Atatürkün Anılarını Bu Başlıkta Paylaşalım

kaptan61ts

New member
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
1,295
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Güneşin Doğduğu Yerden..
Bilinen , bilinmeyen ATATÜRK ün Hatırat ( anılarını ) Bu başlıkta paylaşmaya davet ediyorum.Bu günlerde buna ihtiyacımız var.......:melek


Ankarada TBMM açıldı,hükümet kuruldu.Fakat bu hükümetin ne hazinesi ne de ordusu vardı.Ortasa birtek Mustafa kemal vardı.Karşısında Bir osmanlı İmparatorluğu , birde Anadoluyu istila etmiş büyük düşman ordusu bulunuyordu....
Anakara ise harap bir şehirdi...Hiçbirşeyi yoktu.Bir Meclis Birde Mustafa Kemal vardı.Bu olacak iş değil..Bu işin sonu felakettir , bir an önce başımızın çaresini düşünelim diyen bir kısım mebus bir evde gizli toplantı yaptılar.Mebuslardan birinin " Ankara da Mustafa Kemal den başka birşey yok, bu iin sonu felaket akıbetimiz korkunçtur " sözleri üzerine zayıf iradeli grup hayatlarından endişeye düşerek memleketlerine dönmeye karar verirler....
Mustafa Kemal Bu durumdan Haberdar olunca Büyük üzüntü duydu.Bu Korkunun Mecliste bir panik Yaratmasından endişe etti:bu Dönecek olanlara nasıl mani olacagının , tedbirini düşünmeye başlar.Mecliste gizli celse yaptı,Kürsüye gelerek Şu konuşmayı yaptı...

Efendiler ...! Bağzi arkadaşların bulunduğumuz yoksulluk şartı içinde büyük davamızın başarılamayacagını zannederek memleketlerine dönmek arzusunda olduklarını duydum..Arkadaşlar.Ben sizleri bu milli dava silah zoru ile davet etmedim .Görüyorsunuz ki sizleri burada tutmak için herhangi bir silaha da malik değilim..Dilediğiniz gibi memleketinize dönebilirsiniz..Hatta hepiniz bu kararda olabilirsiniz.Fakat şunu biliniz ki bütün arkadaşlarım beni yanlız bırakıp gitseben Bu Meclisde tek başıma kalmayı AHDETTİM.Düşman Adım adım her tarafı işgal ederek Ankaraya kadar gelecek olursa Ben bir elimde silahım Bir elimde mukaddes Türk Bayrağı , Elma dağına çıkacaım Orada tekbaşıma son kursunuma kadar Düşmanla çarpışacagım.Sonra Bu Mukaddes bayrağı göğsüme sarıp şehit olacağım.Bu Bayrak kanımı sindire sindire içerken bende hayata veda edeceğim.Huzurunuzda buna and içiyorum.Ben öleyim vatan sağ olsun der.Meclis ayakta alkışlar ve hep bir ağızdan Paşam yolundan dönmeyeceğiz seninle beraberiz diye haykırırlar...
.....( Alıntıdır )


O zamanda Atatürkün yanında savaşmak ; Atatürk Mutlu mesut Günlere inanıyordu.
 
saol dostum i bir konu olmuş
 
YENİLSEYDİK SORUMLU BEN OLACAKTIM

Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi. Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti. Var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu. O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:
- İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.

Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk. Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:
- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı.

Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım.

Ord. Prof. Sadi IRMAK

Kaynak: Sadi Irmak, Ord Prof. - Atatürk'ten Anılar, 1978

İZMİR SUİKASTI

İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:
- "Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum:
- Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet, dedi. Ben yine sordum:
- Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış o. Memlekete çok fenalık yapmış. Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi.
- Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
- Hayır.
- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
- Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi. Biz de öldürecektik.
O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
- Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim.

Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Yahya Galip KARGI
a17.jpg


TÜRK ORDULARI BAŞKUMANDANIYIM

Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı.
- Binbaşı mısınız?
- Hayır.
- Albay mı?
- Hayır.
- Korgeneral mi?
- Hayır.
- Peki nesiniz?
- Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!..

General SHERRIL

Kaynak: General Sherril - Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, 1935

R21.jpg

R11.jpg

R22.jpg

R12.jpg
 
izmir’in dağlarında çiçekler açar.
altın güneş orda sırmalar saçar.
bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar.
yaşa mustafa kemal paşa,yaşa;
adın yazılacak mücevher taşa.

izmir dağlarına bomba koydular
türk’ün sancağını öne koydular.
şanlı zaferlerle düşmanı boğdular.
kader böyle imiş ey garip ana
kanım feda olsun güzel vatana.

izmir’in dağlarında oturdum kaldım
şehit olanları deftere yazdım.
öksüz yavruları bağrıma bastım.
kader böyle imiş ey garip ana
kanım feda olsun güzel vatana

türk oğluyum ben ölmek isterim.
toprak diken olsa yatağım yerim.
allahından utansın dönenler geri
yaşa mustafa kemal paşa,yaşa
adın yazılacak mücevher taşa


ATATÜRK, Antalya'ya giderken yolda verdiği bir mola esnasında bir çocuğun söylediği türkü sesi duyar.Türkü ilgisini çekince türküyü söyleyen kişinin yanına getirilmesini emreder.Atatürk'ün yanındakiler türküyü söyleyen kişiyi bulurlar.Genç bir çoban çocuk türküyü söylemektedir.

___ ATATÜRK
- Türküyü sen mi söylüyorsun? diye sorduktan sonra
- Burada da söyle de dinleyelim der.
Genç çoban türküyü bitirince Atatürk çocuğu alkışlar ve
- Biis... biis, diye bağırır.
Genç çoban ve yanındakiler anlamayınca ATATÜRK biis' in ne olduğunu izah eder.
- Biis demek, beğendim, tekrar söyle demektir.
Çoban bunun üzerine türküyü tekrarlar. ATATÜRK'te, cebinden elli lira çıkararak çobana verir. Çoban paraya bakar ve
- Biis... biis diye bağırır.
ATATÜRK, bu zeki cevaptan o kadar memnun olur ki, bir elli liralık daha çıkarıp verir ve yanındakilere dönerek o dönemde sürekli Türkiye'ye sataşan İtalyan diktatörü Mussoloni için
- İmkân olsaydı da, Musolini şu sahneyi görseydi ve cevabı işitseydi, hangi millete nutuk
söylediğini anlardı der.


LAİKLİK

İlk Melis'te bir gün laiklik söz konusu oluyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu. Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi. Alaycı bir tavırla:
- Arkadaşlar, bir laikliktir gidiyor. Affedersiniz, ben bu laikliğin manasını anlamıyorum.
Diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oturduğu yerden eline kürsüye vurarak:
- Adam olmak demektir hocam, adam olmak!
Diye hoca efendinin sualini cevaplandırmıştı r.

ATATÜRK VE DİN ADAMLARI

Mücadele'nin en buhranlı günleriydi. İstanbul ile Ankara arasında fetva kavgası tüm şiddetiyle devam ediyordu. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi bünyesi içindeki din adamlarından seçtiği İrşad (Aydınlatma) Heyetleri'ni vatanın köyüne-kentine göndermek ve gerçekleri vatandaşa anlatmakla görevlendirildi. Milli Eğitim Bakanı Türk Ocakları Genel Başkanı olan rahmetli Hamdullah Suphi Tanrıöver'di. Mustafa Kemal'e geldi.
- Paşam... Bunlar çoğunlukla Arapça konuşacaklar. Halk ne anlayacak? Ata gülümsedi.
- Sen üzülme Hamdullah... Onlar Arapça konuşsalar bile Türkçe düşünürler dedi.

VATANIMIN TOPRAĞI TEMİZDİR

Kral Edward İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaştı. Atatürk de rıhtımda O'nu bekliyordu. Deniz dalgalı idi ve kralın bindiği motor inip çıkıyordu. Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı. O sırada Atatürk de Kral'ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu. Bunu gören kral bir mendille elini silmek istediği bir anda

Atatürk: Vatanımın toprağı temizdir, o, elinizi kirletmez! diyerek, Kral'ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi.

ANKARA'YI NEDEN BAŞKENT YAPTIM?

Sıcak bir günün akşamında yanında bazı ileri gelenler ile Köşkü'nün bahçesinde dolaşıyordu. Ben de o sıralar eski Köşk'ün tavan dekorlarıyla meşguldüm. Tozlu ve sisli bir akşam Ankara'nın üzerine çökmüştü. Yer yer toz hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu. Bize:
- Ankara'yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim? diye sordu.
Tabii herkes müspet cevap verdi.
Arkasından:
- Neden? suali gelince, kimi stratejiden, kimi siyasetten bahsetti. Hatta birimiz kayalık güzeldir gibi bir estetik nazariye de ortaya attı. Atatürk :
-Şimdi dalkavukluğu bırakın diye münakaşayı kapattı. Ankara'nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni ikna etmeye yetmez. Ben Ankara'yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm. Türk'ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz. O kadar yakında olacakki.

SAKAL ÜZERİNE....... ......

Atatürk Amasya ziyaretinde. Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
- Kimdir bu?
Vali yanıt verir;
- Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır.Ata Şıh'ı yanına çağırır ve;
- Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyunaltı hizasını gösterir.
Şıh;
- Emrin olur Paşam diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır.Ata telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra Nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış...
Şıh gelir, Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür.Atatü rk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;
- Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?
Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
- Dün akşam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim der.
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp Nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda şöyle yazmaktadır;
- İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım.


ÖLMEYİ EMREDİYORUM...
Ataturk.jpg
 
zannedersem böyle bir başlık mevcut forumda burası yeri değil yetkililer taşırlar heralde.
 
Atatürk bir akşam, Çankaya'da arkadaşlarına sordu
- Dünyanın en büyük insanı kimdir?
- Timur'dur Paşam!
- Değil.
- Fatih'tir.
- Değil.
- Yavuz Sultan Selim.
- Değil.
- Alpaslan.
- Değil.
- Napolyon.
- İskender.
- Değil.
Nafile!.. Ne derlerse Atatürk "değil" diyordu. Dalkavuklardan biri
dayanamadı:
- Sizsiniz Paşam., dedi.
Atatürk, bu zatı tersledikten sonra, sualinin cevabını kendisi verdi:
- Dünyanın en büyük insanı Hz. Muhammed'dir. Ölümünden bu yana bin üç yüz
sene geçtiği halde, günde beş vakit, Cenab-ı Allahtan sonra adı söylenen
Hz. Muhammed'dir.
normal_156-01.jpg

normal_287.jpg

normal_301.jpg

normal_442.jpg
 
konu için bu bölüm daha uygundur..
 
atatrk8kd.jpg



Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin samimiyet ve sadakatlarını imtihan etmesini gayet iyi bilirdi. İnsanların halet-i ruhiyesini, niyet ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti.
O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:
- Beni hakikaten sever misiniz?
Muhatabı hemen cevabı yapıştırır:
- Sevmek ne kelime Ata'm, taparım!
- Peki her dediğimi de yapar mısınız?
- Derhal
Atatürk, bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarır ona uzatır.
- Öyleyse, al tabancamı, sık kafana...
- “Aman Atam” der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz. Benim ölmemi istemezsiniz. Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar’dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder. Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz. Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır.
İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:
- Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?
Ruhu şad olsun.
Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları, Sh 17
 
Atatürk'ün devlet adamlığı, Stalin'in verdiği bir demeç üstüne gidişi
Stalin'in Sovyetler Birliği'nin başında olduğu dönemler... Sovyetlerin Ankara Büyükelçisi ünlü bir diplomat Karakan... 1917 Ekim Devrimi'nin yıl dönümlerinden birinin sabahında Stalin, son derece sivri, anlamsız ve onur kırıcı bir demeç veriyor. Bu demecinde aynen şunları söylüyor:

"Herkes bilsin ki, Rus Milleti; Boğazlarla, Ardahan'ı ele geçirmekten asla vazgeçmeyecektir. Çok yakın bir zamanda bu davalarımızı halletmiş olacağımızı şimdiden müjdeliyorum..."

Aynı gece Ankara'da Sovyet Büyükelçiliği'nde de ihtilalin yıl dönümü kutlamaları yapılıyor. Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk, gece yarısına doğru Stalin'in bu densiz demecinden haberdar oluyor ve maiyetine emrediyor:

"Arabaları hazırlayın gidiyorum."

"Paşamız bu saatte nereye gidecekler?"

" Sovyet Sefareti'ne."

Mahiyetin etekleri tutuşur çünkü olayı kavrarlar, içlerinden birisi Atatürk'e:

"Paşa hazretleri nasıl olur? Protokolsüz mü? Siz devlet başkanısınız, protokolsüz nasıl gidersiniz?"

"Ben protokol falan dinlemiyorum çocuk. Stalin vatanımın topraklarına göz dikmiş, sen bana protokolden söz ediyorsun. Hazırlayın arabaları." diye cevap verir.

Büyük önderimiz ve arabalar hazırlanır. Atatürk ve maiyeti, Sovyet sefaretinin kapısına dayanır.

Ulu önderimiz yüzü asık bir şekilde yukarı çıkar ve o sırada sefarette büyük bir balo vardır. Atatürk kendisini karşılayan Büyükelçi Karakan'ı görünce:

"Merhaba Karakan" der ve aynı sert ifadeyle devam eder. "Rahatsız ettik ama sen benim şahsi dostumsun, kusurumuza bakmazsın. Bir hususu esasından anlamaya geldim."

"Emredin Sayın Başkan"

"Ajanstan öğrendiğime göre, başbakanınız Stalin, Ardahan'la Boğazları istemiş, kararı katiymiş...Pek yakın bir gelecekte bu kararını uygulayacakmış. Tam böyle söyleyip söylemediğini bilemem ama buna benzer şeyler söylemiş. Tabii ki bu nutkun da bir sureti sende vardır. Getir bakalım şunu da işin aslını faslını iyi anlayalım."

Stalin'in nutku getirilir. Atatürk metnin o kısmını yanındakilere kelime kelime tercüme ettirir. Nutuk ajanstan geçen metin ile aynıdır. Atatürk sorar:
Karakan, sefaret telsizinden derhal Stalin'i bulduracaksın. Bu beyannatından vazgeçip geçmediğini sorduracaksın. Başbakanın tükürdüğünü yalayacak, yalamazsa ben yapacağımı bilirim. Bu cevap bu gece gelecek çünkü benim senin başbakanından daha önemli kararım var. İstediğim cevabı almadan sefaretinizden dışarı adım atmam. Eğer cevap istemediğim şekilde gelirse bil ki buradan çıkıp doğru Rus sınırına gideceğim..."

Karakan çaresizlik içinde telsizin başına koşar ve Atatürk'ün söylediklerini aynen nakleder. Stalin'den gelen cevap büyük önderimizi tatmin eder çünkü cevapta aynen şöyle söylenmektedir. "Stalin sürçü lisan eylemiştir. Boğazlar'la Ardahan'ı almak gibi bir arzusu katiyetle yoktur..."

Atatürk cevabı okuduktan sonra Rus Büyükelçisi Karakan'a hitaben "Karakan seni geri çağırırlar ve yaşatmazlar. Uzun süredir tanışıyoruz, istersen bize iltica et."

Karakan bu teklife olumsuz cevap verir ve cevabı telgraftan hemen sonra bir telgrafla geri çağrıldığını açıklayarak: "Teşekkür ederim. Sizi tanımış olmam bile kafidir ancak memleketinizdeki vazifem sona ermiştir. Yarın hareket edeceğim."

Atatürk fazla ısrar etmez ve Çankaya'ya döner. On gün sonra şöyle bir haber gelir. Sovyetler Birliği'nin eski Ankara Büyükelçisi Karakan fırında yakılmak suretiyle idam edilmiştir.
 
1000 liralık çek

5000000002796264.gif


kmp.gif


Atatürk, ünlü güresci Kurtdereli'ye ödül olarak 1000 liralik bir
is Bankasi ceki veriyor.
Altini Kemal Atatürk diye imzaliyor, zaten ceklerde resmi de
var. Pehlivan ceki is Bankasi' na götürüyor; kendisine 1000
lirayi ödüyorlar. Muazzam bir para.

Ama Kurtdereli hala bekliyor. "Ne bekliyorsun pehlivan?"
diye sorduklarinda ceki bekledigini söylüyor.
"Parayi aldin, cek bizde kalacak" diyorlar.
"O zaman alin 1000 liranizi, verin cekimi" diyor. "Onda Atatürk'ümün imzasi var."
Ve parayi iade edip Atatürk imzali ceki sevgiyle cebine
yerlestirerek gidiyor.
 
izmir’in dağlarında çiçekler açar.
altın güneş orda sırmalar saçar.
bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar.
yaşa mustafa kemal paşa,yaşa;
adın yazılacak mücevher taşa.

izmir dağlarına bomba koydular
türk’ün sancağını öne koydular.
şanlı zaferlerle düşmanı boğdular.
kader böyle imiş ey garip ana
kanım feda olsun güzel vatana.

izmir’in dağlarında oturdum kaldım
şehit olanları deftere yazdım.
öksüz yavruları bağrıma bastım.
kader böyle imiş ey garip ana
kanım feda olsun güzel vatana

türk oğluyum ben ölmek isterim.
toprak diken olsa yatağım yerim.
allahından utansın dönenler geri
yaşa mustafa kemal paşa,yaşa
adın yazılacak mücevher taşa


ATATÜRK, Antalya'ya giderken yolda verdiği bir mola esnasında bir çocuğun söylediği türkü sesi duyar.Türkü ilgisini çekince türküyü söyleyen kişinin yanına getirilmesini emreder.Atatürk'ün yanındakiler türküyü söyleyen kişiyi bulurlar.Genç bir çoban çocuk türküyü söylemektedir.

___ ATATÜRK
- Türküyü sen mi söylüyorsun? diye sorduktan sonra
- Burada da söyle de dinleyelim der.
Genç çoban türküyü bitirince Atatürk çocuğu alkışlar ve
- Biis... biis, diye bağırır.
Genç çoban ve yanındakiler anlamayınca ATATÜRK biis' in ne olduğunu izah eder.
- Biis demek, beğendim, tekrar söyle demektir.
Çoban bunun üzerine türküyü tekrarlar. ATATÜRK'te, cebinden elli lira çıkararak çobana verir. Çoban paraya bakar ve
- Biis... biis diye bağırır.
ATATÜRK, bu zeki cevaptan o kadar memnun olur ki, bir elli liralık daha çıkarıp verir ve yanındakilere dönerek o dönemde sürekli Türkiye'ye sataşan İtalyan diktatörü Mussoloni için
- İmkân olsaydı da, Musolini şu sahneyi görseydi ve cevabı işitseydi, hangi millete nutuk
söylediğini anlardı der.


LAİKLİK

İlk Melis'te bir gün laiklik söz konusu oluyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu. Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi. Alaycı bir tavırla:
- Arkadaşlar, bir laikliktir gidiyor. Affedersiniz, ben bu laikliğin manasını anlamıyorum.
Diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oturduğu yerden eline kürsüye vurarak:
- Adam olmak demektir hocam, adam olmak!
Diye hoca efendinin sualini cevaplandırmıştı r.

ATATÜRK VE DİN ADAMLARI

Mücadele'nin en buhranlı günleriydi. İstanbul ile Ankara arasında fetva kavgası tüm şiddetiyle devam ediyordu. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi bünyesi içindeki din adamlarından seçtiği İrşad (Aydınlatma) Heyetleri'ni vatanın köyüne-kentine göndermek ve gerçekleri vatandaşa anlatmakla görevlendirildi. Milli Eğitim Bakanı Türk Ocakları Genel Başkanı olan rahmetli Hamdullah Suphi Tanrıöver'di. Mustafa Kemal'e geldi.
- Paşam... Bunlar çoğunlukla Arapça konuşacaklar. Halk ne anlayacak? Ata gülümsedi.
- Sen üzülme Hamdullah... Onlar Arapça konuşsalar bile Türkçe düşünürler dedi.

VATANIMIN TOPRAĞI TEMİZDİR

Kral Edward İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaştı. Atatürk de rıhtımda O'nu bekliyordu. Deniz dalgalı idi ve kralın bindiği motor inip çıkıyordu. Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı. O sırada Atatürk de Kral'ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu. Bunu gören kral bir mendille elini silmek istediği bir anda

Atatürk: Vatanımın toprağı temizdir, o, elinizi kirletmez! diyerek, Kral'ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi.

ANKARA'YI NEDEN BAŞKENT YAPTIM?

Sıcak bir günün akşamında yanında bazı ileri gelenler ile Köşkü'nün bahçesinde dolaşıyordu. Ben de o sıralar eski Köşk'ün tavan dekorlarıyla meşguldüm. Tozlu ve sisli bir akşam Ankara'nın üzerine çökmüştü. Yer yer toz hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu. Bize:
- Ankara'yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim? diye sordu.
Tabii herkes müspet cevap verdi.
Arkasından:
- Neden? suali gelince, kimi stratejiden, kimi siyasetten bahsetti. Hatta birimiz kayalık güzeldir gibi bir estetik nazariye de ortaya attı. Atatürk :
-Şimdi dalkavukluğu bırakın diye münakaşayı kapattı. Ankara'nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni ikna etmeye yetmez. Ben Ankara'yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm. Türk'ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz. O kadar yakında olacakki.

SAKAL ÜZERİNE....... ......

Atatürk Amasya ziyaretinde. Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
- Kimdir bu?
Vali yanıt verir;
- Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır.Ata Şıh'ı yanına çağırır ve;
- Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyunaltı hizasını gösterir.
Şıh;
- Emrin olur Paşam diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır.Ata telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra Nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış...
Şıh gelir, Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür.Atatü rk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;
- Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?
Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
- Dün akşam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim der.
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp Nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda şöyle yazmaktadır;
- İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım.


ÖLMEYİ EMREDİYORUM...
Ataturk.jpg

güzel olmuş ben İzmir liyim ve en sevdiğim marşlardan biridir İzmir in dağları
 
Başarılı bir asker, devrimci bir devlet adamı ..
Kendi kaderini ulusuyla birleştiren bir adam !
1915'de Çanakkale'de ingilizlere tarihlerinin en büyük yenilgilerinden birini yaşattı .
1918 yılında Birinci Dünya Savaşı'ndan yenilgi yüzü görmeden çıkan tek Osmanlı komutanıydı .
4 yıl sonra halkını etrafında toplayarak emperyalist güçlerin desteklediği işgalci yunan güçlerini yendi ve ulusuna bağımsızlık yolunu açtı .
1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntıları üzerinde Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu ve ilk cumhurbaşkanı oldu .
6 ay sonra şeriata karşı mücadele başlatıp kazanan ilk lider oldu .
Ektiği demokrasi tohumları sayesinde Türk Ulusu içeride ve dışarıda bir çok zorluklara göğüs gerdi .
Stalin onu faşist adl etti .
Hitler ve Mussollini komünist olarak gördü .
Bazıları da diktatör dedi .
halkı ise ona ATATÜRK dedi ..!!

Gazi Paşamız Görmek İstiyorum

Gazi Çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rasladık.
Atatürk attan inerek bu ihiyar kadının yanına sokuldu.
- Merhaba nine
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- Merhaba dedi.
- Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duraklayıp,
- Neden sordun ki, dedi. Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır.
Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir.
Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını
salladı.
- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç
bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim.
Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.
- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da....
Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü.
Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden
ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa.
Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı.
Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan
belli
böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.

- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü
sertleşti.

- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki...
O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı.
Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan?
Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz.
Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı?
Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm.
Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek.
Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı
bulacağım yeri deyiver.

Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden
belliydi.
Bana dönerek,
- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır...
Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim,
sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen,
seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere
fırlatıp,
Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkiside
ağlıyordu.
İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş
ağlıyorlardı.
Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü.
Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı.
Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'euzattı;
- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa,
bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi.
Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi;
"Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün.
Giderken de kendisine benim bütcemden üç inek verin armağanım olsun."


ATATÜRK ile amerikalı general

Çanakkale Savaşı sonralarında Atatürk'ü Ziyarete gelen Amerikalı General belirli bir süre konuştuktan sonra Türk askerini görmek istediğini Atatürk'e belirtir ve Atatürk'te en yakın askeri kışlaya generali götürür.Askerler generali törenle karşılarlar(Bu günkü gibi değil tabi savaş koşullarında) General bakar ki askerler bitkin çoğunun üniformaları yırtık paramparça. ayaklarında çoğuna yakınının botları yok olanların ki ise ayak parmakları ve ayaklarının büyük bölümü yırtıklardan dışarı çıkmış , çoğu açlıktan bitkin halde gözüküyor.Daha sonra Amerikalı general sıradaki askerin birine yaklaşır ve omzuna eliyle biraz güç uygular ve Asker yere düşer;
General Atatürk' e dönerek şunu söyler: "SİZ ÇANAKKALE ZAFERİNİ BU ASKERLERLE Mİ KAZANDINIZ ?"
Atatürk - "EVET Biz Çanakkale'yi bu askerlerle kazandık" dedikten sonra yere düşen askerin kulağına birşeyler fısıldadıktan sonra General'e askeri tekrar sarsmasını ister.General az önce bitkin bir biçimde yere düşen Askeri bütün gücüyle sarsmaya çalışır ama ASKER kımıldamaz sanki beton bir heykel gibi durur ve çok güçlü bir direnç gösterir.Bunu gören General büyük bir şaşkınlık içinde Atatürk'e sorar:
-"AZ ÖNCE KULAĞINA NE SÖYLEDİNİZ ?"
Atatürk şunlar söyler :
- "İLK BAŞTA OMUZUNa DOKUNDUĞUNUZDA YERE DÜŞTÜ ÇÜNKÜ SİZİ DOST OLARAK BİLİYORDU"
-"2.DE İSE KULANIĞINA SİZİN BİZİM DÜŞMANIMIZ OLDUĞUNUZU SÖYLEDİM"
"TÜRK ASKERİ DOSTLARINA SEVGİ İLE YAKLAŞIR AMA DÜŞMANININ ÖNÜNDE İSE ASLAN GİBİ DURUR"
 
Atatürk'ün bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor:

Çankaya Köşkü'nün bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağaç Ata'nın geçeceği yolu kapatıyordu. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşıya geçti. Derhal atıldım:

- Emrederseniz derhal keselim Paşam!

Bir an yüzüme baktı, sonra:

- Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Atatürk, 1936'da bir lise öğrencisine şunları yazdırmıştır: "Garb senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün garb, nihayet teknikte bir tefevvuk gösteriyorsa ey Türk çocuğu, o kabahat da senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir neticesidir."

Saygılar..
 
canakkale_namaz.jpg

ATATÜRK GECE GÖRDÜĞÜ RÜYANIN ETKİSİYLE KAN TER
İÇİNDE UYANIR.YAVERİNE HEMEN FEVZİ PAŞAYI ARA GELMESİNİ RİCA ET DER..ARADAN 1 SAAT GECER VE FEVZİ PAŞA SOLGUN BİR YÜZLE MUSTAFA KEMAL PAŞA YA HAYIRDIR DER.ATATÜRK HAYIRDIR DER.HİÇBİRŞEY SORMA DER İKİ KOMUTAN MASAYA OTURUR..ATATÜRK YAVERİNE 2 KALEM VE 2 KAĞIT GETİRMESİNİ SÖYLER.ATATÜRK GECEN GECE GÖRDÜĞÜN RÜYAYI YAZ BENDE YAZACAGIM VE KARŞILAŞTIRACAGIZ DER.İKİSİDE YAZILARINI BİTİRİ VE BİRBİRLERİNE UZATIR YAZDIKLARINIOKUYUNCA İKİSDE ŞOK OLURLAR....ATATÜRK RÜYASINDA YAŞLI VE GÜLEÇ YÜZLÜ BİRİSİNİN ONUN YANINA GELİP ; " PEYGANBERİMİZ MUSTAFAYA SÖYLEYİN FAZLA ÜZÜLMESİN ALLAHIN İZNİ, ALNININ AKIYLA CIKACAK " DER...DAHA ÇANAKKALE SAVAŞI OLMAMIŞ..
OLAYIN DİĞER ÖNEMLİ YANI FEVZİ CAKMAGIN İLK ADI MUSFA OLMASI.MUSTAFA FEVZİ ÇAKMAK..GAZİ MUSTAFA KEMAL..

ataturk_kocatepe_ufak.jpg
 
Geri
Üst