Atamız Ve Dinimiz

Fatih Hoca

Banned
Katılım
19 Nis 2006
Mesajlar
13,612
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
42
Konum
ßeşiktaş'ın Kalbi KAPALI'dan
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün Dinimiz Hakkındaki Görüşlerini, Demeçlerini ve Açıklamalarını sizlerle paylaşmak istedim. Ayrıca dinimiz için yaptıklarını da buraya koydum. Saygılar.


Birinci Bölüm: ATAMIZIN İSLAM'A VE MÜSLÜMANLARA HİZMETLERİ


Tarihte bütün büyük kişiliklerin, kahraman ve kurucu büyük önderlerin hem çok sevenleri olmuş, hem de pek çok düşmanı bulunmuştur. Konuya yakından bakıldığında bu durumun olağan olduğunu söylemek gerekir. Çünkü söz konusu büyük önderler, ülkelerine ve uluslarına çok büyük hizmetler yapmışlardır. O nedenle de büyük sevgi ile saygı görürler uluslarından. Buna karşılık söz konusu kurucu önderler, kendi uluslarına hizmet ederlerken, birtakım kişi ile topluluklara da zarar vermiş olabilirler. O nedenle de, zarara uğrayanlarla onların etkisinde bulunanlar, o önderlere düşman olurlar. İşte Atatürk de büyük tarihsel kişiliklerden olup kendisine çok büyük sevgi ile saygı gösteren yüzmilyonlar vardır. Buna karşın ona hınç duyup, nefret gösterenler de bulunmaktadır.

Atatürk ülke ile din savunması için, İslam ve Müslüman savunması için yaşamının en değerli yıllarını savaşlarda geçirmiş, çok büyük zorluklara katlanmış, ülkesiyle dinine, İslam’a ve Müslüman ulusuna inanç ve bağlılığın göstergesi olarak düşmanlarla çetin savaşlara girerek çok büyük zaferler kazanmıştır. Bu savaşlarla zaferler, Atatürk’ün ne denli büyük bir Türk ve Müslüman oluşunun en büyük kanıtlarıdır. Çünkü Atatürk’ün o savaşlarla zaferleri bizim bu gün özgür, bağımsız, onurlu bir ulus devlet olarak var olmamızı sağlayan en önemli etkendir. Atatürk ile onun zaferleri olmasaydı, bizim bugün Türk ve Müslüman olarak yaşamamız belki de hiç olanaklı olmayacaktı.

Atatürk’e düşman olanlar onun yapıtlarını yıkmaya çalışırlar. Bu nedenle

de Atatürk’ümüzü ve yaptıklarını her fırsatta kötülerler. Çarpıtılarak saptırılmış yorumlarla yıpratmaya çalışırlar. İftiralar uydururlar. Çünkü Atatürk’ü kötüleyerek O’nu gözden düşürmeye çalışarak O’nun yapıtlarını yıkabileceklerini düşünürler. Dolayısıyla da kendi çıkarlarına yararlar umup dururlar.

Atatürk İslam’a ve Müslümanlara zarar vermemiş tersine çok büyük hizmetler yapmıştır. Atatürk gerçek İslam’a değil, İslam adına uydurulan hurafe ve sapkınlıklara zarar vermiştir. Atatürk, gerçek Müslüman’a değil, İslam’ı kişisel ve grupsal çıkarlarına alet edip araç yapanlara zarar vermiş, onları bu çıkarlarından yoksun bırakmıştır. Dolayısıyla da bunlar Atatürk’e düşman olmuşlardır. Kendilerine, çıkarlarına, sapkın düşüncelerine ve de hurafelerine verilen zararları, Atatürk İslam’a ve Müslümanlara zarar verdi biçiminde çarpıtarak iğrenç iftiralara dönüştürmüşlerdir. Atatürk’ün İslam’a hizmetleri öylesine çok ve de büyüktür ki bunları bir tek yazıyla anlatmak olanaklı değildir Biz bu yazımızda şimdilik Atatürk’ün dinimize ve Müslümanlara hizmetlerinden ana başlıklar olarak söz edeceğiz.

İşte Bu Belgeler :

KANIT 1 : KURTULUŞ SAVAŞI : Atatürk, Kurtuluş Savaşı’mızın ve zaferlerimizin başkomutanıdır. İşgale uğrayan ülkemizi ve dinimizi Atatürk’ün önderliğinde, O’nun komutasında yıllar süren savaşla, ulusça savaşarak kurtardık. Yeniden altını çizelim : Düşman işgaline uğrayan ülkemiz, Atatürk’ün öncülüğünde, önderliğinde ve O’nun komutasında kurtulmuştur. Tutsak yaşamaktan kurtulmamızı öncelikle Atatürk’e borçluyuz.

O olmasaydı olmazdı. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşımıza öncülük ve başkomutanlık yaparak ülkemiz ile ulusumuzu kurtarması, dolayısıyla İslam’a ve Müslümanlara hizmetleri her türlü takdirin üzerindedir. Bunu anlayabilmek için, bir an onun yokluğunu bağımsızlığımızı kazanamayacağımızı düşünmemiz yeterli olacaktır.

KANIT 2 : CUMHURİYET YÖNETİMİ İSLAM'IN ÖZÜNDE VARDIR : Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında Cumhuriyet yönetimini kurarak bizi İslam’ın özünde yer alan yönetim anlayışına yükseltmiştir. Çünkü, Peygamber -imiz bütün dünya işlerini danışarak yapardı. Dört halifenin hiçbiri birbirinin oğlu ya da kardeşi değildi. Dört halifeden sonra gelen Muaviye, Cumhuriyeti kaldırdı. Yerine sultanlığı getirdi. Kendinden sonra yerine oğlunu sultan yaptı. Ve bu durum yüzyıllarca sürüp gitti. İşte, Atatürk Cumhuriyeti ilan ederek, İslam’ın dört halife dönemindeki cumhur-halk, yönetimini getirip aile saltanatına son verdi. Atatürk’ün bu başarısı İslam’a ve Müslümanlara çok büyük bir hizmet olmuştur. Öbür kimi Müslüman ülkelerde de örnek oluşturmuştur.

KANIT 3 : BU DÜNYA İÇİN DE ÇALIŞMAK : Atatürk’ten önceki, egemen anlayışa göre, kişi ötedünya için çalışmalıydı, bu dünya tümüyle önemsizdi. Üstelik, bu dünya için çalışmak büyük günah, Tanrı’dan uzaklaşma sayılırdı. Bu yanlış anlama yüzünden de, biz Müslümanlar geri kalmış; yoksul düşmüştük. İşte, Atatürk ile O’nun uyguladığı devrimler bu yanlış beyin yapısını değiştirdi. Bu dünya için de çalışmak, kalkınmak, anlayışı yerleşti. Sonuçta, belli bir kalkınma düzeyine ulaştık. Bu anlayış değişikliği olmasaydı biz bugün şimdikinden yüz kat daha kötü durumda olacaktık.

KANIT 4 : KUR’AN-I KERİM’İN TÜRKÇEYE ÇEVRİLEREK TOPLUMA ÜCRETSİZ OLARAK DAĞITILMASI : Biz Türkler bin yılı aşkın bir zamandan beri Müslüman olmamıza karşın dinimizin kutsal kitabından hiçbir şey anlamazdık. Yalnızca imamların bir bölümü, o da Arapça bilenleri anlardı. Türk ulusu Arapçasını dinleyip okurdu ama Kur’an-ı Kerim’den hiçbir şey anlamazdı. Atatürk, Türk ulusu İslam’ı öğrensin diye kendi cebinden parasını vererek, Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an-ı Kerim’in Türkçe çeviri ve açıklamasını 9 cilt olarak yaptırdı. Hazırlanan yapıtın Diyanet İşleri Başkanlığı’nca basılmasını isteyerek topluma ücretsiz olarak dağıtılmasını sağladı.

KANIT 5 : HADİSLERİN TÜRKÇEYE ÇEVRİLEREK TOPLUMA ÜCRETSİZ OLARAK DAĞITILMASI : Atatürk, yine ulusumuz dinini anlayıp öğrensin diye Peygamberimizin hadislerini Türkçe’ye çevirtti. Peygamberimizinmiş gibi gösterilen ama Kur’an-ı Kerim’le çelişen uydurma sözler ayıklandı. Bu çalışmaların sonucu ortaya çıkan yapıtlar yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nca basılarak, Atatürk’ün isteği üzerine, topluma ücretsiz olarak dağıtıldı. O güne dek böyle bir hadis çevirisi yapılmamıştı.

KANIT 6 : HUTBELERİN TÜRKÇELEŞTİRİLMESİ : Bugün camilerimizde, cuma günleri okunan hutbeler, Atatürk’ten önce Arapça‘ydı. Türkçe konuşan ve Arapça bilmeyen Türk ulusuna Arapça hutbe okunup öğüt veriliyordu. Hiç kimse de hiçbir şey anlamıyordu. İşte, Atatürk bu saçmalığa da bir son vererek hutbelerin öğüt kısmının Türkçe olmasını sağladı. Bugün ulusumuz camilerde Türkçe hutbe dinleyerek, dinini öğrenip öğüt almaktadır.

KANIT 7 : DİNLE SİYASETİN BİRBİRİNDEN AYIRILMASI : Atatürk, laiklik ilkesiyle din ile siyaseti birbirinden ayırdı. Böylece dini, bir siyaset ve çıkar sağlama aracı olmaktan kurtardı. Bugün biz dini siyasete araç yaparak, kendi gibi düşünmeyenleri kafir sayanları gördükçe, Atatürk’ün ne denli doğru yaptığını daha iyi anlayabiliyoruz. Dinle siyaset birbirinden ayrılmasaydı, dünyadaki örnekleri gibi, topluluklar birbirleriyle cihat yaparlardı.

KANIT 8 : İLAHİYAT FAKÜLTESİNİN AÇILMASI : Türk ulusunun dinsel gereksinimlerini sağlıklı biçimde karşılayabilmesi amacıyla bu fakülteyi açan Atatürk’tür. Atatürk döneminde öğrenci alım sayısının ülkenin nitelikli din adamı gereksinimini karşılayacak sayıda tutulduğunu görüyoruz.

Özetle, bütün bunlar Atatürk’ün İslam’a ve Müslümanlara yapmış olduğu hizmetlerin yalnızca konu başlıklarıdır. Atatürk, İslam’a kesinlikle düşman değildir. Atatürk hurafecilikle savaşmıştır. O’nu İslam düşmanıymış gibi göstermeye çalışanlar da bunu bilir. Ama ülkemizde hurafecilik sürdükçe bu iğrenç iftiralar da sürecektir. Hurafecilik, en başta, yüce dinimize en büyük zararları vermektedir.

Atatürk’ümüz ve şehitlerimiz için dualarımızı eksik etmeyelim. Yüce Allah (c.c) başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün şehitlerimize çokça rahmet eylesin.



İkinci Bölüm: Atamızın Dinimiz Hakkındaki Görüşleri ve Temennileri


Büyük Önder Atatürk, Türk Milleti'nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur" "Din vardır ve lazımdır." sözleriyle teşvik etmiştir. Milletini, batıl inanışlardan arındırıp, gerçek dine yöneltmeyi amaçlamıştır. Bunun için de Kuran'ın kolay bir şekilde okunup anlaşılmasını sağlamak amacıyla Türkçeye çevrilmesi emrini vermiştir:

" Kur'an 'ın tercüme ettirilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Hz. Muhammed'in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim."
(Atatürk'ün Temel Görüşleri, Fethi Naci, s.55)

Kur'an 'ın Türkçeye çevirilmesi emrini verirken, Atatürk'ün isteği Müslüman milletinin imanının güçlenmesidir. Bunu ifade ettiği sözleri şöyledir:

"Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur."
(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 1, s. 225)

Büyük Önder, gerçek dinin temelini ve Müslümanların konuyu hangi kıstaslara göre değerlendirmeleri gerektiğini 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir'deki Paşa Camii'nde verdiği hutbede kendisini dinleyenlere şöyle ifade etmiştir:

"Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor."
(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93)

Atatürk, İslam dininin tamamen ilme ve mantığa uygun bir din olduğunu bir başka sözünde de şöyle ifade etmiştir:

"Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. ... İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz"
(Atatürk"ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90)

Büyük Önder Atatürk, Türk Milleti’nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini de,sıklıkla vurgulamıştır. Ayrıca, Atatürk'ün Osmanlı Devleti'nin çöküşünü dine bağlayan, Türk düşmanlarına yanıtı ise kesin bir şekilde olmuştur:

"Düşmanlarımız, bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla itham ediyor, duraklamamızı ve çöküşümüzü buna bağlıyorlar; bu bir hatadır. Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların, erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah'ın emrettiği şey, Müslüman erkekle, Müslüman kadının beraberce din öğrenerek eğitilmesidir. Kadın ve erkek bu ilim ve eğitimi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kuralla bağlanmış zannettiğimiz şey yoktur. Türk sosyal yaşantısında kadınlar bilimsel yönden eğitim ve öğretim görmekte ve diğer konularda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir."
(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s.86)

Cumhuriyet'in ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, Atatürk'ün kendisine duyduğu saygı ve hürmeti şöyle anlatmıştır:

"Ata'nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, "Paşam beni mahcup ediyorsunuz" dediğim zaman "Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır." buyururlardı. Atatürk, şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi." (Atatürk ve Din Eğitimi - Ahmet Gürtaş - Diyanet İşleri Bakanları Yayınları s.12)

Atatürk Kuran okutulmasına da son derece önem vermiştir. Hafız Zeki Çağlarman Atatürk'ün bu yönünü şöyle anlatmıştır:

"Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; "Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme"der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi."
(Din Toplum ve Kemal Atatürk, Ercüment Demirer, s.10)

Hz. Muhammed'i överek O'nu kendisine örnek alan Atatürk, Hz. Muhammed'in peygamberliğine kesin olarak iman etmişti. Hz. Muhammed'e duyduğu hayranlığı ve O'nun peygamberliğini heyecanla anlattığı bir sırada yanında bulunan M. Şemseddin Günaltay, Ata'nın o anki halini şöyle anlatmıştır:

"... Atatürk'ün denizlerden renk alıp renk veren gözleri, masanın üzerinde serili haritaya dikildi ve beni kolumdan tutarak masanın başına çekip parmağını bir noktaya dikti. Bu, kendi elleriyle çizdikleri bir askeri harita idi ve Hz. Muhammed'in büyük Bedir Cengi'ni adım adım gösteriyordu. Hz. Muhammed'e ve O'nun peygamberliğine kadar, büyük askeri dehasına hayran olan eşsiz Sakarya Galibi, Bedir Galibi'ni göklere çıkarırken, "O'nun Hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar" diye heyecanlandı.

Ata'nın son sözü şu olmuştu:

- Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların karı değildir, O'nun Peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.
(Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.28)

Atatürk"ün Hz. Muhammed'e duyulacak sevgiyi tarif ettiği sözleri ise şöyledir:

"Büyük bir inkılap yaratan Hazret-i Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir."
(Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4)

Atatürk, dinimizin tam anlamıyla ve aslına uygun olarak yaşanmasını ve milletimize doğru, modern, hurafelerden arındırılmış bir din anlayışını benimsetmeyi hedeflemiştir. Hiçbir aşırılığa kaçmadan, Kuran'ın modern bir dünyayı tarif ettiğini çok net biçimde özümsemiştir.

Açıkça anlaşılmaktadır ki, gerçek manada dindarlık, heyecanlı fanatiklerin, tutucu, kapalı görüşlü kimselerinkinde değil; Atatürk'ün tarif ettiği ılımlı, insancıl, modern yapıda kendini göstermektedir.

Büyük Atatürk'ün, İslam dinini, Kur'an-ı Kerim'i, Hz. Peygamberi ve dini müesseseleri öven tüm bu sözleri, O'nun dinimize olan içten bağlılığını gösteren somut ve tartışılmaz belgelerdir.

Onun hükümetini ayakta tutma gibi bir derdi olmadan bu sözleri söylemesi, Atatürk'ün ne kadar büyük bir lider olduğunu bir defa daha kanıtlamıştır.

Ulu Önder, her zaman İslam'ı yüceltmiş; dolayısıyla bu ikisi arasındaki ayrımı en doğru biçimde yapmıştır. Tekke, türbe ve zaviyeler onun döneminde kapanmış, ama ilk Türkçe Kuran meali de yine onun döneminde yayınlanmıştır. Türk insanının ihtiyaçlarını ve özelliklerini çok iyi bilen, gericiliğe, yobazlığa her zaman karşı olan Atatürk, Türk Milleti'ni dinin özüne yöneltmeyi amaçlamış ve bugün milletçe ulaşmayı hedeflediğimiz yapıyı her yönüyle tecelli ettirmiştir.

"Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum."

Mustafa Kemal Atatürk

Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini ögrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istedigi gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır...

M.Kemal Atatürk - 1926

Atatürk, Kur'an okutulmasına da son derece önem vermiştir. Hafız Zeki Çağlarman Atatürk'ün bu yönünü şöyle anlatmıştır:

"Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; "Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme"der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi."
(Din Toplum ve Kemal Atatürk, Ercüment Demirer, s.10)

Bugün ülkemizde bazı çevreler Atatürk'ü dinsiz, İslam'a ve din eğitimine karşı bir kişi olarak gösterirlerken bazı çevreler de Onu dine ait değerlere sahip çıkmayı veya halkın dini duygularına saygı duymayı Atatürk İlke ve İnkılaplarından taviz verme olarak görmektedirler. Böylece bir taraftan milli bir değer olan Atatürk adına din aleyhtarlığı yapılırken, diğer taraftan da din adına Atatürk aleyhtarlığı teşvik edilmekte ve Atatürk'ü dine karşı biriymiş gibi gösterme gafletine düşülmektedir. Atatürk'ü olduğundan ****lı gösteren art niyetli kişilerin bu ve benzeri yorumları, ülkemizde kutuplaşmalara sebep olmakta, millet ve devlet bütünlüğü ile milli birlik ve beraberliğimiz açısından son derece zararlı hale gelmektedir.

Prof.Dr. İsmail YAKIT

Sadece TBMM'nin açılışı için hazırlattığı bildiri ya da Balıkesir'de verdiği hutbe bile, tek başına Atatürk'ün dindar kişiliğini gözler önüne sermek için yeterlidir.

TBMM'nin Açılış Bildirisi

Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü açılmıştır. Bu açılışın 21 Nisan 1920'de tüm Türkiye'ye gönderilen bildirgesi, bildirgeyi kaleme alan Atatürk'ün samimi dindarlığını açıkça gözler önüne seren tarihi bir belge niteliğindedir:

1. Allah'ın yardımıyla 23 Nisan Cuma günü, Cuma namazından sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

2. Vatanın bağımsızlığı, yüksek halifelik ve saltanat makamının kurtarılması gibi çok önemli vazifeleri olan Meclisin açılış gününü, Cumaya tesadüf ettirmekten maksat, o günün kutsallığından faydalanmak ve açılmadan önce sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Camii'nde Cuma namazı kılmak, Kur'an ve namazın nurlarından faydalanmaktır. Namazdan sonra Peygamberimiz (sav)'in sakalı ve sancağı el üstünde olduğu halde Meclis binasına gidilecektir. Camiden buraya kadar olan merasim için Kolordu Komutanlığı'nca özel olarak askeri tertibat alınacaktır.

3. O günün kutsallığını güçlendirmek için bugünden başlayarak valiliklerde, vali beyefendinin düzenlemesiyle hatim indirilecek, muhayiri şerif okunacaktır. Hatmin son kısımları Cuma namazından sonra Meclis binası önünde tamamlanacaktır.

4. Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı biçimde bugünden başlanarak muhari ve hatm-i şerif okutularak Cuma günü ezandan önce selavat verilecek ve hutbede halife padişahımızın adı söylenirken, padişahımızın ve topraklarımızın bir an önce kurtuluşu ve mutluluğa erişmesi için dua edilecektir. Cuma namazı kılındıktan sonra hatim duası yapılarak yüce halifelik ve saltanat makamının ve bütün yurdun kurtulması uğrundaki milli çalışmaların kutsallığı ve milletin her bireyinin kendi temsilcilerinden oluşan Büyük Millet Meclisi'nin vereceği vatan görevlerini yerine getirmesine ilişkin vaazlar verilecektir. Sonunda halife ve padişahımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, mutluluğu ve bağımsızlığı için dua edilecektir.
Bu dini ve vatani törenin arkasından camilerden çıkıldıktan sonra bütün yurtta hükümet konaklarına gelinerek Meclisin açılmasından dolayı kutlama yapılacaktır. Her tarafta Cuma namazından önce Mevlid-i Şerif okunacaktır.

5. Yüce Allah'tan tam başarı dileriz."
Beş maddeden oluşan bu bildirgenin her maddesi Atatürk'ün samimi, dindar kişiliğinin açık birer ifadesidir.

'... Halbuki Elhamdülillah, hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız....'
M.Kemal Atatürk
(16 Mart 1923, Adana Türk Ocağı, esnaf ve sanatkarlarla toplantı)

Atatürk'ün din konusundaki samimiyetini ve dinine olan bağlılığını ortaya koyan diğer bir tarihi delil de onun çıktığı bir yurt gezisi sırasında Balıkesir'de vermiş olduğu hutbedir. Atatürk, bu hutbeyi, 7 Şubat 1923 tarihinde Zağanos Paşa Camii'nde vermiştir:

Ey Millet ! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe, memur ve Resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kur'an-ı Azimüşşan'daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer İlahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün İlahi kanunları yapan Cenab-ı Hak'tır.

Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara yani iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı.

Efendiler... Camiler; ibadet ve itaatle beraber din ve dünya için neler yapmak gerektiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni, başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir.

İşte bizim burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Milli emelleri, milli iradeyi yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bilinmesi neticesinden çıkarmak gerekir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

... Efendiler ! Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım manalar ve mefhumlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irad eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zaman-ı saadetlerinde hutbeyi kendileri verirlerdi.

Gerek Peygamber Efendimiz gerekse Hulefayı Raşidin'in hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek peygamberin gerekse Hulefayı Raşidin'in söylediği şeyler, o günün meseleleridir. O günün askeri, idari, mali, siyasi ve içtimai konularıdır.

İslam ümmeti çoğalıp, İslam memleketleri genişlemeye başlayınca, Cenab-ı Peygamber ve Hulefayı Raşidin'in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkan olmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhalde ileri gelenlerin en büyüğü idi. Onlar cami-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruları söylemesi ve halkı aydınlatması; halkı, umumi ahvalden haberdar etmek son derece ehemmiyetlidir. Çünkü herşey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir...
Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın her halde halkın kullandığı dili kullanması lazımdır. Geçen sene BMM'de irad ettiğim bir nutukta demiştim ki: 'Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur.' Böyle olabilmesi için minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fenni ve ilmi hakikatlere uygun olması lazımdır. Hatiplerin siyasi, içtimai ve medeni ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olacaktır.

Atatürk'ün dindarlığının önemli bir göstergesi de; elbette ki vatanın müdaafası için verdiği mücadelesidir.

Atatürk bütün yaşamını cephelerde mücadele etmekle geçirmiş, Kurtuluş Savaşı'na tek başına yön vermiş, Türk Ordusunun başına geçmiş ve büyük bir zafere imza atmış büyük bir komutandır.

İslam yurdu olan güzel vatanımızın düşmanın eline geçmemesi için herşeyi göze almış ve yıllarca mücadele etmiştir. Atatürk'ün önderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşı'nı büyük bir inançla gerçekleştiren Türk Milleti'nin tavrı, aşağıdaki Kuran ayetiyle büyük bir uyum içindedir:

Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. (Bakara Suresi, 190)

Son olarak Atatürk'ün rahmetli yaveri Muzaffer Kılıç'ın anlattığı bir olay şöyledir.

''Büyük Taarruz sabahı, 26 Ağustosta, Kocatepe'deler. Daha topçu ateşi düşman mevzileri üstünde gürlemeye başlamamış.

Mustafa Kemal, çadırından çıkıyor, ellerini göğe kaldırmış, tıpkı 1071 yılı 29 Ağustos'unda , Malazgirt'te Alparslan'ın duâsı gibi:

- Ya Rabbim! Sen Türk Ordusunu muzaffer et... Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında, esâret zincirinde kalmasına müsâade etme!...

diye duâ etmiş ve Muzaffer Kılıç, gözlerinden birkaç damla yaşın süzüldüğünü görmüştür.''

RUHUN ŞAD OLSUN EBEDİ ŞEF

Atatürk'ün Ruşen Eşref'e verdiği mülakatın orijinal metni şöyle: "Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı vak'asını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz! Ölenleri görüyor, üç dakika kadar sonra öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler , ellerinde Kur'anı Kerim Cennet'e girmeye hazırlanıyorlar , Bilmeyenler Kelimei Şehadet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir.
Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi'ni kazandıran bu yüksek ruhtur!."

(Ruşen Eşref Ünaydın'ın" Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile mülakat" adlı kitabından)

"Din vardır ve gereklidir. Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz ulusların yaşamasına olanak yoktur. Yalnız şurası var ki din, Tanrı ile kul arasındaki bağlılıktır." (1930)

"Ulusumuz din ve dil gibi güçlü iki erdeme sahiptir. Bu erdemleri hiçbir güç ulusumuzun yürek ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz." (1923)

"Biz Bolşevik de Komünist de değiliz. Bolşevik de Komünist de olamayız. Türkler ulusluğunu seven ve dinlerine saygılı bir ulustur. Bizim hükümet biçimimiz tam bir demokrat hükümetidir."

(Sakarya Zaferi'nden sonra Hint Müslümanları Kızılay'a başvurarak para yardımı yapmak istemişler ve ülkelerine bir heyet davet etmişlerdir. Bunun üzerine, Antalya Milletvekili Hoca Rasih'in (Kaplan) başkanlığındaki beş kişilik bir heyet Hindistan'a Hint Halifelik Komitesi'nin davetlisi olarak gitmiştir. İngilizlerin, bu ziyaretin gösterilere yol açmaması için aldıkları pek çok önlemin içinde, Müslümanların kalabalık olduğu kentlerde o Cuma namazından sonra hutbe yerine Anadolu'nun mücadelesini anlatan bir bildiri okunacağını öğrenince, Cuma namazını yasaklamak da vardır. İngilizler, Müslümanların yoğun oldukları kentlerdeki camilerin önüne silahlı muhafızlar dikmiş ve Cuma namazı kılınmasını engellemişlerdir. Rasih Bey yurda dönüşünde, Hint Müslümanlarının yardımı olarak o günün parasıyla 500.000 lira getirmiştir. Başkomutan Mustafa Kemal'e Paşa'ya, zaferden sonra Halifeliği kabul ederse Hint Halifelik Komitesi'nin kendisine yardımcı olacağı vaadini aktarmıştır. Mustafa Kemal yanıt olarak )

Bir ülkede gerçek bağımsızlık ve bunu koruyacak erk güç olmazsa, sizin tanık olduğunu gibi, ülkeye egemen olanlar bir buyrukla camileri kapatırlar üstelik ibadet hakkından da yoksun kalırsınız. Ben bu öneriyi kabul edersem ve Halife olarak da benzer bir olayda müdahale etmeye kalkarsam İngiltere'ye savaş mı ilan edeceğim? İstanbul'da halen bir Halife var ve düşmanlarımızın işgali altında yaşıyor. İslam'a yapılacak en büyük hizmet, dini devletten ayırmak ve önce bağımsız bir devlete sahip olmaktır. İşte biz onun kavgasını yapıyoruz. Zafer nasip olacak, istilacıları kovacağız ve dini devletten ayırarak onun yalnızca bir vicdan ve iman varlığı olarak kalmasını sağlayacağız.

"Allah birdir, büyüktür. Dinsel yöntemlerin oluşumuna bakarak diyebiliriz ki insanlar iki sınıfta, iki dönemde düşünülebilir : İlk dönem, insanlığın çocukluk ve gençlik dönemidir. İkinci dönem, insanlığın erginlik ve olgunluk dönemidir. İnsanlık birinci dönemde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi araçlarla kendisiyle ilgilenmeyi gerektirir. Tanrı, kullarının gerekli olan olgunlaşma noktasına ulaşmasına dek onlarla içlerinden bazıları aracılığıyla ilgilenmeyi Tanrılık gereğinden saymıştır. Onlara, Hz. Adem'den başlayarak kayıtlara geçmiş ya da geçmemiş, sayısız denecek kadar çok kendilerine kutsal kitap gönderilmemiş peygamberler ve elçiler göndermiştir. Ancak peygamberimiz aracılığıyla en son dini ve uygar gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracıyla bağlantıda bulunmaya gerek görmemiştir. İnsanlığın anlayış, aydınlanma ve olgunlaşma derecesi sayesinde her kulun doğrudan doğruya Tanrısal esinlerle bağlantıya geçebilmek yeteneğine eriştiğini kabul buyurmuştur ve bu nedenledir ki yüce Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı en mükemmel kitaptır." (1922)

"Arkadaşlar, Tanrı kavramı insan beyninin çok zor kavrayabileceği fizik ötesi bir konudur. Tanrı'nın buyruğu çok çalışmaktır... Çalışmak demek boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim her türlü uygar buluşlardan en çok derecede yararlanmak zorunludur." (1923)

"Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Kimi kimseler çağdaş olmayı kafir olmak sanıyorlar. Asıl kafirlik onların bu sanısıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı Müslümanların kafirlere tutsak olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın; hoca olmak sarıkla değil akılladır." (1923)

"Bizim dinimiz hiçbir zaman kadınların erkeklerden geri kalmasını istememiştir. Allah- ü Teala'nın buyurduğu, kadın ve erkeğin birlik olarak bilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu bilim ve kültürü aramak, nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki bugün kendimizi bağlı sandığımız şeyler yoktur. Türk toplumsal yaşamında kadınlar bilim, kültür ve öbür konularda erkeklerden kesinlikle geri kalmamış; belki daha ileri gitmişlerdir."

"Unutulmamalıdır ki ulusun egemenliğini bir kişide ya da sınırlı sayıdaki kişilerin elinde bulundurmakla çıkar bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır. Bu gibilere gerici ve hareketlerine de gericilik denir. Kesinlikle belirtitim ki ulusal egemenliğimizin her zerresini şu ya da bu yolla bağlamak isteyenler en koyu gericidirler."

"Allah, dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın varlık ve bolluk içinde olsun diye yaratmıştır. En çok derecede yararlanabilmek için de bugün evrenden esirgediği zekayı, aklı insanlara vermiştir." (1923)

"O, (Hz. Muhammed) Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir. Ancak sonuca kadar O ölümsüzdür." (1926)

"Ezan ve Kur'an'ı Türklerden başka hiçbir Müslüman ulus bu kadar güzel okuyamaz. Bunlara görkemli müzik ahengi veren Türk sanatçılarıdır." (1933)

"Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, bilime ve mantığa uygun olması gerektir. Bizim dinimiz bunlara tümüyle uygundur." (1923)

"Müslümanların toplumsal yaşamında hiç kimsenin özel bir sınıf olarak varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dinsel hükümlere uygun davranmış olmazlar. Bizde ruhbanlık (özel din adamları sınıfı) yoktur. Hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerini eşit olarak öğrenmek zorundayız. Her birey dinini, din işlerini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur. Ulusumuzun, ülkemizin öğretim kurumları bir olmalıdır. Bütün ülke evladı, kadın ve erkek, aynı biçimde, oradan çıkmalıdır. Ancak nasıl ki her konuda yüksek meslek ve uzmanlık sahipleri yetiştirmek gerekliyse dinimizin gerçek felsefesini inceleyecek, araştıracak, bilimsel ve teknik olarak telkin erkine sahip olacak gözde, seçkin ve gerçek din adamlarını da yetiştirecek yüksek öğrenim kurumlarına sahip olmalıyız." (1923)

"Beyler, hiçbir ulus, yabancıların inanç ve geleneklerine ulusumuzdan çok uygun davranmamıştır. Üstelik denilebilir ki başka dinlerden olanların dinine ve ulusuna saygılı olan tek ulus bizim ulusumuzdur." (1937)

"Bizim dinimiz ulusumuza hakir, miskin ve aşağı olmayı öğütlemez. Tersine Tanrı da peygamber de insanların ve ulusların yücelik ve onurunu korumalarını buyuruyor." (1923)

"Türk ulusu daha dindar olmalıdır. Yani bütün yalınlığıyla dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor. Oysa Türkiye'ye bağımsızlığını veren bu Asya ulusunun içinde daha karışık, yapay, boş inançlardan ibaret bir din daha vardır. Ancak bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Onlar aydınlığa yaklaşamazlarsa kendilerini yok ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız." (1924)

"İçinde olmakla güvençli ve mutlu olduğumuz İslam dinini yüzyıllardan beri teamül edilenden kurtarmak ve yüceltmenin zorunlu olduğu gerçeğini gözlemliyoruz. Kutsal ve Tanrısal olan inanış ve vicdanımızı; belirsiz, karmakarışık, her türlü çıkar ve hırsların ortaya döküldüğü siyasetten ve siyasetin bütün uzantılarından bir an önce kurtarmak ulusun dünya ve ötedünyaya ilişkin mutluluğunun buyurduğu bir zorunluluktur." (1924)

"Batmak üzere olan bir gemide bulunsanız, herhalde 'Yetiş Ya Gazi!' demez, 'Allah!' dersiniz. Bundan daha doğal ne olabilir. Dünyadaki işlerinize zarar vermemek koşuluyla namazınızı kılın, heykel yapın, resim de."

"Camilerin kutsal minberleri halkın ruhsal, ahlaki besinlerine en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberler, halkın anlayabileceği dille, ruh ve düşünceye seslenmekle Müslümanların vücudu canlanır, düşünceleri temizlenir, imanı güçlenir, yüreği cesurluk bulur. Ancak buna karşılık, hutbe okuyanların sahip olmaları gereken bilimsel nitelikler, özel yeterlik ve genel kültüre sahip olmaları önemlidir." (1922)

"Bunca yüzyıllardır olduğu gibi bugün de ulusların bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak binbir türlü siyasal, kişisel çıkar ve çıkar sağlamak için dini alet ve araç olarak kullanmak girişiminde bulunanların -içerde ve dışarıda- varlığı bizi, bu konuda söz söylemekten ne yazık ki henüz uzak bulundurmuyor. İnsanlıkta dine ilişkin uzmanlık ve bilgi, her türlü boş inanışlardan sıyrılarak gerçek bilimin ışıklarıyla temiz ve mükemmel oluncaya dek din oyunu aktörlerine her yerde rastlanılacaktır." (1927)

"Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi çıkar sağlayanlar iğrenç kimselerdir. İşte biz bu duruma karşıyız ve buna izin vermeyeceğiz." (1930)

"İnkılabımızın asıl amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümüyle çağdaş, bütün anlam ve biçimleriyle uygar bir toplum durumuna ulaştırmaktır.

"Ulusu, yenilenme vadisinde durdurmaya çalışmak için gerici düşünceler yayanlar, belirli bir kesime dayanacaklarını sanıyorlar. Bu kesinlikle bir kuruntudur, sanrıdır."

"Uluslararası genel tarihin akışında Türklerin 1453 zaferini, yani İstanbul'un alınmasını düşününüz. Bütün bir dünyaya karşı İstanbul'u sonsuza dek Türk topluluğuna kazandırmış olan güç ve erkin, aşağı yukarı aynı yıllarda kılgılanmış ( icat edilmiş) matbaa makinesini Türkiye'ye almak için, hukuk adamlarının uğursuz direnmelerini yenmeye gücü yetmemiştir. Köhne hukuk ve hukukçuların yani köhne medrese ve yozdinsel kadronun, matbaa makinesinin ülkemize girmesine izin vermeleri için üç yüz yıl beklemek gerekmiştir." (1925)

"Bütün İslam dünyasının övünç kaynağı olan İbni Rüştler, İbni Sinalar, İmamı Gazaliler, Farabiler gibi yüksek düşünceli kişilerin ulusumuzun din bilginleri içinde ışıklı beyinleriyle varlık göstereceklerine eminim." (1923)

"Artık bugün yaşam ve insanlık gerekleri bütün gerçekliğiyle yansıyınca safsatalar, hurafeler kafalardan çıkmalıdır. Her gün yükselmeye ve gelişmeye istidatlı olan ulusumuzun, toplumsal ve yaratılışsal inkılap adımlarını kırmak isteyen engeller kesinlikle ortadan kaldırılmalıdır." (1924)

"Türk ulusu bilinçle ve bunca binyılların açtığı devasız yaraları acele tedavi etmek acısıyla gerçek denilen cevheri bulmuş olduğuna inanarak uzun adımlarla kurtuluş aramaya karar vermiştir. Bunun önüne set çekmek isteyeceklerin sonu Türk'ün güçlü ayakları altında ezilecektir. Bu ulus yalnız bu konuda herhangi bir zorluğa rastlarsa ben ve arkadaşlarım, duraksamadan bu güçlü ayak ve pençelerin önünde naçiz bir ulus fedaisi oluruz." (1928)

"Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, yaşam için, başarı için gerçek yol gösterici bilimdir. Bilimin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, sapkınlıktır. Yalnız bilimin, yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin gelişimini algılamak ve ilerlemelerini zamanla izlemek şarttır. Bin, iki bin yıl önceki ilkeleri, şu ana dek bin yıl sonra olduğu gibi uygulamaya kalkışmak, elbette ki bilimin içinde bulunmak değildir." (1925)

"Ben Türkçe ezanla, din değil dil üzerine eğilmek istiyorum. Konunun temeli din değil dildir. İnanıyorum ki Türk ezanı ve Kuran'ı kendi anadiliyle okursa daha dindar ve de asıl benimsediği dinin yüceliğini derinden ve bilinçle kavramış olacaktır." (1933)

"Ulus, uluslararası genel mücadele alanında yaşam ve güç nedeni olacak iklim ve aracın ancak çağdaş uygarlıkta bulunabileceğini bir değişmez gerçek olarak ilke kabul etmiştir. Sonuç olarak Beyler; ulus, saydığım değişiklik ve inkılapların doğal ve zorunlu gereği olarak genel yönetimini ve bütün yasalarının ancak dünya gereksinimlerinden esinlenmiş ve gereksinimin değişip gelişmesiyle esas olan dünya anlayışıyla yaşam koşulu nedeni saymıştır." (1925)

'' Din bir vicdan konusudur. Herkes vicdanının buyruğuna uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz yalnızca din işlerini, devlet ve ulus işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz. Art düşünceye ve eyleme dönüşen bağnazca hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz." (Yakınlarından Anılar, Asıf İlbay, s. 103)

"Dinsel düşünce ve inançlara saygılı olmak, öteden beri, doğal ve genel ölçüdür. Bunun tersini düşünmeye neden yoktur." (1925)

"Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse, hiçbir kimseyi bir din ya da bir mezhep benimsemeye zorlayamaz. Din ve mezhep hiçbir zaman siyasete araç olarak kullanılamaz." (Atatürk'ün Özelikleri, Kılıç Ali, s. 57)

"Türkiye Cumhuriyeti'nde her yetişkin dinini seçmekte özgür olduğu gibi, bir dinin töreni de serbesttir. Şu ki dinsel tören özgürlüğü dokunulmazdır. Doğal olarak dinsel törenler, asayiş ve genel yaşama aykırı olamaz; siyasal gösteri biçiminde yapılamaz." (1930)

"Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes Tanrı'ya istediği gibi tapınır. Hiç kimseye dinsel düşüncelerinden dolayı bir şey yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nde resmi din yoktur." (1930)

"Türkiye'de aslında gerici yoktu ve yoktur. Kuşku vardı. Bundan sonra yalnız bir şey akla gelebilir : O da bazı adi siyasetçilerin, çıkarcıların o kuşku ve hayali uyandırmaya çalışması, o yoldan hırs ve çıkarlarını tatmin etmeyi düşünmeleridir." (1930)

"Bu başarının, kutsal topraklarımızı düşman istilasından büsbütün olarak kurtaracak olan kesin zaferin iyi bir başlangıcı olmasını Tanrı’nın lütfundan dilerim."

"Minberlerin, halkın anlayacağı bir dille ruh ve dimağa seslenmekle Müslümanların vücudu canlanır, iman güçlenir, yüreği cesaret bulur. Ancak buna göre hatiplerin taşımaları gereken özellik yetenek ve dünyanın gidişini bilmeleri çok önemlidir."

"Halkın temiz, saf duygularından yararlanarak ulusun maneviyatına el uzatan kimseler ve onların izleyicileri ve yandaşları elbette ki birtakım cahillerden ibarettir. Bunlar Türk ulusu için sorun oluşturacak durumların meydana gelmesine daima etken olmuşlardır. Ulusumuzun önünde açılan kurtuluş ufuklarında sürekli yol almasına engel olmaya çalışanlar hep bu kurumlar ve bu kurumların üyeleri olmuştur. Ulusa anlatmalıdır ki bunların ulus bünyesinde yaptıkları yıkımı hissetmek gerektir. Bunların varlığını hoşgörüyle karşılayanlarla Menemen'de Kubilay'ın başı kesilirken kayıtsızlıkla izlemeye katlananlar ve üstelik alkışlamaya cesaret edenler aynıdır." (1931)

"Temeli çok sağlam bir dinimiz vardır; malzemesi iyi ancak bina yüzyıllardır savsaklanmış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek gereği hissedilmemiş. Tersine olarak birçok yabancı öge, yorumlar, boş inançlar binayı daha çok hırpalamış. Bizi yanlış yola sevk eden kötü yaratılışlılar bilirsiniz ki çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki ulusu mahvedeven, tutsak eden, yıkan kötülükler hep din kılığı altındaki dinsizlik ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar. Oysa, elhamdülillah, hepimiz Müslüman'ız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinimimiz yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile bize, dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir. Buna karşın hafta tatili, dine aykırıdır gibi iyi, akla ve dine uygun konulara ilişkin, sizi kandırmaya, ayak diremeye çalışan kötülükçülere güvenmeyin. Ulusumuzun içinde gerçek ve ciddi bilgeler vardır. Ulusumuz bu gibi bilgelerle övünmektedir. Onlar ulusun güvenini ve ümmetin saygınlığını kazanmışlardır. Bu gibi bilgelere gidin. Bu bey bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz deyiniz. Ancak genelde buna da gerek yoktur. Bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Bu ölçüyle herhangi bir şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca anlayabilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, toplum çıkarına uygundur; biliniz ki o dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, ulusun çıkarına, İslam'ın çıkarına uygunsa kimseye sormayın o şey dinseldir. Bizim dinimiz akıl ve mantığa uygun bir din olmasaydı en mükemmel din olmazdı; en son din olmazdı." (1923)

"Hz. Peygamber, bütün Müslümanların ve kutsal kitap sahiplerinin bildiği üzere, Tanrı tarafından dinsel gerçekleri insanlık dünyasına duyurmaya ve anlatmaya görevli buyurulmuşlardır ve adı Peygamberdir. Yani haber ulaştırmakla görevlidir. Yüce Tanrı Kuran-ı Kerim'de kendisine Emirlik, Sultanlık ve taç vermiş değildir; hükümdarlık vermiş değildir. Peygamberlik göreviyle göndermiştir. Doğal olarak gerçek görevini tümüyle kavramış olan yüce Peygamber, bütün dünya insanlarına onu duyurdu. Hepinizce bilinmesi gerektir ki o dönemde, örneğin Doğu'da bir İran devleti, kuzeyde bir Roma İmparatorluğu vardı. Öbür örgütü ve kurulu devletler vardı ve yüce Peygamber devletlere gönderdiği Peygamberlik mektuplarında buyurmuşlardır ki "Tanrı bir ve ben O'nun tarafından size gerçeği anlatmakla görevliyim. Hak dini, İslam dinidir ve bunu kabul ediniz." Ve fakat eklemiştir "Ben size hak dinini kabul ettirmekle sanmayınız ki sizin ulusunuza, sizin hükümetinize el koymuş olacağım. Siz hangi hükümet biçiminde, hangi durumda bulunuyorsanız o yine aynı kalacaktır. Yalnız hak dinini kabul ediniz ve koruyunuz." (1923)

"Cumhuriyet Hükümeti'mizin bir Diyanet İşleri makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok görevlileri bulunmaktadır. Bu görevli kişilerin bilim ve erdemlerinin derecesi bilinmektedir. Görevli olmayan birçok insan da görüyorum ki aynı giysiyi giymeyi sürdürmektedirler. Bu gibiler içinde çok cahil üstelik okuması yazması olmayanlara rastladım. Özellikle bu gibi bilgisizler, kimi yerlerde halkın temsilcileriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya bağlantı kurmaya neredeyse engel olmak sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum : 'Bu tutum ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır?' Ulusa anımsatmak isterim ki bu kayıtsızlığa izin vermek kesinlikle doğru değildir. Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kişilerin görevli olan kimselerle aynı giysiyi taşımalarındaki sakınca bakımından Hükümet'in dikkatini çekeceğim." (1923)

"Her şeyden önce şunu en yalın bir dinsel gerçek olarak bilelim ki bizim dinimizde özel bir sınıf yoktur. Ruhbanlığı (din adamları sınıfını) reddeden bu din, dinde tekelciliği kabul etmez. Örneğin, aydınlatma görevi mutlaka din bilginlerine ait olmadıktan başka dinimiz de bunu kesinlikle yasaklar. Bu durumda biz, diyemeyiz ki 'Bizde özel bir sınıf vardır. Öbürleri dinsel yönden aydınlatma hakkından yoksundur.' Böyle düşünecek olursak suç bizde, bizim bilgisizliğimizdedir. Hoca olmak için, yani dinsel gerçekleri halka telkin etmek için mutlaka hoca giysisi şart değildir. Bizim yüce dinimiz her erkek ve kadın Müslüman'a genel olarak araştırmayı farz kılar ve her erkek ve kadın Müslüman toplumu aydınlatmakla yükümlüdür."

"Beyler, bir düşünceyi daha düzeltmek isterim. Ulusumuzun içinde gerçek din adamları, din adamlarımızın içinde de ulusumuzun hakkıyla iftihar edebileceği bilginlerimiz vardır. Ancak bunlara karşı hoca giysisi altında gerçek bilimden uzak, gereği kadar öğrenmemiş, bilim yolunda gereği kadar ilerleyememiş hoca görünüşlü cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız. Gezilerimde birçok gerçek aydın din bilginlerimizle görüştüm. Onları en yeni bilimsel eğitimi almış, sanki Avrupa'da öğrenim görmüş bir düzeyde gördüm. İslamlık ruhu ve gerçeklerini çok iyi bilen din bilginlerimizin tümü bu olgunluk derecesindedir. Kuşkusuz ki bu gibi din bilginlerimizin karşısında imansız ve hain din adamları da vardır. Din adamları içindeki böyle hainleri korumak, aşağılık hareketlerini şeriat düzenine uygulamak, din kılığı ve şeriat sözleriyle ulusu kandırıp aldatan din adamlarının, böyle kötülüğe alet olan insanların yüzündendir ki dört Halife'den sonra din, sürekli siyaset aracı, çıkar aracı, baskı aracı yapıldı. Artık bu ulusun ne öyle Hükümdarlar, ne böyle alimler görmeye tahammül ve olanağı yoktur. Onlara karşı benim kişiliğimden bir şey anlamak isterseniz derim ki 'Ben şahsen onların düşmanıyım.' Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim kişisel imanıma değil, o adım benim ulusumun yaşamına kasıt, o adım ulusumun yüreğine gönderilmiş zehirli bir kamadır. Benim ve benimle aynı düşüncedeki arkadaşlarımın yapacağımız şey, kesinlikle ve kesinlikle, o adımı atanı tepelemektir." (1923)

"Biz kişisel kahramanlık sahneleriyle uğraşmıyoruz. Yalnız size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında uzaklığınız sekiz metre yani ölüm kaçınılmaz. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tümüyle şehit oluyor. İkinci siperdekiler onların yerine gidiyor. Ancak ne kadar özenilecek büyük bir sakinlik ve inançla biliyor musunuz?! Öleni görüyor; üç dakikaya kadar öleceğini biliyor; en ufak bir korku bile göstermiyor. Sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar; bilmeyenler kelime-i şehadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh gücünü gösteren, hayran olunacak ve kutlanacak bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Savaşı'nı kazandıran bu yüksek ruhtur." (1918)


SAYGILAR
 
Öncelikle bunu paylaşdığın için saol.bunları bilmememiz gerekiyo. ama malesef bi kısım insanlar sağdan soldan duydukları hurafeleri bilmekde mesela atatürki topara atmışlar kabul etmemiş suta atmışlar kabul etmemiş gibi komik hurafeler. Atatürk'ün nasıl bi kul olduğunu ardahandaki allahuekber dağındaki bulut un dağa yansıttığı gölgesi onun allahın nasıl bi kulu olduğunu belirtiyo.
 
Atatürk hakkında ileri geri konuşanlara, orda burda duydukları yalan yanlış şeyleri millete özene bezene anlatanlara kapak olsun. Asıl din düşmanları dine ihanet edenler, dini kullananlardır.
 
Paylasimin İçin Çok Teşekkür Ediyorum.Herkes Okusun Okusun ki Örnek alsin.İleri Geri konuşmasin.
 
irfanfatih' Alıntı:
Atatürk hakkında ileri geri konuşanlara, orda burda duydukları yalan yanlış şeyleri millete özene bezene anlatanlara kapak olsun. Asıl din düşmanları dine ihanet edenler, dini kullananlardır.
SÖLEDİKLERİNE HARFİYEN KATILIYORUM
 
Atatürk hakkında ileri geri konuşanlara, orda burda duydukları yalan yanlış şeyleri millete özene bezene anlatanlara kapak olsun. Asıl din düşmanları dine ihanet edenler, dini kullananlardır.

oku evladım önce, oku.....

ne diyimki, çüşşş mü demeliyim....

atatürk hadisleri sildirtti, kuran dedi, ve sadece türkçe...

oku önce okkuuuuu
 
Ali Baba, sana ancak gülerim; asıl sen oku, yukarıda herşey açıkca anlatılmış, hepsi belgeleriyle orada duruyor, sense saçmalıyorsun. Senin belgelerin nerde ? Maksadın ne senin ? Forumu karıştırmak mı ? Burda öyle şeylere yer yok bilesin, üslubuna da dikkat et, ne o öyle çüşş müşş önce okuuu okuuuuu falan ???
 
Paylaşım için saol Fatih kardeş...Allah razı olsun....Alibaba seni neden hep ortamı gererken görüyorum...
 
Paylaşım için teşekkürler "irfanfatih" bu yazı da Atamızı dinsiz, din düşmanı gösterenlere kapak olsun.Ama boşuna çaba zaten o zatların beyni olmadığı için ne yazsanda fayda etmez kanımca.
 
Geri
Üst