AntidepresaN
New member
Atatürk ve Türk Dünyası
Atatürk’e 30 Ekim 1933’de 10.yıl kutlamaları sırasında genç bir doktor “bize ideal olarak ne bıraktınız?” diye sorar. Atatürk cevap olarak şunları söyler:
''Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez tıpkı Osmanlı gibi tıpkı Avusturya- Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuz idaresinde dili bir inancı bir özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazırlanmak o günü sadece susup beklemek değildir. Milliyetler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam atarak…. Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde birleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir.''
Atatürk’ün bu öngörüsü 1991’de gerçekleşti. Sovyetler Birliği dağıldı. Birçok Cumhuriyet ortaya çıktı.
Acaba Türkiye, Sovyetlerin dağılmasına hazırlıklı mıydı?
Yaşananlara ve son duruma bakarsak hazırlıklı olmadığını çok net olarak görebiliriz. Zaten Türk yetkilileride bunu inkar etmedi. Yaptıkları açıklamada “hazırlıksız yakalandık” ifadesi ile bu durumu çok açık bir şekilde kabullenmiş oldular.
Peki… Türkiye, Atatürk’ün Türk Dünyası ile ilgili politikalarını ve bu konudaki çalışmalarını dikkate almamış ya da farkına varamamış olabilir mi? Oysa birazcık tarih okuyan biri bile bu çalışmaları görebilirdi.
İsterseniz bu çalışmalardan birkaç örnek verelim:
Atatürk ilk olarak Tevfik Rüştü, Besim Atalay ve Fuat Köprülü’den oluşan bir ilim heyetini Moskova’ya göndermek istiyor. Bunun için TBMM’de yapmış olduğu konuşmasında bu heyetteki kişilerin izinli kabul edilmesini rica ediyor. Ve izin çıkıyor. Atatürk’ün bu heyetten ilim heyeti şeklinde bahsetmesinin de özel bir anlamı vardır. Çünkü, Atatürk Sovyetler Birliği dahilinde yaşamakta olan soydaşlarımızla ve bunların gelecekleri ile ilgili konularla yakından ilgilenirken aynı zamanda Sovyetler Birliğinin de tepkisini çekmemeye çalışmıştır. Bu da onun için bir taktik meselesiydi. Aslında bu heyetin amacı; Türkiye ile ilişkileri geliştirmek, buradaki Türklerle ilgili bilgiler toplamak, Atatürk’ün verdiği direktiflere göre mesajlar vermekti.
Daha sonra Azerbaycan Sovyet Cumhuriyetine dış ülkelerde temsilci bulundurma hakkı tanındıktan sonra Atatürk’ün direktifi ile Memduh Şevket Esendal elçilik görevine seçiliyor ve yine Atatürk tarafından sadece Azerbaycan ile ilgili değil bütün bu çevrede cereyan eden önemli olayları yakından takip etmesi ve bunları Türk yetkililerine çok acil bir şekilde bildirmesi talimatı veriliyor. Diğer tarftan baktığımızda bir şeyi daha görüyoruz ki, Atatürk Türk Dünyası ile ilgili çalışmalarını sadece siyasi arenada değil kültürel sahada da gerçekleştirmiş. Örneğin;
Bakü’de 25 Şubat 1926’da 1. Türkoloji Kongresi toplanır. Burada gündeme Arap alfabesinin kaldırılması konusu gelir. Sovyetlerin bundaki amacı; kültür birliğini koparmaktır. Çünkü o dönemde Türkiye’de, iran’da ve bütün Türk Cumhuriyetlerinde Arap alfabesi kullanılıyordu. Atatürk ise bütün ileri görüşlülüğü ile sovyetlerin bu oyununu görür ve 1928’de Latin alfabesine geçme kararı alarak Sovyetlerin bu oyunu bozar. Ne var ki, Türk Dünyasında birlik istemeyen Sovyetler, Rus idaresinde yaşayan Türklerin alfabesini yeniden değiştirerek, Türkiye Türkleri ile kültür bağını koparmıştır. Fakat Sovyetlerin bu taktiği de Atatürk’ü Türk Birliği sevdasından alıkoymaya yetmemişti. Atatürk arkasından Türk Dünyası ile olan müşterek tarihimizi ve kültürümüzü ortaya çıkartmaya yardımcı olacak “Türk Tarih Tedkik Cemiyeti”ni ve “Türk Dili Tedkik Cemiyeti”ni kurmuştur.
Atatürk yapmış olduğu birçok konuşmasında da; Türk tarihinin kökünün ta Orta Asya’ya dayandığını belirtmiştir: “ Cihangirane bir devlet çıkardık bir aşiretten” sözüne şiddetle karşı çıkmıştır.
Sonuç itibariyle, Atatürk: “ Türk camiasını takip eden unsurların mahiyetleri arasındaki fark büyük olmamakla birlikte, menşein vü’ati, nüfsun kesteri düşünülürse, bugünkü Türk milletinin esası aynı menşein aynı uzun müşterek mazinin tespit ettiği muayyen tiptir. Türk tipi… Türk milletini meydana getiren insanların tarihi birdir.” demiş Ve “Oğuz, Kırgız, Tatar, Özbek, Kazak ve Yakut yok, yalnız Türk vardır” diyerek bizim kardeş olduğumuzu anlatmaya çalışmıştır.
Aybegüm Kutlu
Atatürk’e 30 Ekim 1933’de 10.yıl kutlamaları sırasında genç bir doktor “bize ideal olarak ne bıraktınız?” diye sorar. Atatürk cevap olarak şunları söyler:
''Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez tıpkı Osmanlı gibi tıpkı Avusturya- Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuz idaresinde dili bir inancı bir özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazırlanmak o günü sadece susup beklemek değildir. Milliyetler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam atarak…. Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde birleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir.''
Atatürk’ün bu öngörüsü 1991’de gerçekleşti. Sovyetler Birliği dağıldı. Birçok Cumhuriyet ortaya çıktı.
Acaba Türkiye, Sovyetlerin dağılmasına hazırlıklı mıydı?
Yaşananlara ve son duruma bakarsak hazırlıklı olmadığını çok net olarak görebiliriz. Zaten Türk yetkilileride bunu inkar etmedi. Yaptıkları açıklamada “hazırlıksız yakalandık” ifadesi ile bu durumu çok açık bir şekilde kabullenmiş oldular.
Peki… Türkiye, Atatürk’ün Türk Dünyası ile ilgili politikalarını ve bu konudaki çalışmalarını dikkate almamış ya da farkına varamamış olabilir mi? Oysa birazcık tarih okuyan biri bile bu çalışmaları görebilirdi.
İsterseniz bu çalışmalardan birkaç örnek verelim:
Atatürk ilk olarak Tevfik Rüştü, Besim Atalay ve Fuat Köprülü’den oluşan bir ilim heyetini Moskova’ya göndermek istiyor. Bunun için TBMM’de yapmış olduğu konuşmasında bu heyetteki kişilerin izinli kabul edilmesini rica ediyor. Ve izin çıkıyor. Atatürk’ün bu heyetten ilim heyeti şeklinde bahsetmesinin de özel bir anlamı vardır. Çünkü, Atatürk Sovyetler Birliği dahilinde yaşamakta olan soydaşlarımızla ve bunların gelecekleri ile ilgili konularla yakından ilgilenirken aynı zamanda Sovyetler Birliğinin de tepkisini çekmemeye çalışmıştır. Bu da onun için bir taktik meselesiydi. Aslında bu heyetin amacı; Türkiye ile ilişkileri geliştirmek, buradaki Türklerle ilgili bilgiler toplamak, Atatürk’ün verdiği direktiflere göre mesajlar vermekti.
Daha sonra Azerbaycan Sovyet Cumhuriyetine dış ülkelerde temsilci bulundurma hakkı tanındıktan sonra Atatürk’ün direktifi ile Memduh Şevket Esendal elçilik görevine seçiliyor ve yine Atatürk tarafından sadece Azerbaycan ile ilgili değil bütün bu çevrede cereyan eden önemli olayları yakından takip etmesi ve bunları Türk yetkililerine çok acil bir şekilde bildirmesi talimatı veriliyor. Diğer tarftan baktığımızda bir şeyi daha görüyoruz ki, Atatürk Türk Dünyası ile ilgili çalışmalarını sadece siyasi arenada değil kültürel sahada da gerçekleştirmiş. Örneğin;
Bakü’de 25 Şubat 1926’da 1. Türkoloji Kongresi toplanır. Burada gündeme Arap alfabesinin kaldırılması konusu gelir. Sovyetlerin bundaki amacı; kültür birliğini koparmaktır. Çünkü o dönemde Türkiye’de, iran’da ve bütün Türk Cumhuriyetlerinde Arap alfabesi kullanılıyordu. Atatürk ise bütün ileri görüşlülüğü ile sovyetlerin bu oyununu görür ve 1928’de Latin alfabesine geçme kararı alarak Sovyetlerin bu oyunu bozar. Ne var ki, Türk Dünyasında birlik istemeyen Sovyetler, Rus idaresinde yaşayan Türklerin alfabesini yeniden değiştirerek, Türkiye Türkleri ile kültür bağını koparmıştır. Fakat Sovyetlerin bu taktiği de Atatürk’ü Türk Birliği sevdasından alıkoymaya yetmemişti. Atatürk arkasından Türk Dünyası ile olan müşterek tarihimizi ve kültürümüzü ortaya çıkartmaya yardımcı olacak “Türk Tarih Tedkik Cemiyeti”ni ve “Türk Dili Tedkik Cemiyeti”ni kurmuştur.
Atatürk yapmış olduğu birçok konuşmasında da; Türk tarihinin kökünün ta Orta Asya’ya dayandığını belirtmiştir: “ Cihangirane bir devlet çıkardık bir aşiretten” sözüne şiddetle karşı çıkmıştır.
Sonuç itibariyle, Atatürk: “ Türk camiasını takip eden unsurların mahiyetleri arasındaki fark büyük olmamakla birlikte, menşein vü’ati, nüfsun kesteri düşünülürse, bugünkü Türk milletinin esası aynı menşein aynı uzun müşterek mazinin tespit ettiği muayyen tiptir. Türk tipi… Türk milletini meydana getiren insanların tarihi birdir.” demiş Ve “Oğuz, Kırgız, Tatar, Özbek, Kazak ve Yakut yok, yalnız Türk vardır” diyerek bizim kardeş olduğumuzu anlatmaya çalışmıştır.
Aybegüm Kutlu