Gizli Özne
New member
OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM
ALLAH NEDİR SİZCE?
Bülent ALDEDE - 12.06.07Bu sorunun cevabını arayanlar cok oldu. Kimi zaman koca papuçlu dendi, kimi zaman da gökyüzünde arandı. Hatta “Allah’ın Adresi” diye bir kitabın yazıldığını bile biliyorum. Kimi inanıyor gibi yapıp, saman altından su yürüttü.
Birileri çıkıp memleketlere hükmedecek kadar büyümüş zalimlerden olunca (güç manyağı olmuş olacaklar ki), kendilerini Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi ilan ettiler ki, buna karşı çıkmakta her babayiğidin harcı değildi. Müslümanların bazı kesimlerince, sanki Allah insanların korkması gereken bir varlıkmış gibi gösterilmesi ise bambaşka bir çelişkidir bana göre. Oysa bizi yarattığına inandığımız varlıktan neden korkalım ki? Hayır yani neden korkmayı asli bir unsurmuş gibi görelim ki? Bizi yarattığına inanmışsak bir varlığın, en azından şu kadarını düşünmek zor olmasa gerek: Birşeyleri yaratan bir varlığın asıl amacı kendisinden korkan bir mahlukata hükmetmek olamaz. Aksi takdirde, Bu yaradanın da sadist olduğunu kabul etmemizi gerektirir. Sadist bir yaradanın inanç anlamında, ibadet anlamında hiçbir mantıklı açıklaması da olamaz. Zaten Allah’a korkuyla (sözde) bağlı olanların, ellerinden gelse o Allah’ı bir kaşık suda boğacaklarına da ben eminim diyebilecek derecede inanıyorum.
1990’lı yıllarda ben henüz Türkiye’deyken, sağolsun içinde bulunduğum çevredeki arkadaşlarım görüşlerime saygı duyar ve bu anlamda kimi zaman bana da bu türden cevabı zor olan sorular sorarlardı. Bu da ister istemez, az yada çok o konu üzerinde yoğunlaşmama vesile oluyordu. Bu sebeplerden kimi zaman Marxist görüşden kitaplara, kimi zaman onun tam tersi muhafazakar denilebilecek kaynaklara, kimi zaman da Alevi inanç ve felsefesini taşıyan deyiş ve kaynaklara bakarak bir cevap bulmaya çalışırdım.
İnsanlık tarihinin dönemleri, herbiri birbirine sıkısıkıya bağlı halkalardan oluşan bir zincir misalidir. Burada herkesin az yada çok bildiği; her bir dönemi tek tek anlatarak ve sebep sonuç ilişkilerini irdeleyerek “Şu dönemde şu tür gelişmelerin olmasından şunlar ortaya çıktı, bunun sonucunda da şöyle değişiklikler oldu” şeklinde uzatmayacağım. Ama kısaca şunu söyleyebilirim: İnsanlar önce bir açıklamasını bulamadıkları, karşısında hayrete düştükleri doğa olayları ve nesnelerini, biraz da çaresizlikten çok yüce bir yere koydular, onlar artık o insanların ilahları oldu. Zamanla bilgi mirası arttıkça ve insanlar karanlıkta kalan soruların cevaplarını tek tek verebildikçe, bu ilahlar azaldı ve nihayetinde tek tanrılı dinler ortaya çıktı. Bu Hz. İbrahim’de bir şekilde özetlenir. O önce güneşe tapar, sonra aya vs. ... vs. ... akabinde de tek bir Tanrı’ya tapması ile sonuçlanır.
Birileri çıkıp memleketlere hükmedecek kadar büyümüş zalimlerden olunca (güç manyağı olmuş olacaklar ki), kendilerini Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi ilan ettiler ki, buna karşı çıkmakta her babayiğidin harcı değildi. Müslümanların bazı kesimlerince, sanki Allah insanların korkması gereken bir varlıkmış gibi gösterilmesi ise bambaşka bir çelişkidir bana göre. Oysa bizi yarattığına inandığımız varlıktan neden korkalım ki? Hayır yani neden korkmayı asli bir unsurmuş gibi görelim ki? Bizi yarattığına inanmışsak bir varlığın, en azından şu kadarını düşünmek zor olmasa gerek: Birşeyleri yaratan bir varlığın asıl amacı kendisinden korkan bir mahlukata hükmetmek olamaz. Aksi takdirde, Bu yaradanın da sadist olduğunu kabul etmemizi gerektirir. Sadist bir yaradanın inanç anlamında, ibadet anlamında hiçbir mantıklı açıklaması da olamaz. Zaten Allah’a korkuyla (sözde) bağlı olanların, ellerinden gelse o Allah’ı bir kaşık suda boğacaklarına da ben eminim diyebilecek derecede inanıyorum.
1990’lı yıllarda ben henüz Türkiye’deyken, sağolsun içinde bulunduğum çevredeki arkadaşlarım görüşlerime saygı duyar ve bu anlamda kimi zaman bana da bu türden cevabı zor olan sorular sorarlardı. Bu da ister istemez, az yada çok o konu üzerinde yoğunlaşmama vesile oluyordu. Bu sebeplerden kimi zaman Marxist görüşden kitaplara, kimi zaman onun tam tersi muhafazakar denilebilecek kaynaklara, kimi zaman da Alevi inanç ve felsefesini taşıyan deyiş ve kaynaklara bakarak bir cevap bulmaya çalışırdım.
İnsanlık tarihinin dönemleri, herbiri birbirine sıkısıkıya bağlı halkalardan oluşan bir zincir misalidir. Burada herkesin az yada çok bildiği; her bir dönemi tek tek anlatarak ve sebep sonuç ilişkilerini irdeleyerek “Şu dönemde şu tür gelişmelerin olmasından şunlar ortaya çıktı, bunun sonucunda da şöyle değişiklikler oldu” şeklinde uzatmayacağım. Ama kısaca şunu söyleyebilirim: İnsanlar önce bir açıklamasını bulamadıkları, karşısında hayrete düştükleri doğa olayları ve nesnelerini, biraz da çaresizlikten çok yüce bir yere koydular, onlar artık o insanların ilahları oldu. Zamanla bilgi mirası arttıkça ve insanlar karanlıkta kalan soruların cevaplarını tek tek verebildikçe, bu ilahlar azaldı ve nihayetinde tek tanrılı dinler ortaya çıktı. Bu Hz. İbrahim’de bir şekilde özetlenir. O önce güneşe tapar, sonra aya vs. ... vs. ... akabinde de tek bir Tanrı’ya tapması ile sonuçlanır.
Peki nedir Allah? Ben herşeyden önce ne olmadığını söyleyeyim:
- Kendisinden korkmamız ve bu şekilde bize hükmetmek isteyen sadist bir varlık değildir.
- Bektaşi fıkrasında anlatıldığı gibi, bu dünyada her türlü haltı karıştırdıktan sonra, gidipte cami de yada şurda burda namaz kılınca, Kabe’nin etrafında dönünce, başkasından çaldığı koca tencere yemekten adına zekat deyipte bir iki kaşığını fakire verince, ona cennetten huri veren kirli ticaretin sahibi de değildir.
- Kendinde olmayan bir kadına, (veya bunu yapan kadınsa erkeğe) rızası olmadığı halde, cinsel münasebete giripte, öbür taraftan da inançlı kişiyi oynayarak cenabet kalmamak için gusül abdesti alan kişiyi, temiz sayan varlık da değildir.
- Daha dün politik oyunlarını başarıya ulaştırabilmek için, sözde cennetten parsel dağıtanları, ARAF’da cehennemin dibini boylamak için beklerken, onları dürüst insanlarla bir tutarak ve affederek cennete alacak varlık da değildir.
- İnsanlıktan nasibini almadığı halde, her nasılsa birilerinin desteği ile önce koca bir şehre belediye başkanlığı ve ardından bir devletin başına başbelasıolarak getirilen, alevilerin inançlarına ve ibadet biçimine pervasızca saldıran, yezidin eniğini, sevgili kullarından sayacak varlık, hele hele hiç değildir. Siz buna Allah dersiniz, Tanrı dersiniz, Gott dersiniz yada Xweda dersiniz; ne derseniz deyin, sonuçda iyi olan güzel olan şeylerin temsilcisidir o. Bana göre (kavram olarak tanımlandığında ) sevginin, barışın, iyiye kullanılan gücün, bereketin, umudun, ... kısacası pozitif olan herşeyin mutlak olduğu yerdir. Ama herşey çelişkisiyle vardır. Şeytan’da bütün bu değerlerin zıttının mutlak olduğu yerdir. Şimdi varın hesabını siz yapın: Bu dünyaya şu zamanda kim hükmediyor. Bütün o saydığım pozitif değerler mi, yoksa negatif degerler mi?
- Bektaşi fıkrasında anlatıldığı gibi, bu dünyada her türlü haltı karıştırdıktan sonra, gidipte cami de yada şurda burda namaz kılınca, Kabe’nin etrafında dönünce, başkasından çaldığı koca tencere yemekten adına zekat deyipte bir iki kaşığını fakire verince, ona cennetten huri veren kirli ticaretin sahibi de değildir.
- Kendinde olmayan bir kadına, (veya bunu yapan kadınsa erkeğe) rızası olmadığı halde, cinsel münasebete giripte, öbür taraftan da inançlı kişiyi oynayarak cenabet kalmamak için gusül abdesti alan kişiyi, temiz sayan varlık da değildir.
- Daha dün politik oyunlarını başarıya ulaştırabilmek için, sözde cennetten parsel dağıtanları, ARAF’da cehennemin dibini boylamak için beklerken, onları dürüst insanlarla bir tutarak ve affederek cennete alacak varlık da değildir.
- İnsanlıktan nasibini almadığı halde, her nasılsa birilerinin desteği ile önce koca bir şehre belediye başkanlığı ve ardından bir devletin başına başbelasıolarak getirilen, alevilerin inançlarına ve ibadet biçimine pervasızca saldıran, yezidin eniğini, sevgili kullarından sayacak varlık, hele hele hiç değildir. Siz buna Allah dersiniz, Tanrı dersiniz, Gott dersiniz yada Xweda dersiniz; ne derseniz deyin, sonuçda iyi olan güzel olan şeylerin temsilcisidir o. Bana göre (kavram olarak tanımlandığında ) sevginin, barışın, iyiye kullanılan gücün, bereketin, umudun, ... kısacası pozitif olan herşeyin mutlak olduğu yerdir. Ama herşey çelişkisiyle vardır. Şeytan’da bütün bu değerlerin zıttının mutlak olduğu yerdir. Şimdi varın hesabını siz yapın: Bu dünyaya şu zamanda kim hükmediyor. Bütün o saydığım pozitif değerler mi, yoksa negatif degerler mi?
Mesela burda şöyle bir görüş ortaya atıyorum: Gerek T.C.’de gerekse kendisine Müslüman* diyen diğer İslam devletlerinde, Allah’dan korkmanın asli bir unsurmuş gibi gösterilmesi, o devlette yönetilenlerin devleti bir şekilde kendisinden korkulan Allah’ın yerine koymaları (Bu yüzdendir “Allah büyüktür” cümlesinin “Devlet büyüktür” şeklinde de söylenmesi), bunun yanı sıra o devletin yönetici kadrolarındakilerin de yönetilenlere (yani halka) karşı tepeden bakan, onlara istediğini yapmaya hakkı olan birileri gibi görmeleri. Çünkü yanlış başlangıçlar, yanlış sonuçlar üretir. 1996 yılında İstanbul’daydım ve çalışıyordum. Oturduğum mahallede T.C. Kanunlarına göre yasadışı sayılan bir sol örgüt sokaklara reklam dövizleri saçmış. Benim elimde kitapla işe giderken gören sivil giyimli polis beni durduru ve kimlik sordu (Çünkü elimde kitap vardı, bu da beni doğal olarak potansiyel suçlu yapıyor). Hikaye biraz uzun fakat ben konuyla ilgili kısmını hemen söyleyeyim. Bana inanmadılar. Ben de onlara “Memur beyler, ben de sizin gibi bir vatandaşım ve şimdi işe gidiyorum” dedim, fakat aldığım cevap ibret vericidir, T.C. de Polisin ve Askerin nasıl yetiştirildiğini göstermesi bakımından. Direksiyon da ki cevap verdi: “Vatandaş sensin. Biz vatandaş değiliz. Biz devletin polisiyiz!!!” Bunu söylerken de sanki ben kendisine vatandas demekle hakaret etmisim gibi kızgın bir ses tonuyla cevap verdi. Yani şu iyice bilinsin: T.C. de iki ana grup var: 1. Devletin Kadrosu (Asker, Polis vs.), 2. Vatandas. Bunları sakın ha birbirine karıştırmayacağız.
Bu yazımı babamdan (İbrahim Aldede) bu konuyla ilgili çok güzel bir anekdotla bitirmek istiyorum. Babam Ankara’da A.Ü. Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi’nde kendisini çok seven bir profesörle sohbet ediyor. Profesörün yanında arkadaşları da var. Biraz da bu yüzden Prof., babama “Dede Allah var mıdır yok mudur?” diye soruyor: Babam “Hem vardır hem de yoktur” diyor. Prof. “Ya hu dede nasıl olur? Ya vardır ya da yoktur” diyor. Babam orda sehpanın üstünde duran Kül tablasını eline alıp “Beyefendi,” diyor “diyelimki şu elimdeki kül tablası çok değerli bir taş ve bu odada kimse yok. Eğer ben bunu alırsam akrabalarımı bile zengin edecek kadar değerli. Ben eğer bilirsem ki ‘bu benim hakkım değil, ben bunu alamam bir gören Allah var, o zaman Allah vardır; yok aksine dersem ki şimdi kimse yokken bunu almanın tam zamanı kim görecek, kim bilecek, işte o zaman da Allah yoktur”. Tabi bu cevap Profesörün oldukça hoşuna gidiyor. Bu, itiraf ediyorum ki, benim de çok hoşuma gidiyor.
* T.C. yırtına yırtına laik oldugunu haykırırken bir taraftan, öbür taraftan da laik bir devlette olmaması gereken bir sürü çarpık kurumsallaşmaların da başını çekiyor. Bunun en bariz örneği yine devlet kurumu olarak çalısan diyanet ve memur sıfatı tasıyan müftü, hoca vb. Dini görevliler."
* T.C. yırtına yırtına laik oldugunu haykırırken bir taraftan, öbür taraftan da laik bir devlette olmaması gereken bir sürü çarpık kurumsallaşmaların da başını çekiyor. Bunun en bariz örneği yine devlet kurumu olarak çalısan diyanet ve memur sıfatı tasıyan müftü, hoca vb. Dini görevliler."
