CHP'nin bittiği an!

Dikkatli oku, senin yazmadığın ne malum dedim, senin yazdığını direkt iddia etmedim. Bu magazin konusu değil, herhangi bir yerden kaynak gösteremezsin. Söylediklerinde eğer yalanlarsa dehşet iftiralar, gerçeklerse ağır ithamlar var. Bana hepimizin güvenebileceği bilinen bir tarih adamımızdan mesela İlber Ortaylı' nın varsa sitesi, orada da bu konulara değiniliyorsa verirsin linki, biz de gidip bakarız (atıyorum ilberort.com falan neyse) Eğer hakikaten dediğin gibi ise meseleler, ben o zaman ikna olurum.
 
Dikkatli oku, senin yazmadığın ne malum dedim, senin yazdığını direkt iddia etmedim. Bu magazin konusu değil, herhangi bir yerden kaynak gösteremezsin. Söylediklerinde eğer yalanlarsa dehşet iftiralar, gerçeklerse ağır ithamlar var. Bana hepimizin güvenebileceği bilinen bir tarih adamımızdan mesela İlber Ortaylı' nın varsa sitesi, orada da bu konulara değiniliyorsa verirsin linki, biz de gidip bakarız (atıyorum ilberort.com falan neyse) Eğer hakikaten dediğin gibi ise meseleler, ben o zaman ikna olurum.


Valla arkadaşım senin ikna olup olmaman benim hiç mi hiç umrumda değil...Senin İlber Ortaylıdan başka bildiğin tarihçide yok sanırım neyse...

Bak arkadaş...Ben Yörük Türk'lerinden geliyorum...Benim kökenim Öz Türk'tür...Ve Yavuz Sultan Selim, büyüklerimiz tarafından nefretle anılır...Bizim bir kısmımız Azerbaycan'a kaçarak onun zuldümden kurtuldu...Benim bahsettiğim şeyler iftira değil tarihin en acı gerçekleridir....Ve tarih orta okul kitaplarında yazdığı gibi değildir....Benim çok sağlam kaynaklarım var....Ama ne yaparsam yapayım size kabul ettirmem mümkün olmadığından bunları sizlerle paylaşmama değmez..Zira onlara da inanmayacaksınız..Ayrıca elimdeki kaynaklar yazılıdır...Yani tarih kitapları ve makalelerdir..O yüzden sizin için elle yazma zahmetine hiç değmez....Yazdıklarıma ister iftira de, ister ağır ithamlar de gerçekler asla değişmez....Ben Yavuz Sultan Selimi nefretle anacağım...
 
Bu Deniz Baykal a ne dersiniz adam tek başına bütün solu bitirdi... Koltuğunu da kimseye vermiyo...
 
bazı arkadaşlar yeni oldukları için burda bizim en az 50 kere tartıştığımız şeyleri,sanki çok yeni çok şaşılacak konular gibi gösteriyorlar,
-yok paradan atatürk kalkmış,inönü konmuş
-yok chpliler şuna cevap versin bilmem ne gibi,

yavuz konusu da bunlardan biri,yavuzun yeryüzünde yaşamış en zalim,katil,acımasız insanlardan biri olduğu türk tarihinin yüz karası olduğu anadoluda yaşlı bebek demeden binlerce insanımızı katlettiğini bu forumda defalarca dile getirmiştik zaten,oğlu kanuni bile babasından nefret ederdi,yavuz nerdeyse 80 yaşındaki vezirini,üstelik de yanılmıyorsam çocukken kendisine hocalık yapmış vezirini bile bi anlık sinirle öldürtebilecek kadar piskopat biridir,tipik ruh hastasıdır.

yani endişelenmeye gerek yok,yavuz sultan türkmen katilidir,dolayısıyla her türkün lanetle anması gereken biridir,chp nin yazdıklarında yanlış birşey yok,altına imzamı atarım.

oyumu baraj problemi kalkana kadar her seçimde chp ye vereceğim,elim kopsa ayağımla basarım oyumu chp ye,ve vicdanım da gayet rahat,bence vicdan azabı duyması gereken birileri varsa çoluğunun çocuğunun kaderini %47 le hırsızların,hainlerin,işbirlikçilerin eline bırakanlardır.
 
Soyunu İnkar Eden,Hakaret EDen peachtir diye bir söz wardır..

Anlayana Sivrisinek saz Anlamayana DavuL Zurna Az...
 
bazı arkadaşlar yeni oldukları için burda bizim en az 50 kere tartıştığımız şeyleri,sanki çok yeni çok şaşılacak konular gibi gösteriyorlar,
-yok paradan atatürk kalkmış,inönü konmuş
-yok chpliler şuna cevap versin bilmem ne gibi,

yavuz konusu da bunlardan biri,yavuzun yeryüzünde yaşamış en zalim,katil,acımasız insanlardan biri olduğu türk tarihinin yüz karası olduğu anadoluda yaşlı bebek demeden binlerce insanımızı katlettiğini bu forumda defalarca dile getirmiştik zaten,oğlu kanuni bile babasından nefret ederdi,yavuz nerdeyse 80 yaşındaki vezirini,üstelik de yanılmıyorsam çocukken kendisine hocalık yapmış vezirini bile bi anlık sinirle öldürtebilecek kadar piskopat biridir,tipik ruh hastasıdır.

yani endişelenmeye gerek yok,yavuz sultan türkmen katilidir,dolayısıyla her türkün lanetle anması gereken biridir,chp nin yazdıklarında yanlış birşey yok,altına imzamı atarım.

oyumu baraj problemi kalkana kadar her seçimde chp ye vereceğim,elim kopsa ayağımla basarım oyumu chp ye,ve vicdanım da gayet rahat,bence vicdan azabı duyması gereken birileri varsa çoluğunun çocuğunun kaderini %47 le hırsızların,hainlerin,işbirlikçilerin eline bırakanlardır.


Bende Yavuz sultan selimin çok büyük Türkmen katliamı yaptığını söylüyorum ama adamlar yaptıklarına inanmıyorlar bu adamın...Eyvallah kardeşim...

Yavuz Sultan Selim Türk katilidir.....Onu nefretle anacağız....
 
Bende Yavuz sultan selimin çok büyük Türkmen katliamı yaptığını söylüyorum ama adamlar yaptıklarına inanmıyorlar bu adamın...Eyvallah kardeşim...

Yavuz Sultan Selim Türk katilidir.....Onu nefretle anacağız....

arkadaşım yavuz sultan selim hakkında türklere katliam yaptı diye bir iddia yoktur.alevilere katliam yaptı iddiası vardır. ilk önce bunu bilmek lazım..sen nefret edebilirsin ama ona türk katili damgasını vuramazsın...

işte bu iddia:
Bir iddiaya göre Yavuz Sultan Selim'in talimatıyla Anadolu'da 40.000 alevi öldürülmüştür[39][40].
Safevi döneminde Kızılbaş askeri

Bu görüşe katılmayan bazı akademisyenler bu sayının gerçeklikten uzak olduğuna inanır. Tarihçi Mustafa Akdağ, “Yavuz Sultan Selim'in o zaman, Kızılbaş mezhepli 40.000 kişi öldürttüğü hakkında tarihlere geçmiş bir rivayet vardır… Ancak, biz bunu pek şişirilmiş bir sayı bulmaktayız. Çünkü, bu Padişah devrine ait pek çok mahkeme defterleri hâlâ elimizdedir. Bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunlu idi.” diyerek bu iddiaların gerçekçi olmadığını ifade etmektedir[41].

Sayıyı abartılı bulan bir diğer tarihçi Robert Mantran ise şöyle ifade ediyor, "Göründüğü kadarıyla, bu “büyücü avı”, özellikle olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşıları öldürmekten ibaret kaldı. 1513 ya da 1514'te olan 40.000 sapkının kırılması efsanesinin destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde; sayılar karşısında doğulu baş dönmesiyle alabildiğine damgalı görünüyor bu.” [42][43].

Diğer yandan, alevilerin öldürüldüğü görüşünü destekleyen akdemisyenler ise, Yavuz Sultan Selim'in şeyhülislamı olan Müftü El Hamza'nın 1512 tarihli Kızılbaşlarla ilgili bir fetvasını göstermekte ve bu fetvanın katliamların izni olduğuna inanmaktadır. İddia edilen Müftü El Hamza'nın Kızılbaşlarla ilgili fetvası:

"Müslümanlar! Bilin ve öğrenin ki şu Kızılbaş toplumunun başkanları Erdebil-oğlu Şah İsmail'dir. Peygamberimiz aleyhisselâmm şerîatini ve sünnetini ve İslam dinini ve din bilgisini ve Kur'ân'ı küçümsedikleri ve de Allah Tâlâ'nın haram kıldığı günahlara helâldir dedikleri ve Kur'ân-ı ve Mushafları ve şerîat kitaplarını hor görüp ateşte yaktıkları ve de bilginlere ve dindarlara ihanet edip öldürüp mescitlerini yaktıkları ve de pis başkanlarını Tanrı sayıp secde ettikleri ve de Hz. Ebu Bekir'e ve Hz. Ömer'e sövüp halifeliklerini inkar edip sövdükleri ve de peygamberimizin şeriatını ve İslâmı yok etmeye kast ettikleri, bu anılan ve de bunların Şeriata karşı söz ve davranışları bu fakire ve diğer İslâm âlimlerine göre tevatürle bilinip açıkça belli olduğundan biz dahi şeriat’ın hükmü ve kitaplarımızın nakli ile fetva verdik ki adı geçen toplum Kızılbaşlar-Kâfir ve dinsizdirler ve de her kimse ki onlara uyup o sapık dinlerine razı ve yardımcı olurlarsa onlar da kâfir ve dinsizlerdir. Bunları dahi öldürüp, toplumlarını darmadağın etmek tüm Müslümanlara vacip ve farzdır. Müslümanlardan ölen said ve şehid olup cennete girer ve onlardan ölen aşağılık cehennemin dibindedir, bunların hâli kâfirlerin hâlinden daha fena ve çirkindir. Zira bunların kestikleri ve avladıkları ister doğan'la ister ok ile ve av köpeği ile olsun murdardır ve nikâhları gerekse kendilerinden ve gerekse başkasından alsınlar bâtıldır ve de bunlara kimseden miras yoktur. Bir bucak halkı bunlardan olsa da) Allah yardımcısı olsun Osmanlı Padişahına gerekir ki bunların (Kızılbaşların) ileri gelenlerini öldürüp mallarını ve kadınlarını dahi ve çocuklarını İslâm gazilerine taksim ede ve bunları ele geçirilince tövbeliklerine ve pişmanlıklarına inanmayıp öldürülmeli ve de bir kimse ki vilayette olup onlardan olduğu bilinirse ya da onlara giderken yakalanırsa öldürülmeli ve tüm bu toplum hem dinsizdir ve hem bozguncudur, iki yönden katledilmeleri vaciptir. Ey Allahım dine yardım edene sen de yardım et ve Müslümanları hor göreni sen de hor gör, (bu fetvayı veren) Sanı Görez adıyla meşhur el-Müftü Hamza"

bunlarda linkleri:# ^ http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=166463
# ^ http://www.alevi.dk/ENGELSK/THE_ALEVI_OF_ANATOLIA.pdf
# ^ Prof. Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, 2.cilt, Tekin Yay., 1979, s. 154
# ^ Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I/Osmanlı Devletinin Doğuşundan XVIII. Yüzyılın Sonuna Cem Yay. 1995, s. 173
http://www.alevileriz.biz/archive/index.php/t-41706.html

yanlız bunlar sadece bir iddiadır...ortada herhangi bir ciddi belge yoktur...varsa senin sağlam kanıtları(ki var olduğunu söylüyorsun koyda bizde bilelim)
bu belgeler kılıçdaroğlunun belgelerinden olmasın sakın..


buda onun tarihimize bıraktıkları (bilmende fayda vardır..)
Ölümü ve Tarihe Bıraktıkları

Yavuz Sultan Selim'in saltanatı kısa sürmüş olsa da, Osmanlı İmparatorluğu'nun oğlu Süleyman döneminde altın çağını yaşamasına zemin hazırlamıştır. Sultan Selim, babasından devraldığı boş hazineyi ağzına kadar doldurmuştur. Yaygın bir efsaneye göre; hazinenin kapısını mühürledikten sonra, şöyle vasiyet etmiştir: "Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi halde Hazine-i Hümayun benim mührümle mühürlensin." Bu vasiyet tutulmuş, o tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı Osmanlı'nın yaklaşık 400 yıl sonraki iflasına kadar Yavuz'un mührüyle mühürlenmiştir[29][1].

Sultan Selim, Mısır Seferi'nden sonra Batı Seferi'ne başlamak amacıyla Veziriazam'ı Kapıkulu askerleriyle Edirne'ye göndermiş, sonra kendisi de 2 Şaban 926/Ağustos 1520'de Edirne'ye doğru yola çıkmıştır. Ancak Selim, sırtında bir çıban çıkmasından ötürü rahatsızlanmıştır. Halk arasında yanıkara olarak da isimlendirilen bu çıban,Şirpençe ya da Aslan Pençesi ismiyle bilinmektedir. Hoca Sadettin Efendi, yazılarında Yavuz Sultan Selim'in ölümüne sebep olan çıban hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir ve bundan ötürü günümüzde kaynak olarak genelde onun yazılarına başvurulmaktadır. Yazılarına göre; Yavuz Sultan Selim, Edirne'ye harekete karar verdikten sonra bir gün musahibi Hasan Can'a sırtına bir şeyin battığını söylemiş, bunun üzerine Hasan Can, elini hükümdarın sırtına sokmuş fakat bir şey bulamamıştır. Ancak ikinci sefer yine aynı şeyden şikâyet edince o zaman Hasan Can, Sultan Selim'in sırtına bakmış ve henüz baş vermiş, etrafı kızarmış ve tam olgunlaşmamış sert bir çıban görmüştür. Bunu Sultan Selim'e söyleyince, Sultan çıbanı sıkmasını istemişse de Hasan Can: "Pâdişahım, büyük bir çıbandır, henüz hamdır, zorlamak caiz değildir, bir münasib merhem koyalım" demiş, bunun üzerine Sultan Selim "Biz Çelebi değiliz ki, bir çıban için cerrahlara müracaat edelim" cevabını vermiştir. O geceyi ızdırap içinde geçiren Hünkâr, ertesi gün hamama giderek orada çıbanı sıktırıp zedeletmiş, fakat bu da ızdırabını artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bunun üzerine Hasan Can'a "Seni dinlemedik amma kendimizi helâk ettik" deyip çıbanın macerasını anlatınca Hasan Can "neredeyse aklım başımdan gidiyordu" diyecektir. Bütün bu sıkıntılara rağmen Yavuz, sefer daha önce kararlaştırıldığı için geri dönmeyerek hasta olduğu halde 2 Şaban 926/Ağustos 1520 tarihinde Edirne'ye doğru yola çıkmıştır.

Yavuz, Çorlu'da kırk gün Başhekim Ahmed Çelebi tarafından tedavi edilmiş fakat yara yine de büyüyüp açılmıştır. Hareket edemeyecek kadar yorgun düşen Yavuz, tedaviden ümidini kesince Edirne'de bulunan Veziriazam Piri Mehmed Paşa ile vezir Çoban Mustafa Paşa'yı ve Rumeli Beylerbeyi Ahmed Paşa'yı acele yanına çağırtmış ve vasiyetini belirtmiştir. Ayrıca acele edip yetişmesi için Manisa Valisi olan oğlu Şehzade Süleyman'a haber göndermiş ancak oğlu gelmeden 926/1520 yılında 8 Şevval'ı 9'una/21 Eylül'ü 22'sine bağlayan gece Çorlu karargahının bulunduğu köyde vefat etmiştir. Sultan Selim'in vefatı, tek oğlu olan Manisa Valisi Şehzade Süleyman gelinceye kadar gizli tutulmuştur. Süleyman'ın 11 Şevval tarihinde İstanbul tarafına gelip kadırga ile saraya indiği haber alındıktan sonra, Selim'in vefatı ve yeni Pâdişah'ın İstanbul'a geldiği ilan edilmiştir.

Devlet erkânı, derhal İstanbul'a gelip yeni Padişah'ı tebrik ettikten sonra Selim'in naaşı, bütün ilgililer tarafından Edirnekapı haricinde, bağlar ucunda karşılanıp, hazırlanmış bulunan tabuta konmuştur. Fâtih Sultan Mehmed Câmii'nde cenaze namazı kılındıktan sonra, o tarihlerde Mirza Sarayı denilen günümüzdeki Sultan Selim Câmii yanındaki mahalleye defnedilmiştir. Türbesi, oğlu Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır[28].

Yavuz Sultan Selim; 22 Eylül 1520'de Aslan Pençesi (Şirpençe) denilen bir çıban yüzünden vefat ettiğinde oğluna, dolu bir hazine, güçlü bir ordu ve iç karışıklıklara son verilmiş bir devlet bırakmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Camii'nde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camii avlusundaki türbeye defnettirmiştir[1][29].


http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Selim#Alevi_Katliam.C4.B1_.C4.B0ddias.C4.B1

buradan daha fazlasınıda öğrenebilirsin..
 
arkadaşım yavuz sultan selim hakkında türklere katliam yaptı diye bir iddia yoktur.alevilere katliam yaptı iddiası vardır. ilk önce bunu bilmek lazım..sen nefret edebilirsin ama ona türk katili damgasını vuramazsın...

şimdi senin bu yazından anladığım kadarıyla aynı anda hem alevi hem türk olunamıyor:)
eğer aleviliği bir ırk zannediyorsan ben buna ekleme yapmak istemiyorum:)

ayrıca yazının geri kalanı alevilere kurulan kin ve düşmanlık üzerine yani bizim yazdıklarımızı destekler biçimde, fakat 40000 rakamı yanlış çünkü rakam çok ama çok daha fazla.
 
Al sana link koçum: Kaynak Öğrende gel....



Türkiye Türk'lerindir.....İşte o kadar.....

kaynakların ve düşüncelerin......
sonuç ortada....

chplilerle çok tartıştım ama senin gibisini ilk defa gördüm...:durdurun :durdurun :durdurun :durdurun
 
arkadaşım yavuz sultan selim hakkında türklere katliam yaptı diye bir iddia yoktur.alevilere katliam yaptı iddiası vardır. ilk önce bunu bilmek lazım..sen nefret edebilirsin ama ona türk katili damgasını vuramazsın...

işte bu iddia:
Bir iddiaya göre Yavuz Sultan Selim'in talimatıyla Anadolu'da 40.000 alevi öldürülmüştür[39][40].
Safevi döneminde Kızılbaş askeri

Bu görüşe katılmayan bazı akademisyenler bu sayının gerçeklikten uzak olduğuna inanır. Tarihçi Mustafa Akdağ, “Yavuz Sultan Selim'in o zaman, Kızılbaş mezhepli 40.000 kişi öldürttüğü hakkında tarihlere geçmiş bir rivayet vardır… Ancak, biz bunu pek şişirilmiş bir sayı bulmaktayız. Çünkü, bu Padişah devrine ait pek çok mahkeme defterleri hâlâ elimizdedir. Bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunlu idi.” diyerek bu iddiaların gerçekçi olmadığını ifade etmektedir[41].

Sayıyı abartılı bulan bir diğer tarihçi Robert Mantran ise şöyle ifade ediyor, "Göründüğü kadarıyla, bu “büyücü avı”, özellikle olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşıları öldürmekten ibaret kaldı. 1513 ya da 1514'te olan 40.000 sapkının kırılması efsanesinin destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde; sayılar karşısında doğulu baş dönmesiyle alabildiğine damgalı görünüyor bu.” [42][43].

Diğer yandan, alevilerin öldürüldüğü görüşünü destekleyen akdemisyenler ise, Yavuz Sultan Selim'in şeyhülislamı olan Müftü El Hamza'nın 1512 tarihli Kızılbaşlarla ilgili bir fetvasını göstermekte ve bu fetvanın katliamların izni olduğuna inanmaktadır. İddia edilen Müftü El Hamza'nın Kızılbaşlarla ilgili fetvası:

"Müslümanlar! Bilin ve öğrenin ki şu Kızılbaş toplumunun başkanları Erdebil-oğlu Şah İsmail'dir. Peygamberimiz aleyhisselâmm şerîatini ve sünnetini ve İslam dinini ve din bilgisini ve Kur'ân'ı küçümsedikleri ve de Allah Tâlâ'nın haram kıldığı günahlara helâldir dedikleri ve Kur'ân-ı ve Mushafları ve şerîat kitaplarını hor görüp ateşte yaktıkları ve de bilginlere ve dindarlara ihanet edip öldürüp mescitlerini yaktıkları ve de pis başkanlarını Tanrı sayıp secde ettikleri ve de Hz. Ebu Bekir'e ve Hz. Ömer'e sövüp halifeliklerini inkar edip sövdükleri ve de peygamberimizin şeriatını ve İslâmı yok etmeye kast ettikleri, bu anılan ve de bunların Şeriata karşı söz ve davranışları bu fakire ve diğer İslâm âlimlerine göre tevatürle bilinip açıkça belli olduğundan biz dahi şeriat’ın hükmü ve kitaplarımızın nakli ile fetva verdik ki adı geçen toplum Kızılbaşlar-Kâfir ve dinsizdirler ve de her kimse ki onlara uyup o sapık dinlerine razı ve yardımcı olurlarsa onlar da kâfir ve dinsizlerdir. Bunları dahi öldürüp, toplumlarını darmadağın etmek tüm Müslümanlara vacip ve farzdır. Müslümanlardan ölen said ve şehid olup cennete girer ve onlardan ölen aşağılık cehennemin dibindedir, bunların hâli kâfirlerin hâlinden daha fena ve çirkindir. Zira bunların kestikleri ve avladıkları ister doğan'la ister ok ile ve av köpeği ile olsun murdardır ve nikâhları gerekse kendilerinden ve gerekse başkasından alsınlar bâtıldır ve de bunlara kimseden miras yoktur. Bir bucak halkı bunlardan olsa da) Allah yardımcısı olsun Osmanlı Padişahına gerekir ki bunların (Kızılbaşların) ileri gelenlerini öldürüp mallarını ve kadınlarını dahi ve çocuklarını İslâm gazilerine taksim ede ve bunları ele geçirilince tövbeliklerine ve pişmanlıklarına inanmayıp öldürülmeli ve de bir kimse ki vilayette olup onlardan olduğu bilinirse ya da onlara giderken yakalanırsa öldürülmeli ve tüm bu toplum hem dinsizdir ve hem bozguncudur, iki yönden katledilmeleri vaciptir. Ey Allahım dine yardım edene sen de yardım et ve Müslümanları hor göreni sen de hor gör, (bu fetvayı veren) Sanı Görez adıyla meşhur el-Müftü Hamza"

bunlarda linkleri:# ^ http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=166463
# ^ http://www.alevi.dk/ENGELSK/THE_ALEVI_OF_ANATOLIA.pdf
# ^ Prof. Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, 2.cilt, Tekin Yay., 1979, s. 154
# ^ Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I/Osmanlı Devletinin Doğuşundan XVIII. Yüzyılın Sonuna Cem Yay. 1995, s. 173
http://www.alevileriz.biz/archive/index.php/t-41706.html

yanlız bunlar sadece bir iddiadır...ortada herhangi bir ciddi belge yoktur...varsa senin sağlam kanıtları(ki var olduğunu söylüyorsun koyda bizde bilelim)


buda onun tarihimize bıraktıkları (bilmende fayda vardır..)
Ölümü ve Tarihe Bıraktıkları

Yavuz Sultan Selim'in saltanatı kısa sürmüş olsa da, Osmanlı İmparatorluğu'nun oğlu Süleyman döneminde altın çağını yaşamasına zemin hazırlamıştır. Sultan Selim, babasından devraldığı boş hazineyi ağzına kadar doldurmuştur. Yaygın bir efsaneye göre; hazinenin kapısını mühürledikten sonra, şöyle vasiyet etmiştir: "Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi halde Hazine-i Hümayun benim mührümle mühürlensin." Bu vasiyet tutulmuş, o tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı Osmanlı'nın yaklaşık 400 yıl sonraki iflasına kadar Yavuz'un mührüyle mühürlenmiştir[29][1].

Sultan Selim, Mısır Seferi'nden sonra Batı Seferi'ne başlamak amacıyla Veziriazam'ı Kapıkulu askerleriyle Edirne'ye göndermiş, sonra kendisi de 2 Şaban 926/Ağustos 1520'de Edirne'ye doğru yola çıkmıştır. Ancak Selim, sırtında bir çıban çıkmasından ötürü rahatsızlanmıştır. Halk arasında yanıkara olarak da isimlendirilen bu çıban,Şirpençe ya da Aslan Pençesi ismiyle bilinmektedir. Hoca Sadettin Efendi, yazılarında Yavuz Sultan Selim'in ölümüne sebep olan çıban hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir ve bundan ötürü günümüzde kaynak olarak genelde onun yazılarına başvurulmaktadır. Yazılarına göre; Yavuz Sultan Selim, Edirne'ye harekete karar verdikten sonra bir gün musahibi Hasan Can'a sırtına bir şeyin battığını söylemiş, bunun üzerine Hasan Can, elini hükümdarın sırtına sokmuş fakat bir şey bulamamıştır. Ancak ikinci sefer yine aynı şeyden şikâyet edince o zaman Hasan Can, Sultan Selim'in sırtına bakmış ve henüz baş vermiş, etrafı kızarmış ve tam olgunlaşmamış sert bir çıban görmüştür. Bunu Sultan Selim'e söyleyince, Sultan çıbanı sıkmasını istemişse de Hasan Can: "Pâdişahım, büyük bir çıbandır, henüz hamdır, zorlamak caiz değildir, bir münasib merhem koyalım" demiş, bunun üzerine Sultan Selim "Biz Çelebi değiliz ki, bir çıban için cerrahlara müracaat edelim" cevabını vermiştir. O geceyi ızdırap içinde geçiren Hünkâr, ertesi gün hamama giderek orada çıbanı sıktırıp zedeletmiş, fakat bu da ızdırabını artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bunun üzerine Hasan Can'a "Seni dinlemedik amma kendimizi helâk ettik" deyip çıbanın macerasını anlatınca Hasan Can "neredeyse aklım başımdan gidiyordu" diyecektir. Bütün bu sıkıntılara rağmen Yavuz, sefer daha önce kararlaştırıldığı için geri dönmeyerek hasta olduğu halde 2 Şaban 926/Ağustos 1520 tarihinde Edirne'ye doğru yola çıkmıştır.

Yavuz, Çorlu'da kırk gün Başhekim Ahmed Çelebi tarafından tedavi edilmiş fakat yara yine de büyüyüp açılmıştır. Hareket edemeyecek kadar yorgun düşen Yavuz, tedaviden ümidini kesince Edirne'de bulunan Veziriazam Piri Mehmed Paşa ile vezir Çoban Mustafa Paşa'yı ve Rumeli Beylerbeyi Ahmed Paşa'yı acele yanına çağırtmış ve vasiyetini belirtmiştir. Ayrıca acele edip yetişmesi için Manisa Valisi olan oğlu Şehzade Süleyman'a haber göndermiş ancak oğlu gelmeden 926/1520 yılında 8 Şevval'ı 9'una/21 Eylül'ü 22'sine bağlayan gece Çorlu karargahının bulunduğu köyde vefat etmiştir. Sultan Selim'in vefatı, tek oğlu olan Manisa Valisi Şehzade Süleyman gelinceye kadar gizli tutulmuştur. Süleyman'ın 11 Şevval tarihinde İstanbul tarafına gelip kadırga ile saraya indiği haber alındıktan sonra, Selim'in vefatı ve yeni Pâdişah'ın İstanbul'a geldiği ilan edilmiştir.

Devlet erkânı, derhal İstanbul'a gelip yeni Padişah'ı tebrik ettikten sonra Selim'in naaşı, bütün ilgililer tarafından Edirnekapı haricinde, bağlar ucunda karşılanıp, hazırlanmış bulunan tabuta konmuştur. Fâtih Sultan Mehmed Câmii'nde cenaze namazı kılındıktan sonra, o tarihlerde Mirza Sarayı denilen günümüzdeki Sultan Selim Câmii yanındaki mahalleye defnedilmiştir. Türbesi, oğlu Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır[28].

Yavuz Sultan Selim; 22 Eylül 1520'de Aslan Pençesi (Şirpençe) denilen bir çıban yüzünden vefat ettiğinde oğluna, dolu bir hazine, güçlü bir ordu ve iç karışıklıklara son verilmiş bir devlet bırakmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Camii'nde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camii avlusundaki türbeye defnettirmiştir[1][29].


http://tr.wikipedia.org/wiki/I._Selim#Alevi_Katliam.C4.B1_.C4.B0ddias.C4.B1

buradan daha fazlasınıda öğrenebilirsin..


Biliyoruz biliyoruz bu bilgileri....Demişsinki Türklere değil Alevilere katliam yapıldı iddiası vardır....O Aleviler Türk'tü zaten....Katledilen Türk Alevileridir...Ama bunu kabul etmek istemeyenler Türk'ler değil Aleviler Katledilmiştir iddiasını taşırlar hemen..Üstelikte bu TÜrkmen alevilerin isyan ettiklerini ve devletin otoritesini sağlam için öldürüldüklerini söyleyerek kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar..Ama asla Alevi Türkmenlerin neden isyan ettiklerini söylemezler....Ama o Alevilerin Öz ve Öz Türk olduklarını vurgulamak istemezler....Ayrıca Ben Alevi değilim....Sünniyim...Sünnide olsam soydaşlarımın katledilmesine alkış tutamam...Birde olaya şu açıdan bakalım:

OSMANLI KÜRT ITTIFAKI. TÜRKMEN KATLIAMI

Yavuz Sultan Selim (1512-1520)’in Osmanlı tahtına geçmesiyle Türkmen sürgün ve katliamları

hat safhaya varır. 24 Ağustos 1514’deki Şah İsmail ile Yavuz Selim arasıda geçen Çaldıran

Savaşı öncesi 40 Bin üzerinde kızılbaş Türkmen katledilir. Savaş meydanında öldürülen

Türkmenler hariç... Prof.Dr.Faruk Sümer; Safevi Devleti’in Osmanlılardan daha Türk çok

bir Türk Devleti olduğunu söyleyerek: Safevi Devletinin kurucuları; Anadolu Kızılbaş Türk

oymaklarıdır. Devletin resmi dili Türkçe’dir.

On iki hayvanlı Türk Takvimini kullanmaktadırlar. Askeri teşkilatlanmaları Türk sistemidir.

Edebiyatı vb. yazı sitemleri Türkçe’dir.... Demektedir ki, bütün kaynaklar bu hususu

doğrulamaktadır. Yine Akkoyunlu Devleti ve Karamanoğulları Beyliği, Osmanlılar’dan daha

Türktür. Çeşitli Türkmen oymaklarından ve Bayındır Beyleri’nin kurucusu olduğu aşiretler

konfederasyonundan meydana gelen Akkoyunlular için John E.Woods; “300 Yıllık Türk

İmparatorluğu” demektedir ki, isabetli bir saptamada bulunmaktadır.

Kur’anı ilk Türkçe’ye çeviren ve Saray dahil her alanda Türk Dili’ni hakim kılan

Akkoyunlular gerçek anlamda bir Türk Devletidir. Osmanlılar Türkleri aşağılarken

Dede Korkut ise şöyle der: “Karanlıkta yolumu yitirirsem parolam Allah’tır/Soylu kuralın

taşıyıcısı, efendimiz Bayındır Han’dır/Salur Kazan’dır savaş gününün galibi” Bölgede

hüküm süren Akkoyunlu ve Safevilerin Türk Dilinin yöreye hakim olmasından rahatsızlık

duyan Kürt Mollası İdris Bitlisi; Osmanlılar ile işbirliği yaparak Türkmenlerden intikam

alır.

Yavuz Selim’e kadar Doğu Anadolu’da Türkmen hakimiyeti vardır. Yavuz ise; Şafi mezhebinden

Nakşibendi tarikatından Kürt mollası Şeyh İdris-i Bitlisi’nin önerisi ve planlamasıyla

Doğu ve Güney Anadolu’da Türkmenler katledilmişler, kurtulanlar ise Azerbaycan’a kaçmışlardır.

Türkmenlerin hakim oldukları idari beylikler ve toprakları; Yavuz’un imzaladığı boş

fermanları, İdris-i Bitlisi doldurarak Kürt Aşiret reisine ve ağalarına vermiştir.

Böylelikle bugünkü doğudaki feodalizmin temelleri atılmıştır.

İdrîs-i Bitlîsi (Ö.8 Kasım 1520) “Selim Şah-Nâme” adlı eserinde; başta Diyarbekir olmak

üzere Kürtistan memleketinde “Kürt Beyleri ve Kürt taifesinin mülk, millet, mezhep ve irsi

bağlarının” nasıl güçlendirdiğini anlatırken, şehir ve yöre adlarını tek tek vererek

Kızılbaş Türkmenleri de nasıl katlettiklerini “Allah’ın ve Padişah’ın yanında olan bir

Molla olarak” zevkle ve kana susamış bir vampir edasıyla anlatmaktadır.

Kürtler “dirlik ve birliklerini” İdrîs-i Bitlîsi’ye borçluyken, Türkler ise, Yavuz Selim

ile İdrîs-i Bitlîsi’nin yaptıklarını lanetle anmaya devam edeceklerdir. Büyük bir Türk

katili olan İdrîs-i Bitlîsi’nin bütün eserlerini Türkmen Tarihi açısından

“Türklük bilincine sahib bir tarihcimiz” tarafından incelenip gerçek anlamda

“Anadolu Türk Tarihi”nin bir kesitini ayakları üstüne oturtulması gereklidir. Yunan

mezalimini ağızlarında sakız eden bazı “Türk Milliyetçi Yazarları” Yavuz ve İdris-i

Bitlisi’nin Türk katliamlarını görmezlikten gelmektedirler.

Yavuz dönemimde Osmanlı yönetiminde görev alan İdris Bitlisi ve Bıyıklı Mehmet Paşa ile

Kürt Aşiret Ağaları’nın durumları için; bugün Kürt gruplarından KOMKAR belgeli olarak

şöyle demektedir ki çok ilginçtir:

“ 1535'ler de böyle bir icazet vererek, beylik topraklarının bölünmesini kolaylaştırmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman fermannamesinde aynen şöyle diyor: -Bey öldüğünde, eyaleti kaldırmayıp

bütün hududu ile Mülkname'yi Humayun uyarınca oğlu bir ise, O'na kalacak, eğer müteadit ise,

istekleri üzerine kale ve yerleri, aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşmazlarsa, Kürdistan

beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacaklar ve mülkiyet yoluyla bunlara ebediyete kadar

ila ebeddevran mutaarrıf olacaklardır.

Eğer Bey, varissiz, akrabasız ölmüş ise, o zaman eyaleti, hariçten ve yabancılardan hiç

kimseye verilmiyecek, Kürdistan beyleri ile görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin

Beylerinden veya Beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse, ona tevcih edilecektir.

(Hükmi Şerif, To..apı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 11960 sayı-İstanbul) Kürt-Osmanlı

Andlaşması'nın mimarı Mevlana İdris'tir. Bu anlaşmayı kabul eden ve gerekli bulan

Yavuz Sultan Selim'dir. İkisi de 1520'de maalesef ölmüşlerdir. Sultan Selim, Mevlana

İdris'e; -Git Kürdistan beylerini ve emirlerini topla, kendi aralarında bir beylerbeyi

seçsinler demişti.

Mevlana İdris ise, Kürt beylerini çok iyi tanıdığı için kestirmeden bir beylerbeyi

Sultan'dan istemiş ve Bıyıklı Mehmet Paşa'yı tavsiye ederek bu işi noktalamış idi.

Diyarbakırlı bir Kürt olan Bıyıklı Mehmed Paşa'da çok erken gitti ve bundan sonra Kürdistan

Eyaleti Başkenti'ne Mekadonlu komutanlar gelmeye başladı. Kanuni Sultan Süleyman, bilerek

veya bilmiyerek 1533-34'lerde, Bitlis'i Şeref Han'dan alıp, bir fermanla Ulame Tekelu'ya

veriyor. Direnen Bitlis Beyi'nin üstüne, Diyarbekir Beylerbeyi ve kuvvetleri ile bütün

Kürdistan beylerinin kuvvetlerini de katıyor ve Ulame'yi başkomutan olarak atıyor.

Aynı Sultan, 1535'ler de Bağdat seferini yaptıktan sonra Kürtleri tanımaya başlıyor veya

bunlarsız bir şey yapamıyacağını anlayarak, babasının Amasya'da imzaladığı anlaşmaya yukarda

verdiğim arşiv numaralı Hükm-i Şerif-i yayınlıyor. Neticeye baktığımızda, Kürdistan

hükümdarları, çoğunlukla topraklarını bölmemiş ve statülerini 1850'lere kadar getirmişlerdir”



Osmanlinin Ve KÜrtlerİn TÜrk Katlİami -devam 2-

Aynı gurubun siyasi örgütünün başı Alevi Kökenli Kemal Burkay ve Munzur Çem gibileri;

bu iki Osmanlı Kürtünün, Alevileri katletmesini görmezlikten gelerek, Alevi Tarihini yok

sayarak “öteki tarih” dedikleri uydurma bir “Kürt Tarihi” yaratmaya çalışıyorlar.

Tunceli Ovacık’ta “üçlü Kürt ittifakı” olan: Bıyıklı Mehmet Paşa, İdris Bitlisi ve Palu Beyi

Cemşid ‘in; on binlerce Kızılbaşı kesmesine; aynı bölgenin adamları Kürtlük İdeolojileri

adına ses çıkarmamaktadırlar. Ahlaki olarak bu çifte standart davranışlarına ne demek

gerektiğine okuyucular karar versin !

Yavuz Selim’in önce Erzincan Valiliğine atadığı, sonradan da bütün doğu ve güney doğuya

bakmak kaydı ile Diyarbakır Eyaletine getirdiği Dıyarbakırlı Kürt Bıyıklı Mehmet Paşa ve

danışmanı Bitlisli Molla İdris; bütün bölgeyi Türkler’den temizlerler ve YÜZ BİN Kızılbaş

Türk’ü katlederler. Bölgeden kaçamayan Türkler de kendilerini Kürt olduklarını söyleyerek

kalırlar, baskılar sonucu da gerçekten Kürtleşirler.

Doğu sınırlarını Türklere kapatan Yavuz; korumalığını da Kürt aşiretlerine bırakır. 1517’de

Yavuz Selim’in Mısır’ı alması ve 74.ncü İslâm Halifesi olması ile sünnilik resmi ideoloji

haline gelir ve İslâmi Devlet kimliği oluşur. Bu tarihten sonra Araplar, Osmanlı Devleti’nin

yaşamı boyunca diğer halklardan üstün ve gözde konumlarına devam ederler. Türkler arasında

Yavuz adı Yezit ile özdeşleşir ve lanetle anılır olur.

Türk ulusal kimliği; Bozkırdaki Türkmenlerde yaşar ve ozanları Türkçe’yi geliştirir.

Osmanlı Sarayı ise giderek soysuzlaşır ve yapay “Osmanlıca” denen yazı dili hakim olur.

Bu nedenle Prof.Dr. Faruk Sümer; Safaviler için Osmanlılar’dan daha fazla Türktür demektedir.

Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede olduğu bir

zamandır. Ama Türkler açısından bir şey değişmez. Yine bu dönemde zülüm, şiddet ve

katliamlar devam eder. Kürt kökenli Ebussuûd Efendi (1545-1574)’in Şeyhülislâm olmasıyla ve

30 yılda verdiği fetvalarla “Osmanlı toplum yaşamını” belirler ve Kızılbaş Türkmen katliamı,

“Sünni Şeriatı”na göre meşruluk kazandırır.

Yedi Kızılbaş öldürene “Cennetin Anahtarı” verilir. Bugün Sünni din adamları tarafından

huşu ile anılarak “evliya mertebesi”ne çıkarılan Ebussuûd Efendi, Türk katliamcısı, yobaz,

lanet okunacak bir zalim ve cellattan bir kişiden başka birşey değildir.

Hırvat kökenli ve nakşibendi tarikatından Kuyucu Murat Paşa 6.12.l606’da sadrazam olduktan

hemen sonra Anadolu’da geniş çaplı Alevi katliamı harekatı başlatır. 155 bin Alevi Türkmeni

diri diri kazdırdığı kuyulara gömdürür. Aman dileyen insanlara Kuyucu Murat Paşa’nın yanıtı;

“Vurun şu pis Türk’ün başını” olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından

inerek öldüren Kuyucu Murat Paşa üç yıl terör estirir.

Köprülü Mehmet Paşa (1656-1661) Celali ayaklanmaları bastırmak ve eşkıya tedibi adı altında;

Anadolu Türkmenlerini kırımdan geçirmiş sağ kalanlara da zülüm yapmıştır. Osmanlı

Vak’a-Nüvisleri ( tarihçileri) Naima ve Hoca Sadettin Efendi gibileri; kitaplarında

katliamları ballandıra ballandıra anlatmaktalar ve Türkler için; “nadan” yani “kaba Türk,

idraksiz Türk, hilekâr Türk” ifadesini kullanmaktadır.

Başka kitaplarda ise; ‘Türk iti şehre gelince farisice ürür.’ yazmaktadır. Osmanlının ünlü

şairi Nef’i ise “Tanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır.” Demektedir. Divan-ı Hümayun

yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde;

“Sakın Türk’ü insan sanma

Bin an bile olsa Türk’le birlikte olma

Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur.

Türk’ün başını kesenken sakın gam yeme

Baban da olsa Türk’ü öldür.”



Demektedir. Tüm bunlara karşın Türk Bayat boyundan Alevilerin ulu ozanı Fuzuli (1480-1566)

bir deyişinin son beytinde şöyle diyor:


“Fuzuli, gökten yere insen sana yer yok

Yürü var gel, ya Arap’tan ya Acem’den”



Gökten Allah tarafından dahi indirilse Türklerin dünyada yeri olmadığını; Arap ve Acemler

hakim olduğunu belirtir ve Şiirlerinde Osmanlılara sitem eder ve kafa tutar. Alevi Türkmen

aşıkları, ozanları diline ve töresine sahip çıkar ve şiirlerinde dilendirir, yöre yöre

gezerek halkı bilinçlendirirler. Dedeler ve Babalar da Türkçe ibadet yaparak örf ve

gelenekleri yaşatarak bugünlere getirirler.



İdrîs-i Bitlîsi ve Bıyıklı Mehmet Paşa’dan sonra Kürtlere en büyük destek sağlayan

II.Abdülhamit olmuştur. Yavuz Selim’den itibaren iç işlerinde tam bir serbestlik olan

bölgeye Prof.Dr.İlber Ortaylı’nın tesbitine göre “Kürt Hükümeti” denmekteydi ve

“merkezi hazineye ipotek ödemezdi ve herhangi bir biçimde düzenli askeri hizmetlerle

yükümlü değillerdi.” Böylesi bir bölgeye Abdülhamit, İslamcılığın bütünleştirici “ümmet”

anlayışıyla birarada tutma fikriyle yeni bir yapılanmaya gidilir.

Abdülhamid’in “Aşiret Mektebi-i Humayun”(1892-1907) adıyla açtığı ve aşiretlerden

getirtilen şeyh ve ağa çocuklarının eğitildiği okullardan mezun olanlar; beklentilerin

yerine, devlete karşı örgülenme yapan kadroları oluşturmuşlardır. Abdülhamid’in

marifetlerinden biriside “Hamidiye Alayları”dır

Hamidiye Alayları, Dördüncü Ordu Komutan› Müşir Zeki Paşa’nın II. Abdülhamid’e önerisiyle

1890 yılında kurulmaya başlanır.14-15 Nisan 1891’de de “Nizamnâmesi” yayınlanarak yasal

hale gelir.Ruslara yönelik olarak Şafi Kürtler’den oluşan Kürt milliyetçiliği filizlenmiş

ve örgütlenmeye başlamıştır. Bu durum Doğu Anadolu’da Alevi-Şafi çatışmasını beraberinde

getirir.

Sonuçta; Okul Müdürü Kolağası Kamil Bey; “bunlar aşiret değil haşerat!” der. Kurulan

Hamidiye Alayları amacına uygun faaliyette bulunmaz. Hamidiye Alayları daha çok eşkiyalık

yapar. Ermeni ve Alevi köylerine baskınlar düzenleyip çapulculuk yaparlar 23 Temmuz 1908 ‘de

İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Eylül 1908 ayında Kürt Hamidiye Alayları’nın

silahlarını ellerinden almak isteyen İttihat’çılar bunu başaramazlar İttihat ve Terakki

Cemiyeti içinde Türkçülük akımı giderek güçlenir ve hakim olur.

Şafi Kürtlerin ağa ve aşiret reislerinin çocuklarının eğitildiği İstanbul’daki

“Aşiret Mektebi”nde ve Hamidiye Alaylarında Dogudaki Türkmenleri nasil ortadan

kaldirilacagi ögretiliyordu.

Iste analari tümden hiristiyan olan Osmanlinin Türk düsmanligi,Yavuzda son haddini bulmustu.

Türk milleti okuyunda düsmaninizi iyi ögrenin ve ona göre ayaginizi denk alin.


Kaynak
 
verdiğin link yine forum sitesinden. kopyala kapıştırla olmuyor. var mı sağlam kaynağın?
 
arkadaşım yavuz sultan selim hakkında türklere katliam yaptı diye bir iddia yoktur.alevilere katliam yaptı iddiası vardır. ilk önce bunu bilmek lazım..sen nefret edebilirsin ama ona türk katili damgasını vuramazsın...

şimdi senin bu yazından anladığım kadarıyla aynı anda hem alevi hem türk olunamıyor:)
eğer aleviliği bir ırk zannediyorsan ben buna ekleme yapmak istemiyorum:)

ayrıca yazının geri kalanı alevilere kurulan kin ve düşmanlık üzerine yani bizim yazdıklarımızı destekler biçimde, fakat 40000 rakamı yanlış çünkü rakam çok ama çok daha fazla.

ben sadece sunu demek istemistim

aleviler o dönem safevi devleti taraftariydilar ve sürekli saldiri halinde osmanliya karsi
savasiyordular

osmanli ise kendisine düsmanlik edip sürekli zarar veren bu güruhu sevmemekte hakliydi

o dönem

iran safevilerinin lideri sah ismail erdebili.erdebilli bir kizilbas.kizilbaslik tüm iranda hakim
alevilerde kizilbas sultana destek vermek icin ayaklanmislar.yani siyasal boyutlari olmasina ragmen ayaklanma dinidir .

yıl 23 nisan 1514 yavuz sulatn selimin şahın üzerine yürüdüğü tarih,
ancak bu yürüdüğü tarihte sivasta bir kızılbaş ,türkmen ve kürt alevisi ayaklanmasına karşı kayseri ve sivas arasınad iskender paşa komutasında 40 000 askeri ihtiyati tedbir olarak bırakıyor,
ve şah üzerine gitmeden ona şu mektubu yazıyor:

"Bilesin ve âgah olasin ki, ilahî hükümlerden yüz çevirenlerin, dini ve seriati yikmaya çalisanlarin bu hareketlerine, bütün Müslümanlarin ve bu arada adalet sever hükümdarlarin, kudretleri nisbetinde mani olmalari farzdir. Bunu söylemekten maksadimiz sudur: Tekke kösesinden hâkimiyete yükselen sen, bu yolda yürüdün, Müslümanlarin memleketlerine saldirdin, sefkat ve utanmayi bir tarafa atarak zulüm kapilarini açtin, günahsiz Müslümanlari incittin, fitne ve fesadi kendin için temel prensip olarak kabul ettin, "umur-i padisahî ve ahkâm-i sehinsâhiyi muktezay-i heva-yi nefs ve ragbet-i tabiiyeye uydurup kuyud-i seriati hakk"ettin. Ibâhe-i muharreme ve irakat-i dima-i mükerreme, ve mescidleri yikma, türbe ve mezarlari yakma, ulemâ ile Peygamber neslinden gelmis olan seyyidlere ihânet "ve ilka-i mesâhif-i kerime der kazurat ve sebb-i Seyheyn-i Kerimeyn" gibi isler, senin kötü hallerinden bir kaçidir. Dillerde dolasmakta olan bunlar ve bunlara benzer hareketlerinden dolayi ulemâ kesin delillere dayanarak senin küfür ve irtidadina, senin ve sana tabi olanlarin öldürülmelerinin vâcib olduguna; mal ve riziklarinizin yagma, kadin ve çocuklarinizin esir edilmesinin mübah olduguna ittifakla karar vermislerdir. Bu durum karsisinda ben, Allah'in emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere yardim etmek ve "merasim-i nâmus-i pâdisâhî için " ipekli elbiselerimi çikardim, zirh giydim, kiliç kusandim, ata bindim ve Safer ayinin basinda Anadolu yakasina geçtim. Maksadim, Allah'in inayetiyle senin padisahligini yok etmek ve böylece âcizler üzerinden zulmünü ve fesâdini kaldirmaktir. Ancak, kiliçtan önce sana, Sünnet-i Seniyye icâbi Islâmiyeti teklif ederim. Eger yaptiklarina pisman olup can ve gönülden istigfar eder ve aldigin kaleleri geri verirsen, tarafimizdan dostluktan baska bir sey görmezsin. Fakat kötü hallerine devam ettigin takdirde "zulmet-i zulümden" simsiyah yaptigin yerleri nura kavusturmak ve senin elinden almak üzere insallah yakinda gelecegim. Takdir ne ise öyle olacaktir. Selâm, hidâyete tabi olanlaradir. (Safer 920)"

verdiğin link yine forum sitesinden. kopyala kapıştırla olmuyor. var mı sağlam kaynağın?

evet haklısın arkadaş hep belli forumlardan almış bu bilgileri.ama ben onların iddialarını öne süren kaynaklarıda katliam yoktur tezini destekleyen kaynaklarıda belirttim...
 
olayın diğer boyutu:

yazıyı yazan kişiye dikkat!!!!

bu yazı kimlerin onayından geçmiş. ilk sayfada okuyun!!!
:durdurun :durdurun :durdurun :durdurun :durdurun :durdurun :durdurun
 
Yavuz Sultan Selim, Sünni inancı Anadolu Alevileri için bir zulüm nedeni yapan Osmanlı sultanıdır.
Yavuz Sultan Selim'in Sünnilik adına Alevi halkı kitlesel olarak yok etmeye kalkışmasının nedeni Osmanlı'nın doğu sınırlarında hızla gelişen Türk Safevi Devleti'dir; bu devletin Anadolu Alevileri için Osmanlı zulmüne karşı bir umut olması ve Anadolu insanının Osmanlı topraklarından kaçmaya başlamasıdır.

Bu güçlü Türk devletinin gelişip kökleşmesinin, sömürü alanı olarak görüp değerlendirdikleri Anadolu'nun elden çıkması demek olduğunu anlayan Osmanlı, bu gelişimin "tek ıslam devleti" kurma çabalarını da engelleyeceğini düşünüyordu.

Sıra sıra cellatlar, sürü sürü Türkmen'i doğramaya başladı. Zaten Fatih ta 1473 yılından itibaren (Otlukbeli) bu işe başlamıştı. Ardından Sünnilik güç buldukça Alevi düşmanlığı körüklenmeye başlandı.

Yavuz Sultan Selim, halifeliği, Abbasiler'den kılıç zoruyla aldıktan sonra Sünnilik tutucu bir niteliğe bürünmüş ve artık toplumsal gelişmeye ayak uyduramaz hale gelmişti.

Anadolu'da Türklerin anlayamadığı Arap ve Acem dili yaygınlaşmaya
başlamıştı. ışte Anadolu'da yaygın olan Alevilik, Sünniliği bir baskı
aracına dönüştürmüş olan padişahların kabul edemeyeceği bir düşünceydi.
Aleviler aynı zamanda Doğu sınırındaki Türk devletini destekliyorlardı ki;
Osmanlı devleti bu nedenlerden Ötürü Anadolu Alevilerine baskı uyguluyordu.

Yavuz Sultan Selim, şah ısmail üzerine sefere çıkarken; ordunun arkasında
kendisine karşı çıkabilecek bir güç olsun istemiyordu. Savaş başladığında
Alevilerin şah ısmail'den yana tavır alma olasılığı da oldukça yüksekti. Ve
Yavuz Sultan Selam 40 bin Aleviyi kılıçtan geçirdi. Kendini haklı çıkarmak
için Alevilerin kadınları ortaklaşa kullandıkları, Kuran'ı, camileri
yaktıkları şeklinde iddialarda bulundu ve bunun üzerine fetvalar yazdı.


NOT:dikkat edersiniz yavuzun 40000 aleviyi öldürmesi sadece tek seferde yapılan bir olay,yani zaten o olaydan öncede aleviler sistemli bir şekilde katlediliyordu,o olaydan sonra da katledildi,yavuz burada en büyük katliamı yaptığı için ön plana çıkmıştır,alevi katliamı osmanlının devlet politikasıydı o yüzden o sayı 40000 in çok çok üstündeydi.

safevilere gelince onlar hakkında bazı kaynaklar şöyle der;
safeviler birçok yanlış anlamalara, mezhep düşmanlığına kurban gitmiş bir Türk devletidir. Emir Temir ve Çingiz Kağan ile aynı kaderi paylaşır. Onlar gibi Türk tarihinden dışlanmış "dinsiz" damgası yemiş ve bir kenara bırakılmıştır. Oysa gerçek böyle değildir. Büyük bir Türk devleti olan Safevîler, İran'da ki Akhun zamanından gelen Türk egemenliğini kesintiye uğratmadan 20.yy'a taşımıştır. Türklük bilincini asla kaybetmemiştir. Anadolu'dan akın akın gelen Türkmen aşiretleri sayesinde İran da bugün 30.000.000 civarında Türk yaşamaktadır.

yani safeviler-osmanlı savaşında türklerin tarafı safeviler oluyor osmanlıda bunu bildiği için çoğunluğu alevi olan türklere etmediğini bırakmıyor.durum bundan ibaret.
 
verdiğin link yine forum sitesinden. kopyala kapıştırla olmuyor. var mı sağlam kaynağın?


Yavuz Sultan Selim (1512-1520)’in Osmanlı tahtına geçmesiyle Türkmen sürgün ve katliamları hat safhaya varır. 24 Ağustos 1514’deki Şah İsmail ile Yavuz Selim arasıda geçen Çaldıran Savaşı öncesi 40 Bin üzerinde kızılbaşTürkmen katledilir. Savaş meydanında öldürülen Türkmenler hariç... Prof.Dr.Faruk Sümer; Safevi Devleti’in Osmanlılardan daha Türk çok bir Türk Devleti olduğunu söyleyerek: Safevi Devletinin kurucuları; Anadolu Kızılbaş Türk oymaklarıdır. Devletin resmi dili Türkçe’dir. On iki hayvanlı Türk Takvimini kullanmaktadırlar. Askeri teşkilatlanmaları Türk sistemidir. Edebiyatı vb. yazı sitemleri Türkçe’dir.... Demektedir ki, bütün kaynaklar bu hususu doğrulamaktadır. Yine Akkoyunlu Devleti ve Karamanoğulları Beyliği, Osmanlılar’dan daha Türktür. Çeşitli Türkmen oymaklarından ve Bayındır Beyleri’nin kurucusu olduğu aşiretler konfederasyonundan meydana gelen Akkoyunlular için John E.Woods; “300 Yıllık Türk İmparatorluğu” demektedir ki, isabetli bir saptamada bulunmaktadır. Kur’anı ilk Türkçe’ye çeviren ve Saray dahil her alanda Türk Dili’ni hakim kılan Akkoyunlular gerçek anlamda bir Türk Devletidir. Osmanlılar Türkleri aşağılarken Dede Korkut ise şöyle der: “Karanlıkta yolumu yitirirsem parolam Allah’tır/Soylu kuralın taşıyıcısı, efendimiz Bayındır Han’dır/Salur Kazan’dır savaş gününün galibi” Bölgede hüküm süren Akkoyunlu ve Safevilerin Türk Dilinin yöreye hakim olmasından rahatsızlık duyan Kürt Mollası İdris Bitlisi; Osmanlılar ile işbirliği yaparak Türkmenlerden intikam alır.

Yavuz Selim’e kadar Doğu Anadolu’da Türkmen hakimiyeti vardır. Yavuz ise; Şafi mezhebinden Nakşibendi tarikatından Kürt mollası Şeyh İdris-i Bitlisi’nin önerisi ve planlamasıyla Doğu ve Güney Anadolu’da Türkmenler katledilmişler, kurtulanlar ise Azerbaycan’a kaçmışlardır. Türkmenlerin hakim oldukları idari beylikler ve toprakları; Yavuz’un imzaladığı boş fermanları, İdris-i Bitlisi oldurarak Kürt Aşiret reisine ve ağalarına vermiştir. Böylelikle bugünkü doğudaki feodalizmin temelleri atılmıştır.

İdrîs-i Bitlîsi (Ö.8 Kasım 1520) “Selim Şah-Nâme” adlı eserinde; başta Diyarbekir olmak üzere Kürtistan memleketinde “Kürt Beyleri ve Kürt taifesinin mülk, millet, mezhep ve irsi bağlarının” nasıl güçlendirdiğini anlatırken, şehir ve yöre adlarını tek tek vererek Kızılbaş Türkmenleri de nasıl katlettiklerini “Allah’ın ve Padişah’ın yanında olan bir Molla olarak” zevkle ve kana susamış bir vampir edasıyla anlatmaktadır. Kürtler “dirlik ve birliklerini” İdrîs-i Bitlîsi’ye borçluyken, Türkler ise, Yavuz Selim ile İdrîs-i Bitlîsi’nin yaptıklarını lanetle anmaya devam edeceklerdir. Büyük bir Türk katili olan İdrîs-i Bitlîsi’nin bütün eserlerini Türkmen Tarihi açısından “Türklük bilincine sahib bir tarihcimiz” tarafından incelenip gerçek anlamda “Anadolu Türk Tarihi”nin bir kesitini ayakları üstüne oturtulması gereklidir. Yunan mezalimini ağızlarında sakız eden bazı “Türk Milliyetçi Yazarları” Yavuz ve İdris-i Bitlisi’nin Türk katliamlarını görmezlikten gelmektedirler.

Yavuz dönemimde Osmanlı yönetiminde görev alan İdris Bitlisi ve Bıyıklı Mehmet Paşa ile Kürt Aşiret Ağaları’nın durumları için; bugün Kürt gruplarından KOMKAR belgeli olarak şöyle demektedir ki çok ilginçtir:

“1535'ler de böyle bir icazet vererek, beylik topraklarının bölünmesini kolaylaştırmıştır. Kanuni Sultan Süleyman fermannamesinde aynen şöyle diyor: -Bey öldüğünde, eyaleti kaldırmayıp bütün hududu ile Mülkname'yi Humayun uyarınca oğlu bir ise, O'na kalacak, eğer müteadit ise, istekleri üzerine kale ve yerleri, aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşmazlarsa, Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacaklar ve mülkiyet yoluyla bunlara ebediyete kadar ila ebeddevran mutaarrıf olacaklardır. Eğer Bey, varissiz, akrabasız ölmüş ise, o zaman eyaleti, hariçten ve yabancılardan hiç kimseye verilmiyecek, Kürdistan beyleri ile görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin Beylerinden veya Beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse, ona tevcih edilecektir. (Hükmi Şerif, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 11960 sayı-İstanbul) Kürt-Osmanlı Andlaşması'nın mimarı Mevlana İdris'tir. Bu anlaşmayı kabul eden ve gerekli bulan Yavuz Sultan Selim'dir. İkisi de 1520'de maalesef ölmüşlerdir. Sultan Selim, Mevlana İdris'e; -Git Kürdistan beylerini ve emirlerini topla, kendi aralarında bir beylerbeyi seçsinler demişti. Mevlana İdris ise, Kürt beylerini çok iyi tanıdığı için kestirmeden bir beylerbeyi Sultan'dan istemiş ve Bıyıklı Mehmet Paşa'yı tavsiye ederek bu işi noktalamış idi. Diyarbakırlı bir Kürt olan Bıyıklı Mehmed Paşa'da çok erken gitti ve bundan sonra Kürdistan Eyaleti Başkenti'ne Mekadonlu komutanlar gelmeye başladı. Kanuni Sultan Süleyman, bilerek veya bilmiyerek 1533-34'lerde, Bitlis'i Şeref Han'dan alıp, bir fermanla Ulame Tekelu'ya veriyor. Direnen Bitlis Beyi'nin üstüne, Diyarbekir Beylerbeyi ve kuvvetleri ile bütün Kürdistan beylerinin kuvvetlerini de katıyor ve Ulame'yi başkomutan olarak atıyor. Aynı Sultan, 1535'ler de Bağdat seferini yaptıktan sonra Kürtleri tanımaya başlıyor veya bunlarsız bir şey yapamıyacağını anlayarak, babasının Amasya'da imzaladığı anlaşmaya yukarda verdiğim arşiv numaralı Hükm-i Şerif-i yayınlıyor. Neticeye baktığımızda, Kürdistan hükümdarları, çoğunlukla topraklarını bölmemiş ve statülerini 1850'lere kadar getirmişlerdir.”

Aynı gurubun siyasi örgütünün başı Alevi Kökenli Kemal Burkay ve Munzur Çem gibileri; bu iki Osmanlı Kürtünün, Alevileri katletmesini görmezlikten gelerek, Alevi Tarihini yok sayarak “öteki tarih” dedikleri uydurma bir “Kürt Tarihi” yaratmaya çalışıyorlar. Tunceli Ovacık’ta “üçlü Kürt ittifakı” olan: Bıyıklı Mehmet Paşa, İdris Bitlisi ve Palu Beyi Cemşid ‘in; on binlerce Kızılbaşı kesmesine; aynı bölgenin adamları Kürtlük İdeolojileri adına ses çıkarmamaktadırlar. Ahlaki olarak bu çifte standart davranışlarına ne demek gerektiğine okuyucular karar versin !

Yavuz Selim’in önce Erzincan Valiliğine atadığı, sonradan da bütün doğu ve güney doğuya bakmak kaydı ile Diyarbakır Eyaletine getirdiği Dıyarbakırlı Kürt Bıyıklı Mehmet Paşa ve danışmanı Bitlisli Molla İdris; bütün bölgeyi Türkler’den temizlerler ve YÜZ BİN Kızılbaş Türk’ü katlederler. Bölgeden kaçamayan Türkler de kendilerini Kürt olduklarını söyleyerek kalırlar, baskılar sonucu da gerçekten Kürtleşirler. Doğu sınırlarını Türklere kapatan Yavuz; korumalığını da Kürt aşiretlerine bırakır. 1517’de Yavuz Selim’in Mısır’ı alması ve 74.ncü İslâm Halifesi olması ile sünnilik resmi ideoloji haline gelir ve İslâmi Devlet kimliği oluşur. Bu tarihten sonra Araplar, Osmanlı Devleti’nin yaşamı boyunca diğer halklardan üstün ve gözde konumlarına devam ederler. Türkler arasında Yavuz adı Yezit ile özdeşleşir ve lanetle anılır olur. Türk ulusal kimliği; Bozkırdaki Türkmenlerde yaşar ve ozanları Türkçe’yi geliştirir. Osmanlı Sarayı ise giderek soysuzlaşır ve yapay “Osmanlıca” denen yazı dili hakim olur. Bu nedenle Prof.Dr. Faruk Sümer; Safaviler için Osmanlılar’dan daha fazla Türktür demektedir.

Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede olduğu bir zamandır. Ama Türkler açısından bir şey değişmez. Yine bu dönemde zülüm, şiddet ve katliamlar devam eder. Kürt kökenli Ebussuûd Efendi (1545-1574)’in Şeyhülislâm olmasıyla ve 30 yılda verdiği fetvalarla “Osmanlı toplum yaşamını” belirler ve Kızılbaş Türkmen katliamı, “Sünni Şeriatı”na göre meşruluk kazandırır. Yedi Kızılbaş öldürene “Cennetin Anahtarı” verilir. Bugün Sünni din adamları tarafından huşu ile anılarak “evliya mertebesi”ne çıkarılan Ebussuûd Efendi, Türk katliamcısı, yobaz, lanet okunacak bir zalim ve cellattan bir kişiden başka birşey değildir.

Hırvat kökenli ve nakşibendi tarikatından Kuyucu Murat Paşa 6.12 l606’da sadrazam olduktan hemen sonra Anadolu’da geniş çaplı Alevi katliamı harekatı başlatır. 155 bin Alevi Türkmeni diri diri kazdırdığı kuyulara gömdürür. Aman dileyen insanlara Kuyucu Murat Paşa’nın yanıtı; “Vurun şu pis Türk’ün başını” olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat Paşa üç yıl terör estirir.

Köprülü Mehmet Paşa (1656-1661) Celali ayaklanmaları bastırmak ve eşkıya tedibi adı altında; Anadolu Türkmenlerini kırımdan geçirmiş sağ kalanlara da zülüm yapmıştır. Osmanlı Vak’a-Nüvisleri ( tarihçileri) Naima ve Hoca Sadettin Efendi gibileri; kitaplarında katliamları ballandıra ballandıra anlatmaktalar ve Türkler için; “nadan” yani “kaba Türk, idraksiz Türk, hilekâr Türk” ifadesini kullanmaktadır. Başka kitaplarda ise; ‘Türk iti şehre gelince farisice ürür.’ yazmaktadır. Osmanlının ünlü şairi Nef’i ise “Tanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır.” Demektedir. Divan-ı Hümayun yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde;



“Sakın Türk’ü insan sanma

Bin an bile olsa Türk’le birlikte olma

Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur.

Türk’ün başını kesenken sakın gam yeme

Baban da olsa Türk’ü öldür.”



Demektedir. Tüm bunlara karşın Türk Bayat boyundan Alevilerin ulu ozanı Fuzuli (1480-1566) bir deyişinin son beytinde şöyle diyor:



“Fuzuli, gökten yere insen sana yer yok

Yürü var gel, ya Arap’tan ya Acem’den”



Gökten Allah tarafından dahi indirilse Türklerin dünyada yeri olmadığını; Arap ve Acemler hakim olduğunu belirtir ve Şiirlerinde Osmanlılara sitem eder ve kafa tutar. Alevi Türkmen aşıkları, ozanları diline ve töresine sahip çıkar ve şiirlerinde dilendirir, yöre yöre gezerek halkı bilinçlendirirler. Dedeler ve Babalar da Türkçe ibadet yaparak örf ve gelenekleri yaşatarak bugünlere getirirler.



İdrîs-i Bitlîsi ve Bıyıklı Mehmet Paşa’dan sonra Kürtlere en büyük destek sağlayan II.Abdülhamit olmuştur. Yavuz Selim’den itibaren iç işlerinde tam bir serbestlik olan bölgeye Prof.Dr.İlber Ortaylı’nın tesbitine göre “Kürt Hükümeti” denmekteydi ve “merkezi hazineye ipotek ödemezdi ve herhangi bir biçimde düzenli askeri hizmetlerle yükümlü değillerdi.” Böylesi bir bölgeye Abdülhamit, İslamcılığın bütünleştirici “ümmet” anlayışıyla birarada tutma fikriyle yeni bir yapılanmaya gidilir. Abdülhamid’in “Aşiret Mektebi-i Humayun”(1892-1907) adıyla açtığı ve aşiretlerden getirtilen şeyh ve ağa çocuklarının eğitildiği okullardan mezun olanlar; beklentilerin yerine, devlete karşı örgülenme yapan kadroları oluşturmuşlardır. Abdülhamid’in marifetlerinden biriside “Hamidiye Alayları”dır

Hamidiye Alayları, Dördüncü Ordu Komutan› Müşir Zeki Paşa’nın II. Abdülhamid’e önerisiyle 1890 yılında kurulmaya başlanır.14-15 Nisan 1891’de de “Nizamnâmesi” yayınlanarak yasal hale gelir.Ruslara yönelik olarak Şafi Kürtler’den oluşturulan Hamidiye Alayları amacına uygun faaliyette bulunmaz. Hamidiye Alayları daha çok eşkiyalık yapar. Ermeni ve Alevi köylerine baskınlar düzenleyip çapulculuk yaparlar 23 Temmuz 1908 ‘de İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Eylül 1908 ayında Kürt Hamidiye Alayları’nın silahlarını ellerinden almak isteyen İttihat’çılar bunu başaramazlar İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde Türkçülük akımı giderek güçlenir ve hakim olur. Şafi Kürtlerin ağa ve aşiret reislerinin çocuklarının eğitildiği İstanbul’daki “Aşiret Mektebi”nde ve Hamidiye Alaylarında ise Kürt milliyetçiliği filizlenmiş ve örgütlenmeye başlamıştır. Bu durum Doğu Anadolu’da Alevi-Şafi çatışmasını beraberinde getirir. Sonuçta; Okul Müdürü Kolağası Kamil Bey; “bunlar aşiret değil haşerat!” der...


--------------------------------------------------------------------------------

İSMAİL ONARLI


Kaynak
 
Bunu birde İRANLI tarihçilere sorun isterseniz yada BATILI tarihçilere SAFAVİ lerin bir acem yani iran PERS geleneğinden gelen bir DEVLET olduğunu görürsünüz.. SAFAVİLERİN türklükle ne ilişkileri var ?
Osmanlı Sultanlarının yabancılar ile evlenmesini eleştirenler Sah İSMAİL in annesinin ismini biliyorlar mı acaba ?
Babası Uzun Hasan annesi Katerine Despina..

Şah İsmail Kurduğu din devleti ile İslam ülkelerine fedailer müridler göndermiş ve şia propagandası yaptırmışdır..İşte bu noktada anadoludaki faliyetlerinden dolayı Yavuz Sultan Selim ona harb ilan etmiş...
Kazerundaki ehli sünnet alimlerinin hepsini kılıştan geçirmesi meşhurdur..
Bu katliamından sonra OSMANLILAR ona savaş ilan etmiş

1505 de KAZVİN de büyük sahabe HALİD BİN VELİD in soyundan gelenleri katletti..

1508’de Bağdat’ı aldı. Şehirde büyük tahribat ve katliamlarda bulundu. Başta İmâm-ı A’zam Ebû Hanife hazretlerinin Azamiye’deki türbesini ve Ehl-i Beyt’ten, büyük âlim Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin ve daha pekçok Ehl-i beyt, Eshâb-ı kirâm ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kabir ve türbelerini tahriple, Müslümanları katlettirdi

1509’da Bakü’yü zaptetti. Safevîlerin doğusundaki Sünnî Özbekler, Horasan’ı ele geçirince, Özbek Hanı Muhammed Şeybânî Hana haber gönderip, bölgeden çıkmalarını istedi. İsteği kabul edilmedi. 1510’da vukû bulan savaşı Safevîler kazandı. Esir edilen Muhammed Şeybânî Hanın kafasını kestirip, kafatasını şarap kadehi yaptırdı; derisine de saman doldurarak, zafer alâmeti olarak Osmanlı Sultanı Bayezid Hana gönderdi.

1514 de Yavuz DOĞU anadoluya kadar gelmesine karşın ŞAH İSMAİL onun karşısına çıkamadı..
Türkleri iranlılaştırmaya çalışan Şah ortalıkda yokdu..
Yavuz sonra ŞAH a 3 kez mektup gönderim ağır ifadeler ile onu er meydanına çağırdı..
"Bizde toprak namusdur nasıl ki haremine yabancı erkek giremez topraklarında da yabancı devlet askerleri olmaz.." işte bu mektuplardan sonra Şah YAVUZUN KARŞISINA çıktı ve ordusu birgün bile dayanamadı..
http://tr.wikipedia.org/wiki/Şah_İsmail
 
muteber haber sitelerinden getireceğin kaynak var mı?

böyle sitelerden ben sana neler getiririm tahmin bile edemezsin?
 
YanliŞ

işinzi gücünüz CHP akadaşlar ayıptır şuanki hükümetden menun olanlar ancak bunu yaz ben deyilim çalısıyorum askeri ücret tin altında hemde belediyede hak hukuk bumu sizler bundan haber verin o şunu yazmuış bunu yazmış olayını bırakın ACIZ AC gerisi yalan ÜLKEMİZ SATILIYOR HALAA DETSEK AYP BE YAAAAA:saskin
 
işinzi gücünüz CHP akadaşlar ayıptır şuanki hükümetden menun olanlar ancak bunu yaz ben deyilim çalısıyorum askeri ücret tin altında hemde belediyede hak hukuk bumu sizler bundan haber verin o şunu yazmuış bunu yazmış olayını bırakın ACIZ AC gerisi yalan ÜLKEMİZ SATILIYOR HALAA DETSEK AYP BE YAAAAA:saskin

hangi belediyede asgari ücretin altında maaşla işçi çalıştırılıyormuş.mümkünse isim olarak yazarmısın.kaç para alıyormuş bu vatandal..allah bilir bir sigortasız çalıştırılıyormuş dersin şimdi.açıklarsan memnun olurum..

*Yıl=1998'de (2.135-Katrilyon TL) (T.C.) Devleti iç borcu (2-Katrilyon 135-Trilyon TL),

+
*Yıl=1998'de (1.959-Katrilyon TL) T.C. Ziraat Bankası yıllık görev zararı,
*Yıl=1998'de (1.199-Katrilyon TL) T.C. Halk Bankası yıllık görev zararı,

iki bankanın görev zararı 3.148-katrilyon devletin iç borcu 2.135 katrilyon


*Yıl=2000'de (8-Katrilyon TL) T.C. Ziraat Bankası yıllık görev zararı,
*Yıl=2000'de (6, 2-Katrilyon TL) T.C. Halk Bankası yıllık görev zararı,
*Yıl=2000'de (3, 551-Katrilyon TL) Kasım ayı Bankalar krizinin Türkiye ekonomisine faturası,
*Yıl=2000'de (3, 047-Katrilyon TL) Fondaki (5) Bankanın toplam zararı, (Esbank, Yurtbank, Sümerbank, Egebank, Yaşarbank)


yazık o kadar paraya vatandaşın vergileri bankalarda çarçur edilmiş...


sizin ülke satılıyor dediğiniz şeylerle bu ülke en azından para kazanıyor vatandaş iş buluyor akşama kadar devlette yangelip yatıp bankamatik memurluğu yaptırılmıyor vede ülkenin bankalarını hortumlatıp vatandaşın paralarını çaldırttırmıyor...

not:şimdi burdan hemen deniz fenerine getirirsiniz diye konuyu hemen söylüyeyim o olayın türkiye ayağı şu anda savcılık incelemesinde alman mahkemeleri ellerindeki bilgi ve belgeleri vermiş savcılığa.bu olayda dediğiniz gibi başbakanın parmağı varsa benim oyum onlarada haram olsun...
 
Haftalardır yalan haberlerle pkk probagandası yapan,banlanmasına rağmen clon üyelik açıp buna devam een bir kişinin konusuna fazla itibar ediyorsunuz...Amaç belli
 
Geri
Üst