- Katılım
- 23 May 2010
- Mesajlar
- 10,583
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
MÖ 7400 ile MÖ 6000 arasında 1400 yıl boyunca iskân edilen Çatalhöyük yaşam biçimi ve sanatı ile insanlık tarihini aydınlatırken pek çok soruyu da beraberinde getiriyor.
Uygarlıkla ilgili bütün bildiklerinizi unutun! Mekânları araçları ilişkileri hastalıkları ne yiyip içtiğinizi inançlarınızı…
Hatta uygarlık tarihine ilişkin bütün öğrendiklerinizi bir kenara bırakın çünkü Çatalhöyük size başka bir tarihin kapılarını aralıyor. Bu tarihte sanat hayatın yanı başında değil içinde akıyor hiyerarşi ve savaş yok kadın-erkek çelişkisi de. Binlerce yıl öncesini anlayabilmeniz için hayal gücünüzü kullanın ya da iyisi mi siz Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’ndeki ‘Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük’ sergisini gezin. Sergi size insana dair yeni düşüncenin sınırlarını zorlayan bilgiler vaat ediyor uygarlığa ve zamana ilişkin algılarınızı bir kez daha sınamanız için şans tanıyor. Şimdi saatlerinizi Çatalhöyük zamanına 376 nesil dokuz bin yıl öncesine ayarlayın ve şaşırmaya hazır olun!
HİYERARŞİ YOK KADIN ERKEK EŞİT
Onlar ilk akrabalarımız yani aynı türdeniz. Tarih onların zamanlarını neolitik dönem ve erken tarım merkezlerinden biri olarak kaydetti. Bugünün haritasında Konya’nın Çumra ilçesi yakınlarında yer alan Çatalhöyük’te 13.5 hektarlık bir alanda 1400 yıl yaşayıp geriye 21 metre yükseklikte bir höyük bıraktılar. Onları işte bu höyükte yapılan kazılarla tanıdık. İngiliz arkeolog James Mellaart’ın 1960’ların başında yaptığı kazılarda ortaya çıkanlar hem onu hem dünyayı şaşırttı. Tarih başka türlü okunmaya başlandı. Çatalhöyük’te hiyerarşi yoktu çünkü ne yönetim kararlarının alınabileceği ne de kararların topluma iletilebileceği mekânlar vardı hatta onları alanlara taşıyacak sokaklar bile yoktu. Tanrıları değil kocaman gövdeli bereketi ve gücü simgeleyen ‘şişman kadın’ tasvirleri vardı. Bu anaerkil bir dönemin yaşandığı inancını daha da pekiştirdi ancak kazılar ilerledikçe kafalar karıştı. Erkekler kadınlardan daha uzun süre yaşamışlardı daha uzun boyluydular ama egemen olanın daha fazla ve farklı yediğinin izleri yoktu. Kadınlar da erkeklere göre daha fazla diş çürüğü vardı ama farklı bir aşınma görülmüyordu evde geçirdikleri zaman ve yaptıkları işler hemen hemen aynıydı alet yapıyor buğday öğütüyor ekmek yoğuruyor aile liderliğine soyunuyorlardı. Bunlar da bir anaerkil dönemden çok eşitliğin varlığını vaat ediyordu. Kuşaktan kuşağa daha doğrusu evden eve törensel olarak aktarılan kafatasları arasında kadınlara ait olanlar da vardı erkeklere ait olanlar da. Bu iki cinsin de ailelerinin ya da soylarının ‘baş’ olabildiklerinin izlerini taşıyordu.
HER EV MİNİ BİR DÜNYA
Çatalhöyük’te evler birbirine yapışıktı veya hiç sokak yoktu ya da çok az sayıda vardı. Bir evin ömrü taş çatlasın 80 yıldı bu sürenin sonunda içinde yaşanılan ev terk ediliyor üstüne yeni bir ev inşa ediliyordu. Eski evin kerpiçten duvarlarının üst kısmı yıkılıyor alt bölümü toprakla özenle dolduruluyordu. Yeni duvarlar ise alt duvarların üzerinde yükseliyor yeni ev ortaya çıkıyordu. Merdivenle üstten girilen evin iki odası vardı. Fırının da bulunduğu ışıklı ana oda yemek pişirmek sepet örmek alet ve çanak çömlek üretmek için kullanılıyordu. Ruhlara dileklerde bulundukları figürinler de bu odadaydı. Ocağın yanında toprağın altında bir obsidiyen (volkanik doğal cam) stoğu bulunurdu. Kapadokya’dan getirildiği saptanan bu sert maden alet yapımında kullanılıyordu. Ok uçları çoğunlukla obsidiyendi sepet yapımında kullandıkları aletlerin uçları ise hayvan kemiklerinden… Beş-on kişinin yaşadığı varsayılan evin ocağının yanında bir de depo olurdu. Kurutulmuş et bezelye küçücük turp tohumları mercimek buğday arpa kabuklu yiyecekler bu depodaki yine kerpiçten yapılmış gözlerde saklanırdı. Ana odanın iç kısmında daha yüksek ve temiz alanlar mezarlıklarıydı. Büyük olasılıkla mezarların hemen üstü uyumaya ayrılmıştı ölümle yaşam arasındaki bu yumuşak geçişin nedeni ölüye olan saygıydı. Bedenini gömmüş olsalar da ölünün günlük yaşamlarında kendileriyle birlikte olduğuna inanıyorlardı.
ÖYKÜLERİ DUVAR RESİMLERİNDE
Dibek taş kaplar havanelleri öğütme ve değirmen taşları yiyecek hazırlanmasında kullanılan nesnelerdi. Kalın kenarlı bitkisel katkılı çamurdan yapılmış kaplar da yemek pişirmek içindi. Pişirme işinde ise ateşte kızdırılmış kil toplar kullanılıyordu. Kavurma işlemi sepet içindeki tahılların arasına konulan kızgın kil toplarla yapılıyordu.
Çatalhöyük’ün izleyeni şaşkına uğratan dahası bugünün modasına aksesuvar tasarımlarına ilham olan sanatı da ana odada yaratılırdı. Üç tip figürin görülüyordu; insan ve hayvan biçimliler ile tanımlanamayanlar. Mermer kil ya da taştan yapılan ‘şişman kadın’ figürinlerine boğa boynuzlu sekiler sıvalı boğa başı yerleştirmeleri leopar kabartmaları eşlik ediyordu. Duvarlardaki olgunlaşmış bir hayal gücünü gösteren resimler ise günlük yaşamı doğayla ilişkiyi atalarla bağı anlatıyordu. Bu figüratif resimlerde hayvanlar insanlar geometrik desenler vardı kırmızı Çatalhöyük için sanatın rengiydi. İnsan bedenleri ketenden dokunmuş kumaşlar ve deriler ise damga mühürleriyle süsleniyordu.
Çatalhöyük’ün ilk yerleşimcileri geldiklerinde yanlarında evcilleştirilmiş koyun keçi ve köpek vardı. Ava çıkıldığında yabani sığır yabani at eşek domuz ve geyikle dönülürdü. At ve sığır özel törenlerin ziyafet sofralarının vazgeçilmez yiyeceğiydi. Malleart’tan sonra kazıyı devralan ve bugün de sürdüren Ian Hodder’ı en heyecanlandıran resimlerde sıkça rastlanan leopara dair bulgu oldu. Bu kolye ya da bilezik olarak takılmak üzere delinmiş pençeydi. Hodder Çatalhöyük’ü anlatan kitabına ‘Leoparın Öyküsü’ adını vermekten çekinmedi.
Evlerin tabanlarında bulunan yaklaşık 250 neolitik dönem iskeleti Çatalhöyük’de yaşayan insanların et yemekle birlikte genel olarak tarımsal ürünlerle beslendiğini gösterdi çünkü dişlerindeki çürükler fazlaydı. Kalabalık ortamda yaşamak salgın hastalıklara kapı aralıyordu ve anemi kaçınılmazdı. Kısacası Çatalhöyük’te hayat pek de sağlıklı sayılmazdı. Bebek ölümlerinin fazlalığı da bunu gösteriyordu. Çocuklar önemliydi oyuncak olarak da yorumlanabilecek bazı figürinler öğretme amacını taşıyordu ya da yaratılış hikâyesini anlatıyor olabilirdi. Çok küçük bebek ve yeni doğmuş bebeklerin mezarlarının seçimine yetişkinlerden daha çok önem veriliyor ölüm daha da törenselleştiriliyordu.
Her tabakada üç ile sekiz bin insan yaşamıştı Çatalhöyük’te yani yaklaşık en az 50 en fazla 150 bin kişi… Kendi zamanları kendi kavramları vardı.

Uygarlıkla ilgili bütün bildiklerinizi unutun! Mekânları araçları ilişkileri hastalıkları ne yiyip içtiğinizi inançlarınızı…
Hatta uygarlık tarihine ilişkin bütün öğrendiklerinizi bir kenara bırakın çünkü Çatalhöyük size başka bir tarihin kapılarını aralıyor. Bu tarihte sanat hayatın yanı başında değil içinde akıyor hiyerarşi ve savaş yok kadın-erkek çelişkisi de. Binlerce yıl öncesini anlayabilmeniz için hayal gücünüzü kullanın ya da iyisi mi siz Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’ndeki ‘Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük’ sergisini gezin. Sergi size insana dair yeni düşüncenin sınırlarını zorlayan bilgiler vaat ediyor uygarlığa ve zamana ilişkin algılarınızı bir kez daha sınamanız için şans tanıyor. Şimdi saatlerinizi Çatalhöyük zamanına 376 nesil dokuz bin yıl öncesine ayarlayın ve şaşırmaya hazır olun!

HİYERARŞİ YOK KADIN ERKEK EŞİT
Onlar ilk akrabalarımız yani aynı türdeniz. Tarih onların zamanlarını neolitik dönem ve erken tarım merkezlerinden biri olarak kaydetti. Bugünün haritasında Konya’nın Çumra ilçesi yakınlarında yer alan Çatalhöyük’te 13.5 hektarlık bir alanda 1400 yıl yaşayıp geriye 21 metre yükseklikte bir höyük bıraktılar. Onları işte bu höyükte yapılan kazılarla tanıdık. İngiliz arkeolog James Mellaart’ın 1960’ların başında yaptığı kazılarda ortaya çıkanlar hem onu hem dünyayı şaşırttı. Tarih başka türlü okunmaya başlandı. Çatalhöyük’te hiyerarşi yoktu çünkü ne yönetim kararlarının alınabileceği ne de kararların topluma iletilebileceği mekânlar vardı hatta onları alanlara taşıyacak sokaklar bile yoktu. Tanrıları değil kocaman gövdeli bereketi ve gücü simgeleyen ‘şişman kadın’ tasvirleri vardı. Bu anaerkil bir dönemin yaşandığı inancını daha da pekiştirdi ancak kazılar ilerledikçe kafalar karıştı. Erkekler kadınlardan daha uzun süre yaşamışlardı daha uzun boyluydular ama egemen olanın daha fazla ve farklı yediğinin izleri yoktu. Kadınlar da erkeklere göre daha fazla diş çürüğü vardı ama farklı bir aşınma görülmüyordu evde geçirdikleri zaman ve yaptıkları işler hemen hemen aynıydı alet yapıyor buğday öğütüyor ekmek yoğuruyor aile liderliğine soyunuyorlardı. Bunlar da bir anaerkil dönemden çok eşitliğin varlığını vaat ediyordu. Kuşaktan kuşağa daha doğrusu evden eve törensel olarak aktarılan kafatasları arasında kadınlara ait olanlar da vardı erkeklere ait olanlar da. Bu iki cinsin de ailelerinin ya da soylarının ‘baş’ olabildiklerinin izlerini taşıyordu.

HER EV MİNİ BİR DÜNYA
Çatalhöyük’te evler birbirine yapışıktı veya hiç sokak yoktu ya da çok az sayıda vardı. Bir evin ömrü taş çatlasın 80 yıldı bu sürenin sonunda içinde yaşanılan ev terk ediliyor üstüne yeni bir ev inşa ediliyordu. Eski evin kerpiçten duvarlarının üst kısmı yıkılıyor alt bölümü toprakla özenle dolduruluyordu. Yeni duvarlar ise alt duvarların üzerinde yükseliyor yeni ev ortaya çıkıyordu. Merdivenle üstten girilen evin iki odası vardı. Fırının da bulunduğu ışıklı ana oda yemek pişirmek sepet örmek alet ve çanak çömlek üretmek için kullanılıyordu. Ruhlara dileklerde bulundukları figürinler de bu odadaydı. Ocağın yanında toprağın altında bir obsidiyen (volkanik doğal cam) stoğu bulunurdu. Kapadokya’dan getirildiği saptanan bu sert maden alet yapımında kullanılıyordu. Ok uçları çoğunlukla obsidiyendi sepet yapımında kullandıkları aletlerin uçları ise hayvan kemiklerinden… Beş-on kişinin yaşadığı varsayılan evin ocağının yanında bir de depo olurdu. Kurutulmuş et bezelye küçücük turp tohumları mercimek buğday arpa kabuklu yiyecekler bu depodaki yine kerpiçten yapılmış gözlerde saklanırdı. Ana odanın iç kısmında daha yüksek ve temiz alanlar mezarlıklarıydı. Büyük olasılıkla mezarların hemen üstü uyumaya ayrılmıştı ölümle yaşam arasındaki bu yumuşak geçişin nedeni ölüye olan saygıydı. Bedenini gömmüş olsalar da ölünün günlük yaşamlarında kendileriyle birlikte olduğuna inanıyorlardı.

ÖYKÜLERİ DUVAR RESİMLERİNDE
Dibek taş kaplar havanelleri öğütme ve değirmen taşları yiyecek hazırlanmasında kullanılan nesnelerdi. Kalın kenarlı bitkisel katkılı çamurdan yapılmış kaplar da yemek pişirmek içindi. Pişirme işinde ise ateşte kızdırılmış kil toplar kullanılıyordu. Kavurma işlemi sepet içindeki tahılların arasına konulan kızgın kil toplarla yapılıyordu.
Çatalhöyük’ün izleyeni şaşkına uğratan dahası bugünün modasına aksesuvar tasarımlarına ilham olan sanatı da ana odada yaratılırdı. Üç tip figürin görülüyordu; insan ve hayvan biçimliler ile tanımlanamayanlar. Mermer kil ya da taştan yapılan ‘şişman kadın’ figürinlerine boğa boynuzlu sekiler sıvalı boğa başı yerleştirmeleri leopar kabartmaları eşlik ediyordu. Duvarlardaki olgunlaşmış bir hayal gücünü gösteren resimler ise günlük yaşamı doğayla ilişkiyi atalarla bağı anlatıyordu. Bu figüratif resimlerde hayvanlar insanlar geometrik desenler vardı kırmızı Çatalhöyük için sanatın rengiydi. İnsan bedenleri ketenden dokunmuş kumaşlar ve deriler ise damga mühürleriyle süsleniyordu.

Çatalhöyük’ün ilk yerleşimcileri geldiklerinde yanlarında evcilleştirilmiş koyun keçi ve köpek vardı. Ava çıkıldığında yabani sığır yabani at eşek domuz ve geyikle dönülürdü. At ve sığır özel törenlerin ziyafet sofralarının vazgeçilmez yiyeceğiydi. Malleart’tan sonra kazıyı devralan ve bugün de sürdüren Ian Hodder’ı en heyecanlandıran resimlerde sıkça rastlanan leopara dair bulgu oldu. Bu kolye ya da bilezik olarak takılmak üzere delinmiş pençeydi. Hodder Çatalhöyük’ü anlatan kitabına ‘Leoparın Öyküsü’ adını vermekten çekinmedi.
Evlerin tabanlarında bulunan yaklaşık 250 neolitik dönem iskeleti Çatalhöyük’de yaşayan insanların et yemekle birlikte genel olarak tarımsal ürünlerle beslendiğini gösterdi çünkü dişlerindeki çürükler fazlaydı. Kalabalık ortamda yaşamak salgın hastalıklara kapı aralıyordu ve anemi kaçınılmazdı. Kısacası Çatalhöyük’te hayat pek de sağlıklı sayılmazdı. Bebek ölümlerinin fazlalığı da bunu gösteriyordu. Çocuklar önemliydi oyuncak olarak da yorumlanabilecek bazı figürinler öğretme amacını taşıyordu ya da yaratılış hikâyesini anlatıyor olabilirdi. Çok küçük bebek ve yeni doğmuş bebeklerin mezarlarının seçimine yetişkinlerden daha çok önem veriliyor ölüm daha da törenselleştiriliyordu.
Her tabakada üç ile sekiz bin insan yaşamıştı Çatalhöyük’te yani yaklaşık en az 50 en fazla 150 bin kişi… Kendi zamanları kendi kavramları vardı.







