Focus StyLe
FıRtına'
Allah’ın ikramını dağıtan bir kepçe olmak yetmez mi?
Evvel zaman içinde, diyarların birinde bir Nuri Efendi yaşarmış. Her sabah besmelesini çeker, sağ ayağıyla ilk adımını atar, yola revan olurmuş.
Hanımının öğlende yemesi için hazırladığı yiyecek paketini bir yoksulun evine bırakırmış. Ardından camiye girer öğlene kadar vaktini ibadetle geçirirmiş. Öğle namazını kıldıktan sonra da çarşıdaki işyerine gidermiş.
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları, takip etmiş. Tam kırk yıl bu ahenk bozulmamış. Evdekiler, Nuri Efendi’nin öğle yemeğini sabah yanına aldığı azıkla dükkanda yediğini; dükkandaki yardımcıları da ‘Nasıl olsa öğlende geliyor.’ diye evde yiyip de çıktığını zannedermiş. Oysa Nuri Efendi, kırk yılını oruçlu geçirmiş. Kırk yıl bir yoksul onun getirdikleriyle karnını doyurmuş.
Hazreti Fahr-i Cihan Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, başka gölgenin bulunmadığı günde Cenab-ı Hakk’ın gölgelendireceği yedi zümreden bahsederken, ‘sağ elinin verdiğini sol elinin duymadığı kimseler’i de sayar. Kur’an-ı Kerim’de de “Sadakalarınızı başa kakma ve eza ile boşa çıkarmayın.” buyurulur. (Bakara/264)
Cömertliğiyle yardıma koşan, düşmüşü kaldıran, çıplağı giydiren, açı doyuran, manevi kemaliyle kendi de doymuş birine sormuşlar: “Efendi, bu kadar hayr-ü hasenat yaparken hiç gurura kapılmaz, kendinizi yardımda bulunduğunuz kimselerden üstün görmez misiniz?”
“O nasıl söz?” demiş, “Hiç aşçının elindeki kepçe ben insanları doyuruyorum diye gurura kapılır mı? Ben bir kepçeyim, Hak ihsanını kullarına benimle dağıtıyor.”
Malla, bilgiyle, bedeni olarak bir kimseye yardım ettiniz, en azından tebessümünüzle gönül aldınız; geçin gidin. Orada takılmayın, yeni hayırlara koşun. Yaptıklarınızı başkasına söylemek bir yana kendiniz dahi kaydını tutmayın. Ne mal sizin, ne ilim sizin, ne de bedeniniz gerçekte size ait. İkram sahibi cömertliğine sizi vesile kılmışsa en büyük şerefe ulaştınız demektir. Sakın kendinizi onun yerine koyup da “Bu iyilik benden.” demeyin.
(Hayri Kalemli)
Evvel zaman içinde, diyarların birinde bir Nuri Efendi yaşarmış. Her sabah besmelesini çeker, sağ ayağıyla ilk adımını atar, yola revan olurmuş.
Hanımının öğlende yemesi için hazırladığı yiyecek paketini bir yoksulun evine bırakırmış. Ardından camiye girer öğlene kadar vaktini ibadetle geçirirmiş. Öğle namazını kıldıktan sonra da çarşıdaki işyerine gidermiş.
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları, takip etmiş. Tam kırk yıl bu ahenk bozulmamış. Evdekiler, Nuri Efendi’nin öğle yemeğini sabah yanına aldığı azıkla dükkanda yediğini; dükkandaki yardımcıları da ‘Nasıl olsa öğlende geliyor.’ diye evde yiyip de çıktığını zannedermiş. Oysa Nuri Efendi, kırk yılını oruçlu geçirmiş. Kırk yıl bir yoksul onun getirdikleriyle karnını doyurmuş.
Hazreti Fahr-i Cihan Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, başka gölgenin bulunmadığı günde Cenab-ı Hakk’ın gölgelendireceği yedi zümreden bahsederken, ‘sağ elinin verdiğini sol elinin duymadığı kimseler’i de sayar. Kur’an-ı Kerim’de de “Sadakalarınızı başa kakma ve eza ile boşa çıkarmayın.” buyurulur. (Bakara/264)
Cömertliğiyle yardıma koşan, düşmüşü kaldıran, çıplağı giydiren, açı doyuran, manevi kemaliyle kendi de doymuş birine sormuşlar: “Efendi, bu kadar hayr-ü hasenat yaparken hiç gurura kapılmaz, kendinizi yardımda bulunduğunuz kimselerden üstün görmez misiniz?”
“O nasıl söz?” demiş, “Hiç aşçının elindeki kepçe ben insanları doyuruyorum diye gurura kapılır mı? Ben bir kepçeyim, Hak ihsanını kullarına benimle dağıtıyor.”
Malla, bilgiyle, bedeni olarak bir kimseye yardım ettiniz, en azından tebessümünüzle gönül aldınız; geçin gidin. Orada takılmayın, yeni hayırlara koşun. Yaptıklarınızı başkasına söylemek bir yana kendiniz dahi kaydını tutmayın. Ne mal sizin, ne ilim sizin, ne de bedeniniz gerçekte size ait. İkram sahibi cömertliğine sizi vesile kılmışsa en büyük şerefe ulaştınız demektir. Sakın kendinizi onun yerine koyup da “Bu iyilik benden.” demeyin.
(Hayri Kalemli)