türk ocağı
serdengeçti
"British Ottoman Project" / "United Nation of Anatolia" Projesine Adım Adım mı?..
Kürt Açılımı veya "British Ottoman Project" / "United Nation of Anatolia" Projesine Adım Adım mı?..
"Bu topraklara ölüm getirenler 'geldikleri gibi gidecekler'dir..."
Bu ülke lig maçlarının hangi kanalda yayınlanacağının bile MGKda konuşulduğunu gördüğümüz bir ülkedir.. Başörtülü kızların kaç tane MGK gündemini belirlediği ise bilinmez.. Ve bu bahsettiğimiz gündemlere dair kaç tane MGK bildirisinin yayınlandığını hatırlıyor muyuz?
Aslında çuval hâdisesinden bu yana suskun bir MGK vardı. Bu mânidar suskunluk âniden bozuldu ve muhtevâsına dair resmî bir açıklamanın yapılmadığı ve resmî ağızlardan hiçbir açıklamanın, hiçbir kanaat izharının yapılmadığı bir açılım hakkında destek kararını izhâr etti.
Cumhurbaşkanının, Başbakanın ve bu açılımın sekreteryasını deruhte ettiği ya da açılıma ısıtma turlarını yürüttüğü anlaşılan İçişleri Bakanının bile muhtevâsı hakkında tek kelime etmediği açılıma MGKnın hangi kriterlere göre destek verdiği bir muammadır.. Ülkenin iç ve dış güvenlik konularının görüşüldüğü MGK Kürt Açılımına eğer destek kararı açıklıyorsa, açılımın ne idüğüne dair de açıklama yapmak, bildiri yayınlamak zorundadır. Bu kadar suskunluk, paket üzerindeki bu kadar meçhûl hayra âlâmet değildir Ve TSKnın suskunluğu nasıl hayra âlâmet değilse ve MGKnın destek kararının da devletin bir mutabakat telâkkîsi ya da devletin görüşü olarak değerlendirilemez
Meseleyi yalnızca aktüel Kürt Açılımı üzerinden değerlendirmek eksik kalacaktır.
Bu açılım neyin açılımıdır? Bu soruyu evvelemirde cevaplamak lazım gelir.
Bu mesele son günlerin değil, 12 Eylülün gayrı meşrû çocuğudur
Biz bunun adını koyalım..
Bu açılımın adı Marmaris Açılımıdır.
Bu açılımın adı 12 Eylül Açılımıdır.
PKK nasıl bir 12 Eylül mirası ise, nasıl ki darbenin şartlarının oluşması, olgunlaşması için 1 yıl beklediyse darbeciler ve 12 Eylül adaleti(!), göbeğini kaşıyan terörist başı, İmralı cânisini Türkiyeye kafa tutturan ve on binlerce insanın ölmesine sebep olan ajan-teröristleri dağa çıkartan da Kenan Evren ve onun 12 Eylül düzenidir..
Bu gün bahse konu bu acılım zırvalarının nihâî gideceği yer olan federasyon küstahlığının ve saçmalığının da asıl mimarı Kenan Evren ve 12 Eylüldür Aslında bu gün DTP de, Amerikada Kenan Evrenin ağzıyla konuşmaktadır Ya da başka bir deyişle bugünün hükümeti de, DTP de, Kenan Evren de Amerikanın ağzıyla konuşmaktadırlar Fakat tekrar ediyorum mânidar olan konuşanlar değil suskun kalanlardır
Millî Mücadelenin en netâmeli yıllarında korkmamayı, direnmeyi ve şükretmeyi kim haykırıyordu?
Mehmet Akif merhum haykırıyordu..
Bugün Akif yok Geride Asımın Neslini bıraktı..
Hani hep kritik günler yaşarız, birlik ve beraberliğe en çok bu günlerde ihtiyacımız olur ya, işte o günler hiç bitmez ve bizleri korkutarak iktidar olanların bize teslim ol çağrısıdır bu Kürt Açılımı aslında.. Bu yüzden Akifin trajedileriyle hemhâl yığınlar olarak şaşkınız, öfkeliyiz ve biz;
Ümit ve imana sarılacağız
Kronikleşmiş haliyle yaklaşık 150 yıllık trajedilerimizin en traji-komik dönemini yaşıyoruz. Bu topraklarda bin yıllık bir devlet geleneği olan milletin en hazin öyküsü olacak belki bu günler.
Kurtuluş Savaşı öncesinde, mermimiz kalmamıştı, ekmeğimiz bitmişti, doğduğumuz topraklara pasaportla girmenin hazin hikâyesiyle kahrolmuştukta, adresini ve yöntemini bildiğimiz düşmanı yurdumuzdan kovmaya dair bir parça da olsa umudumuz vardı;
Ümit ve iman..
Bu gün de umudumuzun adı,
ümit ve iman..dır.
Biz tabii ki ümit ve imana iltica edeceğiz..
Terörün amacı gündem belirlemek ve hedefi emir aldığı merkezlerin angajmanına sokmaksa eğer, yazık ki son otuz yıla damgasını vuran terör olayları bu misyonu çok iyi yerine getirmiştir. 12 Eylüle giden süreç 24 Ocak Projesini hayata geçirmenin, PKK ise 12 Eylülle birlikte girdiğimiz bu projenin sacayağı olan dışa açılmanın ve federasyonu tartışalımın atlama taşı olmuştur. Bugün geldiğimiz noktada işte bu emperyal restorasyonun son vurucu darbeyi yapmaya başladığının işaretleridir.
Terörün simge yılı Eruh 1993tür. Otuz üç askerimizin kıpkırmızı tabutlarının yan yana dizildiği, Tokat-Sivas kırsalında dahi eylem yapıldığı yıldır 1993. Bugün bahse konu Kürt Açılımı adadan açıklanma yeri olarak deklare edilen yerin de Eruh ve katliam günü olarak seçilmesi yeteri kadar bir meydan okuma değil midir? Adadan deklare edilecek olan Kürt Açılımının açıklanması planlanan bir festivalde, PKKnın Eruh saldırısına katıldığı söylenen bir teröristin konuşmacı olarak kürsüye davet edilmesinin anlamı nedir? Bu nasıl bir meydan okumadır?
Bir yanda dağda süren mücadele, diğer yanda ise ovada terörün yerli finansörlerine sessiz sedasız yapılan operasyonlar Dağ acımasız ama bir şekilde kontrol altına alabiliyorsunuz; peki ova öyle midir? Oradaki tehlike büyüdüğünde ödeyeceğiniz bedel dağdakinden çok daha fazladır ve bugünlerde bu bedelin faturaları konmaktadır önümüze..
Çok açık bir şekilde adını koymalıyız; terörün en şiddetli döneminde cesur bir şekilde(!) raporlar hazırlayan Yalım Erez ve Doğu Ergilin durduğu yere gelmiyor muyuz süratle?
Sizin Türk Siyâsetiniz ne kadar Türktür ki, Kürt Siyasetiniz ne kadar Kürt olsun; Kürtlerin özlemlerini, aşklarını, imanlarını omuzlarında taşıyacak bir siyâsî kadro var da bizim mi haberimiz yok? Siyâseti hem statükodan hem de küresel vesâyetten arındıralım derken, Bu Ülkeye olan kinlerini gizlemeyen ve bu cesâreti de hepimizin bildiği odaklardan alan yeni bir gönüllü ajanlar kafilesiyle mi mücadele edeceğiz? Devletle teröriste eşit uzaklıkta bulunduğunu söyleyen, AB Parlementosunda belediyeleri devletleştirmeyi öneren ve kısaca TC dediği Türkiye Cumhuriyetinden de aybaşında çatır çatır maaşını alan Başkanların olduğu bir yapıda, Kürt Açılımı ile her şeyin düzeleceğini düşünmek nasıl bir hayalperestliktr?
Nasıl ki ABDnin Apo Servisi değiştiğinin değil geliştiğinin âlâmetiyse, silahlarını teslim etmiş bir PKKda farklı bir terör sürecinin başlangıcı olacaktır. Hürriyet Gazetesinin yıldırım baskısında terörist Öcalanın yakalanışına ZAFER manşetini atmasındaki komedinin benzeri Kürt Açılımı ile her şeyin düzeleceğini sanmaktır. Böyle naif bir iyimserlik Talabaninin Kürt sorunu afla çözülür herzesiyle birlikte okunmalı ve ovadakilerin öyle çok da uslu çocuklar olmadığı unutulmamalıdır.
Kürt Açılımı denilen herzenin önemli maddelerinden birisi de genel aftır. Yani dağdaki kadroların, teröristlerin af edilmesi ve siyaset yapmasının önü açılmasıdır.
Peki yıllarca elinde silahıyla dağları mesken tutan kadrolar affedilip siyâsete girdiğinde, Ankaranın göbeğinde yaptığı kongrede İstiklâl Marşı okumayan ve Türk Bayrağı indirilirken alkışlayanların saflarını sıklaştırmaktan başka ne işe yarayacaktır?
Irakı paramparça eden iradenin Judaik soslu Kürt devleti projesinin (bunun uzun vadede yer değiştirmesi hesaplanmaktadır) Türkiye uzantısının olmadığını düşünmek ya da bu oyunu ancak afla bozarız demek en başta o iman edilen reel politiğin mantığına aykırı değil midir? ABD PKKnın silah bırakmasını istiyor, doğru; çünkü Amerika bizim aklı evvel derin devletçiğimizin müthiş ferâsetiyle yıllarca PKKya karşı destekledikleri Peşmerge bozuntularıyla PKK arasındaki rekabetin planlarını olumsuz etkileyeceğini düşünüyor. Kuzey Iraktaki Kürt oluşumların karşısında Türkiye değil PKK olmuştur ve Güney Kürdistana da kolu uzanacak güçlü bir PKK bu anlamda ABD için bölücüdür.
Yeni açılım paketlerinin, yeni bir British Otoman Projekt ya da Unıted Nation Of Anotolia projesi olmadığından ne kadar emin olabiliriz?
Bu arada bu açılıma destek veren eskimiş ülkücülerden Özellikle Mümtazer Türkdönenin ve benzerî arkadaşlarımızın açılıma desteği de ilginçtir. Nurşine destek verirken İstanbulun da isminin Türkçe olmadığını, İnebolunun, Tirebolunun ve benzeri vatan topraklarının isimlerindeki Polinın Yunanca şehir demek olduğu gibi lüzumsuz linguistik izahlara girdiği yazıları tam bir paradokstur.
Şunun bilinmesi lazım. Biz İstanbulun, İstanbul kelimesinin etimolojik otopsisini yapıp da bizim olduğuna karar vermedik. Bu bahse konu her yer ismi için geçerlidir. Biz İstanbulu fethettik. Sanırım bu arkadaşlarımız bunu unutuyorlar. Biz Bursaya, Bitinya deseydik de bizim olacaktı, İznike Nicea deseydik de İznik bizim olacaktı, Konyaya İkonya deseydik de bizim olacaktı. Bu arkadaşlarımız nasıl bir kasırgaya tutuldular ki bu kadar hızlı dönebiliyorlar, anlamak mümkün değildir..
Biz tarih içinde niçin Ebu Bekir, Ömer, Hasan, Hüseyin, Osman, Ayşe, Hatice vs. gibi isimleri çocuklarımıza veriyor idik? Araplaşmak için mi??? Hayır.. Bir kültür birliği için veriyorduk. Bunu anlamak için linguistik okumaya ne hacettir?
İmralıdan örgütünü yöneten ve bu açılıma yön veren Terörist başının açıklamalarını da okumaz mı bunlar acaba. İmralı cânisi geçtiğimiz hafta, Ordu da bunu anlamalı. Bunu anlamalı ve bunun önünde engel olmamalı. Ordu öyle çok kendine güvenmesin. Kendini öyle çok güçlü hissetmesin. Çok kaotik, çok çatışmalı dönem olursa, çözümün önünde engel olursa ordu da ortada kalmaz, dağılır gider diyecek kadar küstahlaşarak yaptığı açıklamalarla Türkiyeyi, TSKyı ve herkesi tehdit ederken, bu ülkenin içine düştüğü akıl tutulmasını anlamak mümkün değildir...
IMFye borçluyuz, ödeyene kadar bağımlıyız Silah üretemiyoruz, o yüzden ses çıkaramayız Terörün kökünü kazıyamıyoruz, affedelim; öyleyse açılım yapalım veya af çıkaralım.. Olacak şey mi? Bu kadar basit mi?
Şu an dağlarda önemli bir yekûnu oluşturan, bir fırsatını bulup kaçmayı düşünen ve hiçbir eyleme katılmayanların üzerine bomba yağdırılması heveslisi değiliz tabii ki
Ancak bunun adı af değil, teslim olmak olmalıdır. Teslim olma sürecide illâki dağdakiyle savaşla değil aftan sonra kurulmak istenen statükonun parametrelerini doğru okuyup bu oyunu bozacak stratejik kurgular geliştirmek ve siyâsî operasyonlar yapmakla başlayacaktır. Bu durumda ödeyeceğimiz bedel, PKKya ödettirilen bedelden daha fazla olmaz ve daha da önemlisi piyonla savaşmaz Büyük Oyunun senaristlerine karşı sonunda mutlaka yapacağınız düello şimdi yapılmış olur.
Terörist Öcalanı paketle teslim aldıktan sonra azıcıkta biz kullanalım diyerek değil, tüm kukla beyin takımını ortadan kaldırarak ama Kürtleri de kucaklayarak, bugüne kadar uygulanan saçma sapan yasakları/ayrımcılıkları tamamen ortadan kaldırarak ve târihimize, ortak kaderimize, kardeşlik kültürümüze, bizi bin yıldır bir arada tutan değerlere hem Türke hem de Kürte- daha çok vurgu yaparak mesele çözülür.
Asla affedilemeyecek terör örgütü yönetici kadrolarına karşı çıkarak dağdan kaçmak çok zor tahmin edebiliyorum. Ancak daha da zoru gücün şehvetine ve emperyalizmin tahakkümüne kafa tutarak derin milletin bağrına kaçmaktır; kolaya kaçanlar için târihin hükmü bellidir
Ne isterlerse istesinler.. Bizlerin yangında ilk kurtarılacaklar listemiz bellidir..
1-Ülkemizi ne pahasına olursa olsun böldürmeyiz.. Buna kimsenin gücü yetmeyecektir..
2- Türkçe ülkemizin resmî dilidir, bunun değiştirilme tekliflerini entelektüel fantezi olarak bile dinlemeyiz.. O işlere Türkdöneler bakıyor.. Belki isteyen özel okullar açabilir, resmî dili Türkçe olarak, ikinci bir dilde eğitim verebilir. Tabii öğrenci, öğretmen, müfredat vs. bulabilirlerse..
3- Federasyon olarak yalnızca Türkiye Futbol Federasyonu veya benzerlerini biliriz başka federasyon bilmeyiz..
Kürtlerle din, vatan, mâzi, tarih, coğrafya ve menfaat birliğimiz vardır, biz bu hukuka ne olursa olsun saygılı olacağız. Komşularımızdır, iş ortaklarımızdır, akrabalarımızdır, kan kardeşlerimizdir. Aynı beşiklere doğduk, yan yana mezarlara defnedildik. Kıyamete kadar bu bizim için böyle kalacaktır..
Kürtçe türküleri beraber söyleriz, Kürtçe halaylarda beraber saf tutarız, ağıtlarıyla beraber ağlar, beraber yanarız.. Aynı saflarda namaza, aynı duygularla duaya, aynı vatanseverlikle yurdumuzu korumak için kıyâma kalkarız.
Bu, Türkiyede yaşayan bütün vatandaşlarımız için böyledir. Türk milleti kavramı etnik bir kavramın verâsında bir kavramdır. Biz nüfus kayıtlarının Orhun Kitâbelerinde karşılık bulması beklentisi olan bir Türklükten bahsetmiyoruz. Irkçılık ancak hayvanlar âleminde karşılık bulur. Bu vatanda Türk olmak demek, bir kader birliğidir, dil birliğidir, beraber yaşama birliğidir, kültür birliğidir, öyle yüce bir kavramdır ki, İstiklâl marşını bir Arnavut, Mehmet Akif yazmıştır ve Mehmet Akifin aziz naşına bu millet gönlünü türbe yapmıştır..
Kendisini bu kavramın, bu tarihin, bu birliğin dışında hissedenleri yine bu millet koruyacaktır her türlü tehlikeden, yine bu millet kucaklayacaktır. Bu topraklarda Klu klux klan geleneği yoktur, asla ve asla olmayacaktır, Klu klux klan geleneği Batıya ait bir gelenektir, bizi taşeronlarıyla bölmeye çalışan Batıya ait bir gelenektir.
Bu arada çok ilginç olan bir şey var ki, bu gibi hamleler aslında çok daha uzun bir periyoda yayılan hamleler olarak bilinirdi. Gelin görün ki bu açılım çok süratli ilerliyor.. Deprem bölgesine 24 saatte ulaşamayan bir devlet, Maraş dağlarında düşen bir helikoptere 52 saat ulaşamayan bir devlet ve hantal bürokrasisi, toplu sözleşmeleri aylarca sürdüren devlet, her nasılsa Kürt Açılımı paketiyle ilgili can havliyle mesai yapıyor.. Bu çok mânidardır.
Bu süreç nasıl sonuçlanır, izlerini yine ardımızda arayacağız, başka çaresi yok..
Emperyalizm mağrur ve bir o kadar açık sözlü; strateji kurumlarıyla hazırlattığı raporlar bize sunulan ve ayağımızı denk almamızı öğütleyen birer "Açık Mektup"tur.
Sovyetler yıkılıyordu, yeni "tehdit" gözümüzün içine baka baka söyleniyordu: (Radikal) İslâm. Sonrası hepimizin malûmu, Afgan dağlarındaki üç-beş yüz 'çapulcu' dünyanın efendilerine kafa tutuyor, sofistike saldırılar düzenliyor ve insanlık topyekûn tehdit altında!..
Kuşkusuz bu "açık sözlülük" bizimde yabancısı olmadığımız bir vakıadır; Oltadaki Balık'tan tutun "Our Boys Have Done It"e(meşhur 12 Eylülüe dair bizim çocuklar benzetmesi), Muavenet'ten Eşref Bitlis'e kadar bir çok psikolojik savaş bombardımanına mâruz kaldık yakında dönemde. 90'lı yılların başında o dönem için komplo olarak yaftalanan birçok öngörünün bugün birer "reel politik" olarak karşımıza çıkması ve bunun da ötesinde kimsenin aklına bile getiremeyeceği olayların (mesela bir çapulcunun Irak'ın başına geçmesi ) hemen her gün ekranlarımızda sırıtıyor olması, geleceğe dair endişelerini "komplovârî" bir şekilde dillendirenlerin hiçte haksız olmadığını gösteriyor olsa gerek.
Ne gariptir ki tam da AB "Üyeliği" sürecinde, turizmden futbola kadar bir çok yayın organında karşımıza çıkan ve hatta bize karşı bir saldırı olduğunda teyakkuza geçeceğini düşünerek uğruna Mehmetçiğimizi savaşmaya gönderdiğimiz NATO'da bile "yanlışlıkla"(!) asılan bölünmüş Türkiye haritaları ve târihi bile -2011 olarak- verilen "İç Savaş" terâneleriyle bize sunulan "Açık Mektup"u doğru okumalıyız.
Daha önceki mektupların zarfına değil mazrufuna bakarsak son otuz yılda yaşadıklarımızın da basit bir terör meselesi olmadığını daha iyi anlayabiliriz. 12 Eylül gibi bir sürecin sonunda Türkiye'ye dayatılan yeni yol haritasının ölçeği sokak kavgalarının mantığıyla açıklanamaz. Sokaklardan başlayıp Cudi'de devam eden ve önümüzdeki dönemde siyasi kimliği gittikçe kavileşecek olan terör, Tanzimat'la girdiğimiz "Batılılaşma Tüneli"ndeki Paşa kavgalarından tutun "muktedirlerin" 10 yılda bir yaptığı "yoklama"lar gibi bu topraklardaki kurulu müesses nizâmın devamını sağlayan diyalektiğin maskelenmiş halidir.
Şunu bilelim; Türkiye'nin ölüsü bile Irak'taki "Kürt Devleti"nin veya PKK'nın bu coğrafyada hayat bulmasına izin vermez. Çözüm teröre karşı alınacak her türden (sert askerî müdahaleler, dağdan ovaya getirecek af süreci, uyum yasaları v.s.) tedbirin çok ötesindedir ve terör kozuna karşı bizden istenen başka bir "biz"in aslında "biz"i nereye götüreceği ile ilgilidir. 13 Eylül 1980'de biten terörden geriye yitik bir nesil kalmış olsa da, aslında bakiye kalan bugün yaşadığımız trajedilerin nüvelerinin atıldığı ve Türkiye'yi küresel düzene eklemleyerek vahşi kapitalizmin bu topraklarda koşu yolunu açan "düzen" olmuştur.
Türkiye'de henüz küresel dengenin yapı taşlarını ve bu iktidarın bizdeki uzantısıyla kurduğu simbiyotik bağı çözümleyecek, kimliğini/siyâsî duruşunu buna göre belirleyecek ve bir "medeniyet dâvâsı" güden -Cemil Meriç'in tabiriyle- "yeni neslin soylu idealistleri"ni yetiştirecek özerk bir ortak akıl olmadığından, sadece bu aklın ve ferâsetin çıkartabileceği "kahraman"ı bekleyeceğiz gibi görünüyor.
Bu millet aklın ve sağduyunun olduğu gibi bugün artık maceracılık diye küçümsenen onurlu ve başı dik duruşun yapılabilirliğini bize gösteren Milî Mücâdelenin ve Âkifin ve daha nicelerinin önderliğinde hem teenniyi ve sabrı hem de direnmeyi ve savaşmayı bilmiştir.
Nisan 1922de Âkife Leylâya şiir yazdıran neyse 4 Temmuzda odur ve Kürt Açılımı da odur..
Bu topraklara ölüm getirenler geldikleri gibi gideceklerdir
Selim Cem
Nizam-ı Alem Dergisi
K.http://www.nizamialem.org/yazarlari...tional-of-anatolianq-projesine-adm-adm-m.html
Kürt Açılımı veya "British Ottoman Project" / "United Nation of Anatolia" Projesine Adım Adım mı?..
"Bu topraklara ölüm getirenler 'geldikleri gibi gidecekler'dir..."
Bu ülke lig maçlarının hangi kanalda yayınlanacağının bile MGKda konuşulduğunu gördüğümüz bir ülkedir.. Başörtülü kızların kaç tane MGK gündemini belirlediği ise bilinmez.. Ve bu bahsettiğimiz gündemlere dair kaç tane MGK bildirisinin yayınlandığını hatırlıyor muyuz?
Aslında çuval hâdisesinden bu yana suskun bir MGK vardı. Bu mânidar suskunluk âniden bozuldu ve muhtevâsına dair resmî bir açıklamanın yapılmadığı ve resmî ağızlardan hiçbir açıklamanın, hiçbir kanaat izharının yapılmadığı bir açılım hakkında destek kararını izhâr etti.
Cumhurbaşkanının, Başbakanın ve bu açılımın sekreteryasını deruhte ettiği ya da açılıma ısıtma turlarını yürüttüğü anlaşılan İçişleri Bakanının bile muhtevâsı hakkında tek kelime etmediği açılıma MGKnın hangi kriterlere göre destek verdiği bir muammadır.. Ülkenin iç ve dış güvenlik konularının görüşüldüğü MGK Kürt Açılımına eğer destek kararı açıklıyorsa, açılımın ne idüğüne dair de açıklama yapmak, bildiri yayınlamak zorundadır. Bu kadar suskunluk, paket üzerindeki bu kadar meçhûl hayra âlâmet değildir Ve TSKnın suskunluğu nasıl hayra âlâmet değilse ve MGKnın destek kararının da devletin bir mutabakat telâkkîsi ya da devletin görüşü olarak değerlendirilemez
Meseleyi yalnızca aktüel Kürt Açılımı üzerinden değerlendirmek eksik kalacaktır.
Bu açılım neyin açılımıdır? Bu soruyu evvelemirde cevaplamak lazım gelir.
Bu mesele son günlerin değil, 12 Eylülün gayrı meşrû çocuğudur
Biz bunun adını koyalım..
Bu açılımın adı Marmaris Açılımıdır.
Bu açılımın adı 12 Eylül Açılımıdır.
PKK nasıl bir 12 Eylül mirası ise, nasıl ki darbenin şartlarının oluşması, olgunlaşması için 1 yıl beklediyse darbeciler ve 12 Eylül adaleti(!), göbeğini kaşıyan terörist başı, İmralı cânisini Türkiyeye kafa tutturan ve on binlerce insanın ölmesine sebep olan ajan-teröristleri dağa çıkartan da Kenan Evren ve onun 12 Eylül düzenidir..
Bu gün bahse konu bu acılım zırvalarının nihâî gideceği yer olan federasyon küstahlığının ve saçmalığının da asıl mimarı Kenan Evren ve 12 Eylüldür Aslında bu gün DTP de, Amerikada Kenan Evrenin ağzıyla konuşmaktadır Ya da başka bir deyişle bugünün hükümeti de, DTP de, Kenan Evren de Amerikanın ağzıyla konuşmaktadırlar Fakat tekrar ediyorum mânidar olan konuşanlar değil suskun kalanlardır
Millî Mücadelenin en netâmeli yıllarında korkmamayı, direnmeyi ve şükretmeyi kim haykırıyordu?
Mehmet Akif merhum haykırıyordu..
Bugün Akif yok Geride Asımın Neslini bıraktı..
Hani hep kritik günler yaşarız, birlik ve beraberliğe en çok bu günlerde ihtiyacımız olur ya, işte o günler hiç bitmez ve bizleri korkutarak iktidar olanların bize teslim ol çağrısıdır bu Kürt Açılımı aslında.. Bu yüzden Akifin trajedileriyle hemhâl yığınlar olarak şaşkınız, öfkeliyiz ve biz;
Ümit ve imana sarılacağız
Kronikleşmiş haliyle yaklaşık 150 yıllık trajedilerimizin en traji-komik dönemini yaşıyoruz. Bu topraklarda bin yıllık bir devlet geleneği olan milletin en hazin öyküsü olacak belki bu günler.
Kurtuluş Savaşı öncesinde, mermimiz kalmamıştı, ekmeğimiz bitmişti, doğduğumuz topraklara pasaportla girmenin hazin hikâyesiyle kahrolmuştukta, adresini ve yöntemini bildiğimiz düşmanı yurdumuzdan kovmaya dair bir parça da olsa umudumuz vardı;
Ümit ve iman..
Bu gün de umudumuzun adı,
ümit ve iman..dır.
Biz tabii ki ümit ve imana iltica edeceğiz..
Terörün amacı gündem belirlemek ve hedefi emir aldığı merkezlerin angajmanına sokmaksa eğer, yazık ki son otuz yıla damgasını vuran terör olayları bu misyonu çok iyi yerine getirmiştir. 12 Eylüle giden süreç 24 Ocak Projesini hayata geçirmenin, PKK ise 12 Eylülle birlikte girdiğimiz bu projenin sacayağı olan dışa açılmanın ve federasyonu tartışalımın atlama taşı olmuştur. Bugün geldiğimiz noktada işte bu emperyal restorasyonun son vurucu darbeyi yapmaya başladığının işaretleridir.
Terörün simge yılı Eruh 1993tür. Otuz üç askerimizin kıpkırmızı tabutlarının yan yana dizildiği, Tokat-Sivas kırsalında dahi eylem yapıldığı yıldır 1993. Bugün bahse konu Kürt Açılımı adadan açıklanma yeri olarak deklare edilen yerin de Eruh ve katliam günü olarak seçilmesi yeteri kadar bir meydan okuma değil midir? Adadan deklare edilecek olan Kürt Açılımının açıklanması planlanan bir festivalde, PKKnın Eruh saldırısına katıldığı söylenen bir teröristin konuşmacı olarak kürsüye davet edilmesinin anlamı nedir? Bu nasıl bir meydan okumadır?
Bir yanda dağda süren mücadele, diğer yanda ise ovada terörün yerli finansörlerine sessiz sedasız yapılan operasyonlar Dağ acımasız ama bir şekilde kontrol altına alabiliyorsunuz; peki ova öyle midir? Oradaki tehlike büyüdüğünde ödeyeceğiniz bedel dağdakinden çok daha fazladır ve bugünlerde bu bedelin faturaları konmaktadır önümüze..
Çok açık bir şekilde adını koymalıyız; terörün en şiddetli döneminde cesur bir şekilde(!) raporlar hazırlayan Yalım Erez ve Doğu Ergilin durduğu yere gelmiyor muyuz süratle?
Sizin Türk Siyâsetiniz ne kadar Türktür ki, Kürt Siyasetiniz ne kadar Kürt olsun; Kürtlerin özlemlerini, aşklarını, imanlarını omuzlarında taşıyacak bir siyâsî kadro var da bizim mi haberimiz yok? Siyâseti hem statükodan hem de küresel vesâyetten arındıralım derken, Bu Ülkeye olan kinlerini gizlemeyen ve bu cesâreti de hepimizin bildiği odaklardan alan yeni bir gönüllü ajanlar kafilesiyle mi mücadele edeceğiz? Devletle teröriste eşit uzaklıkta bulunduğunu söyleyen, AB Parlementosunda belediyeleri devletleştirmeyi öneren ve kısaca TC dediği Türkiye Cumhuriyetinden de aybaşında çatır çatır maaşını alan Başkanların olduğu bir yapıda, Kürt Açılımı ile her şeyin düzeleceğini düşünmek nasıl bir hayalperestliktr?
Nasıl ki ABDnin Apo Servisi değiştiğinin değil geliştiğinin âlâmetiyse, silahlarını teslim etmiş bir PKKda farklı bir terör sürecinin başlangıcı olacaktır. Hürriyet Gazetesinin yıldırım baskısında terörist Öcalanın yakalanışına ZAFER manşetini atmasındaki komedinin benzeri Kürt Açılımı ile her şeyin düzeleceğini sanmaktır. Böyle naif bir iyimserlik Talabaninin Kürt sorunu afla çözülür herzesiyle birlikte okunmalı ve ovadakilerin öyle çok da uslu çocuklar olmadığı unutulmamalıdır.
Kürt Açılımı denilen herzenin önemli maddelerinden birisi de genel aftır. Yani dağdaki kadroların, teröristlerin af edilmesi ve siyaset yapmasının önü açılmasıdır.
Peki yıllarca elinde silahıyla dağları mesken tutan kadrolar affedilip siyâsete girdiğinde, Ankaranın göbeğinde yaptığı kongrede İstiklâl Marşı okumayan ve Türk Bayrağı indirilirken alkışlayanların saflarını sıklaştırmaktan başka ne işe yarayacaktır?
Irakı paramparça eden iradenin Judaik soslu Kürt devleti projesinin (bunun uzun vadede yer değiştirmesi hesaplanmaktadır) Türkiye uzantısının olmadığını düşünmek ya da bu oyunu ancak afla bozarız demek en başta o iman edilen reel politiğin mantığına aykırı değil midir? ABD PKKnın silah bırakmasını istiyor, doğru; çünkü Amerika bizim aklı evvel derin devletçiğimizin müthiş ferâsetiyle yıllarca PKKya karşı destekledikleri Peşmerge bozuntularıyla PKK arasındaki rekabetin planlarını olumsuz etkileyeceğini düşünüyor. Kuzey Iraktaki Kürt oluşumların karşısında Türkiye değil PKK olmuştur ve Güney Kürdistana da kolu uzanacak güçlü bir PKK bu anlamda ABD için bölücüdür.
Yeni açılım paketlerinin, yeni bir British Otoman Projekt ya da Unıted Nation Of Anotolia projesi olmadığından ne kadar emin olabiliriz?
Bu arada bu açılıma destek veren eskimiş ülkücülerden Özellikle Mümtazer Türkdönenin ve benzerî arkadaşlarımızın açılıma desteği de ilginçtir. Nurşine destek verirken İstanbulun da isminin Türkçe olmadığını, İnebolunun, Tirebolunun ve benzeri vatan topraklarının isimlerindeki Polinın Yunanca şehir demek olduğu gibi lüzumsuz linguistik izahlara girdiği yazıları tam bir paradokstur.
Şunun bilinmesi lazım. Biz İstanbulun, İstanbul kelimesinin etimolojik otopsisini yapıp da bizim olduğuna karar vermedik. Bu bahse konu her yer ismi için geçerlidir. Biz İstanbulu fethettik. Sanırım bu arkadaşlarımız bunu unutuyorlar. Biz Bursaya, Bitinya deseydik de bizim olacaktı, İznike Nicea deseydik de İznik bizim olacaktı, Konyaya İkonya deseydik de bizim olacaktı. Bu arkadaşlarımız nasıl bir kasırgaya tutuldular ki bu kadar hızlı dönebiliyorlar, anlamak mümkün değildir..
Biz tarih içinde niçin Ebu Bekir, Ömer, Hasan, Hüseyin, Osman, Ayşe, Hatice vs. gibi isimleri çocuklarımıza veriyor idik? Araplaşmak için mi??? Hayır.. Bir kültür birliği için veriyorduk. Bunu anlamak için linguistik okumaya ne hacettir?
İmralıdan örgütünü yöneten ve bu açılıma yön veren Terörist başının açıklamalarını da okumaz mı bunlar acaba. İmralı cânisi geçtiğimiz hafta, Ordu da bunu anlamalı. Bunu anlamalı ve bunun önünde engel olmamalı. Ordu öyle çok kendine güvenmesin. Kendini öyle çok güçlü hissetmesin. Çok kaotik, çok çatışmalı dönem olursa, çözümün önünde engel olursa ordu da ortada kalmaz, dağılır gider diyecek kadar küstahlaşarak yaptığı açıklamalarla Türkiyeyi, TSKyı ve herkesi tehdit ederken, bu ülkenin içine düştüğü akıl tutulmasını anlamak mümkün değildir...
IMFye borçluyuz, ödeyene kadar bağımlıyız Silah üretemiyoruz, o yüzden ses çıkaramayız Terörün kökünü kazıyamıyoruz, affedelim; öyleyse açılım yapalım veya af çıkaralım.. Olacak şey mi? Bu kadar basit mi?
Şu an dağlarda önemli bir yekûnu oluşturan, bir fırsatını bulup kaçmayı düşünen ve hiçbir eyleme katılmayanların üzerine bomba yağdırılması heveslisi değiliz tabii ki
Ancak bunun adı af değil, teslim olmak olmalıdır. Teslim olma sürecide illâki dağdakiyle savaşla değil aftan sonra kurulmak istenen statükonun parametrelerini doğru okuyup bu oyunu bozacak stratejik kurgular geliştirmek ve siyâsî operasyonlar yapmakla başlayacaktır. Bu durumda ödeyeceğimiz bedel, PKKya ödettirilen bedelden daha fazla olmaz ve daha da önemlisi piyonla savaşmaz Büyük Oyunun senaristlerine karşı sonunda mutlaka yapacağınız düello şimdi yapılmış olur.
Terörist Öcalanı paketle teslim aldıktan sonra azıcıkta biz kullanalım diyerek değil, tüm kukla beyin takımını ortadan kaldırarak ama Kürtleri de kucaklayarak, bugüne kadar uygulanan saçma sapan yasakları/ayrımcılıkları tamamen ortadan kaldırarak ve târihimize, ortak kaderimize, kardeşlik kültürümüze, bizi bin yıldır bir arada tutan değerlere hem Türke hem de Kürte- daha çok vurgu yaparak mesele çözülür.
Asla affedilemeyecek terör örgütü yönetici kadrolarına karşı çıkarak dağdan kaçmak çok zor tahmin edebiliyorum. Ancak daha da zoru gücün şehvetine ve emperyalizmin tahakkümüne kafa tutarak derin milletin bağrına kaçmaktır; kolaya kaçanlar için târihin hükmü bellidir
Ne isterlerse istesinler.. Bizlerin yangında ilk kurtarılacaklar listemiz bellidir..
1-Ülkemizi ne pahasına olursa olsun böldürmeyiz.. Buna kimsenin gücü yetmeyecektir..
2- Türkçe ülkemizin resmî dilidir, bunun değiştirilme tekliflerini entelektüel fantezi olarak bile dinlemeyiz.. O işlere Türkdöneler bakıyor.. Belki isteyen özel okullar açabilir, resmî dili Türkçe olarak, ikinci bir dilde eğitim verebilir. Tabii öğrenci, öğretmen, müfredat vs. bulabilirlerse..
3- Federasyon olarak yalnızca Türkiye Futbol Federasyonu veya benzerlerini biliriz başka federasyon bilmeyiz..
Kürtlerle din, vatan, mâzi, tarih, coğrafya ve menfaat birliğimiz vardır, biz bu hukuka ne olursa olsun saygılı olacağız. Komşularımızdır, iş ortaklarımızdır, akrabalarımızdır, kan kardeşlerimizdir. Aynı beşiklere doğduk, yan yana mezarlara defnedildik. Kıyamete kadar bu bizim için böyle kalacaktır..
Kürtçe türküleri beraber söyleriz, Kürtçe halaylarda beraber saf tutarız, ağıtlarıyla beraber ağlar, beraber yanarız.. Aynı saflarda namaza, aynı duygularla duaya, aynı vatanseverlikle yurdumuzu korumak için kıyâma kalkarız.
Bu, Türkiyede yaşayan bütün vatandaşlarımız için böyledir. Türk milleti kavramı etnik bir kavramın verâsında bir kavramdır. Biz nüfus kayıtlarının Orhun Kitâbelerinde karşılık bulması beklentisi olan bir Türklükten bahsetmiyoruz. Irkçılık ancak hayvanlar âleminde karşılık bulur. Bu vatanda Türk olmak demek, bir kader birliğidir, dil birliğidir, beraber yaşama birliğidir, kültür birliğidir, öyle yüce bir kavramdır ki, İstiklâl marşını bir Arnavut, Mehmet Akif yazmıştır ve Mehmet Akifin aziz naşına bu millet gönlünü türbe yapmıştır..
Kendisini bu kavramın, bu tarihin, bu birliğin dışında hissedenleri yine bu millet koruyacaktır her türlü tehlikeden, yine bu millet kucaklayacaktır. Bu topraklarda Klu klux klan geleneği yoktur, asla ve asla olmayacaktır, Klu klux klan geleneği Batıya ait bir gelenektir, bizi taşeronlarıyla bölmeye çalışan Batıya ait bir gelenektir.
Bu arada çok ilginç olan bir şey var ki, bu gibi hamleler aslında çok daha uzun bir periyoda yayılan hamleler olarak bilinirdi. Gelin görün ki bu açılım çok süratli ilerliyor.. Deprem bölgesine 24 saatte ulaşamayan bir devlet, Maraş dağlarında düşen bir helikoptere 52 saat ulaşamayan bir devlet ve hantal bürokrasisi, toplu sözleşmeleri aylarca sürdüren devlet, her nasılsa Kürt Açılımı paketiyle ilgili can havliyle mesai yapıyor.. Bu çok mânidardır.
Bu süreç nasıl sonuçlanır, izlerini yine ardımızda arayacağız, başka çaresi yok..
Emperyalizm mağrur ve bir o kadar açık sözlü; strateji kurumlarıyla hazırlattığı raporlar bize sunulan ve ayağımızı denk almamızı öğütleyen birer "Açık Mektup"tur.
Sovyetler yıkılıyordu, yeni "tehdit" gözümüzün içine baka baka söyleniyordu: (Radikal) İslâm. Sonrası hepimizin malûmu, Afgan dağlarındaki üç-beş yüz 'çapulcu' dünyanın efendilerine kafa tutuyor, sofistike saldırılar düzenliyor ve insanlık topyekûn tehdit altında!..
Kuşkusuz bu "açık sözlülük" bizimde yabancısı olmadığımız bir vakıadır; Oltadaki Balık'tan tutun "Our Boys Have Done It"e(meşhur 12 Eylülüe dair bizim çocuklar benzetmesi), Muavenet'ten Eşref Bitlis'e kadar bir çok psikolojik savaş bombardımanına mâruz kaldık yakında dönemde. 90'lı yılların başında o dönem için komplo olarak yaftalanan birçok öngörünün bugün birer "reel politik" olarak karşımıza çıkması ve bunun da ötesinde kimsenin aklına bile getiremeyeceği olayların (mesela bir çapulcunun Irak'ın başına geçmesi ) hemen her gün ekranlarımızda sırıtıyor olması, geleceğe dair endişelerini "komplovârî" bir şekilde dillendirenlerin hiçte haksız olmadığını gösteriyor olsa gerek.
Ne gariptir ki tam da AB "Üyeliği" sürecinde, turizmden futbola kadar bir çok yayın organında karşımıza çıkan ve hatta bize karşı bir saldırı olduğunda teyakkuza geçeceğini düşünerek uğruna Mehmetçiğimizi savaşmaya gönderdiğimiz NATO'da bile "yanlışlıkla"(!) asılan bölünmüş Türkiye haritaları ve târihi bile -2011 olarak- verilen "İç Savaş" terâneleriyle bize sunulan "Açık Mektup"u doğru okumalıyız.
Daha önceki mektupların zarfına değil mazrufuna bakarsak son otuz yılda yaşadıklarımızın da basit bir terör meselesi olmadığını daha iyi anlayabiliriz. 12 Eylül gibi bir sürecin sonunda Türkiye'ye dayatılan yeni yol haritasının ölçeği sokak kavgalarının mantığıyla açıklanamaz. Sokaklardan başlayıp Cudi'de devam eden ve önümüzdeki dönemde siyasi kimliği gittikçe kavileşecek olan terör, Tanzimat'la girdiğimiz "Batılılaşma Tüneli"ndeki Paşa kavgalarından tutun "muktedirlerin" 10 yılda bir yaptığı "yoklama"lar gibi bu topraklardaki kurulu müesses nizâmın devamını sağlayan diyalektiğin maskelenmiş halidir.
Şunu bilelim; Türkiye'nin ölüsü bile Irak'taki "Kürt Devleti"nin veya PKK'nın bu coğrafyada hayat bulmasına izin vermez. Çözüm teröre karşı alınacak her türden (sert askerî müdahaleler, dağdan ovaya getirecek af süreci, uyum yasaları v.s.) tedbirin çok ötesindedir ve terör kozuna karşı bizden istenen başka bir "biz"in aslında "biz"i nereye götüreceği ile ilgilidir. 13 Eylül 1980'de biten terörden geriye yitik bir nesil kalmış olsa da, aslında bakiye kalan bugün yaşadığımız trajedilerin nüvelerinin atıldığı ve Türkiye'yi küresel düzene eklemleyerek vahşi kapitalizmin bu topraklarda koşu yolunu açan "düzen" olmuştur.
Türkiye'de henüz küresel dengenin yapı taşlarını ve bu iktidarın bizdeki uzantısıyla kurduğu simbiyotik bağı çözümleyecek, kimliğini/siyâsî duruşunu buna göre belirleyecek ve bir "medeniyet dâvâsı" güden -Cemil Meriç'in tabiriyle- "yeni neslin soylu idealistleri"ni yetiştirecek özerk bir ortak akıl olmadığından, sadece bu aklın ve ferâsetin çıkartabileceği "kahraman"ı bekleyeceğiz gibi görünüyor.
Bu millet aklın ve sağduyunun olduğu gibi bugün artık maceracılık diye küçümsenen onurlu ve başı dik duruşun yapılabilirliğini bize gösteren Milî Mücâdelenin ve Âkifin ve daha nicelerinin önderliğinde hem teenniyi ve sabrı hem de direnmeyi ve savaşmayı bilmiştir.
Nisan 1922de Âkife Leylâya şiir yazdıran neyse 4 Temmuzda odur ve Kürt Açılımı da odur..
Bu topraklara ölüm getirenler geldikleri gibi gideceklerdir
Selim Cem
Nizam-ı Alem Dergisi
K.http://www.nizamialem.org/yazarlari...tional-of-anatolianq-projesine-adm-adm-m.html