TraFoo
Banned
- Katılım
- 3 Ağu 2009
- Mesajlar
- 2,032
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Osmanlı zamanında, ilk yıllarda bir bilim yuvası iken, Duraklama ve Gerileme devirlerinde, gericiliğin, irticanın nerede ise kaynağı olmuş, sadece Arapça ve dini bilgiler veren, çağın bilim ve tekniğine sırtını dönmüş sözde bilim yuvası medreseler vardı. Kurtuluş savaşımızda bile askere gitmek istemeyen bu medreselerdeki mollalar, adeta bilime karşı tavır içinde bulunurlardı. Kurtuluş savaşımızın en kritik günlerinde, Batı Cephesinde her askere, her tüfeğe şiddetle ihtiyaç varken, bir medresede kanlı canlı mollaların Mustafa Kemal’e, “biz ulemayız askerlik yapmak istemiyoruz” demelerine karşı sinirlenen Mustafa Kemal’in, hemen mollaları cepheye sevk kararı olayını anımsarsanız, ne olduklarını anlaya biriz. Padişah Abdülhamit de, medreseli mollalar güya “ulema” diyerek, hiç askere aldırmazdı. İşte onların günümüzdeki uzantıları çıkarcı siyasilerin kışkırtmaları ile halen “katsayı” falan diyerek devlete sorun çıkardıklarına tanık olmaktayız.
Medreseler kapatılıp, modern okullar açılınca, bu medreselerde bedava yiyip, içip yatan mollalar, modern okullara karşı çıkarak düşman olmuşlar; laik TC ilan edilince de laikliğe, Atatürk devrimlerine cephe almaya başlamışlardı. İşte onların uzantıları o günlerden günümüze kadar, halen laikliğe karşı sürekli, kâh türbanı, kâh imam hatipleri kullanarak, kâh dinci partileri ile kavga vermekteler. Onların “bizim arka bahçemiz” dedikleri imam hatipler de günümüzde o medreselerin ve uzantılarının işlevini görmekteler.
İçine girmek için rotamızı çizdiğimiz, hedef aldığımız AB ülkelerine bir bakalım hangisinde, bizim imam hatip sayımız kadar AB ülkelerinin bütün şehirlerinde papaz hatip veya İncil hatip liseleri vardır? Hangi AB ülkesinde, bizim Kuran Kursları sayısı kadar İncil kursları vardır? Yoktur, çünkü onlar İncil’i ana dilerliye okur, kendi ana dilleriyle ibadetlerini yaparlar. Bunu taa XV. Yüzyıldan bu yana halletmişler, ondan sonra Avrupa Orta Çağ geriliğinden kurtulup aydınlanma, kalkınma sanayi çağına başlamıştır. Biz bu yenileme çabasına paralel ilerlememiz bir yana, XV. Yüzyılda bulunan matbaaya bile 270 yıl karşı çıkmışız veya yurda getirmekte gecikmişiz.
Biz Müslüman ülkeler, ne yazık ki bu aydınlanma çağını, yani ana dilde ibadet, ana dilde Kuran okuma çağını yaşayamadık. M. Kemal Atatürk, ilk kez Türkçe kamet, hutbe ve ezanı Türkçe-anadilde okunarak başlatmış; ölümünden sonra gelen medrese uzantıları, siyaset bezirgânları bunu önlemişlerdir. Şimdilerde AB ülkelerinin bazı yetkilileri “siz aydınlanma devrini yaşamadınız, sizi içimize alamayız” demekteler. İşte burada doğruluk payı vardır.
Türkçe ibadet-anadilde ibadet yurdumuzda gerçekleşse ne olurdu:
Herkes ibadetini Türkçe yapar, kutsal kitabını Türkçe okurdu. O zaman Kuran Kursların, imam hatip liselerine hiç gereksinim olmazdı. Herkes kutsal kitabın ne dediğini anlar, herkes rahatlıkla namaz kıldırırdı. Trilyonlara mal olan imam hatip ve Kuran kursu binalarına, masraflarına hiç gerek kalmazdı. Dinsel alandaki her türlü sömürü de, muska yazmaktan, üfürüğe kadar biterdi. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bazı bakanlıkların bile bütçesinden fazla olan bir din kuruluşuna gerek kalmazdı. İçine girmek için çabaladığımız AB ülkelerinin hiç birinde bizdeki Diyanet İşleri gibi resmi daire yoktur. Şunu kafamıza iyice yerleştirelim ki, Atatürk’ün arzuladığı gibi, ne zaman Türkçe ibadet olursa, o zaman Türk’ün aydınlanma çağı başlayacaktır.
İMAM HATİP DÜZ LİSELERE ALTERNATİF OLAMAZ
YÖK’ün 21 Temmuz 2009 da yapılan Genel Kurulunda aldığı kararla üniversiteye girişte farklı katsayı uygulamasını kaldırmıştı. YÖK bu kararla, katsayı yönüyle meslek liselerin normal liselerle eşit katsayı sistemi getirmiş, böylece meslek liseleri çıkışlıları istediği üniversiteye girebilecekti. Görünüşte güya eşitlik sağlanmıştı. Oysa düz lise çıkışlıları için bu durum dezavantajdır. Katsayı eşitleme çabası, imam hatipleri düz liselere alternatif haline getirmek, imam hatiplere ilgiyi artırmaktır. Ülkeyi din devletine götürme çabasını güden bu girişim, anayasanın laiklik ilkesine aykırıdır. Üniversitelere çağdaş bilim öğrenme yetisi ile öğrenim yapan düz liselere, imam hatipler denk alternatif olamaz. İktidarın buradaki tek amacı dinsel toplum, dinsel devlet yaratmaktır. Bu çaba ve uygulama Anayasanın laiklik ilkesiyle kesinlikle bağdaşmaz.
İstanbul Barosu da bu kararın iptali için yürütmenin durdurulması istemi ile Danıştay’a dava açmış. Danıştay’ın 8. Dairesi, YÖK’ün bu katsayı farkını kaldıran kararını “oy birliği ile” kaldırmıştır. Danıştay’ın yürütmeyi durduran kararında “mevzuata göre genel liseler yükseköğretime, meslek liseleri de mesleğe öğrenci yetiştirirler. Farklı statüye eşit muamele eşitlikle çelişkili” denilmiştir. Meslek lisesi mezunları iş hayatının, sanayinin ihtiyaç duyulan ara iş yerlerine eleman yetiştirilmesi için kurulmuşken, güya eşit sağlıyorum diye, kendi kol ve dalları dışında bir üniversiteye girme gayreti anlamsızdır. Bu güya katsayı eşitliği uygulaması pedagojik kurallara, Anayasamızın ve Temel Eğitim Yasasının hükümlerine aykırı bir durumdur. Gençlerimizin ve ülkemizin geleceği düşünülüyorsa, yasa ve yargı hükümlerine karşı koro halindeki propagandayı, dayatmaları, çağa aykırı umut tacirliğini bırakmalıdırlar. Dinci devlet, dinci toplum çabaları laiklikle yoğrulmuş AB kültürüne ve müktesebatına uymaz. Bu nedenle Danıştay’ın son kararı dorudur.
Katsayı eşitliğini kaldıran Danıştay kararını eleştiren, Laik TC nin Başbakanı RTE, bayram namazı ve Cuma namazı çıkışında, herkesin, hepimizin yargı kararlarına saygılı olmamız gerekirken, “bu karar tamamıyla ideolojik, kabul edilir hiçbir yanı yok” diyerek eleştiriyordu. Cami kapısında siyasi demeç veren bir başbakan, ne derece laikliğe saygılıdır, siz düşününüz. Arınç’tan başlayıp bakanları, milletvekilleri ile yargının kararını eleştirmeleri hukuk devletine yakışır mı?. Yargı kararına saygılı olmak şöyle dursun, kafalarına uymayan karar çıkaran hâkimler hakkında hemen soruşturmalar açmaktalar. Kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı nerede? Oysa Anayasamıza göre, yargı kararları herkesi bağlar. Bilindiği gibi, Danıştayın, türbanın kamusal alanda reddine ilişkin kararını eleştiren Başbakan, “bir de ulemaya soralım, ulema ne diyecek” diyerek eleştirmiş, Danıştaya saldırıya ve hâkimin katledilmesine sebep olmuştu. Bu tür dinsel içerikli demeçlerin tahrike ve saldırıya neden olduğunu, Sivas Madımak Kahramanmaraş vb nice olaylarda gördük. Yine Başbakan RTE ve aynı grup tarafından, laik tavrını, kararlarını sürekli eleştirilen eski YÖK Başkanı nerede ise tabanca ile saldırıya uğruyordu. (Saldırgan, “YÖK başkanını vuracaktım” diyen kişi YÖK yakınında tabanca ile yakalanmıştı, anımsayınız).
İktidarın bu katsayı oyunları ile amacı, imam hatip çıkışlıların imam olmaktan ziyade, onları, devlet kadrolarına yönlendirmek, dinci zihniyeti devlet organlarına yerleştirmektir. Bunun başka izahı yoktur. R.T.E imam yetiştiren imam hatip okulunu bitirmiş, neden imam olmamış? Amaç imam olmak değil, halkın kutsal dini duygularını kaşıyarak, sömürerek devlet rantına (getirisine) oturmaktır. Böylece devlet kadrolarında yandaş kafalar (imam hatip çıkışlılar) arttıkça kendi dinsel ideolojini yerleştirmek çok daha rahat olacaktır. Şimdi işte onun sancılarını ve sürecini yaşıyoruz. “Kurbağa gittikçe ısınmaktadır”; yurdun her yerinde dinsel görüş, dinsel giyinme artmaktadır.
İktidar “AB, Batı” diyorsa da, gerek çıkardığı-çıkaracağı yasaları, güya içine girmeye çalıştığı AB standartlarına göre uyarlamak şöyle dursun, yönünü, politikasını Batı görüşleri aksine olarak doğuya çevirmiş, Hür Batı ile kavga eden İslami cepheye yönelmiştir. El Beşir’den, Ahmedinejat’tan, Hizbullah’tan Kaddafi’ye kadar aşna fişne olan iktidar, Batı’nın politikalarına ters bir durumda görünmektedir. RTE nın kafasındaki, “laiklik elden gidiyor diyorlar, halk istiyorsa elbette gidecektir” söylemi adeta uygulanmaya başladı.
İktidar tüm kadroları ile İslami bir kadrolaşma çabası içindedir. İktidara geldiğinden beri siyasi-dini simge olan türban konusundaki anayasayı zorlayan çabası nedeni ile Anayasa Mahkemesinin “irticai olayların odağı olmak” tan aldığı ceza eyleminin devam etmekte olduğu, devlet kadrolarına atadığı din adamları ve İslami tavırlı politikaları göstermekte; iktidarın tüm bu tavırları ile de laik TC nin yönünü İslami devlete doğru götürmekte olduğu görülmektedir.
İşte o nedenledir ki, laik TC ni savunan orduyu, yargıyı her vesile ile yok ıslak imza, yok cuntacı, yok darbeci diyerek ve de herkesin telefonlarını dinleyerek baskı altına alması, yukarıdaki amacına ulaşmak için demokratik kuruluşları sindirmeye yönelik bir uygulamadır. AB nin istediği reformları yapacağı yerde, bu çeşit olumsuz tavır içinde olması, AB müktesebatı ile kesinlikle bağdaşmaz. Bu süreçte Türkiye’nin AB ye girmesi kesinlikle mümkün değildir.
Türkiye’de hemen her vilayette imam hatip bulunmakta, 2006 da iki milyon civarında imam hatip mezunu varken, 15 bin civarında imama ihtiyaç bulunmakta; imamı olmayan camilerde yetkisiz, vasıfsız, tarikatçı ve de ne olduğu bilinmeyen kimseler geçici imamlık yapmaktalar. Diyanet`in resmi verilerine göre, bugün ülke genelindeki toplam 79 bin 96 caminin 11 bin 878`inde din görevlisi yok. İmam-hatipsiz camilerin 7 bin 724`ü köylerde bulunuyor. Kalan kadrosuz camilerin 2 bin 856`sı il ve ilçelerde, bin 298`i beldelerde 12 bine yakın caminin imamı yok. 8 bin 222 kadar da Kuran kursu bulunmakta.
Öte yandan devletin tüm bakanlıklarına, Diyanetten naklen, imam hatip çıkışlı din görevlileri atanmakta; ilgili bakanlık ta sormuyor ki, “senin okuduğun dal başka, ülkenin imama ihtiyacı var, sen git imam ol” diye söylemiyor. En teknik kadrolara bile (TRT, RTÜK GİBİ) imamların atanması çok ilginçtir. Öte yandan, aynı kadrolara düz lise, üniversiteleri bitirmiş teknik ve ehil personel iş bulamazken, imamların atanması, devlet düzeninin İslamileştirme çabasından başka bir şey olamaz.
Dini bilgilerle yetişmiş kişi biatçidir; biatçi soru sormaz, sorgulamaz, özgür düşünemez, özgür düşünmeyen de bilim üretemez. Çünkü bilim ve bilimsel düşünce laik ortamında her türlü dini düşünce ve baskıdan özgürdür. Özgür olmayan, özgür düşünemeyen, sorgulamayan, tartışmayan biatçi kafalar asla bilim üretemez. Bilim üretemeyen uluslar, ne kadar doğal zenginlik kaynaklarına sahip olurlarsa olsunlar, laik ve özgürce bilim üreten ulusların sömürüsünden kurtulamazlar. Bunu Batı ile İslam dünyası açıkça görmekte ve yaşamaktadır. Dünyada dini motif ve simgeleri sürekli ön plana çıkarıp kalkınan, aydınlanan bir devlet yoktur. Aşırı dincilik irticayı üretir.
Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, Türkiye'deki kadar çok din okulu (imam hatip okulu) yoktur ve sınırlı sayıdaki din okulları da zaten özeldir. Böylesine çok imam-hatip okulu, dine dayalı devlet eğitim kurumunun varlığı, dünyada ancak 'şeriat' rejimlerinde görülmektedir. Anayasasında dini yazan İsrail ya da Hıristiyan ülkelerinde bile dini eğitim veren liselerin sayısı, genel liselere oranla çok düşüktür. Genel liselerde zorunlu din dersi ise, bırakın laiklik, demokrasinin özüne de aykırıdır.
İmam-hatip Okulları, giderek, din adamı yetiştirme işlevini yerine getirmekten çok, liselere alternatif haline gelip başka mesleklere adam yetiştirmeye yöneltildi.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in 2006 da açıklamalarıyla ortaya çıkan gerçek şu:
İşleri Örgütü'nde din adamı sayısının azlığından şikâyet eden ve bunu artırmak isteyen hükümetin bakanlıkları, Diyanet İşleri'nin kadrosundaki din adamlarını kendi kadrolarına geçirmekte birbiriyle yarış ediyorlar. Yani, Diyanet'in mevcut din adamı kadrolarını da boşaltıyorlar.
Bu yarışın sonundaki durum şu: Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Örgütü'nden 605 din adamını almış, kendi öğretim ve yönetim kadrolarına geçirmiş. Bayındırlık Bakanlığı'nın aynı kaynaktan aldığı din adamı sayısı 126, İçişleri Bakanlığı'nın 100, Başbakanlık ve Devlet Bakanlıklarının 48, Tarım Bakanlığı'nın 69, Sağlık Bakanlığı'nın 56, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 20... Liste böyle gidiyor.
Matbaaya 270 yıl direnen, bilimi yüzyıllardır kucaklamamış İslam dünyası ile çağdaş ve laikliği özümsemiş Batı arasındaki patent sayısını, basılan ve okunan kitap ve gazete sayısını kıyaslarsak arada korkunç bir fark olduğunu görürüz. İktidarımızın bazı siyasetçileri, şu çağda bile “laikliği yeniden tanımlamaktan” bahsetmekteler. Buna artık çağdaş dünyada gülerler.
Türkiye’de bayanların camilerde imam olması mümkün olmadığına ve bütün imam hatiplerde öğrencilerin yarısından fazlası, yüzde yetmişi kız olduğuna göre, kız çocukları ısrarla neden imam hatip okuluna gönderilmektedir?
Eğer Türkiye AB standardında bir ülke olmak istiyorsa, anadilde ibadete geçmelidir. Dünyanın hiçbir ülkesinde (ne ki hiçbir İslam ülkesinde) bu denli din okulu imam hatip lisesi olmadığına göre, şu çağda Osmanlı medresesi konumunda olan imam hatiplerin gereğinden fazlası kapatılmalıdır. Zaten okullarda din dersi zorunluluğu da bulunmaktadır.
“Milli Eğitim Bakanlığı 1924 yılında 29’a yakın imam-hatip okulu açmıştı. 1930’ların başına kadar varlıklarını devam ettiren bu okullar, rağbet görmemeleri nedeniyle gitgide azalmış ve 1931-32’de tümüyle kapanmışlardı. Ta ki 1950’lerde Demokrat Parti iktidarı döneminde yeniden açılıncaya dek. Bu tarihten sonra sayıları hızla arttırılan bu okullar, 70’li yıllardan itibaren patlamalı bir şekilde çoğaltıldılar. Toplumun sosyalist fikirlere sempatisinin arttığı, solun büyük bir güç kazandığı bu yıllarda, İslamcı harekete militan yetiştirme işlevi de gören bu okullar, ABD destekli hükümetler tarafından bizzat “komünizmi önleme” amacına hizmet etmek üzere yaygınlaştırıldılar. Bu dönemde, İslamcı hareketlerin ve sermaye gruplarının desteklenmesi, ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı bir Yeşil Kuşak oluşturma planının doğrudan bir parçasıydı”.
Ülkemizdeki bu konuda acı gerçeği şöylece özetleyecek olursak, siyasilerimiz şunu bilmelidirler ki, hiçbir çağdaş ve laik ülkeye yakışmayacak uygulamalar içindeyiz, önce herkes evinin önünü süpürmelidir:
“Ülkemizde, Diyanete ayrılan bütçe 8 bakanlık bütçesine eşit ve üniversitelere ayrılan bütçenin 20 katı ise, 67 bin okul, 85 bin cami, 77 bin doktor, 90 bin din görevlisi var ise, kadın özgürlük adına giderek çağdaş yaşamdan uzaklaştırılıyor, 15–29 yaş grubu genç kızların % 60’ı, 25–29 yaş grubundakilerin % 66’sı ne okuyabiliyor ne de çalışabiliyor, ülke kadınlarının sorunları arasında türbanın % 1’ler de olmasına karşın anayasa değişiklikleri yapılabiliyor, ülke ekonomik performansı 55 ülke arasında 53.sırada, ülke sigorta şirketlerinin % 80’i Menkul Değerler Borsasının % 75’i, bankaların % 40’dan fazlası yabancıların eline geçmiş, her yıl ortalama 700 bin ile 1 milyon kişiye iş yaratmak gerekiyor ve bunun maliyeti de yine ortalama olarak 175 ila 200 milyar dolar civarında, her beş kişiden biri işsiz ve bu sayı sürekli artıyor, tüm bu olumsuzluklara karşın bizi yönetenler daha çok üreyin, daha çok çoğalın diyor, ülke bütünlüğü başta olmak üzere tüm değerlerimiz yakın tehlikelerle karşı karşıya, huzur barış kardeşlik ve istikrar için yeni politikalar ve muhalefet geliştirilemiyor, büyük halk yığınları umutsuz ve kaygılı, temelleri yürekli, aydın ve yurtsever insanların kenti Sivas’ta atılan Laik Cumhuriyetimiz tehdit altındadır. Tüm bu sorunların çözümü ve reçetesi ulusal güçler ve kurumlar yerine IMF, AB ve ABD’de aranıyor olmuştur”.
Yani tıpkı Kurtuluş savaşımızdaki gibi, ama bu kez Emperyalistlerin silahsız işgali altındayız. Başımızda da, tıpkı Damat Ferit Vahdettin gibi, dini yurtseverlere-günümüz Kuva-yı Milliyecilerine, Atatürkçülere karşı kullanan, yargısına, Atatürkçü ordusuna saldıran, “türban, kurban, imam hatip” diyerek işgalcilerle işbirliği yapan, sadece kendi saltanatlarını, çıkarlarını düşünen, bir iktidar var. Ülkenin toprakları emperyalistlere satılmış, ülke ekonomik işgale uğramış, ülke Duyun-u Umumiye gibi IMF borcuna saplanmış; “memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve ihanet içinde olanlar”ca Kuva-yı Milliyeciler- Atatürkçüler, “Ergenekoncu, darbeci, cuntacı” fermanları ile gecenin kör karanlığında baskınlarla kodeslere atılmaktadır. Aylarca içeri atılan aydınlar, Atatürkçüler ne doğru düzgün yargıç karşısına çıkarılıyorlar, ne de yargılanıp ceza alıyorlar, yani tutukluyken ceza çekiyorlar. Böyle bir adalet olur mu? Amaçları, laikliği, Atatürk ve Atatürkçülüğü savunan aydınları sindirmektir.
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi - Z-Raporu