TraFoo
Banned
- Katılım
- 3 Ağu 2009
- Mesajlar
- 2,032
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
ŞEBEK DEĞİLİZ
Nihat GENÇ Tarih: 27 Ekim 2009 Salı
AKP iktidarı aylardır kamuoyunu meşgul tuttuğu ‘açılım’ politikasını yüzüne gözüne bulaştırmışken yine Özalvari bir çalımla gündemi tümüyle değiştirecek ‘malum belgeyi’ ekranlara fırlattı.
Oysa başbakan bir diktatör gibi ‘açılım’ı sil baştan yaparız diyerek yasalara karşı bir açıklama yapmıştır. Çünkü pişmanlık yasası yürürlüktedir ve isteyen istediği ülkeden elini kolunu sallayarak gelip pişmanlık yasasından faydalanabilir. Ancak başbakanımız, Almanya’dan gelmesini planladıkları teröristlere zaman uygun değil diye hukuku hiçe sayarak bir nevi ‘gelmeyin ulan’ narası atarak postasını koymuştur. Başbakanımız bir gizli ABD planı kahramanca devreye sokuyor diye yürürlükteki hukuku iptal etmeye ya da olmayan hukuku tek başına inşa etmeye hakkı yoktur.
Pişmanlık yasası ortadayken başbakanın suç işlemiş hiçbir teröriste gelmeyin deme hakkına sahip değildir. Başbakanın süreci durdururuz dayılanması hepimize ‘PKK’yla el altından bir anlaşma yapıldığını’ doğrulatmaktadır. Yani PKK’yla bir gizli görüşme mi yapılmış, kimler yapmış, hangi yasalar çerçevesinde yapılmış, hangi hukuk dışı hazırlık yapılmış gibi..
Beceriksizliği yapanlar az buz değil şu an ki ‘hükümettir’ yani yasa dışı skandallara yol açılmıştır ve bu hukuksuzluk halkın gözleri önünde işte bugünlerde sorgulanması tartışılması gerekiyordu.
Tam da burada açılım deyip yere göğe koyamadıkları şeyi yüzlerine gözlerine hukuk dışılığa bulaştırmışlar tam anlamıyla rezil kepaze olmuşlardır, artık şimdi, gündemi değiştirecek bir şok haber ekranlara hızla sürüldü.
Ve Türkiye Halkı ‘PKK’nın savaş kazanmış gövde gösterileri görüntülerinden’ yeniden malum belge tartışmasına döndürülmüştür.
El altından nasıl anlaşmalar yapılmışsa PKK en kahraman şov gövde gösterisiyle büyük bir psikolojik üstünlük kazanmış ve Türkiye Halkı infiale sürüklenmiş ve hükümetin politikalarından çok öte, hükümetin ‘devlet ciddiyeti’ sarsılmış, kendi seçmenleri gözünde dahi büyük bir güvensizlik oluşmuştur.
Silahlı kuvvetler ile iktidar arasında ya da cemaat arasında yaşanmakta olan bir savaşın kıyasıya sürdüğü ‘belge’ tartışması Türkiye Halkı’nın gündemi değildir. Bizler de ‘şebek’ değiliz.
Belge vardı yoktu imza gerçekti sahteydi tartışmalarına bizleri kimse taraf yapamaz. Önceki genelkurmay başkanları Hilmi Özkök ve Büyükanıt’ın basına yaptığı açıklamalarla Silahlı Kuvvetler içinde bir tuhaf şeylerin döndürülmekte olduğu açıktır, hem Özkök hem de Büyükanıt, Silahlı Kuvvetler Tarihi’nde hiç te alışıldık olunmayan garip imalı ve gizli saklı hadiselerin kahramanları olarak zaten Türkiye Halkı’nı kuşkulara çoktan sürüklemişlerdir.
Ve Türkiye Halkı’nda ‘orada neler oluyor’ tartışmasıyla büyük bir panik ve güven kaybına sebep olmuşlardır.
Özkök, Büyükanıt, adı çokca geçen cemaat, Akp ve malum taraf liberal yazarların el birliği ve birbiri sıra odaklandıkları skandallar çerçevesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir büyük güven kaybı öteden beri tasarlanıp hazırlanmış ve AKP iktidarı sürecinde yavaş yavaş akıl dışı sertlikte ordu-emniyet-hükümet kavgası tırmandırılmıştır.
Gerçekte neler oluyor bizler bilemeyiz, bildiğimiz Türkiye’nin en ciddi kurumları arasında ölümüne bir savaş medya üzerinden yürütülmektedir.
Öğrenmemiz gereken ilk şey ‘cemaat’ denen şey nedir, bu kadar aleni konuşulması ve her taşın altından çıkmasının anlamı nedir? Bizler ‘belge gerçek çıktığına’ göre, artık ‘cemaaatin yurttaşları’ haline mi geldik? Bundan sonra ülke güvenliğimizi ve devlet geleneğimizin en temel kurumu ‘cemaat mi?’ olacaktır? Hepimizin hayatını cemaatin ordu içine sızdırdığı bir köstebek mi kurtarmıştır?
Üç ay önce ortaya çıkmayan belgeyi bugün niçin ortaya çıkarttılar, ordu içinde casuslar mı kol gezmekte? Bu ihbar mektuplarını yazanların milliyeti cemaati kimliği ne adına iş gördüklerini hepimiz öğrenmek istiyoruz? Belgeyi hazırlayanlar ve sonra ihbar edenlerin aynı kumpasın parçaları olmadığını nasıl bilebiliriz?
Malum belge ‘AKP ve Gülen’i Bitirme’ belgesi mi yoksa malum belge Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bitirme belgesi mi? Bu kıyasıya kavga artık ön müdahale savaş psikolojisinden Allah hepimizi korusun iç savaş ortamına doğru mu kaymaktadır.
Halkın paralarıyla en güvenilir kurumların en güvenilir hassas bilgi işlem dairelerine kadar sızmayı başaran casuslar köstebekler mi şerefli askerler mi kimdir ve nedir bunlar?
Bir cemaat üyesi ya da başkaları bu kadar hassas kurumlara sızmayı nasıl başarmışlar ya da en hassas kurumların en mahrem bilgileri medya manşetlerinde çarşaf çarşaf hangi zihniyet ve güçlerce sergilenmekte..
Türkiye Halkının Korkuları doğrulanmış, ihbar mektubuyla, en güvenilir kurumların en hassas birimlerine kadar casusvari ihbar mektupları ortalığa nasıl hangi amaçla dökülmüştür?
Ve ‘asıl belgelik’ durum bu ihbar mektubunun Silahlı Kuvvetlerini Bitirme Planı olarak her soruya açıklıkla cevap veren bir düzende cümle cümle tasarlanmış her ifadenin başarıyla inşa edilmiş olmasıdır.
Ayrıca malum ihbar mektubunda hiçbir ‘tereddüt’ yoktur, belki, ama, fakat, olabilir diye tartışmaya açık en küçük nokta yoktur. İhbar mektubu yüzde yüz kesin ifadelerle kaleme alınmıştır. Bu ihbar mektubu sahibi Türkiye’de başta genelkurmay sonra en acar gazeteciler ve savcılar ve hakimlerin dahi bilmediği görmediği ve arayıp bulamadıkları her şeyin bizatihi gözleri önünde cereyan ettiğini son derece açık ifadelerle yazmaktadır. Tarihimiz ilk defa bu kadar profesyonel bir ihbar mektubuyla yüz yüzedir. Bu şerefli ihbar mektubu sahibini alnından mı öpelim yoksa kuşkuyla mı karşılayalım..
İhbar mektubu, açık gedik kalmasın deyip bütün şüphelere son noktayı artık vurucu bir şekilde net bir şekilde koyalım diyen bir gizli iradenin ürünü olduğunu saklamıyor, ki, bu gizli belgeyi hemen yine gazete manşetlerine taşımayı bildi. İhbar mektubunun (kamuoyuna mal olduğuna göre okuyup değerlendirme hakkına sahibiz, çünkü biz okuyalım diye yayınlandı) ürkütücü tarafı taşıdığı ifadeler değil profesyonel bir mühendislik ürünü oluşunda, yani biçiminde saklı..
Ve şimdi, yandaş yazarlarının göbek atmasından anladığımız Orduyu Tam Anlamıyla Bitirmeye Yönelik bu ‘ihbar mektubunun’ savcı ve hakimlerin ve başta AKP’nin aradığı her soruya açıklıkla cevap veren bu ifade düzenini başarıyla kimler tasarlamıştır?
Bu ‘ihbar mektubu’ ve ‘malum belge’ bir daha yeniden ‘çakma belge’ olduğu anlaşılırsa, ya da bu ihbar mektubunu düzenleyenlerin bir belgesi olduğu anlaşılırsa ya da bu girift çözülemeyecek soruların ortada kalmasıyla yapılmak istenen nedir? Bu her tarafı açık karanlık macerayla neyi parçalamak neyi yıkmak neyi tezgahlamak istiyorlar? İşte tüm bu soruların ülke huzuruna bozacağı açıkken soruşturmanın neden gizlenmediği ve manşetlere taşındığı gerçeği hukuku hiçe sayan bir meydan okuma taşıyor. Yani asıl sorun bir kurumdaki yanlış şeyleri bertaraf etmek değil bizlere karşı büyük bir psikolojik hareketin harfiyen uygulanması olduğu açıktır..
Bir ülkenin güvenliğinden sorumlu en mahrem üst düzey kurumlara kadar sızabilmiş bu insanları daha yakından tanımak istiyoruz. Mesela bu ihbar mektubunu hazırlayanları hakim ve savcı sorgulamasından ya da mahkemelerden çok sonra olsa dahi kamuoyunda tanımak ve bağımsız gazetecilerin huzurunda didiklenmesini talep etme hakkımız vardır, hangi okullarda okumuş, nerede yetişmiş, üç ay niçin susmuş, bu kadar hassas belgeyi kimseye çaktırmadan nasıl gizlice yürütmüş, her şeyi bilmek Türkiye Halkı’nın vergilerinin hakkıdır. Mesela bu belgeyi üç ay önce ortaya çıkartsaydı hiçbir şaibe ve kuşku ortada kalmayacaktı ve hukuk tıkırında açıklıkla yürüyecekti ve bizler de bu karmaşık tartışmada aptal yerine koyulmamış olacaktık.
Yoksa cemaat, fotokopi belgeyle netice alamayınca şimdi içeri sızdırdığı köstebeklerden birini ‘kurban’ verip yani ‘belge davasını’ kazanmak için çok iyi gizlenmiş bir köstebek’ini artık ifşa etmek zorunda mı kalmıştır, yani üç ay beklenilmesi ‘elemanı’ deşifre etmeyelim çabası mı, üç ay beklenmesinin sebebi, nasılsa medya üstünlüğü bizde fotokopisiyle dahi netice alırız anlayışı mı, onlarca yandaşımız var bağırır çağırır fotokopi belgeyle işi bitiririz anlayışı mı, üç ay beklenmesi bir ‘tertip’ düşüncesi kuşkusunu ortaya çıkartmıyor mu ve bu kuşkunun bu ülkenin huzurundan sorumlu hakimler ve siyasetciler tarafından soruşturulması gerekmez mi ve bu kuşkuyu belgeyi gizleyerek büyütenlerin asıl maksadı hala sırrını korumuyor mu?
Belki de baskın seçim hazırlığındaki Erdoğan’ın cemaati sıkıştırmasıyla artık beni bu belge sıkıntısından kurtarın zorlamasıyla erken seçim öncesi gündeme taşıması mı?
En sıkı casus filmlerinden daha beter bu gizli belge vardı yoktu tartışmalarıyla yapılmak istenen nedir? Bizlerin kafasını mı karıştırmak, bizleri parçalara mı ayırmak, bizleri esir mi almak, yoksa bizlere işte en güvenilir kurumlarınızın hali bu mu demek istiyorlar?
Dünya tarihinde muzaffer ordular savaştıkları ülkeleri top yekün teslim almayı başarmış ancak hiçbir muzaffer ordu savaştıkları ülkenin ordu ve emniyetini ya da hükümeti ve ordusunu karşı karşıya getirebilmeyi başaramamıştır.
Tam anlamıyla bir örtülü iç savaş manzarasını tırmandıran arzulayan kurcalayan tezgahlayanlar kim ya da kimlerdir?
Hem silahlı kuvvetler hem AKP’nin milletvekilleri hem savcı ve hakimler maaşlarını Türkiye Halkı’nın vergilerinden almaktadırlar. Bir çok savcının hakimin ya da köstebek casusları, cemaat okulları yetiştirmiş olabilir, ancak bizleri cemaat büyütmedi, bizleri bu günlere bu ülkenin yoksul ailelerinin insanüstü fedakarlıkları getirdi. Bu yüzden kimseye eyvallahımız olmadı, olmayacak, kimseye muhtaç değiliz, hiçbir kurum ya da cemaatin adamı militanı üyesi kölesi esiri müridi olmadık, asla olmayacağız.. Bu ‘belge’ iddialarıyla kimlerin kemiklerini kırıp tuz buz etmek hesaplanıyor, arkasını önünü her şeyini halka açıklamak hukuk adına maaş alanların birinci görevidir.
Tek sevinç ve arzumuz ülkemizin huzuru ve eşit adil bölüşümü ve herkesin hukuk karşısında eşitliğidir bu yüzden bugünlerde bağımsızlığımızdan endişe duyuyoruz, bizleri yönetenlerin ‘kirli tezgah ve dümenleri’nden korkuya kapılıyoruz..
Hem bir halkın parasıyla karnını doyuracak hem de bir ülkenin en temel kurumlarını ateşe veren kışkırtan iç savaş manevrası politik oyunların içinde olacaksınız, bunu asla kabul edemeyiz.
Bu topraklar üstünde yaşayan bizlerin tek bir belgesi vardır, o da bağımsızlığımızın belgesi Lozan’dır.
Ve ülkemiz bağımsızlığı üzerinde bir hukuk toplumu inşa etmek istiyorsa, hakim savcı ve siyasilerin işte bu hukuk dışı kuşkuları öncelikle bertaraf edecek açıklamalarına ihtiyacımız var, ama değil, yandaş ve taraf ağzıyla konuşanlar hukuk için değil bir imha savaşı bir tozu dumana katma savaşının diliyle yani ‘bertaraf etmek’ ve ‘yok etmek’ diliyle demeçler savurmaktadır .
Gelmiş geçmiş tüm dünya tarihinde en değerli şey önce o ülkenin bağımsızlığı ve sonra o ülkenin dirlik ve huzurudur. Hakimler, hukuk, savcılar, partiler ve silahlı kuvvetler bu huzuru ‘kurumsal olarak’ yürütmek için vardırlar ve karınlarını da bizim paralarımızla doyurmaktalar ve bu kadar kargaşa ve karışıklığa hakları hiç yoktur.
Halkın mutluluğu ve saadeti için o görevlere bu halkın parasıyla gelmiş olanlar, halkın onurlu yaşamı için değil, işte bu tür kuşkulu belgelerle şimdi kendi şeref ve haysiyetlerinin derdine düşmüş tam bir kör dalaşma içine sürüklenmişlerdir.
Aralarında nasıl bira ölümcül savaş cereyan ediyorsa hiç hatırlarına gelmeyen tek şey, yoksul halkımız.
Malum belgenin son haline bakarsak bu topraklarda gazetesinden genelkurmayına kadar sorumlu herkes ‘yalan’ beyanda bulundu ya da halkın kafa karışıklığını besleyip ülkeyi çığırından çıkartan bir hesaplaşmanın içine bir takım sinsi marifetlerle sürüklendi.
Şimdi oturdukları makamlara hangi politik oyunlarla hangi çalınmış paralarla gelmiş olurlarsa olsunlar halkımızı kendi ideolojik ihtiraslarının kurbanı yapamayacaklardır.
Bu halkı aldatamaz, kandıramaz, yönlendiremez, ülke sevgisi coşkusunu parçalayamazsınız.
Türkiye’nin bağımsızlığı ve güvenliğinin teminatı Türkiye Halkı’dır. Türkiye halkı tezgah ve dümenlerinizi bu malum belge tartışmalarıyla korkular içinde endişeler içinde nasıl bir felakete sürüklendiğimizi kara kara düşünmektedir.
Bu toprakların bağımsızlığıyla ve kurumlarıyla hiç kimse oynayamaz. Bizler de şebek değiliz. Belge ne taraftaysa oraya gözümüzü çevirecek kadar geri zekalılar hiç değiliz. Bizim gözümüz Lozan’da ve bağımsızlığımızdadır. Bizim gözümüz ülkenin huzuru ve kardeşliğindedir. Bizim gözümüz bu ülkenin milyar dolarlarını yiyenlerin üstündedir. Bizim gözümüz, birkaç İslamcı holdingin yandaş medyanın ve ABD taşeronu liberal yazarların üstündedir.. Gözlerimiz halkın paralarıyla genelkurmay başkanlıkları yapıp sonra bir kenara çekildiklerinde ekmeğini yedikleri kurumları ‘zan altında’ bırakanların ya da gizli görüşmelerle şereflerini kayıt dışına düşürenlerin üzerindedir. Bizim gözümüz bu kadar farenin resmi ciddi kurumlar içinde kimler tarafından sokulduğu nerede büyütülüp nerelere sızıldığı ne amaçladıklarının üstündedir.
Ülkenin toprakları madenleri satılırken, ülkede milyonlarca işsiz varken, ülke insanı çaresizlik içinde kıvranırken, ülke tarihinin en acı kabul edilemez ekonomik göstergeleri bir dizi sosyal felaketlere yol açmışken, oraları tutmuş maaşlı bir takım adamlar, bizleri şebek yerine koyup hepimizi kendi çıkarları uğruna kullanmak istiyor.
Bu topraklar üstünde en çok konferans veren en çok konuşma yapan bir yazar kardeşiniz olarak söylüyorum. Bu toprakların insanları, o kurumdan ya da bu kurumdan yana değildir, bu ülke insanları, demokrasi, hukuk ve kurumların hepsinin önce insanlık, sonra ülke menfaatleri adına görevlerini kusursuzca yerine getirmelerinden yana sessiz için için çığlıklar atıp telefon dinlemeleri korkusuyla evlerine sinmiş ağlamaktadır. Bu topraklarda yaşayan herkes artık Tehlikenin Farkındadır ve şimdi şahit olduğumuz tehlike çoktan yola çıktı çatırtı seslerini büyük bir iç depreme doğru yükseltmektedir.
Türkiye halkının endişelerini gidermek ülkenin bağımsız yazarlarına düşmektedir. Halkınıza sahip çıkın. Anadolu topraklarının bütünlüğüne sahip çıkın. Bağımsız Cumhuriyet’in ne anlama geldiğini artık nihayet anlayın. Köstebek, belge, casus, cemaat, tezgah, yandaş, taşeron yazar, ABD planları’nın en çok konuşulduğu bu günlerde insanlığınızdan ve hukuktan asla taviz vermeyin.
İşgal orduları ya da taşeron gestapo yazarların itham iftiraları ya da tankları altında ya da nezarethanelerde kafataslarımız parçalanıp un ufak edilene kadar bizi insan yapan duygularımızdan asla taviz vermeyeceğiz.. Doğduğumuz ve suyunu içtiğimiz ülkeye derin ve soylu saygımızı son nefesimize kadar onurla taşıyacağız. Bizi bu soylu duygularla besleyip büyüten bu halka saygımızı tam da bu günlerde asla unutmayacağız.
Nihat GENÇ
[email protected]
Milliyetçiler - Köşe Yazıları
Nihat GENÇ Tarih: 27 Ekim 2009 Salı
AKP iktidarı aylardır kamuoyunu meşgul tuttuğu ‘açılım’ politikasını yüzüne gözüne bulaştırmışken yine Özalvari bir çalımla gündemi tümüyle değiştirecek ‘malum belgeyi’ ekranlara fırlattı.
Oysa başbakan bir diktatör gibi ‘açılım’ı sil baştan yaparız diyerek yasalara karşı bir açıklama yapmıştır. Çünkü pişmanlık yasası yürürlüktedir ve isteyen istediği ülkeden elini kolunu sallayarak gelip pişmanlık yasasından faydalanabilir. Ancak başbakanımız, Almanya’dan gelmesini planladıkları teröristlere zaman uygun değil diye hukuku hiçe sayarak bir nevi ‘gelmeyin ulan’ narası atarak postasını koymuştur. Başbakanımız bir gizli ABD planı kahramanca devreye sokuyor diye yürürlükteki hukuku iptal etmeye ya da olmayan hukuku tek başına inşa etmeye hakkı yoktur.
Pişmanlık yasası ortadayken başbakanın suç işlemiş hiçbir teröriste gelmeyin deme hakkına sahip değildir. Başbakanın süreci durdururuz dayılanması hepimize ‘PKK’yla el altından bir anlaşma yapıldığını’ doğrulatmaktadır. Yani PKK’yla bir gizli görüşme mi yapılmış, kimler yapmış, hangi yasalar çerçevesinde yapılmış, hangi hukuk dışı hazırlık yapılmış gibi..
Beceriksizliği yapanlar az buz değil şu an ki ‘hükümettir’ yani yasa dışı skandallara yol açılmıştır ve bu hukuksuzluk halkın gözleri önünde işte bugünlerde sorgulanması tartışılması gerekiyordu.
Tam da burada açılım deyip yere göğe koyamadıkları şeyi yüzlerine gözlerine hukuk dışılığa bulaştırmışlar tam anlamıyla rezil kepaze olmuşlardır, artık şimdi, gündemi değiştirecek bir şok haber ekranlara hızla sürüldü.
Ve Türkiye Halkı ‘PKK’nın savaş kazanmış gövde gösterileri görüntülerinden’ yeniden malum belge tartışmasına döndürülmüştür.
El altından nasıl anlaşmalar yapılmışsa PKK en kahraman şov gövde gösterisiyle büyük bir psikolojik üstünlük kazanmış ve Türkiye Halkı infiale sürüklenmiş ve hükümetin politikalarından çok öte, hükümetin ‘devlet ciddiyeti’ sarsılmış, kendi seçmenleri gözünde dahi büyük bir güvensizlik oluşmuştur.
Silahlı kuvvetler ile iktidar arasında ya da cemaat arasında yaşanmakta olan bir savaşın kıyasıya sürdüğü ‘belge’ tartışması Türkiye Halkı’nın gündemi değildir. Bizler de ‘şebek’ değiliz.
Belge vardı yoktu imza gerçekti sahteydi tartışmalarına bizleri kimse taraf yapamaz. Önceki genelkurmay başkanları Hilmi Özkök ve Büyükanıt’ın basına yaptığı açıklamalarla Silahlı Kuvvetler içinde bir tuhaf şeylerin döndürülmekte olduğu açıktır, hem Özkök hem de Büyükanıt, Silahlı Kuvvetler Tarihi’nde hiç te alışıldık olunmayan garip imalı ve gizli saklı hadiselerin kahramanları olarak zaten Türkiye Halkı’nı kuşkulara çoktan sürüklemişlerdir.
Ve Türkiye Halkı’nda ‘orada neler oluyor’ tartışmasıyla büyük bir panik ve güven kaybına sebep olmuşlardır.
Özkök, Büyükanıt, adı çokca geçen cemaat, Akp ve malum taraf liberal yazarların el birliği ve birbiri sıra odaklandıkları skandallar çerçevesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir büyük güven kaybı öteden beri tasarlanıp hazırlanmış ve AKP iktidarı sürecinde yavaş yavaş akıl dışı sertlikte ordu-emniyet-hükümet kavgası tırmandırılmıştır.
Gerçekte neler oluyor bizler bilemeyiz, bildiğimiz Türkiye’nin en ciddi kurumları arasında ölümüne bir savaş medya üzerinden yürütülmektedir.
Öğrenmemiz gereken ilk şey ‘cemaat’ denen şey nedir, bu kadar aleni konuşulması ve her taşın altından çıkmasının anlamı nedir? Bizler ‘belge gerçek çıktığına’ göre, artık ‘cemaaatin yurttaşları’ haline mi geldik? Bundan sonra ülke güvenliğimizi ve devlet geleneğimizin en temel kurumu ‘cemaat mi?’ olacaktır? Hepimizin hayatını cemaatin ordu içine sızdırdığı bir köstebek mi kurtarmıştır?
Üç ay önce ortaya çıkmayan belgeyi bugün niçin ortaya çıkarttılar, ordu içinde casuslar mı kol gezmekte? Bu ihbar mektuplarını yazanların milliyeti cemaati kimliği ne adına iş gördüklerini hepimiz öğrenmek istiyoruz? Belgeyi hazırlayanlar ve sonra ihbar edenlerin aynı kumpasın parçaları olmadığını nasıl bilebiliriz?
Malum belge ‘AKP ve Gülen’i Bitirme’ belgesi mi yoksa malum belge Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bitirme belgesi mi? Bu kıyasıya kavga artık ön müdahale savaş psikolojisinden Allah hepimizi korusun iç savaş ortamına doğru mu kaymaktadır.
Halkın paralarıyla en güvenilir kurumların en güvenilir hassas bilgi işlem dairelerine kadar sızmayı başaran casuslar köstebekler mi şerefli askerler mi kimdir ve nedir bunlar?
Bir cemaat üyesi ya da başkaları bu kadar hassas kurumlara sızmayı nasıl başarmışlar ya da en hassas kurumların en mahrem bilgileri medya manşetlerinde çarşaf çarşaf hangi zihniyet ve güçlerce sergilenmekte..
Türkiye Halkının Korkuları doğrulanmış, ihbar mektubuyla, en güvenilir kurumların en hassas birimlerine kadar casusvari ihbar mektupları ortalığa nasıl hangi amaçla dökülmüştür?
Ve ‘asıl belgelik’ durum bu ihbar mektubunun Silahlı Kuvvetlerini Bitirme Planı olarak her soruya açıklıkla cevap veren bir düzende cümle cümle tasarlanmış her ifadenin başarıyla inşa edilmiş olmasıdır.
Ayrıca malum ihbar mektubunda hiçbir ‘tereddüt’ yoktur, belki, ama, fakat, olabilir diye tartışmaya açık en küçük nokta yoktur. İhbar mektubu yüzde yüz kesin ifadelerle kaleme alınmıştır. Bu ihbar mektubu sahibi Türkiye’de başta genelkurmay sonra en acar gazeteciler ve savcılar ve hakimlerin dahi bilmediği görmediği ve arayıp bulamadıkları her şeyin bizatihi gözleri önünde cereyan ettiğini son derece açık ifadelerle yazmaktadır. Tarihimiz ilk defa bu kadar profesyonel bir ihbar mektubuyla yüz yüzedir. Bu şerefli ihbar mektubu sahibini alnından mı öpelim yoksa kuşkuyla mı karşılayalım..
İhbar mektubu, açık gedik kalmasın deyip bütün şüphelere son noktayı artık vurucu bir şekilde net bir şekilde koyalım diyen bir gizli iradenin ürünü olduğunu saklamıyor, ki, bu gizli belgeyi hemen yine gazete manşetlerine taşımayı bildi. İhbar mektubunun (kamuoyuna mal olduğuna göre okuyup değerlendirme hakkına sahibiz, çünkü biz okuyalım diye yayınlandı) ürkütücü tarafı taşıdığı ifadeler değil profesyonel bir mühendislik ürünü oluşunda, yani biçiminde saklı..
Ve şimdi, yandaş yazarlarının göbek atmasından anladığımız Orduyu Tam Anlamıyla Bitirmeye Yönelik bu ‘ihbar mektubunun’ savcı ve hakimlerin ve başta AKP’nin aradığı her soruya açıklıkla cevap veren bu ifade düzenini başarıyla kimler tasarlamıştır?
Bu ‘ihbar mektubu’ ve ‘malum belge’ bir daha yeniden ‘çakma belge’ olduğu anlaşılırsa, ya da bu ihbar mektubunu düzenleyenlerin bir belgesi olduğu anlaşılırsa ya da bu girift çözülemeyecek soruların ortada kalmasıyla yapılmak istenen nedir? Bu her tarafı açık karanlık macerayla neyi parçalamak neyi yıkmak neyi tezgahlamak istiyorlar? İşte tüm bu soruların ülke huzuruna bozacağı açıkken soruşturmanın neden gizlenmediği ve manşetlere taşındığı gerçeği hukuku hiçe sayan bir meydan okuma taşıyor. Yani asıl sorun bir kurumdaki yanlış şeyleri bertaraf etmek değil bizlere karşı büyük bir psikolojik hareketin harfiyen uygulanması olduğu açıktır..
Bir ülkenin güvenliğinden sorumlu en mahrem üst düzey kurumlara kadar sızabilmiş bu insanları daha yakından tanımak istiyoruz. Mesela bu ihbar mektubunu hazırlayanları hakim ve savcı sorgulamasından ya da mahkemelerden çok sonra olsa dahi kamuoyunda tanımak ve bağımsız gazetecilerin huzurunda didiklenmesini talep etme hakkımız vardır, hangi okullarda okumuş, nerede yetişmiş, üç ay niçin susmuş, bu kadar hassas belgeyi kimseye çaktırmadan nasıl gizlice yürütmüş, her şeyi bilmek Türkiye Halkı’nın vergilerinin hakkıdır. Mesela bu belgeyi üç ay önce ortaya çıkartsaydı hiçbir şaibe ve kuşku ortada kalmayacaktı ve hukuk tıkırında açıklıkla yürüyecekti ve bizler de bu karmaşık tartışmada aptal yerine koyulmamış olacaktık.
Yoksa cemaat, fotokopi belgeyle netice alamayınca şimdi içeri sızdırdığı köstebeklerden birini ‘kurban’ verip yani ‘belge davasını’ kazanmak için çok iyi gizlenmiş bir köstebek’ini artık ifşa etmek zorunda mı kalmıştır, yani üç ay beklenilmesi ‘elemanı’ deşifre etmeyelim çabası mı, üç ay beklenmesinin sebebi, nasılsa medya üstünlüğü bizde fotokopisiyle dahi netice alırız anlayışı mı, onlarca yandaşımız var bağırır çağırır fotokopi belgeyle işi bitiririz anlayışı mı, üç ay beklenmesi bir ‘tertip’ düşüncesi kuşkusunu ortaya çıkartmıyor mu ve bu kuşkunun bu ülkenin huzurundan sorumlu hakimler ve siyasetciler tarafından soruşturulması gerekmez mi ve bu kuşkuyu belgeyi gizleyerek büyütenlerin asıl maksadı hala sırrını korumuyor mu?
Belki de baskın seçim hazırlığındaki Erdoğan’ın cemaati sıkıştırmasıyla artık beni bu belge sıkıntısından kurtarın zorlamasıyla erken seçim öncesi gündeme taşıması mı?
En sıkı casus filmlerinden daha beter bu gizli belge vardı yoktu tartışmalarıyla yapılmak istenen nedir? Bizlerin kafasını mı karıştırmak, bizleri parçalara mı ayırmak, bizleri esir mi almak, yoksa bizlere işte en güvenilir kurumlarınızın hali bu mu demek istiyorlar?
Dünya tarihinde muzaffer ordular savaştıkları ülkeleri top yekün teslim almayı başarmış ancak hiçbir muzaffer ordu savaştıkları ülkenin ordu ve emniyetini ya da hükümeti ve ordusunu karşı karşıya getirebilmeyi başaramamıştır.
Tam anlamıyla bir örtülü iç savaş manzarasını tırmandıran arzulayan kurcalayan tezgahlayanlar kim ya da kimlerdir?
Hem silahlı kuvvetler hem AKP’nin milletvekilleri hem savcı ve hakimler maaşlarını Türkiye Halkı’nın vergilerinden almaktadırlar. Bir çok savcının hakimin ya da köstebek casusları, cemaat okulları yetiştirmiş olabilir, ancak bizleri cemaat büyütmedi, bizleri bu günlere bu ülkenin yoksul ailelerinin insanüstü fedakarlıkları getirdi. Bu yüzden kimseye eyvallahımız olmadı, olmayacak, kimseye muhtaç değiliz, hiçbir kurum ya da cemaatin adamı militanı üyesi kölesi esiri müridi olmadık, asla olmayacağız.. Bu ‘belge’ iddialarıyla kimlerin kemiklerini kırıp tuz buz etmek hesaplanıyor, arkasını önünü her şeyini halka açıklamak hukuk adına maaş alanların birinci görevidir.
Tek sevinç ve arzumuz ülkemizin huzuru ve eşit adil bölüşümü ve herkesin hukuk karşısında eşitliğidir bu yüzden bugünlerde bağımsızlığımızdan endişe duyuyoruz, bizleri yönetenlerin ‘kirli tezgah ve dümenleri’nden korkuya kapılıyoruz..
Hem bir halkın parasıyla karnını doyuracak hem de bir ülkenin en temel kurumlarını ateşe veren kışkırtan iç savaş manevrası politik oyunların içinde olacaksınız, bunu asla kabul edemeyiz.
Bu topraklar üstünde yaşayan bizlerin tek bir belgesi vardır, o da bağımsızlığımızın belgesi Lozan’dır.
Ve ülkemiz bağımsızlığı üzerinde bir hukuk toplumu inşa etmek istiyorsa, hakim savcı ve siyasilerin işte bu hukuk dışı kuşkuları öncelikle bertaraf edecek açıklamalarına ihtiyacımız var, ama değil, yandaş ve taraf ağzıyla konuşanlar hukuk için değil bir imha savaşı bir tozu dumana katma savaşının diliyle yani ‘bertaraf etmek’ ve ‘yok etmek’ diliyle demeçler savurmaktadır .
Gelmiş geçmiş tüm dünya tarihinde en değerli şey önce o ülkenin bağımsızlığı ve sonra o ülkenin dirlik ve huzurudur. Hakimler, hukuk, savcılar, partiler ve silahlı kuvvetler bu huzuru ‘kurumsal olarak’ yürütmek için vardırlar ve karınlarını da bizim paralarımızla doyurmaktalar ve bu kadar kargaşa ve karışıklığa hakları hiç yoktur.
Halkın mutluluğu ve saadeti için o görevlere bu halkın parasıyla gelmiş olanlar, halkın onurlu yaşamı için değil, işte bu tür kuşkulu belgelerle şimdi kendi şeref ve haysiyetlerinin derdine düşmüş tam bir kör dalaşma içine sürüklenmişlerdir.
Aralarında nasıl bira ölümcül savaş cereyan ediyorsa hiç hatırlarına gelmeyen tek şey, yoksul halkımız.
Malum belgenin son haline bakarsak bu topraklarda gazetesinden genelkurmayına kadar sorumlu herkes ‘yalan’ beyanda bulundu ya da halkın kafa karışıklığını besleyip ülkeyi çığırından çıkartan bir hesaplaşmanın içine bir takım sinsi marifetlerle sürüklendi.
Şimdi oturdukları makamlara hangi politik oyunlarla hangi çalınmış paralarla gelmiş olurlarsa olsunlar halkımızı kendi ideolojik ihtiraslarının kurbanı yapamayacaklardır.
Bu halkı aldatamaz, kandıramaz, yönlendiremez, ülke sevgisi coşkusunu parçalayamazsınız.
Türkiye’nin bağımsızlığı ve güvenliğinin teminatı Türkiye Halkı’dır. Türkiye halkı tezgah ve dümenlerinizi bu malum belge tartışmalarıyla korkular içinde endişeler içinde nasıl bir felakete sürüklendiğimizi kara kara düşünmektedir.
Bu toprakların bağımsızlığıyla ve kurumlarıyla hiç kimse oynayamaz. Bizler de şebek değiliz. Belge ne taraftaysa oraya gözümüzü çevirecek kadar geri zekalılar hiç değiliz. Bizim gözümüz Lozan’da ve bağımsızlığımızdadır. Bizim gözümüz ülkenin huzuru ve kardeşliğindedir. Bizim gözümüz bu ülkenin milyar dolarlarını yiyenlerin üstündedir. Bizim gözümüz, birkaç İslamcı holdingin yandaş medyanın ve ABD taşeronu liberal yazarların üstündedir.. Gözlerimiz halkın paralarıyla genelkurmay başkanlıkları yapıp sonra bir kenara çekildiklerinde ekmeğini yedikleri kurumları ‘zan altında’ bırakanların ya da gizli görüşmelerle şereflerini kayıt dışına düşürenlerin üzerindedir. Bizim gözümüz bu kadar farenin resmi ciddi kurumlar içinde kimler tarafından sokulduğu nerede büyütülüp nerelere sızıldığı ne amaçladıklarının üstündedir.
Ülkenin toprakları madenleri satılırken, ülkede milyonlarca işsiz varken, ülke insanı çaresizlik içinde kıvranırken, ülke tarihinin en acı kabul edilemez ekonomik göstergeleri bir dizi sosyal felaketlere yol açmışken, oraları tutmuş maaşlı bir takım adamlar, bizleri şebek yerine koyup hepimizi kendi çıkarları uğruna kullanmak istiyor.
Bu topraklar üstünde en çok konferans veren en çok konuşma yapan bir yazar kardeşiniz olarak söylüyorum. Bu toprakların insanları, o kurumdan ya da bu kurumdan yana değildir, bu ülke insanları, demokrasi, hukuk ve kurumların hepsinin önce insanlık, sonra ülke menfaatleri adına görevlerini kusursuzca yerine getirmelerinden yana sessiz için için çığlıklar atıp telefon dinlemeleri korkusuyla evlerine sinmiş ağlamaktadır. Bu topraklarda yaşayan herkes artık Tehlikenin Farkındadır ve şimdi şahit olduğumuz tehlike çoktan yola çıktı çatırtı seslerini büyük bir iç depreme doğru yükseltmektedir.
Türkiye halkının endişelerini gidermek ülkenin bağımsız yazarlarına düşmektedir. Halkınıza sahip çıkın. Anadolu topraklarının bütünlüğüne sahip çıkın. Bağımsız Cumhuriyet’in ne anlama geldiğini artık nihayet anlayın. Köstebek, belge, casus, cemaat, tezgah, yandaş, taşeron yazar, ABD planları’nın en çok konuşulduğu bu günlerde insanlığınızdan ve hukuktan asla taviz vermeyin.
İşgal orduları ya da taşeron gestapo yazarların itham iftiraları ya da tankları altında ya da nezarethanelerde kafataslarımız parçalanıp un ufak edilene kadar bizi insan yapan duygularımızdan asla taviz vermeyeceğiz.. Doğduğumuz ve suyunu içtiğimiz ülkeye derin ve soylu saygımızı son nefesimize kadar onurla taşıyacağız. Bizi bu soylu duygularla besleyip büyüten bu halka saygımızı tam da bu günlerde asla unutmayacağız.
Nihat GENÇ
[email protected]
Milliyetçiler - Köşe Yazıları