamaları zordur. Bu yüzden hastaların sağlık güvencesine kavuşmaları mutlaka gereklidir.

Transplantasyondan Önce Hastalara Yapılan İncelemeler

1. Fizik Muayene: Böbrek transplantasyonuna aday olabilmeniz için önce hekiminiz sizi ayrıntılı olarak muayene edecektir. Genel bir muayenenin yanı sıra; kulak burun boğaz, diş ve kadın hastalar için, jinekolojik muayene de gereklidir. Sayılan muayenelerde herhangi bir sorun ortaya çıkarsa önceden bunların tedavi edilmesi, ameliyat sonrasında oluşabilecek önemli sorunları önleyecektir.
2. Kan İncelemeleri: Diyaliz tedavinizin yeterliliği, karaciğer fonksiyonları, kan sayımı, vücudunuzda sarılık ya da başka bulaşıcı hastalıklara yol açabilen virüslerin varlığı hakkında hekiminize bilgi verecektir.
3. Bakteriyolojik İncelemeler: Ameliyattan sonra ve reddi önlemeye yönelik tedavilerin vücut direncinizi azaltabileceği daha önce belirtilmişti. Yapılan bakteriyolojik incelemer, olası bir infeksiyon kaynağını bulmaya yöneliktir. Alınan kültürlerde mikrop üremesi halinde gerekli tedaviler yapılır ve ancak vücudunuz infeksiyondan arındırıldıktan sonra transplantasyon yapılmasına izin verilir.
4. Radyolojik İncelemeler:
Göğüs Filmi: Kalbinizin görünümü, akciğerlerinizde herhangi bir hastalık bulunup bulunmadığını kontrol etmek açısından gereklidir.
Mide Filmi: Midede herhangi bir rahatsızlığın varlığını saptamak ve gerektiğinde transplantasyon öncesinde tedavi edebilmek için önemlidir. Çünkü ameliyat sonrasında uygulanan ilaçlardan bazıları mideye zarar verebilir ve var olan bir ülserin kanamasına neden olabilir.
Mesane Filmi: Bazı hastalarda idrar yaparken, mesaneden idrar borularına ve böbreğe doğru bir taşma ortaya çıkabilir. Bu durum idrar yolu iltihabına yol açabilir. Onun için hastalara idrar sondası takılarak çekilen filmler ameliyat öncesi değerlendirmede önem taşır ve bazen hastanın kendi böbreklerinin çıkarılmasını gündeme getirebilir.
Anlatılanlar dışında, genel sağlık durumunu kontrol etmek için EKG, ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi gibi başka testler de gerekebilir. Bu tür incelemeler söz konusu olduğunda hekiminiz size daha ayrıntılı bilgi verecektir.

Transplantasyonla İlgili Soru ve Yanıtlar

S.1. Canlı veya kadavra vericilerden transplantasyon yapılacak adayların hazırlıkları arasında bir fark var mıdır?
C.1. Hayır. Kadavra böbreği bekleme listesindeki adaylar da tıpkı canlı vericiden transplantasyon yapılacak adaylar gibi incelenir. Ancak bir kadavra böbreği bulunma olasılığının zamanı belli olmadığı için, süre geçtikçe önceden yapılmış muayene ve bazı laboratuar incelemelerinde değişiklikler olabilir. Bu nedenle kadavra böbreği bekleme listesindeki hastaların belli aralıklarla, muayene ve laboratuar incelemeleri yineletmeleri gereklidir. Kısaca; kadavra böbreği bekleyen hastalar ameliyata her an hazır durumda olmalıdır.

S.2. Transplantasyon adayı hastaların kendi böbreklerine her hangi bir müdahale yapılır mı?
C.2. Genellikle hastaların kendi böbretlerine dokunulmaz. Ancak, inatçı hipertansiyon, böbreklerde tedaviye dirençli infeksiyon, idrarın mesaneden böbreğe taşması, çok büyük kistik böbrekler söz konusu ise hastalıklı böbrekler çıkarılır. Bu ameliyat bazı merkezlerde transplantasyondan önce yapılır ve 3-4 hafta sonra yeni böbrek takılır. bazı merkezlerde ise böbrek nakli ameliyatı yapılırken aynı anda hastanın kendi böbrekleri de çıkarılır. Yalnız her iki ameliyatın aynı seansta yapılması oldukça uzun sürer ve biraz daha risklidir.

S.3. Kadavra böbrek listesine kayıtlı hastalar için bekleme süresi ne kadardır?
C.3. Ülkemizde bugün için kesin bir süre belirtmek mümkün değildir. Listeye çok yeni giren bir hasta, uygun tipte böbrek çıkması ile kısa zamanda transplantasyon şansına kavuşabileceği gibi bazen de uygun bir böbrek çıkmadığı için uzun süre beklenebilir. Olanaklar elverdiğince, uygun böbrek çıktığında daha uzun süre beklemiş olan hastaya öncelik tanınır.
Halkımızın bilinçlenerek daha fazla organ bağışında bulunması bekleme süresini kısaltacaktır.

S.4. Kadavra böbrek bulunduğunda hastalara nasıl haber verilir?
C.4. Transplantasyon ünitesinde bilgisayarda kadavra böbreği bekleyen tüm hastaların telefon numaraları kayıtlıdır. Uygun bir kadavra böbreği çıktığında günün herhangi bir saatinde size telefonla haber verilerek, transplantasyon ünitesine gelmeniz istenecektir. Size daha kolay ve kısa sürede haber verebilmemiz için, varsa, birden fazla telefon numaranızı ve yakınlarınızın da telefon numaralarını bildirmeniz faydalıdır. Telefon numaranızda bir değişiklik olduğunda bunu hemen üniteye bildirmelisiniz.

S.5. Böbrek bulunduğu haberi ile transplantasyon ünitesine çağrılmanız mutlaka böbreğin size takılacağı anlamına mı gelir?
C.5. Hayır. Bir kadavrada elde edilen iki böbrek için yaklaşık 10 hasta üniteye çağrılmaktadır. Burada, hemen yapılan fizik mualene ve acil laboratuar incelemeleri sonucunda, ünite hekimlerinden oluşan bir kurul tarafından karar verilmekte ve durumu en uygun olan 2 hastaya böbrek takılmaktadır. Böbrek takılmayanlara ise bunun nedenleri açıklanır ve hastalar evlerine gönderilir.

S.6. Kadavra böbrek, transplantasyon için haber verildiğinde neler yapılmalıdır?
C.6. Öncelikle bu saaten itibaren hiçbir şey yenilmemeli ve içilmemelidir. Bekleme listesindeki bir hastanın küçük bir çantada, kişisel eşyaları (pijama, terlik gibi) her an hazır olmalıdır. Özellikle şehir dışından gelecek hastaların telaşa kapılmamaları ve hazırlanmak için vakit kaybetmemeleri önemlidir. Çağrıldığınızda yanınıza eşyaları da alarak en hızlı ulaşam aracı ile, uzak bir şehirde oturmaktaysanız mümkünse uçakla, üniteye gelmelisiniz.

S.7. Kadavra böbreğin size takılmasına karar verildiğinde ne tür işlemler yapılacaktır?
C.7. Bu karardan sonra, artık hastanede kalacaksınız. O gün diyalize girmediyseniz, acil olarak hemodiyalize alınacak ve bitiminde transplantasyon öncesi ilaç uygulamalarından sonra böbrek nakli ameliyatına alınacaksınız.

ARTIK YENİ BÖBREĞİNİZ TAKILACAK VE
SİZİN İÇİN YENİ BİR YAŞAM DÖNEMİ BAŞLAYACAKTIR



Böbrek Yetmezliği

Genel Bilgiler
Böbrek karnın arka bölgesinde bulunan 100-150 gram ağırlığında bir organdır. Normal kişilerde sağ ve solda olmak üzere iki adet böbrek bulunur. Toplumda yaklaşık 1000 kişinin bir tanesinde tek böbrek vardır. Tek böbrekli olmanın önemli bir sakıncası yoktur.

Böbreklerin işlevi
Böbreğin başlıca işlevleri vücut su, tuz, kalsiyum dengesinin sağlanması, idrar aracılığı ile zararlı maddelerin ve ilaçların vücuttan atılması ve hormon, şeker metabolizmasına olan katkılarıdır. Böbrek yetmezliğinde böbreğin bu işlevlerinde bozulma olur. Böbrek yetmezliği ani (akut) veya sinsi (kronik) seyirli olmak üzere iki şekilde gelişebilir.

Akut böbrek yetmezliğinin nedenleri
Çok sayıda neden vardır;
1. Ağır kanama, kusma, ishal, yanık sonucu kan basıncında düşme
2. Gebelik: Kanamalar, gebelik zehirlenmesi, sağlıksız koşullarda yapılan düşükler
3. Kalp yetmezliği
4. Böbrek hastalıkları: Nefrit, böbrek damarının tıkanması
5. İdrar yollarında tıkanıklık: Kanser, prostat büyümesi, taşa bağlı tıkanma
6. Ameliyatlardan, özellikle büyük ameliyatlardan sonra
7. İlaçlar: İlaçlara bağlı akut böbrek yetmezliği sık karşılaşılan bir sorundur, bu nedenle ilaçlar kesinlikle doktor denetiminde kullanılmalıdır.
8. Depreme bağlı kas zedelenmeleri

Kronik böbrek yetmezliğinin nedenleri
Türk Nefroloji Derneğinin verilerine göre;
1. Nefrit: Böbrek iltihabıdır.
2. Şeker hastalığı
3. Hipertansiyon
4. Taş, tıkanma, tümör gibi idrar yolu hastalıkları
5. Böbrek kistleri
6. Diğer nedenler
Belirti ve bulgular
Gece idrara kalkma, halsizlik, nefes darlığı, çarpıntı, idrar miktarında azalma, hipertansiyon, el, ayaklar ve göz etrafında şişmedir. Böbrek yetmezliğinin erken dönemlerinde belirtiler çok silik olabilir, tek belirti sık gece idrara kalkma olabilir. Gece idrara kalkma akşam çok sıvı (çay, su, karpuz...) alanlarda veya prostat hastalığı olanlarda da görülebilir. Gece idrara kalkan bir hastada başka bir neden yoksa bunun nedeni böbrek yetmezliği olabilir. Bu nedenle sık sık gece idrara kalkanların mutlaka böbrek yetmezliği yönünden araştırılmaları gereklidir. Bu amaçla kan ve idrar incelemeleri yapılmalıdır.

Tanı
Böbrek yetmezliğinin tanısı kanda üre veya kreatinin isimli maddelerin ölçülmesi ile mümkündür. İdrar incelemesi, radyolojik yöntemler, kanın biyokimyasal incelemesi ve diğer laboratuvar incelemeleri böbrek yetmezliğinin nedenini anlamaya yöneliktir.

Tedavi
Akut ve kronik böbrek yetmezliklerinde tedavi farklıdır. Böbrek yetmezliği tedavisi hastanın özelliğine ve böbrek yetmezliğine yol açan hastalığa göre değişir. Tedavi kesinlikle bir doktor denetiminde olmalıdır. Tedavide en önemli nokta eğer var ise kan basıncı düşüklüğü veya yüksekliğinin kontrol altına alınmasıdır. Beslenme, sıvı ve tuz dengesinin sağlanması ve ilaçlar diğer tedavi yöntemleridir.
Akut böbrek yetmezliği olan hastaların böbrekleri iyi ve yeterli tedavi ile genellikle düzelir. Böbrek yetmezliği ilerler ve kalıcı hale gelirse başka tedavi yöntemleri gerekir:
1. Diyaliz
2. Böbrek nakli

Bu sayfa içeriği Doç. Dr. Tekin AKPOLAT tarafından hazırlanmıştır.



BÖCEK SOKMALARI

Böcek sokmaları özellikle yaz ve sonbahar başlarında tarlada çalışan, tatil ve piknik yapan insanlar için keyif kaçırıcı bazen de yaşamı tehdit edici bir sorun olmaktadır. Ülkemizde de en önemli böcek sokmaları yaban arısı, eşek arısı ve bal arısı ile ortaya çıkmaktadır.

Böcek sokmalarından sonra yerel reaksiyon, sistemik reaksiyon ve sistemik toksik reaksiyon oluşabilmektedir. Seyrek olarak böcek sokmasından 1 ya da 2 hafta sonra serum hastalığı ya da anafilaksi ortaya çıkabilir

Böcek sokmasından sonra ortaya çıkan reaksiyon kişiden kişiye ve böcekten böceğe değişiklik gösterir. Isırıklar tek tek ya da bir böcek, bir alanda birden çok ısırık yaptığı için gruplar halindedir. Bebekler genellikle reaksiyon göstermezler, küçük çocuklar gecikmiş aşırı duyarlılık reaksiyonu, büyük çocuklar hem gecikmiş, hem hızlı aşırı duyarlılık reaksiyonu gösterirler. Olağan reaksiyon ağrı, şişme ve sokulan bölgede etrafında oluşan renk değişikliğidir.

Bölgenin su ve sabunla yıkanması en basit ve etkili tedavidir, buz uygulanması şişliği ve ağrıyı azaltabilir.

Geniş yerel reaksiyon; sokulan bölgenin çevresindeki geniş bir alanın da etkilenmesi durumudur (örneğin dizden sokulan bir kimsede tüm bacağın şişmesi). Bu durumda tedavi normal reaksiyondaki gibidir. Ancak yakınmaları azaltmak için ağızdan bazı ilaçlar vermek gerekebilir. Bu ilaçlara bir doktorun karar vermesi uygun olur.

Bal arısı soktuktan sonra deri içinde kalan iğneyi çıkartma çabaları daha çok, venomun deri içine sokulması ile sonuçlanmaktadır.

Karınca ile sokulmadan 30-60 dakika sonra yerel kaşıntı ve küçük su toplamış kabarcık (vezikül) ortaya çıkmaktadır. Bunu 8-24 saat sonra püstül oluşumu izler. Karınca sokmasından sonra ikincil enfeksiyonlara engel olmak için bol su ve sabunla yıkanmalı, içi su dolu kabarcık sıkılmamalıdır. Topikal steroidli merhemler ve ağızdan H1 antihistaminikler kaşıntıyı azaltmak için kullanılabilir.

Böcek sokması sonrası olan alerjik belirtiler nelerdir?

Böcek sokması olan bölgeden uzakta şişme, kızartı, ürtiker, kaşıntı, kolik şeklinde karın ağrısı, kusma, ishal, göğüste sıkışma hissi, nefes almada zorluk, hırıltılı solunum, at sesi (larinks ödemi bulgusu), dilde şişme olabilir. Bu bulgular, ciddi alerjik reaksiyon ve anafilaksi bulgularıdır ve birkaç dakika içinde ortaya çıkar. Nabzın alınamaması ve kan basıncının düşmesi, bilinç bulanıklığı ve kalp durması yaşamı tehdit eden bulgulardır.

Anafilaksi gelişen her böcek sokması acil tedavisi yapıldıktan sonra alerjiste gönderilmelidir.

Böcek sokmalarından nasıl kaçınabiliriz?

Otların üzerinde açık ayakkabı ve çıplak ayakla yürünmemeli.

Pikniğe, çocuk bahçesine giderken parlak renkli, kol ve bacağı açıkta bırakan giyecekler giyilmemeli.

Yakında uçuşan arı görüldüğünde panik yaratıp, kaçması için saldırıya geçilmemeli (yaban arıları kendilerine saldırıldığında sokmaktadırlar), bir yüzeye yapışmışsa nazikçe kaldırılmalıdır.

Ağzı açık kalmış tatlı içecekler yeniden içilmemelidir.

Çöp tenekelerin ağzı sıkıca kapalı tutulmalıdır.

Ev dışında yenilen yiyeceklerin paketleri sıkıca kapatılmalı, uzun süre ağzı açık bırakılmamalıdır.

Pikniğe, parka giderken tatlı ve bitki kokulu parfümler sıkılmamalıdır.

Evlerin ve arabaların camları kapalı olmalıdır.

Böcek sokmalarında anafilaksi geliştiğinde tedavi nasıl olmalıdır?

Böcek sokmasına bağlı anafilakside tedavi:

ABC (Airway= havayolu açıklığı, Breathing= solunum, Circulation=dolaşım) sağlanması
Bacakların yükseğe kaldırılması,
Sokulan bölgenin üst kısmına turnike uygulanması,
Oksijen desteği sağlanması,
Ayrıca, hastaya uygulanacak ilaçlara bir doktorun karar vermesi gerekir.
Hastalar anafilaksiye yönelik gerekli tedavileri yapıldıktan sonra en az 48 saat gözlem altında tutulmalıdır. Daha önce anafilaksi geçiren bir kişinin yanında her zaman hazır şırınga edilebilir adrenalin bulunmalıdır. Bu preparatlar ülkemizde yoktur. Daha önce anaflaksi geçirmiş hastalar için Türk Eczacılar Birliği ya da firmalar aracılığı ile bu preparatlar sağlanabilmektedir.


Çekiç Parmak


Heryıl sezonun açılması ile beraber doktora müracaatı en sık artan hastalıklardan birisi olarak bilinir.Topun parmağın uç noktasına çarparak parmağın aşağıya ve avuç içine doğru bükülmesi sonrasında oluşan bu durum ‘mallet finger=çekiç parmak’ olarakta bilinir. Spor dışında parmak ucuna gelen diğer travmalarda aynı probleme neden olabilirler.

Parmaklar normal şartlarda avuç içine doğru sadece 35-40 derece bükülebilirler.Parmağa hızla çarpan top parmağın bu derecelerin üzerinde bükülmesine neden olarak,bu hareketin yapılmasından sorumlu olan tendonun yırtılmasına sebep olur.Zaman zaman topun hızı o kadar yüksek olur ki bu darbe sonrasında tendonun kemiğe yapışma yerinden kemiğin ayrışmasına veya küçük kemik parçacıkların kopmasına dahi neden olabilir.Tendon koptuğu zaman parmak yukarıya doğru kaldırılamaz ve aşağıya doğru bükük şekilde kalır.

Bu yaralanma çok şiddetli ağrıya neden olur.Parmak ucu,tırnak yatağı şişer,kızarır ve gerginleşebilir.Eğer böyle bir şey başınıza gelecek olursa hemen o anda oyunu bırakın.Hemen buz uygulamasına başlayın,elinizi kalp seviyesinin üstüne alın.Acil olarak doktorunuza ulaşın.Doktorunuz sizden kemik dokuda bir problem olup olmadığını anlamak üzere röntgen çekilmesini isteyecektir.Bazen eklem yüzeylernin birbirine bu sert temasından dolayı kıkırdak problemleri oluşabilir.Bazense parmağın çıktığı durumlarla karşılaşılmıştır.

Bu durumda parmağınız 4-6 hafta arasında atele alınacaktır. Burada amaç tendonun doğru pozisyonda iyileşmesini sağlamaktır. Kişisel veya yırtıkla ilgili problemeler dolayısıyla zaman zaman bir tel ile en uç eklemin içten tesbiti gerekebilir. Tel ile tesbitlerde tendonun iyileşme olasılığı daha yüksek fakat iyileşme sonrası rehabilitasyon zordur. Bu tedavilere rağmen % 20 oranında geç cerrahi gerekebilir. Ancak tendon yaralanması ile beraber ciltte açık yara gibi bir ek problem varsa bu gibi durumlarda enfeksiyon riski mevcut olduğundan direkt cerrahi tedavi uygun olacaktır.

Bu durumla çocuklarda karşılaşıldığı zaman daha dikkatli olunmalıdır.Çok sert travmalarda büyüme kıkırdağı zedelenebileceği için dikkatli muayene ve tedavi şarttır.Bu sayede ileride deformite veya şekil bozukluğu oluşması engellenmiş olur.


Çekiç Parmak: Beyzbolcu Parmağı

ÇEKİÇ PARMAK (BEYZBOLCU PARMAĞI)

Heryıl sezonun açılması ile beraber doktora müracaatı en sık artan hastalıklardan birisi olarak bilinir.Topun parmağın uç noktasına çarparak parmağın aşağıya ve avuç içine doğru bükülmesi sonrasında oluşan bu durum ‘mallet finger=çekiç parmak’ olarakta bilinir. Spor dışında parmak ucuna gelen diğer travmalarda aynı probleme neden olabilirler.

Parmaklar normal şartlarda avuç içine doğru sadece 35-40 derece bükülebilirler.Parmağa hızla çarpan top parmağın bu derecelerin üzerinde bükülmesine neden olarak,bu hareketin yapılmasından sorumlu olan tendonun yırtılmasına sebep olur.Zaman zaman topun hızı o kadar yüksek olur ki bu darbe sonrasında tendonun kemiğe yapışma yerinden kemiğin ayrışmasına veya küçük kemik parçacıkların kopmasına dahi neden olabilir.Tendon koptuğu zaman parmak yukarıya doğru kaldırılamaz ve aşağıya doğru bükük şekilde kalır.

Bu yaralanma çok şiddetli ağrıya neden olur.Parmak ucu,tırnak yatağı şişer,kızarır ve gerginleşebilir.Eğer böyle bir şey başınıza gelecek olursa hemen o anda oyunu bırakın.Hemen buz uygulamasına başlayın,elinizi kalp seviyesinin üstüne alın.Acil olarak doktorunuza ulaşın.Doktorunuz sizden kemik dokuda bir problem olup olmadığını anlamak üzere röntgen çekilmesini isteyecektir.Bazen eklem yüzeylernin birbirine bu sert temasından dolayı kıkırdak problemleri oluşabilir.Bazense parmağın çıktığı durumlarla karşılaşılmıştır.

Bu durumda parmağınız 4-6 hafta arasında atele alınacaktır. Burada amaç tendonun doğru pozisyonda iyileşmesini sağlamaktır. Kişisel veya yırtıkla ilgili problemeler dolayısıyla zaman zaman bir tel ile en uç eklemin içten tesbiti gerekebilir. Tel ile tesbitlerde tendonun iyileşme olasılığı daha yüksek fakat iyileşme sonrası rehabilitasyon zordur. Bu tedavilere rağmen % 20 oranında geç cerrahi gerekebilir. Ancak tendon yaralanması ile beraber ciltte açık yara gibi bir ek problem varsa bu gibi durumlarda enfeksiyon riski mevcut olduğundan direkt cerrahi tedavi uygun olacaktır.

Bu durumla çocuklarda karşılaşıldığı zaman daha dikkatli olunmalıdır.Çok sert travmalarda büyüme kıkırdağı zedelenebileceği için dikkatli muayene ve tedavi şarttır.Bu sayede ileride deformite veya şekil bozukluğu oluşması engellenmiş olur.
 
Çekingen kişilik

Aşağıdaki belirtilerden en az dördünün varlığı ile birlikte erişkinliğin erken dönemlerinde başlayan yetersizlik duyguları, sosyal acıdan kendini geri çekme ve başkalarınca olumsuz değerlendirilmeye aşırı duyarlı olma, fazla incinme ile seyreden bir kişilik bozukludur.

1-Başkaları tarafından kabul görmeme, küçümsenme, eleştirilme, dışlanma endişeleriyle sosyal ilişki gerektiren islerden uzak durma
2-Sevilip, sayıldığına kesin inanmadıkça başkalarıyla iletişim kurmak,görüşmek istemez

3-Hafife alınıp, dalga geçileceği endişesi ile yakın ilişkilerde rahat davranamaz,bu ilişkilerde tutukluk yasayıp, kendini ve sahip olduklarını ortaya koyamaz

4-Başkalarının da bulunduğu iletişim gereken ortamlarda düşünce içerikleri yoğun bir şekilde eleştirilme, dışlanma düşünceleri ile kaplanmıştır

5-Hissettikleri yetersizlik duyguları nedeniyle, daha önce karsılaşmadıkları kişilerle ayni ortamda bulunduklarında istedikleri gibi hareket edememelerine, konuşma ve davranışlarında kısıtlılık hissetmelerine yol acar.

6-Kişiler kendilerini sosyal acıdan yeteneksiz, renksiz, etkisiz ,zayıf veya diğer kişilere göre daha değersiz bireyler olarak görürler.

7-Küçük düşüp, mahcup olacakları seklindeki düşünce yapıları nedeniyle kendi baslarına bireysel girişimlerde bulunamaz ve yeni aktivitelere başlamak ya da başkalarına katılmak istemezler.

Bu kişiler yeni sorumluluk ve dolay isiyle eleştiri alma olasılığı, odak noktası olma,üstlerle daha çok ilişki kurma ve inisiyatif kullanma durumları nedeniyle islerinde daha üst konumlara yükselme tekliflerini reddedebilirler. Başkaları hakkında başlangıçta "beni eleştirir, beni aralarına almazlar" diye düşündüklerinden yeni ilişkilere girmekten kaçınırlar. Kendilerinden bahsetmekte, iç dünyalarını açmaları konusunda yanlış anlaşılma ve reddedilme endişeleri nedeniyle zorluk yasarlar.

Utangaç,ürkek, yalnız, kendini gizlemeye çalışan, sesi soluğu çıkmayan, kendini frenleyen kişilerdir.Olağan şeylerden bile bir çok tehlikenin oluşabileceğini düşünüp, hayatlarını alıştıkları ortam ve kişilerle geçirmeye çalışır, "kozaları içinde yasamaya çalışırlar". Korkulu ,endişeli ve diken üzerinde gibi olan davranışları başkalarınca alay konusu olabilir. Başkalarına kıyasla toplumdan uzak yasamayı yeğlerler, bu nedenle tanıyanları azdır ve iletişimleri de az olduğundan yeterli destek bulamazlar. Buna rağmen sevgi,saygı, yakınlık görmek ister, mükemmel ilişki hayalleri ile yasarlar.

Beraber görülen bozukluklar:

-Sosyal fobi

-Depresif bozukluklar

-Diğer kişilik bozuklukları (borderline , paranoid, sizoid, sizotipal k.b.)

Toplumda %0.5-1 oranında görülmektedir. Çocukluk yaslarında utangaç, yabancılar arasına çıkamayan, yeni durumlar karsısında endişe edip, gerileyen, oyunlara katılmakta isteksiz ya da pasif kalan çocuklardır. Yıllar geçip, ilişki gereği arttıkça daha çok çekingenlikleri ortaya çıkar. .


Çene ekleminde ağrı

Çene Eklemi

Çok ilginizi çekmemiş ve farketmemiş olsanız da çene ekleminiz günde yüzlerce kez kullandığınız bir ekleminizdir. Her iki tarafta alt çene ile kafatasının, kulağın hemen önünde birleştiği yerdedir. Her çiğneme hareketi yaptığınızda onu kullanıyorsunuz. Hatta her konuştuğunuzda ve yutkunduğunuzda (üç dakikada bir kere) onu hareket ettiriyorsunuz. Böylece en sık kullanılan eklemlerden birisidir.

Elinizi kulak kepçenizin önündeki üçgen şeklinde yapının üzerine koyarak bu eklemi bulabilirsiniz. Parmağınızı birazcık ön tarafa doğru kaydırıp bastırınız ve ağzınızı açıp kapatınız. Hareketini hissettiğiniz eklem çene ekleminizdir. Ayrıca serçe parmağınızı tırnağınız arka tarafa gelecek şekilde kulağınızın içerisine sokup ağzınızı açıp kapattığınızda da bu ekleminizi hissedebilirsiniz.

Bu işlem çene ekleminde bozukluk olanlarda önemli ölçüde rahatsızlık yaratır aynı şekilde hekimler de teşhis için aynı yöntemi kullanırlar.

Çene Eklemi Nasıl Çalışır?

Bir şeyi kuvvetlice ısırdığınızda sadece dişlerinize değil aynı zamanda çene ekleminize de kuvvet uygularsınız. Fizik terimleri ile çene "kaldıraç" ve çene eklemi "dayanma noktası"na benzer. Gerçekte çene ekleminde birim alana uygulanan basınç çeneye uygulanan birim basınçtan çok daha fazladır. Bu tür kuvvet ve basınçların üzerinden gelebilmesi için çene eklemi kayar şekilde hareket eden bir eklem tipidir.

Bundan dolayı çene eklemine uygulanan basınç daha geniş bir alan üzerine yayılır böylece eklemdeki hasar ve yırtıklar daha çabuk iyileşebilir.

Eklemler hareketin hassas olmasını sağlamak amacıyla lastiksi ve kaygan bir yapı olan kıkırdak ile döşelidir.

Çene Eklemi Nasıl Bozulur?

Alışkanlık olarak çenenizi sıkıyor, gıcırdatıyor ve kaydırıyorsanız eklem içerisindeki kıkırdağı zedelersiniz. Birçok insan uyurken dişlerini gıcırdatır ve oda arkadaşları bunu söyleyene kadar farkında olmayabilir. Aynı şekilde günün uzun bir zamanını sakız çiğneyerek geçiriyorsanız çene ekleminize, yemekler arasında kendine gelme fırsatını tanımıyorsunuz demektir. Yemeğinizi hep aynı çene tarafında çiğniyorsanız bu taraf eklem üzerinde normalden fazla basınç yaratarak ekleminizi yıpratıyorsunuz demektir. Bu en sık bir tarafta diş probleminiz varsa veya bir diş tedavisi görüyorsanız gerçekleşir.

Birbiri ile tam oturmayan dişler, suçludur. Buna "uygunsuz ısırık" denir. Çenenin bir tarafındaki dişlerin diğer taraftan daha önce kapandığında çene ekleminizde, basınç farkından dolayı nasıl fazla bir yıpranma olduğunu tahmin edersiniz.

Yukarıda anlatılan bozuklukların her birinde, eklemde, belli bir noktada hasar oluşur. Bu hasar sinir ucuna kadar ulaşırsa ağrı duyulur. Travmatik tip bir eklem bozukluğudur bu. Bu bozukluk "ağrılı" veya "yanlış görev" yapan eklem anlamındadır.

Çene Eklem Rahatsızlığını Nasıl Hissedersiniz?

Her yutkunuşta, esnemede, çiğnemede, konuşmada ortaya çıkan batıcı ve şiddetli bir ağrı olabileceği gibi, sürekli ve donuk bir ağrı da olabilir. Ağrı, eklemin yer aldığı, hemen çene önündeki bölgede olabileceği gibi birçok yere de yansıyabilir. Ağrı, ekleme yapışan kaslarda spazm oluşturarak yüze, başa, kulağa ve çeneye yansıyabilir. Bazı kişiler migren, sinüs ve boyun ağrılarının sebebini çene eklemine bağlarlar fakat günümüz bilgisi içinde bu durumu açıklamak kolay değildir.

Ağrının en sık odaklandığı yer kulaktır. Birçok kimse kulak doktoruna "kulağında ağrı olduğu" ve "iltihap kaptığı" endişesi ile başvurur. Kulak ağrısı ile birlikte işitme kaybı ve kulak zarında bir bozukluk yoksa kulak hekimi ağrının kaynağı olarak "çene eklemi"nden kuşkulanır.

Ağrının yanında eklemin yolaçtığı bazı şikayetler de vardır. Ağız iyice açıldığında bazı kimselerde "çıt" diye bir kayma veya açılma sesi duyulur. Ağız açık şekilde kilitli kalabilir veya ileri dönemlerinde ağızın açılmasını iyice kısıtlanabilir. Birçok kimse kulaklarında çınlama hisseder, bu çenenizi çok sıktığınızda hissettiğiniz çınlama gibidir.

Çene Eklemi Bozukluğu İçin Ne Yapılabilir?

Şayet hafif bir eklem bozukluğunuz varsa ve erken teşhis edilmişse şu önerilerden fayda görürsünüz:

1-Çenenizin sağ ve sol tarafını çiğnemede eşit kullanınız.

2-Bilinçli olarak yapıyorsanız dişinizi gıcırdatmayı ve sıkmayı bırakınız.

3-Sakız çiğnemeyiniz.

4-Sert, zor çiğnenen yiyeceklerden kaçınınız.

5-Günde en az iki kere yarım saat çene ekleminiz üzerine sıcak uygulayınız.

6-Hekiminizin önerdiği bir ödem çüzücü veya mideniz rahatsız değilse aspirin kullanınız.

İlk dört madde çene ekleminiz üzerindeki yırtık ve zedelenmeyi azaltmak içindir. Beş ve altıncı maddeler iyileşme işlemini hızlandırmak içindir. Aspirin ve diğer ödem çözücü ilaçlar şişliğin azalmasında çok etkindirler zaten bu yüzden romatizmalı kimseler tarafından çok kullanılırlar. Çene eklemi üzerinde de çok etkindirler.

Dişlerinizin ve ısırmanızdaki uygunluğunuzun kontrolü yardımcı olabilir.

Çok şiddetli ağrının varlığında bir çene cerrahı veya diş hekiminin konsültasyonuna ihtiyaç duyulabilir. Diş hekiminiz size uygun bir ağız açıcı ve kas spazmını önleyici protez yapabilir.

Tükürük Bezleri

Ne Normal, Ne Anormaldir?

Tükürük Bezleri Nerelerde Bulunur?

Bezler ağız ve boğaz çevresinde yerleşmişlerdir. Başlıca tükürük bezleri parotis (kulak önünde), submandibüler (çene altında) ve sublingual (dil altında) bezlerdir.

Hepsi de ağız içerisine tükürük salgılarlar. Parotis bezi üst azı dişlerin yanından, submandibüler bez dilin altında ön taraftan ve sublingual bez ağız tabanında birçok ufak noktadan tükürük salgılar.

Bu bezlerle birlikte, dudaklar, yanakların iç kısmı ve ağız ile boğazın bütün yüzeylerinde yüzlerce ufak tükürük bezi bulunur. Tükürük bezleri, ağızınızı ıslak tutan, sindirimi başlatan ve dişleri çürükten koruyan tükürüğü salgılarlar.

Anormal Bezlere Ne Yol Açar?

Klinik olarak rahatsızlık oluşturan tükürük bezi anormallikleri şu şekilde gruplandırılabilir:

1-Tıkanıklık

Tıkanıklık, çoğunlukla taş oluşmasına bağlı olarak parotis ve submandibüler bezlerde görülür. Şikayetler tipik olarak yemek yerken görülür. Yemek yerken tükürük oluşması hızlanır fakat tıkanıklıktan dolayı akamaz ve bazen iltihabın da eşlik ettiği şiddetli ağrı ve şişliğe yol açar.

2-Şişlik, Ödem

Şayet taşlar tam olarak tıkanıklık meydana getirmemişlerse yemek yerken bezler şişer ve bir süre sonra yavaş yavaş inerler, ta ki bir sonraki yemeğe kadar. Biriken tükürük içerisinde mikroplar daha kolay ürerler ve daha şiddetli ağrı ve şişlik oluştururlar. Şayet yeterli sürede tedavi edilmezlerse apse oluşturabilirler.

Bazı kişilerde tükürük bezlerinin ana kanalları anormal olabilir. Bu kanallar darlıklar yaratarak tükürük akımını azaltarak iltihap ve tıkanıklık şikayetlerinin oluşmasına yol açabilirler.

3-İltihap

En sık görülen tükürük bezi iltihabı parotis bezini etkileyen "kabakulak"tır. En sık çocuklarda görülmesine rağmen yetişkinlerde de görülebilir. Mamafih bir yetişkinde parotis bezi bölgesinde bir şişlik olursa bunun tıkanıklıktan veya tümörden olma şansı daha fazladır.

Kanal darlığından ve tükürük akımının azalmasından kaynaklanan iltihaptan daha önce bahsedilmişti.

Komşu lenf bezlerinin iltihabından dolayı tükürük bezlerinde de ikincil iltihap olabilir. Bu lenf bezleri boğazın üst kısmında boğaz ağrısı sonrası görülen hassas lenf bezleridir. Bu lenf bezlerinin bir kısmı gerçekte parotis bezinin üzerinde, içerisinde ve altında veya submandibüler bezin yanında bulunurlar. Lenf bezleri iltihaplandığı zaman kızarıklık ve ağrılı şişlik oluştururlar. Lenf bezleri tümör ve ödem dolayısı ile de büyürler.

4-Tümörler

Tükürük bezlerinin birincil tümörleri başlangıçta çoğunlukla ağrısız şişme ile kendilerini gösterirler. Tümörler nadiren birden fazla bezde bulunurlar ve kulak önü, ağız içi, damak, ağız tabanı, yanaklar ve dudaklar üzerinde bulunabilirler. Bu şişlikler kulak, burun, boğaz ve baş-boyun cerrahları tarafından değerlendirilmelidirler.

Büyük tükürük bezlerinin habis tümörleri hızlı büyürler, ağrılı olurlar ve o taraf yüz hareketlerini engelleyebilirler. Bu şikayetler hemen araştırılmalıdırlar.

Tükürük bezleri bazı özel hastalıklarda da şişerler. Hastalarda genellikle göz ve ağız kuruluğu görülür. Buna eklem romatizması eşlik edebilir. Şeker hastalığı özellikle parotis bezinde şişliğe yol açabilir. Genellikle iki taraflı parotis bezi şişliği alkoliklerde de görülür.

Doktorunuz Nasıl Teşhis Koyar?

Tükürük bezleri hastalıklarının teşhisi dikkatli bir hikaye, fizik muayene ve laboratuar testleri ile konur. Büyük tükürük bezlerinde bir taş tıkanıklığından şüphe edilirse bezin açıldığı ağız uyuşturularak kanalı genişletilip taşın çıkıp çıkmadığına bakmak gerekebilir. Bu tür bir işlemden önce röntgen filmi ile kireçlenmiş taşın nerede olduğu tespit edilebilir.

Şayet tükürük bezinde bir kitle tespit edilmişse, bilgisayarlı tomografi ile buranın röntgeninin çekilmesi yararlı olur. Bu tomografi ile kitlenin gerçekten tükürük bezinden mi yoksa komşu bir lenf bezinden mi kaynaklandığı bulunur.

Birçok vak'ada muayene odasında yapılabilen ince iğne aspirasyon biyopsisi yardımcı olur. Bu testin doğruluğu % 80 ile 90 arasındadır. Kitleden cilt kesisi ile bir parça alarak incelenmesi, muayene odasında tavsiye edilmez. Parotis bezi ile birlikte seyreden yüz sinirinin hasar görme ihtimalindan dolayı açık biyopsi operasyon odasında yapılmalıdır.

Tükürük Bezi Hastalıklarının Tedavisi

Başlıca iki bölüme ayrılır: İlaçla ve operasyonla. Tedavi şeklinin seçimi problemin ne olduğuna bağlıdır. Şayet problem bütün vücut ile ilgili bir hastalıktan kaynaklanıyorsa bunu tedavi etmek lazımdır. Bu diğer branştaki hekimlerle konsültasyonu gerektirebilir. Şayet hastalık tıkanıklık ve iltihap ile ilgili ise antibiyotikler kullanılır. Bazen kanallara müdahale gerekir.

Şayet tükürük bezinin içerisinde bir kitle oluşmuşsa bunun çıkartılması gerekebilir. Parotis bezi içerisindeki kitlelerin çoğu selimdir. Operasyon gerekince bu bezin içerisinden geçen yüz sinirine çok dikkat edilmesi gerekir. Parotis bezi içerisinde habis tümör varsa, yüz sinirinin büyük kısmına zarar verilmeden kitle çıkartılabilir. Operasyon sonrası sıklıkla radyasyon ctedavisi önerilir. Bu tedavi operasyondan tipik olarak dört ile altı hafta sonra başlanır bu sürede dokuların iyileşmesi beklenir.

Ağız ve boğazdaki küçük tükürük bezleri için de aynı prensipler geçerlidir. Selim hastalıklar en iyi tek olarak başına operasyon ile tedavi edilirler, habis tümörler ise hem operasyon hem de radyasyon tedavisine ihtiyaç gösterirler. Şayet kitle tükürük bezinin konşuluğundaki bir lenf bezi kanseri ise o zaman tedavi şekli elbetti ki değişir. Bu tür bir tedavi yöntemi yine en etkin olarak kulak, burun, boğaz ve baş-boyun cerrahı tarafından yönetilebilir.

Özet olarak, tükürük bezi hastalıklarının birçok sebebi vardır. Bu hastalıklar hem ilaçla hem de cerrahi olarak tedavi edilirler. Bu tür tedaviler bu alanda deneyimli kulak, burun, boğaz ve baş-boyun cerrahı tarafından gerçekleştirilir.

Antihistaminikler, Dekonjestanlar ve

Soğuk Algınlığı İlaçları

Burun tıkanıklığı, dolgunluğu, sinüs problemleri ve soğuk algınlığı için kullanılan ilaçlar en sık kullanılan ilaçlardandır. Akıllıca kullanıldıkları zaman birçok kimseyi hayatları boyunca en az bir kere rahatsız eden ve birçok kimseye de sürekli sıkıntı veren şikayetlerin önüne geçebilirler.

Bu gruptaki ilaçlar, alerjinin, üst solunum yolu enfeksiyonlarının (soğuk algınlığı, sinüzit gibi) ve vazomotor rinitin (ruhsal gerginlik, tiroid hastalığı, hamilelik ve diğer bazı sebeplerle ortaya çıkan burun tıkanıklığı gibi) şikayetlerinin düzeltilmesinde kullanılırlar. Alerjiyi, enfeksiyonu tedavi etmezler, sadece hastaya rahatsızlık veren durumları ortadan kaldırarak kişilere konfor sağlarlar.

Antihistaminikler

"Histamin", kişinin alerjik olduğu madde ile karşılaştığında veya iltihap durumlarında ortaya çıkan önemli bir kimyasal ajandır. Antihistaminikler histaminin etkisini önlerler ve böylece alerjinin oluşturduğu şikayetlere iyi gelirler. En iyi sonuç için bu ilaçlar alerji şikayetleri ortaya çıkmadan alınmalıdırlar.

Antihistaminiklerin ortaya çıkardığı en sıkıcı yan etki "uyku hâli" vermeleridir. Bu durum gece yatmadan önce alındığında iyi olabilse de gündüz sıkıntı yaratabilir. Hatta bazen zararlı olabilir. Araba veya tehlikeli olabilecek makina kullananlara bu ilaçlar önerilmez. İlk dozlar en fazla uyku verirler, sonraki dozlarda biraz bağışıklık gelişir.

Günümüzde yeni çıkan antihistaminik türleri ile kısmen de olsa bu şikayetlerin önüne geçilebilmektedir.

Dekonjestanlar

Burun ve hava pasajlarında bulunan dokudaki kan damarlarının şişmesi ile burun, sinüs ve göğüste oluşan tıkanıklığa "konjesyon" denir. Buradaki dokularda çok geniş kan kapasitesine sahip olan damarlar vardır. Daha önce bahsedildiği gibi "histamin" buradaki damarları uyararak genişlemelerine sebep olur.

Dekonjestanlar ise kan damarlarının büzülmesine yol açarak hava pasajlarını yeniden açarlar.

Dekonjestan ilaçların yan etkisi, kişide "sinirlilik hâli" yaratmalarıdır. Uykuya dalmada zorluk yapabilirler, kan basıncı ile nabız sayısını yükseltebilirler. Yüksek tansiyonu, kalp ritm (nabız) bozukluğu ve kalp rahatsızlığı olan kişilerde dekonjestanlar kullanılmamalıdırlar. Göz tansiyonu olan kişilerde de kullanılmamalıdırlar. Dekonjestan alan bazı hastalarda idrar yapmada zorluk olabilir. Hatta, zayıflamak için kullanılan ilaçların içerisinde dekonjestan maddeler de bulunabilir. Etkileri üst üste eklenmesin diye diyet ilacı kullananlarda dekonjestanlar veya dekonjestan kullananlarda diyet ilaçları beraber kullanılmamalıdırlar.

Birlikte Kullanma

Teorik olarak etkileri iyi dengelenirse, antihistaminiklerin verdiği uyku hâli dekonjestanların verdiği uykusuzluk ile giderilebilir. Bundan dolayı birlikte üretildikleri ilaçlar piyasada bulunmaktadır.

Bir hasta bir ilaçtan aylar veya yıllar boyunca fayda görebilir fakat artık etkisi azalmışsa diğer bir ilaca geçerek onun etkisinden faydalanabilir.

Herkesin bu tür ilaçlara verdiği cevap farklı olabileceği için kişi kendine iyi gelen dozu ayarlayabilir. Meselâ, antihistaminiği akşam, dekonjestanı sabah alabilir. Veya her ikisini de alır fakat akşamları antihistaminiğin dozunu artırabilir, gündüz tersini yapabilir.

İLAÇ İYİ GELDİĞİ
ŞİKAYETLER YAN ETKİLERİ

--------------------------------------------------------------------------------

Antihistaminikler Hapşırma
Burun akıntısı
Burun tıkanıklığı
Göz kaşıntısı
Konjesyon Sersemlik
Ağız ve boğaz kuruluğu

--------------------------------------------------------------------------------

Dekonjestanlar Burun tıkanıklığı
Konjesyon Uyarı
Uykusuzluk
Nabız artışı

--------------------------------------------------------------------------------

Birlikte Hepsi Az veya çok hepsi

Soğuk Algınlığı İlaçları

Dekonjestanlar ve antihistaminikler, "soğuk algınlığı" ilaçlarının vazgeçilmez içeriğidirler, fakat, kurutucu ajanlar, aspirin (aspirin türevleri) ve öksürük baskılayıcı maddeler de ilaçlara eklenmiş olabilir. Kişi, kendi şikayetlerine en uygun gelebilecek içeriği olan ilacı seçmelidir. Şayet ilacın üzerinde kmyasal maddeler ve neye iyi geldikleri tam olarak açıklanmamışsa, kişi bunları açıklamasını eczacıdan istemelidir.

Burun Spreyleri

Burun spreyleri, genel olarak iki gruba ayrılmaktadırlar. "Alerji, vazomotor rinit veya polip" için son zamanlarda piyasada bulunan ve hekim kontrolü altında uzun süre rahatlıkla kullanılabilen burun spreyleri vardır. Bizim burada bahsedeceklerimiz eskiden beri

bilinip kullanılan dekonjestan (burun açıcı) burun spreyleridir. Burundaki kan damarlarını büzerek ani rahatlama sağlarlar. Fakat ağızdan alınan dekonjestanların aksine burun damarları üzerinde direkt etki yaptıkları için çok kuvvetlidirler ve birkaç saat sonra burun damarları refleks olarak tekrar genişlerler. Buna "rebound etki" denir. Kişi spreyi tekrar kullanma ihtiyacı hisseder ve bu kısır döngü devam eder gider.

Yetişkinlerde bu etkinin ortaya çıkması yaklaşık bir hafta alsa da bebeklerde iki gün içerisinde gelişebilir. Bebeklerde 12 ilâ 24 saat bu damla kesildiğinde genellikle normale dönüş olur fakat yetişkinler hemen toparlamayabilirler ve ağızdan alınan dekonjestanlar veya kortizonlu burun spreyleri ile takviye edilmeleri gerekebilir. Hatta yıllar boyu bu spreyleri kullanan yetişkinlerde tedavi için burun içerisinden bir operasyon da yapılabilir. Bundan dolayı spreylerde şuna dikkat edilmesi lazımdır: "Bu ilacı üç günden uzun kullanmayınız."

Dekonjestan özellikli burun spreyleri acil ve kısa süreli durumlarda tercih edilmelidirler.

(Daha önce de belirtildiği gibi, bahsedilen bu durumlar "alerji, vazomotor rinit, polip" gibi durumlarda kullanılan burun spreyleri için geçerli değildirler.)

Araç Tutması

Araç Tutması Nedir? Bazı kimseler, uçakta, arabada, dönme dolaplarda bulantı hisseder hatta kusarlar. Birçok kişi botta, gemide aynı rahatsızlığı yaşar.

Araç tutması, çoğunlukla sadece can sıkıcı bir durum olarak ortaya çıkar ve altında önemli bir hastalık yoktur; bazı yolcular ise kendilerini bu durumlarda hiçbir şey yapamayacak kadar kötü hissedebilir, hatta bu hisleri yolculuktan birkaç gün sonraya kadar sürebilir.

Ne Yapabilirsiniz?

1-Seyahat ettiğiniz araçta, vücudunuzun ve iç kulağınızın hissettiği yönü görmeye çalışınız. Arabada önde oturunuz ve ileriye, yola bakınız; gemide güverteye çıkarak ufka bakınız; uçakta pencere kenarına oturarak dışarıya bakınız. Uçakta, hareketin nispeten en az olduğu kanat üzerinde oturunuz.

2-Araç tutmanız varsa, seyahat ederken okumayınız ve gidiş yönünün tersi yönde oturmayınız.

3-Araç tutması olan yolcuya bakmayınız ve onunla konuşmayınız.

4-Seyahatten hemen önce veya seyahat esnasında, size dokunan, sert kokulu, baharatlı ve yağlı yiyeceklerden sakınınız. Halk arasında itibar gören "soda, gazoz, buzlu kola" gibi içeceklerin faydalı olduğu henüz tıp bilimince ispatlanmamıştır.

5-Hekiminizin size tavsiye ettiği, araç tutması için olan ilaçlardan yolculuğa başlamadan önce alınız.

Unutmayınız: Araç tutması vak'alarının çoğu, hafif ve tedaviye cevap veren türdendir. Fakat, ağır ve gitgide kötüleşen vak'aların, bu konuda uzman, kulak, burun, boğaz, denge ve sinir sistemi ile ilgilenen hekimlerden yardım alması gerekir.

ANESTEZİ

Anestezi (Narkoz), hastaların ağrı duymadan ameliyat olmasını sağlayan bir bilim dalıdır. Anesteziden korkmayınız. Anestezi, bayılmak değil kontrollü olarak bir anestezi uzmanı tarafından uyutulmak ve ameliyat bittikten sonra yine kontrollü olarak uyandırılmak demektir. Ameliyatınız süresince anestezi uzmanınız yanınızda olacak, solunum ve kalp başta olmak üzere tüm hayati fonksiyonlarınızı takip edecek ve ameliyat bitiminde uyandırıp yatağınıza gönderecektir.

Ameliyat için gerekli testler, hastanın ve ameliyatın durumuna göre operatör doktor veya anestezi uzmanınız tarafından istenecektir. Ameliyat olacak kişi ameliyattan 6 saat öncesinden hiç bir şey yememiş ve içmemiş olmalıdır (aynı oruç gibi). 5 gün öncesinden sigara içiminin kesilmesinin ameliyat sonrası şikayetleri azaltacağını unutmayınız.

Anestezi az veya çok; ağır veya hafif değil her zaman hastaya göre ayarlanır. Hastalar genellikle ameliyathanede ellerine takılacak küçük bir iğneden verilecek ilaçlarla uyutulur (Narkoz, maske, kara balon v.s. gibi şeylerle değil).

Anesteziden çıkan hastalar ameliyattan sonra ilk saatlerde verilen ağrı kesicilerin etkisi ile uykuya eğilimli ancak sorularınıza cevap verecek, şikayetlerini söyleyebilecek halde olurlar endişelenmeyiniz
 
charcot marie tooth hastalığı

CHARCOT-MARIE-TOOTH hastalığı üç doktor tarafından tanımlandıktan sonra 1886 yılında bu ismi almıştır. Profesör Jean-Martin Charcot (1825-1893) Pariste önceleri barut fabrikası iken sonradan Salpetriere Hastanesi adını alan ve halen ayakta duran hastanede birlikte çalıştıkları öğrencisi Pierre Marie (1853-1940) ve Londra’da Dr.Howard Tooth (1926-1956)

CMT aynı zamanda peroneal muskuler atrofi olarak ta anılır (PMA) ,çünkü ilk olarak ayağı yukarı doğru kaldırmayı sağlayan ve baldırın ön kısmından aşağı inen peroneal kas etkilenir. Zayıflamış peroneal kas dağınık yürümeye, düşük ayak ise takılıp düşmeye neden olduğundan parmak uçları kurtuluncaya kadar hasta bacağını kaldırma gereğini hisseder,yere koyduğunda ise ayak bir tarafa eğilir.

CMT nin üçüncü ve en son adı HMSN yani (herediter motor and sensoriel neuropathy) kalıtsal motor ve duyu siniri bozulmasıdır. Bu isim sendromu daha eksiksiz tanımlamaktadır çünkü CMT kalıtsaldır, hem hareket ve hem de duyu sinirlerini etkileyebilir. Çoraplarının üzerinden bacak veya ayaklarıyla hissedemeyen,ayak bilek ve parmaklarını oynatamayan ve hatta dizden alt tarafını hiç hareket ettiremediği gibi hiçbir şey hissetmeyen hastalar vardır. En çok görülen de hareket kaybıdır.

CMT, sinir üzerindeki myelin veya miyelin izolasyon kılıfının bozulmadan sağlam durumda kalamaması ve buna bağlı olarak beyinden alınan mesajların sinirler vasıtasıyla kaslara düzenli iletilememesi nedeniyle, primer bir sinir hastalığıdır. Bu da, doğuştan normal yapıda kasları olan CMT hastalarını muskuler distrofisi olanlardan ayırteder. Kas atrofisi CMT’nin sinirleri etkilemesinden ve beyinden gelen hareket mesajlarının düzenli iletilmemesinden kaynaklanır. Bu nedenle, kullanılıyor olsa da kaslar atrofiye olabilir.

Muskuler distrofisi olanların ise doğuştan kaslarıyla ilgili sorunları vardır. Pek tanınmamasına rağmen CMT nadir bir hastalık değildir. Aile içinde nesilden nesile taşındığı halde bile bazı insanlar nasıl hasta oldukları hakkında fikir sahibi olamamışlardır. Doğru teşhis konan bir üye ailedeki herkes için bir ışık teşkil etmektedir. CMT Tip 1A bu hastalık genini taşıyan ebeveynden kalıtımla geçer. Bu dominant geçiş formudur. Ayrıca x kromozomuna bağlı olarak otozomal resesif geçiş te meydana gelmektedir.CMT kalıtım yoluyla 3 şekilde geçmektedir fakat olayların çoğunda otozomal dominant örnekler vardır bu da ebeveynden çocuğa doğrudan geçişi ifade eder. Bu kalıtım formunda her hamilelikte,çocuğun CMT hastası olma şansı %50 dir.

CMT kalıtım yoluyla soydan soya geçtiği gibi, önceki nesillerde bu hastalığı taşıyan kimse olmadığı halde spontan mutasyon yoluyla genetik yapıda meydana gelen bir defektle hastalık ortaya çıkmakta ve o andan itibaren sonraki nesil bireyleri için bir risk faktörü oluşturmaktadır. En çok görülen CMT tipi 17. kromozomdaki periferal myelin protein genindeki dublikasyonun yol açtığı tiptir.


çiçek hastalığı smallpox

Çiçek hastalığı uygulanan aşılama programları sayesinde 1977 yılında tüm dünyadan kaldırılmıştır. Çiçek hastalığı, Variola virüsü tarafından meydana getirilmektedir.

Hastalığın kuluçka süresi, virüs alındıktan sonra ortalama olarak 12 gündür, ancak bu süre 7-17 gün arasında değişebilir.

Hastalığın başlangıcında görülen şikayetler ve bulgular yüksek ateş, halsizlik, baş ve sırt ağrısıdır. Hastalarda tipik olarak kırmızı döküntüler görülür: Döküntüler en çok yüz, kollar ve bacaklarda ortaya çıkar. Döküntüler düz (kabarık olmayan) ve kırmızı lekeler şeklinde başlar ve genelde tüm hepsi aynı zamanda başlar. İkinci haftada bu düz-kırmızı lekelerin içi püy (cerahat) ile dolmaya ve kabuk bağlamaya başlar. Üç dört haftanın sonunda da döküntüler kabuk bağlar, ayrılır ve düşmeye başlar. Hastaların çoğunda tamamen iyileşme görülmesine rağmen, %30 kadar hastalık ölümle sonuçlanabilir.

Hastalığın kişiden kişiye geçişi, hastalıklı kişiden çıkan virüs içeren tükrük parçacıkları ile olur. Çiçek hastalığı olan kişilerde bulaştırıcılık hastalığın ilk haftasında en yüksek düzeydedir: çünkü bu ilk hafta içerisinde tükrükte çok miktarda virüs bulunmaktadır. Ancak bulaşıcılık döküntüler tamamen dökülüp ortadan kalkana kadar da devam edebilir.

Çiçek hatalığına karşı uygulanan rutin aşılama programları 1972 yılında sona erdi. 1972 yılından önce veya 1972 yılında çiçek aşısı yapılmış olan kişilerin, şu an bu hastalığa karşı dayanıklılıkları (bağışık olup olmadıkları) tam olarak bilinmemektedir yani belirsizdir. Dolayısı ile şu an herkesin çiçek hastalığına karşı duyarlı olduğu kabul edilmektedir.

Çiçek hastalığına karşı toplumun aşılanması şu an için önerilmediğinden, çiçek aşısı üretimi yapılmamaktadır.

Çiçek virüsüne maruz kalan kişilerde; eğer aşılama 4 (dört) gün içerisinde yapılırsa hastalığın şiddeti azalabilir veya hastalık hiç görülmeyebilir. Çiçek aşısı, vaccinia adı verilen ve variola dan farklı canlı virüs içeren bir aşıdır. AŞI VARİOLA (ÇİÇEK) VİRÜSÜ İÇERMEMEKTEDİR.

Çiçek hastalığının tedavisi bulunmamaktadır, ancak şu an için aşı üretimi faaliyetleri ve tedavi edici ajanların geliştirilmesine yönelik çalışmalar bulunmaktadır.

Çiçek hastalığına yakalanan kişilere destekleyici tedaviler önerilmelidir (serum takılması, ateş düşürücü ve ağrı kesici ilaç verilmesi gibi). Çiçek hastalığının üzerine bakteriyel bir enfeksiyon gelişmememesi için antibiyotik kullanılabilir.


CONN SENDROMU: ALDESTERON FAZLALIĞI


TEMEL BİLGİLER

TANIMLAMA
Böbreküstü bezinde(Sürrenal) üretilen bir hormon olan Aldosteron salgısının artması, Böbreklerde üretilen renin adı verilen maddenin düşüklüğü , Potasyum düşüklüğü , sistemik tansiyon yükselmesi ile karakterize olan nadir bir hastalıktır.

NEDENLERİ
• En sık görülen (% 60) neden tek taraflı böbrek üstü bezin tümörleri olup,Tek taraflı böbrek üstü bezinin çıkarılması ile tedavi sağlanır.
• Sebebi bilinmeyen aldesteron fazlalığı (IHA).% 35 oranında görülür. Bu hastalar Cerrahi tedaviden fayda görmezler .Bazen hayat boyu devam eden ilaçla tedavi yapılması gerekebilir.

Yaş:
Genellikle 30 ve 60 yaş arasında görülür.

Cinsiyet:
kadınlarda erkeklere göre % 40 daha fazladır

BELİRTİ VE BULGULAR
• Hastaların çoğunda herhangi bir şikayet olmaz.
• Potasyum düşüklüğüne bağlı kas güçsüzlüğü, kramplar,baş dönmesi,görme bozuklukları,baş ağrısı,bazen bulantı ve kusma,çarpıntı, çok su içme , çok idrara gitme olur.
• Ayaklarda şişme ( Ödem)
• Tansiyon yükselmesi
• Kan şeker seviyelerinde yükselme
• Ultrasonda böbrekde görülen basit kistler, Conn hastalarında daha fazla görülür.


GÖRÜNTÜLEME
•Böbreküstü bezinin bilgisayarlı Tomografisi ve MR 5 mm'lik kesitlerle taranarak tömörün varlığı gösterilmeye çalışılır.

TEDAVİ

GENEL ÖNLEMLER
• Tek taralı böbreküstü bezinin selim tümörüne bağlı tablolarda tedavi kesinlikle cerrahidir.
• Düşük sodyum diyeti verilir(Tuz kısıtlaması)
• Hasta İdeal vücut ağırlığına indirilir.
• Sigara yasaklanır.
• Potasyum kısıtlanır.
• Tansiyon düşürücü ajanlar kullanılır.

KAYNAKLAR
• Young, W.F., Jr Hogan M.J: Renin-independent hypermineraiocoicoidism Trends endorcrinol Metab., 5:97; 1994
• VVeinberger, M.H.,et al.: Primary aldosteronism in diagnosis, localization and treatment Ann intem Med. 90:386,1979


CORONER ARTER HASTALIKLARI: KRONER YETMEZLİK:KALP DAMARLARINDA DARALMA: ANGİNA PECTORİS: KALP ANGİNASI

TANIM:

Koroner arter hastalığı (KAH) genel bir terimdir ve koroner arterlerin her türlü patolojisini kapsar. KAH yapan çok çeşitli nedenler tablo 1'de gösterilmiştir. Bunlar içerisinde en sık rastlanılan neden koroner aterosklerozdur(Kireçlenme). Koroner arterlerdeki kireçlenme kalp kasının kan perfüzyonunu anormal bulgu verecek şekilde azaltmışsa, aterosklerotik kalp hastalığı (ASKH) veya koroner kalp hastalığı (KKH) diye ad verdiğimiz çeşitli klinik tablolar ortaya çıkar. Bu anlamda bazen iskemik kalp hastalığı terimi de kullanılmaktadır. Amerika Birleşik Devletler'inde KKH'na bağlı ölümler son 20 yılda eskiye göre bir azalma göstermiştir ama koroner ölümler halen birinci sıradaki ölüm nedenidir. Yılda yaklaşık 500 binden fazla kişi bu nedenle ölmektedir. Amerikalıların %3.1'inde (7 milyon) aktif koroner arter hastalığı vardır. Kuzey Amerika, Avustralya, Belçika, Finlandiya, Japonya gibi endüstri ülkelerinde 1960'lı yılların sonlarında KKH mortalitesinde önemli yükselme olmuş, sonradan azalmıştır. Rusya, İsveç ve Doğu Avrupa ülkelerindeki KKH'na bağlı ölüm oranı ise halen artmaktadır.
Ülkemize gelince, Türk Kardiyoloji Derneği öncülüğünde 1990 yılından beri yürütülen çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre, Türkiye genelinde erişkinlerdeki KKH sıklığı %3.8 (erkeklerde %4.1, kadınlarda %3.5)'dir. Ülkemizde yaklaşık 1.200.000 kalp hastası vardır ve yılda 130.000 kişinin bu nedenle öldüğü tahmin edilmektedir.

Koroner arter hastalığı nedenleri:
- Koroner ateroskleroz (koroner damarlarda kireçlenme)
- Koroner embolisi(koroner damarların pıhtıyla tıkanması)
- Koroner arterlerin ani sinirsel uyarılarla kasılarak kapanması.
- Doğumsal koroner damar anormalikleri


KORONER ATEROSKLEROZDAKİ RİSK FAKTÖRLERİ:

Ateroskleroz gelişen kişilerde bazı faktörlerin genel populasyona göre daha sık bulunduğu epidemiyolojik çalışmalardan anlaşılmıştır. Bu faktörlere risk faktörleri denilmiştir. Son 20 yılda bu faktörlerin tanımında önemli gelişmeler olmuştur. Risk faktörü kavramı, en az bir risk faktörü olan bir kişide aterosklerotik bir olay gelişme şansının daha fazla veya daha erken olacağı görüşünü kapsar. 65 yaşın altındaki insanların çoğunda bu risk faktörlerinden biri veya fazlası bulunur. Birden çok risk faktörleri varsa aterosklerotik olay daha da hızlanmaktadır. En önemlileri hiperkolesterolemi (kanda kollesterol yüksekliği) ,Hipertensiyon (HT) ve sigara içmedir .

Koroner kalp hastalığı için risk faktörleri

Pozitif risk faktörleri:
- Yaş
Erkek > 45 yıl
Kadın > 55 yıl ve östrojen tedavisi almamış erken menopoz,
-Uzun süreli doğum kontrol hapı kullanılması
- Aile hikayesi: Birinci derecede erkek akrabalarda 55, birinci derecede kadın akrabalarda 65 yaşından önce infarktüs veya ani ölüm bulunması.
- Hiperlipidemi: Total Kolesterol > 200 mg/dl. (LDL-Kolesterol >130 mg/dl).
- Hipertansiyon veya antihipertansif tedavi alıyor olmak.
- Sigara içimi
- Diabetes mellitus( Şeker)
- HDL-Kolesterol < 35 mg/dl olması.
-Obezite, stress, fizik aktivite azlığı


Bu faktörlerin bir kısmı önleyici veya koruyucu yöntemlerle değiştirilebilirler. Yaşlanma, cinsiyet ve genetik faktörler ise değiştirilemezler. Yüksek kolesterol düzeyinin düşürülmesi, HT'nun tedavisi, sigaranın yasaklanması ile KKH riski ve ölümleri azaltılabilmektedir.
Risk faktörlerinin bir kısmı yaşlanma ile birlikte olduğundan yaşlanma da kompleks faktörlerden biridir.

CİNSİYET ve YAŞ: Ateroskleroz uzun yıllar içinde gelişen bir olaydır ve yaş ilerledikçe ateroskleroz sıklığı artar. Erkeklerde 40-45, kadınlarda 50-55 yaştan sonra aterosklerotik olaylar çıkmaya başlar. Kadınların ÖRT (östrojen tedavisi) almaması, erken menapoz veya uzun süreli doğum kontrol hapı kullanılması da riski artırır. Menapozdan önce KKH görülmesi açısından kadın/erkek oranı 1/7'dir. Menapozdan sonra bu fark giderek azalır ve 70 yaştan sonra erkeklere eşitlenir.


HİPERTANSİYON: KKH ve serebrovasküler hastalıkta önemli bir risk faktörüdür. Kan Basıncı (KB) artışına paralel olarak risk de artar. Orta yaş grubunda KB 160/95 mmHg'yı aştığı zaman, KB:140/90 mmHg'dan düşük olanlara göre KKH insidansı 5 misli artabilmektedir. Bu durum her iki seks için de geçerlidir..

SİGARA İÇME: Günde 1 paket sigara içilmesi ateroskleroz gelişmesini hızlandırdığı gibi, KKH'dan ölüm oranını da %70 artırır. Sigara içenlerde KKH riski içmeyenlere göre 3-5 misli artmıştır. Mortalite artışı içilen sigara miktarı ile orantılıdır ve yaşlanma ile azalır.Myokard infarktüsüne bağlı ölüm oranı kadın tiryakilerde de artmıştır ama erkeklere göre daha azdır. Diabetik ve hipertansiflerde sigara içilmesi ateroskleroz mortalitesini çok daha fazla artırır. Ani ölüm riski de artar. Sigaranın kesilmesiyle risk oldukça azalır ve 1-2 yılın sonunda içmeyenlerin seviyesine ulaşır.

DİABETES MELLİTUS (DM) (ŞEKER HASTALIĞI): Diyabetiklerde, DM olmayanlara göre miyokard enfarktüsü sıklığı 2 misli fazladır. Bu risk genç diyabetiklerde daha fazladır. Yine diyabetik kadınlarda diyabetik erkeklere göre KKH eğilimi artmıştır.

OBESİTE (ŞİŞMANLIK) ve FİZİKSEL AKTİVİTE AZLIĞI: Vücud ağırlığı ideal değerlere göre %30'dan fazla olanlarda KKH görülme sıklığı daha yüksektir. Obesite hiperlipidemi, DM ve HT gelişmesini kolaylaştırabilir.Özellikle göbek kısmında yağlanma tipi obesite ile KKH arasındaki ilişki daha fazladır. 50 yaşın altındaki aşırı obesite, tek başına, az da olsa KKH için risk oluşturur.
Framingam çalışmaları, sedanter (fiziksel aktivite azlığı ) yaşayan bireylerin ani ölüme daha fazla yatkın olduklarını göstermiştir. Mekanizma tam gösterilemese de fiziksel aktivite azlığının lipid profilini, yağlanmayı, KB'nı, glukoz toleransını, kalp damarlarındaki kapasiteyi kötü yönde etkilediği bilinmektedir. Sedanter kişiler fiziksel aktivitelerini artırırlarsa, risk faktörlerini azaltma şansları vardır.

DİYET: Serum Kolesterol ve LDL-Kolesterol düzeyleri yağ alımı ile yakından ilişkilidir. Tuz yenmesi hassas kişilerde Kan basıncını artırır. Tekli ve çoklu doymamış yağlar, balık yağı, lifli gıdalar gibi diyet komponentlerinin ateroskleroz gelişiminde iyi etkisi olduğu gösterilmiştir.

STRESS ve PERSONALİTE: Fiziksel veya ruhsal streslerin ve sıkıntıların KKH veya ani ölümü arttırdığına dair klinik izlenimler vardır.

HİPERLİPİDEMİ: Kolesterol (C) ve trigliserid (TG) düzeylerinin kanda tek tek veya birlikte yükselmesine hiperlipidemi (lipid yüksekliği) denir. En önemli risk faktörlerinden biridir. Plazma lipid düzeylerinin ölçülmesi hiperlipidemili(lipid yüksekliği olan )kimselerin belirlenmesini sağlar ve böylece erken aterosklerozu tesbitine ve önleyici tedbirlerin alınmasına yardımcı olur.

Koroner Damar Hastalıkları(Kalp Krizi/Spazmı) Nasıl Oluşur?
Kalbde tıpkı diğer organlar gibi sürekli oksijenlenmeye ve beslenmeye yani kanlanmaya gerek duyar.Kalbin tüm yaşam boyu kesintisiz çalışmasının ilk güvencesi bu kanlanmayı sağlayan koroner damarlardır.Koroner damarların damar sertliği dediğimiz tutulumu kalbin beslenmesini bozarak bir dizi önemli ve bazen hayat tehdit edici olabilen sorunlara neden yolaçmaktadır.
Damar sertliği esas olarak,yağ,bazı bağ dokusu elemanları ve kimi dönüşmüş savunma hücrelerinden oluşmuş plak dediğimiz yapıların, damar iç duvarını zaman içinde daraltarak kalbe giden kan akımını kısıtlaması ve bazende tamamen kesmesi sonucunu doğurmaktadır.
Damar sertliği dışında daha az rastlanan ve benzer kan akımı kısıtlamasını ama bu kez farklı bir mekanizma ile yapabilen ve genellikle strele tetiklenen dmar spazmınada değinmeden geçmemeliyiz.
Nedeni ne olursa olsun kalbe giden azzalmış veya kesilmiş kan akımının ortak sonucu koroner kalp hastalığı denen bir dizi hastalığın oluşumudur.Bunlar: Yalnızca efor srfetme ile göğüs ağrısı vb yakınmaların belirdiği kararlı göğüs ağrıları; kalp krizine evrilme olasılığı yüksek olan yeni başlangıçlı veya istirahatde beliren kararsız ağrılar;kalp krizi ve ani kalp kaynaklı ölümlerdir.



Kalp krizi çoğu zaman,kalbi besleyen koroner damarlardaki damar sertliği ile oluşmuş damarı içten daraltan plakların yırtılması ve bu yırtılmanın kan pıhtılaşma mekanizmasını tetikleyerek damarı tam tıkaması ile oluşur.

Tıkanan damarın beslediği alan,yani kalp kası ölmektedir.

Pek çok kişide kalp-damar/koroner hastalıkların ilk belirtisi kalp krizi olabilmektedir.

Sıklıkla gün içerisinde sabah erken saatlerde ortaya çıkmaktadır.

Göğüs ağrısı çoğunlukla döş kemiğinin arkasında geniş bir alanda(örneğin nokta kadar değil) baskı, basınç,ezici tarzdadır.Ağrı heriki kola,omuza boyun ve çeneye,mideye yayılaabilmektedir.Ağrıya terleme, bulantı,halsizlik,kusma eşlik edebilir.

Daralmış olan koroner damarlar neden göğüs ağrısına neden olur?
Vücudun her yerinde o bölgeye kan, dolayısı ile de dokunun kullanacağı gıda maddeleri ve oksijeni taşıyan damar sistemleri vardır. Koroner damarlar da kalbin kendisini besler. Kalbi besleyen atar damarlarda daralma veya tıkanıklık olduğunda kalp gerekli gıda ve oksijeni alamaz. Kalp gereğinden daha az besin ve oksijenle çalışmak zorunda kalır. Fizik yorgunluk, stres ve ağır yemeklerden sonra kalbin daha fazla çalışması gerektiğinden oksijen ihtiyacı artar. Daralmış olan damar yatağı oksijen ihtiyacını karşılayamaz ve bu göğüs ağrısına neden olur. Şemaya baktığınızda, koroner damarların kalbin dış yüzünü sardığını görürüz. Bu damarların hepsi açıksa sorun yoktur. Biri veya bir kaçının iç hacmi daralmış ise göğüs ağrısı (anjina) oluşur. Eğer damar tamamen tıkanır ve kan akımı durursa, kalp krizi gelişir.
Günümüzde kalp krizinde tedavi yaklaşımı krizden sorumlu damarın pıhtı eriticiler veya acil koroner angiografi ile tıkanan damarın belirlenerek buraya balon angioplasti ve/veya stent uygulaması ile açılmasıdır.
KORONER ANJİOGRAFİ
Koroner anjiografi, özel bir kamera ile kalbinizin atar damarlarının incelendiği bir röntgen film çekimidir. İşlemi kateter laboratuarında gerçekleştirilir. İşlemi gerçekleştiren doktorunuz kolunuzdaki veya bacağınızda büyük atar damarların birine ince küçük bükülebilir bir boruyu (katater) yerleştirir. Daha sonra kalbinizi besleyen küçük atar damarların (koroner damarlar) çıktığı en büyük atar damara (aorta) kadar ilerletir. Daha sonra katater koronerlerin aortaya giriş yerlerine yerleştirilerek, koroner arterlerinize, boyalı bir madde verilir. Böylece çekilen filmlerde koroner damarlarınız görüntülenebilir ve hangi bölgelerinde ne kadar darlık olduğu tesbit edilebilir.

Anjiografi doktora hangi bilgileri verir?

Anjiografi koroner arter hastalığı bulunup bulunmadığını gösteren en doğru yöntemdir. Damar sertliği nedeni ile koroner arterlerin hangi bölgesinin ne kadar daraldığını ve / veya tıkanığını tesbit edebilir. Kalp kateterizasyonu ile kalp kapaklarının ve duvarlarının işlevlerindeki kusurlar da gösterilebilir. Anevrizma (kalbin bir bölümünün, kalp krizi sonrası, dışarı doğru bombelenmesi) veya kalp delikleri gibi doğumsal kalp hastalıklaının teşhisi için de kullanılabilir.

Koroner Kalp Hastalığı'ndan KORUNMA :

Yaş, cinsiyet, kalıtım gibi unsurlardan kaçamayız. Kadınlarda menapozu geciktirici ilaç kullanmak ise (bu ilaçların dolaylı olarak KKH oluşumunda rol oynaması nedeniyle) sakıncalıdır.İkinci grup unsurları değiştirmek ve koroner kalp hastalığından korunmak ise bizim elimizdedir. Sigara bırakılabilir, en azından azaltılır.Hipertansiyon tuz kullanımı kısıtlanarak ve ilaçlarla kontrol edilebilir.Diabet (şeker hastalığı) diyet ve ilaçlarla kontrol altına alınabilir.Alkol ve kahve kullanımı azaltılmalıdır.Değiştirilebilir faktörler içinde önlenmesi belki de en zor olanı strestir. Kişinin kendi iradesi, çevre ve ailesinin yardımı, gerekirse psikiyatrist ve psikologların tedavisi ile stres yenilebilir. Sürekli stres altında kalan kişiler öncelikle stresin nedenlerini düşünmeli, bunları ortadan kaldırmaya çalışmalı veya bunlardan mümkün olduğunca uzak durmalıdır.Bir çeşit kan yağı olan kolesterol total (toplam) düzeyinin azaltılması ve kolesterolün bir alt ünitesi olan HDL-Kolesterol düzeyinin artırılması diyet ve (gerekirse) ilaçlarla sağlanabilir.spor ve egzersiz, akupunktur, bitki çayları, (hekim gerekli görürse) ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi (ameliyat). Bunlar yapılırken dikkat edilmesi gereken nokta kiloların yavaş yavaş ve uzun zamanda verilmesidir; unutulmamalıdır ki hızlı verilen kilolar yine hızlı bir şekilde yerine gelebilir.Hareketsiz (sedanter) yaşamdan mümkün olduğunca kaçınmalı; örneğin yakın mesafeler için araba kullanmamalı, asansör yerine merdivenleri tercih etmeli, hergün düzenli yürüyüşler ve egzersizler yapmalıdır. Yalnız sporu yaşımıza ve bünyemize göre yapmalı, vücuda aşırı yüklenmemelidir. Gut hastalığı varsa hekimin vereceği ilacı düzenli kullamalı, protein diyetine uyulmalıdır. Hiperkalsemi (kan kalsiyum düzeyinin yüksek olması) kan tahlillerinde saptanmışsa doktora başvurmalıdır, kontrol altına alınmalıdır.Bayanların oral kontraseptif denen doğum kontrol haplarını uzun süreli kullanmaları KKH açısından sakıncalıdır, mümkünse diğer doğum kontrol yöntemleri kullanılmalıdır. Bu ilaçlar kullanılmadan önce hekime danışmada fayda vardır.

Hastalığın Seyri

Koroner kalp hastalığında en çok korkulan olay; koroner damarlardan hiçbirinin kalp kasının kanlanmasını (dolayısıyla oksijenlenmesini) yeterince sağlayamaması, böylece kalbin kasılamaması ve vücuda kan gönderememesidir. Bu olay halk arasında kalp krizi olarak bilinen "myokard infarktüsü"dür.

Koroner kalp hastalığı bu safhalara gelinmemesi için zamanında teşhis konulup tedavi edilmelidir; en güzeli ise şüphesiz, daha hiç bu rahatsızlıklar yokken risk faktörlerinin belirlenip bunlardan mümkün olduğunca korunmaktır.

Özellikle belli bir yaştan sonra düzenli aralıklarla kalp muayenesi, tansiyon ölçümleri ve check-up yaptırmak hayati önem taşır.

KAYNAKLAR:
1.Fuster V. Atherosclerosis-thrombosis and vascular biology. Cecil Textbook of Medicine. Eds. Goldman L, Bennet JC. WB Saunders Company. 21st edition, 2000, 258-296.
2.Theroux T. Angina pectoris. Cecil Textbook of Medicine. Eds. Goldman L, Bennet JC. WB Saunders Company. 21st edition, 2000, 296-303.
3.Sobel BE. Acute myocardial infarction. Cecil Textbook of Medicine. Eds. Goldman L, Bennet JC. WB Saunders Company. 21st edition, 2000, 296-319.
4. ACC/AHA 2002 Guideline Update for the Management of Patients with Unstable Angina and Non-ST-Segment Elevation Myocardial Infarction. J Am Coll Cardiol 2000;36:970-1056.

5. Acute Myocardial Infarction: ACC/AHA Practice Guidelines for the Management of Patients with Acute Myocardial Infarction. J Am Coll Cardiol 1996; 28: 1328-428. (1999 Web Version )


CROHN HASTALIĞI


1. Crohn Hastalığı Nedir?

Crohn hastalığı sindirim sistemini oluşturan yemek borusu, mide, ince ve kalın barsaklardaki bir veya birkaç bölümü tutabilen, tutulan bölümde kalınlaşma, ülserler oluşturan bir hastalıktır. Barsaktaki kalınlaşma bu bölgelerde darlıkların oluşmasına yol açabilir. Hastalıklı bölgeler birkaç santimetre uzunlukta olabileceği gibi bir metreyi aşan uzunlukta da olabilir. Hastalık en çok "ileum" denilen ince barsakların son kısmını tutmaktadır. Kalın barsak ve anüs bölgesi de sıklıkla tutulabilmektedir. Anüs bölgesinde "fissür" denilen çatlaklar ve "fistül" olarak isimlendirilen iltihapın aktığı delikler bulunabilir.



2. Crohn Hastalığının Belirtileri Nelerdir?

Crohn hastalığı tutulan bölgeye göre değişik bulgulara yol açabilir. En sık olarak karın ağrısı ve ishal olur. Barsakta ciddi derecede daralmanın oluştuğu hastalarda karında şişkinlik, ağrı, kusma, kabızlık görülebilir. Kalın barsağın tutulduğu hastalarda dışkı ile kan gelmesi de görülebilir. Crohn hastalığının aktif döneminde, hastalar yorgunluk, halsizlik hisseder ve ateşleri olabilir. Anüs çevresinde çatlak, iltihaplı akıntı yapan fistüller, apseler hastalığın diğer bulgusudur.
[Başa Dön]

3. Crohn Hastalığı Diğer Sistem ve Organları Etkiler mi?

Crohn hastalırının bir kısmında gözler, cilt, ağız ve eklemlerle ilişkili yakınmalar, bulgular olabilir. Gözün dış tabakasının iltihaplanması (episklerit) veya göz merceğini kaplayan tabakada iltihaplanma (iritis) gözle ilgili başlıca rahatsızlıklardır. Ciltte en sık görülen problem, özellikle diz altlarındaki bölgelerde ağrılı kırmızı şişliklerdir (Eritema nodosum). Daha nadiren ayak bileği yakınında ülserler oluşabilir (Pyoderma). Ağızda sıklıkla normal kişilerde de görülebilen beyaz renkli küçük yaralar (aft) görülebilir. Eklemlerde, en sık olarak da dizlerde ağrılı şişmeler Crohn hastalığının aktif dönemlerine eşlik edebilir. Bazen şişlik olmadan da eklem ağrılarından yakınılabilir. Kalça ve omurga eklemlerinde hastalık aktif dönemde olmasa bile ağrılar olabilir.

4. Crohn Hastalığı Hastanın Çocuğuna Geçer mi?

Diğer bazı hastalıklarda olduğu kadar ailesel geçiş yoktur. Ancak Crohn’lu hastanın birinci derece yakınlarında Crohn hastalığı veya benzer bir hastalık olan ülseratif kolit açısından azda olsa risk artışı söz konusudur. Bu risk çok az olduğundan çocuk sahibi olmanız açısından engel oluşturmaz.
 
5. Crohn Hastalığının Nedenleri Nedir?

Çok sayıda ve yoğun araştırmalara karşın Crohn hastalığının nedeni halen bilinmemektedir. Bulaşıcı hastalık değildir, hastalıklı kişiden sağlam kişiye geçmemektedir. Ancak virüs veya bakteri türü bir infeksiyöz ajanın, kişinin savunma mekanizmalarındaki yatkınlık durumlarına bağlı olarak hastalık oluşumunda rol oynadığı düşünülmektedir.

6. Crohn Hastalığı stress veya üzüntüden etkilenir mi?

Crohn hastalığının oluşumuna veya aktivasyonlarına sıkıntı, üzüntünün neden olduğunu gösterecek bulgu yoktur. Doğal olarak sıkıntılı, depresif bir kişinin hastalığın bulguları ile başa çıkabilmesi daha zor olacaktır. Hastalığın yarattığı düşkünlük hali, sık sık tuvalete gitme gereksinimi, karın ağrıları kişinin kendini daha sıkıntılı, dayanıksız hissetmesine ve yakınları, çevresi ile ilişkilerinin olumsuzluğuna yol açabilir. Stress ve üzüntü hastalığın nedeni değil, sonucu gibi görünmektedir.



7. Diyetin Crohn hastalığı tedavisinde yeri var mıdır?

Diyetin ve gıdaların korunmasında kullanılan katkı maddelerinin Crohn hastalığının nedeni olarak gösterilmiş bir etkisi yoktur. Crohn hastalığı olan kişilerin rafine şeker ve tahılı daha fazla tükettikleri saptanmıştır. Ancak Crohn hastalığı geliştikten sonra bu gıdaların diyetten çıkarılmasının tedaviye katkısı olmamaktadır.
Aktif ve ağır hastalığı olan kişilerde "elementer diyet" olarak isimlendirilen sıvı şeklinde diyet genellikle hastane koşulları içinde bir süre uygulanabilir.
Diyetde bazı gıdalar rahatsızlık oluşturabilmektedir. Rahatsızlık gösteren gıdanın türü kişiden kişiye değişebilmektedir, bu nedenle herkes için geçerli olan genel bir diyet yoktur. Hastanın rahatsızlık yaratan gıdalardan kaçınması uygun olur.
İshal yakınması şiddetli olan ve barsakların bir kısmının cerrahi olarak çıkarıldığı hastalarda diyetde yağ miktarının kısıtlanması ishalin azalmasını sağlayabilir.


8. Fizik aktivite veya iş hayatı hastalığı kötü etkiler mi?

Hayır, fizik aktivite ve iş hayatı hastalığı kötü yönde etkilemez. Hastalığın alevlenme dönemlerinde hastaneye yatırma veya bir süre yatak istirahati gerekebilir. Bu dönemler dışında hasta sporda dahil olmak üzere normal fizik aktivitesini ve iş hayatını sürdürme yönünde cesaretlendirilmelidir.


9. Crohn Hastalığı barsak kanseri midir veya barsakta kanser gelişmesine yol açar mı?

Crohn hastalığı barsak kanseri değildir. Düşük bir oranda ince veya kalın barsakta kanser gelişme riski olabilir. Kontrollerinizde doktorunuz bu riski gözönüne alarak gerektiğinde ek araştırmalar yapabilir.


10. Crohn Hastalığı nasıl teşhis edilir?

Sıklıkla haftalar-aylar süren karın ağrısı, ishal, kilo kaybı yakınmaları olan genç hastada Crohn hastalığından şüphelenilir. Basit kan tetkikleri kansızlık ve iltihaplanmanın bazı bulgularını gösterebilir. Daha ileri tetkikler ağız yoluyla verilen ilacı (Baryum) takiben mide, ince barsak filmlerinin çekilmesi ya da anüsten aynı ilacın verilerek kalın barsak filmlerinin çekilmesidir. Tanı açısından en önemli tetkiklerden biri kolonoskop denilen bükülebilir cihazlarla kalın barsağın ve bazı durumlarda ince barsağın son bölümünün içeriden görülerek incelenmesidir. Bu inceleme sırasında tanıda önemli olabilecek biyopsiler alınarak patolojik inceleme için gönderilebilir.


11. Crohn Hastalığı tedavisinde hangi ilaçlar kullanılır?

İshalin şiddetini azaltmak için, doktor uygun gördüğü taktirde diphenoxylate (Lomotil) veya Loperamide (lopermid) gibi ilaçlar kullanılabilir. Ancak bu ilaçların hastalığa bir etkisi yoktur. Sulphasalazine (Salozopyrin) kalın barsağı tutmuş olan Crohn hastalarında, Mesalamine (Salofalk) ince barsağı tutan Crohn hastalığında yararlıdır. Salozopyrin alan bazı hastalarda bulantı, ciltte döküntü gibi yan etkiler görülebilir. Salofalk ile yan etkiler azdır.
Hastalığın aktif döneminde kortikosteroid ilaçlar (Deltakortril, Ultralan vb.) iltihaplanmanın azalmasını sağlayarak karın ağrısının, ateşin, ishalin azalmasını, iştahın artmasını sağlarlar. Kortikosteroidler çok etkili olmakla birlikte yüksek dozlarda ve uzun süreli kullanıldığında yüzde şişme, kan basıncında artış, kan şekerinde yükselme, kemiklerde kalsiyum kaybı gibi istenmeyen yan etkilere yol açmaktadır. Bu nedenle ilacın olumlu etkisi sağlandıktan sonra ilaç dozu haftalar/aylar içinde kademeli olarak azaltılır veya tamamen kesilir. Bazı hastalarda düşük dozda devamlı kortizon kullanımı gerekebilir.
Bağışıklık sistemini etkileyen Azathioprine (Imuran) gibi ilaçlar uzun dönemde hastalığın aktifleşmesini engellemek için kullanılmaktadır. Azathioprine kemik iliğinde kan hücrelerinin yapımını engellediğinden kan sayımının düzenli izlenmesi gerekir (Crohn hastalığında düşük dozda azathioprine kullanıldığı için kan hücrelerine etkisi azdır). Bulantı, kırgınlık, deri döküntüleri çok az sayıda hastada olabilir.
Antibiyotiklerin Crohn hastalığındaki rolü belirgin değildir. Apse, anüs çevresinde iltihaplanma gibi durumlarda antibiyotikler gerekebilir.
Demir, folik asit veya vitamin B12 gibi mineral ve vitamin desteğine kansızlığı olan hastalarda gereksinim olabilir.


12. Crohn Hastalığı tamamen iyileşir mi?

Malesef, günümüzdeki ne tıbbi ne de cerrahi tedavilerin Crohn hastalığını tamamen ve kalıcı olarak iyileştirdiğini söylemek olası değildir. Ancak bu günümüzde uygulanan tedavilerin başarısız olduğu anlamına da gelmez, tedavi ile hastalığın uzun süreli yatıştırılması, atakların önlenmesi, yakınmaların düzelmesi sağlanabilmektedir.


13. Crohn Hastalığında ameliyat hangi hallerde yapılır?

Anüs çevresindeki apse, fistül gibi rahatsızlıklarda, bu bölgeye yönelik lokal bazı girişimler yapılabilir. Bazı hastalarda iltihabi barsak bölümünün çıkarılıp, açıkta kalan barsak uçlarının uçuca birleştirilmesi gibi daha büyük operasyonlarda gerekibilir.
Crohn hastalığı barsakta atlayan bölümler şeklinde birkaç alanı tutmaktadır. Bu nedenle hastalıklı alanın tamamen çıkartılması, barsakların önemli bir kısmının kaybedilmesine ve buna bağlı sorunların oluşmasına yol açar. Yaygın hastalığı olmayan, sınırlı barsak çıkartılması uygulanan hastalarda bile bu şekilde kalıcı iyilik sağlanamayabilir. Ameliyat geçiren Crohn hastalarının yarıya yakın bir kısmında ameliyat yapılan bölümde ya da daha önce sağlam olan barsak bölümünde hastalığın tekrarlaması söz konusudur. Bu nedenle tekrarlayan operasyonlar gerekebilir. Ameliyatın kalıcı bir çözüm getirmemesi ve barsak bölümlerinin her ameliyatta daha da kısalacağını gözönünde tutarak, Crohn hastalığında cerrahi tedavi ancak çok gerekli durumlarda yapılmalıdır. Barsaktaki darlık nedeniyle operasyon kaçınılmaz olduğunda barsak bölümünün çıkartılmadan, sadece darlığın genişletilmesine yönelik sınırlı operasyonlar tercih edilmektedir.


14. Crohn Hastalığı gebe kalmaya engel midir, gebeliği engeller mi?
Crohn hastası kadınlarda normale göre gebe kalma olasılığı az da olsa düşüktür. Bunun nedeni yumurtlama dönemlerindeki düzensizlikler, hastalıklı barsak bölümünün komşu olduğu yumurtalık tüplerini etkilemesi olabilir.
Hastalığın aktif olduğu dönemde gebelikten kaçı-nılmalıdır. İshal şiddetli olmadığı sürece gebeliği önleyici ilaçlar güvenle kullanılabilir. Hastalık hafif aktif veya sessiz döneminde ise gebe kalmak için engel bir durum bulunmamaktadır. Kullanılmakta olan ilaçların çoğu gebelik döneminde de kullanılabilir. Her ne kadar şu ana kadar önemli bir olumsuz etki belirlenmediyse de Azothioprin (Imuran) kullanımından kaçınılmalıdır. Gebelik esnasında genellikle aktivasyon görülmemekte, hatta yakınmalarda azalma olabilmektedir.
Crohn hastalığı bebek açısından özel bir risk oluşturmaz. Annenin gıda ve özellikle demir alımının yeterli olmasına dikkat edilmelidir.

15. Crohn Hastalığı konusunda yeni gelişmeler, araştırmalar sürmekte mi?
Evet. Crohn hastalığı ve benzer bir hastalık olan ülseratif kolitin nedenleri, tedavisi konusunda sürekli olarak çok sayıda araştırma yapılmaktadır. Bilmecenin parçaları küçük küçük tamamlanmakta, gelecekte daha etkin tedavilerin yapılabilmesi ve sonuçta bu hastalıkların tamamen iyileştirilmesi olası görünmektedir




CUSHİNG HASTALIĞI : SENDROMU

Cushing sendromu, böbrek üstü bezi tarafından aşırı kortizol üretimi veya dışardan ilaç olarak yüksek dozda glukokortikoid hormonlarının verilmesinden kaynaklanan belirti ve bulguların tablosudur.Bu hastalık adını 20.ci yüzyılın başlarında ortaya çıkan Amerikalı bir cerrah olan Harvey Cushing den alır.


Neden kaynaklanıyor?
Böbrek üstü bezi tarafından fazla miktarda kortizol üretiminin başlıca nedeni; hipofizden salgılanan ve böbrek üstü bezini uyaran hormonun (ACTH) aşırı salgılanması. Bu durum Cushing hastalığı olarak adlandırılır ve ayrıca sendromun en sık nedenidir (yüzde 80 oranında). İkinci sırada, böbrek üstü bezinin çeşitli hastalıkları sonucu, aşırı kortizol hormonu salgılanması yer alıyor. Sayılan bu iki neden vücudun kendi kortizol yapımının fazlalığından kaynaklanır. Ancak Cushing sendromunun en sık nedeni, tedavi amaçlı dışardan verilen kortizon türevi ilaçların bilinçsiz kullanımıdır.

Belirtileri neler?
- Aydede yüzü: Yuvarlak, dolgun ve pembe yüz yapısı
- Omuzlar arasında aşırı yağ dokusu birikimi
- Merkezi şişmanlık: Göbek bölgesinde aşırı yağ birikimi, kol ve bacakların incelmesi
- Halsizlik bitkinlik ve kaslarda zayıflık
- Yorgunluk
- Baş ağrısı
- Sırt ağrısı
- Akne
- Tüylenme
- Karın, meme ve kollarda deri çatlaması
- Kadınlarda adet düzensizliği
- Erkeklerde cinsel güçsüzlük
- Yüksek tansiyon
- Psikolojik bozukluklar
- Su toplanması (ödem)
- Özellikle omurga ve leğen kemiklerinde osteoporoz
- Şeker hastalığının başlaması
- Çürüklerin çok kolay bir şekilde ortaya çıkması


Tanı nasıl konur?

Doktorunuz fizik muayenede omuzları ve başınızı, Cushing e özgü değişiklikler açısından dikkatlice inceleyecektir. Yüzde yuvarlaklaşma ve kızarma, boyun kemikleri ve omuzlar arasındaki yağ dokusunda artış, teşhis açısından önemli bulgulardır. Bunlara sıklıkla kol ve bacaklarda morluklar da eşlik eder. Herhangi bir hastalığınızın tedavisi için (romatoid artrit, astım ya da bir deri hastalığı) kortikosteroid kullanıyorsanız, cushingin teşhisi oldukça kolay olacaktır. Ancak hastalık, böbrek üstü bezlerinizde aşırı hormon artışına bağlıysa, bazı testler için hastaneye yatmanız gerekebilir. Bu hormon artışı, böbreküstü bezi tümörü her iki bezde aşırı büyüme ya da bu bezlerin aşırı uyarılmasına yol açan bir hipofiz tümörüne bağlı olabilir.Karaciğerin ya da bazı başka organların habis tümörleri de Cushlng sendromuna yol açabilirler. Kan ve idrar testleri yapılarak, steroid hormonların düzeyinin artıp artmadığı anlaşılabilir. Hipofiz ve böbreküstü bezlerinin bilgisayarlı tomografisi de alınabilir.
Başlangıçta yapılması gereken testler arasında, gecelik bir miligram deksametazon süpresyon(baskılama) testi ve 24 saatlik idrarda serbest kortizol düzeyi ölçümü. Bu testlerin sonucu normal değilse, hasta endokrinoloji kliniğine sevk edilmelidir.

Tedavi için ne yapılır?
Hipofiz adenomlarının tedavisi transsfenoidal adenomektomidir. Cerrahi girişimin başarısız olduğu hastalarda hipofiz ışınlaması yapılabilir. Böbrek üstü bezi hastalıklarına bağlı Cushing sendromunda, hastalığın tipine göre cerrahi girişim veya ilaç tedavisi yapılır.

İlaç Tedavisi

Eğer belirtiler bir ilaç tedavisi olarak steroid hormonların alınması nedeniyle ortaya çıkıyorsa, tedavi bunların kullanımı durdurmayı veya dozajı azaltmayı içerir. Ancak bu türden bir ilaç tedavisini doktorunuza danışmadan kesmeyin. çünkü steroid tedavisinin aniden durdurulması, söz konusu olan hastalığı hızlandırabilir (astım veya steroidin önerildiği diğer hastalıklar). Doktorunuz steroid dozajında kademeli bir şekilde giden bir azaltmayı önerecektir. Bazı durumlarda ilk başta önerilen steroidin yerine başka bir ilaç kullanılabilir: Stereoid ilaç tedavisinin dur-durulmasından bir yıl kadar sonra, yaralanma, enfeksiyon veya ameliyat gibi fiziki bir stres adrenal hormonun üretilmesinde tehlikeli bir yetersizliği ortaya çıkarabilir ve bu da acil tedaviyi gerektirebilir (Addison hastalığına bakın).

Cerrahi Müdahale

Cushing sendromu adrenal bezlerde, hipofiz bezlerinde veya karaciğerde bir tümörün sonucu olarak ortaya çıkıyorsa tümörün alınması veya hatta eğer adrenal bezlerde ise bezlerin hepsinin alınması en iyi tedavi şekli olabilir. Hipofiz bezlerindeki bir tümör için radyasyon tedavisi bir çözüm olabilir.

Eğer tedavi sonucunda adrenal bezler vücudun gerektirdiği hormonları temin edemez hale geliyorsa, doktorunuz eksik hormonları karşılaması için ağızdan bazı ilaçların alınmasını önerecektir.


Doç.Dr.Adil.AZEZLİ
İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Endokrinoloji, Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Öğretim Üyesi


ÇÖLYAK HASTALIĞI: GLUTEN ENTEROPATİSİ

TANIM:
Çölyak Hastalığı (Celiac Disease) ; Hastalık bağırsaklardaki sindirimi sağlayan villus denilen yapıların bozulmasına sebep olmakta ve dolayısıyla da yiyeceklerdeki besinin emilmesini engelleyen ve ince bağırsakta hasarlar oluşturan bir sindirim hastalığıdır.

Çölyak hastası olan kişiler buğdayda arpada çavdarda ve yulafta* bulunan ve gluten olarak adlandırılan bir proteinine tahammül edememektedir.

Çölyaklı hastalar gluten içeren yiyecekler yediklerinde, onların bağışıklık sistemleri bunu ince bağırsaklara zarar vererek yanıtlar.Özellikle çok küçük ve parmak şekline benzeyen villus olarak adlandırılan ince bağırsaktaki emilimi sağlayan yapılar kaybolur(düzleşir ve görevini yapamaz hale gelir.)

Yiyeceklerdeki besinler bu villuslardan geçerek kan dolaşımı içine emilirler.Villuslar olmadan kişi ;her ne kadar yiyecek yerse yesin; beslenemez.

Vücudun kendi bağışıklık sistemine zarar vermesinden dolayı çölyak hastalığının otomatik bağışıklık sistemi rahatsızlığı olarak düşünülmektedir.Bununla birlikte ,yiyeceklerin emilememesinden dolayı sindirim rahatsızlığı olarak ta sınıflandırılabilmektedir.

Çölyak hastalığı ayrıca gluten entropatisi , celiac disease ,celiac sprue , nontropical sprue ve gluten sensitive entropathy olarak da bilinmektedir.

Çölyak hastalığı genetik bir hastalıktır,bunun anlamı kişinin ailesinde de bu hastalığın çıkması söz konusudur.Bazen hastalık bir ameliyat ,çocuk doğumu , hamilelik , viral enfeksiyon yada şiddetli duygusal stresten sonra , tetiklenebilir ;yada ilk seferde aktif olabilir.

Çölyak hastalığı kişinin yaşamının her hangi bölümünde ortaya çıkabilmektedir . Çölyak kimi kişilerde çocukluk, kimilerinde ergenlik, kimilerinde ise orta yaş grubunda ortaya çıkabilmektedir.

BELİRTİLER:
Çölyak hastalığı insanları çok değişik şekillerde etkilemektedir.Bazı insanların belirtileri çocuklukta , bazılarının yetişkinliklerinde gelişmektedir görülmektedir.

Çölyak hastalığının oluşumunda rol oynadığı düşünülen faktörlerden biriside kişinin anne sütüyle ne kadar zaman beslendiğidir.Uzun süre anne sütüyle beslenen kişilerde çölyak hastalığını belirtileri daha geç ortaya çıkmaktadır.Diğer bir faktör ise gluten içeren yiyeceklerin yenilmeye hangi yaşta başlandığı ve ne kadar gluten yenildiğidir.

Belirtiler sindirim sisteminde var olabilir yada olmayabilir. Örneğin bir kişide ishal ve karın ağrısı olabilirken diğer bir kişide aşırı sinirlilik, öfke ,veya depresyon olabilmektedir.Aslında aşırı öfke ve sinirlilik çocuklarda görülen en yaygın belirtilerden biridir.

Çölyak hastalığının belirtileri aşağıdaki maddelerden birini yada bir kaçını içerebilir;

Çok sık tekrarlanan karın ağrıları
Kronik ishal
Kilo kaybı
Açık renkli, kötü kokulu dışkı
Anemi (kırmızı kan hücrelerinin düşüklüğü)
Gaz
Kemik Ağrısı
Davranış değişiklikleri
Kaslarda kramp meydana gelmesi
Yorgunluk
Büyüme geriliği
Bebeklikte gelişim,büyüme bozuklukları
Eklemlerde ağrılar
Felç
Bacaklarda uyuşma,karıncalanma(sinirdeki hasardan)
Ağız içerisindeki açık yaralar (aphthus ulcers)
Ağrılı deri hastalığı (dermatitis herpetiformis)
Diş bozuklukları yada mine kaybı
Haddinden fazla kilo kaybından dolayı oluşan adet düzensizliği
Anemi, büyüme geriliği ve kilo kaybı beslenememenin işaretleridir. Yeterince besin alınamamaktadır. Besin alınamama herkes için çok ciddi bir problemdir ama özellikle çocuklar için böyledir. Çünkü onların düzenli gelişmesi için yeterli besine ihtiyaçları vardır. Çölyaklı bazı kimselerde söz konusu belirtiler olmayabilir. Onların ince bağırsaklarının hasarsız kısmı yeterince besin alabildiğinden belirtilerin çıkmasını önlemektedir. Bununla birlikte belirtisi olmayan insanlarda çölyak hastalığının komplikasyonlarının riski hala mevcuttur.

TEŞHİS:
Çölyak hastalığını teşhis etmek çok zor olabilmektedir. Çünkü hastalığın belirtilerinden bazıları diğer hastalıkların belirtileri ile aynıdır.(Bu hastalıklar ; Bağırsak hastalıkları, Crohn’s hastalığı , ülseratif kolit, bağırsak enfeksiyonları, kronik yorgunluk sendromları ve depresyon).

Son zamanlarda araştırmacılar çölyak hastalarının kanlarında kimi antikorların normal seviyesinden daha yüksek olduğunu keşfettiler. Vücut algıladığı yabancı maddeleri yok etmek için karşılık olarak bağışıklık sisteminden antikorları üretir. Çölyak hastalığının teşhisinde doktorlar glutene karşı oluşan antikorların seviyesi ölçmek için kan testi yapabilmektedirler. Bu antikorlar antigliadin, anti-endomysium ve antireticulin’ dir.

Eğer test sonuçları ve belirtiler çölyak hastalığını işaret ediyorsa, doktor villuslardaki hasarı kontrol etmek için ince bağırsaktan çok küçük bir doku parçası alabilir.bu yapılan işlemin adı biyopsi’dir.Biyopsi işlemi ; endoskop olarak adlandırılan ince bir tüp ağız ve mideye doğru ince bağırsağa içine sokulur ve aletin yardımıyla küçük bir doku örneği endoskopa alınır. İnce bağırsak biyopsisi çölyak hastalığını teşhis etmenin en iyi yoludur.

Çölyak hastalığının araştırılması ve hasta olabilecek kişilerin bulunabilmesi için belirti göstermeyen kişilerinde glutene karşı olan antikorların araştırılması gerekmektedir.Bununla birlikte çölyak hastalığı kalıtsal olduğundan aile üyeleri -özellikle birinci derece akrabalar- hastalık için test yaptırmalıdırlar. Çölyak hastasının birinci derece akrabalarının-ana, baba, kardeş, yada çocuklar gibi - yaklaşık %10 ‘unda ileride bu hastalık çıkması söz konusudur.

Kişinin kendisini herkesden daha iyi bildiği bir gerçektir.bu yargıya göre kesin tanı koyma aşamasına gelinmeden önce eğer kişi çölyak belirtilerin birkaçını kendinde görüyorsa bir hafta süreyle kısmen de olsa glutenli gıdalardan uzak durması kendisinin çölyaklı olup olmadığı konusunda bir fikir verebilir.Kesin tanı konma aşamasından önce doktorlar bu ; kolay ,kısa ve etkili yolu öncelikle tercih edebilmektedirler.Ama elbette kesin tanının bilinmesi, konulması şarttır.Bu da bağırsak biyopsisi ile ortaya çıkacaktır.

TEDAVİ:
Çölyak hastalığı için tek tedavi glutensiz diyet uygulamaktır. Glutensiz diyet gluten içeren tüm gıdalardan sakınmak ve onları tüketmemektir. Bir çok insan için aşağıda verilen diyet hastalık belirtilerini durduracaktır, bağırsakların zarar gören kısımlarında iyileşme gerçekleşecektir ve bağırsakların daha fazla zarar görmesi önlenecektir. Diyetin başladığı günler içerisinde iyileşmelerde başlar ve ince bağırsak genellikle tam olarak iyileşir. Bunun anlamı villusların hiç zarar görmemiş gibi olması ve (üç ile altı ay içinde) çalışmasıdır. (Bu süre yetişkinler için iki yıla kadar çıkabilmektedir.)

Glutensiz diyetin yaşam boyu sürmesi gerekmektedir. Ne kadar az olursa olsun gluten ve dolayısıyla glutenli gıdalar tüketmek bağırsaklara zarar verir.Bu çölyak hastası olan herkes için böyledir. (Çölyak hastası olan kişilerde dikkate değer bir belirti olmasa bile.) Hastalığın ilerlemesi yada glutensiz diyetin uygulanmaması çölyaklar için oldukça vahim sonuçlar doğurabilmektedir. Bu sonuçların herhalde en vahimi bağırsak kanserine yol açabilmesidir

Kişinin tanı anındaki yaşına bağlı olarak bazı problemler örneğin büyüme geriliği ve diş bozuklukları iyileşmeyebilir.

Çölyak hastalarının küçük bir yüzdesi glutensiz diyetle iyileşmeyebilir. Bu kişiler bağırsaklarına aşırı derecede zarar vermişlerdir. Öyle ki diyetlerinden gluteni yok etseler bile iyileşme olmaz.Onlar bağırsaklarından yeterli derecede besin ememediğinden toplam damar içine ilave besin almaya ihtiyaçları vardır. Kökleşmiş çölyak hastalığı için ilaç tedavisi tercih edilmektedir.

Eğer bir kişi glutensiz diyete yanıt veriyorsa doktor çölyak hastalığının tanısının kesin olduğunu bilecektir

GLUTENSİZ DİYET:
Glutensiz diyet ; buğday, arpa, çavdar, (belki) yulaf içeren tüm gıdalardan uzak durmak ve onları tüketmemektir.(ayrıca pasta, börek, çörek, baklava, bisküvi, ve benzeri birçok işlenmiş gıda)

Tüm bu sınırlamalara rağmen çölyaklı hastalar iyi ayarlanmış bir diyet ile çok çeşitli gıdalar yiyebilmektedir.(hatta pasta ve ekmek gibi) Örneğin; buğday unu yerine kişi patates, pirinç, soya, fasulye, unu, gluteni ayrılmış bugday unu kullanabilir ve bunların yapılan her türlü değişik yiyecekleri yiyebilirler.

Çölyak hastalarının yulaftan sakınmaları, uzak durmaları konusunda ihtilaf mevcuttur.Bazı kişiler bir reaksiyon olmaksızın yulaf yiyebilmektedirler.Bilim adamları çölyak hastalarının yulafa karşı toleranslarını öğrenmek için çalışmaktadırlar. Çalışmalar tamamlanana kadar çölyak hastaları yulaf yeme konusunda doktorlarının yada diyetisyenlerinin tavsiyelerini dinlemelidirler.

Sade et , balık , pirinç , meyveler ve sebzeler gluten içermezler ,bu yüzden çölyak hastaları bu gıdalardan istedikleri miktarlarda yiyebilirler.

Glutensiz diyet çok komplike ve karmaşık bir diyettir.Çölyaklı hastası kişilerin tüm hayatı etkileyecek tamamıyla yepyeni beslenme alışkanlığına ihtiyaçları vardır.Çölyaklı hastalar okullarda , işte , toplantılarda , vb. yerlerde öğle yemeği yemeyi alırken ne aldıklarına son derece dikkat etmek zorundadırlar. Eğer dışarıda yemek yenilecekse çölyaklı hastaların yiyecekleri yemeklerdeki gluten miktarını öğrenmesi ve buna göre davranması gerekmektedir.Gerekirse garson, aşçı, yada yemeği yapan her kimse yemekte gluten olup olmadığı sorulmalıdır.Ev sahibinin yada garson ,aşçının glutenin ne olduğunu bilmemesi halinde bu kişilere yemekte buğday, arpa, çavdar, yulaf unu olup olmadığı da sorulabilir.

Bununla birlikte gluteni araştırmak,hangi gıdalarda olduğunu öğrenmek çölyak hastaları için doğal bir olay haline gelmelidir.Çölyaklı hastalar hangi besin maddelerinin emin olduğunu, hangilerinin limitlerin dışına çıktığını öğrenmeleri gerekmektedir


DAĞ HASTALIĞI

Akut Dağ Hastalığı ( ADH ) ( Acute Mountain Sickness-AMS )

2500 metrenin üzerinde, kişinin hipoksik-hipobarik (az oksijenli düşük hava basınçlı) ortama yeterli toleransı gösterememesi sonucu ortaya çıkan belirtiler bütünüdür. 1850-2750 metre arasında görülme sıklığı % 20, 3000 metre üzerinde % 40 civarındadır. Herkes bu hastalığa yakalanabilir. Daha önce karşılaşmamış olmanız bir sonraki çıkışta olmayacağınız anlamına gelmez. ADH, çıkış hızına, ulaşılan yüksekliğe, uyunulan yüksekliğe ve kişisel adaptasyon yeteneğine bağlı olarak ortaya çıkar.
ADH olduğunuzu nasıl anlayacaksınız ?… Genellikle aklimatize olmadan, hızlı ve aşırı eforlu çıkışlar sonrası, genellikle 2500 metrenin üzerinde ortaya çıkar. Mutlaka baş ağrısının olması gerekir. Buna ek olarak da bulantı-kusma, yorgunluk-kuvvetsizlik, baş dönmesi-boşluk hissi, uyuma güçlüğü gibi belirtilerden en az birisi daha varsa buna Akut Dağ Hastalığı denir. Ciddi ADH durumunda günlük aktiviteler sırasında hatta dinlenme periyodunda bile nefes nefese soluma (kısa ve yüzeyel soluma-dispne) ve dengesizlik de görülebilir. Ancak unutmayın, her baş ağrısı ADH demek değildir. Yetersiz sıvıya (dehidratasyon) bağlı olarak da baş ağrısı olabilir. Bunu ayırt etmek için hemen 1 lt sıvı ve bir ağrı kesici alınır. Kısa zamanda ağrı geçerse (½-1 saat) ADH değildir.
ADH, genellikle çıkışı takiben 6-10 saat sonra başlar (1 saatte de, 24-48 saat sonra da daha az sıklıkla olmak kaydıyla başlayabilir). Kendi kendini sınırlayan-durduran bir hastalıktır. Yani dikkatli bir tedavi-program ile 2-3 gün içinde düzelir (kişi aklimatize olunca).

ADH tanısı konduktan sonra ne yapılmalıdır ?
1-Daha fazla yükseğe çıkmayın. En önemli uyulacak kural budur (altın kural). Hele belirtiler sürerken asla tırmanmayın. Çünkü ADH, YİBÖ nin daha hafif formudur. Bu şekilde devam ettiğiniz taktirde belirtiler giderek kötüleşecektir. Bu da beyin ödeminin oluşması ve yaşamınızın tehlikeye girmesi anlamına gelir.
2-Aynı yükseklikte dinlenin. Bol sıvı alın. Baş ağrısı için ağrı kesiciler (Vermidon, Novaljin, Parasetamol vb), bulantı-kusma için ilaçlar (Metpamid tb, Emedur tb vb günde 3-4 kez. Ayrıca ampul formları da vardır) alın. Bu tür ilaçlar, eğer hastalık ilerlerse belirtileri örtmeyeceği için güvenle kullanılabilir (Hastalık ilerler ve herhangi bir ilaç sayesinde bu gizlenirse birdenbire çok ciddi durumlarla karşılaşılabilir).
3-İniş her an yapılabilir. 300-500 metrelik bir irtifa kaybı belirtilerde inanılmaz bir hızla düzelme sağlar.
4-Hafif şeklinde belirtilerde düzelme olmazsa (yaklaşık 6-12 saatte), ya da daha ciddi ADH belirtilerinin varlığında, yukarıdaki önlemlere ek olarak asetazolamid (Diazomid-Diamox tb, 250 mg lık formda) isimli ilacı kullanabilirsiniz. Bu solunumu uyaran bir ilaçtır ve böbreklerden de bikarbonat (HCO3) atılımını artırır. Bu şekilde vücuda giren O2 miktarı artar (solunumun uyarılmasıyla). Asetazolamid'e aklimatizasyon sürecini çabuklaştıran ilaç da denir. Sabah 125 mg, akşam 125 mg almak yeterlidir. 6-12 saat içinde iyileşme gerçekleşmelidir. Başladıktan 2-3 gün sonra kesilir (aklimatizasyon tamamlanınca). Bu ilacın allerjik reaksiyonlar, ağız civarı ile el ve ayaklarda karıncalanma gibi yan etkileri olabilir. İlaç kesildiği zaman bu yan etkiler de süratle kaybolur. ADH varlığında Diazomid ya da Diamox alarak çıkışa devam etmek hatadır. Ya da hastalığın geçeceğini umarak, ilaç kullanmadan çıkışa devam etmek hatadır. Çünkü rahatlıkla beyin ödemi gelişebilir ve hayatı tehdit edebilir.
5-Varsa O2 kullanmak çok faydalıdır. Ancak çok yüksek irtifa dağcılığı yapmıyorsanız genellikle bulunmaz. Varsa 1-2 saat, dakikada 2-4 litre şeklinde vermek yeterli olacaktır. ADH için olmazsa olmaz değildir.

Burada yeri gelmişken Diazomid kullanımından biraz bahsetmekte fayda var. Tedavi amacı dışında çok nadir durumlarda çıkış öncesi profilaksi (problem olmadan önlemeye yönelik olarak kullanmak) amacıyla kullanılır. Bunlar:
1-Daha önceki çıkışlarda ADH'ya yakalanılmışsa,
2-Kısa zamanda süratle yükselinecekse,
3-Zorlu, süratli, çok yüklü tırmanış yapılacaksa,
4-Bir günde en az 1000 metre yükselip uyunacaksa.

Bu amaçlar için kullanım şekli şöyledir: Tırmanıştan 1 gün önce sabah ve akşam 125 mg alınır. Tırmanış başladıktan sonra 2-3 gün devam edilir ve bırakılır (aklimatizasyon tamamlandığı zamandır). Yakınmalar geçtikten sonra, genel aklimatizasyon kuralları doğrultusunda çıkış sürdürülmelidir. Bazı kaynaklarda 250 mg sabah, 250 mg akşam kullanılması (tedavi ya da profilaksi amacıyla) önerilmektedir. Ancak iki doz arasında etki açısından anlamlı fark yoktur. Aksine daha yüksek doz kullanıldığı zaman yan etkilerinin görülme oranı artmaktadır.
Kısaca toparlarsak, YİH grubundaki tüm hastalıklarda olduğu gibi ADH da hipoksik-hipobarik ortam nedeniyle vücuda giren O2 miktarındaki azalmaya bağlı olarak gelişir. Herkes her zaman yakalanabilir. Daha önce hiç yakalanmamış olmak, olmayacak anlamına gelmez. Mutlak genel kurallara uymak gerekir.
Yüksekteki her hastalığı aksi ispatlanana kadar YİH olarak kabul edin.
ADH yakınmaları varken asla tırmanmayın. Tedaviye rağmen kötüleşiyorsanız zaman yitirmeden süratle inin. Asla ADH lı birini yalnız bırakmayın.
Yüksek İrtifa Beyin Ödemi (YİBÖ) ( High Altitude Cerebral Edema - HACE )
ADH'nın son safhasıdır. Burada da sorumlu vücuttaki O2 miktarının yetersiz olmasıdır. Daha önce bahsedilen mekanizmalarla beyin dokusunda sıvı toplanmasına (beyin ödemi) ve oluşan belirtilerin tümüne birden YİBÖ denir. ADH belirtilerine ek olarak ataksi (dengesizlik, yürüme bozukluğu), oryantasyon bozukluğu (kişinin bulunulan yerin neresi olduğu, zamanın ne olduğu, kişilerin kim olduğu konusunda gerçekleri tam bilememesi durumudur), hafıza bozukluğu, halüsinasyonlar (olmayan şeylerin görülmesi), aşırı bitkinlik, konuşma bozukluğu, görme bozuklukları (çift görme, bulanık görme vb), geçici felçler ya da his kusurları görülebilir. YİBÖ genellikle yüksek irtifada, 1 hafta ya da daha fazla kalınması sonrası ortaya çıkar. Tedavi edilmemesi ölümle sonuçlanabilir. 3500 metrenin altında pek görülmez. ADH belirtileri olmadan YİBÖ olmaz (çok ekstrem durumlar hariç). Tanı için üç şey önemlidir:
1-ADH belirtileri
2-Ataksi (dengesizlik, yürüme bozukluğu)
3-Bilinç problemleri.

Şüphelendiğiniz an yapılacak yürüme testi sizi YİBÖ'ye karşı uyanık tutar. Bir ayağın topuğu diğerinin parmak ucuna değecek şekilde yapılan yürüyüş düz bir çizgi üzerinde olmalıdır. Ağır sırt çantası ve büyük dağ ayakkabıları ile bile, normalde sorunsuz yürünür. Değişik derecelerdeki bilinç bulanıklığı olmadan da YİBÖ tanısı konur. ADH belirtileri + Ataksi = YİBÖ'dür ( Mutlaka bilinç bulanıklığı olmasını beklemeyin).
Tedavi: Burada süratli hareket etmek çok ciddi, hayatı tehlikeye sokabilecek durumların önlenmesi açısından çok önemlidir. Yapılması gereken şey, gecikmeden, iyileşirim umuduna kapılıp beklemeden en kısa zamanda İNMEK'tir. Sabahı beklemek ölümle sonuçlanabilir. Mutlaka yardım edecek birileri ile inmek gereklidir. Peki ne kadar inilecek ? Bunun yanıtı çok net: Yakınmanız olmadan uyandığınız ya da uyuduğunuz son yüksekliğe kadar. Bunu hatırlamıyorsanız, en azından 500-1000 metre civarında irtifa kaybetmek gerekir. Eğer iniş, hava-hasta-yardımcı durumları uygun olmadığından hemen yapılamıyorsa, bunlar sağlanana kadar acilen tedaviye başlanmalıdır. Hemen 8 mg Dekort ampul (dexametasone'dur ve 1 ampulünde 8 mg bulunur ) kalçadan yapılır. Daha sonra her 6 saatte bir 4 mg ağızdan alınır (Dekort'un 0.50-0.75 mg lık tablet, Deksalon'un 0.75 mg lık tablet formları vardır ve ikisinde de dexametasone bulunur). O2, tabi ki varsa hayat kurtarıcıdır. Dakikada 4 lt gidecek şekilde, 4-6 saat kadar verilmelidir. Bir başka seçenek de günümüzde yüksek irtifa dağcılığı ile uğraşan hemen herkesin bildiği basınçlı O2 tedavisinin yapıldı bir takım teçhizatlar vardır. Yaygın olarak bilineni Gamow Bag'dir. Certec bag, PAC (Portable Altitude Chamber) diye de benzeri sistemler vardır. Hepsi, şişirildiği zaman silindir şeklini alan, taşınabilir, 6-7 kg ağırlığındaki düzeneklerdir. Bunların sağladığı şey bir iniş Simülasyonudur ve bu fizyolojik bir iniştir. Bu sistem varsa dexametasone ile birlikte kullanılabilir. Hastanın bunun içinde en fazla 4-6 saat kalması yeterlidir. Hasta içeri sokulup yeterli basınç elde edildikten ( 2 psi ) 10 dakika sonra yaklaşık olarak bulunulan yüksekliğin 2000 metre aşağısındaki ortam elde edilmiş olur. Çanta içinde geçirilen 2 saatlik bir süre gerçek inişi gerçekleştirmek için size 12 saatlik bir zaman kazandırır. Bazı şeylere dikkat etmek gerekir: Soğuk bir ortamda hareketsiz kısa bir süre kalmak bile kişiyi dondurabilir, bu nedenle hastanın uyku tulumu ve kıyafetleriyle içeri sokulması gerektiği unutulmamalıdır. Tam tersi, sıcak bir ortamda iseniz, hele direk güneş ışınlarına çanta maruz kalıyorsa hastayı pişirmeniz pekala mümkün olabilir.
Bu tedaviler iniş için uygun koşullar sağlanana kadar hastayı hayatta tutmak, daha iyi hissetmesini sağlamak, YİBÖ belirtilerinin şiddetini azaltmak amacıyla yapılır. Tedavi gördükten sonra çıkışa devam etmek diye bir şey asla söz konusu değildir. Mutlaka inişe geçilmesi gerekir. Ancak bundan sonra, tüm YİBÖ belirtileri ortadan kalkınca yeniden çıkış denenebilir.

Yüksek İrtifa Akciğer Ödemi (YİAÖ) - High Altitude Pulmonary Edema (HAPE)
Hipoksik ortam (O2'nin az olduğu durum), akciğer damarlarında (kılcal damarlarda) büzüşmeye neden olur. Bu da büyük akciğer damarlarındaki basıncın artmasına yol açar. Sonuçta buralardan sıvı kaçağı olarak akciğer dokusu da şişmeye başlar ve anormal sıvı birikir. Buna ve oluşturduğu tabloya YİAÖ denir.
Belirtiler, genellikle yeni bir yüksekliğe ulaşıldıktan 24 ile 96 saat içinde başlar. Genellikle geceleri başlar, egzersizle tablo daha kötüleşir. 2500 metrenin altında pek oluşmaz. Burada da ADH gibi, ortaya çıkmasını, çıkış hızı, ulaşılan ve uyunulan yükseklik ve kişisel adaptasyon etkiler. YİAÖ'ye yakalanmış kişilerin % 50'sinde ADH belirtileri, % 15'inde YİBÖ belirtileri de vardır. YİAÖ, ADH gibi hafif yakınmalarla başlar. Başlangıçta kuru öksürük, sık ve kısa nefes alıp verme, nefes alıp verirken zorlanma (dispne) , çıkış sırasında bitkinlik-yorgunluk görülür. Kalp hızı ve solunum sayısı da artar. Siyanoz (morarma) özellikle tırnaklarda görülebilir. YİAÖ ilerledikçe, öksürük giderek balgamlı hal alır, sıklaşır. Balgam köpüklü, içinde ince çizgiler şeklinde kanlı olabilir. Nefes almak vermek daha da zorlaşabilir. Kişi yarı oturur pozisyondadır. Sırt üstü tam yatamaz. Önceleri egzersizle nefes darlığı ortaya çıkarken, olay ciddileştikçe istirahatte de olur. Aşağıdaki belirtilerden en az ikisi varsa YİAÖ tanısını konmuş olur:
İstirahatte solunum sıkıntısı (sık ve kısa) Öksürük Kuvvetsizlik-egzersiz performansının düşmesi Göğüste daralma hissi Şu işaretlerden (bulgular) en az ikisi varsa yine YİAÖ tanısı konmuş olur: Islık çalar tarzda solunum Boyunda, gövdede, yüzde morarma (siyanoz) İstirahatte kalp hızının (nabız sayısı) dakikada 110'un üzerinde olması İstirahatte solunum sayısının dakikada 30'un üzerinde olması

YİBÖ geliştiği zaman akciğerlerde O2-CO2 değişimi yeterli düzeyde olmaz. Kandaki O2 miktarının iyice azalması beyin fonksiyonlarını da etkiler. Özellikle de dengesizlik (ataksi) ortaya çıkabilir. Başağrısı genellikle vardır. Kan O2'sinin giderek azalması, vücutta yaygın morarmaya (siyanoz), beyin fonksiyonlarının daha da kötüleşmesine ve hatta ölüme bile yol açabilir.
Tedavi: Altın kural süratle inişe geçmektir ve hayat kurtarır. En az 600 metre inmek tabloda belirgin iyileşme sağlar. Belirtiler geçtikten sonra hemen yeni bir tırmanış söz konusu olamaz. Aşağı yukarı organizma 2 hafta içinde eski konumuna dönmüş olur. Ama 1-2 gün içinde hemen hiç belirti kalmaz.
İniş hemen gerçekleştirilemiyorsa:
1-Hasta sıcak tutulmalıdır. Soğuk, bir kaç mekanizma ile tablonun daha da ağırlaşmasına neden olur (Hem akciğer damar basıncını artırarak akciğere sıvı kaçağını artırır, hem de vücudu normal ısısında tutmak için daha çok O2 harcanmasına neden olur).
2-O2 hayat kurtarıcıdır. Akciğer atardamar içi basıncını % 30-50 oranında azaltır. Dakikada 4-6 litre gidecek şekilde verilmelidir. Süre yaklaşık 4-6 saat kadardır.
3-O2'in yokluğunda Nifedipine isimli bir ilaç kullanılır (Bu da akciğer atardamar içi basıncını % 30 azaltır, kandaki kısmi O2 basıncını fazla artırmaz). Türkiye'de Adalat tablet 10 mg, Kardilat retard tablat 20 mg, Nidilat kapsül 10 mg şeklinde çeşitli isim ve formları vardır. Hemen 10 mg lık Nidilat kapsül (içinde sıvı şeklindedir) bir iğne yardımıyla delinir ve dil altına sıkılır (kişi olabildiğince yutmadan ağzında tutmalıdır). Daha sonra 10 mg lık bir tablet hemen ağızdan alınmalıdır. Ve sonra 12 saatte 30 mg, ya da 4 saatte bir 10 mg şeklinde kullanmaya devam edilmesi gerekir. Eğer O2 varsa, Nifedipine kullanılmaz, gerek yoktur.
4-Hiperbarik O2 tedavisi (Gamow Bag, Certec Bag, PAC): YİAÖ için 2-4 saatlik toplam tedavi süresi yeterlidir. Her saat hasta çıkartılıp durumu kabaca değerlendirilmelidir. Bu, dramatik bir şekilde geçici iyileşme sağlar.
5-İstirahat doğal olarak çok önemlidir. Egzersiz, akciğer atardamar içi basıncını artırır.Ayrıca ekstra O2 harcanmasına neden olur. Bazı ilaçlar YİH'de durumu kötüleştirdikleri için kullanılmamalıdırlar. Alkol, uyku ilaçları, narkotik ağrı kesicilerin (morfin vb) kullanılması kesinlikle yanlıştır.


YİAÖ tedavi edilmezse % 40'lara varan oranda ölüm riski vardır. Daha önceki tırmanışlarda YİAÖ geçirmiş kişiler, uygun aklimatize olmazlarsa, özellikle 4500 metrenin üzerine çıkılacaksa, tekrar yakalanma olasılığı % 50'ler civarındadır. Ciddi bir YİAÖ'ye yakalanmış kişi mutlaka sonunda hastanede kontrol altına alınmalıdır ve tüm yaşamsal fonksiyonları değerlendirilmelidir. Eğer hafif düzeyde atlatılmışsa ve yeniden çıkş yapılacaksa, Nifedipine profilaksisi (problem oluşmadan koruyucu olarak önceden uygulamak) yapılarak gerçekleştirilmelidir. Çıkışın başlamasıyla birlikte 20-30 mg, 12 saatte bir ağızdan alınmalıdır.

Sonuçta genel olarak bazı kurallara uymak tırmanışın zevkli, başarılı ve güvenli olması açısından çok önemlidir: Ve Yüksek İrtifa Hastalığının tek kesin tedavisinin İNMEK olduğunu asla unutmayın.


Dr.Umut BEKTAŞ
Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı
Dağcı



dalak büyümesi splenomegali

Alternatif isimler

Splenomegali

Tanım

Dalağın büyümesidir.

Doktorunuza başvurun

dalak büyümesi çoğunlukla fizik muayene sırasında doktorunuz tarafından saptanır.

Nedir

Dalak lenf sistemi ve immün sistemin bir üyesi olup beyaz kan hücrelerinin dolaşımı , kırmızı kan hücrelerinin üretimi ve korunmasında görevlidir.

Dalağın çok çeşitli fonksiyonları olduğu için , kan veya lenf sistemini içeren birçok hastalıkta , enfeksiyon , tümör , karaciğer hastalığı ve parazitlerle ilgili durumlarda etkin rol oynayabilmektedir.

Sık rastlanan nedenleri enfeksiyöz mononükleoz ( EBV ye bağlı ) hemolitik anemiler talasemiler hemoglobinopatiler glukoz 6 fosfat dehidrogenaz eksikliğine bağlı hemolitik anemi idyopatik otoimmün hemolitik anemi immün hemolitik anemi sarkoidoz sklerozan kolanjit bakteryel enfeksiyonlar viral enfeksiyonlar parazitik enfeksiyonlar siroz ( portal ven obstrüksiyonu , portal hipertansiyon ) lösemi Hodgkin hastalığı lenfoma Wilson hastalığı kistik fibroz bilyer atrezi enfeksiyöz mononükleoz ( CMV ye bağlı ) kedi tırmığı hastalığı orak hücreli splenik kriz

NOT : Dalak büyümesinin başka sebepleri de vardır. Bu liste hepsini içermemektedir. Sebepler hem kişinin yaşı , cinsiyeti hem de belirtinin özelliği , zamanı , kötüleştiren faktörler , iyileştiren faktörler ve beraberindeki şikayetler gibi spesifik karakterleriyle değişiklik gösterebilir.

İlk yaklaşım

büyümüş dalağın rüptürü ( yırtılması ) özellikle enfeksiyöz mononükleozda olmak üzere diğer birkaç splenomegali sebebi olan durumda da meydana gelebilir. Aktif sporları içeren aktivitelerin sınırlandırılması , dalak rüptürüne neden olabilecek travmalardan korumada yardımcı olabilir.

splenomegali yapan sebeplerin özel durumları için tedavi gerekebilir. Doktorunuz uygun tedavi konusunda gerekli bilgiyi size verecektir.

Muayene sırasında sorulabilecek sorular

Tıbbi hikaye alınır ve fizik muayene yapılır.

Tıbbi hikaye soruları şunları içerebilir :

dalak büyümesi ne zaman başladı ?

probleminizin farkında mıydınız yoksa fizik muayene sırasında doktorunuz tarafından mı tespit edildi ?

başka belirtiler var mı ?

Tanısal testler şunları içerebilir :

karın filmi

tam kan tahlili

sebeplere yönelik testler


delidana hastalığı deli dana BSE bovine spongiform encephalopathy

Son gunlerde gundemde olan, Ingilizcesi ile mad cow disease olarak adlandirilan deli dana, deli inek, deli bas hastaligi gibi isimlerle de bilinen bovine spongiform encephalopathy (BSE), yani sigirlarda gorulen beyin hastaligi oldukca yeni bir hastalik ol up, durus, haraket, duyu bozukluklari ve beyindeki sungerimsi degisikliklerle kendini gostermektedir. Hastalik ilk kez 1986 yilinda Ingiltere'de tanimlanmistir. Calismalarda, 1985 yilinda Ingiltere'de cok az sayida BSE vakasi olustugu bildirilmistir. Giderek artis gosteren sigir hastaligi Ingiltere ve bazi Bati Avrupa ulkelerinde rastlanmakta olup, 1993 yili ortalarina kadar Ingiltere, Iskocya ve Galler bolgesinde yaklasik 100.000 vaka tespit edilmistir.

Hastaligin etmeni tam olarak tanimlanamamis olup, kulucka suresinin cok uzun olmasi, isiya karsi cok yuksek dayanikliligi ve vucutta etken immun sistemini uyarmadigindan bagisiklik olusumu ve antikor olusumunun olmamasi gibi bir cok biyolojik, fiziksel ve kimyasal karakterleri virus ozelligine uymamaktadir. BSE ve ayni gruptaki diger insan ve yillar alisilmamis virusler olarak tanimlanmalarina neden olmustur. Bugun bu gruptaki ajanlar icin prion tanimlamasi yapilmaktadir. Hastaligi da prion'un protein kisminin tasidigi dusunulmektedir. Hastaligin ana nedeni koyunlarda rastlanan scrapie hastaliginin etmeninin sigirlara bulasmasidir. Bulasma dogrudan hayvandan hayvana olmamakta, Scrapie hastaligi gorulen koyunlardan elde edilen et-kemik unu, et unu ve kemik ununun sigir yemlerinde kullanilmasi sonucu bu yemle beslenen sigirlarda meydana geldigi anlasilmistir. Hasta koyunlarin ic organlari ve kemiklerinin daha yogun bulasi kaynagi oldugu da belirlenmistir. Sigirlarda en fazla BSE vakasi Holstein Friesian (siyah alaca) sut ineklerinde gorulmustur. Fakat epidemik olaylara bakildiginda sigirdan sigira gectigine dair yeterli bilgi yoktur.

Ingiltere disinda Irlanda, Isvicre, Fransa, Umman, Falkland Adalari, Portekiz, Italya, Almanya, Kanada ve Danimarkada az sayida BSE vakasi bildirilmistir, ancak bunlarin Ingiltereden ithal edilen canli hayvanlar veya hayvan yemlerinde kullanilan et-kemik unuyla iliskili oldugu gorulmustur. Hastaligin bulasmasi hakkindaki veriler, hastaligin sigir irklarina ve genetik faktorlerine bagli olmadigina, ayrica sigir ithalati, spermanin kullanilmasi veya suruler arasi hayvan hareketleriyle iliskili olmadigina dikkati cekmistir. Ingiltere'de hastaligin cikisi et-kemik unu ureten rendering tesislerinde 1980'den sonra yapilan uretim yontemi degisikligine baglanmistir. Ekonomik sebepler nedeniyle, et-kemik unu yapilmasi sirasinda uygulanan isinin dusurulmesi, Ingiltere koyunlarinda yaklasik 200 yildir yaygin olarak gorulen scrapie'nin (bir baska prion hastaligidir) sigirlara bulasmasini saglamistir. Daha sonra hastaliga yakalanan sigirlardan uretilen et-kemik ununun diger sigirlara yedirilmesi sonucu buyuk salgin patlak vermistir.

BSE salgini ile paralel olarak Ingiltere'de vahsi yasam parklari ve hayvanat bahcelerinde bir kac hayvan turunde benzer sungerimsi beyin hastaligi gorulmustur. Ayrica kedilerde de benzer bir enfeksiyon saptanmistir. Ancak bunlarin en erken 1990'da tespit edilmesinden dolayi scrapie'den degil, BSE'den kaynakli oldugu dusunulmustur.

Bir turun enfeksiyonunun, baska bir turun enfeksiyonunu getirmesi seklinde gelisen bu durum, BSE'li, sigirlarin insanlar icinde enfeksiyon kaynagi olabilecegini dusundurmustur. BSE'nin ortaya cikmasiyla birlikte insanlarda gorulen Creutzfeldt-Jakob Sendromunda bir artis gozlenmis ve arasinda bir iliski olabilecegi dusunulmustur. Fakat BSE'nin bir zoonoz (hayvandan insana gecen hastalik) olduguna dair delil yoktur. Zoonoz karakter gostermesi olasiligina karsi onlem alinmaktadir.

Ingiliz hukumeti 1988'de cift tirnakli hayvan urunlerinden elde edilen yem maddeler ile sigirlarin beslenmesini, 1990 yilinda da evcil hayvan mamalarina belirli sigir sakatatlarinin girmesini yasaklamistir. Insan sagligini korumak icin supheli hayvanlarin zorunlu kesimleri ve imhalari saglanmistir ve bunlarin sutlerinin kullaniminda yasaklanmistir. Avrupa Toplulugu Komisyonu da Temmuz 1988'den once dogan tum canli sigirlarin Ingiltere'den ithalini yasaklamistir. Bu kararlar BSE'nin halk sagligi uzerindeki riskleri ve sigirlardaki salginin seyrini guvence altina almak icin alinmistir.

Ulkemiz koyunlarinda scrapie hastaligina rastlanmamakta olup, sigirlarda da BSE hastaligi gorulmemistir. Soz konusu ulkelerden et, et-kemik unu, kemik unu ve deri ithali yasaklanmistir. Resmi kayitlara gore anilan ulkelerden daha once ithalat yapilmadigi bilinmektedir. Ingiltereden 40 ton kemiksiz et ithali yapildigi soylenmekle birlikte, ithal etin sucuk ve salam-sosis gibi et urunlerine islendigi varsayilmaktadir. Ithal etin BSE supheli olabilecegini soylemek de guctur.

Bu bilgiler TUBITAK, Hacettepe Universitesi kutuphaneleri ve bilgi islem merkezleri, Ankara Universitesi Veteriner Fakultesi kutuphanesinden yararlanilarak hazirlanmistir.



Demans : Bunama

Demans Nedir, Demanslı Kime Denir

Kişide ilerleyen yaş ile , beyindeki bir takım değişmeler sonrası oluşan bellekte bozulma (yakın döneme ait hafızada güçlükler) yanısıra, konuşma, söylenen şeyleri ya da daha önce bilinen şeyleri yapamama, çevresindeki eşya ve varlıkları tanıyamama; hesaplama, plan yapma, yürütme, sorunları çözme, davranışları yeri geldiğinde sonlandırabilme, uygun yargıda bulunma gibi daha çok beynin frontal bölgesine ait becerilerde kayıplar ile kendini gösteren ilerleyici bir rahatsızlıktır.
Hangi yaş grubunda , ne oranda görülmektedir?
65 yaş üzerindeki grubun % 2-4'ünde, 85 yaş üzerinde ise % 20 oranında görülmektedir
Bu duruma neden olan rahatsızlıklar
Yaklaşık olarak % 60 kadarı Alzheimer dediğimiz rahatsızlıktan dolayı,%10-20'si beyin damar hastalıkları ve tıkanmaları, tekrarlayan felçlerden ötürü, % 10'u alkole bağlı, geri kalanı ise travma,ilaç zehirlenmeleri, kafa içindeki tümörler, abse ve diğer vücut hastalıkları (bazı vitamin eksiklikleri, tiroid, paratiroid ,böbrek üstü bezleri, karaciğer, böbrek, hipofiz hastalıkları gibi) sonrası oluşmaktadır
 

HTML

Üst