Bazı Sapık Mezhepler

€rd@ls10

Altın Üye
Altın Üye
Katılım
2 Ocak 2008
Mesajlar
16,867
Reaction score
0
Puanları
0


Rablerinin gönderdiği rasullere itaat etmemeleri sebebiyle sapıtan dalalet fırkaları vardır. Allah (Azze ve Celle) bir kutsi hadiste şöyle buyurmaktadır:

“Ben kullarımı hanifler olarak yarattım. Fakat şeytan onları saptırdı.”

Onları saptırdı, ifadesinin manası: Rablerinin emirlerine ve Nebilerin şeriatına asi olmaları sebebiyle onları doğru yoldan uzaklaştırdı şeklindedir. Bu sapık fırkaların kökleri devam etmekte ve onların kolları arzın her yerine yeni ve değişik isimlerle uzanmaktadır. Müslüman kardeşim, onların düştüğü hatalara düşmemen için bu fırkaların bazı isimlerini öğrenmen senin için evladır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:

“Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Bu ümmet de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri hariç diğerlerinin hepsi ateştedir.’ Sahabeler:

−Onlar kimlerdir ya Rasulullah dediler? Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Onlar benim ve ashabımın yolunda olanlardır’ buyurdu.”

Ebu Davud: 4596

İmam Cemaluddin ibnu-l-Cevzi’ye, bu fırkalar bilinebilir mi? diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:

“Bazı ilim ehli, sapık fırkaların aslının altı tane olduğunu söylemiştir. Onlar:

−Haruriye,

−Kaderiyye,

−Cehmiyye,

−Mürcie,

−Rafiziyye ve

−Cebriye’dir.


Bu fırkalardan her fırka on iki gruba ayrılmıştır ve yetmiş iki grup olmuştur.”

Biz, doğru yoldan ayrılan fırkaların müntesiplerinin din edindiği bazı hususiyetleri zikredeceğiz. Çünkü her işte asıl olanın, gerçek itikat olduğunu biliyoruz.
1–Haruriye:

Yahut hariciler diye isimlenen grup. Onlar, Abdullah bin Kuva liderliğinde Ali bin Ebi Talib (Radiyallahu Anh)’e karşı çıkan, Harura denen yerde toplanan kimselerdir. Onların o zamanki sayısı on iki bin kişi idi.

İtikatları: Onların inancına göre, büyük günah işleyen kimseler cehennemde ebedi kalıcıdır. Erkek olsun, kadın olsun cihadı terk eden kâfir olur. Onlar, kendi düsturlarına iman etmeyenleri de tekfir etmektedirler.

Bu Harici fırkasından mutezile denen fırka türemiştir. Mütezilenin inancı haricilerin inancının aynıdır. Ancak bunlar, büyük günah işleyenin cehennemde ebedi kalacağını iddia etmiyorlar; onu iman dairesinden çıkarıyorlar, bununla beraber küfür dairesine de sokmuyorlar.
2-Kaderiye:

Onlar, Allah’ın kulların amellerini takdir ettiğini inkâr ediyor ve: Amelleri takdir eden, onları işleyen ve o ameller üzere hesaba çekilecek de kul kendisidir. Bu sebeple kulu yaptığı fiilleri üzere hesaba çekmesi, Allah’ın kendi adaletindendir demektedirler. Onlar: Allah kullara kendine itaatı emretmiş, asi olmalarını da yasaklamıştır. Allah, itaat ve masiyet fiili meydana gelmeden, kendine itaat edenle asi olanı bilmez demektedirler. Allah onların bu sözlerinden yüce ve münezzehtir.
3-Cehmiye:

Onlara Muattıle ve Nufat da denmektedir. Cehmiye fırkası, Emevi devletinin sonlarında yayılmıştır. Cehmeyi, Cehm bin Safvan’a nispet edilmektedirler. Mezhepleri, Allah’ın isim ve sıfatlarını inkar etmek üzeredir. Cehmeyi aynı zamanda Mürcie ve Cebriyenin azgınlarından sayılmaktadırlar.

İtikatları: Allah–u Teâlâ’nın sıfatlarını inkar etmektir. Sıfatlar hakkında: Rahmet sıfatı olmaksızın rahmet edici, işitme sıfatı olmaksızın işitici, görme sıfatı olmaksızın görücü, bilgi olmaksızın bilici, gücü olmaksızın güçlü demektedirler. Allah’ın sıfatlarını bu şekilde nefiy ederken: Yaratanı yaratılmışa benzetmek istemediklerini ifade edip delil getiriyorlar. Müteakiben sıfatlarının tamamını inkâr ediyorlar yahut onları fiili manasını tahrif ediyorlar. Örneğin: Allah’ın rahmeti, Onun iyiliği dilemesidir; Allah’ın eli, Onun kudretidir; Allah’ın gözü, Onun koruması ve gözetmesidir; Allah’ın arşa istiva etmesi, onu istila etmesidir… şeklinde tahrif etmektedirler.

Onlar, Allah’ın işitmesini, görmesini, eli olmasını, gülmesini, kızmasını, konuşmasını dünya semasına inmesini inkâr etmektedirler. Allah onların bu sözlerinden yüce ve münezzehtir.
4-Mürcie:

İrca kelimesinden türemedir, İrca kelimesi tehir manasınadır. Amelin imandan sonra geldiği ve ona dâhil olmadığı kastedilmektedir. Onlar, haramları mubah sayan, emirleri yerine getirmeyen, onlarla amel etmeyen ve kalplerindeki imanla yetinen bir taifedir.

İtikatları: Onlar İmanla beraber hiçbir günah zarar vermez demektedirler. Mürcienin bu inancı, günümüzde: İman sadece kalptedir, Allah çok bağışlayıcıdır, affedicidir. Ne kadar günah işlesen de ateşe girmezsin diyen kimselerin haline benzemektedir.

Onlar: Kelime-i şahadeti söyleyen kimse, bütün günahları işlese de asla cehenneme girmez demektedirler. Bu sözle, muvahhitlerden gayrının ateşten çıkamayacağı hususundaki sahih hadislere muhalefet ettiler.

İbni akil dedi ki:

“Mürcieliği ihdas eden kimse, zındıklara ne çok benzemekte. Âlemin ıslahı, asilere tehdidin sabit olduğunun bilinmesi ve onların cezaya çarptırılmasına inanılmasına bağlıdır. Onlar günahkârlardan korku ve Allah’ın kendilerini murakabe ettiği endişesini düşürdüler; şeriatın kanunlarını yıktılar. Herhangi bir şeyi, onu güzel yahut çirkin görme hususunda aklı hakem yaptılar.

İmanın tanımında doğru görüş onun üç şartı olduğu tanımdır:

a) Dille söylemek.

b) Kalple itikat etmek.

c) Uzuvlarla amel etmek.

Bu şartlardan herhangi bir şart yok olduğunda kul mümin sayılmaz.

Yani: Bu şartlardan herhangi biri kaybolduğunda kişi kâmil mümin olamaz. Yani kişi ameli küfre düşer.
5-Rafiziye:

On iki gruba ayrılan şia fırkasının azgınlarından bir fırkadır. Şia, Ali bin Ebi Talip (Radiyallahu Anh)’ın hilafeti döneminde, Müslümanlığını izhar eden küfür ve nifakın başı Yahudi Abdullah bin Sebe liderliğinde müslümanları aldatmak için ortaya çıkmış bir taifedir. Şia, o dönemde Ali ile Muaviye arasında çıkan fitneyi yok etmek için Hüseyin bin Ali’nin oğlu Zeyd’i terk ettikleri için Rafizi diye isimlendirildiler. Rafiziler iki taraf arasındaki oluşan fitneyi kızıştırmaya devam etti. Nihayet bu fitnenin tesiri altında müslümanlar birbirleriyle savaştılar ve Ali, Hasan ve Hüseyin (Radiyallahu Anhum) öldürüldü. Bu Ehl-i Beyt imamlarının ölümünün yegâne sebebi onlardı.

İtikatları: Nebilik Ali (Radiyallahu Anh)’ın hakkıydı, ancak Cebrail hata etti ve vahyi Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e getirdi şeklinde iddia etmektedirler. Bu görüş daha ziyade Rafizilerden Alevilere isnat edilmektedir. Rafizilerden bazı gruplar:
A–Emiriye

Ali (Radiyallahu Anh)’ın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e nebilikte ortak olduğunu söylemektedirler.
B–Şia

Ali (Radiyallahu Anh)’ın Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in dostu ve kendinden sonra imametini vasiyet ettiği kimsedir, sahabeler ve onlardan sonra gelen ümmet, Ali (Radiyallahu Anh)’ın dışında birine biat etmekle küfre girmişlerdir, demektedirler.
C–Navusiye

Ali (Radiyallahu Anh)’ın bu ümmetin en faziletli şahsı olduğunu, ondan daha faziletli kimseler de olabileceğini söyleyenlerin küfre girdiğini söylemektedirler.
D–İmamiye

Hüseyin’in oğulları haricinde hiç kimsenin imam olamayacağını, imamın Cebrail (Aleyhisselam) tarafından eğitildiği ve imam vefat ettiğinde Cebrail (Aleyhisselam)’in onun yerine Hüseyin (Radiyallahu Anh)’ın soyundan başka bir imam getirdiği söylemektedirler.
E–Yezidiye

Hüseyin (Radiyallahu Anh)’ın soyundan bir imam bulunduğunda onun dışında başka kimselerin arkasında namaz kılmanın caiz olmadığını söylemektedirler.
F–Lainiye

Osman, Talha, Zübeyr, Muaviye ve Aişe (Radiyallahu Anh)’a lanet etmektedirler. Bu fırka, sahabelere devamlı lanet okuduğu için bu ismi almıştır.
G–Nasihiye

Reenkarnasyon inancına sahiptirler. Yani: Bir insan öldüğünde onun ruhu bir başkasına girer ve onda yaşar demektedirler. Onların, bunların dışında Yahudi, Hristiyan, Mecusi ve Putperestlerin sapık görüşlerinden iktibas edilmiş birçok garip ve sapık görüşleri bulunmaktadır.
6-Cebriye

Onlar kaderiye fırkasının tam zıddıdır. Şöyle demektedirler: Allah her şeyi yaratan, itaat ve isyandan her ameli var eden olması cihetinden kulları için takdir ettiği, onların da icbar olunduğu, kendileri için irade ve güç olmayan şeyler üzere insanları hesaba çekmesi Allah için adalet değildir demektedirler.

İbni Kayyım (Rahmetullahi Aleyh) şöyle diyor:

“Genel olarak kıble ehli arasında İslam dininden çıkma derecesinde ihtilafın, sapıklığın, ayrılığın meydana geldiği meseleler altı meseledir:

1-Allah’ın isimleri, sıfatları ve fiilleridir.

2-Dinin isimleri ve hükümleridir. İslam, iman, ihsan, küfür ve şirkin tarifi buna misaldir.

3-Kulların fiillerinin yaratılması, o muhayyer midir, yoksa müseyyer midir?

4-Günahları işleyenlere dünya ve ahirette vaat edilen cezanın infazı ile Cennet ve cehennemin hakikati hakkındadır.

5-Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Ehl-i Beyti ve değerli ashabının konumu hakkında.

6-İfrat ve tefrit arasında iyiliği emredip kötülüğü yasaklamak hakkındadır.”



kaynak
 
"Bizim takım bu hafta iyi oynamadı" diye dertlendiğimiz kadar, "bu yukardaki gruplardan birine acaba ben de giriyor muyum? " diye azıcık korkuyla yaklaşsaydık mevzuya, bugün herhalde iman ve ahlâk seviyemizde gözle görülür artışlara şahit olurduk (ben kendi adıma konuştum, kimse üstüne alınmasın)

Teşekkürler Erdal abi, Eiffel' le elele verip birgün kalbime indireceksiniz hafizanallah...
 
Biride Bana Şu VehabbiLik Mezhebini AnLatsın.

ErdaL PayLaşım İçin TeşekkürLer

________________________
 
Biride Bana Şu VehabbiLik Mezhebini AnLatsın.

ErdaL PayLaşım İçin TeşekkürLer

________________________

VehabbiLik Mezhebi

es-Seyhu'n-Necdî lakabiyla bilinen Muhammed bin Abdülvehhab'in (d. 1703 Uyeyne - ö.1787 Deriye, Riyad) düsünceleri çevresinde olusan dinî, siyasî hareket.


Harekete Vehhabilik adi karsitlarinca yakistirildi. Hareket içinde yer alanlar, kendilerine Muvahhidun (tevhidciler) derler ve Hanbelî mezhebini Ibn Teymiye yorumuna uygun biçimde sürdürdüklerini söylerler. Vehhabilik bir inanç hareketi olarak baslamakla birlikte, kisa zamanda siyasî bir nitelik kazandi. Arap yarimadasinda etkinlik kurarak devlet durumuna geldi. Günümüzde, Suudi Arabistan'in resmî mezhebi durumundadir.

Muhammed Ibn Abdülvehhab'in düsünceleri, Deriye Emiri olan Muhammed bin Suud ile tanismasiyla (1744) siyasi bir hareket niteligi kazandi. Ibn Abdülvehhab, Deriye'de düsüncelerini Emir Muhammed'in gücü ile yayarken, Emir Muhammed bu düsüncelerle Arabistan'a hakim olma imkânini kazaniyordu. Çünkü Ibn Abdülvehhab, insanlarin sirk içinde bulundugunu, bunlarin mal ve canlarinin kendisine inanan kisilere helal oldugunu söylüyor, Emir Muhammed bu fetvanin getirdigi ganimet olgusuyla yandaslarini çogaltiyor, gücünü artiriyordu. Ibn Abdülvehhab'in ölümünden sonra hareketin siyasî niteligi daha da agirlik kazandi. Muhammed bin Suud döneminde baslayan toprak kazanma faaliyetleri, ölümünden (1766) sonra oglu Abdülaziz zamaninda da sürdürüldû.19. yüzyilin baslarina gelindiginde (1811) Vehhabilik adina hareket eden Suud Emirligi Haleb'ten Hind Okyanusuna, Basra Körfezi ve Irak sinirindan Kizil Deniz'e kadar yayilmis bulunuyordu.

Vehhabilik hareketinin Osmanlilar için önemli bir sorun durumuna gelmesi üzerine II. Mahmud, Misir Valisi Kavalali Mehmed Ali Pasa'yi sorunu çözmekle görevlendirdi. Mehmet Ali Pasa, oglu Tosun komutasindaki orduyla Mekke, Medine ve Taif'i Vehhabilerin elinden kurtardi (181213). Daha sonra bizzat Emir Abdûlaziz'in üzerine yürüdü. Emir Abdulaziz'in ölümü (1814) üzerine Vehhabiler agir bir yenilgiye ugradi. Nihayet Mehmet Afi Pasa'nin kumandani ibrahim pasa, Abdulaziz'in yerine geçen oglu Abdullah ve çocuklarini esir ederek Istanbul'a gönderdi. Bunlarin Istanbul'da asilarak öldürülmeleri (17.12.1819) ile Vehhabilik hareketinin ilk dönemi kapandi.

Savas sirasinda kaçarak kurtulmayi basaran Suud hanedanindan Türki bin Abdullah, Necd bölgesinde yeniden faaliyete giriserek 1821'den 1891'e kadar sürecek ikinci Vehhabi devletini kurmayi basardi. Daha sonralari bir takim çekismeler olmussa da Suud hanedanindan Abdülaziz bin Suud, Vehhabi devletini yeniden kurdu (1901). Hindistan Ingiliz yönetiminin de destegini saglayan Abdülaziz bin Suud 26 Aralik 1916 tarihli anlasma ile Ingilizlerce Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bagli diger bölgelerin hükümdar olarak tanindi. Bu anlasmaya göre Abdülaziz, bu yerleri kendisinden sonra miras yoluyla çocuklarina birakacak ve kendisinin seçtigi veliaht da Ingilizlere bagli kalacakti.

Osmanlilarin yenik düsmesiyle sonuçlanan.1. Dünya Savasi'nin arkasindan Vehhabiler Hail, Taif, Mekke, Medine ve Cidde'yi de ele geçirdiler (1921-1926). Abdülaziz bin Suud, Necd ve Hicaz Krali olarak kabul edildi (1926). 20 Mayis 1927 tarihinde Ingiltere ile yapilan Cidde anlasmasinin arkasindan da tam bagimsizligini ilan etti. Böylece Abdulaziz bin Suud, suudi Arabistan Krali olarak tüm Hicaz'i egemenligi altina alti. Bu devlet, Suudi Arabistan Kralligi adiyla varligini sürdürmektedir.

Vehhabiligin din anlayisi, Muhammed bin Abdülvehhab'in üzerinde önemle durdugu tevhid (Allah'in birlenmesi) konusundaki yorumu çevresinde toplanir. Ibn Abdülvehhab'a göre tevhid, kullukta Allah'i bir tanimaktir. Tevhid kelimesini (lâ ilâhe ilallâh) söylemek Allah'tan baska tapinilan seyleri tanimadikça bir anlam tasimaz. Allah kalble, dille ve davranislarla birlenmelidir. Bunlardan birisinin eksik olmasi durumunda kisi Müslüman olamaz. Tevhid üçe ayrilir. Ilki, Allah'i isim ve sifatlarinda birlemek (tevhid-i esma ve sifat), ikincisi Allah'i rablikta birlemek (tevhid-i rububiyet), üçüncüsü de Allah'i ilahliginda birlemektir (tevhid-i uluhiya). Allah'i bu üç biçimde birleme, ancak amellerle mümkündür. Buna göre Kur'an ve Sünnet'in disinda emir ve yasak tanimamak, Hz. Muhammed'in döneminde bulunmayan seyleri ve tevessülü terkederek Allah'i birlemek gerekir. Bu tevhide ameli tevhid denir. Herhangi bir hüküm koyucu tanimak, Allah'tan baskasindan yardim dilemek, Peygamber için bile olsa, Allah disindaki bir varlik için kurban kesmek, adakta bulunmak kisiyi küfre düsürür, can ve mal dokunulmazligini ortadan kaldirir.

Bu tevhid anlayisinin getirdigi önemli sonuçlar vardir. Bunlardan birisi, Hz. Muhammet'ten sefaat talebinde bulunulamayacagidir. Sefaat, Allah'a özel bir haktir. Bu nedenle Hz. Muhammet'ten dogrudan sefaat talep etmek, onu Allah'a ortak tutmaktir. Nitekim müsrikler de Allah'i kabul ettikleri halde, melekleri, putlari sefaatçi kabul ettikleri için müsrik olmuslardir. Sefaat inanci gibi yaygin olan tevessül inanci da sirktir. Tevessül inanci, daha çok mutasavviflar arasinda yaygindir. Bir takim seyhlerin, velilerin hem hayatlarinda, hem de öldükten sonra tasarruf sahibi olduklarina inanilmakta, onlarin himmetleri dilenmekte ve araci kilinmaktadirlar. Bu da açik bir sirktir. Çünkü günah'in yaratmada, yönetmede, tasarruf etmede, isleri düzenleme ve belirlemede ortagi yoktur.

Vehhabiligi en önemli özelliklerinden birisi de bid'adlar karsisindaki tutumudur. Ibn Abdülvehhab'a göre Kur'an ve Sünnet'te olmayan her sey bid'attir. Bir bid'at çikaran mel'undur ve çikardigi sey reddedilmelidir. Bid'adlarin çogu insanlari sirke düsürmektedir. Bunlarin basinda mezarlar, türbeler ve bunlarin ziyaretleri gelir. Mezarlarda yapilan ibadetler sirktir. Sevap umarak Hz. Muhammed'in kabrini ziyaret bile sirke neden olabilir. Sirke neden olmamalari için, mezar ziyaretleri, türbe yapimi kesin olarak yasaklanmalidir. Ölülere niyaz, tevessül, falcilara, müneacimlere inanmak, Hz. Peygamber'in anisini yüceltmek, hirka-i serif, sakal-i serif ziyaretleri yapmak, Allah'tan baskasina ibadet etmek, sirk kosmatir. Mevfit toplantilari düzenlemek, bu toplantilarda mevlid okumak, sünnet ya da nafile namazlar kilmak yasaklanmalidir. Göz degmemesi için nazar boncugu takmak, muska takinmak, agaç, tas vb. seyleri kutsal saymak, bir hastalik ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayi gibi seyler takinmak, sihir, büyü, yildiz fali gibi seylere inanmaz, iyi kisilere, velilere tazimde bulunmak, onlara dua etmek, onlardan yardim dilemek gibi seyler de tamamiyle sirke neden olan bid'adlardandir. Riya için namaz kilmak, sofuluk etmek, iyi insan gibi görünerek çikar saglamak da sirktir. Cami ve mescidlerin süslenmesi, minare yapilmasi da terkedilmesi gereken bid'adlardir.

Vehhabiligi olusturan düsünceler, birçok çagdas Müslüman düsünürü etkilemis, onlara esin kaynagi olmustur. Günümüzde ise, önemli ölçüde degisime ugramis biçimde, Suud Kralliginin resmî görüsü olmaktan öte bir anlam tasimamaktadir.

Ahmet ÖZALP
 
Allahü teala Ehl-i sünnet vel cemaat yolundan ayırmasın bizi...

Rabbim tefrikaya düşmeyen,kavmiyet gütmeyen ve Hz peygamber yolundan ayrılmayanlardan eylesin bizi...
 
Geri
Üst