İslam'da uğursuzluk yoktur!..

innuendo

HANZALA
Moderatör
Katılım
5 Nis 2007
Mesajlar
9,878
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
FİLİSTANBUL
İslam'da uğursuzluk yoktur!..
kursu.jpg

"Tefe'ül"; bir kısım hadiseleri uğurlu saymak, onları hayırların başlangıcı olarak görmek ve vakıaları iyiye yormak demektir. Bunun zıddı olan "teşe'üm" ise; bazı nesneleri ve hadiseleri uğursuz kabul etmek, olayları şerre yormak ve sürekli kötü ihtimalleri öne çıkarmak manalarına gelmektedir.

Cahiliye'de teşe'üm çok yaygındı. O dönemin insanları hemen her şeyde bir uğursuzluk yanının bulunduğunu düşünür ve çoğu zaman hadiselerden aldıkları sinyallere göre yaptıkları/yapacakları işlere devam eder ya da onlardan vazgeçerlerdi.

Mesela; evlerinin çatısına bir baykuş konar ve orada ötmeye durursa, başlarına büyük bir belanın gelmesinden korkarlardı. Kuşların isimlerinden, cinslerinden ve şu ya da bu cihete uçmalarından bir kısım manalar çıkarırlar; özellikle kasden uçurdukları bir kuş, sağa giderse hayra, sola giderse şerre yorarlardı.

Ceylan gibi av hayvanlarından sağ taraftan sola doğru geçip gidenlerin uğursuzluğa sebebiyet vereceğine, sol yandan sağa doğru kaçanların ise şans getireceğine inanırlardı. Fal oklarına büyük değer verirler ve ekseriyetle, yapıp edeceklerini bunlara göre belirlerlerdi.

O kadar çok uğursuzluk emaresi icad etmişlerdi ki, adeta paranoya ile yatıp kalkar hale gelmiş ve bir korku toplumuna dönüşmüşlerdi. Çoğunluk itibarıyla, ruhî bunalıma girmiş ve vücutlarının kimyası bozulmuş gibi bir hal sergiliyorlardı; sanki duydukları her ses, gördükleri her nesne ve şahit oldukları her hadise onlar için bir vehim kaynağıydı. Uğursuzluk düşüncesi genel telakkilerinin ana çizgisini teşkil etmeye başlamıştı.

Böyle karanlık bir asrı nuruyla aydınlatan İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalâtu vesselâm) eşya ve hadiseleri hayırsız saymayı, şundan bundan uğursuzluk çıkarmayı bâtıl addetmiş; hatta teşe'ümün bir noktada şirke varıp dayanacağına dikkat çekmişti. Fakat, tefe'ülü bütün bütün kesip atmamış, onun doğru değerlendirilmesi gerektiğini belirtmekle iktifa etmişti.

Rehber-i Ekmel (sallallahu aleyhi ve sellem), bir keresinde, "İslam'da teşe'üm yoktur, en hayırlı yorum tefe'üldür." buyurmuştu. Mübarek meclisindekilerden biri, "Tefe'ül nedir ya Resûlallah?" diye sorunca, Resûl-i Ekrem, "(Hadiselerin değerlendirilmesiyle alâkalı) güzel sözdür." şeklinde mukabelede bulunmuştu.

Allah Resûlü'nün Hudeybiye anlaşmasında Süheyl bin Amr'ın adını hayra yorması, tefe'ülün en güzel misallerinden biri olarak kayıtlara geçmişti. Anlaşma yapmak üzere Kureyş tarafından gönderilen heyetin başında Süheyl bin Amr'ın olduğunu duyunca, Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) uysallık, kolaylık, mülayemet ve yumuşaklık ifade eden "Süheyl" ismiyle tefe'ülde bulunarak "Artık işimiz kolaylaştı!" demişti.

Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhi ekmelüttehaya), tefe'ülden hoşlanırdı; insanların güzel isimler taşımalarını ister, duyduğu o isimlerden güzel manalar çıkarır ve herkesin adının iyi yoruma açık olmasını arzulardı. Bundan dolayı da, Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) bazı kimselerin isimlerini değiştirmiş; onları eskisinden daha güzel ve manalı adlarla çağırmıştı. Ezcümle; Gurâb (karga), Harb (savaş), Âsi, Şeytan, Atale (şiddet, sertlik), Şihab (kıvılcım, ateş parçası) isimlerini değiştirmiş; mesela, Şihâb'ı Hişam (mütevazı, edepli), Harb'i Silm (sulh), Muzdac'ı (yatıp duran) Münbais (kalkıp koşan) yapmıştı. Âsiye (isyankâr, itaatsiz kadın) adından hoşlanmamış, onun yerine Cemîle'yi (iyi huylu, güzel kadın) tesmiye buyurmuştu. Sadece insan adlarını güzelleştirmekle de iktifa etmemiş; Afire (çorak) adını taşıyan bir araziyi Hadire (yeşillik) ve "Şi'b-i Dalâlet" (sapıklık geçidi/alanı) denen yeri de "Şi'b-i Hüdâ" diye isimlendirmişti.

Kâinatta Tesadüf Yoktur Ama...

Günümüzde de bazıları bir kısım rakamları, haftanın belli günlerini, kara kedi, karga ve yarasa gibi kimi hayvanları uğursuz saymaktadırlar. Mesela, bir evin çatısında ya da balkonunda karga öterse, o ev halkından birinin öleceğine veya orada ciddi bir yıkım meydana geleceğine inanmaktadırlar.

Aslında, kainatta cereyan eden hiçbir hadise manasız değildir. Her nesne ve hadise kendi diliyle bir mesaj vermektedir. Düşüp kırılan bardağın ve devrilen çaydanlığın dahi kendine göre bir manası vardır. Hayatını tevhid hakikatini ikame etmeye adamış Üstad hazretleri, eserlerinde çok defa bu meseleye de dikkat çekmiş; örnek olarak, demir sobasının zahirî bir sebep bulunmaksızın patlayıp parçalanmasını ve matarasının acîp bir tarzda kırılıp çok küçük parçacıklara ayrılmasını anlatarak, bu türlü hadiselerin ihtiyat ve temkin çağrısı sayılması gerektiğini belirtmiştir.

Evet, çok ince hesaplarla yaratılan ve ayakta tutulan şu kâinatta rastlantıya asla yer yoktur. İnsanın ayağına batan bir iğne dahi tesadüfî değildir. Ehl-i dalalet bazı meseleleri tesadüf deyip geçiştirse de, her şey Mevlâ-yı Müteâl'in meşieti ve kudretiyle, bir İlahî plan dahilinde varlık sahasına çıkmaktadır; mülk sahibi O'dur, mülkün bütün tasarruflarının arkasında O'nun yed-i kudreti vardır. Bu itibarla, İslam uğursuzluk düşüncesini reddetmiştir; inancımıza göre, ne bazı rakamlar ne belli günler ne de bir kısım hayvanlar uğursuzdur. Bununla beraber, hadiselerin lisanından anlayan kimseler için hemen her vakıanın bir mesaj ihtiva edebilaeceği mahfuzdur.

ÖZETLE:


1- Tefe'ül; bir kısım hadiseleri uğurlu sayıp onları iyiye yormaktır. Bunun zıddı olan "teşe'üm" ise; bazı nesneleri ve hadiseleri uğursuz kabul etmek ve sürekli kötü ihtimalleri öne çıkarmaktır.

2- Kâinatta cereyan eden hiçbir hadise manasız değildir. Her nesne ve hadise kendi diliyle bize bir mesaj vermektedir. Düşüp kırılan bardağın dahi kendine göre bir manası vardır.

3- Dikkat edilmesi gereken nokta; meydana gelen hadiseleri kötüye yorup çıkmazlara girmeden, teyakkuza geçmek, temkinli olmak ve kendine çeki-düzen vermektir.


 


Kültür kaynaşması veya fikir alışverişi özünde güzel bir gelişmedir.

Ve yine özünde dinsel açıklamaların çoğu idealize edilmiş, olumdu davranışlar ve olumlu akıl yürütme üzerinedir.

Bu düşünceyle herhangi bir sistemin insana hizmet ve sosyal hayatı düzenlemede olumlu katkı sunması kabul görür bir durumdur.

Birincisi, insanlar kurallara uymuyorsa, kuralların mükemmel olması ne işe yarar.

İkincisi, insana dair davranış şekilleri ve ihtiyaçlar standart değildir. Bu nedenle örneğin insanların sadece ve sadece tarif edilen bir inanma şekli üzerinden huzur bulacağı, doğru yola sevk olacağı, başkaca inanma şekillerinin külliyen yanlış olduğu yaklaşımı doğru değildir.

Çünkü inanma ihtiyacı herkes için geçerli standart kurallar içermez. Bu gibi nedenlerle insanların kurtuluşunu belli bir dine bağlamak ve diğerlerini yok veya hastalıklı, bozuk kabul etmek gerçekçi bir yaklaşım olmaz.

Aklı sevip akıllara ziyan davranış veya düşüncelerle bir sistemin kendini ayakta tutmaya çalışması nafiledir. Haa ne yapabilirsin?!! Baskı, korkutma, çarpıtma, cahil bırakma yöntemleriyle ömrünü uzatmaya çalışırsın.

Bu nedenle bazı insanların inanma ihtiyacını gidermek ve sosyal hayatı düzenleyen diğer unsurlara katkı sağlama açısından dinler gereklidir. Bu gerekliliği tartışmak abestir.

Ancak inanma şeklini standart ve belli bir şekil üzerine kurgulamak yanlıştır. Sadece Hıristiyanlık kurtarır, sadece Yahudilik kurtarır, sadece İslamiyet kurtarır, sadece Şamanizm, Budizm, Taoizim kurtarır yaklaşımı doğru ve sağlıklı bir yaklaşım değildir.

Bizim bulunduğumuz coğrafyada, gözlemlediğim kadarıyla yaşanan İslamiyet, gerçek İslamiyet olmaktan öte Arap kültürüne bulanmış ve Şamanizm sosuyla servis edilmiş bir malzemeye dönüşmüştür. Halkın yaşadığı din şimdilik böyle görünüyor.

Herkese '' Hayırlı Cumalar ''

 


Kültür kaynaşması veya fikir alışverişi özünde güzel bir gelişmedir.

Ve yine özünde dinsel açıklamaların çoğu idealize edilmiş, olumdu davranışlar ve olumlu akıl yürütme üzerinedir.

Bu düşünceyle herhangi bir sistemin insana hizmet ve sosyal hayatı düzenlemede olumlu katkı sunması kabul görür bir durumdur.

Birincisi, insanlar kurallara uymuyorsa, kuralların mükemmel olması ne işe yarar.

İkincisi, insana dair davranış şekilleri ve ihtiyaçlar standart değildir. Bu nedenle örneğin insanların sadece ve sadece tarif edilen bir inanma şekli üzerinden huzur bulacağı, doğru yola sevk olacağı, başkaca inanma şekillerinin külliyen yanlış olduğu yaklaşımı doğru değildir.

Çünkü inanma ihtiyacı herkes için geçerli standart kurallar içermez. Bu gibi nedenlerle insanların kurtuluşunu belli bir dine bağlamak ve diğerlerini yok veya hastalıklı, bozuk kabul etmek gerçekçi bir yaklaşım olmaz.

Aklı sevip akıllara ziyan davranış veya düşüncelerle bir sistemin kendini ayakta tutmaya çalışması nafiledir. Haa ne yapabilirsin?!! Baskı, korkutma, çarpıtma, cahil bırakma yöntemleriyle ömrünü uzatmaya çalışırsın.

Bu nedenle bazı insanların inanma ihtiyacını gidermek ve sosyal hayatı düzenleyen diğer unsurlara katkı sağlama açısından dinler gereklidir. Bu gerekliliği tartışmak abestir.

Ancak inanma şeklini standart ve belli bir şekil üzerine kurgulamak yanlıştır. Sadece Hıristiyanlık kurtarır, sadece Yahudilik kurtarır, sadece İslamiyet kurtarır, sadece Şamanizm, Budizm, Taoizim kurtarır yaklaşımı doğru ve sağlıklı bir yaklaşım değildir.

Bizim bulunduğumuz coğrafyada, gözlemlediğim kadarıyla yaşanan İslamiyet, gerçek İslamiyet olmaktan öte Arap kültürüne bulanmış ve Şamanizm sosuyla servis edilmiş bir malzemeye dönüşmüştür. Halkın yaşadığı din şimdilik böyle görünüyor.

Herkese '' Hayırlı Cumalar ''


Açıp biraz kuran tefsir okusan böyle düşünmezdin =). Şuanki sözlerinle kuranın birçok ayetini yalanladın da o bakımdan söylüyorum =)...

Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.

Al-i İmran Suresi 19. Ayet (Diyanet Meali)

Senin aklın o insanın aklından daha ileri olabilir. Akıl akıldan üstündür.

Her akıl müstakil düşünme hakkına sahiptir. Birinin diğerine hakim olma hakkı yoktur. İslama inanmayan herkes kendi görüşünü hakim kıl­maya kalkar, fert ve devlet terörü orada başlar.

Ehli kitap, peygamber efendimiz gelmeden önce, kitapları etrafında birlik halinde iken, islam gelince bu peygamber bizden gelmeliydi deyip iman etmeyenlerin yanında yer aldılar.

«Ben her fikre saygılıyım» diyen insan kendi fikrinin kesin doğru ol­duğuna inanmayan insandır. Biz İslama zıt olan herşeyin yanlış olduğuna inanırız. Çünkü sözlerin en doğrusu Allah'ın sözüdür. Ama her insana saygımız vardır.

İslamdan başka din Allah katında kabul değildir.[41] Bazı batı hayranlarımız bu ayeti görmezlikten gelerek, bugünkü ehli kitabın cennetlik olduğunu iddia etme gafletini gösterdi. Ama batılı insan kendi­sinin kara kalbliliğini bildiği için bu yağcılığa iltifat etmedi.

Şifa Tefsiri (Al-i İmran Suresi 19. Ayet)

İkincisi, insana dair davranış şekilleri ve ihtiyaçlar standart değildir. Bu nedenle örneğin insanların sadece ve sadece tarif edilen bir inanma şekli üzerinden huzur bulacağı, doğru yola sevk olacağı, başkaca inanma şekillerinin külliyen yanlış olduğu yaklaşımı doğru değildir.

Çünkü inanma ihtiyacı herkes için geçerli standart kurallar içermez. Bu gibi nedenlerle insanların kurtuluşunu belli bir dine bağlamak ve diğerlerini yok veya hastalıklı, bozuk kabul etmek gerçekçi bir yaklaşım olmaz.

Bak seni yaratan ne demiş? Sen ne dediysen tam olarak zıttını söylemiş allah ;). Tabi hayatında bir kez bile meal okuduysan =)

Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.

Al-i İmran Suresi 85. Ayet(Diyanet Meali)

Bu yazılanların aksi tek bir söz bile getiremiyorsan kuran veya sünnetten bölüm kurallarına göre moderatorun mesajını silme hakkı vardır ;)... Bölüm kurallarını oku.. Sonra Kuranı daha sonra da biraz 4 mezhep alimlerini takip et. İzle sonra öğrendiklerinle delil vererek neden böyle konuşamayacağımızı ya da konuşabileceğimizi buraya yazarsan biz de aydınlanırız... Bölümde kuran ve sünnetten istendiğinde deliller veremeden konuşmak yasaktır.
 
Geri
Üst