TraFoo
Banned
- Katılım
- 3 Ağu 2009
- Mesajlar
- 2,032
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
İrtica Neden Hortluyor?
İrtica,içinde bulunduğumuz XXI.yy'ın ilk çeyreğinde daha önce görülmeyen bir şekilde parlayan ideoloji haline gelmiştir.Sosyal Demokratların,Devrimcilerin,Laik Kemalistlerin her fırsatta irtica ile mücadeleyi hedef alan söylemleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin irtica ile mücadelede pasif kalması,anti-laik oluşumlara karşı adeta aydınları fiili eylemlere iter hale getirmiş durumda.
İlhan Selçuk,Mustafa Balbay,Doğu Perinçek,Yalçın Küçük,Mehmet Haberal vb. yazarların Ergenekon suçu ile cezaevine atılmaları, laik-antilaik kutuplaşmasının doruk noktaya ulaştığını kanıtlayan en önemli gösterge.Her fırsatta Cumhuriyet'in bölünmez bütünlüğüne karşı kendisini rejimin kalkanı ve yıkılmaz kalesi gören TSK,her ne hikmetse seksen öncesinde devrimcilere balyoz gibi indirdiği darbelerini şimdi irticaya karşı saklar hale gelmiş.Sanki Marksizm,rejime muhalif bir fikirde irtica değil ?!...Her türlü tarikat kanalının ve gazetelerinin her gün mantar gibi patladığı ülkemizde, Gazi M.Kemal Atatürk'ün ''T.C.şeyhler,dervişler ve müritler memleketi olamaz,o muasır medeniyetin gösterdiği çizgide yoluna devam edecektir.''sözü rafa kaldırılmış durumda.Ne olmuştu da kamuoyu ve militarizm,tarihinde göstermediği suskunluğu şimdi irticaya gösterir hale gelimişti ? Bu soruya siyasal ve bilimsel olmak üzere iki farklı şekilde cevap vermek mümkündür: 1/1968 yılında patlayan öğrenci hareketleri sol oluşumlar üzerinde oldukça derin izler bırakmıştı.Teba olmak yerine yurttaş olmak, köle değil işçi olmak,sınıfa karşı sınıf savaşımı,kol ile kafa arasındaki ayrımın giderilmesi,emek sermaye çelişkisi ve buna benzer sol orjinli açılımlar halka sınıf bilinci vermekle kalmamış aynı zamanda onları kapitalist sisteme karşı mücadele yapan kitlelere dönüştürmüştü.1968 yılından 12 Eylül 1980 tarihine kadar yoğun sınıf savaşımlarının yaşandığı ülkemiz,bu tarihten sonra yeni bir değişime kendisini hazırladı. ABD,Yakındoğu'daki kalelerini kaybetmemek için sosyalist kuşağa karşı yeşil kuşak projesini başlatarak siyasal islamın Yakındoğu'da güçlenmesini dış siyasette kendisine ilke haline getirdi.Hatta Sovyetler Birliği, 1989 yılında Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla sona erince Davos Zirvesinde söz alan İngiltere Başbakanı Margret Teatcher,müttefiki ABD'ye katılarak şu sözü söylemekteydi:''En büyük düşmanımız Komünizm,Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile sona erdi.Bundan sonra kendimize yeni bir düşman yaratmanın yollarını aramalıyız.Muhtemelen bu düşman İslam olmalıdır.''Teatcher,neden bu sözü söylemekteydi.Çünkü siyasetin diyalektiğinde her egemen fikrin bir de karşıtı olmalıydı.Kapitalizmin karşıtı Komünizm yok olduğuna göre, onun şimdiki karşıtı yaratılmalıydı ve bu ise İslam'dı.İslami ideolojinin en yoğun olduğu bölge Yakındoğuydu. Yakındoğu'da yer alan ülkelerin hepsi sanayi devrimini yaşamayan yarı feodal yarı sömürge konumunda olan ülkelerdi.Bu coğrafyada dine dayalı ideolojiler yaratmak oldukça kolaydı ve Emperyalizm için bulunmaz bir nimetti.Bu nedenle emperyalist devletler,Türkiye de dahil olmak üzere Yakındoğu'da islami ideolojinin zirveye çıkışını sağladı.
Direnişçi dinci örgütlenmeler bile düşmanımın düşmanı dostumdur mantığı ile hareket edilerek İsrail tarafından Yaser Arafat'a karşı kurdurtulmuştu.Din,Kapitalizme karşı tehdit içeren bir olgu değildi.Özel mülkiyet,serbest ticaret,aile mefhumu,erkek egemen toplum düşüncesi gerek dinlerde gerekse kapitalizmde ortak mefhumlardı.Haliyle Emperyalizm, kendisine ciddi bir düşman değilde suni ve tehlikesiz bir düşman yaratmayı İslamiyet'i kullanarak uygun gördü.Böylece islami çevreler bizzat süpergüçlerce geliştirildi.
2/ Ülkemizde irticanın hortlamasına neden olan bir diğer neden ise üretim ilişkileriydi.İnsanları var eden şey fikirleri değil maddi yaşam koşullarıdır.Bu konuda toplum bilimi maddi yaşam biçiminin insan davranışlarına ve kültürüne olan etkisini şu şekilde açıklar:''Maddi yaşamın üretim tarzı,genel olarak toplumsal,siyasal ve entellektüel yaşam sürecini koşullandırır.İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir;tam tersine,onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.Gelişmelerin belirli bir aşamasında,toplumun maddi üretici güçleri,o zamana kadar içinde devindikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan,mülkiyet ilişkilerine ters düşerler.Üretici güçlerinin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler,onların engelleri haline gelirler.O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.İktisadi temeldeki değişme,kocaman üst yapıyı,çok ya da az bir hızla alt üst eder.''(1)Üretim ilişkileri insan zihnini şekillendiren bir gerçekti.Türkiye, dünya ülkeleri arasında sanayi devrimini yaşamayan ülkeler arasında yer almaktaydı.Ekonominin büyük çoğunluğu küçük ve orta ölçekli atölyelerden oluşuyordu ve ticaret küçük esnafın omuzlarında yürümekteydi. Türkiye'nin ihracatında rol oynayan başlıca ihraç ürünleri tarım ürünleriydi.Haliyle ülkemizde ulusal bir burjuvanın doğmamış olması, devlet örgütlenmesini sivil bürokrasiden ve askeri sınıftan ibaret haline getirmişti.Haliyle işçi sınıfından yoksun bir ülkenin halkı sol ideolojiden uzak bir bakış açısına sahip olacaktı. Tarihi süreç, sol ideolojinin işçi sınıfının doğuşuyla şekillendiğini kanıtlamaktaydı.Oysa ülkemizde büyükşehirlerin ağırlıklı hakim unsuru küçük esnaftan oluşmaktaydı.Esnaf zihniyeti ise sosyal bilimlerin öngörüsüne göre şu şekilde oluşmuştu:''Orta katmanlar,küçük sanayici,küçük tüccar,zanaatkar,çiftçi,bunların hepsi orta katmanlar olarak var oluşlarını yok olup gitmekten korumak için kentsoylulukla savaşır.(burjuvaziyle)Dolayısı ile devrimci değil tutucudurlar.Dahası gericidirler;tarihin tekerliğini tersine çevirmeye çalışırlar.Devrimci olsalar bile proleteryaya katılmaları yaklaştığından devrimci olurlar;dolayısı ile şimdiki çıkarlarını değil gelecekteki çıkarlarını savunurlar,dolayısıyla proleteryanın konumuna yerleşmek üzere kendi konumlarını terk ederler.Lumpenproleterya,eski toplumun en aşağı tabakalarının bu kıpırtısız tortusu,bir proleter devrimiyle yer yer devinim içine sürüklenecek,yaşayış koşulları bakımındansa gerici dalaverelere satılmaya daha yatkın olacaktır.''(2)
Marx'ın gerici sınıflar analizini somut bir örnekle açıklamak gerekirse, Jozef Stalin'in Ekim Devrimi öncesinde konuyu inceden inceye işleyişini ele almak doğru olacaktır.İşte basit bir örnek:''Ufak bir işliğe(Atölyeye)sahip olan bir ayakkabıcıyı ele alalım.Ama bu adam,büyük ayakkabı fabrikatörlerinin rekabetine dayanamayarak,işliğini kapamış,Tiflis'te Adelhanov'un ayakkabı fabrikasında bir işe girmiş olsun.Adelhanov'un fabrikasına sürekli bir biçimde ücretli olmak düşüncesiyle değil,biraz para artırmak,işliğini tekrar açmasını sağlayacak küçük bir sermaye biriktirmek amacıyla girmiştir.Gördüğünüz gibi bu ayakkabıcı,toplumsal durumu ile şimdiden proleterdir;ama bilinci ile hala proleter değildir.Tümüyle küçük burjuvadır.Bir başka deyişle bu ayakkabıcı,daha şimdiden küçük burjuvalık durumunu yitirmiştir;ama O'nun küçük burjuva bilinci daha yok olmamış, gerçek durumun gerisinde kalmıştır.Açıktırki burada,toplumsal yaşamda da önce dış koşullar değişir.Sonra da buna uygun olarak bilinçler değişir. Ama biz ayakkabıcımıza dönelim.Bildiğimiz gibi biraz para artırmaya ve işliğini yeniden açmaya niyetlenmektedir.Bu proleterleşmiş ayakkabıcı, çalışmaya devam eder;ama para artırmanın çok güç olduğunu görür.Çünkü kazandığı geçimine yetmemektedir.Üstelik öyle özel bir işlik açmanın pek çekici olmadığını da görür:Bina ve eklentileri için ödemek zorunda olduğu kira,alıcıların kaprisleri,para darlığı,büyük fabrikatörlerin kendisi ile yapacağı rekabet ve benzer dertler...Bunlar zanaatkarın kafasını kurcalayan sıkıntılardır.Öte yandan proleterya,böyle endişelerden kurtulmuştur. Alıcılarla veya dükkan kirasıyla kendini sıkıntıya sokmamaktadır.Her sabah fabrikaya gider,akşamleyin de sakin kafayla evine döner ve cumartesi günleri aynı sükunetle ücretini cebine atar.Burada ilk kez ayakkabıcımızın küçük burjuva hayalleri dağılır.O'nun ruhunda proleter özlemler uyanır. Zaman geçer ve ayakkabıcımız görür ki,parası en temel gereksinimleri bile karşılamaya yetmemektedir ve ücretlerdeki artışa müthiş ihtiyaçı vardır. Aynı zamanda işçi arkadaşlarının sendikalardan ve grevlerden söz ettiğini duyar.Ayakkabıcımız,bu noktada koşullarını iyileştirmek için kendine bir işlik açmanın değil,patronlarla savaşmanın gerekli olduğunu anlar.Sendikaya katılır,grev hareketine girer ve kısa sürede sol düşüncelerle dolar. Böylece uzun vadede ayakkabıcının maddi koşullarındaki bir değişikliği,bilincindeki değişiklik izlemiştir.Önce maddi koşulları değişmiş ve bir süre sonra da,buna uygun olarak bilinci değişmiştir.''(3)
Görüldüğü gibi küçük esnaf ve zanaatkar sınıfı gelişen kapitalizmin öncüsü burjuvaya ve onun demokratik devrimlerine karşı olduğu gibi özel mülkiyeti ortadan kaldıran proleter devrimine karşı da cephe almaktadır. Çünkü onun yaşam biçimi ve varlığına denk düşen cemiyet biçimi feodal düzenden kalma lonca örgütlenmeleridir.Gelişen kapitalist sanayi, onları yutacağından Liberalizm'e,proleterya diktatörlüğü adı verilen devrimler de mülkiyeti kaldıracağından Sosyalizm'e karşıdırlar.
Yani küçük esnafın ve zanaatçının yaşam biçimine en uygun sistem fodal yapı olduğundan onlar her zaman gerici yapılanmalara kolayca alet olacaklardır.Nitekim ülkemizin ekonomik yapısında büyük bir oranı temsil eden esnaflar ve zanaatkarlar tekke ve zaviyelerin,islamcı partilerin ve cemaatlerin kalesi olmuşlardır.Türkiye'de üretim ilişkileri endüstri devrimi yaşanmadığı müddetçe gericiliğin son bulması kaçınılmazdır.Çünkü varlığımızı fikirlerimiz değil;ancak maddi yaşam koşullarımız belirleyecektir.İnsan zihni üretim ilişkilerinin beynimize yansıması sonucu şekillenir.Üretim ilişkilerinin geri olduğu bir coğrafyada gericilik hüküm süreceğinden aydınlanmanın yolu endüstrileşmeden geçecektir.
Yıllardır,ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığının çağdaş ideolojilere sahip partilerin iktidar olması ile yenileceğine ve yetiştirilen gençliğin aydınlanacağına inanan kesimler,önce aydınlanmanın eğitimden değil üretici güçlerin geliştirilmesi ve üretimin çağcıl makinelerle yapılması sonucu gerçekleşeceğine inanmalıdırlar.Kobilerden fabrikalara,küçük esnaflardan büyük sanayilere,lonca şeklinde örgütlenen esnaflar odasından işçi sendikalarına uzanan süreçte bu değişimleri başarmak hiç zahmet vermeden irticanın ve irticai faaliyetlerin sonunu getireceğinden boş yere MGK'yı toplamayı gerektirmeyecektir.Tarih göstermiştir ki,matbaanın icadı ile başlayan Reform, Katolik Kilisesi'nin buharlı makinelerin icadı ile başlayan sanayi devrimi, Feodalite'nin gücünü sarsmıştır.Yarı feodal Türkiye,kalkınmada üretim ilişkilerinin rolünü bir kenara bırakır sorunlarını laik-anti laik çekişmeleri ile çözümlemeye kalkacak olursa, irticanın karşısında diz çökmeye mahkum olacaktır.Bu güne kadar kendilerini irtica ile mücadeleye adadıklarını iddia edenler,mücadele yönteminde dilekçeci ve yasal yollara başvurarak irticanın önüne geçmeye çalışmışlardır.Oysa Gazi M.Kemal Atatürk,bırakmış olduğu Cumhuriyet'in yeni nesillerce nasıl korunması gerektiğini şu sözleriyle vurgulamıştır:''Türk Genci,devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.Bunların gereğine,doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da büyük bir kıpırtı ve davranış duydu mu,bu ülkenin polisi vardır,jandarması vardır,adalet örgütü vardır demeyecektir.Elle,taşla,sopa ve silahla;nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.Polis gelecek,asıl suçluları bırakıp suçlu diye O'nu yakalayacaktır.Genç,polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek;ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır.Mahkeme O'nu yargılayacaktır.Yine düşünecek,demek adalet örgütünü de düzeltmek,yönetim biçimine göre düzenlemek gerek diyecektir.O'nu hapse atacaklar.Yasal yollara karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana,başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışmasını,kayrılmasını istemeyecek.Diyecek ki:Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım.Araya girişimde ve eylemimde haklıyım.Eğer buraya haksız olarak gelmişsem,bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmekte benim görevimdir.İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!''
YASİN ŞAHİNER
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi - İrtica Neden Hortluyor?-Yasin ŞAHİNER
İrtica,içinde bulunduğumuz XXI.yy'ın ilk çeyreğinde daha önce görülmeyen bir şekilde parlayan ideoloji haline gelmiştir.Sosyal Demokratların,Devrimcilerin,Laik Kemalistlerin her fırsatta irtica ile mücadeleyi hedef alan söylemleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin irtica ile mücadelede pasif kalması,anti-laik oluşumlara karşı adeta aydınları fiili eylemlere iter hale getirmiş durumda.
İlhan Selçuk,Mustafa Balbay,Doğu Perinçek,Yalçın Küçük,Mehmet Haberal vb. yazarların Ergenekon suçu ile cezaevine atılmaları, laik-antilaik kutuplaşmasının doruk noktaya ulaştığını kanıtlayan en önemli gösterge.Her fırsatta Cumhuriyet'in bölünmez bütünlüğüne karşı kendisini rejimin kalkanı ve yıkılmaz kalesi gören TSK,her ne hikmetse seksen öncesinde devrimcilere balyoz gibi indirdiği darbelerini şimdi irticaya karşı saklar hale gelmiş.Sanki Marksizm,rejime muhalif bir fikirde irtica değil ?!...Her türlü tarikat kanalının ve gazetelerinin her gün mantar gibi patladığı ülkemizde, Gazi M.Kemal Atatürk'ün ''T.C.şeyhler,dervişler ve müritler memleketi olamaz,o muasır medeniyetin gösterdiği çizgide yoluna devam edecektir.''sözü rafa kaldırılmış durumda.Ne olmuştu da kamuoyu ve militarizm,tarihinde göstermediği suskunluğu şimdi irticaya gösterir hale gelimişti ? Bu soruya siyasal ve bilimsel olmak üzere iki farklı şekilde cevap vermek mümkündür: 1/1968 yılında patlayan öğrenci hareketleri sol oluşumlar üzerinde oldukça derin izler bırakmıştı.Teba olmak yerine yurttaş olmak, köle değil işçi olmak,sınıfa karşı sınıf savaşımı,kol ile kafa arasındaki ayrımın giderilmesi,emek sermaye çelişkisi ve buna benzer sol orjinli açılımlar halka sınıf bilinci vermekle kalmamış aynı zamanda onları kapitalist sisteme karşı mücadele yapan kitlelere dönüştürmüştü.1968 yılından 12 Eylül 1980 tarihine kadar yoğun sınıf savaşımlarının yaşandığı ülkemiz,bu tarihten sonra yeni bir değişime kendisini hazırladı. ABD,Yakındoğu'daki kalelerini kaybetmemek için sosyalist kuşağa karşı yeşil kuşak projesini başlatarak siyasal islamın Yakındoğu'da güçlenmesini dış siyasette kendisine ilke haline getirdi.Hatta Sovyetler Birliği, 1989 yılında Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla sona erince Davos Zirvesinde söz alan İngiltere Başbakanı Margret Teatcher,müttefiki ABD'ye katılarak şu sözü söylemekteydi:''En büyük düşmanımız Komünizm,Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile sona erdi.Bundan sonra kendimize yeni bir düşman yaratmanın yollarını aramalıyız.Muhtemelen bu düşman İslam olmalıdır.''Teatcher,neden bu sözü söylemekteydi.Çünkü siyasetin diyalektiğinde her egemen fikrin bir de karşıtı olmalıydı.Kapitalizmin karşıtı Komünizm yok olduğuna göre, onun şimdiki karşıtı yaratılmalıydı ve bu ise İslam'dı.İslami ideolojinin en yoğun olduğu bölge Yakındoğuydu. Yakındoğu'da yer alan ülkelerin hepsi sanayi devrimini yaşamayan yarı feodal yarı sömürge konumunda olan ülkelerdi.Bu coğrafyada dine dayalı ideolojiler yaratmak oldukça kolaydı ve Emperyalizm için bulunmaz bir nimetti.Bu nedenle emperyalist devletler,Türkiye de dahil olmak üzere Yakındoğu'da islami ideolojinin zirveye çıkışını sağladı.
Direnişçi dinci örgütlenmeler bile düşmanımın düşmanı dostumdur mantığı ile hareket edilerek İsrail tarafından Yaser Arafat'a karşı kurdurtulmuştu.Din,Kapitalizme karşı tehdit içeren bir olgu değildi.Özel mülkiyet,serbest ticaret,aile mefhumu,erkek egemen toplum düşüncesi gerek dinlerde gerekse kapitalizmde ortak mefhumlardı.Haliyle Emperyalizm, kendisine ciddi bir düşman değilde suni ve tehlikesiz bir düşman yaratmayı İslamiyet'i kullanarak uygun gördü.Böylece islami çevreler bizzat süpergüçlerce geliştirildi.
2/ Ülkemizde irticanın hortlamasına neden olan bir diğer neden ise üretim ilişkileriydi.İnsanları var eden şey fikirleri değil maddi yaşam koşullarıdır.Bu konuda toplum bilimi maddi yaşam biçiminin insan davranışlarına ve kültürüne olan etkisini şu şekilde açıklar:''Maddi yaşamın üretim tarzı,genel olarak toplumsal,siyasal ve entellektüel yaşam sürecini koşullandırır.İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir;tam tersine,onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.Gelişmelerin belirli bir aşamasında,toplumun maddi üretici güçleri,o zamana kadar içinde devindikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan,mülkiyet ilişkilerine ters düşerler.Üretici güçlerinin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler,onların engelleri haline gelirler.O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.İktisadi temeldeki değişme,kocaman üst yapıyı,çok ya da az bir hızla alt üst eder.''(1)Üretim ilişkileri insan zihnini şekillendiren bir gerçekti.Türkiye, dünya ülkeleri arasında sanayi devrimini yaşamayan ülkeler arasında yer almaktaydı.Ekonominin büyük çoğunluğu küçük ve orta ölçekli atölyelerden oluşuyordu ve ticaret küçük esnafın omuzlarında yürümekteydi. Türkiye'nin ihracatında rol oynayan başlıca ihraç ürünleri tarım ürünleriydi.Haliyle ülkemizde ulusal bir burjuvanın doğmamış olması, devlet örgütlenmesini sivil bürokrasiden ve askeri sınıftan ibaret haline getirmişti.Haliyle işçi sınıfından yoksun bir ülkenin halkı sol ideolojiden uzak bir bakış açısına sahip olacaktı. Tarihi süreç, sol ideolojinin işçi sınıfının doğuşuyla şekillendiğini kanıtlamaktaydı.Oysa ülkemizde büyükşehirlerin ağırlıklı hakim unsuru küçük esnaftan oluşmaktaydı.Esnaf zihniyeti ise sosyal bilimlerin öngörüsüne göre şu şekilde oluşmuştu:''Orta katmanlar,küçük sanayici,küçük tüccar,zanaatkar,çiftçi,bunların hepsi orta katmanlar olarak var oluşlarını yok olup gitmekten korumak için kentsoylulukla savaşır.(burjuvaziyle)Dolayısı ile devrimci değil tutucudurlar.Dahası gericidirler;tarihin tekerliğini tersine çevirmeye çalışırlar.Devrimci olsalar bile proleteryaya katılmaları yaklaştığından devrimci olurlar;dolayısı ile şimdiki çıkarlarını değil gelecekteki çıkarlarını savunurlar,dolayısıyla proleteryanın konumuna yerleşmek üzere kendi konumlarını terk ederler.Lumpenproleterya,eski toplumun en aşağı tabakalarının bu kıpırtısız tortusu,bir proleter devrimiyle yer yer devinim içine sürüklenecek,yaşayış koşulları bakımındansa gerici dalaverelere satılmaya daha yatkın olacaktır.''(2)
Marx'ın gerici sınıflar analizini somut bir örnekle açıklamak gerekirse, Jozef Stalin'in Ekim Devrimi öncesinde konuyu inceden inceye işleyişini ele almak doğru olacaktır.İşte basit bir örnek:''Ufak bir işliğe(Atölyeye)sahip olan bir ayakkabıcıyı ele alalım.Ama bu adam,büyük ayakkabı fabrikatörlerinin rekabetine dayanamayarak,işliğini kapamış,Tiflis'te Adelhanov'un ayakkabı fabrikasında bir işe girmiş olsun.Adelhanov'un fabrikasına sürekli bir biçimde ücretli olmak düşüncesiyle değil,biraz para artırmak,işliğini tekrar açmasını sağlayacak küçük bir sermaye biriktirmek amacıyla girmiştir.Gördüğünüz gibi bu ayakkabıcı,toplumsal durumu ile şimdiden proleterdir;ama bilinci ile hala proleter değildir.Tümüyle küçük burjuvadır.Bir başka deyişle bu ayakkabıcı,daha şimdiden küçük burjuvalık durumunu yitirmiştir;ama O'nun küçük burjuva bilinci daha yok olmamış, gerçek durumun gerisinde kalmıştır.Açıktırki burada,toplumsal yaşamda da önce dış koşullar değişir.Sonra da buna uygun olarak bilinçler değişir. Ama biz ayakkabıcımıza dönelim.Bildiğimiz gibi biraz para artırmaya ve işliğini yeniden açmaya niyetlenmektedir.Bu proleterleşmiş ayakkabıcı, çalışmaya devam eder;ama para artırmanın çok güç olduğunu görür.Çünkü kazandığı geçimine yetmemektedir.Üstelik öyle özel bir işlik açmanın pek çekici olmadığını da görür:Bina ve eklentileri için ödemek zorunda olduğu kira,alıcıların kaprisleri,para darlığı,büyük fabrikatörlerin kendisi ile yapacağı rekabet ve benzer dertler...Bunlar zanaatkarın kafasını kurcalayan sıkıntılardır.Öte yandan proleterya,böyle endişelerden kurtulmuştur. Alıcılarla veya dükkan kirasıyla kendini sıkıntıya sokmamaktadır.Her sabah fabrikaya gider,akşamleyin de sakin kafayla evine döner ve cumartesi günleri aynı sükunetle ücretini cebine atar.Burada ilk kez ayakkabıcımızın küçük burjuva hayalleri dağılır.O'nun ruhunda proleter özlemler uyanır. Zaman geçer ve ayakkabıcımız görür ki,parası en temel gereksinimleri bile karşılamaya yetmemektedir ve ücretlerdeki artışa müthiş ihtiyaçı vardır. Aynı zamanda işçi arkadaşlarının sendikalardan ve grevlerden söz ettiğini duyar.Ayakkabıcımız,bu noktada koşullarını iyileştirmek için kendine bir işlik açmanın değil,patronlarla savaşmanın gerekli olduğunu anlar.Sendikaya katılır,grev hareketine girer ve kısa sürede sol düşüncelerle dolar. Böylece uzun vadede ayakkabıcının maddi koşullarındaki bir değişikliği,bilincindeki değişiklik izlemiştir.Önce maddi koşulları değişmiş ve bir süre sonra da,buna uygun olarak bilinci değişmiştir.''(3)
Görüldüğü gibi küçük esnaf ve zanaatkar sınıfı gelişen kapitalizmin öncüsü burjuvaya ve onun demokratik devrimlerine karşı olduğu gibi özel mülkiyeti ortadan kaldıran proleter devrimine karşı da cephe almaktadır. Çünkü onun yaşam biçimi ve varlığına denk düşen cemiyet biçimi feodal düzenden kalma lonca örgütlenmeleridir.Gelişen kapitalist sanayi, onları yutacağından Liberalizm'e,proleterya diktatörlüğü adı verilen devrimler de mülkiyeti kaldıracağından Sosyalizm'e karşıdırlar.
Yani küçük esnafın ve zanaatçının yaşam biçimine en uygun sistem fodal yapı olduğundan onlar her zaman gerici yapılanmalara kolayca alet olacaklardır.Nitekim ülkemizin ekonomik yapısında büyük bir oranı temsil eden esnaflar ve zanaatkarlar tekke ve zaviyelerin,islamcı partilerin ve cemaatlerin kalesi olmuşlardır.Türkiye'de üretim ilişkileri endüstri devrimi yaşanmadığı müddetçe gericiliğin son bulması kaçınılmazdır.Çünkü varlığımızı fikirlerimiz değil;ancak maddi yaşam koşullarımız belirleyecektir.İnsan zihni üretim ilişkilerinin beynimize yansıması sonucu şekillenir.Üretim ilişkilerinin geri olduğu bir coğrafyada gericilik hüküm süreceğinden aydınlanmanın yolu endüstrileşmeden geçecektir.
Yıllardır,ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığının çağdaş ideolojilere sahip partilerin iktidar olması ile yenileceğine ve yetiştirilen gençliğin aydınlanacağına inanan kesimler,önce aydınlanmanın eğitimden değil üretici güçlerin geliştirilmesi ve üretimin çağcıl makinelerle yapılması sonucu gerçekleşeceğine inanmalıdırlar.Kobilerden fabrikalara,küçük esnaflardan büyük sanayilere,lonca şeklinde örgütlenen esnaflar odasından işçi sendikalarına uzanan süreçte bu değişimleri başarmak hiç zahmet vermeden irticanın ve irticai faaliyetlerin sonunu getireceğinden boş yere MGK'yı toplamayı gerektirmeyecektir.Tarih göstermiştir ki,matbaanın icadı ile başlayan Reform, Katolik Kilisesi'nin buharlı makinelerin icadı ile başlayan sanayi devrimi, Feodalite'nin gücünü sarsmıştır.Yarı feodal Türkiye,kalkınmada üretim ilişkilerinin rolünü bir kenara bırakır sorunlarını laik-anti laik çekişmeleri ile çözümlemeye kalkacak olursa, irticanın karşısında diz çökmeye mahkum olacaktır.Bu güne kadar kendilerini irtica ile mücadeleye adadıklarını iddia edenler,mücadele yönteminde dilekçeci ve yasal yollara başvurarak irticanın önüne geçmeye çalışmışlardır.Oysa Gazi M.Kemal Atatürk,bırakmış olduğu Cumhuriyet'in yeni nesillerce nasıl korunması gerektiğini şu sözleriyle vurgulamıştır:''Türk Genci,devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.Bunların gereğine,doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da büyük bir kıpırtı ve davranış duydu mu,bu ülkenin polisi vardır,jandarması vardır,adalet örgütü vardır demeyecektir.Elle,taşla,sopa ve silahla;nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.Polis gelecek,asıl suçluları bırakıp suçlu diye O'nu yakalayacaktır.Genç,polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek;ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır.Mahkeme O'nu yargılayacaktır.Yine düşünecek,demek adalet örgütünü de düzeltmek,yönetim biçimine göre düzenlemek gerek diyecektir.O'nu hapse atacaklar.Yasal yollara karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana,başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışmasını,kayrılmasını istemeyecek.Diyecek ki:Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım.Araya girişimde ve eylemimde haklıyım.Eğer buraya haksız olarak gelmişsem,bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmekte benim görevimdir.İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!''
YASİN ŞAHİNER
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi - İrtica Neden Hortluyor?-Yasin ŞAHİNER