maktek15' Alıntı:
arkadaşlar bana SAĞLIK HİZMETLERİNİN ÖZELLİKLERİ kapsamlı olarak çok lazım bana yardımcı olabilirmisiniz şimdiden tüşekürler....
Sağlık insanın en değerli varlığıdır ve sağlıklı yaşam sürmek insanın temel haklarındandır. Sağlığı korumak ve iyileştirmekle ilgili faaliyetlerin insan emeğinin en kutsallarından olduğuna şüphe yoktur. Birtakım sağlık göstergeleri, ülkelerin kalkınmışlık düzeyini değerlendirmede temel kriter olarak kullanılmaktadır. Ülkemizin sağlık göstergeleri, diğer göstergelere göre daha düşük kalkınmışlık düzeyini işaret etmektedir. Sağlık dışı konular herkes tarafından bilinmese de; yaşayan tüm insanlar sağlık hizmetlerinin mevcut durumundan şu veya bu şekilde etkilenmektedir.
Biz de bu çalışmamızda hepimiz için çok önemli bir konu olan sağlık, sağlık sektörü,
sağlık hizmetleri, hastahaneler, hastahanelerin geleceği gibi konularda bilgi ve deneyimlerimizi size aktarmaya çalışacağız..
1. GİRİŞ
2000'li yıllarla tanışan dünyamızda sağlık hizmetlerinin örgütlenme ve sunumunda başdöndürücü değişiklikler yaşanmaktadır. Her geçen gün yeni aygıtlar ve yöntemler geliştirilmektedir. Her beş yılda, mevcut bilgilerin yarısı eskimektedir. Üçüncü binyılın yıldızı yükselen meslekleri arasında sağlık işletmeciliği ayrı bir yere konmaktadır, çünkü olağanüstü karmaşık sistemlerin içice geçtiği sağlık kurumlarının kurulması ve işletilmesi de başlıbaşına bir sorun teşkil etmektedir. ABD'den yapılan yayınlarda belirtildiğine göre; uzay teknolojisinden sonra yüksek teknolojiyi en yoğun kullanan sektör sağlık sektörüdür. Bu durum, sağlık hizmetlerinde yatırımların niçin yüksek maliyetli olduğunun cevabını da içermektedir.
Sağlık hizmeti veren kuruluşların dünyanın değişik ülkelerinde birçok türleri bulunmakla birlikte, genel anlamda en geniş kapasiteye sahip olanların hastahaneler olduğu söylenebilir. Hastahaneler gerek yüksek maliyetli olmaları gerekse verdikleri hizmetlerin "ertelenemez" olması dolayısıyla, sağlık hizmetlerinde kilit konumundadır. Birçok açıdan başka sektörlerde kazanç payı yüksek ve risk daha düşük olmasına karşın; hastahane işletmeciliği girişimcilerin ilgi alanı olmaya devam etmektedir. Bunu, hastahane sahibi olmanın getirdiği prestij, yapılan işin manevi tatmin boyutu vb. sebeplerle açıklayanlar bulunmaktadır.
Ülkemizde sağlık hizmetlerinin sunumunda karmaşa olduğu bir vakıadır. Özellikle hastahanelere bakıldığında özel sektörün yanısıra, resmi kurumlardan birçoğunun da (Sağlık Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, Üniversiteler, Belediyeler, diğer Bakanlıklar, KiT'ler), hastahane hizmeti verdikleri görülmektedir. Öte yandan, nüfusun önemli bir kısmı sosyal güvence kapsamı dışındadır. Sosyal güvencesi olanlar da ihtiyaçları olan hizmeti zamanında ve tam olarak alamamakta ve aldıkları hizmetten de memnun olmamaktadırlar. Sonuç olarak, ülkemizde sağlık hizmetleri sektörü bir sorunlar yumağı durumundadır; acil ve topyekun bir yeniden yapılanma çalışmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
İletişim teknolojilerinin sunduğu inanılmaz imkanlar insanların her türlü gelişme ve yenilikten derhal bilgi sahibi olmasını mümkün kılmaktadır. Herhangi bir kişi dünyanın neresinde hangi hastahanede hangi hizmetin nasıl verildiğini öğrenebilmekte ve sonuçta sağlık hizmeti veren kuruluşlardan beklentileri artmış olmaktadır.
Bir yandan, bilim ve teknolojideki gelişmeleri izleme ve insanların gittikçe artan kalite ve çeşitlilikte hizmet taleplerine cevap verme zorunluluğu vardır. Öte yandan, hastahane işletmeciliği yüksek maliyetlidir ve matris organizasyon yapısında olmaları nedeniyle hastahanelerin yönetilmeleri çok zordur. Yapılan iş doğrudan insan hayatıyla ilgilidir; dolayısıyla, hizmetlerde hata ve suistimalin "sıfır" düzeyinde olması gerekmektedir. Bu noktada, devlet çok önemli bir düzenleyici ve
denetleyici rol üstlenmek durumundadır. Bu, vazgeçilemez ve devredilemez temel bir görevdir.
Mevcut yapı ve 1930'lardan kalma düzenlemeler ile, başdöndürücü hızla değişen bilgi ve teknolojinin en hızlı kullanıldığı böylesine karmaşık hizmet kurumlarını organize etmek ve yönetmek mümkün değildir. Uzun yıllar devletin baskın rolü ile yürütülmüş olan hastahane hizmetleri sektöründe son yıllarda özel sektörün payının hızla arttığı görülmektedir. Ülkemizdeki tüm özel hastahanelerin yarıdan fazlası da İstanbul'da bulunmaktadır. Sektöre girmeye hazırlanan birçok yeni girişimci sağlık hizmetleri ve hastahaneler hakkında yeterli bilgi ve yönlendirmeden yoksun olarak bu işe kalkışmakta; deneme-yanılma yoluyla öğrenmek, gerek girişimcilerimize gerekse ülkemize pahalıya mal olmaktadır. Bu rapor, "milenyum"a adım attığımız bu günlerde özel sağlık sektörünün istanbul'da ne durumda olduğunu saptamak; yaşanan sorunları irdelemek ve çözüm önerileri geliştirmek amacıyla hazırlanmıştır.
2. SAĞLIK
Sağlık tanımı, hemen her yerde "hasta olmama" anlamında, hastalık kavramı ile bağlantılı, yani negatif bir mesaj verecek şekilde yapılmaktadır. Buna uygun olarak bugün egemen olan batı tıbbındaki gelişmeler, hep var olan hastalıklarının nedenlerini açıklama çabaları sonucu olmuştur. Özellikle son yüzyıldaki tıp bilimi ve teknolojisindeki gelişmeler sayesinde hastalıklara ilişkin engin bir bilgi birikimi sağlanmıştır. Bu bilgi birikimi doğrultusunda örgütlenen ve verilen "sağlık hizmetleri"nin ne derece "sağlık"la ilgili olduğu, üzerinde durmaya değer bir konudur. Çünkü, aslında bu hizmetler büyük ölçüde "hastalıkların", hatta "hasta olan kişilerin" tedavisi ile nedeni bilinen bazı hastalıkların önlenmesi çabalarından başka bir şey değildir.
Tıptaki gelişmeler bazı hastalıkların nedenlerini açıklayıp tedavi etse de bunların yerine yeni "ölüm nedenleri" çıkmakta ve dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde artık insanlar bulaşıcı hastalıklardan değil de, örneğin, kalp-damar hastalıklarından, kanserlerden, yaşam biçimlerine bağlı sorunlardan, çevre kirliliğinden ya da yoksulluğa bağlı hastalıklardan ölmektedir. Bu durum karşısında pek çok ülke "sağlık hizmetleri" kavramını gözden geçirmektedir. Sağlık hizmetlerinin ve politikalarının yeni bir şekle kavuşturulması gereği sonucu Dünya Sağlık
Örgütü, herkesin sağlıklı yaşaması için gerekli olan hedefleri ve stratejileri tanımlamıştır. Bu hedef ve stratejilerin en belirgin yönü, "sağlığın geliştirilmesi" anlamında pozitif mesajlara yer verilmiş olmasıdır.
Bugün yaygın olarak kullanılan sağlık tanımı, Dünya Sağlık Örgütü kuruluş yasasında yer alan tanımdır. Buna göre, "Sağlık, sadece hastalık ve sakatlık halinin olmayışı değil, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik halidir".
Bu tanımda yer alan "iyilik" kavramının nasıl açıklanacağı yanında, "tam"ın nasıl ölçüleceği, cevaplanması zor olan sorulardır. Öte yandan sağlığın "hal" olarak görülmesi, kişinin görev ve sorumluluğunu azaltarak statik bir duruma indirgemektedir. Bunlara rağmen, tanımda yer alan "sosyal iyilik" kavramı önemli bir gelişme olarak görülmelidir.
3. TOPLUMDA SAĞLIK HİZMETİ VEREN SEKTÖRLER
Kısaca sağlık hizmetleri dediğimiz sağlık bakım sistemleri incelendiğinde, dünyanın hemen her ülkesinde başlıca üç sektörün sağlık hizmeti verdiği görülmektedir:
• Folk sektör,
• Popüler sektör,
• Profesyonel sektör.
Ülkemizde resmi istatistikler dışında, profesyonel sektörün bile ne durumda olduğunu ortaya koyan geniş çaplı saha çalışmaları yoktur.
Folk sektörün ve popüler sektörün alabildiğine başıboşluk içinde olduğu söylenebilir.
a) Folk Sektör:
Bu sektör, sağlık ve hastalık konusunda resmi bir eğitim-öğrenim görmemiş, ancak çeşitli özelliklen nedeniyle toplumca uzman kabul edilen ve sağlık sorunlarına çare için başvurulan kişilerden oluşmaktadır. Kırıkçı-çıkıkcılar, üfürükçüler, dişçiler, ara ebeleri, bel çekenler, bu sektörde hizmet verenlere örnektir.
Folk sektörü, bilimsel tıp ve resmi sağlık örgütlen tarafından reddedilen ve yasal olmayan bir sektördür. Ancak, hemen her toplumda bulunmaktadır ve üstelik bilimsel gelişmelerin arttığı son yıllarda bu tür uygulamaların da arttığı görülmektedir.
Bu sektörde hizmet veren uzmanlar, çeşitli güçlere sahip olduğu sanılan kişiler, ya da geleneksel bazı sağlık uygulamaları konusunda bilgili ve becerili olduğu kabul gören kişilerdir. İnsanlar özellikle bilimsel tıbbın yetersiz kaldığı bazı durumlarda bu sektörden hizmet almaya yönelmektedir.
Bilimsel ve resmi tıp bu sektörü yok saysa da varlığını sürdürmesi hatta güçlendirmesi nedeniyle bu sektörün iyi incelenmesi gerekmektedir. Folk sektördeki bazı uygulamaların binlerce yıllık geçmişi olabildiği, örneğin akupunktur gibi bir uygulamanın günün birinde profesyonel sektör tarafından benimsenebildiği görülmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü, bu sektörü reddetmek yerine incelemek ve sağlık için yararlı olabilecek bazı uygulamaların kazanılması gerektiğini önermektedir. Bu öneri doğrultusunda, örneğin, ara ebeleri pek çok ülkede, profesyonel sektörün sağlık insan gücü arasında sayılmaktadır. Eğer bir toplumda, tüm doğumları yaptırmaya yetecek sayı ve dağılımda hekim ya da ebe yok ise bunları birileri yaptırmak zorunda kalacaktır. Arz-talep ilişkisinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan bu ara ebelerini, yok saymak yerine bulmak, eğitmek ve denetleyerek hizmette kullanmak hem akılcı hem de gerekli bir yoldur.
b) Popüler Sektör:
Sağlık ve hastalık konusunda herhangibir eğ iti m-öğ retim görmemiş, dolayısıyla uzmanlığı olmayan, ancak yaşları ya da hayata ilişkin bilgileri nedeniyle kendilerine danışılan kişiler popüler sektörü oluşturmaktadır.
Hemen her insan, bedeninde normal dışı bir durum gördüğünde ya kendi kendine bir önlem, ilaç alır ya da güvendiği bir kişiye açılır. Bu kişi, ana, baba, ailedeki yaşlı bir kişi ya da her hangi bir arkadaş olabilir. Çoğu zaman bu danışmalardan alınan cevaplar tatmin edici bulunur ve uygulamaya konulur. Örneğin, çocuğunun öksürüğü olan bir anne hemen bir hekime gitmek yerine, güvendiği birilerine ne yapması gerektiğini danışarak yerine göre önerilen bir ilacı ya da önlemi uygular. Bunun yetersiz kalması durumunda ise kültürüne uygun olarak uzman kişilerden-hizmet arar.
Popüler sektör çok yaygın olup hemen hemen herkesin hizmet aldığı bir sektördür. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, bir toplumdaki sağlık hizmetlerinin %70-90'ı bu sektör tarafından verilmektedir.
Yapılan araştırmalara göre herhangibir zamanda, toplumun dörtte üçünün sağlıkla ilgili bir yakınması olduğu halde, bunların ancak üçte biri yardım için hekime başvurmaktadır. Hekime başvurmayan büyük çoğunluk ya geleneksel uygulamaları denemekte, ya da kendi kendine ilaç kullanmaktadır. Kullanacağı ilaçlara bazen kendisi karar vermekte, bazen yakınlarının önerilerine uymakta bazen de eczacıya danışmaktadır.
İngiltere'de yapılan bir toplum taramasında, görüşülen kişilerin %91'i son iki hafta içinde sağlıkla ilgili bir sorunu olduğunu belirtmiş, ancak %16'sımn bu sorun nedeniyle hekime başvurduğu saptanmıştır. Kendi kendine ilaç kullananların, hekim önerisi ile ilaç kullananlardan iki kat daha fazla olduğu görülmüştür.
Özellikle başağrısı, hazımsızlık, ateş gibi belirtiler için kendi kendine ilaç kullanımı yaygındır. İnsanlar ancak çok ciddi buldukları sağlık sorunları için hekime başvurmaktadır. Kendi kendine ya da eczacıya danışarak ilaç kullanımı hemen her toplumda görülen yaygın bir davranış olarak karşımıza çıkmaktadır.
c) Profesyonel Sektör:
Özel bir eğitim-öğretim görerek uzman olan ve uzmanlığı resmi makamlarca kabul edilip belgelenen sağlık personelinin oluşturduğu sektördür.
Hekim, hemşire, eczacı, diş hekimi, fizyoterapist ve daha pek çok meslek grubu bu sektörde yer almakta ve mevzuatla belirlenmiş sınırlar dahilinde sağlık hizmeti vermektedirler. Toplumlar içerisinde üretilen ve tüketilen toplam sağlık hizmetinin pek azı bu sektör tarafından verilmektedir.
Resmi sağlık sektörü olması nedeniyle vereceğimiz bilgiler ağırlıklı olarak bu sektör için geçerlidir.
3.1. HASTAHANELER
3.1.1. HASTAHANELERİN TANIMI
Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) hastahaneleri, "müşahade, teşhis, tedavi ve rehabilitasyon olmak üzere gruplandırılabilecek sağlık hizmetleri veren, hastaların uzun veya kısa süreli tedavi gördükleri yataklı kuruluşlar" olarak tanımlamaktadır. Benzer bir tanımın yer aldığı SSYB (şimdiki adıyla SB) Yataklı Tedavi Kurumları işletme Yönetmeliği'nde ise hastahaneler, "hasta ve yaralıların, hastalıktan şüphe edenlerin ve sağlık durumlarını kontrol ettirmek isteyenlerin, ayaktan veya yatarak müşahade, muayene, teşhis, tedavi ve rehabilite edildikleri, aynı zamanda doğum yapılan kurumlar" olarak tanımlanmaktadır. Özünde aynı, birbirini tamamlar nitelikteki bu iki tanımda hastahaneler, esas işlevleri olan "hasta ve yaralıların tedavisi" faaliyetleri ile tanımlanmaktadır. "Eğitim" "araştırma ve geliştirme" ile "toplumun sağlık seviyesinin yükseltilmesine katkıda bulunma veya toplumsal sağlık programlarına katılma" olarak adlandırılan ve yine hastahanelerde yürütülen diğer işlevler dikkate alındığında, yukarıdaki tanımların eksik olduğu söylenebilir. Ancak eskiden beri hastahanelerin değişmeden gelen esas işlevi, tedavi hizmetinin verilmesi olmuştur. Sözü edilen diğer işlevler, tedavi işlevinin iyi bir şekilde yerine getirilmesini sağlayan veya kolaylaştıran ve esas işlevin türevleri diyebileceğimiz işlevlerdir. Bu açıdan bakıldığında "hasta tedavisi", diğer işlevleri zımmen içeren, dolayısıyla yukarıdaki tanımların yeterli olmasını sağlayan bir işlev olarak düşünülebilir.
Yukarıdaki tanımlar işlevsel tanımlardır. Hastahaneleri sistem yaklaşımıyla ele alıp tanımlamak da mümkündür. Buna göre hastahaneler, dinamik, değişken bir çevre içinde, aldıkları girdileri dönüştürme süreçlerinden geçirerek, çıktılarının önemli bir kısmını gene aynı çevreye veren, geribildirim mekanizmasına sahip sistemlerdir (organizasyonlardır). Hastahanenin girdileri hastalar, insangücü, malzeme, fiziksel ve parasal kaynaklardır. Çıktıları (elde edilmesi istenen sonuçlar) ise, hasta ve yaralıların tedavisi, personelin hizmet-içi eğitimi, öğrencilerin klinik eğitimleri, araştırma-geiiştirme faaliyetleri ile toplumun sağlık seviyesinin yükseltilmesine katkıda bulunmalıdır. Dönüştürme süreçleri, sözü edilen sonuçlara ulaşabilmek için hastahanedeki çeşitli hizmet birimlerinin kendi alanlarıyla ilgili olarak gerçekleştirdikleri planlama, örgütleme, yürütme ve denetleme faaliyetlerini ifade etmektedir.
Bir bütün olarak hastahane sistem yaklaşımıyla tanımlanabildiği gibi, hastahane içindeki çeşitli hizmet birimleri de birer alt sistem olarak tanımlanabilmektedir. Çünkü, hastahanedeki her hizmet biriminin hastahane işlevlerinin yürütülmesine katkısı olan alt işlevleri ve bu alt işlevleri gerçekleştirmek üzere bir araya getirilerek organize edilmiş elemanları ve kaynakları bulunmaktadır. Ayrıca, hastahanenin esas işlevi olan hasta tedavisi faaliyetlerini yürüten elemanlar topluluğu da "hasta tedavi sistemi" olarak ele alınabilmektedir. Hastahanedeki tıbbi, yardımcı tıbbi ve hemşirelik hizmetlerini yürüten sağlık personeli ile bir kısım destekleyici personel bu sistemin elemanlarını oluşturmaktadır. Hastahanedeki diğer alt sistemler ise, bu sistemin işleyişini kolaylaştıran ve/veya iyileştiren sistemler olmaktadır.
3.1.2. HASTAHANELERİN SINIFLANDIRILMASI
Hastahaneler verdikleri tedavi hizmetlerinin türüne, yönetim ve kontratlarına, finansal kaynaklarının türüne (mülkiyet türüne), büyüklüklerine (yatak kapasitelerine), hastaların hastahanede kalış sürelerine, kadrolu personelinin kompozisyonuna göre sınıflandırılabilirleredir. Fakat yapılan sınıflandırmalarda genellikle, "verilen tedavi hizmetinin türü", "hastaların hastahanede kalış süreleri", "finansal kaynakların türü yani mülkiyet türü" ve "büyüklükleri" esas alınmaktadır.
Verilen tedavi hizmetinin türüne göre hastahaneler iki grupta toplanmaktadır: Genel ve özel dal hastahaneleri. Genel hastahaneler, her türlü acil vaka ile yaş cinsiyet farkı gözetilmeksizin, bünyesindeki mevcut uzmanlık dallarıyla ilgili hastaların kabul edildiği hastahanelerdir. Sözgelişi, çocuk hastahaneleri ve doğumevleri bu gruba girmektedir. Bu ayırıma bağlı olarak yapılan başka bir ayırım da, eğitim hastahaneleri ile eğitim vermeyen hastahaneler şeklindedir. Eğitim hastahaneleri, öğretim, eğitim ve araştırma yapılan, uzman ve ileri dal uzmanları yetiştirilen genel ve özel dal hastahaneleridir. Burada sözü edilen eğitim, hekimlere uzmanlık kazandırmayı amaçlayan eğitimdir. Pek çok hastahanede yardımcı tıp personeli ve öğrenci hemşirelere verilen klinik eğitim, bu hastahanelerin eğitim hastahaneleri olarak sınıflandırılması için yeterli olmamaktadır.
Diğer bir sınıflandırmada ise "hastaların hastahanede kalış süreleri" esas alınmaktadır. Buna göre hastahaneler kısa süreli hastahaneler ve uzun süreli hastahaneler olarak ikiye ayrılmaktadır. Kısa süreli hastahaneler hastaların %50'den fazlasının 30 günden az hastahanede kaldığı hastahanelerdir. Türkiye'deki Devlet Hastahaneleri bu gruba örnek olarak gösterilebilir. Uzun süreli hastahaneler ise, hastaların yarıdan fazlasının bir aydan daha fazla hastahanede kaldığı hastahanelerdir. Sözgelişi, psikiyatri hastahaneleri ve tüberküloz hastahaneleri bu gruba girmektedir.
Finansal kaynakların türüne, diğer bir deyişle mülkiyet esasına göre sınıflandırma, başka bir sınıflandırma türüdür. Burada hastahanenin mülkiyetinin hangi kurum ve kuruluşlara ait olduğuna veya kurum ve kuruluşların niteliğine göre sınıflandırma yapılmaktadır. Bu esastan hareket edildiğindeTürkiye'deki hastahaneler SB'na, SSK'ya, İDT'ne, Tıp Fakültelerine, Belediyelere, yabancılara, azınlıklara, derneklere, SB dışındaki Bakanlıklara ve özel kesime ait hastahaneler olarak sınıflandınlabilmekîedir. Hastahanenin mülkiyetine sahip kurum veya kuruluş, genellikle hastahaneyi yönetme ve kontrol yetkisine de sahiptir. Bu nedenle "mülkiyet" ve "yönetim ve kontrol" esaslarına göre yapılan sınıflandırmalar çoğunlukla aynı sınıflandırma olmaktadır. Fakat, ABD'de kâr amacı gütmeyen hastahanelerde olduğu gibi yönetimle mülkiyet ayrılabilmektedir. Hastahanelerin mülkiyet esasına göre sınıflandırılmaları hastahane organizasyonu açısından önem taşımaktadır. Çünkü mülkiyete sahip kurum veya kuruluşlar, yönetim ve kontrol yetkilerine de sahip oldukları takdirde, hastahanenin üst kademe yönetim organları olarak organizasyon içinde yer almaktadırlar.
Organizasyon açısından diğer bir önemli sınıflandırma da, hastahanelerin büyüklüklerine (yatak kapasitelerine) göre sınıflandırılmasıdır. Çünkü hastahane büyüdükçe bazı yeni hizmet birimlerine ihtiyaç duyulacağı gibi, diğer bazı birimler de yeterli büyüklüğe ulaşacaklarından organizasyonlarında değişiklikler olacak, böylece hastahane içindeki idari kademelerin ve pozisyonların sayısında artışlar olabilecektir. Büyüklüklerine göre hastahaneler 25, 50,100, 200, 400, 600, 800 ve üstü yatak kapasiteli hastahaneler olarak sınıflandırılmaktadır.
3.1.3.HASTAHANENİN İŞLEVLERİ
Hastahaneler tanımlanırken zorunlu olarak işlevlerden söz edilmiştir. Günümüzde bu işlevler genellikle, "hasta ve yaralıların tedavisi", "eğitim", "araştırma ve geliştirme" ile "toplumun sağlık seviyesinin yükseltilmesine katkıda bulunma (koruyucu sağlık hizmetleri)" olarak sınıf landml-maktadır.
a) Hasta ve Yaralıların Tedavisi
Hasta olma hali insanda psikolojik ve/veya fizyolojik açıdan bağımlılık yaratmaktadır. Bu nedenle, hekim taraf ından yalnızca hastalığın teşhisi ve tedavisi için de tıbbi rejimin belirlenmesi yeterli olmamaktadır. Hastanın korunup, gözlenmeye, kısacası çeşitli türde ilgiye ve bakıma ihtiyacı bulunmaktadır. Dolayısıyla hastaların tedavisi, ekip halinde çalışmayı gerekli kılmıştır. Hasta tedavi etmek amacıyla bir araya gelen bu ekip, dünyanın ilk biçimsel organizasyonlarından biridir ve günümüz hastahanesinin başlangıcını oluşturmaktadır.
İlk hastahanelerin nerede, ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Eski Yunanistan'da Titanus'da M.Ö. 1134 yıllarında Eaculapius adlı bir mabedde hastaların tedavi edilmekte olduğu bilinmektedir. Sonraki yıllarda bu tür mabedler tüm Eski Yunanistan'a ve Roma'ya yayılmıştır. Aynı yıllarda Çin'de hüküm süren Çu Sülalesi döneminde birçok hastahane yaptırılmıştır. Eski Mısır'da da hastahanelerin bulunduğu ve bunlara Kopth adı verildiği bilinmektedir. M.Ö. 437 yıllarında BUDDHA ve oğlu UPATISO tarafından Seylan adasında birçok hastahane yaptırılmıştır.
Günümüz modem hastahanesinin öncüleri olan bu kuruluşlar, dini inançlarla, tannlara adanarak inşa ettirilmiştir. Buralarda genellikle yoksul, korunmasız ve yaşlı kişiler tedavi edilip, barındırı-lırdı. Çağın yaşayışına uygun olarak kullanılan tedavi usulleri de dini inançlann etkisinde idi. Tedavi hizmetleri ile sihirbaz, efsuncu, üfürükçü adı verilen kişiler ve aynı zamanda din adamı olan hekimler uğraşmışlardır. Tedavi hizmetlerinin bu niteliği Hıristiyanlıktan sonra, Islamiye-tin yayıldığı tarihlere kadar sürmüştür, ilk kez islamiyet! kabul eden toplumlarda tedavi hizmetleri laikleşmiş, din adamları tedavi işleriyle uğraşmamışlardır. Böylece tıbbın bağımsız bir meslek haline gelmesinde çok önemli bir adım atılmıştır. Batı'da ise, tıbbın laikleşmesi ancak Arab tıbbının Avrupa'ya nüfuz ettiği yıllar olan Orta Çağın ortalannda gerçekleşebilmiştir. Fakat bu laikleşme hareketi, tedavinin büyüden ve hurafeden tamamıyla kurtarılmış olduğu anlamına da gelmemektedir. Uzun yıllar, Osmanlılarda olduğu gibi, hekimlikle müneccimlik birlikte yürütülmüştür.
Tedavide kullanılan araçların ve usullerin her türlü hurafeden ve din dışı boş inançtan kurtarılması için Rönesans sonrasında Aydınlanma Çağını beklemek gerekmiştir. Bu dönemde tıp dahil pek çok bilim dalında sayısız buluşlar yapılmış, teoriler geliştirilmiş, insanların dünyaya bakış tarzlarında köklü değişiklikler olmuştur. Cerrahi ile hekimlik arasındaki ayırıma son verilmesi, bazı laboratuvar testlerinin geliştirilmesi, röntgenin teşhis işlemlerinde kullanılmaya başlaması, antiseptik olarak karbolik asitin kullanılması ve ameliyatlarda anestezik olarak eterden yararlanılması bu dönemin tıpla ilgili önemli gelişmeleridir. Tifo, lepra, kolera, difteri, veba gibi önemli hastalıkların ilk kez tanımlanması ve PASTEUR'ün pasterezisyon olayını bulmasından sonra art arda kuduz, difteri, tifo, kolera ve veba aşılarının bulunması, yine bu dönemin önemli buluşlarındandır.
Bu gelişmeler sayesinde hastahanelerde yapılan ameliyat sayısında büyük artışlar olmuş, enfeksiyonlardan kaynaklanan ölüm oranları düşmüştür. Böylelikle, yüzyıllardır yalnızca yoksul, korunmasız ve yaşlı hastaların tedavi edildikleri veya bulaşıcı hastalıklara yakalanmış olanların ve akıl hastalarının tecrit edildikleri yerler durumunda olan hastahaneler, toplumun diğer kesimlerinden insanların da başvurdukları tedavi merkezleri durumuna gelmeye başlamıştır. Avrupa'da 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıkan hızlı endüstrileşme ve kentleşme hareketleri de bu süreçte etkili olmuştur.
18. ve 19. yüzyılların hastahaneler açısından diğer bir önemi, bilim ve meslek olarak hekimliğin artık hastahanelerde geliştirilmeye başlanmış olmasıdır. Daha önceki cağlarda, yalnızca kütüphanelerde yapılan çalışmalarla geliştirilmeye çalışılan hekimlik, bu yüzyıllarda hastahanelerde geliştirilmeye başlanmıştır. Çünkü hastahanelerde hasta sayısı giderek artmış, klinik gözlem ve otopsi için daha önce bulunamayan vakalara sahip olma olanağı doğmuştur. Böylece hastahaneler, malzemesi bol laboratuvarlar haline gelmiştir. Bu gelişmeler sonucunda tıbda "hastahane tıbbı" olarak adlandırılan bir dönem başlamıştır.
Teşhis ve tedavi usullerinin gelişmesini sağlayan yenilikler 20. yüzyılda daha büyük bir hızla devam etmiştir. Elektrokardiografinin, elektroensefalografinin, ultrasonografinin, termografi-nin, endoskopinin, radyoskopinin, scintigrafinjn, kompütürleştirilmiş eksensel tomografinin, bi-ostereometriksin, gammaografinin, emiscannerin, sulfa ilaçları ve penisilinin ve benzeri diğer antibiyotiklerin bulunuşu, kemoterapide sağlanan gelişmeler, organ nakilleri ve yapay organ imali yüzyılımızın söze değer yenilikleridir.
Bilim ve meslek olarak hekimlikte görülen bu gelişmelerin yanı sıra, tedavi hizmetlerinin önemli bir unsuru olan hemşirelik bakımında da modernleşme hareketleri 19. yüzyılda başlamıştır. Hemşirelik hizmetleri, ilk çağlarda kabile başkanları, sihirbazlar ya da din adamları tarafından yürütülmüştür. Hıristiyanlıktan sonra ise, rahiplere gönüllü olarak yardım eden kadınlar, genellikle 45'ini aşmış dullar tarafından yürütülmüştür. Islamiyeti benimsemiş toplumlarda hemşirelik hizmetleri, dini inanışlar nedeniyle büyük ölçüde erkekler tarafından yürütülmüştür. Hemşirelik hizmetinin verilmesinde çok uzun bir süre hiçbir formel eğitim alınmadan, yalnızca hekimlerin direktiflerine uyulmuştur. Hemşirelik bakımı konusunda ilk eğitim 1633'de Paris'te verilmiştir. Rahibelere kurs verilmesi şeklindeki bu eğitime benzer girişimler 1809 yıllarında ABD'de de gerçekleştirilmiştir, ilk hemşirelik okulu ise 1836'da Almanya'da Theodor Fliender tarafından kurulmuştur. Florance Nightingale bu okuldan yetişmiştir. Sonraki yıllarda Avrupa ve ABD'de birçok hemşirelik okulu açılmıştır. Fakat hemşireliğin rahiplikte ve rahibelikte bir statü durumundan çıkarılarak, meslek haline gelmesi Florance Niglhingale'nin katkıları ile gerçekleşmiştir. Bu nedenle, Florance Nightingale modern hemşireliğin kurucusu olarak kabul edilmektedir.
Hemşirelik eğitimi ve uygulamaları uzun yıllar yalnızca hastanın fiziksel bakımına yönelik olarak sürdürülmüş, hastadan ziyade hastalığa önem verilmiştir. Ülkemizde hâlâ yaygın olan bu anlayış, Batı hastahanelerinde yerini hastalığa değil, bir insan olarak hastanın kendisini esas alan yaklaşıma bırakmıştır. Hastayı fiziksel, ruhsal ve kültürel bir bütün olarak ele alan bu anlayış, hemşirelik eğitimi ve uygulamasında disiplinlerarası yaklaşımı zorunlu kılmıştır. Bu nedenle hemşirelik eğitiminde hastanın fiziksel bakımıyla İlgili bilgilerin yanı sıra anatomi, fizyoloji, psikoloji, sosyoloji... gibi alanlarda da temel bilgiler verilmeye başlanmıştır. Öte yandan, tıbdaki klinikleşmeye paralel olarak hemşirelikte de pediatri hemşireliği, psikiyatri hemşireliği gibi klinikleşme ortaya çıkmıştır. Bu gelişmelerin sonucu olarak hemşirelik hizmetlerinin etkililiği artmış, hemşirelerin tedavi ekibi içindeki rolleri giderek güçlenmiştir.
Hastahanedeki tedavi hizmetlerinin yürütülmesiyle iigili önemli bir gelişme de, hemşire ile hekim arasında yer alan ve uzman hemşire, hekim yardımcısı, sağlık asistanı veya mediks olarak adlandırılan hemşirelerin tedavi ekibine dahil olmalarıdır. Mediksler, hastanın anem-nezni alabilen, fizik muayenesini yapabilen, gerekli laboratuvar testlerini yaptıran, elde edilen bulguları belirli bir düzen içinde hekimin tetkikine sunan, daha önceden belirlenip tanımlanmış vakaların tedavisini ve koruyucu bakımını yapabilen, hekimin direktiflerine göre terapötik tedbirleri uygulayabilen, özellikle kronik vakalarda hastadaki gelişmeleri gözleyen ve verilerin hizmetin kayıtlarını eksiksiz olarak tutan sağlık personelidir. Coğrafi dağılım itibariyle hekim ye-tersizliğini gidermek ve hekimlerin etkinliklerini artırmak amacıyla, hekim yardımcısı olarak yetiştirilen bu sağlık personeli, tedavi ekibindeki eleman sayısının giderek artmasının 1960 sonrasındaki yeni bir örneğidir.
Tedavi hizmetleriyle ilgili bu gelişmeler sonucu hastahanelerde bulunan personel ve donanım, varlıklı kişilerin bile kendi olanaklarıyla temin edemeyecekleri bir duruma gelmiştir. Böylece hastahaneler, toplumun her kesiminden hastaların zorunlu olarak başvurdukları kurumlar olmuştur. Tedavi hizmetlerinin merkezi şekilde yürütülmesi, hekimlerin hastalarına gidip gelme sırasında ulaşımda harcadıkları zaman kaybının önlenmesi, hekimlerin tıbbın mevcut teknolojik araçlarından daha geniş ölçüde yararlanabilmeleri ve diğer hekimlerle daha sıkı işbirliğine gidebilmeleri, tedaviye ilişkin tedbirlerin standartlara uygun ve sistematik biçimde yürütülüp, denetlenebilmeleri, hastahanelerin tedavi merkezleri haline gelmesinde rolü olan öteki etmenlerdir.
b) Eğitim
Hastahaneler aynı zamanda birer eğitim kurumudur. Hastahanelerde verilen ya da hastahanelerden beklenen eğitim hizmetleri, hastaların ve yakınlarının eğitimi, öğrencilerin eğitimi, hastahane personelinin hizmet-içl eğitimi ile sağlık konularında kamuoyunun eğitimi olarak sıralanabilir.
Hastahanelerin kuruluşunda esas amaç, hasta ve yaralıların tedavisidir. Bu esas amaca ulaşılabilmesi için tedavi hizmetlerinin hasta ve yakınlarının eğitimi ile bütünleştirilmesi gerekmektedir. Çünkü hastahaneye yatan hastaların önemli bir kısmı kronik hastalıklardan şikayetçidir. Başka bir deyişle, hasta taburcu olurken tamamıyla iyileşmemiştir. Tedavisi bir ömür boyu sürecek, en azından sağlığı ile ilgili birtakım hususlara dikkat etmesi gerekecektir. Bu yüzden, hastanın klinik sonrası dönemde tedavisi ve kontrollerinin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı önem taşımaktadır. Ayrıca, klinik dönemde de eğitim gören hastaların daha kısa sürede iyileşip hastahaneden taburcu oldukları gözlenmiştir. Bu nedenlerle, hastaya ve yakınlanna hastalığın mahiyeti, özellikleri ve tedavisi ile ilgili bilgiler verilmekte, bu konuda eğitilmektedirler. Bu eğitim, yalnızca hastanın tedavisi açısından değil, aynı zamanda hastahane masraflarının azaltılması ve toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesi açısından da önem taşımaktadır.
Hastahanede verilen ikinci tür eğitim, öğrencilerin eğitimidir. Bu öğrenciler, tıp ve hemşirelik öğrencileri ile yardımcı tıp personeli sınıfına giren öğrencilerden oluşmaktadır. Laboratuvar asistanlığı, eczacı kalfalığı, hemşire yardımcılığı gibi eğitim süresi bir yıl ya da daha kısa olan dallarda eğitimin tamamı; hekimlik, hemşirelik, diyetisyenlik gibi lisans eğitimi gerektiren alanlarda da öğrencilerin klinik eğitimleri hastahanelerde yapılmaktadır. Bugün birer meslek haline gelen hastahane idareciliği ile biomedikal mühendisliğinde de eğitimin uygulamaya dönük kısmı hastahanelerde yapılmaktadır. Daha önce bahsedilmiş olan "tibda hastahane döneminin" başlangıcı, hastahanelerdeki mesleki eğitimin de başlangıcı sayılabilir. Bu tarihlerden itibaren kurulan tıp fakülteleri ve hemşirelik okulları, öğrencilerine klinik eğitim verebilmek amacıyla ya bir hastahaneyle birlikte, ya da bir hastahaneye bağlı olarak kurulmuştur. Böylece hekim ve hemşire olacak öğrencilerin okuldaki kuramsal eğitimlerinin yanı sıra, hastahanede klinik gözlem ve uygulama yapabilme ve tecrübe kazanabilme olanağı sağlanmıştır. Anamnez alma, fizik muayene, labo-ratuvar incelemeleri, hastayla ilişki kurabilme, toplanan verileri yorumlama, problemin teşhisi ve çözümü, tıbbi müdahalede bulunma ve tıbbi araçları kullanma olarak ifade edilen klinik ve teknik beceriler hastahanede kazanılmaktadır.
Personelin hizmet-içi eğitimi hastahanede verilen bir başka eğitim türüdür. Ttbdaki ve tıbbi teknolojideki hızlı gelişmeler ile hekim ve hemşire açığı, hastahanelerdeki hizmet-içi eğitim faaliyetlerine önem kazandırmıştır. Hastahaneye alınan yeni personelin işe alışmasını sağlamak, mevcut personelin bilgilerini tazelemek, yeni bilgiler edinmelerini sağlamak ve becerilerini geliştirmek için yapılan hizmet-içi eğitim, hekimlikte sürekli tıp eğitimi olarak adlandırılmaktadır. ABD gibi gelişmiş ülkelerde, hekimlerin sürekli tıp eğitimlerine yardımcı olunmak üzere "tıp eğitimi komiteleri" oluşturulmuştur. Yine bu amaçla hastahane kütüphanelerinin kitap, dergi, vedio-teyp band-ları ve slaydlar bakımından zenginleştirilmesine, periyodik olarak seminerler ve konferanslar düzenlenmesine özen gösterilmektedir. Sürekli tıp eğitimi, ulusal düzeyde tıp eğitimi politikasının bir konusu olmakla birlikte, hekimlere gerekli kolaylıkların ve olanakların sağlanması açısından, hastahane içinde yapılabilecek birtakım faaliyetlerde bulunmaktadır.
Hizmet-içi eğitimin önem taşıdığı diğer bir sağlık personeli de hemşirelerdir. Hastahane personelinin önemli bir kısmını, yaklaşık üçte birini hemşireler oluşturmaktadır. Hem eski bilgilerini ta-zeleyebilmeleri, hem de hasta bakımında ve tedavi usullerinde ortaya çıkan yenilikleri öğrenebilmeleri için, hemşirelerin iyi programlanmış bir hizmet-içi eğitimden geçirilmeleri zorunludur. Hemşire personeli içinde hemşire yardımcıları ve hastabakıcılar için "hizmet-içi eğitim", görebilecekleri yegane eğitim olduğundan ayrıca önem taşımaktadır. Bu nedenlerden hareketle, hemşireler belirli aralıklarla kurslar, seminerler ve konferanslar seklinde düzenlenen hizmet-içi eğitim programına alınmaktadırlar.
Hizmet-içi eğitimde giderek önem kazanan diğer bir konu, hastahane eczacılarının eğitimidir. Eczacılarn hastahanede yalnızca hap sayan ve gelen-giden ilaçların kayıtlarını tutan kişiler durumundan çıkartılarak, hastanın ilaç anemnezini alan, ilaç profilini çıkaran, hekim ve hemşirelere ilaçların dozları, bileşimleri, yan etkileri, reaksiyon meydana getirme durumları hakkında bilgi veren kişiler haline getirilmesi için hizmet-içi eğitim verilmektedir. Bu eğitimde, eczacıların tedavi ekibinde fonksiyonel hale getirilerek, büyük miktarlara ulaşan ilaç sarfiyatının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.
Yukarıda sözü edilen bu üç tür eğitim dışıda hastahanelerden beklenen diğer bir eğitim hizmeti de, toplumun sağlığı ile ilgili konularda kamuoyunun eğitimidir. Bu tür bir eğitimden amaçlanan ve topluma verilmek istenen hususlar şunlardır: Hastahanede verilen hizmetler konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi, insanların periyodik sağlık kontrolü yaptırmaları ve bu kontrollar-da hastahaneyi kullanmaları konusunda teşvik edilmeleri, hastahaneden korkan insanlara bu korkularını yenmelerine yardımcı olunması, devlete ait hastahanelerde politik etkilerin ve müdahalelerin azaltılması, hastahane standartlarının neler olduğu, bu standartların neden ve nasıl geliştirildiğinin kamuoyuna açıklanması. Bu amaçlarla yürütülecek eğitim faaliyetlerinin başarıya ulaşabilmesi için, diğer hastahanelerle, çeşitli kamu kuruluşlarıyla, mesleki örgütlerde gönüllülerle ve hastahaneden şifa bularak taburcu olmuş hastalarla işbirliği yapılması, onların desteğinin sağlanması gerekmektedir.
c) Araştırma ve Geliştirme Faaliyetleri
Hastahanelerdeki araştırma ve geliştirme faaliyetleri biri tıbbi, diğeri idari olmak üzere iki türlüdür: Tıbbi araştırma faaliyetleri de klinik araştırma ve geçmişe dönük (retrospective) araştırma olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Klinik araştırma, hasta ya da deney hayvanları üzerinde yapılan araştırmadır. Geçmişe dönük araştırma ise, hasta dosyalarına dayanılarak yapılan araştırmadır.
İdari araştırma, hastahanedeki işletmecilik sorunlarının saptanıp, çözümüne yönelik araştırmadır. Batı'da, özellikle ABD'de hastahane endüstrisi büyük endüstriler arasında yer aldığından, hastahanelerde idari araştırmalara çok önem verilmektedir/ Hastahanenin verimliliğini ve etkinliğini artırmaya yönelik bu araştırmalar, ya hastahane içinden bir ekibe, ya da hastahane dışından bir uzmanlar grubuna yaptırılmaktadır.
ç) Toplumun Sağlık Seviyesinin Yükseltilmesine Katkıda Bulunma
Hastahaneler yukarıda sözü edilen işlevleri yürütürlerken dolaylı olarak toplumun sağlık seviyesini de yükseltmektedirler. Tedavi edici tıp alanına giren bu faaliyetlerden başka, artık günümüzde hastahanelerin koruyucu tıp alanında da hizmet vermeleri beklenmektedir. Kanser gibi, alkolizm veya trafik kazaları gibi, toplum sağlığını tehdit eden hastalıklar veya tehlikelerle mücadelede hastahanelerin kendi başlarına yapabilecekleri oldukça kısıtlıdır. Fakat diğer hastahanelerle ve kamu kuruluşlarıyla birlikte yürütülecek eğitim programları, aşı kampanyaları, röntgen taramaları bu amaçla gerçekleştirilebilecek faaliyetler arasındadır. Hastahanelere başvuran hastalarda diğer bazı tetkiklerin yapılarak muhtemel hastalıkların teşhisi için alınacak tedbirler de koruyucu tıp hizmetleri arasında mütalaa edilmektedir.
3.1.4. ORGANİZASYON AÇISINDAN HASTAHANELERİN ÖZELLİKLERİ
Hastahane yönetimi açısından önem taşıyan bir başka husus, hastahanelerin organizasyon açısından ayırıcı özelliklerinin bilinmesidir. Çünkü bu ayırıcı özellikler hastahane yönetimini diğer kurum (işletme) yönetimlerinden farklılaştıran, başka bir deyişle hastahane yönetimini farklı kılan özellikleri ifade eder. Organizasyonla ilgili bir sistem haritası çıkarmak, organizasyonun süreçlerinin kolayca anlaşılıp takip edilmesini sağlar. Bu bakımdan aşağıda hastahanelerin organizasyon açısından özellikleri açıklanmaya çalışılmıştır.
a) Hastahaneler Birer Hizmet Organizasyonudur
Organizasyonları farklı kıstaslara göre sınıflandırarak yönetimlerini ve yapısal özelliklerini inceleyen bazı çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan biri de BLAU ve SCOTT'un yaptıkları sınıflandırmadır. BLAU ve SCOTT organizasyonları "organizasyonun varoluşundan öncelikle kimin yararlandığı" kıstasına göre sınflandırmışîardır. Bu kıstasa göre organizasyonları, i)yal-nızca üyelerinin çıkarlarını koruyan, üyeleri için faaliyette bulunan ortak yarar sağlayan kuruluşlar (sendikalar, kulüpler, siyasi partiler, dini kuruluşlar gibi), ii)öncelikle mal sahiplerine yarar sağlayan kuruluşlar, işletmeler (sanayi işletmeleri, mağazalar, bankalar, sigorta şirketleri
gib), iii)öncelikle müşterilerine yarar sağlayan hizmet organizasyonları ve iv) kamu yararına faaliyet gösteren kuruluşlar (Maliye Bakanlığı, polis, itfaiye Örgütleri gibi) olarak dört kategoride toplanmışlardır. Hastahaneler ise öncelikle müşterilerine yarar sağlayan hizmet organizasyonları arasında sayılmıştır. Çünkü hastahanelerin varoluşundan yararlananların başında hastahanenin müşterileri yani hastalar gelmektedir. Diğer bir deyişle, hastahaneler hastaların tedavi görmeleri amacına dayalı olarak mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Çünkü gerek hastahanelerde, gerekse diğer organizasyonlarda, organizasyonun hayatını sürdürebilmesi, birinci derecede çıkarlarına hizmet ettiği kimselere yararlı olmaya devam etmesine bağlıdır. Dolayısıyla hastalara tedavi hizmeti veremeyen bir hastahanenin, üyelerinin menfâatini koruyamayan bir sendikanın, sahibine kâr sağlayamayan bir işletmenin, toplum yararına faaliyet gösteremeyen bir pdlis örgütünün mevcudiyetinin de anlamı olmamaktadır. Ancak, toplumun sağlık seviyesinin yükseltilmesine katkıda bulunma (Koruyucu Sağlık Hekimliği) fonksiyonu düşünüldüğünde hastahanelerin kamu yararına faaliyet gösteren kuruluşlar arasında yer aldığı ileri sürülebilir. Fakat hastahanelerin esas kuruluş nedeni hastalara tedavi hizmeti vermek olduğu için, hizmet organizasyonları arasında sayılmıştır.
Hizmet kuruluşlarının, dolayısıyla hastahanelerin en önemli özelliği hastalara verilen tedavi hizmetinin türünü, niceliğini ve kalitesini belirleme ve değerleme durumunda olamamalarıdır. Bu husus, hastahaneleri diğer pek çok organizasyondan ayıran önemli bir özelliktir. Hasta kendisi için gerekli olanı bilemediği için istismara açıktır. O'nun menfaatinin korunması hastahanenin görevidir. Bu görevin lâyıkıyla yerine getirilebilmesi, hastahane görevlilerinin hastanın sağlığını ön planda tutmalarıyla mümkündür. Hastanın kendisine uygulanan tedaviyi kontrol etme olanağı olmadığından, tedavi hizmetlerinin gözetimi ve denetimi, tıbbi hizmetlerin organizasyonunda önem kazanan hususlar olmaktadır. Özellikle hasta üzerinde yapılan klinik araştırmalar, hasta açısından risk unsuru taşıdığından, bu gözetim ve denetim konusu daha da önemli hale gelmektedir.
b) Hastahaneler Karmaşık Yapıda, Açık Dinamik Sistemlerdir
Hastahaneler karmaşık yapıda organizasyonlardır. Hatta benzer büyüklükteki diğer organizasyonlara göre en karmaşık olanıdır. Hastahanenin karmaşık yapıda olmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bunlardan biri, hastahane dışında hastahaneyi etkileyen etmenlerin yani hastahane çevresinin çok karmaşık oluşudur. Bu husus özellikle ABD ve Avrupa ülkelerinde geçerlidir. Çünkü bu ülkelerde mesleki örgütlerin, kamu kuruluşlarının ve sigorta şirketlerinin hastahaneler üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Ayrıca, yine bu ülkelerdeki hastahanelerde gönüllülerin ve rahibelerin faaliyetleri önemli yer tutmaktadır. Hastahane çevresinin karmaşık oluşunun diğer bir nedeni de çok sayıda, farklı hastalıklardan şikayetçi olan hastaların hastahaneye gelişlerindeki düzensizliktir. Bu yüzden, herhangi bir an için hastahaneye olan talep doğru olarak tahmin edilememektedir. Hastahaneye gelen hastanın tedavi talebinin acillik özelliği göstermesi ve reddedilemez nitelikte oluşu, gerek donanım, gerekse personel açısından hastahanenin her zaman kullanıma hazır tutulmasını gerektirmektedir. Bunun bir sonucu olarak, hastahanede tam kapasite çalışmayan ve zarar eden servisler veya birimler kapanamamaktadır. Bu ise, hastahanede fazla sayıda personel istihdamına yol açmaktadır.
Hastahanedeki aşın işbölümü ve uzmanlaşma, yapısal karmaşıklığa yol açan nedenlerden bir başkasıdır. Özellikle 20. yüzyılda tıbda ve teknolojide görülen büyük ilerlemeler yeni mesleklerin ortaya çıkmasına ve tıpda ihtisaslaşmaya yol açmıştır. Bu gelişmelerin hastahaneye yansıması hastahanede hem personel, hem de hizmet birimleri sayısının hızla artmasına neden olmuştur. Sözgelişi, ABD'de 1908'de bir hastahanede bir kalp hastasının tedavisinde beş kişi görev almışken, 1938'de yine aynı hastahanede bir kalp hastasının tedavisinde 32 kişi görev almıştır. Personel sayısındaki bu artış 1938 onrasında da hızla devam etmiştir. ABD'de Department of-Labor tarafından 1971'de 27 hastahanede yapılan araştırmada 800 değişik iş unvanı saptanmıştır. Verilen iki örnek hastahanede personel sayısındaki hızlı artışı ve aşırı işbölümünü açıklıkla ortaya koymaktadır. Bu derece ayrı uzmanlıklara bölünmüş olan personel, birbirlerine göre çok farklı seviyelerde ve farklı alanlarda eğitim görmüştür. Yine bu personel kendi içinde çok farklı ihtiyaçlara, değerlere, eğilimlere ve tutumlara sahiptir. Bu nedenle, gerek personel arasında, gerekse görevlilerle hastalar arasında sürtüşmelerin, yanlış anlamaların ve gerginliklerin ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Ayrıca, bu kadar farklı yapıda ve özellikteki personelin faaliyetleri arasında koordinasyonun sağlanması da bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, hastahane organizasyonunda koordinasyon ve haberleşme araçları, organizasyonun başarısı açısından önem taşıyan unsurlar olmaktadır.
Hastahane içindeki birimler arasında ve hastahaneyle hastahane dışındaki kurum ve kuruluşlar arasındaki ilişkilerin sürdürülmesi ve koordinasyonun sağlanması konusunun hastahanelerde önem kazanması, hastahane içindeki güç'ün hekimlerden, tıp kökenli olmayan ve hastahane idareciliği alanında formel eğitim görmüş idarecilere kaymasında etkili olmuştur. ABD gibi bazı ülkelerde söz konusu olan bu gelişme, hekimlerin tamamıyla güçsüzleştikleri anlamına da gelmemektedir. Pek çok yerde, formel yetkileri olmasa da hekimler güçlerini muhafaza etmektedirler. Bu sebepten, hastahaneler güç ve statünün aynı kişilerde toplanmadığı biricik organizasyon türü haline gelmiştir.
Hastahanedeki karmaşıklığın diğer bir nedeni de, kullanılan teknolojinin karmaşık oluşudur. Tıbbi teknolojinin hızla gelişmesi sonucu, teşhis ve tedavide kullanılan cihazlar, hem sayı olarak artmış, hem de yalnızca uzmanlarının kullanabileceği bir özellik kazanmıştır. Dolayısıyla hastahanedeki aşırı uzmanlaşmanın diğer bir nedenini, bu teknolojik gelişmeler oluşturmaktadır. Teknolojik karmaşıklık konusunda fikir verebilmek için, 1969 yılına kadar hastahanelerde kullanılmak üzere 100.000 değişik cihaz üretilmiş olduğunu belirtmemiz sanırız yeterli olacaktır.
Hastahanelerin bir sistem olarak nitelendirilmesinde çeşitli kavramlar kullanılmaktadır. Sözgelişi hastahaneler, sosyal sistemler, sosyo-teknik sistemler, çevreye uyum gösterebilen (adaptive) sistemler, açık-dinamik sistemler olarak nitelendirilmektedir. Sosyal sistem kavramında, organizasyonun çevreyle olan ilişkilerine ve organizasyon içindeki biçimsel ve biçimsel olmayan ilişkilere ağırlık verilmektedir. Sosyo-teknik sistemler kavramında ise, organizasyon içindeki sosyal (beşeri) sistem ile teknolojinin birbirini karşılıklı olarak etkilediği hususu üzerinde durulmaktadır. Çevreye uyum gösterebilme, gerçekte tüm sosyal sistemlerin bir özelliğidir.Çünkü, çevresine uyum gösteremeyen, çevresinin taleplerine ve çevresindeki değişmelere cevap veremeyen, çevresinin taleplerine ve çevresindeki değişimlere cevap veremeyen her türlü sosyal sistem giderek yok olmak durumundadır. Yok olmamak için de, sistemin çevresine açık olması gerekmektedir. Hastahaneler ve benzeri tüm sosyal sistemler, girdilerini çevreden aldıkları ve çıktılarının önemli bir kısmını çevreye verdikleri için, bu açıklık kısmen zaten vardır. Buna ilaveten, çevredeki değişikliklerin izlenebilmesi ve ihraç edilen çıktıların çevreyi tatmin edip etmediğinin kontrolü için geribildirim mekanizmasının oluşturulması ile organizasyonun çevresiyle ilgili diğer bağlantıları da kurulmuş olmaktadır. Böylece açık-dinamik sistem, çevreden aldığı girdileri, dönüştürme süreçlerinden geçirerek elde edilen çıktıları yine çevreye veren, geribildirim mekanizmasına sahip sistem olarak tanıtılmaktadır. Açık sistem olarak hastahanelere ilişkin bilgiler "hastahanelerin tanımı" kısmında verilmişti. Burada eklenmesi gereken husus, geribildirim mekanizmasının hastahaneler için önemli olduğudur. Çünkü, hastahanenin etkinliğini tam olarak belirleyebilmek için bu mekanizmadan yararlanılmaktadır.