Miraç gecesini gençlerle birlikte, zikir ve ibadetler yaparak geçirdik. Lezzetini halen damağımda hissediyorum. Cuma namazından sonra, yine bizim dükkânda buluştuk. “Dükkânda buluştuk” diye yazmak çok hoşuma gidiyor. Bir dükkânımızın olması, alana satacak bir şeylerimizin olması çok güzel bir duygu. Bu zevki bana yaşattığı için Rabbime sonsuz Hamd-ü senalar ediyorum. Dükkâna gelen ne istediğini, neden istediğini bilirse aradığını çabucak bulur.
Bir mürşid-i kâmilden dinlemiştim,
“Bizim kapımız herkese açık olduğu için her düşüncede insan gelir. Her gelen “içindeki sıkıntılardan kurtulmak” için gelir ama kendi niyet ve fikirleriyle gelir. Kimi hayatında sevginin eksik olduğunu ifade eder, anne - babasından görmediği sevgiyi bizden bekler. Kimi güvenli bir ortam, kimi de destek beklediği için gelir. Bizlere gerçekten Allah yolunda ihlâsla yürüyecek insanlar pek az gelir. Ama buraya gelenlere soracak olursanız gerçekten manevi hayatı yaşamak ve süfli hayattan kurtulmak için geldiklerini söylerler. Bizim dergâhımıza her kim ne için geldi ise, murat ve maksadına ulaştı.
Bize gerçekten, içtenlikle/ihlâsla, Hakk için gelenler ise, öğütlerimi ve yönlendirmememi dikkatle dinlediler. Yapmalarını istediğim şeyleri ciddiye alarak uygulamaya koydular ve başarıya ulaştılar.
Kendi fikri ve içindeki gizli isteği ile gelenler ise, “Benim sevgiye ihtiyacım var, kurtuluşa ihtiyacım var, yıllardır bu kapıya geliyorum hala basiret gözüm açılmadı. Keşf-ü kerametim yok, bu adam bunu bana veremiyor, bu gerçek bir mürşid değil diyerek bizi terk eder. Kendi fikri ile geldiği gibi, kendi fikri ile de gider.”
- "Ali Kemal bugün misafirimiz, ilk sözü ona veriyorum. Ben sadece açılışı yaptım, sohbetin devamı sizin sorularınız doğrultusunda gelişecek."
- “Efendim, bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Anlattığınız anekdottan şunu anladım. İnsanlar gittikleri yere ihlâsla / içtenlikle gidiyorsa aradığını buluyor. Bu kişi erdem arayıcısı ise erdeme ulaşıyor. Doğru anlamış mıyım?”
- “Evet, çok doğru anlamışsın.”
- “Efendim, ‘Yazete’ de yazdığınız sohbet notlarını dikkatle takip ediyorum. Okuduklarımdan sonra ben de hapishanede olduğumu fark ettim. Kurtuluşu nasıl gerçekleştireceğimi çok merak ediyorum. İlk hapishane hikâyesinde, çocuk ve annesinden bahsetmiştiniz. Çocuk, bilge kişiyi dinledi, anladı ve onun rehberliğinde hapishaneden çıkıp özgür olmaya karar verdi ve niyetine göre isteğini gerçekleştirdi. Bizler de kurtuluşa niyet ettiğimiz halde neden hala hapishanedeyiz. Anekdotta anlattığınız gibi niyetimizde bir eksiklik mi var?
- “Tebrik ediyorum, anekdotu iyi dinlemişsin. 'Kurtulmaya niyet ettik' derken, hemen niyeti ve neden kurtulamadığını sorgulamaya başladın.
Önce sorgulamamız gereken kavram 'niyet'. Niyetimizde ihlâslı mıyız? İçtenlikli miyiz? Dilimizle söylediğimiz şeyi gerçekten kalbimizle istiyor muyuz? Bu soruların cevabını bulduğumuzda, kurtuluş yoluna ilk adımı atmış olacağız.
İslam dini 'ihlâs' kavramına çok önem vermektedir. İyi niyet ve salih ameller yapmanın şartı ihlâstır.
Kur’an'da, Cenab- ı Hakk: “(Ey Resulüm) şüphesiz ki kitabı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah’a has kılarak ihlâs (içtenlikle) ile kulluk et” (Zümer-2) buyurarak Resulünü ve bizleri ihlâslı olmaya davet ediyor.
Bu kadar önemli olan ihlâs /içtenlik nedir?
Sözlükte; bir şeyi halis kılmak, halis olmak, bir şeyin özünü almak ve seçmek anlamlarına geliyor. Dini ıstılahta ise, iman, ibadet, itaat, ahlak, amel, dua… gibi her türlü dini görevleri, 'halkın övme ve beğenmesini', 'yerme ve kınamasını' düşünmeksizin sırf Allah için iyi ve halis bir niyetle yapmak anlamına geliyor.
Kur’an bizlere ilahi emir ve yasakları bildiriyor. İnsanların bunları zahiri (dış görüntü) olarak yerine getiriyor olmalarından ziyade, ne için yaptıkları ve neyi amaçladıkları önemlidir. Cenab-ı Hakk yapılan işlerin ihlâsla / içtenlikle yapılmasını istemektedir. Bireyin içinde samimiyet ve iyi niyet yoksa yaptığı amellerin Allah katında hiç değeri yoktur. İhlâssız yapılan ameller riya olarak değerlendirilir.
Allah (c.c.) 'Namaz kılın, oruç tutun, zekât ve sadaka verin, adil olun, hacca gidin, kötülüğün açık olanından da, gizli olanından da uzak olun, ölçü ve tartıda hile yapmayın, insanları aldatmayın, faiz yemeyin, bekârlarınızı evlendirin' gibi dünya hayatımızı ilgilendiren amelleri yapmamızı emrediyor veya yasaklıyor. Bu emir ve yasakları yerine getiren kişilerin, amellerini dış görünüş olarak yerine getiriyor olması yeterli değildir. Bizler için ruh ne kadar kıymetli ve gerekli ise, ameller için de ihlâs o kadar önemli ve gereklidir.
İhlâslı bir insanın tüm tavırları doğal ve içinden geldiği gibidir, yapmacık değildir. Samimi insanın sözlerinden, öğütlerinden, üslubundan çevresindeki insanlar faydalanır.
Her şeyin taklidini yapmak mümkündür ama ihlâslı insanların taklidini yapmak mümkün değildir. Çünkü ihlâs somut değil soyut bir kavramdır. Dıştan görüntüsü olmadığı için taklidi de mümkün değildir. O, Allah ile kulu arasında olan bir sırdır. İhlâslı kişiye şeytan yaklaşamaz ve onu etkileyemez.
Huzur-u ilahiden kovulan iblis:
'Dedi ki; Ey Rabbim! and olsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günah olan şeyleri) süsleyeceğim. Ve onların hepsini mutlaka azdıracağım.'
'Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna'…(El Hicr 39-40.ayetler.)
Bu ayetler ihlâslı / içtenlikli kişilerin koruma altında olduğunu anlatmaktadır.
Sufiler de ihlâs kavramına çok önem verirler. Tüm eylem, davranış ve tutumlarında hiçbir çıkara dayalı hareket etmez ve yalnızca erdemli olabilmek amacını güderler. Yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu amaç edinirler.
Erdem arayışında olan her yolcu arayış süreci içinde temel şartlardan biri olan içtenliğe/ihlâsa çok değer verir.
Birey, herhangi bir hayırlı etkinlikte ya da Allah’ı zikir ve ona ibadet ederken, akla gelebilecek hiçbir neden, amaç ve istekle hareket ediyor olmamalıdır. İhlâslı kişileri, sosyal, siyasal, çıkarcı ve psikolojik çevreler etkileyemez.
Somutlaştırmak gerekirse, yoksun durumdaki bir kimseye parasal yardımda bulunarak yardım severlik erdemliliğini gerçekleştirmek durumundaki bir kişi, bu davranışını içten ve samimi (ihlâs) olarak yaptığı için, çevresindeki insanların ne dediklerine, nasıl algıladıklarına ve nasıl değerlendireceklerine zerre kadar önem vermez. Çünkü o Rabbi'yledir ve yaptığı her şeyi O’nun için ve O’nunla yapar. İnsanların övgüsü ve yergisinin onun için bir değeri yoktur.
Yapılan eylem 'hiçbir nedene dayanmamak' özelliğini taşıyorsa ve içten gelerek Allah için yapılıyorsa değer kazanır.
Allahın Resulü: 'Müminin niyeti (maksat ve ihlâsı) amelinden hayırlıdır' buyuruyor. Çünkü amellerin değeri, onların ortaya çıkmasına sebep olan niyet ve ihlâsı ile ölçülür.
Tanınmış sufi’lerden Şibli bir gün abdest aldı ve namaz kılmak için camiye yöneldi. Camiye girince sırrına ve ruhuna şöyle nida olundu:
'Ey Şibli! Bu cüret ve küstahlıkla hanemize girmeni temin edecek bir taharetle temizlendin mi?'
Şibli bu sesi duyunca geri dönmeye kalkıştı, ama bu kez de şöyle nida olundu:
'Dergâhımızdan geri mi dönüyorsun, nereye gitmek istiyorsun?'
Şibli bunun üzerine bir nara attı, fakat yine nida geldi:
'Bize karşı çirkin bir iş yapıyorsun, haddi tecavüz ediyorsun!' Bu kez Şibli susarak olduğu yerde yığıldı kaldı. Ama yine nida geldi:
'Belamıza tahammül ettiğini mi iddia ediyorsun?'
Bunun üzerine Şibli feryad ederek şöyle seslendi:
'Ey sıkışık durumda kendisinden yardım istenen! Seninle, senden! Sana güvenerek, senden imdat diliyorum.'
Bir insanın samimi olup olmadığını anlayabilmek için, onun niyetini bilmek gerekir. Daha doğru bir ifadeyle, samimiyet niyetin dürüstçe ifadesi olarak tanımlanır. Dindar bir adamı düşünün, ibadet yapıyor, camilere, mescitlere gidiyor, dini bilgilerini artırmak için zaman ayırıyor. Bu birey samimi, içten bir adam mı? Eğer ibadet ve teatini gerçekten içten gelerek ve samimi olarak yapıyorsa evet. Ama yalnızca, karşılığında insanlardan övgü almak, Cenab-ı Hakk'tan ödül almak amacıyla yapıyorsa onun ibadetinde içtenlik / samimiyet yok demektir."
- “Efendim, bireylerin, yaptıkları işlerden dolayı takdir, övgü ve ödül beklemeleri doğal değil mi?"
- “Bu iş bir eğitim meselesi. Temeline inmeden çözmek kolay gözükmüyor. Çocuklarımızı yetiştirirken çok doğal olarak, yaptıkları iyi şeylerden dolayı onları takdir ediyor, övüyor ve ödüllendiriyoruz. Onlardan sevgi ve ilgimizi eksik etmiyoruz. Ama şu gerçeği göz ardı ediyoruz. Çocuklarımız büyüyor ve gelişiyorlar. Bazı anne-babalar çocuklarını hep çocuk olarak görüyor ve onları hayatları boyunca yaptıkları her şeye karşı takdir, ilgi, övgü ve ödül bekler duruma getiriyorlar. Bu bozuk eğitim şekli insanların dünya hayatını etkilediği gibi, dini hayatını da etkiliyor. Bu şekilde yetişen insanlar sadece ilgi, takdir ve ödül için bir şeyler yapar hale geliyorlar. İnsanlar bu alışkanlıklarından ayrılmak istemiyorlar.
Erdem arayıcısı, ihlâslı /içtenlikli değilse hiçbir zaman erdem sahibi olamaz. Hiç kimseyi dış görünüşü ile 'samimi mi, değil mi?' anlayamayız.
Birey,hiç kimseden övgü, ilgi, destek ve takdir beklemeden sırf kendi hayatını anlamlı kılmak için yaşamaya başladığı zaman, ihlâslı olmak yolunda adım atmış olur.
Erdem arayıcısı, başkası için değil, kendi gönlü, kendi niyeti ile kendi hayatı için çalışır ve çabalar. İhlâslı olmak, yolcunun temel özelliklerinden biridir. Erdem arayıcısı, kendi özel durumunu başkalarına göstermek zorunda değil; ama kendisi kendi gözünde, kendi özünde, kendi kendisiyle ilişkisinde ihlâslı / içten olup olmadığını bilmek mecburiyetindedir.
Gösteriş dindarlarının erdemli insan olabilmeleri mümkün değildir. Onların gerçek niyetleri, başkaları tarafından dindar bilinerek görecekleri hüsnü kabule, elde edecekleri kazanca, güce ve şöhrete odaklanmıştır. Onların, gerçek niyetleri ile gösterdikleri eylem arasında tutarlılık yoktur. Niyet ve amellerinde ihlâs / içtenlik olmayan kişiler ancak kendi kendilerini kandırırlar. Şekilciliğe o kadar önem verirler ki, ibadeti ne için ve kim için yaptıklarını unuturlar. Namaz kılarken bile Hakk’tan gafildirler.
Mevlana 'Ey gafil, keşke secde ettiğin zaman yüzünü ihlâsla /içtenlikle Hakk’a çevirebilseydin de, secdede iken, ‘Yücelerden yüce olan Rabbim; her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir’ demenin manasını bilebilseydin. Yani sırf şekil secdesi değil de gönül secdesi yapabilseydin' der.
Bir hikâyecikle sohbetimizi bitirelim.
Allah dostlarından biri, bir eve misafir olur. O evde başka bir adam daha misafirdir. Ev sahibiyle birlikte yatsı namazını kılarlar. Ev sahibi misafirlerinin yataklarını sererek kendi haremine çekilir. Allah dostu yorgun olduğundan hemen yatağına girer ve uyur. Sabah müezzin ezan okuyunca kalkar. Oda arkadaşı olan kişi hiç yatağa girmemiş bir seccadenin üzerinde ibadetle meşguldür. Bu durumu gören zat çok üzülür ve kendi kendine 'Sen horul horul uyudun, bak derviş böyle olur, adam hiç yatağa bile girmemiş' diye söylenir.
Namazdan sonra oda arkadaşı, o zata dönerek 'İşte kardeş benim halime ve ibadetime şahit oldun. Bu durumumu diğer insanlara söylerseniz bana gerekli ilgi ve saygıyı gösterirler' der.
Allah dostu, 'Kardeşim sabah uyandığımda, senin hiç yatağa girmediğini, sabaha kadar ibadet ve tesbihatla vakit geçirdiğini düşünerek, kendimden utandım. Şimdi de bu teklifinden utandım. Sen ibadetini Allah için mi yaptın? İnsanlar seni bilsin, sana itibar ve değer versinler diye mi yaptın?
Sen hemen, bugüne kadar yapmış olduğun ibadetlere tövbe et, Allah’tan affını dile' diye konuşur.
Adam ise, 'Sen benim kemalimi ve halimi kıskanıyorsun. İyi olarak tanınmak ne zamandan beri kötü oldu' diye itiraz eder.
Cenab-ı Hakk cümlemizi böyle hallerden korusun."
Allah yar ve yardımcınız olsun.
KAYNAK