Asklepion'da Ruh Acilarina çare Araniyor

MaYdOnOz

New member
Katılım
23 Haz 2005
Mesajlar
1,072
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
44
ASKLEPİON'DA RUH ACILARINA ÇARE ARANIYOR
2500 YILLIK TEDAVİ


Manisa Akıl Hastanesi'ndeki genç kız, "mutluluk modası" olmasını istemişti. Bedenleri ve özelikle de ruhları hasta olanlara "mutluluk modası"nı dünyada ilk aramaya başlayan mekanlardan biri Asklepion oldu. Bugün, burada Türk ve yabancı bilim adamları çeşitli tedavi yöntemlerini tartışıyor.

Kızgın güneş altında bildirisini sunan Uzman Psikolog Leyla Navaro, rekabet ve kıskançlıkta kadınların yenik düştüğünü anlattı. Navaro, bir grup terapisinde üyelerden birinin sevgiyi "zehirli elma"ya benzettiğini anlatarak, "Annelerin kız çocuklarına karşı aşırı korumaları bazen onları felç ediyor" dedi.

Manisa Akıl Hastanesi'nin Kadınlar Koğuşu. Dışarıdan gelen yabancı bir insana; antikorların mikroplara direnmesi gibi bir tepki veriyorlar. "Yabancı" demek, "korku" demek onlar için. "Akıl"dan arındırarak kurdukları güvenli dünyanın hemen dağılıvereceğini ya da "benzer" olmayanın kendilerine acı vereceğini düşünüyorlar. Kadınların hepsi koşarak odalarına kaçıyor. Sonra bedenlerini kapıların arkasına saklayıp, başlarını uzatarak bakıyorlar. Korkarak bakan onlarca göz var üzerimde. İçlerinden sadece biri bu korkulu havayı yırtıp adeta meydan okuyarak yanıma geliyor. 19-20 yaşlarında. İnce yapılı. Saçları simsiyah ve dalgalı. Yüzü yaşıyla büyük bir zıtlık içinde. İnanılmayacak kadar yorgun. "Kimsin sen?" diyor, dövüşecek gibi. "Gazeteci" olduğumu öğrenince yüzü iyice kararıyor ve sesini yükselterek, "Ben gazetecileri hiç sevmem!" diyor. Ben sadece susup oradaki bir sandalyeye oturuyorum. Uzun süre hep birlikte susuyoruz. Aradan bir zaman geçince gelip, yanımdaki sandalyeye oturuyor. Ve sohbet etmeye başlıyoruz. Ondan cesaret alan diğer kadınlar da yavaş yavaş etrafımızı sarıyor. O dönemde Türkiye'de ve Manisa'da yapılacak seçimi konuşuyoruz. Biraz önce kendisine "şok" verildiğini söylüyor cümle arasında. Tam ayrılacakken, üzerimdeki beyaz üzerine kırmızı puanlı bluza takılıyor ve soruyor: "Moda mı bu?" "Bilmiyorum" diyorum ve vedalaşıyoruz. Ben kapıdan çıkarken arkamdan bağırıyor:

"Biliyor musun, ben mutluluk modası olsun istiyorum! Mutluluk modası olsun!"


"Buradan İçeriye Ölüm Giremez"

Ruhları acıyan insanların ütopyası olan "mutluluk modası"nı dünyada ilk arayan yerlerden biri Bergama'daki Asklepion. M.Ö. V. yüzyıldan, M.S. V. yüzyıla kadar dünyanın her yanından gelen hastaları iyileştiren özellikle de ruh hastalıklarının tedavisinde öne çıkan Asklepion'da, 27 Mayıs'tan beri Türk ve yabancı hekimler ruh hastalıklarının tedavisini tartışıyor. Bugün sona erecek kongereye 380 psikiyatrist, psikolog, sosyal hizmet uzmanı ve psikolojik danışman katılıyor. Bu yıl 25'incisi yapılan Grup Psikoteparileri Kongresi'ne bildirilerini sunmak için gelen hekimler, kapısında "Buradan içeriye ölüm giremez" yazılı kapısı olan mekanda çalışıyor.

Kızgın güneşin altında bildiriler okunurken, Asklepion'da tedavi görerek iyileşen Romalı İmparator Hadrianus, Antoninus ve Karakalla'nın anıları ortalarda dolaşıyor.


"Başarılı Kadınlar Dışlanır"

Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Bölümü'nden Uzman Psikolog Leyla Navaro, biri İsrail olmak üzere dört ayrı grupta, altı ay süreyle çalıştığı "Kıskançlık ve Rekabette Cinsel Roller" adlı bildirisini Asklepion'da 30 derece güneş altında sundu. 2500 yıl önce de burada acılara ve hastalıklara çare arandığını düşünen izleyiciler, onlarla bütünleşmenin büyüsü içinde sıcağa saatlerce dayandılar. Novara, rekabette ve kıskançlıkta, hayatta başarılı bile olsalar kadınların nasıl yenik düştüğünü anlattı. Zaten "Bergama Uygarlık Tarihi" adlı kitabında Eyüp Eriş de, "Asklepion'a her kesimden halk gelmekte olup, kadınların ise daha çok ilgi gösterdikleri anlaşılmaktadır" diyordu.

Navaro, erkek çocuğun babayla rekabetinin zor olmadığını, oysa kız çocuğun anneyle rekabetinin kendisinde bazen yaralar açtığını, yaptığı grup terapilerden örneklerle anlatarak şöyle dedi:

"Bir grup terapisinde "üvey anne", "Pamuk Prenses" meteforu ile kimin neyle özdeşleştiğini tartışarak "zehirli elma"nın ne olduğunu konuştuk. Grup üyelerinden biri, "Zehirli elma annenin sevgisi" dedi. Zehirli elmayı yiyen Pamuk Prenses felç olmuştu. Annelerin sevgisi, aşırı koruyuculuğu da bazen kızları felç ediyor. Aşırı koruyuculuk onların kendilerini geliştirmelerini önlüyor."

Navaro şöyle devam etti:

"Kadın olarak bizler, kızdığımız veya istemediğimiz durumlarda diğer kadınları afaroz ederiz. Dışlarız. Bu bir savunma mekanizmasıdır. Başarılı kadınlar dışlanır. Başarılı erkeklerin etrafı doludur. Özellikle kadınla doludur. Fakat başarılı kadınların etrafı boşalır. Kadınlar için bu varoluşçu bir yalnızlıktır."


Tedavi, Bergama Köylülerine Parasız

Asklepion'da ruh hastalıkları ile birlikte, felç, göğüs darlığı, mide ağrıları, körlük gibi gibi ağır hastalıkları ile yara bereler bile tedavi ediliyordu. Burada ne bir adamın ölmesine, ne bir kadının doğurmasına meydan verilmezdi. Uzak yerlerden gelenler ile çok ağır hastalar "Virankapı" girişte, muayene edilir, tedavisi olanaksızsa içeri alınmazdı. Asklepion'a giren hastaların hastalıklarına ve sosyal durumlarına göre para alınıyordu. Sadece Bergama köylüleri parasız tedavi olabiliyordu. Bugün tıp biliminin sembölü olan yılan, Asklepion'a mermer bir sütunun üzerinde bulunuyor.


Kıskançlık Kaktüs Gibi

Uzman psikolog Leyla Navaro, kadınların özellikle önem verdikleri bir başka kadın tarafından kıskanılmasının çok tehlikeli olduğuna dikkat çekerek, "Hep birlikte kazanmanın yollarını bulmalıyız" dedi

Uluslararası Grup Psikoterapileri Derneği Seçilmiş Başkanı Dr. Rustamjee, güçlülerin acı çekenlere karşı duyarsız kaldığını belirterek, "Dünyada çekilen acılarla uyum içinde olalım" çağrısında bulundu.

Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Bölümü'nden Uzman Psikolog Leyla Navaro, "Kıskançlık ve Rekabette Cinsel Roller" konulu çalışmasını ve deneyimlerini aktarırken, kıskançlığı bir kaktüse benzetti.

Kıskançlığın farklı bir gözle de değerlendirilebileceğini belirten Navaro, burada da kadının nasıl yenik düştüğünü şöyle anlattı:

"Kıskandığımız zaman bu duyguyu, kaktüs gibi dikenli hissediyoruz. Fakat onu geliştiren köklerin arasında gelişme, hırs, motivasyon gibi olumlu kökler var. Kıskançlığa farklı bir gözle bakabilirsek ondan yararlanabiliriz. Çünkü bütün duygular gibi içinde enerji var. Bu enerjiyi kendimizi geliştirmek için kullanabiliriz. Biz grup terapisinde kıskançlığı tekrar tanımlayıp, bunun bir güdüm aracı olduğunu kabul ettik. O zaman kıskançlığımızı daha çok sevip, onun bizi nasıl geliştireceği üzerinde düşündük."


Kadınlarda Tehlikeli

Hayatın bütün alanlarında erkeklerle birlikte yaptığı koşuda, "engelli" olarak yarışmak zorunda kadınlar, duyguların paylaşımında da zoru yaşıyor. Navoro, özellikle kadınlarla ilgili yaptıkları çalışmalarda "Kıskanılma" konusunun çok uzun zaman aldığını belirterek, sonuçlarını şöyle anlattı:

"Kıskanılma kadınlar için çok tehlikeli. Erkekler kıskanılmaktan çok keyif alıyor. Kadınlar ise kıskanılmaktan, özellikle önem verdikleri kadın tarafından kıskanılmaktan çok ürküyorlar. Çünkü bu durumda ilişkiyi kaybetme, dışlanma kaygıları var. Bu konuda yaptığımız psikodramada özellikle anne tarafından kıskanılma grupta çok fazla zaman aldı. Grupta anne tarafından kıskanılma çok acı yaşandı."


Hep Birlikte Kazanalım

Kadınların önlerinde tek modelin, "kazan-kaybet" olduğuna dikkat çeken Novaro, ancak bir başka yolun, "kazan-kazan" olduğuna dikkat çekti ve bütün kadınlara şöyle seslendi: "Hep beraber el ele verelim. Birlikte kazanalım. Rekabette yeni yollar bulmak zorundayız. Birlikte güçlenebiliriz veya yine rekabette olup, arkadaş kalabilme yolunu geliştirebiliriz."

Holiganların Travmatik Geçmişi Var

"Travma" nın sözlükteki karşılığı şöyle: "Canlı üzerinde, beden ve ruh açısından önemli ve etkili yaralanma belirtileri bırakan yaşantı."

Almanya Psikodrama Derneği Başkanı, Psikodramist Jörg Burmeister, travmaları, özellikle "işkence" ve "cinsel taciz"in ruhlarda nasıl yaralar açtığını anlattı. Travmanın bedende saklı kaldığını ve benzer imgelerle karşılaşıldığında vücut diliyle ortaya çıktığını belirten Burmeister, bu kişilerin yaşadıklarını şöyle anlattı:

"İşkence veya tecavüz gibi olaylarda bu tepkiler çok daha şiddetli ortaya çıkıyor. Çünkü kişilerin güveni kayboluyor. Bu kişilerin güven ilişkisini uzun süre kuramadıklarını görüyoruz. Hem kendilerine hem de diğer kişilere olan güvenlerini kaybediyorlar. Ve büyük bir utanç duyuyorlar. Kendilerini her zaman güçsüz hissediyorlar. Sonuçta bir "anlam kaybı" çıkıyor ortaya. Kendilerine ve çevreye karşı güvenleri o kadar azalıyor ki; bu dünyada iyi bir şey olacağına inanmıyorlar. Travmaya uğrayanlarda yaşamın hiçbir değeri olmadığı çıkıyor ortaya. Holiganlarda da bunu görüyoruz. Araştırıldığında, hepsinde travmatik bir geçmiş yakalarsınız."

Burmeister'e göre, bu insanların tekrar normal duyguları yakalayabilmesi için terapiyi yürüten kişilerin onlara "seçme" olanağı vermesi gerekiyor. Örneğin, "Nerede oturmak istersin?", "Beğendiğin rengi söyle", "En sevdiğin enerji formu nedir? (Toprak, su)" gibi. Bütün bu sorular, ruhları yaralı bu kişilere kendilerini ifade etme hakkı olduğunu hissettiriyor. Bedenleri de yara aldığı için müzik, resim ve dansın rahatlatıcı etkisi olduğunu belirten, Burmeister, işin sırrını şöyle açıklıyor: "Önemli olan onlara güvenli bir alan yaratmak. Travmatik olaydan önce yaşanan mutlu anları hayal etmek de yaraya merhem niyetine geçiyor."


Kaybolan Değerler Aranıyor

21. yüzyıla girerken, insanoğlu en küçük hücreden, evrenin sonsuzluğuna kadar uzanan yolcuuğunda kazanımlarının muhasebesini yaptı. Bilim alanında, sporda, edebiyatta atılan hızlı adımların coşkusu yeni yüzyıla girerken, birer fişek olup gökyüzüne uçtu. Ancak başka bilim adamları da "kayıplar" üzerine düşünmeye başladı. Kayıplar üzerine düşünen bilim adamlarından biri de Budapeşte'de "kaybolan değerler" üzerine çalışma yapan Macaristan Psikodrama Enstitüsü Müdürü Dr. Pinter Gabor. Onun konusu: Psikodrama kanalıyla değerlerin aktarımı.

Gabor yaptığı çalışmanın sonuçlarını şöyle anlattı:

"Eski insanlar şu değerlerle ilgilenmişler: Güzellik, iyilik ve gerçeklik. Daha sonra bu değerler değişmiş ve günümüzdeki yerini almış. Budapeşte'de "değerler" konusunda iki yılı aşkın süre içinde çalışma yaptım. Bu çalışma içinde bir anket geliştirdik. Yaklaşık 54 değere ulaştık. Ancak ben ulaştığımız ilk on değeri açıklamak istiyorum. Bunlar önem sırasına göre şöyle: "Sevgi, aile güvenliği, onur, mutluluk, sağlık, iç huzur, adalet, sadakat, iyi bir mesleki bilgi ve samimiyet."

Gabor psikodramanın, değerlerin aktarımı konusunda çok önemli bir görev üstlendiğini belirterek, konuyu tartışmaya açtı.

Uluslarası Grup Psikoterapileri Derneği Seçilmiş Başkanı Dr. Sabar Rustomjee, tanık olduğu bir olayı aktararak, sokakta acı ve çaresizlik içinde olan bir kadının yanından herkesin nasıl hiçbirşey yokmuş gibi geçip gittiğini anlattı. Acı çeken insanların kendilerini ifade edemediğine ve gücü olanların ise çekip gittine dikkat çeken Rustomjee, "Dünyada çekilen acı ile uyum içinde olalım" çağrısında bulundu.

Diğer bilim insanları ise; sevginin bütün dünyada anlam değiştirdiğini insanların ancak en yakınındaki kişileri sevdiğini söylediler. Ancak ardından şunu eklediler: "Türkler birbirini daha çok seviyor."


Minyatür Hayatlarda Çözülen Düğümler

2500 yıl önce ilk kez Asklepion'da kullanılan psikodramada, insanların ifade edemedikleri duyguları oyun sırasında ortaya çıkıyor

Psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde önemli yeri olan psikodrama ilk kez Asklepion'da kullanıldı. İyişleştirme yöntemleri içinde Asklepion Tiyatrosu'nun çok önemli bir yeri vardı. Gerçek yaşamda çekilen acılar burada oyun haline getiriyor, dile getirilemeyen duygular bu yolla ortaya çıkıyordu.

Bugün aynı mekanda gerçekleştirilen Grup Psikoterapileri Kongresi boyunca da çadırlar kuruldu. Her bir çadırda ayrı bir uzman başkanlığında grup terapileri yapıldı.

Uzun süre boyunca hem psikoterapiye hem de psikodramaya katılanlar ikisinin arasındaki farkı şöyle anlattılar:

"Psikoterapide, psikiyatrist yönetici konumunda. Psikodramada ise daha eşit bir ilişki var. Psikiyatrist burada sadece soru soruyor. Hasta hakları açısından bakıldığında ben bu yöntemi daha çok benimsiyorum. Burada daha dengeli bir ilişki var.

Bu uygulamalarda şunu gördüm ki; hayal etmek, bilmekten çok daha önemli. Bizi derinden etkileyen olayları burada bir oyun şeklinde tekrar yaşıyoruz. Aslında burada "minyatür hayatlar" yaşanıyor. Daha önce söyleyemediklerimiz bu oyun sırasında ortaya çıkıyor. İnsan isterse psikiyatriste hiçbirşey anlatmayabilir. Ama burada hayatını canlandırırken, kendiliğinden birşeyler söylüyor. Hayatı yaşamaya engel olan noktalar ortaya çıkıyor. Kişi bunlarla nasıl mücadele edeceğini öğreniyor."


Başkalarını Anlama Yolu

Psikodramada insanlar sadece kendi kendileri ile olan hesaplaşmaları değil, diğer insanlarla ilgili sorunlarına da çözüm arıyorlar. Bu deneyimi kazananlar şunları söylüyor:

"Benden başka insanlarla ilgili daha doğru düşünmeyi öğrendim. Başkalarının duygularını hissetmeyi (empati) öğrendim. İnsanların duygularını "sözler" ile değil, "beden dilleri", "seslerinin tonu" gibi aslında konuşmaya da ihtiyaç duymadan aktarabildiklerini öğrendim. Örneğin, bir arkadaşıma, "Ayşe sen beni sevmiyorsun. Beni aramıyorsun" yerine; "Ayşe beni aramadığın zaman kendimi kötü hissediyorum. Senin sevgine ihtiyacım var" demeyi öğrendim. Psikodrama bana "ben" dilini öğretti. Bu dilde, karşı tarafı suçlamadan, yargılamadan, sadece kendi hissettiğin duygunu ifade ediyorsun."


"İçimdeki Düğüm Çözüldü"

Psikodramaya ilk kez katılan bir başkası ise, "Ben bugüne kadar bu sorunları anlatmıştım. Ama bugün ilk kez tekrar yaşadım. Beni bu kadar derinlemesine etkilediğini aslında bilmiyormuşum. İçimdeki bir düğümün çözüldüğünü hissettim" diyerek duygularını ifade etti.

Psikodramada başa çıkamadıkları duygularla dövüşmeyi öğrenenlerin büyük bir çoğunluğu ise sonucu "Hayata yeniden başlamış gibiyim. Bazen aylarca evden dışarı çıkacak gücü bulamıyordum. Şimdi kendimi çok güçlü hissediyorum" diye ifade ettiler.


İçimizdeki Müzik

Asklepion'daki dehlizlerde Dr. Moreno'nun yönettiği toplantıda müzik eşliğinde düşlerindeki kayıklara binen katılımcılar, içlerine doğru bir yolculuğa çıktı

Gözlerinizi yavaşça kapatın. İçinizle en çok uyum sağlayan müziği dinlemeye başlayın. Bir gölün kenarındayız. Etraftaki ağaçların dalları gölün üzerine doğru eğiliyor. Bulunduğunuz kıyıya bir kayık yanaşıyor. Kayığa biniyorsunuz. Herkes istediği yöne doğru gidiyor. Gittiğiniz yerler, ruhsal çözümlerinizi başlatıyor.

Onlar da öyle yaptılar. 2500 yıl önce yaşayanlar ve 21. yüzyılda orada buluşanlar. 2500 yıl önce yaşayan insanların Asklepion'daki dehlizlerde müzik dinleyerek ve rüyaya yatarak nasıl iyileştiklerini Eyüp Eriş, Bergama Uygarlık Tarihi adlı kitabında şöyle anlatıyor:

"Yeni gelen hastaları rüyaya yatırmak için gecikmeden gerekli tören yapılırdı. Çünkü hastanenin gizemsel bir ortamı vardı. Hasta buraya geldiğinde havanın, doğasının tapınaklarının, loş, koridor ve geçitlerinin etkisiyle başka bir aleme girmiş izlenimine kapılırdı. Temizliği yapan, giysilerini değiştiren hasta özel giysilere bürünür ve hastalığına ilişkin adakta bulunurdu. Kurban kesemeyen yoksullar, hamur ve mumdan yapılma hayvan idolleri boyarlardı. Adak töreninden sonra hasta tapınağa girip, dua eder ve daha sonra kutsal çeşmeden suyunu içerdi. Suyunu içen hasta, loş dehlizden geçirilir ve ikinci yuvarlak kapının altındaki loş bölüme getirilirdi. Burada yağ kandillerinin gizemsel ışıkları ve gölge içinde Tanrı ile başbaşa bırakılırdı. Burada hastanın yatması için tahta kerevet, ot minder ve yastık bulunurdu. Üzerinde örteceği çarşaf ve örtüleri hastalar kendileri getirirdi. Uyumak üzere yatan hastaya hekimler, "Burada yat. Uyuyuncaya kadar dua et. Tanrı sendeki derdin devasını bildirecektir. Ne görürsen, ne duyarsan bize anlat" deyip giderlerdi.

Asklepion'da tedavi görmüş ünlü düşünür ve yazar Aristit, bir rüyasını şöyle anlatmaktadır:

"Rüyamda Tanrı'yı gördüm. O'nun kaybolmasından korkuyordum. Saçlarım başımın üstünde dimdik olmuştu. Sevincimden titriyor ve ağlıyordum. Bana iyileşmem için bir şurup önerdi."


Osmanlılarda Müzikle Tedavi Vardı

Asklepion'daki dehlizin içinde "müzikle terapi"yi uygulamalarla anlatan Dr. Joseph Moreno St. Louis Üniversitesi'nde "müzik terapisti" olarak görev yapıyor. Müzikle terapi konusunda bugüne kadar yaptığı çalışmaları "İç Müziğini İcra Et" isimli kitapta toplayan Moreno, müzikle terapinin eski çağlardan beri orjinalliğinden çok fazla birşey kaybetmediğini söyledi.

Moreno, Afrika'daki ilkel kabilelerin kullandığı müzik aletlerinden, Mevlevi törenlerinde kullanılan müziğe kadar, her tür müziğin ruhsal tedavilerde kullanıldığını belirterek şunları anlattı:

"Mevlevilerin müzik eşliğinde dönmeleri aslında bir müzik tedavi yöntemi. Müzikle tedavi 50 bin yıldan beri uygulanıyor. Bazı mağara duvarlarında rastladığımız resimlerde, bir kadın doğum yaparken, diğerlerinin el çırptığını görüyoruz. Biz bu insanların deneylerinden yararlanıyoruz. Biz bugün sadece sözler ve bilgisel olanla ilgileniyoruz. Onun dışında din var, renkler var, büyü var. Bunları gözardı ediyoruz."

Amerika'da müzikle tedavi yöntemini uygulayan 4 bin uzman olduğunu ve 50 yıldan beri uygulandığını belirten Moreno, Türkiye'de Osmanlılar döneminde müzikle tedavi yapıldığını söyledi.

Moreno'nun verdiği bilgiye göre; her dinde müzikle terapi yöntemi var, ama dünyada dinden öte terapi biçimini Osmanlılar uygulamış. Hatta her makamın ayrı bir işlevi varmış.

Kaynaklarda saklı duran bu yöntemler, bugün araştırıcılarını bekliyor.


"Aşk Ölümden Daha Güçlüdür"

Herşey iki yıl önce Bergama'da Sofokles'in ünlü eseri Antigone oynanırken oldu. Oyunu beş bin kişi izliyordu. Bütün seyirciler ve oyuncular ağlamaya başladı. Oyunda özgürlük için verilen mücadele anlatılıyordu. Oyunu izleyenlerden biri, "Eğer ölümü bir gün tecrübe edebilirsem, aşkın gücünü o zaman anlayacağım" dedi.

O ortamda, Almanya Psikodrama Derneği Başkanı Dr. Jörg Burmeister de vardı. Burmeister bu cümleden öylesine etkilendi ki, bu yıl Asklepion'a geldiğinde, "Aşk Ölümden Daha Güçlüdür" başlıklı bir bildiri sundu.

Aşkın ölümden niçin daha güçlü olduğunu sorduğumuz Burmeister şunları anlattı:

"Aşkın gücünü yaşayabilmek için insanın içindeki bütün korkulardan kurtulması gerekir. Aşk ölümden daha güçlüdür, çünkü; sevdiğini kaybetsen bile ona duyduğun aşkla yaşamaya devam edebiliyorsun. Ben bunu yaşadığım için, bu başlığı seçtim. Ölümün üstesinden gelebilmenin yolu, aşkı, tekrar ve tekrar yaşamaktır. Aşksız ne bir kadın, ne bir erkek olabilir. Zaten aşk olmadan insan dünyaya gelemez. Ben travma geçirmiş insanlarla çalıştım. Onların travma geçirmiş olmalarının en önemli nedeni sevgiyi ve aşkı unutmuş olmaları. Onlar sevgiyi duymamanın korkusunu yaşıyorlar içlerinde. Eğer onlara sevgi verilirse, tekrar hatırlayacaklar. Sevgiyi buldukları andan travmadan çıkacaklar."


Kaynak

Elvan Feyzioğlu
Yeni Asır
Ocak 2000
 
Geri
Üst