Atatürk'ten Erdoğan'a ders!!!

cemmaster

New member
ATATÜRK'ÜN SOFRASI



Atatürk ve Nuri Conker, birinin hazırladığı, ötekinin uyguladığı plan
sonunda Florya Köşkü'nün tüm nöbetçilerini atlattılar ve köşkten
kaçarlar...

Altlarında, Nuri Conker'in bir arkadaşının arabası vardı. Eylül sonu
akşamı sonbaharın tadını çıkararak, Çekmece'ye doğru gidiyorlardı.

Birden Atatürk'ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye
takıldı. Yaşlı bir adamdı bu. Sapanının sapına iyice yapışmış, toprakları
yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çiftin bir yanında öküz, bir yanında merkep
vardı. Eşit güçlerle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu.

Atatürk şoföre durmasını söyledi.

İndiler. Köylüye seslendi:

"Kolay gelsin Ağa!.."

Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:

"Kolay gelsin"

"İşler nasıl Ağa? Bu yıl mahsülden yüzünüz güldü mü?" Köylü isteksiz
konuştu:

"Tanrı'nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı mahsül. Kabahatin acığı
bizde, acığı yukarda! Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi."

"Bakıyorum, sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu.
Öküzün yok mu senin?"

"Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları sattılar."

"Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle şey!
Muhtara şikayet etseydin..."

Köylü güldü:

"Muhtar başında deel miydi memurun, a bey?"

Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:

"Kaymakama gitseydin."

Köylü iyice güldü.

"Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi.

Atatürk konuşmayı sürdürdü.

"E peki, İstanbul şuracıkta geleydin valiye anlataydın derdini...
Onun işi bu değil mi?"

Köylü Atatürk'ün saflığına inanmış iyiden iyiye gülüyordu.
Konuşmanın tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz. Kestirip attı:

"Bırak şu sağarı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük.
Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz?"

Atatürk sordu:

"Adın ne senin Ağa?"

"Halil... Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler..."

"Demek varlıklısın?.. Ağa dediklerine göre."

"Acık çiftimiz- çubuğumuz varken adımız ağa'ya çıkmış."

"Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğime
göre, bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun.
Hadi kaymakam şöyle, vali öyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa var
bilir misin?"

"Bilmez olur muyum, beyim?"

"Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor. Florya Köşkü'ne
iniyor. Köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin
ona... Herhalde çaresini bulurdu."

"Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun. Ama bak şimci,
tutalım gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya...
Tutalım ki kodular, koskoca İsmet Paşa'mızı göstertmezler ya.
Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o sağarın sağarı!
Heç işitmez beni..."

Nuri Conker, lafa karışmak istedi, Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu.

"E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın!" dedi

"Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin, çıksaydın önüne,
anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!.."

Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu.

"Sen ne diyorsun bey?" dedi.

"Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü
gerek... Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını
kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirecek?.."

Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, Atatürk'ten
yeni aldığı sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor, çiftinin
başına gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey de kalmamıştı. Atatürk
köylünün omuzuna elini koyarak, "Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi.

"Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir
vatandaşsın. Ama yine de sana söylüyorum, hakkını kimsede bırakma ara!.."

Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa, onları uğurladı.

"Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez.
Fakat bu, Devlet Baba'ya borçtur. Ödenmesi gerek... Otomobil hareket etti.
Atatürk'ün canı sıkılmıştı.

"Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!.." dedi. Dönüş yolunda
Atatürk konuşmuyor, sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir
keder vardı.

"Yahu çocuk, şu Halil Ağa'nın vergi borcundan öküzünü satmışız, merkeple
çift sürüyor, hala da 'Devlet Baba' diyor. Ne mübarek millet, bu millet!.."

Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:

"Şimdi" dedi: "İstanbul'da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini
telefonla bulacaksın!..

Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin
Üstündağ ile İsmet Paşa'yı bul, onlara da haber ver." Yaver odadan çıktı.
Atatürk, Nuri Conker'e döndü:

"Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil Ağa'ya gideceksin. Ona benim kim
olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin. 'Seni sevdi, sana
öküz alıverecek' diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al getir
buraya."

O akşam Atatürk'ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar,
milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ'dan oluşan yirmi beş
konuk vardı. Atatürk, "Bu akşam soframıza efendimiz gelecek" dedi.
"Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum."

Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk'ün kulağına bir
şeyler söyledi.

Atatürk "Buyursun!" dedi.

Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın
başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa'nın yer aldığını görünce,
şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Atatürk onu
görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm konukları da ayağa kalktılar. Atatürk
son konuğunu, "Hoş geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra kendisini
sofradaki konuklarına tanıttı:

"İşte beklediğimiz, Efendimiz" dedi.

Nuri Conker, Halil Ağa'yı Atatürk'ün sağ başına oturttu, kendisi de
yanındaki sandalyeye geçti. Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten
Conker'le birlikte nasıl kaçtığını, Halil Ağa'yı, bir yanında öküz, bir
yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl
kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra şöyle
dedi:

"Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız.
Ben sorduklarımı baştan soracağım Halil Ağa da orada bana söylediklerini
olduğu gibi tekrarlayacak."

Halil Ağa'ya döndü:

"Bak beri, Halil Ağa" dedi. "Sen bu akşam benim baş misafirimsin.
Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan
sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben
tarlada sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen
tekrarlayacaksın. İşte soruyorum:

'Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu.
Öküzün yok mu senin?" Halil Ağa dudakları titreyerek
Atatürk'ün ayağına kapanacak oldu. Atatürk önledi:

"Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver."

Soru - cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. Sofradakiler, soluk almadan
konuşmayı izliyorlardı. Ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk sordu:

"Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, anlataydın derdini, onun
işi bu değil mi?"

Vali Muhittin Üstündağ, Hali Ağa'nın ancak iki metre ötesinden kendisine
bakıyordu. Nasıl desin? Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:

"Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi
duyurabilir miyiz ki..."

"Olmadı bu, Halil Ağa... Bana dediğin gibi, dosdoğru..."

"Böyle demedik mi beyim?.."

"Ya, ben mi yanlış anladım?.. Dur soralım bakalım Nuri'ye.
Nuri, böyle mi dedi bize Halil Ağa?"

Nuri Conker karşılık verdi. "Hayır Paşam!.."

"Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin
sen,vali neden duymazmış?.. Aynen bana söylediğin gibi söyle."

Halil Ağa kekeleyerek konuştu:

"Köylük yerinde bizim dilimiz sağar demeye alışmıştır, paşam" dedi.
"Kusura kalma gayri..."

Atatürk gülmeye başladı:

"Diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa... Ama şimdi diplomatlık
sırası değil, doğruyu konuşacağız... Söyle bana, orada dediğin gibi..."

Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi:

"Şaşırmışım, ağzımdan yanlışlıkla 'Bırak bu sağarı' diye bir laf
kaçırmışım..."

Sofrada gülüşmeler başlamıştı.

"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine:

"E, peki bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?"

Halil Ağa İsmet Paşa'nın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi:

"Şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? O bugüne bugün..."

Atatürk Halil Ağa'yı durdurdu.

"Bırak şimdi övgüleri" dedi. "Ben lafın gerisini getireyim:
Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor, Florya Köşkü'ne iniyor,
köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona.
Herhalde bir çaresini bulurdu."

Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi:

"Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü
yanacağız!.."

Atatürk'ün sesi iyice sertleşti:

"Beni uğraştırma, Halil Ağa" dedi. "Erkek adam sözünü yalamaz. Ne
dediysen, tıpkısını tekrarlayacaksın!.."

Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp konuştu:

"Şanlı Paşamıza da sağar dedikti ya..."

"Yalnız sağar değil, 'sağarın sağarı' değil miydi?"

Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı:

"Öyle dedikti paşam, doğrusun!.." diyebildi.

Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi, sözü kendine
getirdi.

"Son soruyu sorayım şimdi" dedi. "Bunun da karşılığını ver, öküzünü
al git."

"Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın
önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya?"

"Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim!.. Erip erişir de tarlama dek
gelir, halimi dinler."

"Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla." Halil Ağa birden diklendi.

Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk'ün
gözlerinin içlerine bakarak konuştu.

"İşte bunu demem Paşam" dedi. "Ağzıma ataş doldur, işte bunu demem!"

Atatürk gülmeye başladı:

"Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi. "Mustafa Kemal
Paşa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin,
yanılmıyorsam. 'Görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını
kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek' demiştin." Halil
Ağa'nın gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Taş kesilmiş, duruyordu.
Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü:

"'Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri' demeye getirdin ya
fazla üstelemeyeyim" dedi.

"Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa... Seni şu kadar üzmemin sebebi,
şunu anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay hükümet... Yani, biri Başbakan,
ötekiler de Bakan! Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler
diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen
sıvanırlar, İsviçre'den mi olur, İtalya'dan mı olur, Fransa'dan mı,
velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçe'ye çevirtirler, sonra basıp
imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi'ne... Bu Millet Meclisi
dediğim, şu altı baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara
gelir. Bunlar da 'hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca
zorlanmama gerek yok' derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir
kanun!.. Ama sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa'nın öküzünü
çeker, satar... Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz,
ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış,
kimin umurunda... Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim,
tasalanırım! E, hakça söyle bakalım şimdi Halil Ağa... Sen benim
yerimde olsan, efkar dağıtmak için, bunları bu beylerle konuşmak için içmez
misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana 'sarhoş' der..."

Halil Ağa'nın dili çözülmüştü:

"Öyle diyen yok haşa!.. Dinden çıkmak gibidir... Buldun mu bunu, hacısı da
içer, hocası da içer..."

Atatürk sordu:

"Peki sen de içer misin?"

"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Paşam?.. İçeriz ki, tıpkı şerbet gibi!.."

Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri doldurttu. Kendi
kadehini Halil Ağa'ya uzattı:

"Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim."

Halil Ağa, "Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düşürsün Paşam,
sağlık düşürsün" dedikten sonra Halil Ağa, edeple başını kenara çevirdi,
eline verilen kadehi bir yudumda boşaltıverdi. Yüzü kızarmış, gözleri parlıyordu.
Ellerini dizlerinin üzerine koyarak Atatürk'e döndü:

"Yunan'ı denize döktün Paşam, bayrağımızı başucumuza diktin. Benim gibi
bir köylü parçasını sofrana alıp içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez
ki... Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını öpem..."

Halil Ağa Atatürk'ün ayağını öpmek için davranınca, Atatürk onu
sıkıca tuttu ve bu hareketi yapmasını önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk'ün
ellerine sarıldı, ellerini öpmeye başladı: "Bayrağımız gibi sen de
başımızdan eksik olma inşallah! Sana her kim düşman ise, onun yeri senin ayağının altı
olsun!.. Gayri bana izin, koca Paşam!.."

"Yemek yemedin!.."

"Yemek kolay... Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim."

Atatürk Nuri Conker'e işaret etti.

Conker kalkıp Halil Ağa'nın yanına geldi, kalktı Halil Ağa, önce
Atatürk'ü, sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri
çekildi. Kapı kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına
döndü:

"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. "Devlet size böyle
davransa, siz ne yaparsınız? Mübarek millet bu, adam millet bu... Şimdi
bu adam milletin karşısında 'adam olmak,' bize düşüyor!.."

Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk'ten
ayıramıyordu:

"Halil Ağa'nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık ya da
bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa'nın öküzünü satıyor.
İkisi de bence birbirinden farksız... Böyle bir kanun yaptıksa,
memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer
yaptığımız kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman sormak
lazım. Hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki, olay İstanbul'da
geçiyor. Bunun Van'ı var, Bitlis'i var, kıyı bucak ilçesi var; acaba oralarda
neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!.."

...alıntıdır...

Erdoğan ne yapmıştı?Anasınıda alıp gitmesini söylemişti EFENDİSİNE!

Sayın erdoğan Atatürk'ü eleştireceğinize örnek alın!
 

maxpyane

New member
Bir millet uyanıyor: Biz mi çok salak görünüyoruz?
12.07.2007 14:47
Galiba insanlarımız uyanıyor. Medyadaki seçim programlarında gündem dışı tutulan şeriat tehlikesi ve yoksulluk konuları internette enine boyuna tartışılıyor. İşte onlardan bir örnek-internet kullanmayan okuyucular için:

“Ne sihirdir ne keramet. Ne diyorlar bize?
Enflasyon tek haneli. %9 Küsür.
İsteyen Türkiye İstatistik Kurumu’nun internet sitesindeki resmi rakkamlara baksın. İsteyen vergi iade zarflarına koymak için topladığı fişlere.

Yumurta %69 pahalılandı. Ekmek %16.4. Domates %50. Süt %11, bal %13, salça %26. Kömür %28.

Ama biz salaklara %9.

Kombi %20, doğalgaz %24.4, tüp %13.4, deterjan %17, zeytinyağı %13, motoryağı %38.
Kira? Yüzde 25.
İlaç? %18.
Taksi &18, vapur%19.
Pilav üstü kuru?
Pirinç %20, fasulye %30.
Dana eti %14, tavuk eti %20

Ama biz salaklara %9

Devam:

Baharat %24, Okul çantası %19, ayakkabı %23.
İktidarın sembolü türban? %27.
Öbürü? Ampul %13.
Leblebi %42, sarımsak %62.
Elma %45, armut %56, ayva %63.
Sıhhi tesisat malzemesi %67.
Telefon yedek parçası %93, tül % 98.

Ama biz salaklara %9.

Peki nasıl oluyor da oluyor?
Şöyle oluyor:
Davul tozu eksi 45, minare gölgesi eksi 55, hokus pokus eksi 70, abrakadabra, eksi 90.
Topla hepsini, al ortalamasını:
Hooop, enflasyon %9

Ne zaman yapıldı son genel seçim? 3 Kasım 2002’de.
Ne diyor başbakan Recep Bey? “Türkiye’yi neredeeen nereye getirdik!”.
2002’de yola çıkmışlar mı? Çıkmışlar. Çıkmışlar da ne olmuş?

Bakalım neler olmuş? Neredeeen nereye gelmişiz:

İşte rakkamlar.

Benzin bugün 3 YTL. 2002 de 1.69 YTL.
Tüpgaz bugün 35 YTL. 2002 19 YTL.
Ekmek bugün 40 kuruş. 2002’de 15 kuruş.

İşsiz sayısı bugün (resmi) 2 milyon 487 bin. Gerçek 10 milyon.
2002’de (resmi) 2 milyon 412 bin. Gerçek 6 milyon 200 bin.

Karşılıksız çek: Bugün 1 milyon 515 bin adet. 2002’de 748 bin.
Protestolu senet: Bugün 2 milyar 803 milyon adet. 2002’de 499 bin.
Dış borç bugün 170.1 milyar dolar. 2002’de 130 milyar dolar.
İç borç bugün 182.4 milyar dolar. 2002’de 90 milyar dolar.
Dış ticaret açığı bugün 51.3 milyar dolar. 2002’de 15.5 milyar dolar.
Sıcak para bugün 53 milyar dolar, 2002’de 8.1 milyar dolar.

Şimdi bir anket yapalım:
a) Yan gelip yatmışlar
b) Analarını da alıp gitmişler
c) Satmışlar
d) Acmışlar
e) Hiçbiri

Oradan bakınca biz gerçekten çok mu salak görünüyoruz?

[email protected]
 

halepci

New member
ya bu yazı erdoğan için hoşaftan farksız arkadaşlar boşuna yormayın kendinizi '' O HOŞAFTAN NE ANLAR''
 

ChaMuR

Altın Üye
konuyu olması gereken yere taşıdım fakat bu karşılaştırma çok yanlış..
unutmayın beyler biri ülkemizin kurucusu diğeri sadece başbakanı..
 

SAHRANİL

Altın Üye
ya kardeş ağlattın beni ya.atatürk gibi biri gelirmi daha ya.ağlaya ağlaya okudum.allahım bizi böleleriyle karşılaştır.
 

ogamemanya

New member
yüce Atamız köylüye ağam diye hitab ediyor
başbakanımız ise lan ananı al git artislik yapma diye
siz başbakan diil bizim mahalleye muhtar olamazsınız sayın rte kusura bakmayınız
 

ALpMontana

КЯaL´da TaNıMaM КuяaL´da
Anamızıda aLdık geLdik




ANAMIZIDA ALDIK GELDİK!!!...

bu pankartı cumhuriyet mitinginde antaLyada bizde acmısdık
tıpkı İzmir karsıyaka gencleri gibi bence eniyi cevap budur!!!.:clap
 

cemmaster

New member
|ChaMuR|' Alıntı:
konuyu olması gereken yere taşıdım fakat bu karşılaştırma çok yanlış..
unutmayın beyler biri ülkemizin kurucusu diğeri sadece başbakanı..
|ChaMuR| bu konuda benim yorumum olduğu için serbest kürsüye açmıştım eğer yorum yapmasaydım dediğin gibi buraya açardım ve görüldüğü gibi tamamen siyasi bir içeriği var yazının...Ayrıca başbakan olması halkına hakareti gerektirmez Cumhuriyet kurulduğunda Başımızda Atatürk vardı şuanda Sayın erdoğan var...Bu durum karşılaştırmak için yeterli bir sebep olsa da...Bura da karışılaştırma yok ders var...

Saygılar...
 

fear_sic

New member
"Allahım bizi böyleleriyle karşılaştır" diyip yan gelip yatmak kolay.Başımıza bir kurtarıcı beklemek yerine ben niye kurtarıcı olmayayım,ya da bir kurtarıcı değil de,neden hep birlikte olup da birlikte vatanımız için çalışmıyoruz diye düşünmek lazım.Bir daha Atatürk gibisi dünyaya gelmez. :cool:
 

SAHRANİL

Altın Üye
analara nasıl laf eder ya.cennet bizim ayağımızın altında.bizim hakkımızı sırtında kabeye götürse ödeyemez.ana olmak en kutsal şey.şükür olsunki o kutsallığı yaşıyorum.o kimki hakaret eder.allah sorsun
 

HTML

Üst