İlginç Bilgiler

Balık Eti Neden Beyazdır

Gıda olarak kesilen hayvanların yenilebilen kas kısımları et olarak adlandırılır. Etin içinde ayrıca kan, epitel, kemik, sinir, yağ ve bağ dokuları vardır.

Genelde etler kırmızı ve beyaz et olarak ikiye ayrılırlar. Sığır, koyun, keçi etleri kırmızı et olarak kabul edilirlerken, tavuk, hindi gibi kümes hayvanları ile balıkların etleri beyaz et kategorisine sokulur. Aslında biyolojik yapı olarak kümes hayvanlarının etleri balık etinden çok farklı, kırmızı ete daha yakındırlar. Bazılarının etlerinin rengi de zaten beyaz değil kahverengidir.

Etlerin kırmızı ve beyaz rengini saptayan eleman 'miyoglobin' denilen proteinlerdir. Bunlar kanda, alyuvarlarda bulunurlar ve kaslara gerekli olan oksijeni sağlarlar. Beyaz ette miyoglobin miktarı çok azdır.

Balık eti diğer yürüyen, uçan, sürünen hayvanların etlerinden birçok yönden farklıdır. Balıkların kasları diğerlerine göre gelişmemiştir. Bir filin tonlarca ağırlığını, yerçekimine karşı taşıması ve hareket ettirebilmesi için muazzam bir kas sistemine ihtiyacı vardır. Bu nedenle filin vücudunda 50 bin kas vardır.

Balıklar ise neredeyse ağırlıksız bir ortamda yaşarlar. Onun için çeşitli vücut organlarını ana iskeletlerine bağlayacak, kıkırdak, kiriş ve bağ dokuları gibi dokulara fazla ihtiyaçları yoktur.

Balıklıklar suda düşmanlarından kaçabilmek için çok ani ve süratli hareket etmek zorundadırlar. Bu nedenle kaslarındaki lifler çabuk açılıp kapanabilen tipte liflerdir. Çok ani hareketlere ihtiyaç duymayan kara hayvanlarındakilere oranla balıklardaki bu tip lifler daha kısa ve incedirler. Kolayca birbirlerinden ayrılabilirler. Onun için balık etini yerken çiğnemesi kolaydır, ağızda dağılır. Hatta çiğ olarak bile rahatça yenilebilir.

Balığın kaslarındaki bu çabuk açılıp kapanabilen lifler çok kısa süreli çalıştıkları için fazla enerji yani oksijen depolamalarına gerek yoktur. Bu nedenle balığın vücudundaki kan miktarı çok değildir. Olanlar da çoğunlukla solungaçların civarında toplanmışlardır.

Görüldüğü gibi bir etin renginin kırmızılığı miyoglobin miktarına, miyoglobin miktarı kan miktarına, o da kasların ne kadar kan ihtiyacı olduğuna bağlıdır. Çok aktif ve hızlı yüzen bir balık olan Orkinos (Ton) balığının etinin rengi, sakin bir balık olan Dilbalığı'na göre daha kırmızımsıdır.

Sığırlar genellikle açık arazide otlandıklarından ve sürekli dolaştıklarından etlerinin rengi, daha tembel bir hayvan olan domuza göre daha koyudur.

Tavuk, hindi gibi kümes hayvanları uçamadıkları ve zamanlarının önemli bir kısmını çevrede gezinerek geçirdikleri için bacak bölgelerindeki etler koyu renkli, göğüs ve kanatlarındakiler daha beyazdır. Bıldırcın, ördek gibi uçan kuşlarda ise tam tersidir. Bacak etleri beyaz, göğüs ve kanatlarındaki etler koyudur.
 
Tablodaki Gözün Takip Etmesi

Bir sergiye gittiğinizde bazı insan resimlerindeki gözler sizin gözlerinizin içine bakıyormuş gibi dururlar. Biraz yana çekilseniz, hatta bir köşeye gitseniz bile sanki resimdeki kişi gözlerini dikmiş hala size bakıyordur. Aynı şeyi evdeki resimlerde de hissedersiniz. Resimdeki dedeniz, odada nereye giderseniz gidin, "gözlerim üzerinde" dercesine sizi takip eder durur.

Gözün bakış açısı göz merceğinin konumu ile ilgilidir. Bir gözü tam karşıdan görüyorsanız ve göz bebeği de size göre ortada ise o göz de size bakıyordur. Göz merceği biraz kaçıksa yani tam dairesel görünmüyorsa o zaman göz başka tarafa bakıyor demektir.

Eğer bir ressam gözün tam karşıdan görünüşünü, göz bebeği de tam ortada veya yuvarlak resimlemişse veya fotoğraf tam karşıdan göz objektife bakar şekilde çekilmişse hangi açıdan bakarsanız bakın, gözün o şeklini görürsünüz.

Resim iki boyutlu olduğundan, yani derinliği olmadığından yanından dolaşıp yandan görünüşünü görme olanağınız yoktur. Nereden, hangi açıdan bakarsanız bakın gözü tam karşıdan bakıyormuşsunuz gibi görürsünüz. Kendi gözleriniz de olayı üç boyutlu algıladığından tablodaki göz sürekli size bakıyormuş gibi görünür.
 
Suyun Sağa Dönmesi

Lavabonuzu veya küvetinizi su ile doldurun ve tıkacı aniden çekin. Su düz olarak delikten boşatmayacak, döne döne bir hortum oluşturacak şekilde boşalacaktır. Bu dönüş yönü kuzey yarımkürede sağa doğru, yani saat yönünde, güney yarımkürede ise tam tersidir. Bilim insanları buna 'Coriolis' kuvveti diyorlar. Her iki yarımkürede böyle birbirine ters yönde hava akımlarının ve okyanus akıntılarının olduğu herkes tarafından kabul ediliyor da, bir lavabodan boşalan suda, böyle küçük bir ortamda dünyanın dönüşünün etkili olup olamayacağı tartışma konusu.

Dünya kendi etrafında dönerken her tarafındaki hız aynı değildir. Ekvatordaki biri, bir günde dünya çapı kadar yani 40.000 kilometre giderken bir diğer ifade ile saatte 1670 kilometre hızla yol alırken, tam kutuptaki bir insan sıfır hızla sadece kendi etrafında dönmektedir. Aynı şekilde gökyüzünde asılı gibi duran bulutlar rüzgarın etkisini katmazsanız yere göre hareketsizdirler ama altlarındaki kara parçası ile birlikte dönerler. Bu durumda ekvatordaki bulutlar da kutupdakilere nazaran hızlı dönmektedirler.

A'yı ekvatorda, B'yi ise onun tam kuzeyinde 45 derece paralelinde iki nokta olarak düşünelim. Bir top mermisini A'dan tam kuzeye nişanlayıp attığımızda, atış sırasında ekvatorun dönüş hızı B noktasına göre neredeyse iki kat olacağından mermi B noktasının doğusuna gidecektir.

Aynı şekilde kuzey kutbundan hemen hemen hareketsiz bir konumdan tam güneye atılan bir mermi 45 paralelinde dünya dönüş hızı daha çok olduğundan bu sefer hedefin batısına düşecektir. Yani kuzey yarımkürede kuzeye veya güneye atılan her şey atanın konumuna göre sağa gitmektedir. Bu durum güney yarımkürede ise sola doğru gerçekleşmektedir.

Her iki yarımkürede kuzey - güney doğrultusunda hareket eden hava akımları ve okyanus akıntıları bu durumdan etkilenirler. Kuzey yarımkürede sağa, güneyde sola dönerler. Ancak dünya yüzünde büyük bir ölçekte okyanusların dibindeki sürtünme ve bulutların, hava akımlarının üzerinde bulundukları yerle birlikte hareket etmelerinin etkileriyle oluşan bir tabiat olayıdır.

Bilim insanları bunun lavabo veya küvet gibi nispeten mikro ölçüde de mümkün olup olmadığını hala tartışıyorlar. Bir kısmı burada suyun musluktan çıkış şekil ve hızının, lavaboya düştüğü noktanın, lavabonun ve suyun gittiği yerin yapısının etken olduğunu söylüyorlar, diğerleri de ideal şartlarda 50 kere deney yapın ve görün diyorlar. Haydi banyoya, bilimsel deney yapmaya...
 
Askerlerin Selamlaşması

Modern orduların hepsinde askerlerin bir şekilde birbirlerini selamlamaları gelenektir. Küçük rütbeli olan selamı başlatır ve selam verdiği üst rütbelinin doğrudan yüzüne bakar.

Avrupa'da eski çağlarda sadece askerler değil sivil halk da kılıç taşıyordu. Silahlı insanlar karşılaştıklarında sağ ellerini havaya kaldırarak kılıç çekmeye niyetli olmadıklarını birbirlerine belli ediyorlardı. El sıkma, tokalaşma adeti de aynı davranış biçiminden gelişmiştir.

Romalılar zamanında askerler arasında selamlaşma mecburi ve standart hale getirildi. Selam, kol omuz hizasına, avuç içi dışarı bakacak şekilde kaldırılarak veriliyordu.

Şövalyelerin başlarından parmak uçlarına kadar çelik zırhlar giydikleri ortaçağ zamanlarında, at üzerinde giderken karşılaştıklarında, birbirlerine yüzlerindeki dostça ifadeyi göstermek için, sol el atın dizginlerini tutmakla meşgul olduğundan sağ elleri ile başlığın gözün önünü kapayan kısmım yukarı kaldırıyor veya başlıklarını tamamen çıkartıyorlardı.

Zamanla başlıklar küçüldü ve hafifledi. Adet başlığı tek el ile tutup kaldırarak selamlaşmak şeklinde değişti. En sonunda selamlama şapkayı hiç çıkarmadan kenarına parmaklarla dokunmak şekline dönüştü.

Önceleri dostluğu karşısındakine belli etme amaçlı olan selamlama, günümüzde saygı gösterme ifadesi olarak ordu içi katı disiplinin en önemli unsuru oldu.
 
Balıkların yüzme tekniği

Tüm makineler sabit bir eksen etrafında, sabit bir dönme hızında hareket eden şaft denen parçalar aracılığı ile güç üretirler. Ancak bu kural hayvanlar için geçerli değildir. Çünkü hayvanların bütün vücutları kan damarları ve sinirlerle sarılmıştır. Bu nedenle sabit bir eksen etrafında hareket edecek bir parçayı kullanarak güç üretmeleri imkansızdır. Peki öyleyse canlıların hareketine imkan veren sistem nasıl çalışır? Hayvanlar, ileri geri hareket eden ve manivelaya benzeyen, mükemmel tasarlanmış yapılar sayesinde hareket ederler. Hayvanların güç üreten motorları büzülüp esneme özelliğine sahip olan kaslarıdır.Bu motorların bir örneğine su canlılarında rastlayabilirsiniz. Bu canlılardaki her bir manivela birbirine öyle bir biçimde bağlanmıştır ki, hareket tek bir düzlemde gerçekleşir. Bu hareketi balıkların sudaki yüzüşünü düşünerek gözünüzde canlandırabilirsiniz.

Balığın omurgası, yerde kıvrılıp giden bir yılan gibi devamlı olarak sağa sola kıvrılır. Bir balığın yüzebilmesi için kuyruğunu sağa sola sallaması yeterlidir. Normal şartlar altında kuyruk bir yöne büküldüğünde, balığın ön tarafının arka tarafın tersi yönde aynı şiddette savrulması gereklidir. Ancak böyle olmaz. Çünkü balıkların ön tarafı bu etkiyi ortadan kaldıracak biçimde yaratılmıştır. Aynı zamanda su, hareket esnasında baş tarafa dikey bir kuvvetle etki eder. Tüm bunlar baş kısmındaki su içindeki salınımın kuyruk kısmındakinden daha küçük olmasına neden olur. İki tarafın arasındaki bu fark balığın su içindeki hareketine neden olur. Balığın ileri doğru hareket hızı, yüzgecin balığın omurgasından geçen eksenin sağı ve soluna gidiş geliş hızı ile doğrudan bağlantılıdır. Yüzgeç eksene yaklaştığında hız artar, uzaklaştığında da azalır.Acaba bu sistem ne kadar verimlidir? Dalgalanan bir kuyruk bir denizaltının motorları ile kıyaslanırsa nasıl bir sonuç alınırdı?Cambridge Üniversitesinden Prof. Richard Bainbridge ve arkadaşları bir su altı kamerasıyla yaptıkları gözlemlerle bu sorulara yanıt aramışlardır.Gözlemler, sualtında sakin duran balıkların korkutulduklarında inanılmaz bir hızla harekete geçebildiklerini ortaya koymuştur:Küçük bir tatlı su balığı, bir saniyede durgun halden 10 vücut boyu kadar ileri fırlayabilir. 20 cm boyundaki bir balığın ulaşabildiği hız ise saatte 8 km. kadardır. Balık büyüdükçe hızı da artar. Prof. Bainbridge, 32 cm boyundaki bir balığın uzunca bir süre 13 km/saat hızla hareket ettiğini görmüştür. Bu hız balığın kuyruk sallama sıklığı ile doğrudan orantılıdır. Bir balık kısa sürede ne kadar çok kuyruk sallarsa hızı da o kadar artar. Balıklar, yüzerken büyük miktarlarda güç harcarlar. Ancak ani hızlanmanın balıklar için hayati bir anlamı vardır; çünkü ya avlanmak ya da avcılardan kaçabilmek için buna ihtiyaçları vardır.

Bazı küçük balıklar, durma noktasından maksimum hızlarına saniyenin 20’de biri kadar kısa bir anda çıkabilirler. Bu sırada ürettikleri itme kuvveti kendi ağırlıklarının 4 katı kadar olmaktadır. Bu verilerin ne anlam ifade ettiğini tam olarak anlamak için şöyle bir karşılaştırma yapalım: Spor arabalar sıfırdan 100 km hıza 4-6 saniyede çıkarlar. Üstelik bu arabaların maksimum hızlarına ulaşabilmeleri için daha da fazla zamana ihtiyaçları vardır. Bütün bunların yanısıra balıklar bu üstün performanslarını suyun içinde hem de akıntıya karşı ortaya koymaktadırlar. Suyun direncinin havadan daha fazla olduğunu düşünüldüğünde, balığın küçümsenmeyecek bir performansa sahip olduğu hemen anlaşılacaktır. Buraya kadar verilen örneklerde açıkça görülen bir gerçek vardır.

Balıklardaki sistemler özel olarak tasarlanmıştır. Bu durumda “tesadüf” olasılığını düşünmek son derece akıl ve mantık dışı olmaktadır. Tesadüflerin balıklara suda rahat hareket etmelerini, hız kazanmalarını sağlayacak sistemleri kazandırmış olmaları imkansızdır.Balıklardaki bu özellik bize Allah’ın ne denli sınırsız bir ilim sahibi olduğunu gösteren delillerden biridir. Allah sonsuz akıl sahibi olan, her türlü yaratmayı bilendir.
 
Trafik Işıklarının Renkleri

Trafik ışıkları uygulaması, önceleri demiryollarının trenleri kontrol için uyguladığı sinyaller Örnek alınarak başlamıştır. Demiryolları idaresi kırmızı rengi 'dur' sinyali olarak seçmişti. Kırmızı renk kan rengi olduğundan asırlar boyu tehlikenin, tahribatın ve ölümün simgesi olmuştur. Demiryolları ilk faaliyete geçtiği 1830'lu yıllarda 'ikaz' ışığının rengi yeşil, 'geç' ışığının ise beyazdı.

Bir süre sonra beyaz sinyal problem yaratmaya başladı. Beyaz renkli 'geç' sinyali diğer sokak lambaları ile karıştırılabiliyordu. Ama daha da kötüsü 'dur' işaretlerine konulan kırmızı mercekler yerlerinden düşünce ışık beyazlaşıyor, 'geç' sinyali olarak algılanıyor ve kazalara yol açabiliyordu.

Sonunda demiryolcular kırmızıyı 'dur', yeşili 'geç' sarı rengi de 'ikaz' sinyali olarak kullanmaya başladılar. Bilindiği gibi sarı, renk spektrumu içinde en göz alıcı renktir. Böylece makinist bir sinyalin bulunması gereken yerde beyaz ışığı görürse, bir şeylerin yanlış olduğunu anlıyor ve tedbirini alıyordu.

Karayollarına gelince, yollarda sadece atların ve at arabalarının bulunduğu tarihlerde bile dünyanın büyük şehirlerinde trafik sorundu. İlk trafik lambası otomobillerin ortaya çıkmasından çok önce 1868'de Londra'da kullanıldı. Gazla yakılan ve bir eksen etrafında döndürülebilen kırmızı ve yeşil lambalar bir yıl sonra patlayıp, kendilerini çeviren polisi de yaralayınca bu uygulama ortadan kalktı.

Ama öte yandan otomobillerin ortaya çıkması ve şehirlerde dolaşmaya başlamalarıyla birlikte durum iyice kötüleşti. Çeşitli şehirlerde değişik uygulamalar yapıldı. Demiryollarındaki uygulama örnek alındı ama demiryollarında birbirine paralel iki hat vardı. Bu sistem iki yolun kesiştiği kavşaklarda işe yaramıyordu.

Sonunda günümüzdekilere benzeyen ilk elektrikli otomatik trafik lambasını, ilkokul mezunu ve ABD'deki Cleveland'da otomobil sahibi ilk siyah olan Garrett Morgan geliştirdi. 1914'de ilk denemelerine başlayan Morgan 1923'de de patentini aldı. Morgan 1963'de ölümünden az önce patentini 40 bin dolara General Electric firmasına sattı.

Morgan'ın lambaları demiryollarına benzer şekilde bir "T" üzerinde kırmızı ve yeşil iki lambadan ibaretti. Çok geçmeden ikaz anlamında sarı lamba da ilave edildi ve uygulama bütün dünyaya süratle yayıldı.

Aradan geçen yıllara rağmen sarı renk hala 'ikaz' anlamındadır ama günümüz sürücüleri onu 'geç' sinyali olarak algılıyorlar.
 
cenazede neden siyah giyilir

Batı kültüründe görülen "cenazede siyah giymek" ise hayalet korkusundan kalma bir gelenek. Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi’ne göre, binlerce yıl önce cenaze töreninde bulunanlar, gömülecek ölünün hayaletinin orada bulunanlardan birinin bedenine girmek isteyeceğine inanıyorlardı ve hayaletten saklanmak için vücutlarını siyaha boyuyorlardı.

Zamanla bu adet, siyah giysi olarak devam etti ve günümüze kadar geldi
 
Niçin süt ve baldan alınan tatlılık duygusu farklıdır?

Yediğimiz gıdalardan aldığımız tatlılık duygularının farklı olması esasen besin maddelerinde bulunan şeker moleküllerinin farklılığından kaynaklanmaktadır. Bu gün çeşitli gıdalarla tükettiğimiz karbonhidratlar, başka bir ifadeyle şekerler, temel olarak glukoz, galaktoz ve fruktoz kombinasyonlarından oluşmaktadır. Örneğin, süt şekeri laktoz, glukoz+galaktoz birimlerinden oluşurken, pancar şekeri sakkaroz, glukoz+fruktoz birimlerinden oluşur. Normal olarak, birer monosakkarit olan tüm bu şeker birimlerinin formülü C6H12O6 olmakla birlikte, bu moleküllerin yapısal dağılımı farklılık gösterir. Tatlılık derecesi hesaplanmalarında sakkaroz (pancar şekeri) esas alınmakta ve 100 veya 1 olarak kabul edilmektedir: Buna göre glukoz'un 69:0,69, galaktoz'un 63:0,63, laktoz'un 39:0,39, maltoz'un 46:0,46 ve fruktoz'un 114:1,14 nisbi tatlılık derecelerine sahip olduğu kabul edilir. Buradan da anlaşılacağı üzerine tatlılık derecesi en yüksek olan şeker fruktozdur. Bu noktada, balda ortalama olarak fruktoz oranı % 38,38, glukoz oranı % 30,31 iken sakkaroz (glukoz+fruktoz) oranının yaklaşık 1,31 olduğu görülmektedir. Bu oranlar ışığında baldaki fruktoz:glukoz oranı 1,23 iken sakkaroz:fruktoz oranı yaklaşık 0,03'dür.
 
İnsan ne kadar süre uykusuz kalabilir ?

İnsanların günlük uyku ihtiyacı ortalama 7-8 saat civarındadır. Ancak bazı kişiler 4, bazıları ise günde 9-10 saat uyurlar. Normal bir insan 36-48 saatten fazla uykusuzluğa dayanamaz. Uzun süreli uykusuzluk metabolizmada bozukluklara sebep olabileceği gibi psikolojik sorunlara da yol açar. Beynin bazı organik veya psikolojik bozukluklarında kişilerin çok uzun süre, hatta yıllarca uyumadığı tespit edilmiştir. Bu tür durumların mutlaka tedavi edilmesi gerekir.
 
Kanatlardaki Sanat!

1ss1.png

Bu zincirleme hareket, küçük bir serçegil olan kızıl kuyruğun uçuşundaki farklı safhaları gösteriyor:
Havalanma, kısa bir uçuş ve konma.

2iw9.png

Albatros uzun ve dar kanatları sayesinde okyanusların üzerinde uçabilir. Doğan ise geniş kanatları sayesinde sıcak hava akımlarından kolaylıkla yararlanabilir. Bunun yanında keçisağan kuşunun dalgalı kanatları onun çok hızlı uçmasını sağlar. Uçucu kuşların uzun süre havada kalabilmelerini sağlayan şey, kanatlarındaki dalgalı yapıdır.

3aw4.png

Uzun kuyruklu parlak tüylü Amerikan papağanının teleği(solda). Doğan kuyruğu teleği(sağda).
Tüylerin işlevleri çok çeşitlidir. Kanatlarda bulunan telekler, hayvanın uçmasına yarar. Kuyruğu oluşturan kuyruk teleği ise, bir dümen görevi görür ve kuşun yere konarken fren yapmasını
kolaylaştırır.

4yr3.png

Kuşların tüyleri bozulmaya uğradığında, eski tüylerle yeni tüyler, türlere göre farklı bir ritimle yer değiştirir. Bu olaya "tüy değiştirme" denir ve genellikle göç öncesi yaşanır.

5re9.png

Baş, gövde ve kanatlar üzerindeki tüyler kuşları suya ve soğuğa karşı korur. Ayrıca kuşun havanın içinde süzülmesini de kolaylaştırır; Yan taraftaki tüyler, ait oldukları kuşun yumuşak tenini örter. Bu da vücut sıcaklığının korunmasını sağlar.

6nx6.png

Kanattaki kıvrım yüzünden, hava tarafından uygulanan basınç üst yüzeyde daha zayıftır, bu da kuşun yükselmesini sağlar (sol altta).Eğer kanat fazla eğimli ise, hava akımının üst kısma uyguladığı artan basınç, aşağıya doğru bir güç oluşturur. Böylece kuş irtifa kaybeder.​
 
Türkiye'ye en uzak ülke hangisidir ?

Başlangıç meridyeninin doğusunda ve batısında 180’er meridyen bulunuyor. Dünyanın bir küre olduğunu da hatırlarsak birbirine en uzak iki meridyen arasında 180x4=720 dakika zaman farkı var. Bu da 12 saate denk geliyor. 180. meridyen tarih değiştirme çizgisi olarak kabul edilir. Bu meridyenin doğu tarafında batı meridyenleri, batı tarafında ise doğu meridyenleri bulunmaktadır. Dolayısıyla, doğu meridyenlerinin olduğu batısında bir gün ileri, batı meridyenlerinin olduğu doğusunda ise bir gün geridir. Yine bu hesaplara dayanarak Türkiye’ye en uzak yer 20.000 km uzakta olmalı. Ancak, bahsettiğimiz nokta okyanusa denk geldiği için, bir ülke toprağı soruyorsanız bu da büyük olasılıkla Yeni Zelanda’nın en güney noktası.
 
Kutuplardaki canlılar, ekvatordakilere göre boyları,kulakları niçin kısa ve küçüktür?

Işığın nemin ve sıcaklığın hayvanlar üzerinde değişik etkileri var. Bu etkilere göre hayvanların renkleri, büyüklükleri, ekstremite uzunlukları, omur sayısı değişik özellikler gösterir. Bunlar ekoloji biliminde değişik kurallarla açıklanır;

Gloger kuralına göre, sıcak ve nemli yerlerde yaşayan kuşlar ve memeliler, serin ve kurak yerde yaşayan kuşlar ve memelerle göre daha koyu renklidir. Nedeniyse düşük sıcaklıklarda melanin (renk maddesi) oluşumu daha zor gerçekleşir.

Bergman kuralına göre, soğuk yerlerde yaşayan sıcakkanlı hayvanlar, sıcak yerlerdeki akrabalarına göre daha büyük olma eğilimindedirler. Hacmin artmasıyla, yüzey alanı aynı oranda artmaz. Böylece enerji kaybı daha az olur. Küçük vücutlu olsalardı daha fazla enerji kaybedeceklerdi. Bunun için daha fazla besine gerek duyacaklardı. Ancak, Bergman kuralına uymayan durumlarda var. Örneğin soğukkanlı canlılardan bazı iki yaşamlı ve sürüngenler, sıcak bölgelerde yaşayan akrabalarına göre küçüktür.

Jordan kuralına göre düşük sıcaklıklarda yaşayan balıklar, sıcak sularda yaşayan akrabalarına göre daha fazla sayıda omura sahiptir. Nedeniyse, soğuk bölgelerde eşeysel olgunluğa erişme daha geç olur. Dolayısıyla büyümede daha uzun sürer.

Allee kuralına göreyse, soğuk iklimlerde yaşayan sıcakkanlı hayvanların kulak, kuyruk ve ayaklar gibi ekstremiteleri daha küçük olma eğilimindedir. Örneğin, çöl tilkilerinin çok uzun bir kulağı bulunurken, kutup tilkilerinde kulak çok kısadır. Bu özellik tavşanlarda da oldukça belirgindir.
 
Papağanlar nasıl konuşuyor?

Papağanların konuşabildiğini sanırız birçoğumuz biliyorsunuz. İnsan sesini taklit edebilme yetisi nedeniyle papağan sevilen bir ev hayvanı. Peki ama papağanlar nasıl konuşuyor?

Biz insanlar solunum organımızı, gırtlak ve ses tellerimizi, ağzımızı ve dilimizi kullanıyoruz konuşurken. Papağanlarda ses telleri bulunmaz, bunun yerine sesleri özel bir organla yani östaki borusuyla çıkarırlar. Kuşlarda östaki borusu soluk borusu ve bronşlardan oluşan alt gırtlak biçimindedir ve rezonans gövdesi görevini görür.

Bronşlardan gelen hava soluk borusu üzerinden gırtlağa geliyor. Bu şekilde rezonans gövdesinin ince diyaframı titreşerek sesleri üretir. Bu mekanizma insandaki ses tellerine benzer. Fakat kuşun konuşmasında dilin de önemli bir rolü var. Kuşlar dillerinin pozisyonunu bir milimetreden bile daha az değiştirerek farklı sesler çıkartabiliyorlar.

Bizden farklı

Bu şekilde ortaya çıkan varyasyonlar bizim dilimizdeki A ve O kadar farklıdır. Doğada yaşayan papağanlar, hatta kargalar bile hemcinslerinin seslerini taklit ederler. Doğuştan varolan bu yetenek kuşlar arasındaki bağları güçlendirmekte. Fakat bu yetenek sayesinde istedikleri sesleri taklit edebildikleri için insan dili gibi yabancı sesleri de öğrenebiliyorlar. İnsan dilinin taklidi, kuş ve sahibini yakınlaştırmakta. En iyi konuşabilen gri papağan dışında, Ara, Kakadu ve muhabbet kuşu da gayet iyi konuşabiliyor.

Papağanlar ve muhabbet kuşları özellikle de tek başlarına yetiştirildiklerinde konuşmayı neredeyse kendi kendilerine öğrenebilirler. Fakat uzmanlar evlerinde kuş besleyenlerin, öncelikle konuşmaya önem vermelerini doğru bulmuyorlar. Çünkü papağan ve muhabbet kuşları için yalnız kalmak pek iyi gelmiyor. Kaldı ki çift yetiştirilen kuşlar da pekala konuşmayı öğrenebiliyorlar.

Mesela çabanızı tek bir kuşa yönlendirerek konuşmayı öğretebilirsiniz. Kuşa baskı uygulamaktansa ona konuşmayı oynayarak öğretmek hem daha eğlenceli hem de daha etkili bir yöntemdir.

Kuşa konuşma öğretilen mekanın sessiz olması gerekiyor ve öğretilmek istenilen kelimeler yavaş yavaş ve anlaşılır bir şekilde tekrarlanmalı. Tabii birkaç sözcük öğrenen kuşlar daha sonra kısa cümleleri de ezberleyebilirler. Sürekli müzik dinleyen kuşlar elbette ki melodileri de taklit ediyorlar.
 
İnsanlar niçin sakız çiğner ?

Antikçağlardan beri Ege kıyılarında yaşayanlar, bu bölgede çok bulunan sakız (mastika) ağacının reçinesini çiğniyor, bunun dişlerin temizlenmesine ve nefes kokularının güzelleşmesine yaradığını biliyorlardı. Günümüzde çiklet diye bilinen bir tür sakızı ilk çiğneyenler ise Meksika yerlileriydiler.

Yerel bir ağacın özünü çıkartıyorlar, bir kapta kaynatıyorlar ve güneşte kurumaya bırakıyorlardı. Sertleşen bu 'chickle' (çikıl) adını verdikleri beyaz özü ise çiğniyorlardı. Kokusu ve lezzeti olmayan bu ilk sakızın günümüz sakızları ile çok bir benzerliği yoktu.

Sakızın hammaddesi ABD'ye ilk olarak Lopez de Sanna adlı bir Meksikalı general tarafından getirildi. Thomas Adam isimli bir müteşebbis bu sakız hammaddesini önce kimyasal yolla ucuz sentetik lastik elde etmek için kullandı. Bunda başarılı olamayınca sakızı sert şekerleme ile kapladı.

Bu şekilde güzel lezzet ve koku da kazandırdığı ilk ticari sakızları minik toplar halinde piyasaya sundu. Daha sonra da ince düzgün plakalar şeklinde satışa çıkardığı sakızlar için yaptığı yoğun tanıtım kampanyası sonunda işler ummadığı kadar iyi gitti.

Bu,bilimsel bir başarısızlığın bir başka başarıyı yaratabileceğinin güzel bir örneğiydi. Bugün dünyada üretilen bütün sakızlarda hemen hemen aynı maddeler kullanılır: Sakızın ana maddesine ilaveten başta şeker olmak üzere tatlandırıcılar ile lezzet ve koku veren katkı maddeleri. Bunların miktarları ve oranları sakızın tipine göre değişir.

Örneğin kocaman balon yapılabilen sakızlarda ana madde daha fazladır. Genellikle toplum içinde sürekli çiklet çiğneyenlerin bu davranışları görgüsüzlük hatta saygısızlık ifadesi olarak kabul edilir.
Sakız aleyhtarlarından öğretmenler çocukların sınıfta konsantrasyonunu bozduğunu, anne ve babalar sakızı yutarsa sindirim sisteminin bloke olacağını, doktorlar da aşırı sakız çiğnemenin tükürük bezlerini kurutabileceğini ileri sürerler. Ancak yapılan araştırmalar sonucunda çiklet çiğnemenin diş sağlığı açısından faydalı olduğu tespit edilmiştir.

Ağzımızdaki tükürük salgısı dişlere dayanıklılık sağlayan kalsiyum maddesini temin etmektedir. Çiklet çiğneyen bir insanın ağzı daha fazla tükürük salgıladığından dişlerin dayanıklılığının artmasına neden olmaktadır. Örneğin ballı bir dilim ekmek yenildiğinde ağızda oluşan asit iki saat süre ile etkisini korur.

Eğer yedikten sonra çiklet çiğnenmeye başlanırsa, bu asitli ortam 20 dakika gibi kısa bir sürede yok olmaktadır. Çiklet çiğnerken ağızdaki kasların hareketleri insanın iştahını ve sigara içme arzusunu da frenler, konsantrasyonunu arttırır, gerilimini azaltır, sinir ve kaslarını gevşetir. İşte bu nedenlerle ABD Silahlı Kuvvetlerinde Birinci Dünya Savaşı'ndan itibaren tüm savaşlarda yiyecek ve su ile beraber askerlere çiklet de dağıtılmıştır.

Peki sakızı yuttuğumuzda midemizde yedi yıl kaldığı doğru mudur? Sakız bir gıda maddesi değildir. Bu nedenle midemiz bu tür şeyleri sindiremez ama bu onların midemizde devamlı olarak kalacakları anlamına gelmez. Sindirilemeseler bile midenin asit yoğunluklu sıvı ortamından diğer sindirilemeyen şeylerle birlikte, bağırsaklar yoluyla vücudu terk ederler.
 
Anadolu yarım adası ve Konya çevresi günümüzden 17 bin yıl önce göl müydü?

Günümüzden 17 000 yıl önce Anadolu karaydı. Ancak, günümüzden 24.000 18000 yılları arasında buzul dönemine rastladığı için buharlaşma çok azalmıştı ve bu nedenle Beyşehir, Eğirdir ve Tuz Göllerinin alanı daha genişlemişti, ve günümüzdeki Büyük Konya Ovası’nda, derinliği 20 metreye kadar ulasan bir iç göl vardı. Yerbilimciler bu göle "Büyük Konya Gölü" adı veriyorlar. Hotamış Gölü ve Ereğli bataklıkları bu eski gölün kalıntılarıdır. 18.000 yıldan günümüze kadar geçen son buzul arası dönemde sıcaklık ve buharlaşma arttığı için göllerin sınırları daraldı ve Konya Gölü de hemen hemen ortadan kalktı.
 
Afrika'da kaplan var mıdır ?

Afrika'daki büyük kedi türleri arasında kaplan yoktur. Kaplan günümüzde yalnızca Hindistan yarımadasında (Bengal kaplanı-sarı post üzerinde siyah çizgiler) ve Rusya'da (Sibirya kaplanı-beyaz post üzerine siyah çizgiler) bulunuyor. Habitatlarının yok olması ve geçmişte kontrolsüz avlanma nedeniyle, özellikle Sibirya kaplanı olmak üzere ikisinin de soyu tehlikede.
 
Geri
Üst