Çocuklara Masallar

Ata Kızı

Angel Of Revenge
Çalışkan Eşek Masalı




Kutsal Mermor dağının zirvesinde bulunan altı köşeli bilgelik taşını bulmak için yola çıkan aylak şair günlerden bir gün yolda yürürken bir çalışkan eşekle karşılaşmış.

Eşek epey uzunca bir kütüğün ucuna bağlanmış. Kütük de kütükmüş ha! Uzun ve sağlam ağaçtan yapılmış. Kütüğün diğer ucunda kocaman yuvarlak bir taş varmış. Eşek hiç bitmeyecek gibi görünen büyük bir dairenin etrafında yürürken büyük yuvarlak taş da yeni biçilmiş buğday tanelerinin üstünde yorgun argın hareket ediyordu.

“İlkel bir değirmen” dedi aylak şair kendi kendine. Ama eşeğin duyamayacağı kadar yavaş bir sesle söyledi bunu.

“Merhaba eşek” dedi aylak şair.

Eşek durdu ve şüpheli gözlerle aylak şaire baktı. Neden sonra;

“Merhaba! Ama beni meşgul etmeyi aklından bile geçirme yapılacak çok işim ve gidilecek çok yolum var.” dedi.

“Bunu görüyorum. Ter içinde kalmışsın”

“Sen ne iş yaparsın?” diye sordu çalışkan eşek homurdanarak.

“Şairim. Ben kutsal Mermor dağının tepesinde bulunan altı köşeli bilgelik taşını bulmak için yola çıktım” dedi şair.

“Bütün şairler aylaktır” dedi eşek.

“Ah! Evet sanırım öyleyiz”

Bu keşfinden memnun olan çalışkan eşek sevinçle anırdı. Açıkçası bu ses çok kaba ve kulak tırmalayıcıydı.

“Kutsal Mermor dağı yok doğal olarak altı köşeli bilgelik taşı da yok” dedi tekrar anırarak.

“Peki ne var?” dedi şair.

“Böyle hayaller yerine daha gerçekçi şeylerin peşinde koşmalısın”

“Ne gibi?” diye sordu şair.

“Benim gibi gerçekçi amaçların olmalı. Ben de bir yere gidiyorum.”

“Ah! Buna sevindim” dedi aylak şair. “Peki siz nereye gidiyorsunuz?”

“İçinde bitiremeyeceğim kadar bol saman olan eşek cennetine. Yolum çok uzun. On yıl boyunca yürürsem amacıma erişeceğim”

“Anlıyorum” dedi şair anlayışlı bir sesle.

“Anladığına sevindim. Şimdi beni meşgul etme ve yoluma devam edeyim” dedi eşek.

“Tabi tabi! Sizi meşgul ettiğim için özür dilerim. Kolay gelsin.” dedi aylak şair.

Şair kan ter içinde çok büyük bir dairenin etrafında dönüp durmakta olan eşeğe baktı.

Aklından bir ara eşeğe aslında çok büyük bir dairenin etrafında hareket ettiğini ve düz bir yolda olmadığını söylemek geldi. Eşeğin kafasının iki yanındaki at gözlükleri bunu görmesine engel oluyordu. Aylak şair bunu görüyordu ama eşek bunu göremiyordu.

“Yok yok” dedi kendi kendine. Feylesofun dediği gibi “her gerçek her kulağa göre değildir”. Hele böyle büyük bir kulağa göre hiç değil.”

Elleri cebinde yavaşça yürüyen aylak şair neşeli bir ırmak görünce ayaklarını suya daldırdı ve keyifle gökyüzüne baktı.

Altı köşeli bilgelik taşı bekleyebilirdi. Acele etmeye hiç gerek yoktu ve gülümsedi.

Kan ter içinde görmediği büyük ve ağır taşı çeviren eşek “ah! Bu aylak şairler. Ne bir işe yararlar ne de bir yere varırlar” diyordu.
 

Ata Kızı

Angel Of Revenge
Adını Arayan Böcek





Bundan yıllar yıllar önce tüm canlı ve cansız varlıklara bir ad veriliyormuş. Tüm böceklere bir ad bulunmuş ama böceklerden birine bir türlü bir ad bulunamamış. Bizim zavallı böcekte adsız dolaşmaktan mutsuz dere kenarında bir sazlığını üstünde öyle mutsuz mutsuz duruyormuş.

Birden gölün üstünde parlayan bir ışık görmüş öyle parlak öyle güzelmiş ki ona hayran hayran baka kalmış ve “Sen kimsin?” demiş.

“Ben Güneş’im dünyanıza ısı ve ışık veririm. Ben olmazsam hiçbir canlı yaşamaz dünyanızda” demiş.

“Öyle mi? Ne güzel o zaman tüm canlılar seni çok seviyordur .” demiş böcek.

“Evet tüm canlılar çok severler beni. Peki sen neden mutsuz görünüyorsun böyle?” demiş Güneş.

“Mutsuzum çünkü bir böcek olarak bir adım bile yok. Arkadaşlarımın hepsinin bir adı var ama bana bir ad bulunamadı henüz.” demiş dudağını sarkıtarak adsız böcek.

Güneş “Hımm!..”demiş düşünerek. “Demek kendine bir ad arıyorsun öyleyse sana bir ad bulabiliriz.” der demez adsız böcek lafa atılmış sevinç içinde Güneşin sözünü bitirmesini beklemeyerek.

“Gerçekten mi? Demek benim de bir ismim olacak... Lay lay lay la” diye bir melodi tutturmuş ki.

“Dur biraz acele etme sadece sana bir öneride bulunacağım eğer bunu yapabilirsen o zaman sana ad bulacağız adını taşıyabilmelisin.” demiş Güneş.

“Peki o zaman söyle önerin ne ise ben her şeyi yaparım yeter ki bu dünyada beni adsız dolaşmaktan kurtar.”demiş adsız böcek.

“Söyle bakalım bu dünyada bildiğin bilmediğin tüm canlı cansız varlıkları bu ne çirkin bu ne iğrenç bu ne lüzumsuz demeden sevebilir misin?” demiş Güneş.

Bizim böcek böyle bir soruyla karşılaşacağını hiç ama hiç düşünmemiş o yüzden de şaşırmış ne diyeceğini bilememiş.

“Şey! Şey! Fakat bunların içinde bana çirkin gelenler beni üzenler var onları da mı seveceğim?” demiş böcek.

“Eveet!.. Onları da seveceksin tüm canlı ve cansız varlıkları sevebilirsen tıpkı yıldızlar gibi aydınlatacaksın etrafını. Yıldızlar nasıl oluştu bilirmisin? Bundan çok çok önceleri dünya yeni yaratılırken o yıldızlar benden parçalanarak uzayda bir inci tanesi gibi dağıldılar etrafa. Sen gerçekten sevmeyi başarabilirsen karanlıkta parlamaya başlayacaksın. Tıpkı gökyüzündeki yıldızlar gibi ve seni görenler hayran hayran bakacak sana. Tıpkı senin beni gölde gördüğün gibi işte o zaman senin ismini buluverecekler bir çırpıda.”demiş Güneş.

“Tamam bunu yapabilirim!..Yaparım!.. Bundan sonra tüm canlı ve cansız varlıkları seveceğim ve sevginin aydınlığıyla aydınlanacağım.”demiş böcek.

Adsız böcek bir gün mutlaka kendisininde bir adının olacağı ümidinin sevinciyle oradan ayrılmış. Giderken yolda böcek arkadaşları ağustos böceği tırtıl ve çekirgeye rastlamış. Bizim adsız böceği görünce üçü birden başlamışlar onunla alay etmeye.
“Adsız adsız... Daha bir adın bile yok adsız.”demişler.
Bizim adsız böcek bu sözlere hem çok üzülmüş hemde çok kızmış. Onlara tam kızacakken Güneşin sözleri aklına gelmiş ve kötü bir söz söylemeden oradan uzaklamış.

Ne olursa olsun adının olması için Güneşin dediklerini yapacaktı. Bunu yapmak çok da kolay olmasada yapacaktı sonsuza kadar adsız dolaşamazdı ya...

Bütün bunları düşünürken karşısına yaşlı bir bayan karınca çıkmış. Yaşlı karınca bir buğday tanesini yuvasına götürmek için oldukça zorlanıyormuş. “İşte!”demiş sevgimi göstermek için bundan daha iyi bir fırsat olurmu?

“Bayan karınca oldukça yorgun görünüyorsunuz izin verirseniz bu buğday tanesini yuvanıza taşımanızda size yardım edebilirliyim?”diye sormuş adsız böcek.

Bayan karınca bu güzel teklifi reddemiyecek kadar yorgunmuş. Oysa herkes bilir ki karıncılar oldukça çalışkanlardır. “O kadar çok sevinirim ki bu buğday tanesi benim gibi yaşlı bir karıncanın taşıması oldukça zor oluyor.”demiş. Bizim adsız böcek bir karıncaya göre daha iri olduğu için hiç de zorlanmamış. Buğday tanesini bayan karıncanın yuvasına bir çırpıda taşımış.

Bayan karınca “Senin adın ne?”diye sormuş. Adsız böcek ise başını öne eğip “Henüz bir adım yok bayan karınca. Bende bende... Adımı arıyorum.”demiş. Sesi titreyerek.

Bayan karınca “Sen iyi bir böceksin iyilik yapmayı seviyorsun bana yardım ettiğin için teşekkürederim. Senin bu davranışına yakışan bir adı bulacağından eminim.”demiş. Adsız böcek “Bana vermiş olduğunuz cesaretten dolayı teşekkürederim size iyi günler diliyorum.”demiş ve yoluna demam etmiş.

Birden bire bir yağmur başlamasın mı? Yağmur o kadar şiddetli yağıyormuş ki adsız böcek yağmurdan korunmak için sığınacak bir yer aramış. Yakınlarda geniş yapraklı bitkiler varmış hemen onların arasına biryere sığınmış.

Yağmurun dinmesini beklerken o gün yaşadıklarını geçirmiş aklından. İyi ve doğru davranışlarda bulunarak yaşamak zor gibi görünsede aslında daha kolay olduğunu anlamış. Arkadaşları onunla dalga geçtiğinde onlarla kavga etseydi onlardan farkı kalmayacaktı. Böcek arkadaşları kötü bir davranışda bulunmuştu. Onlarla kavga etmedi sadece sustu. Susmayı tercih etmekle böcek arkadaşlarına söylediklerinin kötü olduğunu düşündürmeye fırsatı vermişti. Sevginin en güzel deneyimini bayan karıncaya yardım etmekle yaşadı. İçinde bunları yaşamaktan dolayı huzur ve tarifsiz sevinç vardı. Adsız böcek bunları düşürken birde baktı ki çoktan yağmur dinmiş.

Tabiat mis gibi toprak kokuyormuş. Yerler ıslak olduğu için yüremekte zorlanıyormuş. Birden bire topraktan çıkmaya çalışan garip bir böceğe rastlamış. Adsız böcek topraktan çıkan bu böceğin neye benzediğini kim olduğunu merak etmiş ve yoluna devam etmekten vazgeçmiş. Topraktan çıkan böceğe adsız böcek sormuş. “Sen kimsin?” demiş.

“Ben solucanım. Senin gibi bir türü ilk defa görüyorum sen kimsin? ”demiş solucan.
“Ben ben... Ben henüz bir adım yok ben adımı arıyorum.”demiş bizim adsız böcek kendine güvensiz sesi titreyerek. Sonra kendisini toparlamış ve “Sen ne tuhaf bir böceksin ne ağzın ne gözün ne burnun var seni niye yaratmışlar ki ne işe yararsın? Üstelik çirkinde görünüyorsun!.” demesin mi!:::” der demez dediğine pişman olmuş elbet. Ama laf ağzından çıkmış bir kere. Solucan görgülü ve bilgili biriymiş. Onun bilgisizce bir laf söylediğini anladığı için cehaletine vermiş ne alınmış nede kırılmış.

“Anlatayımda dinle ozaman; biz solucanlar toprakta çürüyen maddelerle besleniriz dışkımızlada toprağı gübrelendiririz. Toprakta 1–2 metre derinliğe iner açtığımız galerilerde yaşarız. Böylece toprağı havalandırırken yağmur sularının toprağa süzülmesini sağlarız. Yani toprakta bitkelerin yetişmesinde çok önemli rol oynarız. Ayrıca tabiat anaya zarar veren kimyevi maddelere karşıda vücudumuz hassastır.” Şimdi anladın mı adsız böcek benim niye yaratıldığımı?” demiş solucan tebessüm ederek.

Adsız böcek düşünmeden aklından ilk geçeni söylemiş olmanın mahçubiyetiyle; “Sizden özürdilerim ben bunları bilmiyordum siz yaratılışınızla ilgili gerçekleri anlatınca tabiatta çok önemli işler yaptığınızı anladım. Şimdi gözüme hiç çirkin görünmüyorsunuz. Anladım ki bilmek saygılı olmayı ve sevmeyi yanıda getiriyormuş. Beni affedin.”demiş.

“Tabi seni affederim ama bana önce bir söz vereceksin. Birşeyler hakkında karar vermeden önce birkez düşüneceksin gekirse soracaksın. Yeterli bir bilgiye sahip olmadan söz söylemeyecek kötü davranışta da bulunmayacaksın sözmü?”demiş solucan.

“Hoşgürünüz için teşekkürederim anladım ki hoşgürülü olmak için de bilgili olmak gerekirmiş. Yaratılmış her varlık bize nasıl görünürse görünsün tabiatta çok önemli yerleri varmış. Bu da tüm canlıların yararına olacak şekilde tasarlanmış. Bundan sonra asla böyle bir hata yapmayacağım. Size sözveriyorum:” demiş adsız böcek.

“Eminim bu hatandan öğrendiğinden sonra kendi adını bulacaksın. Sana bol şans diliyorum:”demiş solucan.

“Bana vermiş olduğunuz cesaretten ve bilgilerden sonra adımı bulacağıma olan inancım çok daha kuvvetlendi. Teşekkürederim size iyi günler diliyorum.”demiş ve oradan ayrılmış bizim adsız böcek.

Günler günleri kovalamış ve bizim adsız böcek tüm varlıklara sevgiyle yaklaşmış sevgi ile yaklaştıkça herkese iyilik yapmış hatta kendisine kötü davrananlara bile. Anlamış ki sevdikçe kötü olunamıyor sevdikçe hoşgörülü olunuyor ve sevdikçe kendinde olan güzellikleri paylaşıyor. O böyle güzel ve iyiye dair ne varsa yaptıkça içinde ki sevginin aydınlığı tüm bedenini kaplamış. Ve akşamları onu görenler bizim adsız böceğe ne isim vermişler dersiniz sevgili çocuklar?

Ben fazla merak ettirmeden hepinize söyleyeyim tabi ki “KANDİL BÖCEĞİ”
İşte çocuklar bu böceklerin ortalığa bir ampul gibi kendiliğinden yaydığı bu ışık enerjisinden dolayı Kandil Böceği ismini vermişler. Bu tükenmek bilmeyen ışık enerjisinin tek kaynağı ise sadece ve sadece sevgiymiş.

Sizlerin de içinizdeki sevgi enerjisi hiç bitmesin tıpkı dünya var olduğundan beri ışık enerjilerini kaybetmemiş olan “KANDİL BÖCEKLERİ” gibi. Kimileri masal dese de bu yazdıklarıma gerçek mi değil mi deneyip görün derim çocuklar. Sizdeki var olan sevgiyi vererek başlayın yaşamaya ve ışığınızla farkedilin. Farkedilmenin en ucuz en kolay yolu sevginizi vermektir emin olun size sevgisini karşılıksız vermek isteyen pek çok varlık olacak.

Gökten sevgi düştü sevgiye inananların başına...

Gülşen Özaltan
 

Ata Kızı

Angel Of Revenge
Külkedisi Masalı -




Bir zamanlar güzeller güzeli bir kız varmış. Annesi ölünce babası yeniden evlenmiş. Üvey annesi de ilk evliliğinden olan iki kızıyla birlikte gleip eve yerleşmiş.

Bu iki kız, yeni kız kardeşlerinden hiç hoşlanmamış. Odasında ne var ne yoksa tavan arasına fırlatıp atmışlar. Ona bir kardeş gibi davranmak şöyle dursun, bütün ev işlerini üzerine yıkmışlar.


Ev işleri bittikten sonra bile kızın onlarla oturmasına izin verilmiyormuş. Akşamları, mutfakta, sönmekte olan ocağın önünde duruyormuş tek başına, ellerini küllere doğru tutup ısınmaya çalışarak. Bu yüzden üvey kız kardeşleri ona “Külkedisi” adını takmışla.


Bir gün iki kız kardeşe sarayda verilecek bir balo için davetiye gelmiş. İkisi de heyecandan deliye dönmüşler. Herkes Prens’in evlenmek istediğini biliyormuş. ‘Bakarsın ikimizden birini seçer, belli mi olur?’ diye düşünmüşler.


İki kız kardeş de kendilerini mümkün olduğunca güzelleştirmek için hemen kolları sıvamışlar. Fakat maalesef bu biraz zormuş, çünkü Külkedisi’nin aksine bayağı çirkinmiş her ikisi de!


Balo akşamı, üvey kardeşleri gittikten sonra Külkedisi mutfakta oturmuş ve içn için ağlamaya başlamış. “Neyin var, neden ağlıyorsun Külkedisi?” diye sormuş bir kadın sesi.

“Ben de baloya gitmek istiyordum,” demiş hıçkırarak Külkedisi.
“Gideceksin öyleyse,” demiş ses. Külkedisi duyduğu sese doğru dönüp bakmış, şaşkınlıktan donakalmış.
Güzel bir kadın duruyormuş yanıbaşında.
“Ben senin peri annenim,” demiş kadın. “Şimdi kaybedecek zamanımız yok! Bana bir balkabağı getir hemen!”

Külkedisi bir balkabağı getirmiş. Peri annesi sihirli değneğiyle dokununca, balkabağı birdenbire altından bir fayton oluvermiş.

“Şimdi de altı fare…” Külkedisi altı fare bulup getirmiş, peri annesi onları hemen ata dönüştürmüş.
“Bir sıçan…” Onu da arabacı yapmış.
“Ve altı kertenkele…” Onları da faytonun arkasında koşacak altı uşağa çevirivermiş.

Nihayet Külkedisi’ne gelmiş sıra. Peri değneğiyle bir dokununca Külkedisi’nin yırtık, pırtık giysileri nefesleri kesecek harika bir elbiseye dönmüşmüş. Ayaklarında bir çift camdan ayakkabı pırıl pırıl parlıyormuş.


“Bir şey var yalnız,” demiş Peri. “Gece yarısına kadar eve dönmelisin. Saat on ikide elbisen tekrar eski giysilerine, faytonun balkabağına, atların fareye dönüşecek. Prens’in bunu görmesini istemezsin herhalde? Şimdi git, dilediğince eğlen.”


O gece Külkedisi balonun yıldızı olmuş. Baloya katılan hanımlar (özellikle de iki üvey kız kardeşi) onun elbisesini çok beğenmişler ve terzisinin adını öğrenmek için ona yalvarmışlar. Beyefendilerin hepsi onunla dans etmek için birbirleriyle yarışmışlar.


Prens ise götür görmez ona âşık olmuş! Ve o andan sonra hiç kimseye bu kızla dans etmek için izin verilmemiş.


Saatler saatleri, dakikalar dakikaları kovalamış ve Külkedisi saat tam on ikiyi vuracağı sırada evde olması gerektiğini hatırlamış.


“Gitme!” diye seslenmiş Prens arkasından, ama Külkedisi bir an bile durmadan koşup oradan uzaklaşmış. Sokağa çaktığında elbisesi tekrar eski elbiselerine dönüşmüş. Geriye kala kala camdan ayakkabıların bir teki kalmış. Diğer tekini nerede kaybettiğini bilmiyormuş.


O gece Külkedisi uyuyana kadar ağlamış. Hayatının bir daha asla o geceki kadar harika olamayacağını düşünüyormuş.


Ama bu doğru değilmiş. Ayakkabının diğer tekini sarayın merdivenlerinde bulmuşlar. Ertesi sabah Prens ev ev dolaşıp ayakkabıyı tek tek bütün genç kızlara denetmiş. “Bu ayakkabının dün gece karşılaştığım güzel sahibini bulamazsam yaşayamam,” demiş.


Derken Külkedisi’nin evine gelmiş. Üvey kardeşleri ayakkabıyı denemişler. Olmamış. Ayaklarına girmemiş bile.


Prens çok üzgünmüş, çünkü uğramadığı sadece birkaç ev kalmış. Tam oradan ayrılacakken evin hizmetçisi dikkatini çekmiş.

“Hanımefendi,” demiş Prens Külkedisi’ne, “bir de siz deneseniz?”
“O mu deneyecek? Ne münasebet!” diye haykırmış üvey kardeşler.

Fakat Prens ısrar etmiş. Külkedisi’nin ne kadar güzel bir kız olduğu gözünden kaçmamış. Tabii ayakkabı Külkedisi’nin ayağına kalıp gibi oturmuş. Prens diz çöküp Külkedisi’ne evlenme teklif ederken iki üvey kardeşe de öfke ve kıskançlıkla olanları seyretmek kalmış. Külkedisi Prens’in teklifini tabii ki kabul etmiş.
 

Ata Kızı

Angel Of Revenge
UYSAL KEDİ




Tekir kedi pek uysalmış,
Uysallıkta ödül almış.

Bu yüzden herkes onunla,
Dalga geçermiş oyunla.

Bazısı vurup kaçarmış,
Üstüne toprak saçarmış

Kimisi vurup başına
Ortak olurmuş aşına.

Oyuncak olmuş ellerde,
İsmiyse "uyuz" dillerde.

Bir gün köpek onu görmüş,
Yanına varıp yürümüş.

Ona vurmaya başlamış,
Lâf ile epey haşlamış.

Tekir kedi hep sabretmiş,
Aldırmadan çekip gitmiş.

Ama köpek bu, durur mu?
Isırmış sağını solunu

Kedi kaçmış, o yürümüş,
Gözünü öfke bürümüş.

En son kedi pek mecâlsiz
Köşeye sıkışmış hâlsiz

Köpek, “Fırsat budur.” demiş
Her yanını hep dişlemiş.

Kedi bakmış iş çetindir,
Köpek ise pek haindir.

Hem ısırıp sırıtıyor,
Zevk ile de kırıtıyor.

Kaçacak yer de hiç yokmuş,
Kedi artık yayda okmuş.

Köpek ise işkencede,
Bakmadan vurmuş yine de.

Kedi bir anda fırlamış,
Köpek havlamış hırlamış.

Kedi üstte o alttaymış,
Bir de ona lâflar saymış.

En son köpek kaçmış ordan,
Yara almış şurdan burdan

Kedi kazanmış savaşı,
Bunu duymuş bütün çarşı.

Merak ederek sormuşlar,
Etrafını hep sarmışlar.

Demişler bu nasıl oldu,
Olay nasıl vuku buldu.

Kedi anlatmış olayı,
Şaşmış çarşının alayı.

Biri demiş: "Sen uysaldın,
Nasıl vahşi şekil aldın?"

Kedi demiş: "Bu pek açık,
Ben uysalım değil kaçık."

Sıkışınca bir an gelir,
Kedi de arslan kesilir!

MEHMET ERDOĞAN
 

Ata Kızı

Angel Of Revenge
Mutlu Prens (Çocuk Masalları)

Kırlangıç kuşu, geceyi geçirecek güvenli bir yer arıyormuş. Çok geçmeden şehrin tepesindeki heykeli görmüş. Bir prens heykeliymiş bu. Kırlangıç 'Burada konaklayayım' diyerek heykelin ayaklarının dibine uzanmış. Tam uykuya dalacakken başına bir su damlası düşmüş. Kırlangıç gözlerini açmış 'Yağmur mu yağıyor?' diyerek yukarı bakmış. Ne görsün! Prens şıpır şıpır gözyaşı döküyormuş. Kırlangıçın yüreği sızlamış. Uçup prensin koluna konmuş 'Neden ağlıyorsun?' diye sormuş.

Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.(Resmi göremiyorsanız üye olunuz) Resmin ismi: mutlu-prenses.jpg Görüntüleme: 3657 Büyüklüğü: 8,2 KB (Kilobyte)

-'Çünkü çok uzakta yoksul bir ev görüyorum. Evin penceresi açık, içeride de bir kadın ağlıyor. Küçük oğlu çok hasta. Üstelik kadının ona ilaç alacak parası yok! Keşke yaına gidip ona yardım edebilseydim. Ama yerimden kımıldayamıyorum.' demiş prens.

Kırlangıçda üzülmüş bu duruma, o da ağlamış. Prens 'Sen de benim gibi şevkatlisin, kılıcımın kabzasındaki şu yakutu görüyor musun? Onu kopartıp o yoksul kadına ***ürür müsün?' diye sormuş kırlangıca.

Kırlangıç, sabah erkenden yola çıkmalı, sıcak ülkelere göç etmeliymiş. Çünkü gittikçe hava soğuyor, göç etmek güçleşiyormuş. Fakat hasta çocuğa ve yoksul kadına yardım etmek için yola çıkmaktan vazgeçmiş. Güneş doğar doğmaz, prensin kılıcındaki yakutu sökmüş. Yoksul kadının evine doğru uçmaya başlamış. Eve varınca söz verdiği gibi, yakutu kadının masasına bırakmış. Prens, yoksul kadının, masasında bir yakut bulup nasıl sevindiğini görmüş. Artık o mutlu bir prensmiş.

Oscar Wilde'ın Mutlu Prens adlı kitabından alıntılanarak uyarlanmıştır.
 
Üst