AntidepresaN
New member
ATATÜRK ne yapmamıştı?
Osmanlı Devleti, siyasi ve askeri alandaki hâkimiyetini 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Reformlarıyla(!) -bugünkü AB kriterleri- ve ekonomik bağımsızlığını da önce Fransızlara verilen Kapitülasyonlar ve daha sonra 1838’de İngiltere’yle yapılan Ticaret Anlaşmasıyla -bugünkü IMF- Batı’ya devretmişti.
Bu uygulamalar neticesinde tam bir serbest pazar haline gelen Osmanlı Devleti, dış ticarette hep açık verir konuma geldiğinden, bu açığını kapatabilmek için bir yandan borçlanmış, diğer yandan da sahip olduğu önemli işletmeleri, maden yataklarını, demir yolları ve limanlarını yabancılara satmak zorunda kalmıştır.
Ve bu borçlar ödenemeyecek düzeye geldiğinde ise “Duyunu Umumiye-i Osmaniye” olarak bilinen idare sistemi kurulmuş (1881) ve bu sistemle yabancılar, ülkedeki birçok işletmenin idaresine el koyarak, kendi alacaklarını kaynağından tahsil etmeye başlamışlardır.
Bütün bu çabalara rağmen, Osmanlı döneminde bitirilemeyen bu borçlar, üç kıtaya hükmeden cihan devletinin çöküşünü hazırlamıştır. Parçalanan Osmanlı Devletinden Milli bir devlet çıkarabilmek için verilen Atatürk önderliğindeki Milli Mücadele Cumhuriyetin kuruluşuyla sonuçlanmış ve Lozan Antlaşmasıyla da genç Cumhuriyet milletlerarası alanda yerini almıştır.
Ancak Lozan Antlaşması bilhassa dış ticaret, gümrükler ve kapitülasyon konularında birçok kısıtlama getirmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, her şeye rağmen askeri cephedeki zaferini kendi deyimi ile “taçlandırmak” için vakit kaybetmeden ekonomik sahada savaşa başlamış ve ilk iş olarak, millileştirme hareketlerine el atmıştır.
Atatürk, her türlü dış baskı ve ekonomik sıkıntıya rağmen; 1923-1937 arasında 8 demiryolu ve liman, 12 belediye hizmetleri, 2 imalat ve 2 de madencilik işletmesi olmak üzere toplam 24 tesisin bedellerini öde-yerek acilen millileştirmiştir (1).
Atatürk; yabancı sermayeyi tam manasıyla reddetmemekle birlikte özellikle; toprakların, ormanların, madenlerin ve stratejik tesislerin kesinlikle yabancıların elinde olmaması gerektiğine inanıyordu. Ve bir konuşmasında: ''...zannolunmasın ki, biz yabancı sermayesine karşı bulunuyoruz. Hayır. ... yabancı sermaye bizim çalışmamıza ve sabit sermayemize katılsın. Bizim için ve onlar için faydalı neticeler versin; fakat eskisi gibi değil. ... (önceden) devlet ve hükümet yabancı sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Artık her medeni devlet gibi, millet gibi, yeni Türkiye’de bunu uygun göremez. Burasını esir ülkesi yaptıramaz.'' (2)
Görüldüğü üzere Atatürk, Osmanlı’nın son döneminde ve bugünkü Türkiye’de uygulandığı gibi, Batı ile iyi ilişkiler kurabilmek için ülkenin ekonomik varlıklarının kontrolsüz bir şekilde yabancıya satışına izin vermemiş, aksine acil gördüklerini ilk fırsatta millileştirmiştir.
(1) Karluk, R.: Türkiye Ekonomisi, 1997; Beta yayımları sf. 523
(2) Ülken, Yüksel Atatürk ve İktisat, 1984 ( 2. Baskı) sf 44-47
Mehmet KARAGÜL
Osmanlı Devleti, siyasi ve askeri alandaki hâkimiyetini 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Reformlarıyla(!) -bugünkü AB kriterleri- ve ekonomik bağımsızlığını da önce Fransızlara verilen Kapitülasyonlar ve daha sonra 1838’de İngiltere’yle yapılan Ticaret Anlaşmasıyla -bugünkü IMF- Batı’ya devretmişti.
Bu uygulamalar neticesinde tam bir serbest pazar haline gelen Osmanlı Devleti, dış ticarette hep açık verir konuma geldiğinden, bu açığını kapatabilmek için bir yandan borçlanmış, diğer yandan da sahip olduğu önemli işletmeleri, maden yataklarını, demir yolları ve limanlarını yabancılara satmak zorunda kalmıştır.
Ve bu borçlar ödenemeyecek düzeye geldiğinde ise “Duyunu Umumiye-i Osmaniye” olarak bilinen idare sistemi kurulmuş (1881) ve bu sistemle yabancılar, ülkedeki birçok işletmenin idaresine el koyarak, kendi alacaklarını kaynağından tahsil etmeye başlamışlardır.
Bütün bu çabalara rağmen, Osmanlı döneminde bitirilemeyen bu borçlar, üç kıtaya hükmeden cihan devletinin çöküşünü hazırlamıştır. Parçalanan Osmanlı Devletinden Milli bir devlet çıkarabilmek için verilen Atatürk önderliğindeki Milli Mücadele Cumhuriyetin kuruluşuyla sonuçlanmış ve Lozan Antlaşmasıyla da genç Cumhuriyet milletlerarası alanda yerini almıştır.
Ancak Lozan Antlaşması bilhassa dış ticaret, gümrükler ve kapitülasyon konularında birçok kısıtlama getirmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, her şeye rağmen askeri cephedeki zaferini kendi deyimi ile “taçlandırmak” için vakit kaybetmeden ekonomik sahada savaşa başlamış ve ilk iş olarak, millileştirme hareketlerine el atmıştır.
Atatürk, her türlü dış baskı ve ekonomik sıkıntıya rağmen; 1923-1937 arasında 8 demiryolu ve liman, 12 belediye hizmetleri, 2 imalat ve 2 de madencilik işletmesi olmak üzere toplam 24 tesisin bedellerini öde-yerek acilen millileştirmiştir (1).
Atatürk; yabancı sermayeyi tam manasıyla reddetmemekle birlikte özellikle; toprakların, ormanların, madenlerin ve stratejik tesislerin kesinlikle yabancıların elinde olmaması gerektiğine inanıyordu. Ve bir konuşmasında: ''...zannolunmasın ki, biz yabancı sermayesine karşı bulunuyoruz. Hayır. ... yabancı sermaye bizim çalışmamıza ve sabit sermayemize katılsın. Bizim için ve onlar için faydalı neticeler versin; fakat eskisi gibi değil. ... (önceden) devlet ve hükümet yabancı sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Artık her medeni devlet gibi, millet gibi, yeni Türkiye’de bunu uygun göremez. Burasını esir ülkesi yaptıramaz.'' (2)
Görüldüğü üzere Atatürk, Osmanlı’nın son döneminde ve bugünkü Türkiye’de uygulandığı gibi, Batı ile iyi ilişkiler kurabilmek için ülkenin ekonomik varlıklarının kontrolsüz bir şekilde yabancıya satışına izin vermemiş, aksine acil gördüklerini ilk fırsatta millileştirmiştir.
(1) Karluk, R.: Türkiye Ekonomisi, 1997; Beta yayımları sf. 523
(2) Ülken, Yüksel Atatürk ve İktisat, 1984 ( 2. Baskı) sf 44-47
Mehmet KARAGÜL