İran'a şeriat 'demokrasi' ve 'özgürlük' vaatleriyle geldi

metalic

New member
Katılım
18 May 2006
Mesajlar
3,007
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
119
Konum
Dünyayı bilmeyen, dünyanın maskarası olur. Kötülüğ
İran'a şeriat 'demokrasi' ve 'özgürlük' vaatleriyle geldi

AKP'nin Anayasa tasarısı hazırlıkları, Türkiye'nin bir saklı gündeminin doğmasına neden oldu: "Darbe mi? Şeriat mı?" İşte Türkiye'nin gizli gündemi bu soru. Herkes bunu tartışıyor. Ne rastlantı; yıllar önce, İslam devriminden önce benzer soru İran'ın da gündemindeydi. İranlı solcular, demokratlar, liberaller ve milliyetçiler bu soruyu tartışıyordu, darbeye karşı çıkıyorlardı. Gelin İran'ın İslam devrimi öncesi ve sonrası günlerine gidelim. Bir de, "mahalle baskısı" var mıymış görelim.

MERHABA. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.

Şah'ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.

Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

Şah'ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.

Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

ÜZERİNDE DURMADIK

Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran'ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran'da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.

Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.

Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.

Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

"Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

GEÇİŞ SANCILARI SANDIK

Humeyni, "Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız" diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.

Şiraz'da "İslam Mahkemesi" eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahran'da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.

Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.

Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.

Kızların evlenme yaşı 18'den 13'e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.

Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.

Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı.

Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.

Hepimiz "ana çelişki" üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.

REFERANDUM OYUNU

Üç ay önce Humeyni, Paris'te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.

Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık. Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.

Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.


Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: "İslam Cumhuriyeti'ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65'inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?

Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: "İslam'a evet mi, hayır mı diyorsunuz?"

Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: "Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?"

Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler.

Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindi.

Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

HALKI ANLAYAMADIK

Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.

Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi'ni kapattırdılar. Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi'ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.

Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.

Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.

Örtünmek moda oldu!

Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı.

Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.

Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.

Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.

Kaçanlardan biri de bendim.

Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.

(Not: Bu metin, Bahman Nirumand'ın "İran" kitabından derlenmiştir.)

Türkiye'nin İran benzerliği çok şaşırtıcı

ÖNCE bir tespit yapalım:

Diyorlar ki, "Türkiye, İran'a benzemez!"

Yanılıyorlar.

Bu nedenle gelin önce kısa bir tarih yolculuğu yapalım:

19. yüzyılda İngiltere'nin Osmanlı Devleti gibi İran üzerinde de nüfuzu vardı.

İki ülke de tarım ülkesiydi.

20. yüzyıl başında, -İran 1906; Osmanlı 1908- askerlerin bastırmasıyla iki ülkede de meşrutiyet ilan edildi.

Her iki ülke 1920'lerde yeni liderleriyle yönetildi:

İran'da subay Rıza Han (Pehlevi), "ormancılar ayaklanmasını" bastırıp yönetimi devirerek kendini "Şah" ilan etti.

Türkiye'nin lideri ise iç ve dış düşmanları yenen Mustafa Kemal Atatürk'tü.

Her iki lider de ülkelerinin tarihlerinde görülmedik boyutlarda, modernleşme ve reform politikalarını uygulamaya koydu. Ülkelerini eğitim sisteminden hukuk sistemine kadar laikleştirmeye çalıştılar. Kılıf kıyafet devrimi yaptılar.

Bu reformlara her iki ülkede de karşı çıkan pek olmadı; sayıları az olmakla birlikte muhalif olanlar da çok ağır cezalara çaptırıldı.

İran 1940'ta, Türkiye 1946 yılında parlamenter demokrasiye geçti.

İran'da 1951'de, Türkiye'de 1960'ta "milliyetçi/ulusalcı solcu" askerler darbe yaptı.

İran'da başta petrol olmak üzere millileştirmeler yaşanırken, Türkiye de dışa açıldı, yabancı sermayeyi kabul etti.

CIA, İran'daki darbeci Musaddık'ı yıktı. Yerine tekrar Şah Rıza Pehlevi'yi getirdi. Şah bütün partileri kapattı, liderlerini hapsetti.

Türkiye, 1961'de demokrasiye döndü, seçimler yapıldı.

1960'lı yıllar, her iki ülkede de sol, milliyetçi ve İslamcı hareketin ivme kazandığı dönem oldu.

Aynı dönemde her iki ülkenin siyasi ve iktisadi olarak dışa bağımlılığı arttı. ABD "abi" rolündeydi. Düşman ise komünizmdi.

Her iki ülke de solcularını ezmek, yok etmek için her yola başvurdu. Devlet güçleri, sola karşı diğer güçlerle ittifak yaptı.

Sol muhalefetin ezildiği dönemde İslamcı hareketler güçlendi.

YEŞİL KUŞAK PROJESİ

Burada meseleye daha geniş açıdan bakıp, 1970'li yılların son dönemini bir hatırlayalım.

Sovyetler Birliği, Afganistan'a girmişti.

ABD'nin kontrolündeki Şah, İran'ı terk etmişti. Türkiye'de büyük bir sol dalga vardı.

Soğuk Savaş döneminde siz ABD'nin yerinde olsanız ne yaparsınız?

İran'da Sovyetler Birliği yanlısı solculara karşı mollaları desteklediler.

Türkiye'de 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaptırıp, İslamcıları kuvvetlendirerek solu ezdirdiler.

ABD, Şah'tan umudunu kesince mollaları destekledi. İran'da mollaları yok etmek isteyen askerlerin elini kolunu bağladı.

Şah Rıza Pehlevi, ölmeden birkaç hafta önce, "Amerika ve İngiltere yerine muhalefeti yok etmek isteyen askerleri dinleseydim, ülkeyi terk etmek zorunda kalmazdım" diye açıklama yaptı.

ABD, Sovyetler Birliği'ni İslam ülkeleriyle kuşatıp içindeki İslamcı halkları ayaklandırarak yıkacağını hesaplıyordu.

Bu nedenle İranlı subaylara hep engel oldu.

Örneğin: Şah gittikten sonra, ülkenin başında kalan sosyal demokrat Başbakan Bahtiyar "İslam Cumhuriyeti'ne izin vermeyeceğim" diyordu.

Genelkurmay Başkanı Karabagi, Bahtiyar'ı destekliyordu.

Bahtiyar, ABD ve İngiltere'ye danıştı. Tabii ki destek alamadı.

Mollalar şanslıydı; dünya siyasal konjonktürü onların lehineydi.

Sonunda Humeyni, Tahran'a geldi. Yerleştiği "Refah Okulu"nda, liberal-İslamcı Mehdi Bazargan'ı Başbakan ilan ettiğini açıkladı. ABD ve Avrupa bu "ılımlı İslamcı" atamadan mutlu oldu.

Ancak mollalar güçlendikçe iktidara yerleşti.

Son hedefleri, halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı olan liberal Müslüman Beni Sadr idi.

Askerler bu kez Beni Sadr'ın imdadına yetiştiler; darbe yapabileceklerini söylediler. Sadr darbe istemedi ve yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.

Mollalar iktidara yerleşti. "Ilımlı İslam" istemiyorlardı!

DESTEK ESNAFTAN

İran tarihine bakıldığında, mollaların devlete karşı ayaklandığı görülmemişti. Sadece 1963'te Şah, mali kaynaklarını yok ettiği için ilk protesto eylemini gerçekleştirmişlerdi. Bu nedenle Humeyni, Türkiye'ye sürgüne gönderilmişti.

Durum aslında bizim Nakşibendiler'e benziyor, onlar da hep devletin yanında olmuşlardı. Neyse...

Türkiye'deki İslami hareketler ile İran'daki mollaları destekleyen güçler arasında benzerlikler var mıydı?

Yapısal farklılıklar olsa da taban aynıydı:

Mollaların ülke içinde en büyük destekçisi, iç ticaretin üçte ikisini, ihracatın üçte birini elinde tutan ve geleneksel değerlerin savunucusu Bazar esnafıydı.

Mollalar ayrıca liberal-burjuva çevrelerinden de destek gördü. Bunun sebebi, özerklik için harekete geçen Azeri, Kürt, Beluciler gibi etnik unsurların başlarının hemen ezilmesi talebiydi.

Ve tabii, din adamlarının siyasal örgütlenme gücünün en büyük dayanağı ise, cami komiteleriyle girdikleri yoksul mahallelerdi. Camiler cihat birliklerinin hücre evleriydi. Kısa bir süre öncesinin solcu varoş mahallelerinin yoksulları akın akın mollaların arkasından yürüyordu artık.

Şimdi tekrar başa dönüp soralım: Türkiye, İran'a benziyor mu?

Soner Yalçın
Hürriyet
 
ülkem elden gidiyor, şeriat tehlikesine karşı kesin ve sert bir savaş verilmelidir.
 
Ben bir şeriat tehlikesi olduğunu düşünmüyorum.O kadar kolay değil yani.Ordumuz buna izin vermez zaten, içiniz rahat olsun ;)
 
arkadşım şeriat geliyor derler;bu donemde sokaktaki türbanlıya bile karışlıyor;şeriat geliyor derler her geçen gün eğlence düşkünü -batı ozentlili ve toplum ahlak düzenini bozan genç nesil saysısı artıyor.....ya biri bana şu hala gelemeyen şeriatı anlatabilirmi nasıl birşey?
 
iranda islamcılar ülkedeki
komunistlere susun meclisde size hak vericez dediler
iran islam devrimi olduktan sonra tahran meydanında birer birer hepsini astılar

iran bi garip ülke
şeriat uygulanıyor ama
yer altı partilerinde normalin üstünde eroin tüketiliyor bu bir çokarap ülkesindede geçerli
 
arkadşım şeriat geliyor derler;bu donemde sokaktaki türbanlıya bile karışlıyor;şeriat geliyor derler her geçen gün eğlence düşkünü -batı ozentlili ve toplum ahlak düzenini bozan genç nesil saysısı artıyor.....ya biri bana şu hala gelemeyen şeriatı anlatabilirmi nasıl birşey?

hangi türbanlıya sokakta karışılmış? örnek alalım. daha dünkü gazetelerde sincanda gençleri döven çember sakallılar ve kapalı kadınlar haber oldu.http://www.hackhell.net/showthread.php?t=425052
batı özentili , toplum ahlak düzenini bozan gençler ne ilginçtirki tarikatların ve kapalılığın artmasıyla orantılı artıyor.
sana şeriatı anlatayım. Allahın emir ve yasakları, Allahın kuralları demek olan şeriat, tıpkı ülkemizde olduğu gibi birilerinin Allah adına fetvalar vererek , dini kullanarak insanların tüm demokratik haklarını yok sayıp, devlet işlerini Allah adına din kurallarıyla yönetmeye kalkmasıdır. örneğin yasaları yok sayıp ulemaya sorun derler, örneğin türban Allahın emri derler, örneğin fuhuş gibi olaylarda olmayan recm cezasını var gibi göstermeye çelışırlar. örneğin sapıklıklarını savunurken o kişinin müslüman olduğu için sadece hata yaptığını, din kardeşleri olduğunu ve savunmaları gerektiğini söylerler, örneğin benim vergilerimle kömür, yiyecek dağıtıp din kitabı ile yemin ettirerek oy toplarlar, örneğin ya diline, ya dinine oy ver derler, örneğin tayyibi üzmek Allahı üzmek derler....örnekler çoğaltılabilir.
ama çok net söylüyorum, dünya üzerinde şeriat ile yönetilen bir devlet yoktur. olamazda. çok merak edenlere en iyi örnek 4 halife dönemini inceleyin derim...onlar bile Allahın şeriatını uygulayamamıştır...( 4 üde eceliyle ölmemiştir)
bu gün şeriat dedikleri ve milleti bunun ile yönetmeye hevesli olanların uyguladığı ise, temeli dine dayalı faşist dikta yönetimlerdir..
AB-D ve işbirlikçilerinin işte bizde uygulamaya çalıştığı, adına şeriat denilen bu yönetim şekli, muhalefetsiz, biat etmiş, şükür felsefesini benimsemiş kullarla dolu bir topluluk yaratma gayretinin adıdır.
tüm islam ülkelerinde uygulanan yönetim biçimlerini inceleyin, şeri kuralları uyguladığını iddia eden dikta yönetimler, yada AB-D güdümünde sözde demokrasi ile yönetilip yine şeriata yönlendirilen ülkeler konumundalar.
şeriatı uygulayacak kişi önce 4 4 lük kendi uyuyor olmak zorundadır. kendin beceremezken nasıl başkasına uygulatırsın?. varmı böyle bir örnek. 4 te 3 ede razıyım...
suç inançta değil. suç hep insandadır.
saygılarımla...
 
Ben bir şeriat tehlikesi olduğunu düşünmüyorum.O kadar kolay değil yani.Ordumuz buna izin vermez zaten, içiniz rahat olsun ;)

İrandaki akideyi bilmeyenler,Şia nedir bilmeyenler,Humeyni kimdir bilmeyenler elbette ki Allahın yolunu(şeriat) tehlike(!) olarak görürler.

Çünkü külli cahilun cesura=Bütün cahiller cesurdur
 
hangi türbanlıya sokakta karışılmış? örnek alalım. daha dünkü gazetelerde sincanda gençleri döven çember sakallılar ve kapalı kadınlar haber oldu.http://www.hackhell.net/showthread.php?t=425052
batı özentili , toplum ahlak düzenini bozan gençler ne ilginçtirki tarikatların ve kapalılığın artmasıyla orantılı artıyor.
sana şeriatı anlatayım. Allahın emir ve yasakları, Allahın kuralları demek olan şeriat, tıpkı ülkemizde olduğu gibi birilerinin Allah adına fetvalar vererek , dini kullanarak insanların tüm demokratik haklarını yok sayıp, devlet işlerini Allah adına din kurallarıyla yönetmeye kalkmasıdır. örneğin yasaları yok sayıp ulemaya sorun derler, örneğin türban Allahın emri derler, örneğin fuhuş gibi olaylarda olmayan recm cezasını var gibi göstermeye çelışırlar. örneğin sapıklıklarını savunurken o kişinin müslüman olduğu için sadece hata yaptığını, din kardeşleri olduğunu ve savunmaları gerektiğini söylerler, örneğin benim vergilerimle kömür, yiyecek dağıtıp din kitabı ile yemin ettirerek oy toplarlar, örneğin ya diline, ya dinine oy ver derler, örneğin tayyibi üzmek Allahı üzmek derler....örnekler çoğaltılabilir.
ama çok net söylüyorum, dünya üzerinde şeriat ile yönetilen bir devlet yoktur. olamazda. çok merak edenlere en iyi örnek 4 halife dönemini inceleyin derim...onlar bile Allahın şeriatını uygulayamamıştır...( 4 üde eceliyle ölmemiştir)
bu gün şeriat dedikleri ve milleti bunun ile yönetmeye hevesli olanların uyguladığı ise, temeli dine dayalı faşist dikta yönetimlerdir..
AB-D ve işbirlikçilerinin işte bizde uygulamaya çalıştığı, adına şeriat denilen bu yönetim şekli, muhalefetsiz, biat etmiş, şükür felsefesini benimsemiş kullarla dolu bir topluluk yaratma gayretinin adıdır.
tüm islam ülkelerinde uygulanan yönetim biçimlerini inceleyin, şeri kuralları uyguladığını iddia eden dikta yönetimler, yada AB-D güdümünde sözde demokrasi ile yönetilip yine şeriata yönlendirilen ülkeler konumundalar.
şeriatı uygulayacak kişi önce 4 4 lük kendi uyuyor olmak zorundadır. kendin beceremezken nasıl başkasına uygulatırsın?. varmı böyle bir örnek. 4 te 3 ede razıyım...
suç inançta değil. suç hep insandadır.
saygılarımla...

forumda bir sürü konu açıldı yok seminer olmuş türbanlı bayanlarla erkekler ayrı yerde oturmuş SİZENE?bunun la ilgili bir sürü ornek var gazetelere bakmak yeterli...ve sen herşeye tarikatlara bağladığın için batı ozentili nesilide tarikatlar oluşturuyo dersin ve kapalılar nerde artıyo soylermisin?ben samsunluyum ve gel burayada liselerin haline bak!yada üniverstelerin haline bak!samsunun ilçesinde oturuyorum ilköğretime bile uyuşturucu sokmaya çalıştılar...9 yaşında çocuk elinde sigara ağzından küfür eksik olmaz....vebak şeriat için Allahın kuralları demişsin solermisin Yaradandan adaletlisimi var?kaldıkı şeriata Allahın kuralları derken irandakine nasıl şeriat deniliyor ozaman?sen bile demişssin şeriatı uyguluayacak bir insan yok...bunu başaran Peygamberimizdi(s.a.v)ondan sonra bunu uygulayacak kadar adaletli-hoşgorulu .. bir insan malsef olmucak zaten oyuzden demokrasiye evet diyorum diyoruzama bu ülkede olduğu gibi paran varsa ozgursun yada tanıdığın varsa sırtın yere değimez gibi soylemlerin geçerli olduğu demokrasiye değil....ayrıca "dünkü gazetelerde sincanda gençleri döven çember sakallılar ve kapalı kadınlar haber oldu"demişsin ben her kapalı iyidir demiyorum yada her kapalı olan gerçek müslümandır demiyorum...bu olay bu insanların ayıbıdır...
 
Hatırlayın:

Kanlı mı olacak kansız mı olacak dediler...

derinden gidiyolar malesef;

adım adım İran'a...
 
şeriat la yönetecek insan yok dünyada yok . şeriat insanın içinde olan bir şeydir yani islamiyetin getirdiği emir ve yasaklara uyan kişi hayat düzenini o yönde kurar ve şeriatı yaşamış olur. çok büyük bir sorumluluğu vardır devletin şeriatla yönetilmesi için halkında tam olarak inancını yaşaması ve cezaları kabullenmesi gerekir.
 
Türkiye ehl sünnettir be hey cahiller!!!!!

Türkiye asla İran olamaz çünkü şii değildir.

Türkiye olsa olsa aslına dönüp dini mübin İslamın mihmandarlığını asırlarca yapan zihniyetin hadimi olur.Tabi bu da şia ile ehli sünneti bir kefeye koyup,şeriatı bilmeden kötüleyen kadrolarla olmaz.Çünkü bu insanlar bu şerefli makamı asla haketmezler.Bu şerefli görev,bize cihan imparatorluğunu teessüs eden zihniyet rücu ettiğinde üstlenilecektir.Bu da ancak saf EHLİ SÜNNET çocuklarının göğüslerindeki imanla olacaktır.Din ile dünyayı ayıranlar muhatabımız değildir.Allah(c.c) e böyle iftira atanların vay haline!
 
yaw şu iran ve araplar kadar tırstığınız başka bişey var mı merak ediyom..

şeriat türkiyeye bırakın gelmeyi uğramaz....

siz bütün türbanlıları şeriatçı diye nitelendirirsiniz ama öyle bi durumda türbanlılar bile istemez şeriatın gelmesini...merak etmeyin..
 
yaw şu iran ve araplar kadar tırstığınız başka bişey var mı merak ediyom..

şeriat türkiyeye bırakın gelmeyi uğramaz....

siz bütün türbanlıları şeriatçı diye nitelendirirsiniz ama öyle bi durumda türbanlılar bile istemez şeriatın gelmesini...merak etmeyin..

Gelince ne hata yaptıklarını anlayacaklar.
Benim merakım kanla silinebilecekmi bu örümcek ağları ülkeden?
 
Ben kendimi bildim bile birileri ülkey irana benzeyecek diye milleti korkutup malı götürmeyi başarıyor. Ama nedense bir türlü de İrana benzemiyoruz bunca çabaya rağmen.İran hakıkında en ufak bir bilgisi olmayanlar ısrarla bu saçmalığı gündemde tutuyor.

Aslında bir bakıma Türkiyenin İrana benzediği doğru. Çünkü pnlarda kadınların başı zorla kapattırılıyor bizde ise zorla açtırılıyor.
Nekadarda benziyoruz dimi İrana
 
Geri
Üst