Atatürk'ün Türkçü,Turancı,Milliyetçi olmadığını iddia edenlere ithaf

emertcan

New member
Katılım
6 Şub 2006
Mesajlar
1,290
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Kadıköy Cehennemi...!
Bazı Sitelerde ve platformlarda Atatürk'ün asla Türkçü,Turancı, Milliyetçi olmadığını iddia eden entel dantellere ithaf olunur.

Aşağıda ki vecizli Sözler Atatürk'ün kendisine ait olup, Her yerde açıklanmayan sözleridir. biraz uzun ama lütfen okuyalım ve düşüncelerimizi bildirelim.



ATATÜRK'TEN VECİZLİ SÖZLER


Türkiye'de Yahudiler aleyhine hareketler olduğu sıralarda Atatürk Çanakkale'ye gelir. Kalabalığın arasından bir yahudi sıyrılarak: "Paşam, bizi kovuyorlar, biz ne yapacağız?" der. Bunun üzerine Atatürk yahudiye kim olduğunu sorar ve cevabını alır.
-Sizi kim kovuyor? der, polis mi, asker mi hükümet mi?
Yahudi şaşırır:
-Hayır, halk kovuyor!
Bunun üzerine Atatürk şu üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken sözünü söyler:
-Halk isterse beni de kovar!
Ve uzaklaşır..”



“Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk doğmaktır! Muhterem milletime şunu
tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar
çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli'yi çok
iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin."


“Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz.
Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri
ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet
de o kadar kuvvetli olur”


“Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek
olaganüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir”


--"Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle
öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır.
Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde
kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının
tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu
bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni
ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek."


--"Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir
müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu
sahne 7 bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın
rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın
yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden,
yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra
onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir
gün o tabiat çocuğu baba oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu.
Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”


“Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk doğmaktır! Muhterem milletime şunu
tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar
çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli'yi çok
iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin."


“Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz.
Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri
ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet
de o kadar kuvvetli olur”


“Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk‘tü bugün de
Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yasayakcaktir”



“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu
ne olursa olsun, en evvel, herşeyden evvel Türkiye'nin istikbaline,
kendi benligine, millî an'anelerine düşman olan bütün unsurlarla
mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir”


“Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk
milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe
konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluğuna
bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz."


“Ulusal varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine
karşı...'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!' diyelim”


“Milletin varlığını devam ettirmek için fertleri arasında düşündüğü müşterek bağ, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet, dinî ve
mezhebî bağlar yerine Türk milliyeti bağı ile fertlerini toplamıştır”

“Türk milleti kurtuluş savaşından beri, hattâ bu savaşa atılırken bile mahkûm milletlerin hürriyet ve bağımsızlık dâvalariyle ilgilenmeyi, o dâvalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve bağımsızlıklarına kayıtsız davranması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet dâvası şuursuz ve ölçüsüz bir dâva şeklinde mütalâa ve müdafaa edilmemelidir. Milliyet dâvası siyasî bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ülkü meselesidir. Şuurlu ülkü demek, müsbet ilme, ilmî usullere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir. O halde propagandalarda müsbet usullere müracaat etmek şarttır. Hareketlerin imkân sınırları ve sıraları mutlaka hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük dâvasını böyle bir müsbet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.”

"Mazinin kararsız, çürümüş zihniyeti ölmüştür. Bütün dünya bilmelidir ki, Türk milleti hakkını, haysiyetini, şerefini tanıtmağa kadirdir. Türk vatanının bir karış toprağı için bütün millet bir vücut olarak ayağa kalkar. Haysiyetinin bir zerresine, vatanın bir avuç toprağına vuku bulacak tecavüzün bütün mevcudiyetine vurulmuş darbe olacağını artık Türk milletinin farketmediğini sanmak hatadır."


“Arzumuz dışarıda bağımsızlık, içeride kayıtsız ve şartsız millî egemenliği korumadan ibarettir. Millî egemenliğimizin hattâ bir zerresini bozmak niyetinde bulunanların
kafalarını parçalayacağınızdan eminim”


“...Efendiler, arazi meselesi ve hudut meselesi Misak-i Milli'nin malim-i aliniz birinci maddesinin daireyi şümulüdür, Misak-i Milli şu hat bu hat diye hiçbir vakit hudut çizmemiştir, o hududu çizen şey milletin menfaati ve heyeti celilenin isabetli kararıdır. Musul meselesinin hallini muharebeye girmemek için bir sonraki talik etmek demek ondan sarfi nazar etmek demek değildir. Belki bunun istihsali için daha kuvvetli olabileceğimiz bir zaman intizardır. Bugün sulh yaparız, bir ay sonra iki ay sonra Musul meselesini haletmek için kıyam ederiz.”


1933 yılında, Amerikalı General McArthur'un "Sizin Türkiye'nin geleceği hakkında tasavvurlarınız nedir?" sorusuna, Büyük Önder Atatürk, "Allah, nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya'yı Türkiye hudutları içine katacağım" cevabını verir.


...İzmir'de 30 Ocak 1923'te basın mensuplarına beyanat veren M. Kemal Paşa görüşlerini kesin ifadelerle dile getirir:

"Musul vilayeti, Türkiye Devleti'nin milli sınırları içindedir. Buraları anavatandan koparıp şuna buna hediye etmek hakkı kimseye ait olamaz. Cemiyet-i Akvam ile bu meselenin münasebeti yoktur!"


''Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Fakat yarın ne olacağını bugünden kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir...”

“Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde birleşmeliyiz. Onların (Dış Türkler'in) bize yakınlaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli...''

29 EKİM 1933
Mustafa Kemal ATATÜRK


ATATÜRK'ÜN YAZDIĞI ŞİİR

HAKİKAT NEREDE?

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karatıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.

Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa'nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Hakikat nerede?

Mustafa Kemal
Sinop, 25 Kânunu Evvel 321


“TÜRK MİLLETİ!.. Sen ANADOLU denilen yurda sonradan gelme değil; ilk yerleşip medeniyet kuranların çocuklarısın!..”


“Asla şüphem yoktur ki, TÜRKLÜĞÜN unutulmuş BÜYÜK MEDENİ VASFI ve MEDENİ KAABİLİYETİ âtinin yükselen medeniyet ufkunda bir GÜNEŞ GİBİ DOĞACAKTIR!.. (3) Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: BENİ HATIRLAYINIZ!.. (29.10.33)”


“Bugün bizim Sovyetler yönetiminde DİL bir, İNANÇ bir, ÖZ BİR KARDEŞLERİMİZ VARDIR... ONLARA SAHİP ÇIKMAYA, onları arkalamaya HAZIR OLMALIYIZ!..”


30 Ağustos 1922 tarihli Fransız Le Figaro gazetesinde ise Atatürk’ün şu ifadelerine vurgu yapılıyor:

“Avrupa’da, İstanbul ve Meriç’e kadar Batı Trakya, Asya’da Anadolu, Musul arazisi ve Irak’ın kuzeyi. Arkada kalan ve sırf Türk olan her yeri isteriz. Bunları kurtarmaya azmettik ve kurtaracağız.”
 
Atatürk Ulusçuluğu

Atatürk Ulusçuluğu

80. yüzyılın başında Türkiye'de ulusçuluk kavramı henüz bir yenilikti. Onun tüm toplum katlarınca benimsenmesi Atatürk Devrimi'nin bir başarısıdır."

Ulusçuluk anlayışı geleneksel Türk toplumunun "ümmet" olarak yaşama inancın» reddeder ve çağdaşlaşmanın en önemli öğeleri olan "ulus" ve "yurttaş" olarak yaşama gereğini ve gerçeğini benimser. Atatürk "ulus" olarak yaşamanın, çağdaş topluma dönüşmenin en önemli ve zorunlu bir gereği olduğunu bitiyordu. Bu koruyu söylev ve demeçlerinde birkaç kere işlemiştir. Örneğin. Bursa'da öğretmenlere 27 Ekim 1922'de yaptığı konuşmada bu konuya değinmiş ve Türklerin ancak Ulusa) Savaşım döneminde bir ulus olarak yaşamaya başladıklarına işaret etmiştir.

Çocuklarımıza ve gençlerimize uygulayacağıma öğretimin giz'i ne olursa olsun, onları:

1 Ulusuna,

2 Türkiye devletine,

3 Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne düşman olanlarla savaşabilecek bilgiler ve araçlarla silahlandıracağız.

Özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak yolunda savaş vermeyi bilmeyen uluslar için yaşama hakkı yoktur. Bu uğurda savaş gerekir.

Açıkça söyleyelim ki biz üç buçuk yıl öncesine değin topluluk halinde (ulusal bağları olmayan rastgele, başka iğreti bağlarla bir araya gelivermiş olan bir topluluk halinde yaşıyorduk. Bizi istedikleri gün' yönetiyorlardı. Dünya biz temsilcimiz ve yöneticimiz olanlara göre tanıyor ve değerlendiriyordu. Üç buçuk yıldır, ulus olarak yaşıyoruz.

Ordularımızın kazandığı utku eğilin ordularımızın utku suna yer açtı. yol hazırladı. Gerçek utkuyu siz kazanacak siz koruyup sürdüreceksiniz, bunu başaracağınızdan kuş kum yok Sarsılmaz, bir imanla ban ve bütün arkadaşlarımız sizi gözeteceğiz, sizin karşılaştığınız bütün engelleri kıra cağız.™

Osmanlı imparatorluğu'nda iktidarın kaynağı halk değildi. Atatürk, Osmanlı imparatorluğu'nun dinsel yapısının "ümmetçilik”in ve bunları yaşatan düşünce ve kurumlarının yerlerine ulusun varlığını, ulusal istenç ve ulusal egemenlik ilkelerini koyarken çağdaş. laik, demokratik bir toplum; dönüşmemizin temellerini atmış oluyordu.

Atatürkçülük'te "birlik" ulusal devletle sağlanmış ve ulusçuluk bu birliği pekiştiren en önemli öğe olarak görülmüştür. Ulusçuluk, ulusun tüm bireyleriyle amaçta, ülküde yazgıda, inançta, dilde, ekinde ulusal kimlik bilincine var ması, "ben Türküm" diyebilmenin; tasada, kıvançta, olanakların dağılımında birleşebilmenin mutluluğuna ulaşması; ülke ve ulus bütünlüğü için, devletin ve ulusun geleceği için birlikte çalışma, eyleme geçebilme erdemini, özverisin göstermesi; yönetimde, ekonomide, siyasada, ekinde bağımsızlık doğrultusunda gelişmeye, çağdaşlaşmaya katkıda bulunmasıdır.

Ulusçuluk, ulusal devlet kurma, ulusal bir siyasa gütme çağdaşlaşmanın temelidir. Batı ülkeleri de çağdaşlaşma çabalarında, geleneksel toplumdan çağdaş topluma geçerken uluslaşma, ulusal devlet kurma çabasına girişmişlerdir. Ulusçuluk akımının Batı tarihindeki evrimi, orada da bu akımın çağdaşlaşma çabalarıyla koşut bir düzeyde başlayıp geliştiğini göstermektedir. Batı'da ulusçuluk, bilinen olgulardan, engellerden kurtularak, bîr gelişme süreci izlemiştir.

Ortaçağda Batı'nın özellikle siyasal, ekinsel, toplumsal, ekonomik yapısı ulusçuluk akımının doğmasına uygun olmayan nitelikler taşıyordu. Batı toplumunda dini birliği vardr, eğitim ve ekin birliği ise, kilisenin tekelinde bulunduğu için, kilise taralından sağlanıyordu; fakat geleneksel kavram ve öğelerden oluşmuştu. Siyasal yapı parçalanmış, küçük bölgelerde egemenliklerini sürdüren beyliklerden, feodal düzenden oluşmuştur. Ekonomik yapı ise, bu feodal sistemin doğal sonucu olarak toprağa bağlı, içe dönük, kapalı ekonomi türünün öğelerine sahipti.

Siyasal, ekonomik, toplumsal ve ekinsel açıdan feodal yapının sürdüğü bu dönemde ulusçuluk anlayışı yoktur. Birbirinden ayrı yaşayan, ayrıcalıktan ağır basan toplulukta" vardır. Din konusunda birlik, feodal sistemi destekleyen, yararını ve çıkarını geleneksel düzeninin sürdürülmesinde gören dinsel örgüt, kilise tarafından sağlanmaktadır. Halk siyasal bilince kavuşmamış, geleneksel kurum, kavram ve değer yargılarına bağlıdır. Kiliseye, dine. feodal bey'e bağlılık, halkın çevresiyle kurabildiği ilişkilerin temelini oluşturmaktadır.

Parçalı, küçük egemenliklere, beyliklere sahip feodal bir düzende din, hukuk, eğitim ve ekin alanında, bir ölçüde kilise taralından sağlanabilen ve geleneksel kavram ve kurumlardan oluşan bir birlik... İşte, Ortaçağ'ın Batı'sı budur... Sonraki çağların "Doğu'sunu andıran din dogmatizmine, feodaliteye, kapalı ekonomiye bağlı geri kalmış bir Batı!... Batı'da ilk uyanış bu dönemin sonlarında başlamıştır. Bu uyanış ulusçuluk akımının başlangıcı, ulusal birliğe yönetişin belirtisidir. Feodal beyler ve kilise, toplum içinde yerlerini güçlendirmek isteyen ticaret burjuvazisine, merke zileşmeyi, merkezi güç yaratmayı amaçlayan güçlü krallara karşıdırlar. Ticaret burjuvazisi sistemin merkezileşmesi, güçlü kraterin egemenliklerinin yaygınlaşması ve bundan doğacak birlik içinde daha rahat çalışma, daha iyi ticaret yapma, daha çok kazanma fırsatı bulacaktır Bu amaçla güçlenmek isteyen kralları desteklemektedir. Kralların da bu desteğe gereksinmeleri vardır. Fakat krallar güçlendikçe, birlik sağlandıkça, kilise ve soyluların durumu zayıflayacak, toplumda etkinlikleri azalacaktır. Krallarla kilise arasında çatışma bundan doğmuştur. Merkezi birliğin doğmasını amaçlayan krallar, kendilerine bağlı bir ordu ve bürokrasiyi kurmayı, bunları yetiştirecek eğitim kurumlarını açmayı zorunlu görmüştür.

Batı'da ulusal devletin kurulduğu bu donemde burjuva için önemli olan yönetim biçiminin niteliği değil, kendilerine daha büyük olanaklar sağlayacak oları ekonomik düzendir. Bu nedenle de o dönemde burjuva krallarla işbirliğine girmiş, "saltçılık"ın destekçisi olmuştur. Bu desteğin amacı, düşman saydığı kilise ve soyluların gücünü zayıflatmaktır.

Saltçı krallar döneminde, ulusal devletin ilk yerleşme ve gelişme süreci içinde ulusal duygu, ulus'a değil, kral'a olan bağlılıkla Ölçülmüş, "her şey kral için" yapılmıştır. Ulusçuluğun Batı'da bir fikir, bir anlayış, bir inanç olarak tanımlanması ve benimsenmesi Fransız Devrimi'nden sonra başlar. Ancak bu dönemde de ulusçuluk ulusal devletin, toplumun tüm bireylerince benimsenen bir anlayış olmaktan uzaktır. Daha çok toplumda etkinliği o!an, ekonomik, toplumsal, siyasal haklardan geniş ölçüde yararlanan kesimlerin anlayışı olmuştur. Henüz "kitle ulusçuluğu", ulusçuluğun kitleler tarafından da benimsenmesi dönemine ulaşmamıştır. Çünkü bu donemde Batıda kitleler hâlâ siyasal katılmadan uzaktır, ekonomik haklara, toplumsal güvenceye kavuşmamıştır; eğitimden genellikle yoksundur. Büyük kitle 19. yüzyıl içinde sanayileşmenin doğurduğu kentleşme ortamında, siyasal bilinçlenme aşamasına ulaşmış, haklarım arama. özgürlüklerini isteme bilincine varmıştır.

Ulusçuluk akımı Türkiye'yi olduğu kadar özellikte gelişmekte olan tüm ülkeleri de ilgilendiren bir konudur; Çağdaş ulusçuluğun, çağdaşlaşma eylemlerine koşul bir gelişme eğilimi gösterdiği de binmektedir.

Çağdaşlaşma, bağımsızlığını sağlamış toplumların başlatıp geliştirdiği bir süreçtir. Ulusçuluk akanının ilk amacı sömürge durumuna düşen ya da sömürüleri toplumlar! bağımsızlığa yöneltmek, ülkelerin bağımsızlığını sağlamaktır. Çağdaş toplumlar, bağımsızlıklarını koruyan tüm olanaklara çağdaşlaşmayı gerçekleştirerek kavuştukları için, ulusçuluk akımı çağdaşlaşma özlemini içermekte ve onu gerçekleştirme doğrultusunda gelişmektedir. Çağdaş ulusçuluk anlayışı, tüm ulusun ve bireylerinin mutluluğunu sağlamak; devletin, toplumun, bireyin bağımsızlığını gerçekleştirecek önlemleri atmak ister. Bunun için çağdaş ulusçuluk ilericidir, devrimcidir, durağanlığı reddeder.

Atatürk ulusçuluğu Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını korumayı ve aynı zamanda Türk toplumunu çağdaşlaştırmayı amaç edinmiştir. Bu ulusçuluk öbür devletlerin bağımsızlığına saygı gösteren bu ulusçuluktur, irredentist değildir. Atatürk ulusçuluğu her türlü yayılmacılığa karşıdır. Atatürk ulusçuluğu herhangi bir kişi, hanedan, kurum ve sınıf egemenliğine karşı olmakla kendine özgü halkçılık anlayışını da yansıtır. Atatürk ulusçuluğu aynı zamanda laik bir ulusçuluktur. Türk yurttaşlığının yüksek değeri üzerinde durur. Atatürk ulusçuluğu yurttaşının Türklüğünü, anasoycu açıdan değil, Türk ulusunun ulusal ülkü ve amaçlarına bağlılığıyla Türk devletinin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü savunmasıyla ve Türk toplumunun çağdaşlaşma çabasını benimsemesiyle ölçer. Bu bakımdan bir yabancı yazarın dediği gibi Atatürk ulusçuluğu ayırıcı değil, birleştiricidir. bütünleştiricidir; çağrı olumlu ve sağlıklıdır

Atatürk ulusçuluğu ilerici, usçu ve olgul (pozitif) bilimdir. Türklerin ulusal birlik ve beraberlik içinde çalışmalara çaba göstermeleri koşuluyla ülkeyi en ileri bir düzeye getirecek yeteneklere sahip oldukları inancındadır.

Atatürk ulusçuluğu kapalı bir toplum anlayışını reddeder ve gerektiği durumlarda başka ülkelerin deneyimlerinden de yararlanmayı önerir. Ancak, bütün bu yararlanmanın Türkiye bağımsız kararının sonucu olması üstünde durur, Ulusçuluk çağdaş olabilmenin, çağdaşlaşmaya yön ve vazgeçilmez aşamasıdır.

Ulusçuluk girişimlerinin çağdaşlaşma eylemleri ile yakın ilişkileri vardır. Doğal olarak burada ele alınan ulusçuluk saldırgan, yayılmacı emeller güden ulusçuluk değil güven verici, yaratıcı ve ulusal devlet kurma olanaklarına kesin katkılarda bulunan ulusçuluktur. Şöyle ki çağdaş ulusal devletin ortaya çıkmasıyla siyasanın, bazı kesin ve belirgin gereklerini yerine getirme zorunluluğu doğmuştur Bir toplum eğer çağdaş bir devlet olarak yaşamak istiyorsa, onun si yasal kurumları ve çalışmaları bu gereklere uymak zorundadır. Tarihsel imparatorlukların, kabilelerin ve toplulukların güttükleri siyasa yerini etken bir ulusal devlet olma olanaklarını yaratacak siyasaya bırakmak zorundadır.Çağdaşlaşma, biçimsel yönden, ulusal devlet durumuna gelen toplumların gerçekten ulusal devlet durumuna dönüşmeleridir. Çağdaşlaşma süreci özellikle, bazı kamu düzenini koruma olanaklarına sahip olmayı belirli toplumsal işlerin gereklerini yapmak için o ülkenin kaynaklarını devinime geçirmeyi, etken olarak uluslararası üstlenmelere girişmeyi ve bunları yerine getirme yeteneklerini geliştirmeyi gerektirir. Çağdaşlaşmış olmanın ölçütü ilk önce bîr ulusal devletin temel yapısını oluşturan belirli kamu kuruluşlarının kurulmuş bulunması, ikinci olarak da siyasal yaşamda ulusçuluk olayının bilinçli ve denetli nitelikte belirmiş olmasıdır. Demek oluyor ki gelişme, çağdaşlaşma devlet kurumları çerçevesi içinde ulusçu bir siyasanın güdülmesidir. Hemen önemle belirtilmesi gerekir ki ulusçuluk çağdaşlaşmanın gerekli, fakat yeterli olmaktan uzak bir koşuludur Gelişme, dağınık ve örgütlenmemiş ulusçuluk duygularının yurttaşlık bilincine ve duygusuna dönüşmesini, aynı zamanda yurttaştık emel, özlem ve isteklerinin izlencelerde yer almasını ve gerçekleşmesini sağlayacak devlet kurumlarının yaratılmasını gerektirir. Özetle denilebilir ki, çağdaşlaşmak gerçekten bir ulusal devlet kurmak ve onu geliştirmektir."

Atatürk Devrim atılımlarının geniş çerçevesi içinde Atatürk ulusçuluğunu incelersek Türk ulusal devletini kurma ve geliştirme sürecinde, yukarıda öne sürülen, tüm çalışma ve çabalara girişildiğini gözlemleyebiliriz. Atatürk ulusçuluğu ülkenin tüm çağdaşlaşmasına yönelmiş bir ulusçuluktur. Atatürk Türkiye'sinde ülkede "birlik"in çağdaş bir öğe olan ulusçuluk etrafında sağlanması doğrultusunda ve ulusa!, ulusçu bir siyasa güdülerek çağdaşlaşmayı gerçekleştirme konusunda olağanüstü bir çaba gösterilmiştir. Çağdaşlaştırıcı ulusçuluk Atatürk Devrimî'nin odağı olmuş; devrim modeli'nin özellikle "birlik" ve "eşitlik" doğrultusundaki aşamalarında en önemli itici ve düşünsel gücünü oluşturmuştur "Otorite"nin kaynağı, yasallığı ulus'a, halk'a dayatılmıştır.

Atatürk ulusçuluğu başka uluslara saygı duyar, dünyadaki ulusal kurtuluş eylemlerini dış siyasasında destekler. Ulusal sınırlar içinde yaşayan ve Türk ulusunun, Türk ülkesinin bütünlüğü, bugünü, yarını için yazgı birliğinde olan helkesi Türk sayar. Ulusu sayar. Ulusu dinsel, mezhepsel, budunsal ayrılıklara, bölünmelere itecek her davranışın, her eylemin, her düşüncenin karşısında yer alır. Bu bütünlüğü sağlayıcı siyasal, ekinsel; yönetsel, ekonomik, toplumsal tüm önlemlerin alınmasını, ayrılıklara neden olacak, ayrıcalıklar yaratacak geleneksel, dinsel, mezhepsel, toplumcul, ekonomik engelleri, birikimleri ortadan kaldırmayı öngörür. Atatürk ulusçuluğu toplumsal, siyasal, ekinsel içeriği yanında ekonomik içeriği de olan bir ilkedir. Ulusun, devletin yeraltı, yerüstü varlıklarının işletilmesinde, sanayinin kurulup geliştirilmesinde, iç ve dış ticarette ulusallığı öngörür ve bu doğrultuda çalışılmasını, karar alınmasını, eyleme geçirilmesini ister.

Atatürk ulusçuluğu, çağdaş ve çağdaşlaştırıcı bir ulusçuluktur. Çağdaş ulusçuluk, çağdaş toplum anlayışı. çağdaş toplumda yaşayan bireylerin ortak inancıdır. Çağdaş ulusçuluk laik, ulusal, ilerici bir eğitimin yaygın olduğu bir toplumda gelişir.

Çağdaş ulusçuluk, laik bir toplum düzeninde toplumun bütün kesimlerinin, özellikle halk kitlesinin siyasal yaşama, yönetime katılmasını, yaratılan ekonomik değerden payını almasını, siyasal, toplumsal, ekinsel, ekonomik yaşamda etken olmasını ister. Bir toplumun yapısı, bir devletin yönelim biçimi, bir ekonomik sistemin işleyişi toplumun büyük kitlesine, halk kitlesine sağladığı haklar, olanaklar, özgürlükler, fırsatlar ve etkenlikler oranında güç kazanır ve toplumunun bireyleri, büyük kitlesi devletine, toplumuna, yönelim biçimine, ekonomik sistemine sahip çıkar; onu savunur. Yoksa halkın, büyük kitlenin bunlardan yoksun olduğu toplumlarda, tüm olanakları ellerinde bulunduran azınlıktaki üst toplum katlarının varlığı fazla bir anlam taşımaz. Azınlığın sahip çıktığı, savunduğu sistemler halkın, kitlenin yararına isteyen sistemler değil, azınlığa haklar, olanaklar sağlayan sistemlerdir.

Bunun için de halkın, kitlenin desteğinden yoksun kalmış ve yıkılmışlardır. Kurtuluş, bağımsızlık savaştan, hep bu azınlığın tekelindeki sistemlerin yöneticilerine ve bunla rın işbirliği halinde bulundukları yayılmacı, elkoyucu güçlere karşı verilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğunun başta gelen yöneticilerinin ve özellikle Osmanlı hanedanının son temsilcilerinin yayılmacı güçlerle iş birliğine girmesine karşılık, Mustafa Kemal'in önderliğinde Anadolu halkının başlattığı bağımsızlık ve Kurtuluş Savaşı aynı zamanda ulusal Türk devletinin kuruluşunun da savaşıdır. Savaş tüm "mazlum uluslar"a örnek olacak bir başarı ile sona ermiş, fakat biçimsel bağımsız devlet olma çağdaş ulusal devlet olmaya yetmediği için. ulusçuluğun bütün gerekleriyle Türk toplumun ortak inancı, ülkü ve ilkesi haline getirilmesi amacıyla devrim atılımları başlatılmıştır.

Atatürk'ün ulusçuluk anlayışında devlet tam bağımsızdır. Devletin ülkesi, doğal kaynakları, varlığı, bireyleri sömürülmemelidir. Bu anlayış her türlü sömürüye karşıdır. Atatürk ulusçuluğu dine saygılıdır; ancak toplum ve devleti dinin tekelinde bırakmaz. "Ümmetçilik"e karşıdır: çağdaş, laik bir ulusçuluktur. Atatürk ulusçuluğu devleti, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütün sayar. Bu ulusçuluk toplumun her kesiminde, kişisinde ulusal kimlik bilincini canlı, geçerli bir inanç olarak yaratmak ve yaşatmak ister. Çağdaş ulusçuluk toplumsal ve ekonomik sorunlarının aşıldığı halkın gelirden, devletin olanaklarından daha adil ölçüler içinde payını aldığı oranda güç kazanır. Çağdaş ulusçuluk yalnızca siyasal ve ekinsel değil, toplumsal ve ekonomik içeriği olan bir ulusçuluktur. Ulusçuluk ilkesi, öbür Atatürk ilkele rinde de belirgin olduğu gibi. dogmatik ve gizemci (mistik) değildir; gerçekçidir, usçudur.

Geleneksel toplumdan çağdaş topluma geçişte ulusal ekine yönelik temel bir aşamadır. Mustafa Kemal böyle bir aşamanın önemini daha Kurtuluş Savaşı'nın ilk yıllarında şu sözlerle dile getirmiştir.

Şimdiye kadar sürüp gelen okuma ve yetiştirme yanlışlıklarının ulusumuzun gerilemesinde en önemli nedenler den biri olduğu kanısındayım. Onun için bir ulusal yetiştirme programından söz açarken, eski çağdaki asılsız uydurmalardan, yaradılışımıza hiç de uymayan yabancı düşüncelerden, Doğu'dan ve Batı'dan aşırma bütün etkilerden büsbütün uzak, ulusal ve tarihsel doğamıza uygun bir ekini öne sürmüş oluyorum. Çünkü Türk yönetiminin gerçek gelişmesi ancak böyle bir ekinle sağlanabilecektir. Rastgele bir yabancı ekini kabullenmek şimdiye kadar uygulanıp duran yabancı ekinlerin yıkıcı sonuçlarını yinelemekten başka işe yaramaz. Ekinin, bu düşünce ekininin verimi, ekildiği yerin elverişliliği ile orantılıdır. Bu yer de milletin öz yapısıdır. Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken; onlara, varlıkları, hakları, birlikleri ile zıtlaşan bütün yabancı öğelerle savaşma gerekliliği ve ulusal inanları bütün coşkunluğu ile her zıt düşünceye karşı şiddetle savunma zorunluluğu aşılanmış olmalıdır. Yeni kuşağın bütün iç dün yasında bu duyuşların, bu davranışların sürdürülmesi büyük önem taşır. Bilmez, tükenmez korkunç bir savaş halinde belirip duran uluslar yaşamının felsefesi, bağımsız ve mutlu kalmak isteyen her ulus için bu duyuşları, bu davranışlar) bütün yeğinliği ile şart koşmaktadır."

Çağdaşlaşma çabasına girişmiş her yeni devlet, kendine özgü siyasal ekini getirir ve bunu geliştirmeye çalışır. Aynı zamanda her yeni devlet, siyasal toplumsallaştırma yoluyla bu ekinin tüm toplum "katlarınca benimsenmesi için çaba gösterir. Türk dil devrimi, yeni tarih anlayışı ulusal Türk devletinin yeni siyasal ekininin benimsenmesi yolunda gerçekleştirilen önemli atılımlardır. Bunun yanı sıra 1932'de kurulan Halkevlerinin de yeni siyasal ekinin benimsenmesi ve yaygınlaşması konusunda önemli çalışmaları olmuştur. Ulusal bilinçlenme örgütlenmiş çabalarla daha yaygınlaşır, daha güçlenir. Bu doğrultuda Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu ve Halkevlerinin önemli katkıları olmuştur.

Atatürk ulusçuluğu birleştirici ve bütünleştiricidir. Bağnaz bir ulusçuluk değildir. Ulusal devlet kurmaya ve onu geliştirmeye yönelik bir ulusçuluktur. Ulus gerçeğine bağlı, ulusal kimlik bilincini geliştiren, yayılmacılığı ve "ümmetçilik"i reddeden, laik bir ulusçuluktur. Bu nedenlerle Atatürk ulusçuluğu köktenci (radikal)dir. Genelde dinsel bir kökene oturtulmuş Arap ulusçuluğu ise geleneksellik özellikleri taşır. Atatürkçülükle toplumsal birliği sağlamada temel işlev ulusçuluk ilkesinde, bu doğrultudaki devrim atılımlarında dır. Kitleleri eyleme geçirmede, ulusal birliği sağlamada ulusçuluk ilkesinden yararlanılmıştır. Mısır'da Nasır deneyiminin açıkça ortaya koyduğu, Libya ve İran örneklerinde şimdilerde gözlemlediğimiz gibi laik bir ulusçuluk anlayışı o ülkelere özgü ekinsel. tarihsel, yapısal nedenlerle toplumsal etken durumunda değildir. Oralarda toplumsal devingenlik ve birlik dinsel, İslamcı bir ulusçulukla sağlanmaktadır.

Atatürkçülük'te yayılmacılığa karşıtlık temel görüştür. Atatürkçülük ne Doğu. ne Batı, ne de herhangi bir ulus düşmanlığına dayanmıştır. Bağımsızlığı savunan, özde ve amaçta barışçı, kişi ve ulus onuruna dayalı, ulusal kurtuluş hareketlerine yol gösterici, insancıl bir ideolojidir

Sıgmund. çağdaşlaştırıcı ulusçuluğun amaçtaki şöyle sıralamaktadır: Ulusal bağımsızlık, hızlı ekonomik kalkınma, ulusal devletin yaratılması, bu devletin yönetim biçiminin halkçı bir kimliğe dayatılması ve uluslararası ilişkilerde yansızlık. Bu sıralamalar arasında çoğulcu demokrasiye

yer verilmemiştir. Genelde, Avrupa ve Kuzey Amerika'da var olan anayasa kuramları ve uygulamalarının fazla önemsenmediği gözlemlenebilir. Gelişmekte olan ülkeler de devlet ve toplum ite ilgili düşünceler bütününe çağdaşlaştırıcı ulusçuluk demek yerinde olur,

Türk ulusuna, Türk devletine, yeniliğe bağlılık; değişikliğe açıklık; ulusal birliğin sağlanması; kısacası, çağdaşlaştırıcı bir ulusçuluk Atatürk Devrim atılımlarının çıkış noktasını oluşturmuştur.

"Bu devlet nasıl kurtulur?" sorusuna Atatürk Devrim eyleminin yanıtı "ulusal sınırlar içinde, ulusal çağdaşlaştırıcı bir siyasa gütmekle", olmuştur. Atatürk Devrim eylemi ulusçudur, çağdaşlaştırıcıdır. Atatürk "Dünya Devrim"i ile değil, kendi ulusal devrimiyle ilgilenmiştir. Ulusal bir siyasa gütmenin, bir öfkenin varlığını korumada en önemli etkenlerden biri olduğu inanç ve görüşünü Atatürk şu sözlerle dile getirmiştir:

Baylar, dış siyasanın en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel, devletin iç örgütüdür. Dış siyasanın, iç örgütle ve ülküsü başka başka ve birbirleriyle bağdaşamayan topluluktan tek sınır içine almış bir devletin iç örgütü kuskusuz temelsiz ve çürük olur. Bu durumda dış siyasası da köklü ve sağlam olamaz. Böyle bir devletin, özettikle iç örgütü ulusal olmaktan uzak olduğu gibi, siyasal yöntemi de ulu saf olamaz. Buna göre Osmanlı Devleti'nin siyasası ulusal değil, ancak, kişisel bulanık ve kararsız idi.

Değişik ulusları ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu değişik ulus topluluklarım eşit haklar ve koşullar altında bulundurarak güçlü bir devlet kurmak. parlak ve çekici bir siyasal görüştür, ama aldatıcıdır. Danası, hiç bir sınır tanımayarak dünyadaki bütün Türkleri de bir devlet olarak birleştirmek, ulaşılamayacak bir amaçtır. Bu, yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylar ile ortaya koyduğu bir gerçektir.

İslamcılık ve Turancılık siyasasının başarı kazandığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte rastlanamamaktadır. Soy ayrımı gözetmeksizin, bütün insanlığı kapsayan tek bir dünya devleti kurma tutkularının sonuçlar da tarihte yazılıdır. "Baskıncı ve yağmacı" olmak hevesleri konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü özel duygularını ve bağlantılarını unutturup, onları kardeşlik ve lam eşitlik içinde birleştirerek, insancıl bir devlet meydana getirme kuramının da kentline özgü koşutları vardır.

Bizim aydınlık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasal
yöntem, "ulusal siyasa"dır. Dünyanın bugünkü genel koşulları ve yüzyılların kafalarda ve duyunçlarda yerleştirdiği gerçekler karşısında ,düşçü almak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin dediği budur; bilimin, us'un, mantığın dediği böyledir.



Ulusumuzun güçlü, mutlu ve sağlam bir düzen içinde yaşayabilmesi için devletin bütünü ile ulusal bir siyasa gütmesi ve bu siyasanın iç örgütlerimize tam uyumlu ve daya lı olması gereklidir. Ulusal siyasa demekte anlatmak istediğim şudur: Ulusal sınıflarımız içinde her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı koruyup ulusun ve yurdun gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak; gelişigüzel, ulaşılamayacak istekler peşinde ulusu uğraştırmamak ve zarara sokmamak; uygarlık dünyasının uygarca ve insanca davranışını ve karşılıklı dostluğunu beklemektir" Ulusal kimlik bilincinin yaygınlaşması girişiminde kitle iletişim araçlarından, eğitim kurumlarından, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu ve Halkevlerinin çatışmalarından; özettikle ekin alanındaki devrim atılımlarından yararlanılmıştır. Bu çabalarda ulusal kimlik bilincinin pekiştirilmesine ulusal güven ve gururun çoğalmasına yönelik bir ulusçuluk benimsenmiştir. Çağdaşlaşmanın yükü, sorumluluğu dış yardıma, dışa değil, ulusun kararlılığına, çalışkanlığın ulusun kendisine bağlanmıştır. Gerçekte sorunların çözümünü ulusa vermek, ulusta aramak, o doğrultuda toplum çalışmaya yöneltmek temel bir Atatürkçü görüştür. Örneğin, yurdun bağımsızlığa kavuşmasının ancak ulusal istenç ve ulusun kararlılığı ve özverisiyle gerçekleşeceği düşüncesi ulusal savaşım döneminin egemen bir görüşüdür.

Öte yandan, ulusu, ulusal kaynaklan devinime geçirmede hükümetin önemli işlevleri vardır. Hükümet, çağda taşma sürecinin itici gücü olarak görülmüştür ve etkili hükümete olumlu bir yaklaşım vardır. Etkisiz hükümet anlayışına yer verilmemiştir.

Her siyasal sistem sürekliliğini sağlamak için ulusun, özetme gençliğin, o siyasal yönetim biçiminin dayandığı temel değerler ve inançları kabul etmesini ister. Ayrıca ta değerler ve inançlar bütününün ulusça, halkça nasıl benimsendiği de siyasal yaklaşımın işleyişini, işleyiş biçimini etkiler.

Greenberg'e göre, siyasal toplumsallaştırma genelde kişinin üyesi bulunduğu siyasal sistemle ilgili inanç ve değerlerle, kişinin o siyasal sistem içinde yurttaş olarak oynadığı rol ile ilintilidir.

Ekinsel çağdaşlaşmada temel ilkeler ulusçuluk ve laikliktir. Atatürk Devrimiyle eğitimöğretim birliği sağlanmış ve eğitim ulusal, laik bir temele oturtulmuştur. Ayrıca, eğitim bir toplumsallaştırma aracı olarak yeni siyasal yönetim biçiminin benimsenmesinde ve yaygınlaşmasında önemli bir araç olarak kullanılmıştır. Özellikle eğitim kurumlan, halkevleri, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu'nun çalışmaları ulus oluşturulması doğrultusundaki atılımlara yönelik olmuştur.

Atatürk Devrim modeli'nde ulus oluşturmaya yönelik atılımlar öncelikle göze çarpmakladır. Kuşkusuz, her devrimci önder gibi Atatürk de ulus oluşturulmasında eğitimin çok önemli bir işlevi olduğunun bilincindedir. Bu yalnızca kurumsal, yapısal bir konu değildir. Ayrıca bir içerik, bir davranış konusudur. Eğitim konusunda olduğu gibi, öbür devrim atılımları da yalnız kurumsal değişikliği değil, davranış, görüş, değerler değişikliklerini içermektedirler.

Atatürk ulusal, laik ve ilerici bir eğitim yönteminin ve bu eğilimden herkesin yararlanma olanağının gerçekleşmesiyle yeni Türk devletinin kimliğine, cumhuriyete ve onun sürekti yenileşmesine bağlılığın artacağına inanmıştır. Atatürk'ün gerek eğitim ve gerekse ekin alanlarında yaptığı devrim atılımlarının, çağdaş bir ulus olarak yaşamımızı sağlayacak bilgi ve ekinin yaygınlaşması amacı yanında halkçı yönü de önemlidir. Atatürk aydını, geniş halk kitlesini, köylüyü ve kentliyi birbirine yakınlaştırmada; toplumsal değişmenin ve ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesin de ulusal ve çağdaş bir eğitimin tüm yurt düzeyine yayılmasının önemini çok iyi biliyordu. Onun için sürekli olarak eğitim konusu üzerinde durmuş, bu konuya özet bir ilgi göstermiştir. Köy enstitülerinin kuruluşu da böyle halkçı bir eğilim siyasasının ürünüdür. Köyde bir eğitim devrimi gerçekleştirerek köyün ulusla bütünleşmesi öngörülmüştür. Bütün bu devrim atılımları ulus oluşturulması doğrultusunda önemli aşamalardır.
 
eline sağlık 1. sayfayı okudum çok güsel gidiordu dayanamadım yorum yapıcam süper bi yazı olmuş inş. okuması gerekn insanlar okur :goz:
 
bu konu hakkında bir kaç daha konu açılmıştı. en açıklayıcısı bu. Teşşekür ederim paylaşım için
 
Eline sağlık açıklayıcı bilgiler.
 
Geri
Üst