Arayış var, acele yok!

-HaKiKaT-

Altın Üye
Altın Üye
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
10,386
Reaction score
0
Puanları
0
HAYATIMIZ SÜREKLİ bir şeyler aramakla geçiyor. Kimi zaman aradığımız şeyi bulduğumuzu sanıyoruz. Bir süre buna inanıyoruz da. İnanırken ne kadar da mutluyuz! İnanmak nasıl da yumuşak bir yorgan gibi sarıyor benliğimizi. Sonra bir şey oluyor biri o yorganı hoyratça üzerimizden çekip “Uyan!” diye bağırıyor ve yeniden aramaya başlıyoruz. Sanki sorular aynı kaldığı halde eski cevaplar sizi tatmin etmez oluveriyorlar. Oysa bir zamanlar nasıl da define bulmuşçasına sevinmiştiniz onları bulduğunuzda! İronik olsa da hakikat şu ki insan en değerli şeyi bile elinde bir süre tuttuğunda ondan usanıyor. “Her şeyin üzerinde fanilik damgası var” (Rahman 26) Zamanın ezici ve yıpratıcı gücü her bir şeye dokunuyor, Azrail’in bize son seferde sarılacağını sananlar, onun küçük dokunuşlarını görmezden geliyorlar. Oysa o her gün bize dokunuyor. Algılarımıza, sorularımıza, cevaplarımıza, sevdiklerimize, ideallerimize, gayelerimize, cismimize. O her şeyi alıp götürüyor, sadece arama içgüdümüz bizde kalıyor.

Ben de tüm insan soyu gibi böyle bir arayışın orta yerinde bulunuyorum. En sorunsuz zannedilen hayatlar bile sorunlarla dolu, bana “nankörlük ediyorsun” der gibi bir kaşınızı kaldırıp bakmayın. Bazen seraplara koşuyorum, ve su içtim sanırken ağzıma bir avuç kum doluyor, öksürmekten, tükürmekten, içime doldurduğum arzın toprağını çıkarıp atmaktan, kanıma girmiş dünyadan sıyrılmaya çabalamaktan yorgun düşüyorum. Bazen uzaktaki en baştan çıkarıcı hayallere bakıp kendimi sarsıp “serap kızım ağır ol” deyip, tırnaklarımı beni bulunduğum yerde tutuversin diye en yakın taşa geçiriyorum. Serapların anaforu geçer geçmez kalkıp üstümü başımı düzeltiyorum, “ne arıyordum ben?” Hedefimi şaşırmamalıyım, yoksa bu çölden çıkmak mümkün olmayacak. Herkes gibi ben de sayılı günleri yaşıyorum, ne bulursam bu sürede bulmak zorundayım, oyalanacak vaktim yok. Tüm zişuur bir şey arar, bazıları yalnızca bunun farkında değildir. Yahut insan hayatının farklı dönemlerinde farklı şeyleri arar. Bazen aşkı, bazen zenginliği, bazen mutluluğu, bazen görülmeyi, bazen merhameti. Bazıları bu yolda epeyce iddialıdır, hepsini ararlar. Ben hikmeti arıyorum. Benimki daha kurnazca bir arayış, aslında azıyla yetiniyor değilim. Biliyorum “Kime hikmet verilmişse ona çok şey verilmiştir”. Bu sebeple ne kadar yara alsam da pes etmeyeceğim…

Hikmeti aradığım anlardan bir an karşıma enteresan hikmetli sözlerle Şeyh-i Ekber çıkıverdi yine. Fütuhatın temizlik bahsinde yazılanlar ne buraya ne benim aklıma sığacak gibiler. Ama yine de hissemend oluyorum. Bunlardan birisi tuvalet temizliği ile ilgili. Efendimizin(sav) sünnetinde var olan “su ile yıkanma” “cemrat(taşlar) ile temizlenme” meselesine çok ilginç bir yaklaşım getiriliyor. Bilindiği gibi tuvalet temizliği o dönemde bu iki unsurla yapılır, su ve taşlar. İbn-i Arabi insanın her tür necasetini, zihnine ve kalbine gelmiş, çirkin, sapkın, necis düşüncelerle özdeşleştirir. Rics(pislik) şeytana atfedilir. Dini temizlik ise şeytanın pisliğini giderir. Nasıl ki bedenimiz necaset ile ister istemez kirlenir, bu bizim elimizde değildir, illa ki tuvalete gideriz, bu zorunlulukla yaratılmışız. Öyle de şeytan da kalp ve zihnimize pislikler bulaştırır. “İnsanın içindeki acı(dışkıya benzetilerek eza) ise, gönle ilişmiş çirkin düşünceler, saptırıcı kuşkulardır.” Vesveseler, serap nevi hedefler, arzular, mihenk noktası kaymış mantık zincirleri, şaşı bir basiret, üflemesiyle şişirilmiş bir ego bunlardandır. İşte insan bu müzehrefatla ister istemez kirlenir. Yapılacak şey ism-i Kuddüs’e yönelip temizlenme dilemektir. Sünnet burada bize suyu ve taşları işaret eder. Biri tekil diğeri çoğul bu iki unsurun anlamı ne olmalı acaba? Üstelik bunların tek tek kullanılmasından ziyade beraberce kullanılması da sünnetin tavsiyesidir. “Zihnimizi ve kalbimizi su ve taşlarla nasıl temizleyeceğiz” ki Allah aşkına,ama Hızır karşısında gibi biraz sabırla beklemek lazım sanırım Şeyh’in karşısında da. Zira azıcık sabredilince hikmetli sözler inciler gibi dökülüyor ağzından. Hikmeti elde etmek isteyenler için sabır birinci şart olsa gerek…

Şeyhe göre su ilimdir. O Fütuhatta şöyle der:

“Bakınız! Az bir suya pislik bulaştığında onu etkiler ve artık o su kullanılmaz. Su da, pisliğin üzerine döküldüğünde onun hükmünü ortadan kaldırır. Tıpkı bunun gibi kuşkular, zayıf imanlı ve düşünceli kalplere geldiğinde, onlara etki eder. Pislik, bir deryaya düştüğünde onda silinip gittiği gibi bilgiyle ve Ruh-ül Kudüs’le desteklenmiş güçlü kalplere kuşkular düştüğünde de böyledir. İnsan ve cin şeytanları, ilahi ilimden nasiplenmiş birine bu kuşkuları getirdiklerinde söz konusu kişi, kuşkuların varlığını değiştirir. Bu insan, Allah’ın kendisine ihsan ettiği ilahi rahmetin inayetinden elde ettiği ledünni bilgi iksiriyle, kuşku kurşunlarını altına, değersiz şeyleri gümüşe nasıl çevireceğini bilir. Bunun yanı sıra, söz konusu şeylerin hangi yönden doğru olduğunu tespit eder ve (onlardan etkilenmek bir yana)onlara tesir yapar. İşte ruhsal istincanın(suyla yıkanmak) sırrı budur”

İnsan aradığı şeyi bulmak için aklını ve kalbini temiz tutmalıdır, bu yolda yegane sermayesi olan bu latifeler kirlenir ve pusula yanlış göstermeye başlarlarsa, insanın çölde bir kum fırtınasında helak olması mukadderdir. Her ne ararsanız arayın yön gösteren iki yıldız gibi bu iki latifenin temizliğine muhtaçsınız. “Ben hikmeti arıyorum” diyorsanız, hikmet akıl ve kalp beraberce temiz ve salim hareket etmeden bulunabilecek bir şey değildir. Onları temizlemek hikmet arayıcılarının sık sık yapması gereken bir vazifesidir. Bu yüzden ilim edinme, ilimle amel etme süreci kesintisiz sürmelidir. Birkaç günlük bir okuma tevakkufu dahi kokmanıza sebebiyet verecektir. Öyle ya hem afakta zamanın rüzgarı veba gibi salgın mikroplar taşır, hem enfüste nefis sizi darmadağın edecek hayallerle uğraşır. Düzenli akıl ve kalp temizliğini günde beş sefer abdest alır gibi tekrar etmezseniz her türlü vartaya ve ezaya kapı açmış olursunuz. Bu hikmetin koruyucu hekimliği olsa gerek…

İkinci temizlik aracı “cemrat” dır. Cemrat, cemrenin cem’isi, yani çoğul halidir. Sünnete göre daima tek olmalıdırlar. Allah tektir teki sever. Taş toplamak cemaate dahil olmaktır. Cemaate dahil olanlar rics-üş şeytan’dan belirli ölçüde korunurlar. Bakın İbn-i Arabi bu husuta ne diyor:

“Kişi istinca etmeyip(su ile temizlenmeyip), taşla temizlik yaparsa(isticmar), bunun mukallidin temizliği olduğunu bilmelisin. Çünkü cemre(taşlar) çoğuldur(cemaa) ve ‘Allah’ın eli cemaatin üzerinedir.’. ‘Sürüden ayrılmış kuzuyu kurt kapar’.Hadiste geçen kasibe, sürüden ayrılmış ve uzaklaşmış hayvandır. Sürüden ayrılmak, icmaya muhalefet etmek demektir. İsticmar ise, en azı üçten yukarı doğru devam eden tek sayılarla taşları toplamak demektir. Tek olmasının nedeni Allah’ın tek olmasıdır. Öyleyse sürekli olarak müşahede ettiğin tek olmalıdır.(yani cemaat içinde de olsa onun perdesi ardındaki Hakkı müşahede etmelidir)”

“Mukallid içinde bir kuşku bulunduğunda cemaate, başka bir ifade ile Ehl-i Sünnete kaçar. Çünkü Allah’ın eli rivayette belirtildiği gibi cemaatle beraberdir. Allah’ın eli onun desteklemesi ve gücü demektir. Allah’ın peygamberi cemaatten ayrılmayı yasaklamıştır. Bu nedenle icma(imamların görüş birliği), meşru hükmün delili olmada Kitap veya kesin bilgi ifade eden mütevatir hadis gibi nassın yerini almıştır. Bu temizliği taşla yapmak budur.”

Bu yüzden kafamız sorularla dolduğunda, bitimsiz arzularımız nefes aldırmadığında, göğsümüz daralıp, kalbimiz patlayacak gibi olduğunda, kendimize hayatın anlamına, içinde bulunduğumuz halin kıymetine ilişkin kuşkular arılar gibi üşüştüğünde, kendimizi cemaate atarız. Bir dostla konuşmak, bir ağabeyinizden dua istemek, birinin sadece elini tutmak, bir ders halkasında sessizce bir saat oturmak bile sizde taharet etkisi yapar. Elbette sünnetin de belirttiği gibi temizlik hem su hem taşlarla, yani hem ilim hem de müminler cemaatiyle yapılırsa tastamam ve tertemiz olma neticesini verir. Bu yüzden ilimle meşgul bir cemaate intisap ve devam sürekli bir temizlenmedir. Allah Mübarek Kitap’ta şöyle buyurur, “Allahu yuhibbut tevvabiyne ve yuhibbul mutetahhiriyn”(Allah devamlı tevbe edenleri ve devamlı temizlenenleri sever) Kirlenmemek elimizde değildir. Ama temizlenmek elimizdedir. Bu sürekli olmalıdır. Bu yüzden hadis-i şerifte “En nezafetü nısf-ul iman” denmiştir.(Temizlik imanın yarısıdır)

İnsanın hikmeti arayışında karşısında sadece kirlenme çıkmaz. Aynı zamanda sebepler perdesi de çıkar. İnsan bazen Karagöz izleyen bir çocuk gibi perdenin ardındaki oynatıcıyı görmez. Bilse de oyunun heyecanına dalar ve unutur. Hatta içinde bulunduğunun bir oyun olduğunu dahi unutur. Her şey olumlu gidiyorsa ne ala, ama bazen hayat oyunu olumsuz da gider. O zaman “Gafillerin nazarı hadiselerin güzel yüzünü göremediği ve hikmetini de anlayamadığı için, haksız yere şikayete ve cahillikle itiraza başlar. İşte bu noktada, şikayetlere merci olmak üzere sebepler konulmuştur. Bu hikmet ve hakikati anlamak bir kimseye müyesser olursa, sebepler perdesi de onun gözünün önünden kalkar.” (Mesnevi-i Nuriye)

Mümin hikmete teslim olur, perde ardında iş gören zata iman eder. Onun İsm-i Hakim’ini bilir. Ancak yine de hikmet ve hakikati anlamak kendisine müyesser olmadığı müddetçe, teslimiyeti onu mutmain olmaya götürmez. Bu noktada nefs-i mutmain edebilmek için hikmeti görmek lazımdır. İşte tam burada insanın mayasındaki en şedid zaafı meydana çıkar “acele”. Ayet-i Kerime şöyle buyurur, “Hulikel insanu min acel, seuriykum ayati fela testacilun”( İnsan aceleden yaratılmıştır, onlara ayetlerimi göstereceğim, öyleyse acele etmesinler) (Enbiya 37)

İsm-i Alim ve Hakim’e mazhar büyük nebi Hz.Yusuf(as) kuyuya atıldığında Allah’a teslim olmuştu. Onun üzerindeki tüm icraatlarına hapse girene değin sabretti, hikmet ona ancak hapiste nübüvveti ile bir miktar verildi, Züleyha’nın ve kardeşlerinin karşısında tevbeleri ile tamamlanarak izhar edildi. O ana dek yıllar geçti ama Yusuf(as) başına gelenlerdeki hikmeti bilmiyordu. Sadece hikmet sahibine itimat ediyordu.

Kimi zaman hikmete bu dünyada müyesser oluruz, kimi zaman ahrete tehir ediliriz. Başımıza gelen bir hadisenin hikmetini, bizim üzerimizdeki plan ve projeyi, Büyük İrade Sahibi’nin bizim üzerimizde ne yapmaya çalıştığını, bizden ne ağacı olacağını, nasıl çiçek ve meyve vereceğimizi bilemeyiz. Sadece sabrederiz, teslim oluruz. Aramaya ve sormaya devam ederiz. Bunda bir mahzur da yoktur, zira teslimiyetten sonraki sorular melaikenin Adem’in yaratılış hikmetini Allah’a soruşları gibi ism-i Alim ve Hakim’den sorulan masumane sorulardır. Bu isimler zaten kendilerine soru sorulmasını beklemektedirler. Üstelik bilmek nefs-i mutmaine için de gereklidir. Bize düşen o merhaleye çıkana dek sabretmek, aramaya ve sormaya devam etmek, nefis basamaklarını çıkarken düşmemeye ve kirlenmemeye dikkat etmek, acele etmemek ve her basamağın hakkını vermektir. Şurası muhakkaktır ki evrende sorularımızın cevabı bir puzzle gibi gizlidir. Yeterince sabır ve dikkatle bakılırsa, yavaş yavaş ipuçları toplanacak ve sorular cevaplarına kavuşacaktır. Üstelik bu ölene dek devam edecektir. Çünkü sorular değişmese de cevapların daima daha iyisi daha doğrusu vardır. Bizi öncekinden bıktıran usanç ve sonrakine susatan merak da daha iyiyi bulmamız için verilmiştir. Allah katında iyiliğin merhaleleri tükenmez. Bunun için Enbiya suresinde Hz. Davud(as) ve Hz. Süleyman(as)’ın bir meseledeki hükümlerine bakmak yeterlidir. Hz. Davud(as) doğru söylemiştir, ama Hz. Süleyman(as) daha doğru söylemiştir. Zira o hikmette bir sonraki basamakta durmaktadır…(Enbiya 78-79)

Sorularım var! Öyleyse aramaya devam etmeliyim. Bilmek istiyorum, üzerimde planlanan nedir, ben neyin parçasıyım, bu oyundan alınacak ders nedir, bu ağacın meyvesi nasıldır? Üzerinde çiçekler açacak mıdır? Bu çölden çıkış var mıdır? Gördüklerimin hepsi serap mıdır? Yerde bulduğum su birikintisi de gökten değil midir? Ellerimi ona daldırsam ne çıkar? Yoksa bu içtiğim su çamur mudur? Zehir midir? Neyin temiz neyin kirli olduğuna, neyin yenileceğine yahut içileceğine karar vermek bu kadar zor mu olmalı? Hangi sebebe ne kadar müracaat edilir, tablacılara nasıl teşekkür edilir? Bu hususta usul nedir? İnsan neden bu kadar sabırsız? Acele etmenin ne alemi var? Sınavın ardından tüm cevaplar elimize verilecek ya! Cevapları verirken bir soruya takılıp kalmanın adeta onu tüm sınavınız yapmanın ne manası var? Ben böyle bir soruya takıldım, geçsem de aklım orda, başka soruları cevaplarken zihnimde parazit yapıyor, zihnimi temizlemem gerekiyor, ilimle, cemaatle…

Başka yolu da yok zaten. Şeyh’in devasını size de öneririm.

 
Geri
Üst