MG_eVİL
New member
- Katılım
- 20 May 2008
- Mesajlar
- 3,623
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Batı kulübü karşıtlığı, evrensel çağdaş değerlere, laikliğe karşıtlık, ılımlı İslamcılık, aşırı dinî muhafazakârlık ve benzeri tanımlamaların sahibi Milli Görüşçülerle ilk kez 1960'ların ikinci yarısında tanıştım. Devlet Planlama Teşkilatı'na (DPT) müsteşar olduğunda Turgut Özal'ın değiştirmek istediği ortanın solundakilerden biriydim. Kısa süre içinde üst düzey görevlere dindarlıklarını işlerine ve iş yerine sokan arkadaşlarını getirdi. Basında, "Takunyalılar" denenlerin çoğu önce Adalet Partisi'nde (AP) sonra da Erbakan Hoca'nın Milli Selamet Partisi'nde (MSP) politikaya girdiler.
12 Mart müdahalesi sonrası Ecevit'in "bu düzen değişmelidir" anlayışı benim gibi çok genç insanın ilgisini çekti. 1973 seçiminde, sosyal demokrat CHP'de başlayan politikacılığım, milli görüşçüleri daha yakından tanımama fırsat verdi. CHP-MSP Koalisyon hükümeti 100 gün süren tartışmalardan sonra 1974 Şubat ayında meclisten güvenoyu alarak göreve başladı. MSP'nin önde gelen ilk beş milletvekilinin katıldığı koalisyon protokolü ve hükümet programını hazırlayan komisyonun CHP'li beş kişisi arasında Deniz Baykal'la birlikte ben de vardım. Kurulan 1. Ecevit Koalisyon Hükümeti'nin kabinesinde de olmam, milli görüşün amaç, hedef ve kadrosunu gerçek yüzüyle daha yakın tanımamın açısını genişletti.
12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan ve 28 Şubat 1997'ye kadar süren Milli Görüşün yükseliş sürecinde bu kadro ile ilişkim devam etti. Açılıp kapanarak, ama bu güne kadar daha da güçlenerek süren politik yaşamlarında, temel varsayımlarını, önyargılarını, önceliklerini, ilkelerini, hedeflerini ve amaçlarını, tersini söyleseler de hiç değiştirmediler. Bu yazımda altını çizmek istediğim bunlardan birisi de, CHP ile tersleşmemek, karşı düşmemek, olabildiğince desteğini almak ya da laikliğe duyarlı güçler karşısında koruyucu tavrını yanlarında hissetmek.
Bu yargımı yaratan ve doğrulayan çok sayıda olayın ve görüşmenin içinde oldum. Önemlilerinden ilkini, Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Ecevit'in koalisyon hükümetini bozmasında gördüm. O hükümetin sürmesi için Erbakan Hoca çok çaba gösterdi. Bakanlarından Korkut Özal'la birlikte beni de Başbakan Ecevit'i kararından çevirmeye gönderdi. İnandırıcı olmak için laik demokratik cumhuriyet ilkelerine bağlılığı konusunda Ecevit'in kaygılarını gidermek için şiddetli bir ısrarın içindeydi.
CHP'ye dayanma konusundaki yargımı pekiştiren önemli bir olayı da Erbakan Hoca 1995 seçim sonrası Başbakanlık görevini aldığında yaşadım. Oğuzhan Asiltürk'le birlikte CHP ile görüşmeye geldi. Genel Başkan Baykal'ın yanında yardımcısı olarak ben vardım. Tansu Çiller ile anlaşmışlar ve REFAH-DOĞRUYOL koalisyonu güvenoyu alabilir olmuştu. Hoca ısrarla CHP'yi de koalisyona katmak istiyordu. Hoca'nın saatler süren ısrarının temel gerekçesi, koalisyonun sürekli olması ve bir kazaya uğramaması için CHP'yi yanında koruyucu kalkan olarak görmesiydi.
Tayyip Erdoğan'ın önderliğinde 2002'de başlayan bu son süreçte de AKP, laik demokratik cumhuriyet çizgisinde kalma baskısı karşısında CHP'yi arkasında görmek istedi. Yasağının kaldırılması ve Siirt'ten milletvekili seçilmesi CHP Genel Başkanı'nın demokratik duyarlılığının sayesinde olmuştur.
CHP Genel Başkanı'nın bu tavrı, 2007'deki cumhurbaşkanlığı seçimine kadar sürdü. Üç yıldır tırmanan ve AKP'nin mağdur rolünü oynadığı gerginlik ortamının, hem nedeni hem de yaratıcısı Başbakan Erdoğan'dır. Çünkü 2007'de aldığı yüzde 47 oyuna dayanarak artık CHP ile uzlaşmayı tümüyle terk etti. Nedeni, hiçbir zaman değişmeyen hedef ve amaçlarının önündeki engelleri tek başına ezip ya da aşıp geçebileceğini sanmasıydı.
Başbakan Erdoğan'ın "normalleşme" dediği bu politikası, laik demokratik cumhuriyetin en önemli kurumlarını hem kendi içinde hem de aralarında tam bir güven bunalımına sürükledi. Bu sorumsuzluğa karşın Anayasayı istedikleri gibi değiştirmedikçe, hedeflerine ulaşamayacaklarını gördüler. Geçmiş deneyleri, sinsi ve gizli hesapları için CHP'nin önemini bir kez daha önlerine getirdi.
Bu nedenle, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, "siyasi partilerin camiye, kışlaya ve mahkemeye girmemesi gerekir. Askerin siyasete müdahalesi karşısında en büyük güvence CHP'dir" sözlerini, AKP'nin sözcüleri kendileri için çok önemli ve olumlu karşıladılar. Bu sözleriyle, Baykal'ın "partisine ince ayar yapmak istediğini(!)" yorumladılar. Oysa 12 Mart 1971'den beri, başta 12 Eylül 1980 darbesi olmak üzere, demokrasiye karşı atılan her adım, karşısında önce CHP'yi bulmuştur. İnce ayar diye, değişiyor izlenimi vermek istedikleri Baykal da, generallerin verdiği muhtıraya karşı çıktığı 13 Mart 1971'den bu yana halkın oyu dışında hiçbir güce boyun eğmemiştir. Bunu dün Erbakan Hocası'nın bildiği kadar bugün de talebesi R. T. Erdoğan iyi bilir. Milli görüşçüler gerçekten değiştilerse ve demokratikleşme konusunda içtenlikli iseler, CHP'ye her zamandan daha çok ihtiyaçları olduğunu yüreklice ve inandırıcı bir şekilde görmeliler.
..::EROL ÇEVİKÇE::..
12 Mart müdahalesi sonrası Ecevit'in "bu düzen değişmelidir" anlayışı benim gibi çok genç insanın ilgisini çekti. 1973 seçiminde, sosyal demokrat CHP'de başlayan politikacılığım, milli görüşçüleri daha yakından tanımama fırsat verdi. CHP-MSP Koalisyon hükümeti 100 gün süren tartışmalardan sonra 1974 Şubat ayında meclisten güvenoyu alarak göreve başladı. MSP'nin önde gelen ilk beş milletvekilinin katıldığı koalisyon protokolü ve hükümet programını hazırlayan komisyonun CHP'li beş kişisi arasında Deniz Baykal'la birlikte ben de vardım. Kurulan 1. Ecevit Koalisyon Hükümeti'nin kabinesinde de olmam, milli görüşün amaç, hedef ve kadrosunu gerçek yüzüyle daha yakın tanımamın açısını genişletti.
12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan ve 28 Şubat 1997'ye kadar süren Milli Görüşün yükseliş sürecinde bu kadro ile ilişkim devam etti. Açılıp kapanarak, ama bu güne kadar daha da güçlenerek süren politik yaşamlarında, temel varsayımlarını, önyargılarını, önceliklerini, ilkelerini, hedeflerini ve amaçlarını, tersini söyleseler de hiç değiştirmediler. Bu yazımda altını çizmek istediğim bunlardan birisi de, CHP ile tersleşmemek, karşı düşmemek, olabildiğince desteğini almak ya da laikliğe duyarlı güçler karşısında koruyucu tavrını yanlarında hissetmek.
Bu yargımı yaratan ve doğrulayan çok sayıda olayın ve görüşmenin içinde oldum. Önemlilerinden ilkini, Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Ecevit'in koalisyon hükümetini bozmasında gördüm. O hükümetin sürmesi için Erbakan Hoca çok çaba gösterdi. Bakanlarından Korkut Özal'la birlikte beni de Başbakan Ecevit'i kararından çevirmeye gönderdi. İnandırıcı olmak için laik demokratik cumhuriyet ilkelerine bağlılığı konusunda Ecevit'in kaygılarını gidermek için şiddetli bir ısrarın içindeydi.
CHP'ye dayanma konusundaki yargımı pekiştiren önemli bir olayı da Erbakan Hoca 1995 seçim sonrası Başbakanlık görevini aldığında yaşadım. Oğuzhan Asiltürk'le birlikte CHP ile görüşmeye geldi. Genel Başkan Baykal'ın yanında yardımcısı olarak ben vardım. Tansu Çiller ile anlaşmışlar ve REFAH-DOĞRUYOL koalisyonu güvenoyu alabilir olmuştu. Hoca ısrarla CHP'yi de koalisyona katmak istiyordu. Hoca'nın saatler süren ısrarının temel gerekçesi, koalisyonun sürekli olması ve bir kazaya uğramaması için CHP'yi yanında koruyucu kalkan olarak görmesiydi.
Tayyip Erdoğan'ın önderliğinde 2002'de başlayan bu son süreçte de AKP, laik demokratik cumhuriyet çizgisinde kalma baskısı karşısında CHP'yi arkasında görmek istedi. Yasağının kaldırılması ve Siirt'ten milletvekili seçilmesi CHP Genel Başkanı'nın demokratik duyarlılığının sayesinde olmuştur.
CHP Genel Başkanı'nın bu tavrı, 2007'deki cumhurbaşkanlığı seçimine kadar sürdü. Üç yıldır tırmanan ve AKP'nin mağdur rolünü oynadığı gerginlik ortamının, hem nedeni hem de yaratıcısı Başbakan Erdoğan'dır. Çünkü 2007'de aldığı yüzde 47 oyuna dayanarak artık CHP ile uzlaşmayı tümüyle terk etti. Nedeni, hiçbir zaman değişmeyen hedef ve amaçlarının önündeki engelleri tek başına ezip ya da aşıp geçebileceğini sanmasıydı.
Başbakan Erdoğan'ın "normalleşme" dediği bu politikası, laik demokratik cumhuriyetin en önemli kurumlarını hem kendi içinde hem de aralarında tam bir güven bunalımına sürükledi. Bu sorumsuzluğa karşın Anayasayı istedikleri gibi değiştirmedikçe, hedeflerine ulaşamayacaklarını gördüler. Geçmiş deneyleri, sinsi ve gizli hesapları için CHP'nin önemini bir kez daha önlerine getirdi.
Bu nedenle, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, "siyasi partilerin camiye, kışlaya ve mahkemeye girmemesi gerekir. Askerin siyasete müdahalesi karşısında en büyük güvence CHP'dir" sözlerini, AKP'nin sözcüleri kendileri için çok önemli ve olumlu karşıladılar. Bu sözleriyle, Baykal'ın "partisine ince ayar yapmak istediğini(!)" yorumladılar. Oysa 12 Mart 1971'den beri, başta 12 Eylül 1980 darbesi olmak üzere, demokrasiye karşı atılan her adım, karşısında önce CHP'yi bulmuştur. İnce ayar diye, değişiyor izlenimi vermek istedikleri Baykal da, generallerin verdiği muhtıraya karşı çıktığı 13 Mart 1971'den bu yana halkın oyu dışında hiçbir güce boyun eğmemiştir. Bunu dün Erbakan Hocası'nın bildiği kadar bugün de talebesi R. T. Erdoğan iyi bilir. Milli görüşçüler gerçekten değiştilerse ve demokratikleşme konusunda içtenlikli iseler, CHP'ye her zamandan daha çok ihtiyaçları olduğunu yüreklice ve inandırıcı bir şekilde görmeliler.
..::EROL ÇEVİKÇE::..