icemen
New member
- Katılım
- 7 Şub 2007
- Mesajlar
- 20,136
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Yine keyifli, sıkıntı dolu, upuzun bir Umut Sarıkaya hikayesi. Üşenmeyip de okuyanlara şimdiden Teşekkürler.
Esra bana alt eşortman verirken de, kanepenin altından temiz yastık kılıfı ve nevresim çıkarırken de, rutubetli arka odada kafamı yastığa koyup tam karşımdaki portatif çamaşır askısı ve üzerinde bulunan bikaç parça iç çamaşırı izlerken de gözümün önüne sadece bana karşı gülümseyen Burakın sureti geliyordu. Kendince sevecen bi şekil de sırıtıp Olabilecek dünyaların en iyisinde yaşıyoruz Umutcuğum. O yüzden isyan etmemek gerekir. Herşey olması gerektiği gibi oluyor diyordu Burak. Ve Ekliyordu İyidir iyi Umutum, iyi böyle iyi. Ne durdan anlıyordu Burakın sureti ne de yoktan. Durmadan yaşayabileceklerimizin en iyisini yaşadığımızdan bahsediyordu. Ve ben portatif çamaşır askısına bakarak hırsımdan ağlıyordum.
Oysa ki ne güzel başlamıştı gecemiz. Neredeyse bir yıl olmuştu görüşmeyeli ve bir hafta önce onun hal hatır soran bir mesajından aldığım güçle ben de ona iyiyim saol ana temalı bi mesaj atmıştım. Baktım bu kuru selamlama beni kesmedi yan masadaki Yiğitin telefonunu onun tuvalete gitmesini fırsat bilip alarak, görünmez numara yaptıktan sonra arayıp Alo he... Ben Umut...Umut, umut!...Numara gözükmüyor mu? Hatlardandır yaa...Bi sesini duyayım dedim diye arayıp, bu telefon konuşmamı da bi kaç süpersel espri ile süsleyip katmerlendirerek konuşmuştum. Tam Yok yaa mühim değil, konuş sen...Eee daha daha nasılsın anlat yaaa... diyecektim ki tuvaletin anahtar sesiyle irkildim ve çabucak buluşma için randevu almıştım ondan. Gece de tam umduğum gibi geçmişti. İlk başlardaki muhabbet şu şekilde cereyan etmişti ; naber?, iyiyim, sen?, iyi, kısa bi sessizlik, saçını kestirmişsin, evet, kısa bi sessizlik, ben seni hiç unutamadım, uzun bi sessizlik, yaa bazen unuttum ama sonra hemen aklıma geldin ehehehehe, daha uzun bi sessizlik, ehehe?, kısa bi sessizlik, bira içelim mi?, olur. Ama sonra hemen açılmıştı ve her kurnaz erkek okurun bildiği gibi Yaa ben burdan seni pek duyamıyorum, azıcık kaysana yanına geleyim cümlesini kurup yanına geçmiştim. Sonrasını anlatmaya pek gerek yok yine kurnaz erkek okurlarımız biliyor, onun oturduğu yerin arkasına önce ürkekçe elini koyarak konuşmalar, hafifçe dokunmalar, kulağa yaklaşıp, nihayetinde belden kavrayarak konuşmalar filan...Hepinizin bildiği şeyler işte... Bir iki saat otururuz diye anlaşmıştık ama ben muhabbeti uzattıkça uzattım ve bizim eve giden son otobüs seferlerini çoktan kaçırdığımı bi şekilde bakışlarımla anlattım Esraya. Anlamadı, sözle anlattım ben de. İyi bari gel ben de kal diye bi teklifte bulundu. Ben bu içten tekifi geri çevirmeyip coşkuyla kabul ettim. Hatta sevincimden piste çıkıp tüm zamanların en iyi dansı olan robot dans bile yapacaktım ama fazla coşuma, coşumla beraber gelen -abooo bir yıl içinde bu ne fena adam olmuş- intibasına gerek yok diye düşünüp ufak bir al elektriği ver elektriği ile geçiştirdim ve ardı sıra Yok yaaa ben rahatsız etmeyeyim şimdi. Ben gider dergide sandalyelerde belim ağrıya ağrıya yatarım diye ekledim. Israr etti, mecburen kabul ettim ve yarım bardak 50lik birayı fondip yapıp montumu giydim. Ve eve geldik, ve gerisini biliyorsunuz zaten şimdi portatif bi çamaşır askısını izleyip Burakın zihnimde duhül eden sırıtık suratının verdiği öğütleri dinliyor, hırsımdan ağlıyordum.
Kalkıp odasına gitmeyi düşündüm, kalktım ama gidemedim, salona gidip camdan dışarıyı izledim. Açıkça söyleyeyim salona yönelmem de camdan dışarı izlemem de tamamen artistlik, sinsilik unsuruydu. Hesapta ben karanlık salonda camdan dışarı izlerken, Esrayı da beni düşünmekten uyku tutmayacak, yanıma gelmeye çekindiği için salona yönelecek, ışığı açtığında, camdan dışarı duygusalmışçasına izleyen beni görecek, gelip arkamdan sarılacaktı. Sinsice, kurnazca ince ince işleyerek oya gibi örmüştüm bu planımı... Evet... Bi 35 dakka bekledim, hatta 35 dakikanın son 5 dakkasını daha etkileyici olsun diye çırılçıplak bekledim ama ne gelen vardı ne de giden. Acaba uyanık da salona gelmiyor mu diye kontrol amaçlı odasının kapısına çıplak olduğum halde gittim, baktım. Burnunda kuruyup kalmış tataktan fıriziiiie fıriziieeee diye ses çıkararak uyuyordu. Uyansın diye kapısını hızlıca kapatıp, yerde duran çamaşır sepetine bi tekme atarak gürültü yapıp koşa koşa yine pencerenin kenarına gidip bekledim. Yok, zerre kıpırtı yoktu. Üşüdüğümden değil de halimden utandığımdan üstümü giyip, benim için tahsis edilmiş olan rutubetli odama gidip adam gibi, Burakın olabileceklerin en iyisi öğütleri eşliğinde uyudum.
Sabah kalktığımda Esra çoktan işe gitmiş, giderken kapıyı çekmemin yeterli olacağını anlatan bir notu buzdolabının üstüne yapıştırmıştı. Notu buzdolabının üstüne asmasından ben müthiş alındım. Demek beni bütün bu yaşananlardan sonra duyarsızca kahvaltısını yapan, herşeye rağmen evet herşeye rağmen yaşamını idame ettiren biri olarak görüyordu. Yazık, bir zamanlar seviştiğim kadını artık tanıyamıyordum, demek beni hiç anlamamıştı. Tavır yaptım, kahvaltıyı bi kaç zeytin ve bi parmak balla geçiştirdim.
Evden çıkıp, boktan, rezil hayatımı gözden geçirmek için sahile inmeye karar verdim. Gerçi üçlü koltukta adam gibi uzanarak da hayatımı gözden geçirebilirdim ama dedim ya sevgili okurlar tamamen kurnazlık, sinsilik abidesiydi bu planım da. Hesapta Esra beni sahildeki o parkta mutlaka bulabileceğini bilecekti ve işten izin alıp yanıma gelecekti. Ona bütün hayatımı samimiyetle anlatacak, birlikte gözden geçirecektik. Ve o bundan, samimiyetimden çok etkilenip bana tekrar aşık olacaktı. Biraz bekledim, gelmedi. Bari ben hayatımın şöyle bi kabasını gözden geçireyim de Esra geldiğinde ayrıntılara beraber gireriz diye düşündüm ve gözden geçirmeye başladım.Korkaklıklar, güçsüzlükler, salaklıklarla dolu bir hayattı. Ve olaylar zincirlerini inceledikçe yine Burakın sureti belirmeye başladı karşımda. Dün geceki gibi iyidir iyi, olması gerekiyordu. Unutma ki dünyadaki herşey bulabileceğinin en iyisidir diye zırvalıyordu. İşte o an tepen attı Ulan sıçarım senin gibi arkadaşın hayali suretine diye başlayarak ardı ardına küfrettim zihnimdeki görüntüye. Görüntü birden dile geldi ve başka şeyler söyledi, Abi ayıp oluyor ama dedi. Anladım ki karşımda duran Burak, görüntü değil kanlı canlı Burak Sakaydı işte. Lan oğlum sen ne arıyorsun bu saatte işbaşı yapmıyor musunuz siz diye sordum, Yok be abi işten çıkarıldım, ama olacağı varmış, üzülmüyorum dedi. Ulan dedim Burak, senin şu iyimserlik salaklığın yüzünden başına gelmedik kalmadı, işten atılmayan mı sensin? Kızlar tarafından terkedilmeyen mi sensin? Hala -iyidir iyi- diyosun lan allahın dingili! Nereye iyi lan, nereye iyi! Hayır ikna kabiliyeti de yüksek birisin beni de etkiliyorsun, benim de ağzıma sıçtın! diye çıkıştım. Gülümsedi Öyle olması gerekiyormuş demek ki dedi. Ben hemen ikna oldum.
Bu fikrimizi büfe işleten ve işinden bizim gibi çok sıkıldığını sandığımız arkadaşımız Namıka da açmaya karar verdik ve Namıkın yanına gittik. Ona dünyadaki herşeyin aslında iyi olduğundan bahsettik. Namık karışık tost yapan birinden beklenmeyecek bi şekilde Kötülük veya iyilik olmuş bundan ne çıkar? Siz ne karışıyorsunuz. Siz işinize gücünüze bakın, kendi bahçenizi yeşertin gerisine karışmayın. Fazla düşünmeden çalışın, bu hayatı dayanılır kılan tek çare budur dedi biz hemen Namıkın sözlerinden etkilendik ve birlikte dergiye döndük. Ben çizerken, Burak da derginin bilgisayarında CVsini yazıp bi kaç şirkete yolladı.
Burak bir ara durdu ve Aslında yine ben haklıyım. Sen iki hafta önce kız arakadaşından ayrılmasaydın, Esrayla buluşmayacaktın, kötü bir gece geçirmeseydin, sahile gelmeyecek, Namıkın yanına gitmeyecektin. Olası dünyaların en iyisinde bütün olaylar birbine bağlıdır dedi. Bunlar güzel sözler Burakcığım ama bahçemizi yeşertmek gerek, hadi abicim, hadi babacığım dedim.
Oysa ki ne güzel başlamıştı gecemiz. Neredeyse bir yıl olmuştu görüşmeyeli ve bir hafta önce onun hal hatır soran bir mesajından aldığım güçle ben de ona iyiyim saol ana temalı bi mesaj atmıştım. Baktım bu kuru selamlama beni kesmedi yan masadaki Yiğitin telefonunu onun tuvalete gitmesini fırsat bilip alarak, görünmez numara yaptıktan sonra arayıp Alo he... Ben Umut...Umut, umut!...Numara gözükmüyor mu? Hatlardandır yaa...Bi sesini duyayım dedim diye arayıp, bu telefon konuşmamı da bi kaç süpersel espri ile süsleyip katmerlendirerek konuşmuştum. Tam Yok yaa mühim değil, konuş sen...Eee daha daha nasılsın anlat yaaa... diyecektim ki tuvaletin anahtar sesiyle irkildim ve çabucak buluşma için randevu almıştım ondan. Gece de tam umduğum gibi geçmişti. İlk başlardaki muhabbet şu şekilde cereyan etmişti ; naber?, iyiyim, sen?, iyi, kısa bi sessizlik, saçını kestirmişsin, evet, kısa bi sessizlik, ben seni hiç unutamadım, uzun bi sessizlik, yaa bazen unuttum ama sonra hemen aklıma geldin ehehehehe, daha uzun bi sessizlik, ehehe?, kısa bi sessizlik, bira içelim mi?, olur. Ama sonra hemen açılmıştı ve her kurnaz erkek okurun bildiği gibi Yaa ben burdan seni pek duyamıyorum, azıcık kaysana yanına geleyim cümlesini kurup yanına geçmiştim. Sonrasını anlatmaya pek gerek yok yine kurnaz erkek okurlarımız biliyor, onun oturduğu yerin arkasına önce ürkekçe elini koyarak konuşmalar, hafifçe dokunmalar, kulağa yaklaşıp, nihayetinde belden kavrayarak konuşmalar filan...Hepinizin bildiği şeyler işte... Bir iki saat otururuz diye anlaşmıştık ama ben muhabbeti uzattıkça uzattım ve bizim eve giden son otobüs seferlerini çoktan kaçırdığımı bi şekilde bakışlarımla anlattım Esraya. Anlamadı, sözle anlattım ben de. İyi bari gel ben de kal diye bi teklifte bulundu. Ben bu içten tekifi geri çevirmeyip coşkuyla kabul ettim. Hatta sevincimden piste çıkıp tüm zamanların en iyi dansı olan robot dans bile yapacaktım ama fazla coşuma, coşumla beraber gelen -abooo bir yıl içinde bu ne fena adam olmuş- intibasına gerek yok diye düşünüp ufak bir al elektriği ver elektriği ile geçiştirdim ve ardı sıra Yok yaaa ben rahatsız etmeyeyim şimdi. Ben gider dergide sandalyelerde belim ağrıya ağrıya yatarım diye ekledim. Israr etti, mecburen kabul ettim ve yarım bardak 50lik birayı fondip yapıp montumu giydim. Ve eve geldik, ve gerisini biliyorsunuz zaten şimdi portatif bi çamaşır askısını izleyip Burakın zihnimde duhül eden sırıtık suratının verdiği öğütleri dinliyor, hırsımdan ağlıyordum.
Kalkıp odasına gitmeyi düşündüm, kalktım ama gidemedim, salona gidip camdan dışarıyı izledim. Açıkça söyleyeyim salona yönelmem de camdan dışarı izlemem de tamamen artistlik, sinsilik unsuruydu. Hesapta ben karanlık salonda camdan dışarı izlerken, Esrayı da beni düşünmekten uyku tutmayacak, yanıma gelmeye çekindiği için salona yönelecek, ışığı açtığında, camdan dışarı duygusalmışçasına izleyen beni görecek, gelip arkamdan sarılacaktı. Sinsice, kurnazca ince ince işleyerek oya gibi örmüştüm bu planımı... Evet... Bi 35 dakka bekledim, hatta 35 dakikanın son 5 dakkasını daha etkileyici olsun diye çırılçıplak bekledim ama ne gelen vardı ne de giden. Acaba uyanık da salona gelmiyor mu diye kontrol amaçlı odasının kapısına çıplak olduğum halde gittim, baktım. Burnunda kuruyup kalmış tataktan fıriziiiie fıriziieeee diye ses çıkararak uyuyordu. Uyansın diye kapısını hızlıca kapatıp, yerde duran çamaşır sepetine bi tekme atarak gürültü yapıp koşa koşa yine pencerenin kenarına gidip bekledim. Yok, zerre kıpırtı yoktu. Üşüdüğümden değil de halimden utandığımdan üstümü giyip, benim için tahsis edilmiş olan rutubetli odama gidip adam gibi, Burakın olabileceklerin en iyisi öğütleri eşliğinde uyudum.
Sabah kalktığımda Esra çoktan işe gitmiş, giderken kapıyı çekmemin yeterli olacağını anlatan bir notu buzdolabının üstüne yapıştırmıştı. Notu buzdolabının üstüne asmasından ben müthiş alındım. Demek beni bütün bu yaşananlardan sonra duyarsızca kahvaltısını yapan, herşeye rağmen evet herşeye rağmen yaşamını idame ettiren biri olarak görüyordu. Yazık, bir zamanlar seviştiğim kadını artık tanıyamıyordum, demek beni hiç anlamamıştı. Tavır yaptım, kahvaltıyı bi kaç zeytin ve bi parmak balla geçiştirdim.
Evden çıkıp, boktan, rezil hayatımı gözden geçirmek için sahile inmeye karar verdim. Gerçi üçlü koltukta adam gibi uzanarak da hayatımı gözden geçirebilirdim ama dedim ya sevgili okurlar tamamen kurnazlık, sinsilik abidesiydi bu planım da. Hesapta Esra beni sahildeki o parkta mutlaka bulabileceğini bilecekti ve işten izin alıp yanıma gelecekti. Ona bütün hayatımı samimiyetle anlatacak, birlikte gözden geçirecektik. Ve o bundan, samimiyetimden çok etkilenip bana tekrar aşık olacaktı. Biraz bekledim, gelmedi. Bari ben hayatımın şöyle bi kabasını gözden geçireyim de Esra geldiğinde ayrıntılara beraber gireriz diye düşündüm ve gözden geçirmeye başladım.Korkaklıklar, güçsüzlükler, salaklıklarla dolu bir hayattı. Ve olaylar zincirlerini inceledikçe yine Burakın sureti belirmeye başladı karşımda. Dün geceki gibi iyidir iyi, olması gerekiyordu. Unutma ki dünyadaki herşey bulabileceğinin en iyisidir diye zırvalıyordu. İşte o an tepen attı Ulan sıçarım senin gibi arkadaşın hayali suretine diye başlayarak ardı ardına küfrettim zihnimdeki görüntüye. Görüntü birden dile geldi ve başka şeyler söyledi, Abi ayıp oluyor ama dedi. Anladım ki karşımda duran Burak, görüntü değil kanlı canlı Burak Sakaydı işte. Lan oğlum sen ne arıyorsun bu saatte işbaşı yapmıyor musunuz siz diye sordum, Yok be abi işten çıkarıldım, ama olacağı varmış, üzülmüyorum dedi. Ulan dedim Burak, senin şu iyimserlik salaklığın yüzünden başına gelmedik kalmadı, işten atılmayan mı sensin? Kızlar tarafından terkedilmeyen mi sensin? Hala -iyidir iyi- diyosun lan allahın dingili! Nereye iyi lan, nereye iyi! Hayır ikna kabiliyeti de yüksek birisin beni de etkiliyorsun, benim de ağzıma sıçtın! diye çıkıştım. Gülümsedi Öyle olması gerekiyormuş demek ki dedi. Ben hemen ikna oldum.
Bu fikrimizi büfe işleten ve işinden bizim gibi çok sıkıldığını sandığımız arkadaşımız Namıka da açmaya karar verdik ve Namıkın yanına gittik. Ona dünyadaki herşeyin aslında iyi olduğundan bahsettik. Namık karışık tost yapan birinden beklenmeyecek bi şekilde Kötülük veya iyilik olmuş bundan ne çıkar? Siz ne karışıyorsunuz. Siz işinize gücünüze bakın, kendi bahçenizi yeşertin gerisine karışmayın. Fazla düşünmeden çalışın, bu hayatı dayanılır kılan tek çare budur dedi biz hemen Namıkın sözlerinden etkilendik ve birlikte dergiye döndük. Ben çizerken, Burak da derginin bilgisayarında CVsini yazıp bi kaç şirkete yolladı.
Burak bir ara durdu ve Aslında yine ben haklıyım. Sen iki hafta önce kız arakadaşından ayrılmasaydın, Esrayla buluşmayacaktın, kötü bir gece geçirmeseydin, sahile gelmeyecek, Namıkın yanına gitmeyecektin. Olası dünyaların en iyisinde bütün olaylar birbine bağlıdır dedi. Bunlar güzel sözler Burakcığım ama bahçemizi yeşertmek gerek, hadi abicim, hadi babacığım dedim.
Umut Sarıkaya-Uykuduz Dergi