ASKER DÜŞMANLIĞI üzerine

Camurbskni

Banned
Katılım
21 Ocak 2009
Mesajlar
162
Reaction score
0
Puanları
0
ASKER DÜŞMANLIĞI ÜZERİNE (1)

asker_dusmanligi_uzerine.jpg

Sizlere genellikle geçmişte cereyan etmiş olayları satha çıkararak bilgi sunmaya çalışıyorduk.​

Ancak günümüzde Asker karşıtı öyle bir dönem yaşanmaya başlandı ki; geçmişle günümüzü karşılaştırarak, Türk ulusu için en hayati konulardan biri hakkında bilgi sunmak ve geçmişte hiç anımsatmak istemediğimiz bazı gelişmeleri hatırlatmak ve günümüz olaylarını ona göre değerlendirmek bir ihtiyaç halini aldı.

Hatırlanacağı gibi Milli mücadele döneminde Askerleri rahatsız eden en önemli konu; ne İngilizlerle Fransızlar, ne Ermeniler ve ne de Yunan ordusu olmuştu. Onlar gözle görülen, zayıf ve kuvvetli tarafları gözlenebilen, izlenebilen bir düşmandı. Yapacaklarını en başta yapmışlar, imzalanan ateşkes anlaşmasına göre Türk Ordusunu dağıtmayı ve Türk Halkını Ordusuz bırakmayı başarmışlardı. Milli Mücadelenin başladığını anladıkları ilk andan itibaren Anadolu’yu savunmak için Türklerin yeni bir Ordu kurmak mecburiyetinde olduklarını çok iyi biliyorlardı. Bu nedenle ellerindeki askeri gücü ustaca kullanarak bir taraftan Anadolu’yu işgal ederken diğer taraftan da yeni bir Türk Ordusunun kurulmasını önlemeye çalışmaktaydılar. Buna paralel olarak tehdit altında bulundurdukları, başta Osmanlı Devlet ve Din adamları olmak üzere yerli unsurları kullanmak istediler ve başardılar.

İşte yeni bir ordunun uzun süre kurulamamasının en büyük nedeni bu “Saltanat taraftarı ekip ve yardımcıları” olmuştur. Mustafa Kemal ve arkadaşlarına en büyük rahatsızlığı da bu grup vermiştir. Metotları ilkel, iğrenç ve saldırgandır. Bu konuda size bir iki örnek sunmak isteriz:

TBMM’nin açılışından hemen önce 11 Nisan 1920 günü Halifenin emri ve Şeyhülislamın imzası ile yayınlanan fetvalar sonucu Anadolu’nun her tarafında Dinci kesimlerin isyanlar başlattıklarını hatırlıyoruz. Bundan sonra hükümetin ard arda yayınladıkları bildirilerle bu isyanlar teşvik edilmiş ve desteklenmiştir. 19 Mayıs 1920 tarihinde yayınlanan bir bildirinin subayları hedef alan ve halkı direnç göstermeye davet eden sözleri şöyledir:

“Ey padişaha, dine, devlete beş yüz seneden beri bağlılığı ile dünyayı hayrette bırakmış olan gerçek Müslümanlar: Bolşevik adı altında dört yüz yıllık din ve devlet düşmanımız olan Moskoflardan çıkmış dinsel yasaya aykırı ve kanun dışı olan bir görüşe kapılan bir takım eşkıya, vatanı kurtaracağız diye Anadolu’nun siz saf ve dürüst halkını aldatarak, Padişahına, Müslümanların halifesine isyan bayrağı çekmişlerdir. Bolşeviklik, paranın, malın ve arazinin ayak takımı yersiz, yurtsuz bir takım haydutlar tarafından yağma edilerek bu haylaz, tembel, cani herifler arasında bölünmesi, hiç kimsenin nikahlı karısı olmayıp her kopuğun her kadını istediği gibi kullanması, çocuklar iki yaşına kadar analarının kucağında kaldıktan sonra alınıp genelevlerde beslenerek anasız ve babasız yetiştirilmesidir ki, ne bir baba çocuğunu, ne bir evlat ana babasını tanımaması demektir. Bu, dinimiz olan İslama aykırı olduğu gibi aile hayatına, insanlığa her şeye zıt bulunduğu için Müslüman memleketlerinde sökemez…

Ancak memleketimiz öteden beri haydutluk ve soygunculuğa alışmış, seferberlik sürdüğü müddetçe vurgun vurarak kanunun üstünde bir üst gibi bulundukları yerlerde zorbacasına hareket ve rahat yaşamayı, eğlence ve içkiye rezaletle ulaşmış birtakım subaylar ile hapishaneden kaçmış yahut her nasılsa yakasını şimdiye kadar kanunun pençesine vermemiş olanlar vardır ki bunlar kanunu, hükümeti, padişahı tanımıyorlar. Vatanı kurtaracağız, Padişahımız tutsaktır kurtaracağız diye zorla asker ve para topluyorlar.”(1)

Aynı yılın Haziran ayının üçüncü günü Konya’nın Aziziye camiinde halka vaaz veren 40 yaşlarında Müderris Hacı Ahmet adında birisi, vaaz esnasında subaylar için şunları söylüyordu: “Subayların evlerinde erkek hizmetçi bulunduranları (hizmet erleri kastediliyor) deyyus, çocukları da piçtir. Bu çocukların bazısı kumandan olarak yetiştiği için memlekete mazarratlarından başka faydaları olmaz.”(2)

Bu sözlerin işgal altındaki bir ülkede, ülkenin haklarını savunmaya çalışan bir grup yurtsever insana karşı, o ülkenin hükümet ve din adamları tarafından söylenmiş sözler olduğuna dikkatinizi çekmek isteriz.

Anzavur ayaklanmasını bastırmak için Eskişehir’den gönderilen İkinci Piyade Alayı’nın taburları Bursa’dan geçerken, Bursa halkının küfürlerine ve hakaretlerine maruz kalmışlardı. Bahçelerde çalışan kadınlar bile askerlerin karşısına çıkarak “subaylarınız sizi padişahımızın gönderdiği Anzavur Paşa’ya karşı kavgaya götürüyorlar. Padişah askerlerine karşı kurşun arttıracaklar” diyerek bir taburun daha Bursa’ya varmadan önce diğer bir taburun da Bursa’dan çıktıktan sonra dağılmasına yol açmışlardır.(3)

İç isyanlar sırasında iç ve dış durumu Llyod George’un “Satranç diplomasisi”ni incelemiştik. Orduya karşı sadece İstanbul ve halkın bir kısmı değil, azınlıklar ve hatta işgal güçleri de hakaret etmekten geri kalmıyordu. Şöyle ki:

“Bizi (harp esirlerini) Malta’dan İstanbul’a getiren İngiliz vapuru 1920 yılının Ocak ayında Galata rıhtımına yanaşmıştı. Bütün esirler, bir an önce vatan toprağına ayak basmak, hürriyete kavuşmak için dışarı çıkmaya acele ediyorlardı. Bu esnada vapurun rıhtıma yanaşması ile birlikte, bir İngiliz subayının yanında vapura girmiş ve sırtında bir İngiliz elbisesi taşıyan İstanbullu genç bir Ermeni, esir arkadaşlarımızdan birisine: “Ulan neye acele ediyorsun?” diye bağırdıktan sonra suratına şiddetli bir tokat attı. Dikkat ettim, etrafındaki yüzlerce Türk esiri bu şamarı kendi suratlarında yemişler gibi irkildiler. Ben şahsen, bu şamarın, kendi yüzümden bir ateş çıkarır gibi olduğunu duydum. Eyvah biz esir kaldığımız düşman memleketinde bile böyle hakaretler görmedik. Biz bu vatanda nasıl yaşayabiliriz? Diye düşündüm ve titredim… Ve orada İngiliz vapuru içinde dışarı çıkmak için ayakta beklediğim zamanda, derhal Anadolu’ya geçip tekrar silaha sarılmak kararını verdim.”(4)

“Mütareke yapılınca İstanbul’a geldim, bize bir emir verdiler: “İşgal kuvvetlerinin herhangi bir rütbesinde bulunan bir kumandanı, bir İtilaf Devleti subayı görürseniz, hangi rütbede bulunursanız bulunun, selam vermek mecburiyetindesiniz” daha duyar duymaz insanın tüylerini diken diken eden bir emirdi bu, şaşırmıştık… Bir gün Çemberli taş’taki muhallebicide otururken genç iki İngiliz subayının bizden bir piyade binbaşısını çevirip, zorla selam verdirdiklerini gördüm. Olay bana çok tesir etti, gidip müdahale de edemedim.. Onurumun iyiden iyiye yaralandığını hissettim. Ertesi gün kalktım, annemle vedalaşarak yola çıktım”.(5)

Türk askeri üstün düşman kuvvetleri karşısında çekilirken özellikle Bursa yöresinde mürteciler de harekete geçirilecektir. “Milli kuvvetlerin dağılması ve Yunan ordusunun ilerlemesi tabii olarak mürteci ruhun mukavemet ve müdafaa taraftarlarına (ordu mensupları ve onları destekleyen sivillere) karşı olan hiddetini kamçıladı. Çekilen askerimize ve bilhassa subaylara karşı bazı kasaba ve köylerde çok kötü muameleler yapıldı. Bunlara yiyecek, hatta su verilmedi ve içlerinden bazıları öldürüldü. Bazı subaylar, köylülerin tecavüzlerinden korunmak için üzerlerindeki askeri elbiseleri atıp, köylü kıyafetine girmekle kendilerini kurtardılar.”(6)

Emekli Kurmay Albay Rahmi Apak’ın o günlerle ilgili anıları ibret vericidir: “Biz Yunanlıların Balıkesir ve Bursa bölgelerini işgal ettikleri zaman yerlerinden kıpırdamayan ve düşman işgali önünde çekilirken, bu kıpırdamayanların, şehirlerine, kasabalarına ve köylerine sığınan kendi millettaşlarını ve asker arkadaşlarını istemeyen, defedip kovan Belediye Reislerini ve Askerlik Şubesi Başkanlarını da gördük. Daha sonra, Sakarya’ya doğru yapılan çekilmeden perişan halli subay ve memur ailelerinin bir gececik olsun kendi köylerinde yatmalarına müsaade etmeyen ve emzikte çocuklara yüz gram sütü vermekten çekinen bazı köyler dahi gördük. Daha fenalarını da gördük. Çekilen kıtaların perakende subay ve erlerini soyan, vuran, öldürenleri de gördük.”(7)

Bölge halkının bu gibi davranışları karşısında Bursa’da yapılacak bir savunmadan komutanlar ve hatta TBMM Başkanı Mustafa Kemal umutlu değildir. Bu nedenle TBMM Hükümetince bir bildiriyle halkın uyarılması kararlaştırılır. Batı Cephesi komutanı’nın Bursa halkından bazı kesimlerin bu olumsuz tutumunu iyi bir değerlendirmeden geçirerek verdiği savunma emri şöyledir: “… Erleri Bursalı olan 56’ncı tümen muharebesiz çekilse bile, bütün personelin tümeni bırakarak Bursa bölgesinde kalması, bu sırada çekilenleri gören Milli kuvvetlerin de dağılması göz önünde tutulmalıdır” Bu emir üzerine Albay Bekir Sami de Bursa batısındaki savunmayı benimsemiş ve geride, seçilen savunma mevziinde hazırlık yapılması emrini vermiştir.(8)

Bursa’nın düşüşünden sonra, TBMM’de de ordu aleyhinde bir kampanya başlamıştır. 10 Temmuz da verilen 31 imzalı bir önerge ile meclis kürsüsüne siyah bir örtü örtülmüş ve celse yirmi dakika tatil edilmiştir.(9)

O günkü yapılan tartışmalarda alınması lazım gelen tedbirler olarak şu hususlar düşünülmüştür:

1. Çeşitli nedenlerle ordudan ayrılmış ve şu anda boş vakit geçiren binlerce subay vardır. Deneyimli ve aynı zamanda bilgili olan bu subaylardan tümenler kurup, onları cepheye göndermek yararlı olacaktır. Subayların apoletleri sökülerek alaylar oluşturulması ve onların da erler gibi savaşması faydalı olur.

2. 1314–1315 doğumluların askere alınması ve başlarına askerlik görevlerini tamamlamış olan yedek subayların tekrar göreve çağrılmasıyla, 100–150.000 kişilik bir ordunun kısa bir sürede oluşturulması mümkün olabilir.

3. Halk ulusal davadan yeterince haberdar değildir. Bursa’da yapılan düşman istilasından uzak yörelerin halkına anlatarak, düşmanı ve işgali daha iyi tanıtıp, onun gönüllü olarak cephelere koşmasını sağlayacak propaganda çalışmalarına hız verilmelidir.

4. Meclis çalışmalarını sürdürebilecek kadar üye bırakıldıktan sonra, kalanın seçim bölgelerine dağılarak örgütler kurması, geçim ihtiyaçlarını sağlamak koşuluyla gönüllü yedek subay toplanması ve gönderilmesi; orduya hediye olmak üzere halktan silah ve cephane toplanmasına başlanması uygun görülmüştü.(10)

Konya Mebusu Refik Bey ve 20 arkadaşının verdiği benzeri bir önerge Milli Savunma konusunda sert tartışmalara neden olmuştur.(11)

Bu önergenin arkasından Canik Milletvekili Hamdi Bey ve 15 arkadaşının imzaladıkları “Bütün zabitan, erkân ve ümera için seferberlik ilanında ve zabitandan Alaylar* teşkiline ilişkin 5 maddelik başka bir önerge okunmuş ve Meclis’in kararıyla Müdafaai Milliye Encümenine gönderilmiştir.(12)

Refik Bey aynı zamanda Bursa’yı savunan kuvvet komutanı ile asker ve sivil görevlileri ağır bir şekilde suçlayacaktır. Bunun üzerine söz alan Mustafa Kemal Paşa duruma açıklık getiren bir konuşma yapmış ve subayları hedef alan tekliflerin üzerindeki görüşlerini şöyle belirtmiştir:

“….Dünyanın hiç bir milleti bin türlü müşkülat ile, ağır masraflar, seneler, meşakkatler sarf ederek vücuda getirdiği zabitlerini, hiçbir vakit kitleler halinde bulundurarak ateş altına atmaz. Bu hiçbir vakit doğru olmayan bir şeydir. Bir zabit, kolay kolay yetişmez. İkiyüzelli zabitten mürekkep bir zabitan bölüğü büyük bir kuvvet teşkil etmez. Hâlbuki ikiyüzelli zabıtan, her biri beş on kişinin başına geçse ne kadar büyük bir kuvvet teşkil eder” diyerek subaylardan birlikler oluşturulması fikrine kesinlikle karşı olduğunu belirtmiştir.

Önergenin ikinci maddesinden belirtilen milletvekillerinin gönüllü toplanması hususunda da şunları söylemiştir: “İçinizden arkadaşlardan herhangi birisi –kaç kişi olursa olsun- ben falan yerde kuvvet teşkil edebilirim derse, kendisine derhal arzu ettiği vazifeyi tevdi ederiz. Biz zaten böyle arkadaşları arıyoruz. Ancak bunların da bölgelerinden kuvvet toplayabilecek etkinliğe sahip olmalarını, bu vazifeyi yapmak için hükümetten silah, cephane ve jandarma istenmemesini de bekleriz.”

Bazı konularda “ahkâmı kanuniyenin” (yasa hükümlerinin) dışına çıkılamayacağını, emir erlerinin silahsız sakat kişiler olduğunu, cephedeki subayların evlerinin ancak bunlara emanet edilebileceğini… İç işlerindeki başarısızlığın yetenekli memur bulunmamasından ileri geldiğini belirterek konuşmasını tamamlamıştır.”(13) Yine de bütün gayretlerine rağmen, batı savunmasının öncüsü Kurmay Albay Bekir Sami Bey’i kurtaramaz, görevinden almak zorunda kalır.(14) Bununla birlikte özellikle Hamdullah Suphi Bey’in coşkulu hitapları ile Divanı harbe vermek, hatta kurşuna dizmek istediği bu komutanı, “Bekir Sami Bey Bursa’yı terk etmemiştir. Ben, kendi imzam altında Bursa işgal edilmeden evvel emir verdim” diyerek ve her türlü sorumluluğu üzerine alarak korumak mecburiyetinde kalmıştır. Bu arada İstanbul’dan geleli daha 2-3 ay dolmamış olan Meclis üyelerinin (olumlu ya da olumsuz) değişik amaçlarla, Milli Mücadelenin en başından beri olağanüstü gayret göstermiş olan bir komutanı ölçüsüz ve dayanıksız nedenlerle tamamen duygusal bir yaklaşımla ağır ithamlara maruz bırakmaları(15) askerler arasında büyük bir rahatsızlık yaratacaktır.
(devam edecek)


DİPNOTLAR:

(1) Ömür Sezgin: Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu, s.28, 29 (Ankara–1984)
(2) Fahrettin Altay: Görüp Geçirdiklerim, 10 Yıl Savaş ve Sonrası (1912-“1922) s.246 ( İstanbul–1970)
(3) Şükrü Erkal, İkinci Harp Tarih Semineri, s.165( Ankara–1987)
(4) Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları s.190( TTK Ankara–1983)
(5) Nail Ekici, Cumhuriyete Kan Verenler, s.56 (Topçu Yüzbaşı Ferit Elçin’den naklen, Hürriyet Yayınları, İstanbul–1973)
(6) Yetmişlik Bir Subayın Anıları, s.198
(7) Aynı eser, s.199
(8) Şükrü Erkal, İkinci Askeri Tarih Semineri, s.165
(9) Aynı eser, s.152; detaylı bilgi için bknz. Samet Ağaoğlu, Kuvayı Milliye Ruhu, s.115–128 (İstanbul–1944)
(10) TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.1, s.241–249; İhsan Güneş, İkinci Harp Tarihi Semineri, s.153, 154
(11) TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.1, s.249; Sadi Irmak: Atatürk Bir Çağın Açılışı, s.396–406 ( İstanbul–1984)
* Bu fikir temelinde eğitim ve öğretim savaşını güçlendirmek için profesörler, doçentler, asistanlardan ibaret bir sınıf oluşturulması gibi bir anlam taşımaktadır.
(12) Gizli Celse Zabıtları, s.256;
(13) TBMM Gizli Celse Zabıtları, C–1, s.274–277; İhsan Güneş, İkinci Harp Tarihi Semineri, s.155–156; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri-I, s.86–92 ( TTK Ankara–1989)
(14) Sadi Borak, Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk, s.68, 69 ( İstanbul–1966)
(15) Aynı Eser s.68


Dr. M. Galip Baysan http://www.irtica.org/index.php?option=com_content&task=view&id=1794&Itemid=87
 
Geçmişte Osmanlının başına örülen çorap,
Bu gün Türkiye Cumhuriyetinin başına örülmek istenmektedir.
Ve malesef dehşet verici boyutlara ulaşmıştır.
 
kurt puslu havayı sever ya ..saz aynı saz sadece o sazı çalan eller değişti.......
 
Görüyoruz biliyoruz bunları ancak bu oyunu nasıl bozabiliriz asıl sorun o.
 
Askerle değil askerin başındakilerle yada komutanlarla diyelim
 
Tarih tekerrürden ibaret. Hain aynı hain. Sadece ismi değişti. Türkü aynı türkü söyleyen dil değişti. YUMRUK AYNI YUMRUK HAİNE VURACAK EL DEĞİŞTİ...
 
“Ey padişaha, dine, devlete beş yüz seneden beri bağlılığı ile dünyayı hayrette bırakmış olan gerçek Müslümanlar: Bolşevik adı altında dört yüz yıllık din ve devlet düşmanımız olan Moskoflardan çıkmış dinsel yasaya aykırı ve kanun dışı olan bir görüşe kapılan bir takım eşkıya, vatanı kurtaracağız diye Anadolu’nun siz saf ve dürüst halkını aldatarak, Padişahına, Müslümanların halifesine isyan bayrağı çekmişlerdir. Bolşeviklik, paranın, malın ve arazinin ayak takımı yersiz, yurtsuz bir takım haydutlar tarafından yağma edilerek bu haylaz, tembel, cani herifler arasında bölünmesi, hiç kimsenin nikahlı karısı olmayıp her kopuğun her kadını istediği gibi kullanması, çocuklar iki yaşına kadar analarının kucağında kaldıktan sonra alınıp genelevlerde beslenerek anasız ve babasız yetiştirilmesidir ki, ne bir baba çocuğunu, ne bir evlat ana babasını tanımaması demektir. Bu, dinimiz olan İslama aykırı olduğu gibi aile hayatına, insanlığa her şeye zıt bulunduğu için Müslüman memleketlerinde sökemez…

Ancak memleketimiz öteden beri haydutluk ve soygunculuğa alışmış, seferberlik sürdüğü müddetçe vurgun vurarak kanunun üstünde bir üst gibi bulundukları yerlerde zorbacasına hareket ve rahat yaşamayı, eğlence ve içkiye rezaletle ulaşmış birtakım subaylar ile hapishaneden kaçmış yahut her nasılsa yakasını şimdiye kadar kanunun pençesine vermemiş olanlar vardır ki bunlar kanunu, hükümeti, padişahı tanımıyorlar. Vatanı kurtaracağız, Padişahımız tutsaktır kurtaracağız diye zorla asker ve para topluyorlar.”(1)


padişahım çok yaşacılar ve bop eşbaşkanları ibretle okusun
orhun bey arkadaşın dediği gibi tarih tekerrürden ibaret
oyun aynı sahne aynı sadece kullanılan maşa değişik
ama...
dedikya tarih tekerrürden ibaret diye yine aynı şey gelecek başlarına
kuvayı milliye ruhu hala yaşıyor bu topraklarda
kurtuluş savaşında yedi düveli nasıl dize getirdiyse bu millet
oynanan oyunların hepsini yine bozacaktır
 
Geri
Üst