MARCUSX
New member
Çapsız maskelilerden gına geldi
Sevgili okurlar; yine açılım tartışmalarıyla, siyasetteki mektuplarla, IMF ve Dünya Bankası toplantıları ve gösterileriyle, dış politikada zafer nidalarıyla duyurulan Ermeni açılımı ve buna karşı Fransa’daki soğuk duş etkisi yapan Cumhurbaşkanı Gül’e düşük yoğunluklu ağırlama ile bir haftayı daha geride bıraktık. Sizlere bu sohbetimde geçen haftanın önemli gelişmelerinden bir demet sunmak istiyorum.
Açık Türkiye sevgisizliği
Hafta sonunda sohbet ettiğim bir siyasetçi “Dikkat ediyor musun, televizyonlarda sanki bir Kürt istilası yaşıyoruz” dedi. İroniydi tabii bu söyledikleri ama toplumun önemli bir kesiminin de böyle düşünmeye başladığını hissetmemek mümkün değil. Ekranları kaplayan ve kendilerine “aydın” sıfatını yakıştıran bir dizi “maskeli liberal faşist” açılımları destekleme bahanesiyle Türkiye sevgisizliklerini daha şiddetli ve sert biçimde belirtmeyi sürdürüyor.
Amaç ne belli değil
Bu fikirsiz ve çapsız sözde aydınların aslında ne demek istedikleri de anlaşılmıyor. Üzerinden iki aydan fazla zaman geçmesine rağmen Kürt açılımı konusunda hâlâ somut bir öneri gelmedi. Sadece lafı ağızlarında dolaştıranlar bir Kürt otonom bölgesinden, genel aftan ve İmralı’dakinin affedilmesinden söz ediyor ama bunu bile namuslu biçimde, açık açık dile getiremiyorlar.
Sürekli yalan söyleniyor
Yandaşıyla, karşıtıyla, tarafsızıyla neredeyse medyanın büyük bölümünü kontrol eden bu liberal maskeliler her gece çıktıkları ekranlardan hiç sakınmadan ve utanmadan yalan söylemeyi aralıksız sürdürüyor. Her fırsatta sözü Atatürk’e, Cumhuriyet ilkelerine getiren bu kişiler kamuoyunun zihninde Türkiye ve Türk sevgisizliğini yerleştirmeye çalışarak adeta beyin yıkıyorlar.
Örnekler vereyim
Bu Türkiye sevgisizlerinin en çok söylediği cümlelerden biri “Kürtler de artık eşit haklar istiyor.” Kendileri çalıp kendileri oynayan bu maskeliler nedense “Kürtler hangi konuda eşit değil, hangi haklarını kullanamıyorlar” sorusuna cevap vermiyorlar ve lafı hep uzun yıllar öncesinde kalan bazı kötü muamelelere dayandırıyorlar.
Anayasa konusu da yalan
Yine bu maskeliler ikide bir Anayasa’dan söz ederek “Hangi demokrat, askerin yaptığı darbe anayasasını savunur” yalanına sarılıyor. Oysa bu Anayasa artık askerlerin yaptığı anayasa değil. Bu Anayasa yüze yakın değişiklik geçirdi. Ayrıca AB uyum yasaları için yapılan değişikliklerle Anayasa bambaşka hale geldi.
İşine gelince iyi
İşte bu maskeliler AB uyum yasaları için yapılan değişiklikleri büyük devrim olarak nitelerken, Kürt konusu gelince Anayasa’dan şikâyet edip bir de üstüne açılımın içeriğini sorgulayanları asker anayasasına sahip çıkmakla suçluyor. Böyle bir çifte standart, böyle bir çarpıtma olabilir mi?
Durup dururken düşmanlık
Burada canımı en çok sıkan konu, bu sözde aydınların, sırf kendi sevgisizliklerini tatmin etmek, iktidarın sağladığı olanaklardan yararlanmak adına TV ekranlarından tüm halka düşmanlık duygularını aşılamaktan çekinmemeleri. Bugüne kadar terörle Kürt halkını ayıran ve hiçbir husumet duygusu taşımayan halka adeta zulmederek yapılan yayınların düşmanlık rüzgârlarını güçlendirdiğini görmek istemiyorlar.
Demokrasi ile ezmek
Liberal maskeliler canlarının istediği gibi davranmayı da, gerçekten demokrat olanların nezaket ve olgunlukları ile sağlıyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen, iktidara biat etmek ve olanaklardan yararlanmak yerine, soran, eleştiren, karşı çıkan, somut bilgilere ve bilime inanan insanları “demokrat olmamakla” karalıyorlar. Ne yazık ki gerçek demokratlar nezaketleri nedeniyle sesini fazla yükseltmiyor. Ama bu nezaketin hep sürmesi de mümkün değil.
Askerin tedirginliği
Açılım tartışmaları sürerken ve maskeliler başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere kendilerinden olmayan herkesi karalarken askerin de tedirginliğe itildiğini gözlemliyoruz. Lice’de ne yazık ki parçalanarak ölen bir küçük kızın nasıl bir patlamaya kurban gittiğini iki haftadır açıklayamayan, gerçeği ortaya çıkaramayan Türk Silahlı Kuvvetleri de kamuoyunun gözünde sürekli itibar kaybediyor. Bu durum elbette Türkiye sevgisizlerini çok sevindirir ama ülkenin de sonunu getirebilir.
IMF protestoları
Sevgili okurlar; geçen haftanın en flaş olayı kuşkusuz İstanbul’da toplanan IMF Genel Kurulu ve Dünya Bankası toplantılarıydı. Toplantılardan çok önemli sonuçlar çıkmadı belki de, dışarıda olanlar daha ilgi çekti. Ancak ne yazık ki son derece sofistike paketlerle hazırlanan protesto gösterileri, PKK ve solcu goşist örgütlerin provokasyonu ile çığrından çıktı.
Polis görevini yapmıyor mu?
Birbirinden renkli ve güzel eylemlerle protestolar sürerken PKK ve goşistlerin ortalığı karıştırması ve vandalizmin doruğuna çıkmaları karşısında polisin tavrı da dikkat çekici. Bir avuç vandalisti saptamak ve bu tür günlerde önceden önlem almak acaba neden zor geliyor? Ve bu gözü dönmüşlerin bazı yerlerde hiçbir güvenlik önlemi ile karşılaşmamaları tamamen tesadüf mü, insan sormadan edemiyor.
Orhan Pamuk’a dava
Geçen haftanın “tehlikeli” gelişmelerinden biri de Yargıtay’ın Orhan Pamuk’la ilgili aldığı karardı. Buna göre davası bozulan Pamuk hakkında isteyen herkesin dava açabilmesine de yol verilmiş oldu. Nobel ödüllü yazarın söylediklerinden öfkelenen ve “Oh olsun, şimdi davalarla boğuşsun” diyenler elbette var. Ama ne söylerse söylesin bir kişiyi tüm toplumun önüne atmak; bir süre sonra fikrini söyleyen herkesi aynı duruma düşürmek isteyen faşist bir tavra dönüşebilir. Bu kararla ilgili mutlaka ve hemen yasal bir düzenleme yapılması zorunluluktur.
Al Capone benzetmesi
Geçen haftanın en talihsiz açıklamalarından biri de Başbakan Erdoğan’ın Doğan yayınlarının sahibi Aydın Doğan’ı Al Capone’a benzetmesiydi. Öfke ve intikam kokan bu sözler Erdoğan’a olduğu gibi hiçbir siyasetçiye ve insana yakışmaz. Başbakan’ın ne kadar yersiz olsa da kamuoyunun zihnini karıştıracak bu tür benzetmeler yaptıktan sonra “Türkiye’nin bir korku imparatorluğuna çevrildiğini” söyleyenlere kızmaya hakkı olamaz.
Yandaş medya yapıyor yapacağını
Erdoğan bu yanlış ve kötü benzetme ile korku yayarken, yandaş medyadaki silahşorlar da üzerlerine düşeni yapmaktan hiç sakınmıyorlar. “Sözde” benzetmeyi yanlış bulduklarını söyledikten sonra vergi idaresinin artık kasıtlı olarak verdiğini tüm dünyanın da kabul ettiği bir ceza üzerinde tepinerek hem yargıyı hem de idareyi vesayet altında tutmaya çalışıyorlar. Bu kadar çirkin oyunun üst üste oynandığına gazetecilik hayatımda ilk kez tanık oluyorum.
Halit Refiğ’i kaybetmek
Sevgili okurlar, dün Türkiye çok önemli bir sinema yönetmenini ve gerçek bir aydınını kaybetti. Bu, herkesi üzmesinin yanı sıra benim için durum biraz farklı. Çünkü Halit Refiğ benim bacanağım. Bu büyük yönetmeni ve aydını sağlığında olduğu gibi ölümünden hemen sonra da büyük bir sevgi ve saygı çemberi sarmaladı. Halit Refiğ’in yarın toprağa veriyoruz. Son günlerini, Halit Refiğ’in önemini önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşacağım. Hepinize iyi haftalar dilerim...
KAYNAK: http://haber.gazetevatan.com/haberd...12.10.2009&Newsid=264188&Categoryid=4&wid=142
Sevgili okurlar; yine açılım tartışmalarıyla, siyasetteki mektuplarla, IMF ve Dünya Bankası toplantıları ve gösterileriyle, dış politikada zafer nidalarıyla duyurulan Ermeni açılımı ve buna karşı Fransa’daki soğuk duş etkisi yapan Cumhurbaşkanı Gül’e düşük yoğunluklu ağırlama ile bir haftayı daha geride bıraktık. Sizlere bu sohbetimde geçen haftanın önemli gelişmelerinden bir demet sunmak istiyorum.
Açık Türkiye sevgisizliği
Hafta sonunda sohbet ettiğim bir siyasetçi “Dikkat ediyor musun, televizyonlarda sanki bir Kürt istilası yaşıyoruz” dedi. İroniydi tabii bu söyledikleri ama toplumun önemli bir kesiminin de böyle düşünmeye başladığını hissetmemek mümkün değil. Ekranları kaplayan ve kendilerine “aydın” sıfatını yakıştıran bir dizi “maskeli liberal faşist” açılımları destekleme bahanesiyle Türkiye sevgisizliklerini daha şiddetli ve sert biçimde belirtmeyi sürdürüyor.
Amaç ne belli değil
Bu fikirsiz ve çapsız sözde aydınların aslında ne demek istedikleri de anlaşılmıyor. Üzerinden iki aydan fazla zaman geçmesine rağmen Kürt açılımı konusunda hâlâ somut bir öneri gelmedi. Sadece lafı ağızlarında dolaştıranlar bir Kürt otonom bölgesinden, genel aftan ve İmralı’dakinin affedilmesinden söz ediyor ama bunu bile namuslu biçimde, açık açık dile getiremiyorlar.
Sürekli yalan söyleniyor
Yandaşıyla, karşıtıyla, tarafsızıyla neredeyse medyanın büyük bölümünü kontrol eden bu liberal maskeliler her gece çıktıkları ekranlardan hiç sakınmadan ve utanmadan yalan söylemeyi aralıksız sürdürüyor. Her fırsatta sözü Atatürk’e, Cumhuriyet ilkelerine getiren bu kişiler kamuoyunun zihninde Türkiye ve Türk sevgisizliğini yerleştirmeye çalışarak adeta beyin yıkıyorlar.
Örnekler vereyim
Bu Türkiye sevgisizlerinin en çok söylediği cümlelerden biri “Kürtler de artık eşit haklar istiyor.” Kendileri çalıp kendileri oynayan bu maskeliler nedense “Kürtler hangi konuda eşit değil, hangi haklarını kullanamıyorlar” sorusuna cevap vermiyorlar ve lafı hep uzun yıllar öncesinde kalan bazı kötü muamelelere dayandırıyorlar.
Anayasa konusu da yalan
Yine bu maskeliler ikide bir Anayasa’dan söz ederek “Hangi demokrat, askerin yaptığı darbe anayasasını savunur” yalanına sarılıyor. Oysa bu Anayasa artık askerlerin yaptığı anayasa değil. Bu Anayasa yüze yakın değişiklik geçirdi. Ayrıca AB uyum yasaları için yapılan değişikliklerle Anayasa bambaşka hale geldi.
İşine gelince iyi
İşte bu maskeliler AB uyum yasaları için yapılan değişiklikleri büyük devrim olarak nitelerken, Kürt konusu gelince Anayasa’dan şikâyet edip bir de üstüne açılımın içeriğini sorgulayanları asker anayasasına sahip çıkmakla suçluyor. Böyle bir çifte standart, böyle bir çarpıtma olabilir mi?
Durup dururken düşmanlık
Burada canımı en çok sıkan konu, bu sözde aydınların, sırf kendi sevgisizliklerini tatmin etmek, iktidarın sağladığı olanaklardan yararlanmak adına TV ekranlarından tüm halka düşmanlık duygularını aşılamaktan çekinmemeleri. Bugüne kadar terörle Kürt halkını ayıran ve hiçbir husumet duygusu taşımayan halka adeta zulmederek yapılan yayınların düşmanlık rüzgârlarını güçlendirdiğini görmek istemiyorlar.
Demokrasi ile ezmek
Liberal maskeliler canlarının istediği gibi davranmayı da, gerçekten demokrat olanların nezaket ve olgunlukları ile sağlıyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen, iktidara biat etmek ve olanaklardan yararlanmak yerine, soran, eleştiren, karşı çıkan, somut bilgilere ve bilime inanan insanları “demokrat olmamakla” karalıyorlar. Ne yazık ki gerçek demokratlar nezaketleri nedeniyle sesini fazla yükseltmiyor. Ama bu nezaketin hep sürmesi de mümkün değil.
Askerin tedirginliği
Açılım tartışmaları sürerken ve maskeliler başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere kendilerinden olmayan herkesi karalarken askerin de tedirginliğe itildiğini gözlemliyoruz. Lice’de ne yazık ki parçalanarak ölen bir küçük kızın nasıl bir patlamaya kurban gittiğini iki haftadır açıklayamayan, gerçeği ortaya çıkaramayan Türk Silahlı Kuvvetleri de kamuoyunun gözünde sürekli itibar kaybediyor. Bu durum elbette Türkiye sevgisizlerini çok sevindirir ama ülkenin de sonunu getirebilir.
IMF protestoları
Sevgili okurlar; geçen haftanın en flaş olayı kuşkusuz İstanbul’da toplanan IMF Genel Kurulu ve Dünya Bankası toplantılarıydı. Toplantılardan çok önemli sonuçlar çıkmadı belki de, dışarıda olanlar daha ilgi çekti. Ancak ne yazık ki son derece sofistike paketlerle hazırlanan protesto gösterileri, PKK ve solcu goşist örgütlerin provokasyonu ile çığrından çıktı.
Polis görevini yapmıyor mu?
Birbirinden renkli ve güzel eylemlerle protestolar sürerken PKK ve goşistlerin ortalığı karıştırması ve vandalizmin doruğuna çıkmaları karşısında polisin tavrı da dikkat çekici. Bir avuç vandalisti saptamak ve bu tür günlerde önceden önlem almak acaba neden zor geliyor? Ve bu gözü dönmüşlerin bazı yerlerde hiçbir güvenlik önlemi ile karşılaşmamaları tamamen tesadüf mü, insan sormadan edemiyor.
Orhan Pamuk’a dava
Geçen haftanın “tehlikeli” gelişmelerinden biri de Yargıtay’ın Orhan Pamuk’la ilgili aldığı karardı. Buna göre davası bozulan Pamuk hakkında isteyen herkesin dava açabilmesine de yol verilmiş oldu. Nobel ödüllü yazarın söylediklerinden öfkelenen ve “Oh olsun, şimdi davalarla boğuşsun” diyenler elbette var. Ama ne söylerse söylesin bir kişiyi tüm toplumun önüne atmak; bir süre sonra fikrini söyleyen herkesi aynı duruma düşürmek isteyen faşist bir tavra dönüşebilir. Bu kararla ilgili mutlaka ve hemen yasal bir düzenleme yapılması zorunluluktur.
Al Capone benzetmesi
Geçen haftanın en talihsiz açıklamalarından biri de Başbakan Erdoğan’ın Doğan yayınlarının sahibi Aydın Doğan’ı Al Capone’a benzetmesiydi. Öfke ve intikam kokan bu sözler Erdoğan’a olduğu gibi hiçbir siyasetçiye ve insana yakışmaz. Başbakan’ın ne kadar yersiz olsa da kamuoyunun zihnini karıştıracak bu tür benzetmeler yaptıktan sonra “Türkiye’nin bir korku imparatorluğuna çevrildiğini” söyleyenlere kızmaya hakkı olamaz.
Yandaş medya yapıyor yapacağını
Erdoğan bu yanlış ve kötü benzetme ile korku yayarken, yandaş medyadaki silahşorlar da üzerlerine düşeni yapmaktan hiç sakınmıyorlar. “Sözde” benzetmeyi yanlış bulduklarını söyledikten sonra vergi idaresinin artık kasıtlı olarak verdiğini tüm dünyanın da kabul ettiği bir ceza üzerinde tepinerek hem yargıyı hem de idareyi vesayet altında tutmaya çalışıyorlar. Bu kadar çirkin oyunun üst üste oynandığına gazetecilik hayatımda ilk kez tanık oluyorum.
Halit Refiğ’i kaybetmek
Sevgili okurlar, dün Türkiye çok önemli bir sinema yönetmenini ve gerçek bir aydınını kaybetti. Bu, herkesi üzmesinin yanı sıra benim için durum biraz farklı. Çünkü Halit Refiğ benim bacanağım. Bu büyük yönetmeni ve aydını sağlığında olduğu gibi ölümünden hemen sonra da büyük bir sevgi ve saygı çemberi sarmaladı. Halit Refiğ’in yarın toprağa veriyoruz. Son günlerini, Halit Refiğ’in önemini önümüzdeki günlerde sizlerle paylaşacağım. Hepinize iyi haftalar dilerim...
KAYNAK: http://haber.gazetevatan.com/haberd...12.10.2009&Newsid=264188&Categoryid=4&wid=142