BİR YOLCUYA
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
NECMETTİN HALİL ONAN
Necmettin Halil Onan
****************************************************************
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
.
Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
Dedirtir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,
Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?
Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;
“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.
Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.
MEHMET AKİF ERSOY
****************************************************************
ÇANAKKALE
“Söyle arkadaşım” dedi Anadolulu Mehmet
Yanıbaşında ki Anzak erine
“Nerelerden kopup gelmişin
Neden çökmüş bu mahsunluk üzerine”
“Dünyanın öbür ucundan” dedi gencecik Anzak
“Öyle yazmışlar mezar taşıma
Doğduğum yerler öylesine uzak
Örtündüğüm topraksa gurbet bana”
“Dert edinme arkadaşım” dedi Mehmet
“Değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet
Sende artık bizdensin
Sende bencileyin bir Mehmet”
Çanakkale toprağının
Üstü cennet altı mezar
Kavga bitmiş mezarlarda
Kaynaş olmuş yiten canlar
“Ya sen” dedi Mehmet
Oyun çağındaki İngiliz erine
“Yaşın ne senin kardeş
böylesine erken buralarda işin ne”
“Yaşım sonsuza dek on beş”
dedi ufak tefek İngiliz eri
“Köyümde askercilik oynar
coştururdum trompetle bizimkileri
Derken kendimi cephede buldum
Oyun muydu gerçek miydi anlamadan
Bir sahici kurşunla vuruldum
Sustu boynumdaki trompet
Son verildi böylece oyundan bozma işime
Gelibolu’da bana bir yer kazıldı
Mezar taşıma ‘Onbeşinde trampetçi’ yazıldı
Öyküm de künyem de bundan ibaret...”
Yağmur yağıyordu usul usul toprağa
Gözyaşları düşerek üstüne sanki
Damla damla ağlıyordu uzaktan uzağa
Sahibini yitiren bir trompet
“Ya sizler” dedi Mehmet
Dünyanın dört kıtasından
Mezar dolusu erlere
“Hangi rüzgar savurdu sizleri
bu bilmediğiz yerlere?”
Kimi İngiliz’di kimi İskoç
Kimi Fransız’dı kimi Senegalli
Kimi Hintli kimi Nepalli
Kimi Avustralya’dan Yeni Zellanda’dan Anzak
Gemiler dolusu asker
Her biri niye geldiğinden habersiz
Gelibolu’nun oya gibi koylarından sızarak
Tırmanmışlardı dağa bayıra
Siper siper yara gibi yarılan toprak
Mezar olmuştu savaş ardından onlara
Kiminin burada yattığı sanılır
Kiminin adı bilinse de mezarı bilinmez
Kiminin de mezar taşında
On altı,on yedi on sekiz yaşında
Ebedi istirahate çekildiği yazılı
Çanakkale topraklarında
Her birinin erken biten yaşam öyküsü
Eski yazıtlar gibi taşlara böyle taşlara böyle kazılı
“Anlamaz mıyım”dedi “halinizden kardeşler”
adına yazılı taşı bile olmayan asker
Anadolulu Mehmet
“Bende yüzyıllarca yaban ellerde
Neyin uğruna bilmeden can vermişim
Kendi yurdum uğruna can vermenin tadına
İlk kez Çanakkale’de ermişim
Uğrunda can verdikçe vatanlaştı ancak
Ekip biçtiğim padişah mülkü toprak
Değil mi ki sizler alamazsanız bile
Bu topraklar almış sizleri basmış bağrına
Sizlere de vatan sayılır artık Çanakkale...”
Çanakkale toprağının
Üstü cennet altı mezar
Kavga bitmiş mezarlarda
Kaynaş olmuş yiten canlar
Bir garip savaştı Çanakkale Savaşı
Kızıştıkça kızgınlığı dindiren
Ara verdikçe ateşe düşmanı kardeşe
Döndüren bir savaş
Kıyasıya bir savaştı
Ama saygı üreten bir savaş
Yaklaştıkça birbirine
Karşılıklı siperler
Gönüllerde yakınlaştı
Düştükçe vuruşanlar toprağa
Dostlar gibi kaynaştı
Savaş bitti
Ölenler kaldı sağlar gitti
Köylü köyüne döndü evli evine
Kır çiçekleri geldiler akın akın
Çekilen askerlerin yerine
Yaban gülleri dağ laleleri papatyalar
Kilim kilim yayıldılar toprağa
Siper siper
Toprağın savaş yaralarını örttüler
Koyunlar koruganları yuva yaptı kendine
Kuşlar döndü gökyüzüne kurşunların yerine
Çiçeğiyle yemişiyle yeşiliyle
Silah yerine sapan tutan elleriyle
Geri aldı savaş alanlarını doğa
Can geldi toprağa silindikçe kan izleri
Yeryüzünde cennet oldu öylece
O cehennem savaş yeri
Şimdi Çanakkale Gelibolu
Bahçe bahçe
Ülke ülke
Mezar dolu
Üstü cennet altı mezar
Çanakkale toprağının
Kavga bitirmiş mezarlarda
Kaynaş olmuş yiten canlar
“Huzur içinde uyusun”
Vuruştukları topraklarda
Kavgadan kinden uzakta
Yanyana dostça yatanlar
BÜLENT ECEVİT
****************************************************************
EZİNELİ YAHYA ÇAVUŞ
Karşı tepeleri tutmuştu düşman
Altmış bin kişiye altmış beş insan
Durduracaktı olduğu yerde
Topçumuz yoktu yalnız siperde
Bir tek makineli tüfek kalmıştı
Düşman üstümüze ateş salmıştı
Karşıki sırtlardan kudurmuş gibi
Gülleler uçuyor kızıl kuş gibi
Açtığı ateşle bir avuç yiğit
Altmıştan otuza düşerek şehit
Tam otuzaltı saat dayanıp durdular
Düşmanı en azgın yerinden vurdular
Bir kahraman takım ve Yahya Çavuştular
Tam üç alayla burada gönülden vuruştular
Düşman tümen sanırdı bu şaheser erleri
Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular
************************************************** **************
ERGİNLİK SAVAŞI ÖYKÜLERİ
Karşı tepeleri tutmuştu düşman
Altmış bin kişiye altmış beş insan
Durduracaktı olduğu yerde
Topçumuz yoktu yalnız siperde
Bir tek makineli tüfek kalmıştı
Düşman üstümüze ateş salmıştı
Karşıdaki sırtlardan kudurmuş gibi
Gülleler uçuyor kızıl kuş gibi
Barut dumanıyla dolan havada
Kurşunlar vızlıyor toplar arada
İnleye inleye sarsıyor yeri
Kaplıyor bir kara bulut gökleri
Açtığı ateşle bir avuç yiğit
Altmıştan otuza düşerek şehit
Tam üç gün üç gece dayandı durdu
Düşmanı en azgın yerinden vurdu
Makineli tüfek bir orak gibi
Yere seriyordu yüzlercesini
Düşman hiç durmadan kırılıyordu
Türk’ün öz hıncından pek yılıyordu
Yazık ki sayımız çok azalmıştı
Ne bir fişek, ne de kuvvet kalmıştı
Çelikten yürekli erlerimizle
Ne ilerimizde ne gerimizde
En küçük kurtuluş ümidi yoktu
Her kurşun sanki zehirli bir oktu
Yurt için ölmenin gelmişti çağı
Sönmesin diyerek vatan ocağı
Hepsi de ateşe atılacaklar
Yurt sunamlarına katılacaklar
Bu ak düşünceyle süngü taktılar
Davranmak üzereyken bir de baktılar
Hücuma kalkmaya vakit kalmadı
Her yandan onları sarmıştı düşman
Kimi esir oldu kimisi şehit
Makineli tüfek başında
Yiğit bir Türk subayı eli tetikte
Durup bekliyordu onu görünce
Atıldılar birden olduğu yerden
Götürdüler onu düşman komutanına
Komutan bu Türk kahramanına
Uzun uzun bakıp şunları sordu
Siz deli misiniz, çetin bir ordu
Üstünüze gelmiş, hücum ederken
Savaştasınız sanki kaderle
Hiç akla sığar mı böyle çılgınlık
Dinliyordu subay, yoktu yılgınlık
Tunçlaşan yüzünde cevap vermedi
Bu düşüncelere aklı ermedi
Çünkü Türk aldığı ödevi yapar
Başka şey düşünmez, ulusa tapar
Ulus için ölmek onca kutludur
Her şeyi Türklüğün yüzünden bulur
Seve seve verir kendi canını
Kurtarır sonunda öz vatanını
Komutan subaydan cevap istedi
Türk subayı ona şöyle söyledi
Bana bak azlık çokluk iş benden sorulmaz
Yasa budur emre karşı durulmaz
Biz Türk askeriyiz
Namuslu yaşar namuslu ölürüz
Sözüm bu kadar
************************************************** **************
GAZEL-İ HÜMÂYÛN
Savlet etmişti Çanakkale'ye bahr ü berden
Ehl-i İslâm'ın iki hasm-ı kavîsi birden
Lâkin imdâd-ı ilâhi yetişip ordumuza
Oldu her bir neferi kal'a-i pûlad beden
Asker evlatlarımın pîş-geh-i azminde
Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmân
Kadr ü haysiyyeti pâ-mâl olarak etti firâr
Kalb-i İslâm'a nüfûz eylemeye gelmiş iken
Kapanıp secde-i şükrâna Reşâd eyle duâ
Mülk-i İslâm'ı Hudâ eyleye dâim me'men
SULTAN V. MEHMED REŞAD
******************************************************************
DESTAN
İngiliz kendini ateşe atdı
Beş Martda ummadık belaya çattı
Ne kadar gemisi zırhlısı batdı
Ne direkler(i) kaldı ne de bacası
* * *
Geceli gündüzlü toplar tüfengler
Ateşe hazırdır düşmanı bekler
Gaybolmaz çekilen bunca emekler
Büyükdür İslâmın büyük Mevlâ'sı
* * *
Atın yiğitlerim durmayın atın
Düşmanın bağrına zehirler katın
İpini pazara çıkarın satın
Anlasın nasılmış Türk'ün şakası
* * *
Atıldık boğuşduk süngü süngüye
Bakmadık yaraya düşen ölüye
Sanki aç arslanlar daldı sürüye
Kırıldı binlerce düşman kafası
* * *
Ey Oğuz oğlunun şanlı başrağı
Gümüş ayyıldızlı şanlı bayrağı
Gâza günlerinin kanlı bayrağı
Yalçın kal'aların zafer damgası
* * *
Hamdolsun ya Rabbi lütfuna senin
Gösterdin aczini bize düşmanın
Şüphesi olmasın buna kimsenin
Büyükdür Allah'ın lütfu atâsı
NEDİM
Matbaa-i Askeriye, 1331 (1915)
******************************************************************
ÇANAKKALE'DE RUHLAR
Gurbette geçen yolculuğum üç aya vardı
Etrafımı çepeçevre saran sanki duvardı
Olmuştu büyük, süslü şehirler bana zindan
Dünyayı gözüm görmedi yurt hastalığından.
Döndüm; bu yeşil tablo uzaklarda belirdi:
Bir gün vapur aheste Çanakkale’ye girdi.
Tuttum, ona hürmet ederek şapkamı elde:
Durmuştu o kaç devlete; gaziydi bu belde…
Türk bayrağının ufkuma ilk doğduğu gündü:
Maydos’ta ateş külleri halinde göründü.
Ben sarhoş olurken Boğaz’ın manzarasından,
Bir abide yükseldi ağaçlar arasından.
Baktım, bu, şehitlikte dikilmiş bir anıttı;
Daldım… Bu anıt neş’emi bir anda dağıttı:
Vaktiyle bu yerlerde ölen gençleri andım,
Dağlandı içim, ben de bakarken yaralandım.
Akşamdı. Sararken eriyen dağları sisler,
Sandım geliyor eski siperlerden akisler,
Canlandı savaş, kan dolu bir perde çekildi.
Birden o şehit ruhları karşımda dikildi.
Karşımda dirilmiş, dile gelmiş gibi durdu.
Hiç ummadığım bir nefer isyanla kudurdu:
- Ben evde ölenlerle bugün bir mi tutuldum?
- Ben yurt için öldüm, niye erken unutuldum?
Haklıydı. Ararken utanıp kaçmaya bir yer,
Tutmuştu elimden beni bir koç yiğit asker:
- Git annemi gör, sor ki perişan mı oğulsuz,
- Git, koyma hiç olmazsa onun sırtını çulsuz.
- Ver, Tanrı için yoksula bir lokmacık ekmek,
- Aç karnına güçtür bu kadar mihneti çekmek…
Yaşlar akadursun bu şikayetle gözümden,
Bir genç adam yaklaştı: Vurulmuştu yüzünden,
Delmişti temiz alnını kurşun… Yere çöktü,
Kanlar sızıyorken yarasından, derdini döktü:
- Hiç yoktu sebep… Cenge sürenler bizi kimdir?
- Köylerde kalan bir çocuğum var, ki yetimdir…
- Parçaydı canımdan, iki yıllık güneşimdi,
- Git bak… O şehit oğlu sürünmekte mi şimdi?
Kalbim eriyip düştü gözümden iki damla,
Ben hasbıhal ettim daha dertli bir adamla, meyus dedi:
- Jandarmayı buldum düğünümde,
- Gittim o sabah askere en zevkli günümde.
- Bir haftada bahtım beni Kumkale’ye attı,
- Ettikti hücum; dört bir yanı süngü kuşattı,
- Dul kaldı karım böyle… Unutmam onu asla..
Ruhlar çekilip gitti; içim doldu bu yasla,
Yattım, gece rüyada fakat mahşeri gördüm,
Bir harbe sebepsiz atılan Enver’i gördüm;
Baktım ki, azaplar çekerek kıvranıyordu,
Etrafını sarmıştı alevler, yanıyordu…
NECDET RÜŞDÜ
****************************************************************
ÇANAKKALE
Uzaklarda bir ada var,
Halkına derler İngiliz,
Hem medeni, hem canavar,
Fendinden emin değiliz.
Doğrulukta Rus Kazağı,
Onun yanında sofudur.
Topu tutar dört bucağı
Denizlerin Moskofu'dur.
Budur en gizli emeli:
Müslümanlar uyanmasın!
Uçtan uca İslam ili
Kendine arpalık kalsın..
Allah dedi: "Kabul olsun".
Ümmetimin bedduası,
Dağılsın ordusu Rus'un,
İngilizlerin donanması..
Türk dedi: "Demek yaradan
Kurtarmayı ister bizden;
Karaları Kızıl Rus'tan,
Denizleri İngiliz'den...
Türk köyünden kalktı geldi.
Hazırladı siperine...
Bu geliş ok gibi deldi,
İngiliz'in ciğerini.
Moskof dedi İngiliz'e:
"Çanakkale aşılmalı;
Kızıl, Kara, Akdeniz'e
Hakimiz, anlaşılmalı..."
İngiliz, Fransalı'yı,
Aldı beyaz kotrasına...
Tutmuşum sandı yalıyı,
Geldi Boğaz sefasına...
Beş Mart'ta iki donanma,
Kal'amıza saldırdılar...
Toplarımız coşkun suya,
Zırhlıları daldırdılar...
İngilizler korktu kaçtı,
Rus ümidi kesti artık;
Anarşistler bayrak açtı,
Rus ilinde düştü Çarlık...
Çok geçmeden birdenbire,
Parçalandı Rus ülkesi,
Sevinçle düştü tekbire,
Elli milyon Türk'ün sesi...
Ancak "Turan" hayal değil.
Hakikata döndü bugün...
Türk bilecek yalnız bir dil,
Bizim için bu düğün...
Çanakkale dört devlete,
Galebeye sen çevirdin!
Çar kölesi yüz millete,
İstiklali sen getirdin!
Senden ötürü bilsen daha,
Kurtulacak nice ülke...
Ne Afrika, ne Asya'da,
Kalmayacak müstemleke...
Çünki nasıl karalarda,
Artık yoksa Rus zorbası;
Gezemeyecek deryalarda,
İngiliz'in donanması...
ZİYA GÖKALP
****************************************************************
AKIN
Yeni doğmuş bir hilal Kanlısır'a doğru kaydı,
Bayırlara süngüler, bir şimşekten orman yaydı.
Dalgalanan bu korkunç ışıklarla göğü sarsar,
Boruların çığlığı, kişnemeler, hırıltılar...
Hücum vardı, zabitler yalın kılıç atımıştı.
Şarapneller, boşlukta birbirine çarpıyorken,
Kırık, dökük topların harabesi üzerinden,
Aşan erler, karşıki sipere sarılmıştı.
Akıncılar, düşmanı yine sağdan soldan vurdu;
Kaçışırken bir tabur Türk önünde bir kolordu,
Şükunetle ihtiyat saflarında sıra bekler.
Şehnameler halkı, çetin yüzlü, er zeybekler...
Yanıyorduk bu çılgın ateş ve kan mahşerinden,
Fakat düşman, bozgunun dehşetiyle üşüyordu,
Zelzeleli gülleler, bulutları parçalarken,
Yara alan şihab olup düşüyordu.
Ay ışığı altında dağlar altın taç giyindi;
Yamaçlardan bir çelik kasırgası baş gösterdi;
Bu, pek zorlu hücumu, hayretlerle gören derdi:
"Serden geçti, dalkılıç"lar tarihlerden indi.
Düşmanların günahkar işlerinde, ızdırabın,
Cisimlenmiş manası, en karanlık şekli vardı;
Bizimkiler üstüne görünmeyen bir mihrabın
Kandilinden "cennet"i müjdeleyen nûr yağardı.
Bir tarafta bu fani yaşayışı küçük gören,
Şehadetle hudutsuz bir hayata hak kazanan
Sağ olurlar, yatarken, bir tarafta sedyelerden
Gülümseyen bahadırlar, dönüyordu şan yolundan
Uzak dağlar aşarak maceralı şarkın engin
Semasını kapladı kızıl duman halkaları;
Uğultular içinde coşan hırçın Akdeniz'in
Bir cihangir göğü gibi kabarmıştı dalgaları
Gün doğuyor gökleri yine sardı kan buğusu;
Kızarıyor sarışın yıldızların mavi yurdu;
Her neferi bir serdar olan yaman Türk ordusu.
Bulutlara muzaffer kılıcını siliyordu.
HAKKI SÜHA
****************************************************************
ÇANAKKALE
Basma, sahilleri hep insan eti
İkiyüzbin ölünün iskeleti
Basma, ta Ankara'dan tut da Van'ın
Yıkılan na-mütenahi yuvanın
Canlı enkâzı olan evladı
Bu sevahilde geçen yıl kanadı
Kan dolar, basma ayak izlerine;
Çürüyen göğsünü toprak yerine
Koyarak, ezme ölen kardeşinin,
Bir avuç yer ne kadar çok kişinin
Koludur, sinesidir, gövdesidir
Mahv ve isbat ile müsveddesidir.
Bu cesetler yazılan tarihin;
İçi, deşsek, o sütûr-i siyehin
Ufacık, körpe kemiklerdir hep,
Kalmamış, medrese, mesken, mekteb
Hepsi evladını dökmüş buraya;
İkiyüzbin ölünün bir yaraya
Benzemiş milletimin göğsünde!
Bunu, kabil mi ki göz görsün de,
Yine artık medeniyek denilen;
Kana lezzetle bakan; kabre gülen;
Evlerin çırpınan enkazından
Zulme udvane saraylar dağıtan;
Yapacak tiğ arayan, tâc arayan;
Başka ma'budu yıkan, fazla satan;
Nuru boğsam diye eb'adı aşan;
Ateşin gayzını teşyi'a koşan;
Gezse fosfor gibi medfende gezen;
Dursa medfeni gibi lakin rehzen;
"Öl" deyip her ölenin annesine
Demirin satvet-ı mel'unesine
Dayanıp ufka tahakkümle bakan;
Eli kan, sinesi kan, cephesi kan
Heymil-i vahşete "lanet"... Demesin
"Bu mu ya Rab, medeniyet?" Demesin.
Bu mudur az diye durmada hukuk
İsteyen Hakk-i behâyimde hukuk.
Eli, ati için, alamı silib,
Başı bir gûş-i tahassük kesilib
Dinleyen sine-i a'sarı bu mu?
Bu mu evvel yıkarak mevhûmu
Sonra iclas ederek sâbiteyi
Sonra inkar eden ondan öteyi?
Düşüün cephesi üstündeki için
İşte topraktaki bir çizgi için
O büyük nur, o mutantan unsur
Denilen meş'ale, gerçek, bu mudur?
Bu mu aydınlatacaktır yarını;
Silerek nur ile gözyaşlarını?
Bu büyük kizbi ederken tashih
Şu küçük yerde yatan bu tarih
Demir a'sabını ki ey taş heykel
Titretir belki derim artık gel
Gel o tarihi bu topraklara sor;
İkiyüzbin bu kadar cild ediyor
MİDHAT CEMAL
Yeni Mecmua Nüsha-i Fevkalade, 16 Şubat 333
****************************************************************
ÇANAKKALE HÜCUMU
Sandım, cihan yıkıldı, cehennemdi gürleyen..
Sandım, ölümdü kûs-ı belasını çalıp gelen..
Toplar açardı ağzını dehhaş, kıpkızıl,
Bir yanda süngüler vuruşurlardı muttasıl
Bir anda zırhlılardan uçarken ateş, demir
Sandım tutuştu gökyüzü pulat imiş erir!
Mermilerin çıkardığı ıslık sedaları
Haşyetle titretirdi muhitimde dağları.
Bir anda süngüler çekilir, fışkırırdı kan...
Seylab-ı mevtdi, cengi kızıştırmaya akan.
Sandım kasırga koptu... Denizerden yükselen
Şiddetle çarparak kayalar çatlatan delen.
Bir yanda patladıkça tüfeklerde çat! çat!
Hükm eyleyen eceldi, fenâdı... Değil hayat.
Volkan mıdır? Lağımlar edildikçe ber-hava
Gümbürtüsüyle sarsılarak kubbe-i sema.
Yağdırdı sanki her tarafa ateşin remâd!
Sarsar değil o anda esen... Ağlıyordu bâd!
Yüzlerce bomba yüklenerek durmayıp uçan
Tayyareler bu müdhiş ecel kuşlarıyla can.
Ecsâdı terk eder gibi titrerdi her zaman,
Vermezdi çünki rastladığı kimseye amân.
Keskin ve sivri attığı oklar vurur, deler...
Düşmanların cinayeti bitmez... Neler! Neler!..
Bir böyle cengi yazmadı tarih-i kâ'inat!
Her yandan, alttan, arkadan, üstten gelir memât!
İnsan ne yapsın? Öyle belalar ki cümleten
Birden hücuma başladı... Baykuşların, öten
Meş'um sesiyle doldu, sanırsın, Çanakkale!
Gümbürtüler... Çatırtılar... Afakî zelzele
Sarsardı asumâna çıkarken ateş, duman
Can vermeler... İnildemeler... Hep ölüm ve kan!
Kimlerdi her cehenneme yalnız göğüs veren?
Düşmanların suratlarına yumruk indiren?
Allah sayhasıyla şecaatle haykıran
Dipçik vuran ve süngüleyen, öldüren, kıran?
Türklerdi: Fatih'in Yavuz'un yavrucukları...
Türkerdi: Osman'ın yiğit aslan çocukları...
Ey Türk! Seninle fahr ediyor şimdi milletin
Dünyayı kapıyor o senin nal ü şöhretin...!
Doktor MEHMET FAHRİ
Yeni Mecmua Nüsha-i Fevkalade
****************************************************************
ÇANAKKALE DESTANI
(24-25 Mayıs 1331 gecesi Arıburnu'nda merkez cephesinde şehit düşen er Mustafa tarafından tertib edilmiş olunup merhumun üzerinde bulunan destandır.)
Üçyüzotuz. Sözüm hakkın kelâmı
Padişahın geldi büyük selâmı
Enver Bey'in düşman kırmak merâmı
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Euza Besmele çektim çıkarken
Köye baktım şöyle yüksek bir yerden
Karargaha koştum üç gün de erken
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Kumandan emrini verdi bir gece
Anadolu'lardan layıktır nice
Yiğitler şehadet şerbetin içe
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Rumeli toprağı yoğrulmuş kanla
Ün alınır ancak verilen canla
Herkesin yüreği çarpıyor şanla
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Kurşunlar atıldı düşmana karşı
Şehidler buldular göklerde arşı
Gaziler döktüler hep sevinç yaşı
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Düşmanın gür sesli büyük topları
Delik deşik etti toprağı, yarı
Korkak Frenklerin yokmuş hiç ârı
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
İngilizler Frenge dostmuş diyorlar
Bir kötü kötüye elbette uyar
Onlara bu meydan gelecek pek dar
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Çanakkale'yi siz sandınız boştur
Davulun sesi de uzaktan hoştur
Saptığınız bu yol bir dik yokuştur
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Arıburnu hani topların nerde
Gazilik arzusu var hangi serde
Şehitlik göktedir gazilik yerde
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Ben yorgun değilim içim bir tufan
Müslümanlardan var mı savaştan kaçan
Türktür dünyaya al bayrak açan
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Arıburnu haydi toplar gürlesin
Ey düşman kaçma tavşan mı nesin
Bir hücumda hemen kesildi sesin
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Zırhlılar gitti deniz dibine
İlk hücumdan sonra ya bu kaçış ne
Kaç durma girerse fırsat eline
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Çanakkale'yi hiç verir mi Türkler
İstanbulumuzu alacak bir er
Var mıdır dünyada nerde o asker
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Boyabadlı Ömer oğlu Mustafa
Yazdı bu destanı girerken safa
Muradı gitmektir arşı tavâfa
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Boyabadlı Ömer Oğlu MUSTAFA
Yeni Mecmua Nüsha-i Fevkalade
****************************************************************
ÇANAKKALE'DE ÖLÜM
Sen ölüm,
Evlerde pissin ama,
Daglarda iğrençsin.
Sen ölüm,
Birinin adı silinir de,
Adın geçer ancak.
Sen ölüm,
Eli tutmaz olur da, gözü görmez olur da
Tutarsın, görürsün oralarda ancak.
Sen ölüm,
Evlerde pissin ama,
Dağlarda iğrençsin.
Sen ölüm,
Birinin adı silinir de,
Adın geçer ancak.
Sen ölüm,
..........
..........
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
****************************************************************
ÇANAKKALE
Övun, ey Çanakkale, cihan durdukça övün!
Ömründe göstermeden bi düşmana bir düğün,
Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün,
Başına yüz milletin üşüştüğü yersin!
Sen savaşa girince mızrakla, okla, yayla,
Karşına çıktı düşman çelikten bir alayla,
Sen topun donanmayla, tüfeğin bataryayla,
Neferin ordularla boy ölçüştüğü yersin!
Nice tüysüz yiğitler yılmadı cenk devinden,
Koştu senin koynuna, çıkar çıkmaz evinden,
Sen onların açtığı bayrağın alevinden,
Kaç bayrağın tutuşup yere düştüğü yersin..
Bir destana benziyor senin bugünkü halin,
Okurken duyuyorum sesini ihtilalin.
Övün, ey Çanakkale ki, sen Mustafa Kemal'in
Yüz milletle yüz yüze görüştüğü yersin!
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL