İmanda derinleşmek için ısrar gerek
İman, marifet arayan dimağlarda, gözlerini âfâk ve enfüste gezdiren gönüllerde ve daima bir buhurdanlık gibi tüten sinelerde kökleşip gelişir.. evet, bu mevzuda ısrar şarttır. Bu sebepledir ki "ehlullah" seyr-i sülûklerinden asgari 40 günlerini nefsânî lezzetlerden kendilerini uzak tutmaya ayırmış ve kalbî hayata yönelmişlerdir.
Bu, "yeme, içme, yatma ve konuşma kontrol altına alındığı takdirde insan 40 gün içinde, mutlaka belli bir yere gelir" demek değildir. Ama bu zaman içinde insan, gideceği doğru yolu bulabilir ve az dahi olsa bu yolda bir alışkanlık kazanabilir. Bu öyle bir kazançtır ki, ihtimal o, bu yolu bulduktan sonra, farklılaşacak, yeni farklılaşmalara referans olan sağlam adımlarla Allah'a yürüyecektir.
Evet, bu mevzuda terakki etmek, çok ciddi gayret göstermeye ve fedakârlıkta bulunmaya bağlıdır. Kaldı ki insan, daima yenilense de, gece-gündüz dönüşümü gibi, her zaman ışığı karanlıklar takip edecek ve sürekli yenilenme ihtiyacı hâsıl olacaktır. Bu itibarla bir yandan hadiseler, zaman ve eşya, insanın ruhunu karartırken öte yandan da o, iman mevzuunda gönül ve ruh dünyasında yeniden bir diriliş gerçekleştirmeli ve tazelenme yollarını araştırmalıdır ki, ötelere diri olarak intikal edebilsin. İşte böyle davranma, meselenin amelî yönüdür ve çok büyük bir ehemmiyet arz etmektedir. Bu hakikate binaen Kant da, Cenab-ı Hakk'ın bilinmesi mevzuunda "Nazarî şeylerle Allah bilinemez." demiştir. İnsan, matematiksel olarak iki kere iki dört eder katiyetinde inanılması gereken hakikatleri kafasına koysa bile, bunlar kalb ve latifelerine yerleşmedikçe o kimsenin tahkiki imana ulaşması mümkün değildir. Zira mücerret iman, işin sadece nazari yönünü teşkil etmektedir. İmanın, insanın içinde petekleşmesi ise amele bağlıdır.
Allah'a ulaşma adına sağlam bir yol ve sistem bulunduktan sonra, önce bu yolda tam bir gerilime geçilmeli, daha sonra da yüce hakikatlere ulaşmanın yolları araştırılmalıdır. Bu hususta, daima talepte bulunmak kestirme bir yoldur. Zira "Men talebe ve cedde vecede" fehvasınca, talep eden, talep ettiği şeyin arkasına düşer ve bu yolda ciddiyet gösterirse, er-geç aradığını bulur. Neticede Niyaz-i Mısrî'nin "Mâverâdan bekliyorken bir haber, perde kalktı öyle gördüm ben beni" sözüyle ifade ettiği gibi, kişinin gözünden perde aralanınca, hakikat kendi hususiyetleriyle ona belirir ve o kimse, kainatın her tarafını adeta bir irfan peteği şeklinde müşahede etmeye başlar. İşte bu ufka ulaşmış bir insan için artık karanlık yoktur; her yer aydınlanır ve cennete giden bir yola dönüşür
kaynak