Albayrak
Can Feda
- Katılım
- 23 May 2007
- Mesajlar
- 4,439
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
1. Giriş
Seksen sekiz yıldan bu yana, Kemalist ideolojinin evrenselliği ve hala tüm dünyayı etkilemeye devam ettiği açıkça görülmektedir. Atatürk’ün; düşünceleri, eserleri, zaferleri ve verdiği gerçek örneklerle dünyaya telkin ettiği ve büyük bir sirayet gücü olduğunu yakın tarihin belgelediği ilkeleri şöyle sıralayabiliriz.
* Antiemperyalizm.
* Tam Bağımsızlık
* Laiklik
Bunların ne olduğu konusunda ciltlerle dolu eserler yazılmıştır. Bu makalede ilkelerin dünya ülkeleri üzerindeki etki ve yansımaları irdelenecektir. Batı’nın öncelikle Türkiye’de olmak üzere Kemalist ideolojiyi zayıflatmayı neden hedef aldığı, onun evrensel etkilerini ortaya koyarak açıklanacaktır. Atatürk’ten önce, yeryüzünde 50 kadar bağımsız devlet varken, bu gün 180’i aşmış olması gerçeğini yaratmış olan faktörlerin başında, şüphesiz Atatürk faktörü bulunmaktadır. Onun İkinci Dünya Savaşı öncesi ikaz ve değerlendirmelerine itibar etmeyenler, kendi halklarını acı ve yoksulluğa yuvarlamışlardır. Türkiye laiklik düzeyine, sadece kahraman liderinin görüşü ve teşviki ile değil, bir çok tarihi tecrübelerin etkisi ile gelmiştir. Aslında Müslüman ülkele! rin en Müslümanı olan Türkiye’de esasında dinle ilgisi olmayan, taassub yorumlarının ıstırabını en çok çekmiş olan ülkede, laiklik gibi din ilkelerine uygun ve dini yüceltici, fakat politik düşüncelerin üzerine çıkarıcı bir hareketin doğmuş olması, olayların mantığına uygun bir gelişmedir. Böyle tarihi sebeblerin yarattığı büyük bir hareketin yerel kalması düşünülemez. Şimdi ülke ve bölge bazında etki ve yansımaları inceleyelim.
2. Kemalist İdeolojinin Evrensel ve Bölgesel Yansımaları
a. İran.
1921’de iktidara gelen Şah Rıza Pehlevi, memleketini modernleştirmek için, hemen, Türkiye’de yapılanlardan ilham almıştır. 1934’te Anadolu’da yaptığı bir aylık gezi, onun, yeni Türk rejimine duyduğu hayranlığı güçlendirmiştir; ziyareti esnasında, bizzat Mustafa Kemal tarafından gezdirilen Şah, modern Türkiye’nin gerçekleştirdiklerini kendi gözleri ile görebilmiş ve gerçeklerin, anlatılan efsaneye uyduğunu şaşkınlıkla müşahede etmiştir. Avrupai tarzda giyinmiş memurlar, şehir hayatına yaraşır tarzda vekiller ve milletvekilleri, pudralı ve makyajlı kadınlar, öte yandan, meslek okulları, örnek çiftlikler, pilot fabrikalar, demiryolları, liman tesisleri, gemi inşatı ve sonsuz milli yenileşme çabasını şahane bir biçimde özetleyen yeni Ankara şehri ve steplerin oratasından fışkırmakta olan devasa Bakanlıklar Mahallesi. Ev sahipliği yapan M.Kemal kadar coşkulu ve arzulu olan Şah Rıza, daha Türkiye’de bulunduğu sırada, Başvekiline, Tahran’a döndüğünde ne çarşaf, ne fes, ne de türban görmek istemediğini bildirmiştir. Bir süre sonra İranlı kadınlar peçenin resmen kaldırılması! na uyum sağlamaya mecbur olmuşlar, erkekler de, Avrupai fötr şapkayı veya Kemalist kasketi seçmek zorunda kalmışlardır. Toprak ağalarının protestolarına ve Şii mollaların afaroz etmelerine rağmen, arkadan diğer tedbirlerin gelmesi gecikmemiştir. Çok evliliğin kaldırılması, kadının eşitsizliğini kaldırmaya yönelik yasalar, asalet ünvanlarının kaldırılması, Türk modeline uygun üniversitelerin kurulması. Daha sonra, İran başkentinde, Arap harfleri yerine latin alfabesini almak, Müslüman takviminden vazgeçmek, hafta sonu tatili olarak pazarı seçmek, bir kelime ile, M.Kemal’in Türkiye’de yaptığı gibi toplumu tamamen laikleştirmek söz konusu olmaya başlamıştır. Muhafazakar çevrelerde görülen tepkilerin artmasından endişe edilerek tasarlanan yeni tedbir ve reformların uygulamasında gecikmeler ve yumuşamalar başlamıştır. Daha sonra gelen oğul Rıza Pehlevi’de reformları devam ettirmeye çalışmışsa da, başlangıçta verilen tavizler devam edegelmiştir. Netice olarak, 1978 yılında molların dediği olmuş İran tekrar dini ve gerici bir yönetimin esiri haline gelmiştir. Bunun nedenleri açık olmakla beraber devrimlerde nerede? Nasıl? hata yapılmıştır.
* Şah reformları halkına anlatamamış, inandıramamış ve halka indirememiştir.
* Halk için halkla beraber prensibini uygulamamıştır.
* Eğitimi yaygın ve kaliteli hale getiremiştir.
* Başlangıçta devrimlerden taviz verilmiştir, kararlılılk gösterilememiştir. Özellikle laiklik ilkesinin uygulanmasında kesin kararlılık gerekmektedir.
* Gelir dağılımını dengeli hale getirememiş, orduyu güçlendirmek ve hoş tutmakla kendi güvenliğini ve rejimi devam ettirilebileceğini zannetmiştir.
* Dış politikada tek bir devlete bağlanmış, yanlış politikalar uygulamıştır.
* Son zamanlarda halkına karşı cinayet, işkence ve zulüm içeren uygulamalar i&c! cedil;ine girmiştir.
b. Afganistan.
Afganistan’da Emir Amanullah, yirmili yılların başında, Türk öğretmen ve müşavirlerine geniş yer vererek, batılılaşma ve modernleşme progr¤¤¤¤¤ başlamıştır. İlk önceleri, reformlar orduda ve eğitim sisteminde yapılmıştır. Adalet yapısının ve idarenin nisbi olarak laikleştirilmesi, kadının özgürlüğü için tedbirler, batılı elbise giyme zorunluluğu vs. 1928’de, yakın-doğu ve Avrupa’ya yaptığı büyük seyahatinden Batı Virüsü’ ne tamamen bulaşmış olarak dönen Amanullah, hatta, mollaların büyük skandal çıkarmasına rağmen, kadınların peçelerini açmalarını ve onlara saçlarını modaya uygun olarak kesme hakkının verilmesini teklif etmeğe kadar gitmiştir. Gerçek şu ki olaylar kötü sonuçlanmıştır. Afgan kabilelerinin şiddetli baş kaldırmalarıyla karşılaşan Emir, Avrupa’dan dönüşünden sadece bir kaç ay sonra, yaptığı reformların ekserisinden vazgeçmiş ve nihayet sürgüne gitmeye razı olmuştur. Amanullah’ın reformlarının hayata geçirilememesinin nedenlerine gelince.
* Devlet geleneği olmaması, kabile ve aşiret yapısı.
* Bağımsızlık savaşı yapmamaları,
* Afgan Emiri’nin güçlü bir orduya sahip olmaması
* Reformları halka indirecek inançlı bir kadronun bulunmaması
olarak sıralayabiliriz.
Şeriat kıskacında ve ABD işgalindeki Afganistan’ın sömürge devlet dışında geleceği ile ilgili bir ümit ortaya koymak mümkün mü?
c. Orta Doğu.
Türk Rönesansına ait, reform programının yankıları bir çok Orta Doğu ülkesinde duyulmuş, fakat bunların hiç biri T.C model! ini yakından takip etmemiştir. Diğer bir deyişle, bu ülkelerden hiç biri laikliği milli politikalarının yol gösterici ilkesi olarak benimsememiş, alfabelerini Latin alfabesi haline getirememişlerdir. Kadınlara eşit statü sağlama gibi bazı reformlar Orta Doğu’da bazı ülkelerde yasamaca benimsenmiş, ancak bu da Türkiye’de olduğundan çok daha yavaş ve çok daha geç gerçekleşmiştir. Türkiye’de gerçekleştirilen reformların diğer Orta Doğu ülkelerinde neden taklit edilmediği henüz cevaplandırılmamış bir sorun olarak gözükmektedir. Bunun gerçek nedenleri olarak tarihi, demografik, sosyal ve kültürel veriler değerlendirildiğinde şu nedenler ileri sürülebilir.
* Arap toplumunda İslam geleneklerinin kuvvetli olması
* Türklere karşı, tarihi düşmanlık ve çekememezlik,
* Dini grupların otorite ve çıkarlarının ortadan kalkacak olmasıBu yörede Atatürk’ün olağanüstü liderlik vasıflarını taşıyan, vizyon sahibi, fikirlerini eyleme dönüştürebilme kabiliyetine sahip bir asker ve devlet adamının o tarihlerde çıkmaması,
Bugün, Arap Yarımadası’ndaki devletlere bakınız. Paranın sağladığı teknoloji ile erişilen modernitenin insanlara ve özellikle kadınlara ne sağladığına karar veriniz.
d. Avrupa.
1929 krizinden sonra Avrupa’da oluşmaya başlayan yeni ekonomik düzende, Atatürk’ün devletçilik ilkesini esas alan Karma Ekonomik sisteme geçilmesi, kadınlara seçme ve seçilme hakları verilmesi konusundaki çalışmaları Atatürkçülüğün etki alanları olarak görmekteyiz. Ayrıca; Ünlü Siyaset Bilimcisi Paul E. Sigmund! Jr. Gelişmekte Olan Ülkelerin İdeolojileri adlı eserinde, gelişmekte olan ülkelerin en etkin ideolojisinin “ Modernleştirici Milliyetçilik” ideolojisi olduğunu söylemekte ve bunun hem Batı Liberalizm’inden, hem de Sovyet Kollektivizm’inden farklı olduğunu, batı ve doğunun her iki sisteminin düşünce ve deneyimlerinden yararlandığını,
* Ulusal bağımsızlık,
* Hızlı ekonomik kalkınma,
* Ulusal devletin yaratılması,
* Yönetimin halka dayandırılması,
amaçlarını içerdiğini yazmaktadır. Paul Sigmund, Kemalizm’i “ Çağdaşlaştırıcı Ulusculuk “ ideolojisinin ilk uygulaması olarak kabul etmektedir. Gerçekten de, Mustafa Kemal , Hindistanlı Nehru’nun deyimi ile herşeyden önce Doğu’da “Modern Çağın ” yapıcısıdır.
e. İsrail.
İbrani dilinin bu günkü haline getirilmesini sağlayan Musevi dil bilimci Elzer Ben –Yehuda’ın oğlu gazeteci İtamar Ben- Avi 1911 yılında Kudüs’te, Atatürk’le yaptığı bir görüşmede Atatürk’e şunları söylemişti. “Sizin Arap harfleriniz, bizim dikdörtgenlerimiz, Ermeni, Rum ve Arnavut yazıları ve diğerleri, aramızdaki yakınlaşmayı önlüyor. İşte beyim, eğer Türkçe, karmaşık bir dil olan Ermenice ve Yunanca için latin alfabesini kabul ederseniz, insanlar arasında fevkalede bir köprü yaratmış oluruz., bir nevi Esperanto olur bu ”. Ben-Avinin yanı sıra, M.Kemal başka Filistinli Musevileri de çok etkilemiştir. İbrani basını iki dünya savaşı arasında, M.Kemal’in yapmış olduğu reformlardan geniş şekilde söz etmekte idi. Bir günlük gazetede şö! yle bir ibare bulunmakta idi. “ Türk liderlerinin kararları oryantal bir devlet olan Türkiye’yi gerçek bir Avrupa devleti haline getirmektedir.” M. Harmon tarafından kaleme alınan bir makalede ise , Türk devrimi Fransız devrimi ile kıyaslanmakta, Halifeliğin kaldırılması göklere çıkarılmakta, Fransız devrimi Avrupalılar için ne kadar önemli ise, Türk devriminin de Müslümanlar için o kadar önemli olduğu vurgulanmaktadır. 1935 yılında, Yalkut Ha-mizrah Ha- tihon adlı aylık dergide 14 sayfalık Türkiye ile ilgili bir makale yayınlanmıştır. Bir bölümünde şöyle yazmaktadır.“ Türkiye’de meydana gelen aşırı değişmelerden biri de kadınların statüsünde ortaya çıkmıştır. Yeni Türkiye, Müslüman toplumunda kadınla erkek arasındaki mevcut engeli ortadan kaldırmıştır. 1926’da kabul edilen Medeni Kanun Türk kadınına eşit haklar sağlamıştır. Peçe, poligami, harem ve Müslüman kadının köleliğinin belirtisi olan her şey ortadan kaldırılmış ve diğer antik müesseselerle birlikte gitmiştir. Kadın artık kültürde, ekonomide ve istihdamda erkekle eşit bir yere sahiptir. 1934’de kadınlar TBMM’ne seçme ve seçilme hakkına sahip olunca, Türk kadınının gelişmesine engel olan son durum da ortadan kalkmıştır.”
Bu gün Yunanistan’ın, Bulgaristan’ın mikro milliyetçi akımlarla hala alfabelerini değiştirmemeleri büyük sakınca yaratmaktadır. Günlük hayatta, yabancılar trafik tabelaları başta olmak üzere büyük zorluk çekmektedirler. Romanya 1991’den sonra Sovyet baskısından kurtularak, latin alfabesine geçmiştir. Türk reformlarının Araplardan ziyade Filistindeki Musevi topluluğu üzerinde bariz bir etki yaptığını, o ! zamanın basınında çıkan övücü yazılardan anlıyoruz. İsrail’in kurucusu David Ben –Gurion’un İngilizlere karşı yürüttüğü bağımsızlık mücadelesinde, önce alt yapıyı hazırladığını, halkını organize ederek uygun zamanı beklediğini ve İngitere’ye karşı, bunu daha önce başarmış Mustafa Kemal’den esinlendiğine dair önemli benzerlikler vardır.
f. Hindu- Pakistan :
Pakistan halkı modern Türkiyenin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e hayranlık ve sevgi duyar. Onun 19 Mayıs 1919’da Samsun’a tarihi ayak basışıyla sahneye çıkışından hemen sonra Hindu-Pakistan güney Asya müslümanları, bu aslan kalpli Türk’e büyük sevgi ve hayranlık duymaya başladılar. Türk Milletini bir yandan Osmanlı İmparatorluğunun korlarından ve küllerinden, bir yandan emperyalist istilacıların dişlerinden pençelerinden nasıl kurtardığını seyrettiler. Daha sonraları, Müslümanlar bu büyük Türk’ü kendi modelleri ve kahramanları olarak görmeye başladılar. Atatürk’ü öven bir çok şiir, makale ve kitapçık yayınlanmıştır. Atatürk Müslüman rejenerasyonunun sembolü olmuştur. Karanlıkları ortadan kaldıracak tek parlak yıldız olarak düşünülmüştür. O zamanlar pek popüler olan bir Pencap şarkısı onun isminin etrafında gelişen heyacanları yansıtması bakımından ilginçtir. “ Ey Gazi Mustafa Kemal Paşa, Bütün sıkıntıların yok olsun ! Gel ve yüzünü biz Hintlilere göster, neden bizi bu kadar çok bekletiyorsun ” bağımsızlıktan sonra Pakistan halkı, Türk halkı ile diplomatik ilişkilerden ziyade kardeşlik ilişkileri kurmak için hiç vakit kaybetmediler. Başbakan Z.A. Bhutto Pakistan ve Türk! halklarını daha da yakınlaştırmak için çok çalışmıştır. 24 Ocak 1972, Bhutto,Ankara Anıtkabir’de yaptığı konuşmada şunları söylemişti. “ Bundan evvelde çeşitli münasebetlerle büyük Türk liderinin Anıtkabrine gelmiştim. Fakat bu özel bir vesiledir. Modern Türkiye’nin kurucusundan, Türk Milletinin babasından, savaşın küllerinden bu günkü Türkiye’yi yaratandan ilham almaya geldim. Benim milletim de, Türkiye’nin kardeş ülkesidir. Ve biz de büyük sıkıntılar geçirdik, fakat biz de Türkiye gibi yeniden yükselecek ve geçmiş tarihimizin şerefini iade edeceğiz, ey büyük Atatürk, bu büyük halkın büyük lideri, işte sana andım budur.” 30 Kasım 1973’ te Başbakan Bhutto kendi doğum yeri olan Larkana’da Atatürk anıtının açılışını yaptı ve şöyle dedi: “ Burası çocukluğumda, Atatürk hakkında okuduğum ve cesaretine, zekasına, reaksiyonlarına ve yapacaklarını gölgelemek isteyenlere karşı savaşmadaki kararlılığına şaşıp hayran olduğum yerdir.” Bu iki halk arasında sevgi ve hayranlık doğaldır. Atatürk’ün tarihin en karanlık devirlerinde güney Asya Müslümanlarının Türklere gösterdikleri sempati ve sevginin hiç bir zaman unutulmayacağını söylediği çok iyi bilinmektedir. Savaş esnasında ve bağımsızlık uğraşıları sırasında Türk’lere para yardımı yapılmıştır. Bağımsızlıktan sonra, Türkiye Milli Bankası kurulduğu zaman, devlet hesabına yatırılan ilk hesaplar güney Asya Müslümanlarından gelen fonlar olmuştur. Türkiye dışında yaşayan milyonlarca Müslüman Türkiye’ye kuvvetli hissi bir bağ duymakta ve İslam birliğinin sembolü olarak onu görmekteydiler. Bunlar için Halifelik müessesesinin ilgası şo! k etkisi yaratmıştır. Fakat Atatürk, halkına kendilerine ait belirli ve kendi kendine yeten bir kişilik kazandırmak, onları İslamın liderliğinden kaynaklanan baskı ve gerginliklerden kurtarmak amacındaydı. Doğu İslam dünyasının en büyük politik lideri şeyh Muhammed İkbal’in bu konuda neler söylediğine bakmak çok ferahlatıcı olacaktır. TBMM’nin Halifelik ile kararını o bir içtihat etmek yetkisine benzetmiş ve şunları söylemiştir. “ Ben şahsen Türk görüşünün tamamen yerinde ve geçerli olduğuna inanıyorum.” İkbal, İbni Haldun’un İslamda Evrensel Halifelik ile ilgili 3 görüşten söz ettiğini hatırlatmaktadır.
* Evrensel İmametilahi bir müessesedir. Bu bakımdan onsuz yapılamaz,
* Bu konu sadece gayeye uygun bir çaredir.
* Böyle bir müesseseye ihtiyaç yoktur.
İkbal’e göre Türkiye Cumhuriyeti ikinci görüşü benimsemiştir. Ve Evrensel İmametin sadece gayeye uygunluk konusu olduğu görüşündedir. Belirtmeye gerek yoktur ki, bu konuda İkbal’in görüşü Atatürk’ün izlediği politika kadar devrimcidir. İkbal şöyle konuşarak Atatürk devrimlerini övmektedir. “ Gerçek şudur ki , Müslüman Devletler arasında bu gün, Türkiye, doğmatik uykudan uyanan tek devlettir. Müslüman devletler arasında yalnızca Türkiye, entellektüel özgürlük hakkını aramıştır. Yalnız o idealden gerçeğe geçebilmiştir.” Muhammed İkbal’in bu görüş ve düşünceleri son on yıldır Türk İlahiyatçılarını da etkilemiş olup, din konusunda halkımızın yüzyıllardır yanlış uygulamalarına neden olan basma kalıp bilgiler akıl ve bilime dayanan ! öğretilerle yer değiştirmeye başlamıştır.
g. Afrika .
Atatürk’ün reformlarından, Kara Afrika’da genel olarak tutulma şansına en çok sahip olanı belki de laik devlet ilkesidir. Örneğin Nijerya, ülkede yaşayan milyonlarca Müslüman için şeriat’ı işlerliğe koyup koymama kararı verinceye kadar epey sıkıntı çekmiştir. 1978’de ve 1979’ da, 10 yıldan fazla sürmüş bir askeri yönetimden sonra Nijeryalılar yeni sivil anayasayı oluşturmaya çalışırken, bu konu ateşli tartışmalara yol açmıştı. Sonunda Müslüman Nijerya bile dinsel değerler bakımından en iyi çözümün yine laiklik olacağını kabul etmiştir. Müslümanlar arasında aile ve miras’ı ilgilendiren özel hukuk sorunları dışında, Nijerya’nın anayasal ve yargı yapısında şeriata yer verilmemiştir.[2]
* Tunus
Tunus’un kurucusu Habib Burgiba’nın, mücadelesinde Atatürk’ü örnek aldığını, bağımsızlığını kazandığı 1956 yılından itibaren de reform hareketlerinde özellikle, ordunun yapılandırılmasında, eğitim ve ekonomi alanlarında Türk devriminden etkilendiğini görmekteyiz. Libya ile birlikte Tunus, Türk askeri okullarında ilk subay yetiştiren Afrika ülkesidir.
* Mısır
1952 deki Mısır Devriminin önderi Cemal Abdülnasır, yirminci yüzyıl İslam dünyasında ilk cumhuriyetçi devrim olarak Mustafa Kemal’in devrimine önem veriyordu. Ancak Nasır kendisini, Arap Halkası, İslam halkası ve Afrika halkalarının merkezinde görüyordu. Atatürk ise, İslam ve Türklük halkaları ile beraber Batı halkası içinde yer alıyordu! .
* Kenya.
Mustafa Kemal Türkiye’de bir çocukken, Afrika’nın doğu kıyılarında geleceğin başka bir ulus kurucusu doğmuştu. Türk delikanlı, o sıralarda, bir gün adının değişeceğini bilmiyordu. Değişip bir simge, Atatürk, olacağını. Genç Afrikalı da bir gün gelip adının değişeceğinin farkında değildi: Kenyatta olacağının... Bir gün gelecek Türk genci, ilerideki ünvanının da simgelediği gibi, bütün Türk’lerin babası olacaktı. Genç Afrikalı’ya da bir Mzee Kenyatta diyeceklerdi. Bütün Kenya’lıların atası. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kenya’nın Mau Mau mücadelesi, Kenyatta’nın adını bir direniş simgesi olarak kullandı. Ama hem Türkiye hemde Kenya kurtulduktan sonra eski düşmanlarına , batı dünyasına yaklaştılar.
h. Asya.
Kemal Atatürk, Asya açısından dinamik bir kişiliktir. Onun önderliğinde emperyalizm, kominizm ve teokrasi tehditlerine karşılık milliyetçilik, halkçılık ve laiklik geliştirilmiş ve böylece Atatürk Doğu’da;
* Reformizm
* Modernizm
* Laikliğin,
tartışılmaz önderi olmuştur. Başarıları, ayrıca, Atatürk’ü, Asyalıların ulusal ilerleme ve özgürlüğünün simgesi durumuna getirmiştir. Mustafa Kemal Hint alt kıtasındaki aydınların da hayal gücünü alevlendirmiştir. Atatürk, Hindistan’ın özgürlüğünü dolaylı dolaysız biçimde etkilemiş, daha çok ta Hintlilerin politik, toplumsal ve dinsel bakış açılarını değiştirmiştir. Özellikle, Kemal Atatürk’ün başarıyla kurduğu ve başka Asya uluslarına bir örnek olarak sunduğu modern, laik devlet anlayışı çok etkili olmuştur. Asya’nın ! yeni ortaya çıkan ulusları, kendi ulusal bağımsızlıkları yolunda onun kişiliğinde ve örnek başarılarında tükenmez bir esin kaynağı bulmuşlardır. Hindistan’da Kemalist devrimin etkisi derin ve yaygın olmuştur. O sıralarda hapiste olan Pandit Jawaharlal Nehru, Mevlana Abdulkalam Azad ve benzerleri gibi Hintli önderler, Atatürk’ün Yunanistan’a karşı zaferlerini sevinçle selamlamışlardı. Hindistan Merkezi Hilafet Komitesi’ de zaferden sonra bütün Türklere selam gönderilmesi için gerekli çalışmaları yürütmekte idi. Bunu öğrenen Atatürk 9 Kasım 1922’ de, yazdığı mektubun son bölümünde şöyle diyordu: Türk Müslümanları, Hindistan’daki din kardeşlerinin koruyucu yardımlarına muhtaçtırlar. Türkiye halkı hakkında daima yüksek bir alaka ile hareket eden ve her fırsatta samimi duygularının açıklayan bütün Hintli kardeşlerimize hürmetkar selamlarımızı ve temenniyatımızı arza tavassut-ı alilerini rica eder ve zatialilerine ihtiramat-ı kalbiyemi arzeylerim efendim.
Hindistan’da çok önceden başlatılmış bulunan Türkler için bağış toplama işi bunun üzerine hızlandırılmış ve bütün Hindistan’da halk yeni bir Türkiye’nin doğuşunu sevinçle karşılamıştır. Mustafa Kemal adı büyük bir cesaret ve derin bir görüş sahibi bir insan olarak , Hindistan’da her evde tanınıyordu. Modern Türkiye’nin yaratıcısının ölüm haberi Hintliler içinde yürek parçalayıcı idi. Atatürk’ün yokluğunda düzenlenen cenaze namazı Hindistan’ın bir çok yerinde kılındı ve on binlerce Hintli bu namaza katıldı. Müslüman olmayan Hintli önderlerin baş sağlığı mesajları gazetelerde yayımlandı. Bu mesajlardan biri olan Mahatma Gandhi’nin mesajı ş&o! uml;yleydi: Atatürk insanlığın en büyük evlatlarından biriydi. O, inançlı bir savaşçının yurdunu kurtarabileceğini kanıtladı. Dünya, onun eyleminden bir özgürlük dersi çıkarmıştır. Böylesine azimli, ulusuna ve yurduna bu kadar bağlı bir devlet adamı, böyle reformcu, ancak bir kaç yüzyılda bir doğar.
3. Sonuç ve Değerlendirme.
Atatürkçülüğün dinamik yapısı ile evrensel bir ideoloji olduğu, ulusal ve uluslararası sorunların çözümünde en ideal reçeteleri içerdiği, her geçen gün hayatın gerçekleri ile devamlı surette ispatlanmaktadır. Son yaşanan ABD’deki terör olayı ve arkasından NATO çapında başlatılan harekat gibi.
Bu olayla Atatürkçü ideolojinin ilişkisi şudur. İslam dini barış, yardımseverlik, iyi ahlak ve sevgi dini olduğu halde, Türkiye dışında yaşanan sistemsiz ve kontrolsuz bir yapılanma ve uygulama nedeniyle, çözümü şiddet ve kan dökmekte bulan zihniyette insanların yetişmelerine zemin oluşturmuştur. Türkiye dışında Tunus, Ürdün, Lübnan, Fas ve Nijerya’da gördüğümüz laik uygulama ,bu ülke halklarını ekonomik yönden olmasa bile iç ve dış barış açısından başarıya götürmüştür. Başlangıçta laik bir uygulama içinde olan Cezayir’in dini grupların elinde bir vahşet sahnesi ve kan gölüne dönüştüğünü ibretle izliyoruz. İran’ın da Humeyniden sonraki durumu aynı olmuştur. Pakistan ve Endenozya gibi Müslüman ülkelerin de son 20 yılda laiklikten ayrılmaları sonucu nasıl şiddet ve kaos’a sürüklendiklerini ve ne hallere düştüğünü ibret! le seyrediyoruz.Bunlar Hristiyanlığın Ortaçağdaki gerici ve bağnaz uygulamaları ile aynı özellikleri göstermektedir. Netice olarak, ABD’deki terör olayı sonrasında, Atatürk’ün laiklik ilkesinin, başta İslam ülkeleri olmak üzere tüm dünya için bir kurtuluş reçetesi olduğu, ortaya atıldığı 80 yıl önceden daha iyi anlaşılmaktadır. Burada dışarıya karşı terör ve yasal olmayan faaliyetlerde bulunmamakla beraber, kafa kol kesme, taşla kadınları öldürme gibi çağ dışı şeriat uygulamaları ile kendi halkına zulm eden bir çok İslam ülkesi bulunmaktadır. Bu uygulama ve tavizler, hem çok sayıda İslami terör örgütü yaratmış, hem de, Batı dünyası halklarının zihinlerinde, İslam ile şiddet ve terörün ayrılmaz bir bütün olduğu imajını oluşturarak İslam dinine zarar vermiştir.Bu gün küreseleşme adı altında yine emperyalist ülkelerin diğer ülkeleri sömürdüğüne şahit oluyoruz. Bundan daha tehilkeli olarak Batı’nın da Hristiyanlık imajı ve felsefesini öne çıkararak dünya çapında dini bir kutuplaşmaya yol açabilecek çalışmalar içine girdiği görülmektedir. Her iki tarafın da din ve inançları politik ve ekonomik çıkarlarına alet eden uygulamaları insanlara acı vermekte ve onların gelişmelerini önlemektedir. Yine etnik gruplar kışkırtılarak ülkelerin iç ve dış barışları bozulmaya çalışılıyor ve netice olarak, Atatürk’ümüzün 100 yıl öncesi zihninde şekillenen ve 88 yıl önce uygulamaya koyduğu ilke ve prensiplere sadece bizim değil, tüm dünya uluslarının ihtiyacı olduğunu görüyoruz.
Kaynakça :
* Atatürk, Etki ve Yankıları Sadi IRMAK 1981
* Mustafa Kemal Paul DUMONT 1994
* Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk Ecz.Başı Vakfı 1983
* Atatürkçülük ( İkinci Kitap ) M.E.B 1988
Seksen sekiz yıldan bu yana, Kemalist ideolojinin evrenselliği ve hala tüm dünyayı etkilemeye devam ettiği açıkça görülmektedir. Atatürk’ün; düşünceleri, eserleri, zaferleri ve verdiği gerçek örneklerle dünyaya telkin ettiği ve büyük bir sirayet gücü olduğunu yakın tarihin belgelediği ilkeleri şöyle sıralayabiliriz.
* Antiemperyalizm.
* Tam Bağımsızlık
* Laiklik
Bunların ne olduğu konusunda ciltlerle dolu eserler yazılmıştır. Bu makalede ilkelerin dünya ülkeleri üzerindeki etki ve yansımaları irdelenecektir. Batı’nın öncelikle Türkiye’de olmak üzere Kemalist ideolojiyi zayıflatmayı neden hedef aldığı, onun evrensel etkilerini ortaya koyarak açıklanacaktır. Atatürk’ten önce, yeryüzünde 50 kadar bağımsız devlet varken, bu gün 180’i aşmış olması gerçeğini yaratmış olan faktörlerin başında, şüphesiz Atatürk faktörü bulunmaktadır. Onun İkinci Dünya Savaşı öncesi ikaz ve değerlendirmelerine itibar etmeyenler, kendi halklarını acı ve yoksulluğa yuvarlamışlardır. Türkiye laiklik düzeyine, sadece kahraman liderinin görüşü ve teşviki ile değil, bir çok tarihi tecrübelerin etkisi ile gelmiştir. Aslında Müslüman ülkele! rin en Müslümanı olan Türkiye’de esasında dinle ilgisi olmayan, taassub yorumlarının ıstırabını en çok çekmiş olan ülkede, laiklik gibi din ilkelerine uygun ve dini yüceltici, fakat politik düşüncelerin üzerine çıkarıcı bir hareketin doğmuş olması, olayların mantığına uygun bir gelişmedir. Böyle tarihi sebeblerin yarattığı büyük bir hareketin yerel kalması düşünülemez. Şimdi ülke ve bölge bazında etki ve yansımaları inceleyelim.
2. Kemalist İdeolojinin Evrensel ve Bölgesel Yansımaları
a. İran.
1921’de iktidara gelen Şah Rıza Pehlevi, memleketini modernleştirmek için, hemen, Türkiye’de yapılanlardan ilham almıştır. 1934’te Anadolu’da yaptığı bir aylık gezi, onun, yeni Türk rejimine duyduğu hayranlığı güçlendirmiştir; ziyareti esnasında, bizzat Mustafa Kemal tarafından gezdirilen Şah, modern Türkiye’nin gerçekleştirdiklerini kendi gözleri ile görebilmiş ve gerçeklerin, anlatılan efsaneye uyduğunu şaşkınlıkla müşahede etmiştir. Avrupai tarzda giyinmiş memurlar, şehir hayatına yaraşır tarzda vekiller ve milletvekilleri, pudralı ve makyajlı kadınlar, öte yandan, meslek okulları, örnek çiftlikler, pilot fabrikalar, demiryolları, liman tesisleri, gemi inşatı ve sonsuz milli yenileşme çabasını şahane bir biçimde özetleyen yeni Ankara şehri ve steplerin oratasından fışkırmakta olan devasa Bakanlıklar Mahallesi. Ev sahipliği yapan M.Kemal kadar coşkulu ve arzulu olan Şah Rıza, daha Türkiye’de bulunduğu sırada, Başvekiline, Tahran’a döndüğünde ne çarşaf, ne fes, ne de türban görmek istemediğini bildirmiştir. Bir süre sonra İranlı kadınlar peçenin resmen kaldırılması! na uyum sağlamaya mecbur olmuşlar, erkekler de, Avrupai fötr şapkayı veya Kemalist kasketi seçmek zorunda kalmışlardır. Toprak ağalarının protestolarına ve Şii mollaların afaroz etmelerine rağmen, arkadan diğer tedbirlerin gelmesi gecikmemiştir. Çok evliliğin kaldırılması, kadının eşitsizliğini kaldırmaya yönelik yasalar, asalet ünvanlarının kaldırılması, Türk modeline uygun üniversitelerin kurulması. Daha sonra, İran başkentinde, Arap harfleri yerine latin alfabesini almak, Müslüman takviminden vazgeçmek, hafta sonu tatili olarak pazarı seçmek, bir kelime ile, M.Kemal’in Türkiye’de yaptığı gibi toplumu tamamen laikleştirmek söz konusu olmaya başlamıştır. Muhafazakar çevrelerde görülen tepkilerin artmasından endişe edilerek tasarlanan yeni tedbir ve reformların uygulamasında gecikmeler ve yumuşamalar başlamıştır. Daha sonra gelen oğul Rıza Pehlevi’de reformları devam ettirmeye çalışmışsa da, başlangıçta verilen tavizler devam edegelmiştir. Netice olarak, 1978 yılında molların dediği olmuş İran tekrar dini ve gerici bir yönetimin esiri haline gelmiştir. Bunun nedenleri açık olmakla beraber devrimlerde nerede? Nasıl? hata yapılmıştır.
* Şah reformları halkına anlatamamış, inandıramamış ve halka indirememiştir.
* Halk için halkla beraber prensibini uygulamamıştır.
* Eğitimi yaygın ve kaliteli hale getiremiştir.
* Başlangıçta devrimlerden taviz verilmiştir, kararlılılk gösterilememiştir. Özellikle laiklik ilkesinin uygulanmasında kesin kararlılık gerekmektedir.
* Gelir dağılımını dengeli hale getirememiş, orduyu güçlendirmek ve hoş tutmakla kendi güvenliğini ve rejimi devam ettirilebileceğini zannetmiştir.
* Dış politikada tek bir devlete bağlanmış, yanlış politikalar uygulamıştır.
* Son zamanlarda halkına karşı cinayet, işkence ve zulüm içeren uygulamalar i&c! cedil;ine girmiştir.
b. Afganistan.
Afganistan’da Emir Amanullah, yirmili yılların başında, Türk öğretmen ve müşavirlerine geniş yer vererek, batılılaşma ve modernleşme progr¤¤¤¤¤ başlamıştır. İlk önceleri, reformlar orduda ve eğitim sisteminde yapılmıştır. Adalet yapısının ve idarenin nisbi olarak laikleştirilmesi, kadının özgürlüğü için tedbirler, batılı elbise giyme zorunluluğu vs. 1928’de, yakın-doğu ve Avrupa’ya yaptığı büyük seyahatinden Batı Virüsü’ ne tamamen bulaşmış olarak dönen Amanullah, hatta, mollaların büyük skandal çıkarmasına rağmen, kadınların peçelerini açmalarını ve onlara saçlarını modaya uygun olarak kesme hakkının verilmesini teklif etmeğe kadar gitmiştir. Gerçek şu ki olaylar kötü sonuçlanmıştır. Afgan kabilelerinin şiddetli baş kaldırmalarıyla karşılaşan Emir, Avrupa’dan dönüşünden sadece bir kaç ay sonra, yaptığı reformların ekserisinden vazgeçmiş ve nihayet sürgüne gitmeye razı olmuştur. Amanullah’ın reformlarının hayata geçirilememesinin nedenlerine gelince.
* Devlet geleneği olmaması, kabile ve aşiret yapısı.
* Bağımsızlık savaşı yapmamaları,
* Afgan Emiri’nin güçlü bir orduya sahip olmaması
* Reformları halka indirecek inançlı bir kadronun bulunmaması
olarak sıralayabiliriz.
Şeriat kıskacında ve ABD işgalindeki Afganistan’ın sömürge devlet dışında geleceği ile ilgili bir ümit ortaya koymak mümkün mü?
c. Orta Doğu.
Türk Rönesansına ait, reform programının yankıları bir çok Orta Doğu ülkesinde duyulmuş, fakat bunların hiç biri T.C model! ini yakından takip etmemiştir. Diğer bir deyişle, bu ülkelerden hiç biri laikliği milli politikalarının yol gösterici ilkesi olarak benimsememiş, alfabelerini Latin alfabesi haline getirememişlerdir. Kadınlara eşit statü sağlama gibi bazı reformlar Orta Doğu’da bazı ülkelerde yasamaca benimsenmiş, ancak bu da Türkiye’de olduğundan çok daha yavaş ve çok daha geç gerçekleşmiştir. Türkiye’de gerçekleştirilen reformların diğer Orta Doğu ülkelerinde neden taklit edilmediği henüz cevaplandırılmamış bir sorun olarak gözükmektedir. Bunun gerçek nedenleri olarak tarihi, demografik, sosyal ve kültürel veriler değerlendirildiğinde şu nedenler ileri sürülebilir.
* Arap toplumunda İslam geleneklerinin kuvvetli olması
* Türklere karşı, tarihi düşmanlık ve çekememezlik,
* Dini grupların otorite ve çıkarlarının ortadan kalkacak olmasıBu yörede Atatürk’ün olağanüstü liderlik vasıflarını taşıyan, vizyon sahibi, fikirlerini eyleme dönüştürebilme kabiliyetine sahip bir asker ve devlet adamının o tarihlerde çıkmaması,
Bugün, Arap Yarımadası’ndaki devletlere bakınız. Paranın sağladığı teknoloji ile erişilen modernitenin insanlara ve özellikle kadınlara ne sağladığına karar veriniz.
d. Avrupa.
1929 krizinden sonra Avrupa’da oluşmaya başlayan yeni ekonomik düzende, Atatürk’ün devletçilik ilkesini esas alan Karma Ekonomik sisteme geçilmesi, kadınlara seçme ve seçilme hakları verilmesi konusundaki çalışmaları Atatürkçülüğün etki alanları olarak görmekteyiz. Ayrıca; Ünlü Siyaset Bilimcisi Paul E. Sigmund! Jr. Gelişmekte Olan Ülkelerin İdeolojileri adlı eserinde, gelişmekte olan ülkelerin en etkin ideolojisinin “ Modernleştirici Milliyetçilik” ideolojisi olduğunu söylemekte ve bunun hem Batı Liberalizm’inden, hem de Sovyet Kollektivizm’inden farklı olduğunu, batı ve doğunun her iki sisteminin düşünce ve deneyimlerinden yararlandığını,
* Ulusal bağımsızlık,
* Hızlı ekonomik kalkınma,
* Ulusal devletin yaratılması,
* Yönetimin halka dayandırılması,
amaçlarını içerdiğini yazmaktadır. Paul Sigmund, Kemalizm’i “ Çağdaşlaştırıcı Ulusculuk “ ideolojisinin ilk uygulaması olarak kabul etmektedir. Gerçekten de, Mustafa Kemal , Hindistanlı Nehru’nun deyimi ile herşeyden önce Doğu’da “Modern Çağın ” yapıcısıdır.
e. İsrail.
İbrani dilinin bu günkü haline getirilmesini sağlayan Musevi dil bilimci Elzer Ben –Yehuda’ın oğlu gazeteci İtamar Ben- Avi 1911 yılında Kudüs’te, Atatürk’le yaptığı bir görüşmede Atatürk’e şunları söylemişti. “Sizin Arap harfleriniz, bizim dikdörtgenlerimiz, Ermeni, Rum ve Arnavut yazıları ve diğerleri, aramızdaki yakınlaşmayı önlüyor. İşte beyim, eğer Türkçe, karmaşık bir dil olan Ermenice ve Yunanca için latin alfabesini kabul ederseniz, insanlar arasında fevkalede bir köprü yaratmış oluruz., bir nevi Esperanto olur bu ”. Ben-Avinin yanı sıra, M.Kemal başka Filistinli Musevileri de çok etkilemiştir. İbrani basını iki dünya savaşı arasında, M.Kemal’in yapmış olduğu reformlardan geniş şekilde söz etmekte idi. Bir günlük gazetede şö! yle bir ibare bulunmakta idi. “ Türk liderlerinin kararları oryantal bir devlet olan Türkiye’yi gerçek bir Avrupa devleti haline getirmektedir.” M. Harmon tarafından kaleme alınan bir makalede ise , Türk devrimi Fransız devrimi ile kıyaslanmakta, Halifeliğin kaldırılması göklere çıkarılmakta, Fransız devrimi Avrupalılar için ne kadar önemli ise, Türk devriminin de Müslümanlar için o kadar önemli olduğu vurgulanmaktadır. 1935 yılında, Yalkut Ha-mizrah Ha- tihon adlı aylık dergide 14 sayfalık Türkiye ile ilgili bir makale yayınlanmıştır. Bir bölümünde şöyle yazmaktadır.“ Türkiye’de meydana gelen aşırı değişmelerden biri de kadınların statüsünde ortaya çıkmıştır. Yeni Türkiye, Müslüman toplumunda kadınla erkek arasındaki mevcut engeli ortadan kaldırmıştır. 1926’da kabul edilen Medeni Kanun Türk kadınına eşit haklar sağlamıştır. Peçe, poligami, harem ve Müslüman kadının köleliğinin belirtisi olan her şey ortadan kaldırılmış ve diğer antik müesseselerle birlikte gitmiştir. Kadın artık kültürde, ekonomide ve istihdamda erkekle eşit bir yere sahiptir. 1934’de kadınlar TBMM’ne seçme ve seçilme hakkına sahip olunca, Türk kadınının gelişmesine engel olan son durum da ortadan kalkmıştır.”
Bu gün Yunanistan’ın, Bulgaristan’ın mikro milliyetçi akımlarla hala alfabelerini değiştirmemeleri büyük sakınca yaratmaktadır. Günlük hayatta, yabancılar trafik tabelaları başta olmak üzere büyük zorluk çekmektedirler. Romanya 1991’den sonra Sovyet baskısından kurtularak, latin alfabesine geçmiştir. Türk reformlarının Araplardan ziyade Filistindeki Musevi topluluğu üzerinde bariz bir etki yaptığını, o ! zamanın basınında çıkan övücü yazılardan anlıyoruz. İsrail’in kurucusu David Ben –Gurion’un İngilizlere karşı yürüttüğü bağımsızlık mücadelesinde, önce alt yapıyı hazırladığını, halkını organize ederek uygun zamanı beklediğini ve İngitere’ye karşı, bunu daha önce başarmış Mustafa Kemal’den esinlendiğine dair önemli benzerlikler vardır.
f. Hindu- Pakistan :
Pakistan halkı modern Türkiyenin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e hayranlık ve sevgi duyar. Onun 19 Mayıs 1919’da Samsun’a tarihi ayak basışıyla sahneye çıkışından hemen sonra Hindu-Pakistan güney Asya müslümanları, bu aslan kalpli Türk’e büyük sevgi ve hayranlık duymaya başladılar. Türk Milletini bir yandan Osmanlı İmparatorluğunun korlarından ve küllerinden, bir yandan emperyalist istilacıların dişlerinden pençelerinden nasıl kurtardığını seyrettiler. Daha sonraları, Müslümanlar bu büyük Türk’ü kendi modelleri ve kahramanları olarak görmeye başladılar. Atatürk’ü öven bir çok şiir, makale ve kitapçık yayınlanmıştır. Atatürk Müslüman rejenerasyonunun sembolü olmuştur. Karanlıkları ortadan kaldıracak tek parlak yıldız olarak düşünülmüştür. O zamanlar pek popüler olan bir Pencap şarkısı onun isminin etrafında gelişen heyacanları yansıtması bakımından ilginçtir. “ Ey Gazi Mustafa Kemal Paşa, Bütün sıkıntıların yok olsun ! Gel ve yüzünü biz Hintlilere göster, neden bizi bu kadar çok bekletiyorsun ” bağımsızlıktan sonra Pakistan halkı, Türk halkı ile diplomatik ilişkilerden ziyade kardeşlik ilişkileri kurmak için hiç vakit kaybetmediler. Başbakan Z.A. Bhutto Pakistan ve Türk! halklarını daha da yakınlaştırmak için çok çalışmıştır. 24 Ocak 1972, Bhutto,Ankara Anıtkabir’de yaptığı konuşmada şunları söylemişti. “ Bundan evvelde çeşitli münasebetlerle büyük Türk liderinin Anıtkabrine gelmiştim. Fakat bu özel bir vesiledir. Modern Türkiye’nin kurucusundan, Türk Milletinin babasından, savaşın küllerinden bu günkü Türkiye’yi yaratandan ilham almaya geldim. Benim milletim de, Türkiye’nin kardeş ülkesidir. Ve biz de büyük sıkıntılar geçirdik, fakat biz de Türkiye gibi yeniden yükselecek ve geçmiş tarihimizin şerefini iade edeceğiz, ey büyük Atatürk, bu büyük halkın büyük lideri, işte sana andım budur.” 30 Kasım 1973’ te Başbakan Bhutto kendi doğum yeri olan Larkana’da Atatürk anıtının açılışını yaptı ve şöyle dedi: “ Burası çocukluğumda, Atatürk hakkında okuduğum ve cesaretine, zekasına, reaksiyonlarına ve yapacaklarını gölgelemek isteyenlere karşı savaşmadaki kararlılığına şaşıp hayran olduğum yerdir.” Bu iki halk arasında sevgi ve hayranlık doğaldır. Atatürk’ün tarihin en karanlık devirlerinde güney Asya Müslümanlarının Türklere gösterdikleri sempati ve sevginin hiç bir zaman unutulmayacağını söylediği çok iyi bilinmektedir. Savaş esnasında ve bağımsızlık uğraşıları sırasında Türk’lere para yardımı yapılmıştır. Bağımsızlıktan sonra, Türkiye Milli Bankası kurulduğu zaman, devlet hesabına yatırılan ilk hesaplar güney Asya Müslümanlarından gelen fonlar olmuştur. Türkiye dışında yaşayan milyonlarca Müslüman Türkiye’ye kuvvetli hissi bir bağ duymakta ve İslam birliğinin sembolü olarak onu görmekteydiler. Bunlar için Halifelik müessesesinin ilgası şo! k etkisi yaratmıştır. Fakat Atatürk, halkına kendilerine ait belirli ve kendi kendine yeten bir kişilik kazandırmak, onları İslamın liderliğinden kaynaklanan baskı ve gerginliklerden kurtarmak amacındaydı. Doğu İslam dünyasının en büyük politik lideri şeyh Muhammed İkbal’in bu konuda neler söylediğine bakmak çok ferahlatıcı olacaktır. TBMM’nin Halifelik ile kararını o bir içtihat etmek yetkisine benzetmiş ve şunları söylemiştir. “ Ben şahsen Türk görüşünün tamamen yerinde ve geçerli olduğuna inanıyorum.” İkbal, İbni Haldun’un İslamda Evrensel Halifelik ile ilgili 3 görüşten söz ettiğini hatırlatmaktadır.
* Evrensel İmametilahi bir müessesedir. Bu bakımdan onsuz yapılamaz,
* Bu konu sadece gayeye uygun bir çaredir.
* Böyle bir müesseseye ihtiyaç yoktur.
İkbal’e göre Türkiye Cumhuriyeti ikinci görüşü benimsemiştir. Ve Evrensel İmametin sadece gayeye uygunluk konusu olduğu görüşündedir. Belirtmeye gerek yoktur ki, bu konuda İkbal’in görüşü Atatürk’ün izlediği politika kadar devrimcidir. İkbal şöyle konuşarak Atatürk devrimlerini övmektedir. “ Gerçek şudur ki , Müslüman Devletler arasında bu gün, Türkiye, doğmatik uykudan uyanan tek devlettir. Müslüman devletler arasında yalnızca Türkiye, entellektüel özgürlük hakkını aramıştır. Yalnız o idealden gerçeğe geçebilmiştir.” Muhammed İkbal’in bu görüş ve düşünceleri son on yıldır Türk İlahiyatçılarını da etkilemiş olup, din konusunda halkımızın yüzyıllardır yanlış uygulamalarına neden olan basma kalıp bilgiler akıl ve bilime dayanan ! öğretilerle yer değiştirmeye başlamıştır.
g. Afrika .
Atatürk’ün reformlarından, Kara Afrika’da genel olarak tutulma şansına en çok sahip olanı belki de laik devlet ilkesidir. Örneğin Nijerya, ülkede yaşayan milyonlarca Müslüman için şeriat’ı işlerliğe koyup koymama kararı verinceye kadar epey sıkıntı çekmiştir. 1978’de ve 1979’ da, 10 yıldan fazla sürmüş bir askeri yönetimden sonra Nijeryalılar yeni sivil anayasayı oluşturmaya çalışırken, bu konu ateşli tartışmalara yol açmıştı. Sonunda Müslüman Nijerya bile dinsel değerler bakımından en iyi çözümün yine laiklik olacağını kabul etmiştir. Müslümanlar arasında aile ve miras’ı ilgilendiren özel hukuk sorunları dışında, Nijerya’nın anayasal ve yargı yapısında şeriata yer verilmemiştir.[2]
* Tunus
Tunus’un kurucusu Habib Burgiba’nın, mücadelesinde Atatürk’ü örnek aldığını, bağımsızlığını kazandığı 1956 yılından itibaren de reform hareketlerinde özellikle, ordunun yapılandırılmasında, eğitim ve ekonomi alanlarında Türk devriminden etkilendiğini görmekteyiz. Libya ile birlikte Tunus, Türk askeri okullarında ilk subay yetiştiren Afrika ülkesidir.
* Mısır
1952 deki Mısır Devriminin önderi Cemal Abdülnasır, yirminci yüzyıl İslam dünyasında ilk cumhuriyetçi devrim olarak Mustafa Kemal’in devrimine önem veriyordu. Ancak Nasır kendisini, Arap Halkası, İslam halkası ve Afrika halkalarının merkezinde görüyordu. Atatürk ise, İslam ve Türklük halkaları ile beraber Batı halkası içinde yer alıyordu! .
* Kenya.
Mustafa Kemal Türkiye’de bir çocukken, Afrika’nın doğu kıyılarında geleceğin başka bir ulus kurucusu doğmuştu. Türk delikanlı, o sıralarda, bir gün adının değişeceğini bilmiyordu. Değişip bir simge, Atatürk, olacağını. Genç Afrikalı da bir gün gelip adının değişeceğinin farkında değildi: Kenyatta olacağının... Bir gün gelecek Türk genci, ilerideki ünvanının da simgelediği gibi, bütün Türk’lerin babası olacaktı. Genç Afrikalı’ya da bir Mzee Kenyatta diyeceklerdi. Bütün Kenya’lıların atası. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kenya’nın Mau Mau mücadelesi, Kenyatta’nın adını bir direniş simgesi olarak kullandı. Ama hem Türkiye hemde Kenya kurtulduktan sonra eski düşmanlarına , batı dünyasına yaklaştılar.
h. Asya.
Kemal Atatürk, Asya açısından dinamik bir kişiliktir. Onun önderliğinde emperyalizm, kominizm ve teokrasi tehditlerine karşılık milliyetçilik, halkçılık ve laiklik geliştirilmiş ve böylece Atatürk Doğu’da;
* Reformizm
* Modernizm
* Laikliğin,
tartışılmaz önderi olmuştur. Başarıları, ayrıca, Atatürk’ü, Asyalıların ulusal ilerleme ve özgürlüğünün simgesi durumuna getirmiştir. Mustafa Kemal Hint alt kıtasındaki aydınların da hayal gücünü alevlendirmiştir. Atatürk, Hindistan’ın özgürlüğünü dolaylı dolaysız biçimde etkilemiş, daha çok ta Hintlilerin politik, toplumsal ve dinsel bakış açılarını değiştirmiştir. Özellikle, Kemal Atatürk’ün başarıyla kurduğu ve başka Asya uluslarına bir örnek olarak sunduğu modern, laik devlet anlayışı çok etkili olmuştur. Asya’nın ! yeni ortaya çıkan ulusları, kendi ulusal bağımsızlıkları yolunda onun kişiliğinde ve örnek başarılarında tükenmez bir esin kaynağı bulmuşlardır. Hindistan’da Kemalist devrimin etkisi derin ve yaygın olmuştur. O sıralarda hapiste olan Pandit Jawaharlal Nehru, Mevlana Abdulkalam Azad ve benzerleri gibi Hintli önderler, Atatürk’ün Yunanistan’a karşı zaferlerini sevinçle selamlamışlardı. Hindistan Merkezi Hilafet Komitesi’ de zaferden sonra bütün Türklere selam gönderilmesi için gerekli çalışmaları yürütmekte idi. Bunu öğrenen Atatürk 9 Kasım 1922’ de, yazdığı mektubun son bölümünde şöyle diyordu: Türk Müslümanları, Hindistan’daki din kardeşlerinin koruyucu yardımlarına muhtaçtırlar. Türkiye halkı hakkında daima yüksek bir alaka ile hareket eden ve her fırsatta samimi duygularının açıklayan bütün Hintli kardeşlerimize hürmetkar selamlarımızı ve temenniyatımızı arza tavassut-ı alilerini rica eder ve zatialilerine ihtiramat-ı kalbiyemi arzeylerim efendim.
Hindistan’da çok önceden başlatılmış bulunan Türkler için bağış toplama işi bunun üzerine hızlandırılmış ve bütün Hindistan’da halk yeni bir Türkiye’nin doğuşunu sevinçle karşılamıştır. Mustafa Kemal adı büyük bir cesaret ve derin bir görüş sahibi bir insan olarak , Hindistan’da her evde tanınıyordu. Modern Türkiye’nin yaratıcısının ölüm haberi Hintliler içinde yürek parçalayıcı idi. Atatürk’ün yokluğunda düzenlenen cenaze namazı Hindistan’ın bir çok yerinde kılındı ve on binlerce Hintli bu namaza katıldı. Müslüman olmayan Hintli önderlerin baş sağlığı mesajları gazetelerde yayımlandı. Bu mesajlardan biri olan Mahatma Gandhi’nin mesajı ş&o! uml;yleydi: Atatürk insanlığın en büyük evlatlarından biriydi. O, inançlı bir savaşçının yurdunu kurtarabileceğini kanıtladı. Dünya, onun eyleminden bir özgürlük dersi çıkarmıştır. Böylesine azimli, ulusuna ve yurduna bu kadar bağlı bir devlet adamı, böyle reformcu, ancak bir kaç yüzyılda bir doğar.
3. Sonuç ve Değerlendirme.
Atatürkçülüğün dinamik yapısı ile evrensel bir ideoloji olduğu, ulusal ve uluslararası sorunların çözümünde en ideal reçeteleri içerdiği, her geçen gün hayatın gerçekleri ile devamlı surette ispatlanmaktadır. Son yaşanan ABD’deki terör olayı ve arkasından NATO çapında başlatılan harekat gibi.
Bu olayla Atatürkçü ideolojinin ilişkisi şudur. İslam dini barış, yardımseverlik, iyi ahlak ve sevgi dini olduğu halde, Türkiye dışında yaşanan sistemsiz ve kontrolsuz bir yapılanma ve uygulama nedeniyle, çözümü şiddet ve kan dökmekte bulan zihniyette insanların yetişmelerine zemin oluşturmuştur. Türkiye dışında Tunus, Ürdün, Lübnan, Fas ve Nijerya’da gördüğümüz laik uygulama ,bu ülke halklarını ekonomik yönden olmasa bile iç ve dış barış açısından başarıya götürmüştür. Başlangıçta laik bir uygulama içinde olan Cezayir’in dini grupların elinde bir vahşet sahnesi ve kan gölüne dönüştüğünü ibretle izliyoruz. İran’ın da Humeyniden sonraki durumu aynı olmuştur. Pakistan ve Endenozya gibi Müslüman ülkelerin de son 20 yılda laiklikten ayrılmaları sonucu nasıl şiddet ve kaos’a sürüklendiklerini ve ne hallere düştüğünü ibret! le seyrediyoruz.Bunlar Hristiyanlığın Ortaçağdaki gerici ve bağnaz uygulamaları ile aynı özellikleri göstermektedir. Netice olarak, ABD’deki terör olayı sonrasında, Atatürk’ün laiklik ilkesinin, başta İslam ülkeleri olmak üzere tüm dünya için bir kurtuluş reçetesi olduğu, ortaya atıldığı 80 yıl önceden daha iyi anlaşılmaktadır. Burada dışarıya karşı terör ve yasal olmayan faaliyetlerde bulunmamakla beraber, kafa kol kesme, taşla kadınları öldürme gibi çağ dışı şeriat uygulamaları ile kendi halkına zulm eden bir çok İslam ülkesi bulunmaktadır. Bu uygulama ve tavizler, hem çok sayıda İslami terör örgütü yaratmış, hem de, Batı dünyası halklarının zihinlerinde, İslam ile şiddet ve terörün ayrılmaz bir bütün olduğu imajını oluşturarak İslam dinine zarar vermiştir.Bu gün küreseleşme adı altında yine emperyalist ülkelerin diğer ülkeleri sömürdüğüne şahit oluyoruz. Bundan daha tehilkeli olarak Batı’nın da Hristiyanlık imajı ve felsefesini öne çıkararak dünya çapında dini bir kutuplaşmaya yol açabilecek çalışmalar içine girdiği görülmektedir. Her iki tarafın da din ve inançları politik ve ekonomik çıkarlarına alet eden uygulamaları insanlara acı vermekte ve onların gelişmelerini önlemektedir. Yine etnik gruplar kışkırtılarak ülkelerin iç ve dış barışları bozulmaya çalışılıyor ve netice olarak, Atatürk’ümüzün 100 yıl öncesi zihninde şekillenen ve 88 yıl önce uygulamaya koyduğu ilke ve prensiplere sadece bizim değil, tüm dünya uluslarının ihtiyacı olduğunu görüyoruz.
Kaynakça :
* Atatürk, Etki ve Yankıları Sadi IRMAK 1981
* Mustafa Kemal Paul DUMONT 1994
* Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk Ecz.Başı Vakfı 1983
* Atatürkçülük ( İkinci Kitap ) M.E.B 1988