Atatürk Bizden Biridir

ZeBiXeR

Banned
Katılım
9 Eki 2006
Mesajlar
10
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
zebix
Osmanlı yönetiminde kimi sözcükler, “iyi sözcükler”, kimi sözcükler de “kullanılması sakıncalı sözcükler” olarak belirlenmişti. “Sadakat, tevazu, dua, melek, asker-perver, hilafet...” iyi sözcüklerdi. “Hürriyet, vatan, isyan, zulüm, ihtilal, yıldız, hücre, içtima, cemiyet, miting, adalet, istikbal, buhran, siyaset...” sakıncalı sözcüklerdi.

Bir de, “en sakıncalı” bir sözcük vardı. Çok dikkat edilmesi gereken bu “en sakıncalı” sözcük, “cumhuriyet”ti.

“Cumhuriyet”in “en sakıncalı sözcük” ilan edilmesini, ne sıradan kişiler, ne de aydınlar umursuyordu. Çünkü onların açısından bu sözcüğün pek de bir önemi yoktu. Ülkenin yönetim biçimi olarak onlar, padişahın yönetimi dışında bir yönetim biçimini akıllarına bile getirmiyorlardı.

Osmanlı yönetiminde “cumhuriyet” sözcüğünü ilk kez Şinasi kullanmıştı. 1849 yılında, Büyük Reşit Paşa’ya övgü amacıyla yazdığı şiirin sonunda bu sözcüğü şöyle kullanmıştı:

“Eya ehali-i fazlın reis-i cumhuru / Reva mı kim kalayım ehl-i cehil elinde esir.” (Ey erdemli kişilerin cumhurbaşkanı / Bilgisizler elinde tutsak kalmam yakışık alır mı?)

Şinasi’nin övgü yazdığı Büyük Reşit Paşa’yı Mustafa Kemal şöyle değerlendiriyor:



“Alemdar Mustafa Paşa’nın biraz kültürü olsaydı, cumhuriyeti ilan ederdi. Büyük Reşit Paşa’nın kültürü, Alemdar Mustafa Paşa’nın kudreti ile birleşebilseydi, ben tarihe başka bir görevle girerdim.”

“Cumhuriyet”in yalnızca sözcüğünü değil, kavramını ve halk açısından anlamını da açık bir dille ilk kez kaleme alan kişi, Ziya Paşa oldu. Onun, 1871 yılında Londra’da yayımlanan Hürriyet gazetesinde yazdığı “Cumhuriyet Yönetimi ile Şahsi Hükümetin Farkı” adlı yazısı, “cumhuriyet”in önemini halka yalın bir dille açıklıyordu.

Ziya Paşa’nın, Hürriyet gazetesindeki bu tarihsel yazısında “cumhuriyet”, halka şöyle tanıtılıyordu:

“Cumhuriyet yönetiminde padişah, imparator yoktur. Ülkenin padişahı, imparatoru bütün ülkenin halkıdır. Cumhuriyet yönetiminde bir nice milyon halk birkaç çıkarsever kişinin buyruk ve keyfiyetine tutsak olmayıp zengin ve yoksul herkes, özgürlük hukukunu korumada özgürdür.

“Cumhuriyet yönetiminde zor ve kıyıcılıkla asker yazmak ve nice yüzbin kişiyi evinden ve diyarından, kazancından, kârından ayırıp kışlalarda çürütmek yöntemi yoktur. Cumhuriyet yönetiminde tersaneye gerekli olan kereste ve halat için halk angarya kullanılmaz. Eğer yönetime kereste ve halat gerekliyse parasını verir halktan alır. Cumhuriyet yönetiminde gazeteler hükümete dalkavukluk etmeye borçlu olmayıp kanun hükmü çerçevesinde her türlü söz söylemeye, taş atmaya izinlidir.

“Cumhuriyet yönetiminde bir millet meclisi olur. Bunun üyesini halk seçer.

“Cumhuriyet yönetiminde her kişi medeni hukukça ne kadar bağımsız ve özgür ise kanun hükümlerine uymada o kadar esir ve aldığı emri yerine getirendir.

“Başkan ve üye herkes gibi paylaştırılan vergideki hisselerini verirler.

“Bunların faytonları, yaverleri, çavuşları, sırmalı cicili üniformaları, sarayları, köşkleri yoktur.

“Ve hiçbirinde memuriyetleri üzerinden zengin olmak, para kazanmak kusuru olamaz. Mahkemeler ise büsbütün bağımsız yönetimler olup her biri kanun hükmünde yargıyı gerçekleştirirler. Ne millet meclisinin, ne başkanının asla müdahaleye yetkileri yoktur. Velhasıl başkan ve üye ve halktan biri herkes bir kanunun hükmüne boynu bağlı olup bu daireden bir adım dışarı çıkmak olasılığı olamaz. Bu nedenden dolayı cumhuriyet yönetiminde bakan entrikaları asla yürümez.

“Şahsi hükümet tamamiyle bu yönetimin tersi olup onlarda padişah ve imparator adıyla genel yönetimin dizginini eline almış birer adam bulunur ya da onların bakanları ve müsteşarları, unvanıyla bazı kişiler yönetimin başına geçerler.



“Güya memleket bunların ecdadından miras kalmış çiftlik ve halk da çiftliklerindeki damızlık gibi milyon milyon halkı çalıştırırlar, soyarlar. Ellerindekini alırlar, kendi eğlencelerine harcarlar. Şahsi hükümette işin başında bulunan kim ise istediğini yapar. İstediğini cennete istemediğini cehenneme koyar. Himaye ettiği kişilerden biri suçlu olsa kanunun pençesinden kotarır. Mahkemede haksız bir iş olsa haklı çıkarır. Düşmanlık ettiği bir adamı kesin kabahati yok iken hapis ve sürgün eder. Geçim çarkını bozarak yoksulluk ve sefalet çektirirler kimse sesini çıkaramaz. Şahsi hükümette gazeteler işbaşında bulunan kimselerin dalkavukluğu ile geçinirler. Hükümet bir kötü işte bulunsa da yine överek ve yücelterek göklere çıkarırlar. Yapılan kötülüğü iyilik biçiminde göstermeye çalışırlar. Asıl amaçları vatana ve millete hizmet olmayıp para kazanmaktır. Para kazanmanın yolu da böyle olur.”

Ziya Paşa’nın yurt dışında yayımlanan bu yazısı, yurt içinde büyük bir rahatsızlık yarattı. Dönemin üst düzey yöneticileri İngiltere’ye baskı yaptılar ve Ziya Paşa’yı Londra’da tutuklattılar. Kısa bir tutukluluk süresinden sonra kefaletle salıverilen Ziya Paşa, Londra’da yayımlanmasına izin verilmeyen gazetesini önce Paris’te, sonra Cenevre’de yayımlamaya çalıştı; ama bu iki girişiminde de başarılı olamadı.

“En sakıncalı sözcük” damgalı “cumhuriyet”, ülkenin üst düzey yöneticilerini rahatsız ediyordu; ama aslında ülkenin halkını da, padişahını da hiç rahatsız etmiyordu.

Çünkü halk, anayasa rejimi, halkın kendi yönetimi, ya da grev gibi kavramları da, bunların en doğal hakkı olduğunu da bilmiyordu. O nedenle halk, bunları elbette istiyor değildi. Halkın “iyi yönetim”den anladığı, haklarını çiğnemeyen, varlıklarını memurların keyfi yönetimine bırakmak zorunda olmadıkları bir yönetim biçimiydi. “Cumhuriyet” sözcüğü, halkı bu nedenle rahatsız etmiyordu; padişahı ise, halkının bu özelliğini çok iyi bildiği için rahatsız etmiyordu.

Mustafa Kemal’in aydınlatması sonucu aynı halkın torunları yıllar sonra “cumhuriyet”i, bir “uygar yaşam biçimi” olarak tanıyabildi ve ona tüm susamışlığı ve hak edişiyle sahip çıktı.



Halkın, “cumhuriyet”i yeni tanımaya başladığı günlerde yaşlı bir kadın, elinde bir kağıtla Mustafa Kemal’e yaklaştı ve biraz yaşı, biraz da heyecanı nedeniyle titreyen sesiyle sordu:

“Beni tanıdın mı oğul?” dedi. “Sizin Selanik’te komşunuzdum. Bir oğlum var, devlet demiryollarına girmek istiyor. Siz ‘Onu alsınlar’ demiştiniz; ama müdür bey dinlemedi. Oğlumu işe almadı. Ne olur bir kere de siz söyleseniz...”

Mustafa Kemal’in gözlerinde bir anda sevinç ışıltıları parıldadı. Elleriyle hareketler yaparak, çevredeki herkesin duyabileceği yüksek bir sesle karşılık verdi:

“Oğlunu işe almadılar mı?” dedi. “Hem de ben tavsiye ettiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş... Çok iyi yapmışlar...”

Sonra da karşısındaki yaşlı kadını bıraktı, çevresindeki topluluğa heyecanla şöyle dedi:

“İşte cumhuriyet böyle anlaşılacak... İşte cumhuriyetten beklediğimiz sonuç...”

“Cumhuriyet”in ilanından birkaç ay sonra, yurt içi gezilerinden birinde gittiği ilde, yolların düzgünlüğü ilgisini çekmişti. Valiye, bu yolları nasıl böyle dümdüz yapabildiklerini sordu.

“Merkeze yakın köylerdeki halkı jandarmalarla toplattırıp, yol onarımında çalıştırdık, Gazi Paşa Hazretleri” dedi vali.

Mustafa Kemal’in kaşları çatıldı:

“Vali Bey, ‘Corvee’ nedir bilir misiniz?” dedi. Valinin duraksamasından sonra şöyle sürdürdü sözlerini:

“Öyle ise ben söyleyeyim: ‘Angarya’ demektir. Ve şu anda bilmeniz gerekir ki, hiçbir vatandaşı kanunsuz olarak işinden alıkoyamaz, onu çalışmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyette, angarya diye bir şey yoktur.”

Başka bir gezisinde “Herşeyi yapan sensin, bütün varlığımızı sana borçluyuz; sen olmasaydın, başka hiç kimse, hiçbir şey yapamazdı, bundan sonra da yapamaz. Allah seni başımızdan eksik etmesin...” demek istediler. Mustafa Kemal’in neşesi kaçtı, bunalmaya başladı, konuyu kapatmak istedi:

“Bütün yapılanlar, herkesten önce büyük Türk ulusunun eseridir” dedi. “Onun başında bulunma mutluluğuna ermiş bulunan bizler ise, ancak onun bilinçli özverisi sayesinde, düşünce ve inanç birliği içinde ortak görev görmüş, öylece başarı kazanmış insanlarız. Gerçek budur.”

Çevredeki halktan, “Bu kadar yüksek tevazu...” sözlerini duyunca, sesini bu kez biraz yükselterek konuştu:

“İzin verin, ortada tevazu filan yok, gerçeğin dile gelişi vardır” dedi. “Önümüze çıkan sorunlar hakkında, her zaman uzun uzadıya konuşur, danışırım. Herkesi söyletir ve dinlerim. İtiraf edeyim ki konuşulacak sorunların çözüm biçimleri hakkında açık bir fikre sahip olmadan görüşmelere girdiğim olmamıştır. Bu konularda, ancak arkadaşlarımı yani sizleri dinledikten sonradır ki kanıya varmışımdır. Dolayısıyla uygulamada olduğu gibi, verilen kararlarda da hepinizin payı vardır, bunu bilesiniz.”

Bir süre konuşmadı, sonra şöyle sürdürdü sözlerini:



“Şimdi konunun asıl ince noktasına geliyorum. İçeride ve dışarıda şahsıma karşı suikastlar tertip edilmesinin nedeni ve gizi nedir? Bunu hiç düşündünüz mü? Bu tertiplerin peşinde koşanların benimle kişisel bir alıp veremedikleri mi vardır? O da değil... Sizin sözlerinizin de onların sakat muhakemesine uygun olduğunu bilmem fark edebiliyor musunuz? Eğer içtenseniz, bu düşünceyi kafanızdan çıkarınız. Hatta böyle düşünenlere rastlarsanız, onları da uyarınız. Herkes ulusal görev ve sorumluluğunu ve memleket sorunları üzerinde bu zihniyetle, düşünüp çalışmayı alışkanlık edinmelidir.”

Mustafa Kemal, bu doğrultudaki görüşünü bir akşam, sofrasında konuklarına da açıkladı:

“Efendiler, size şunu söyleyeyim ki, Devrimci Türkiye Cumhuriyeti’nin benim şahsımla ayakta durduğunu sananlar çok aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti her anlamıyla, büyük Türk ulusunun öz ve sevgili malıdır. Değerli evlatlarının elinde her zaman yükselecek, sonsuza değin kalıcı olacaktır.”

Bir gezisinde çevresindekiler, Mustafa Kemal’e sordular:

“Madem bu meclis kendisini cumhuriyeti ilan etmeye yetkili görüyorsa” dediler. “O halde bir başka meclis de kurulsa ve o meclis de meşrutiyeti geri getirmeye kalksa, o zaman ne yapacağız?”

Mustafa Kemal, tebessüm ederek karşılık verdi ve “Eğer böyle hevesliler çıkarsa, onların hepsini sopayla kovalarız” dedi.

Cumhuriyetin onikinci yıldönümü kutlamaları için çeşitli yazılar hazırlanmıştı. Mustafa Kemal, hazırlanan yazıları gözden geçirmek istedi. Listede, “Atatürk bizim en büyüğümüzdür”, “Atatürk bu milletin en yücesidir”, “Türk Milleti asırlar sonra bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı” gibi sözler sıralanmıştı.

Mustafa Kemal, bu ve bunlara benzeyen sözlerin üstünü karaladı. Tümünün yerine yalnızca şu tek sözü yazdı:

“Atatürk, bizden biridir.”
 
Geri
Üst