Bahçeli'ye şok mektup!

türk ocağı

serdengeçti
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
1,813
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Taceddin Dergahı
Bahçeli'ye şok mektup!


MHP'nın 40. kululuş yıldönümü dolayısıyla uygun gördüğü isimlere kargo ile çeşitli hediyeler gönderen MHP Lideri Devlet Bahçeli'ye mektuplu şok!



Bahçeli'nin hediye ile kargo gönderdiği hediyeyi kabul etmeyerek geri gönderme kararı alan Gündüz Aydın isimli eski ülkücü, Bahçeli'nin vefasızlığını ön plana çıkaran bir de mektup yazdı.

Kardeşi Yavuz Aydın'ın şehid olduğunu ve bugüne kadar MHP camiasından kendilerine hiç bir şekilde sahip çıkılmadığını belirten Gündüz Aydın'ın, "Siz hep 'hain' ürettiniz" şeklindeki ifadeleri dikkat çekti.

"Geçmişi inkar eden, onca şehit ailesini unutan ve davası için cezaevlerinde yatan binlerce kişi adına MHP'ye akkımı helal etmiyorum" ifadelerini kullanan Gündüz Aydın'ın mektubu şöyle:

"Sayın Devlet Bahçeli,

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı – ANKARA

Şahsıma gönderdiğiniz ve “Zorlu kırk yılın hatırası” olarak adlandırdığınız kargoyu alınca geçmişimde yaptığım “Şerefli bir mücadelenin, yüksek vatan ve millet sevgisinin, büyük fedakarlık ve meşakkatin” izleri hızla gözümün önünden bir film şeridi gibi akıp geçti.

Arkama baktığımda; acı, gözyaşı ve vefasızlıktan başka bir şey göremedim. Partinizin kuruluşunun 40.yılını kutlarken; benim kardeşimin aramızdan ayrılışının 30.yılını kutlayamamanın burukluğu içinde; eğilmeden, yamulmadan, dosdoğru yaşadığım yıllarıma şükür ediyorum.

17 Mayıs 1979 yılından bu güne geçen zaman diliminde atmış dini bayram, yüzlerce kandil ve otuz yıldönümü yaşadık. Hele ilk yıllarda gözü yaşlı annem, evlat acısı ile kıvranan babam; bir tek vefalı dost ararken, maalesef sizin o “Şerefli bir siyasal mücadelenin” mensuplarından bir kişi dahi kapımızı çalmadı.

Bir mensubunuz gelip “Ne yapıyorsunuz?” bile demedi.

Sizler, yanı başımda, televizyon ekranlarında ve açılışlarda-törenlerde şu kadar “Ülkücü şehit” edebiyatı yaparken “Kim bunlar diye?” soran bile olmadı.

Benim kardeşim “Allah'ın rızasını kazanmak için” hayatını kaybetti; sizler onların edebiyatını yaptınız.

Daha önceki dönemde ve şu dönemde 3'er milletvekili ile Manisa'da partiniz temsil edildi. O milletvekilleri oy isterlerken “Ülkücü şehitleri” ağızlarından düşürmediler. Keşke bir sefer de olsa annemin, babamın elini öpmeye gelselerdi. Ama gelmediler.

Unuttular, unutulduk… Bir zamanlar dava dediğimiz o yüce mefkûre tarihin sayfalarında gömülü kaldı.

Siz hep “Hain” ürettiniz!

Hayatı hep hizmet için geçen ve 2001 yılında kaybettiğim sevgili babam; vefasızlığı göre göre bu dünyadan ayrıldı.

Söylenen sözler hep havada kaldı.

Evet, “Bir hilal uğruna adanmış 40 yıl için” benim çok söyleyeceklerim var. Gözyaşlarımın, dökülen saçlarımın, bükülen dizlerimin çok söyleyecekleri var.

Ama bu söyleyeceklerimi şimdi söylemeyeceğim.

Bunun bir de hesap günü olduğunu bilenlerdenim.

Manisa caddelerinde eriyen ziftler üzerinde kaybolan gençliğimin hesabını “O gün” “O büyük Din gününde”, soracağım.

Gönderdiğiniz kargonun üzerindeki ifade bile yaptığınız işin ne kadar göstermelik olduğunu anlatıyor.

Bundan sonra MHP'nin aramasında bir yarar yok! “Kırk yıl için hazırlanan anıyı bu kutlu günlerin hatırlanması için” reddediyorum.

30 yıldır unutulan, hatırlanmayan ben Gündüz Aydın gönderdiğiniz bu kargoyu kabul etmiyor ve iade ediyorum.

Ve bu vefasızlık nedeniyle MHP'ye hakkımı helal etmiyorum.

Geçmişi inkar eden, onca şehit ailesini unutan ve davası için cezaevlerinde yatan binlerce kişi adına MHP'ye hakkımı helal etmiyorum.

EDEMİYORUM, ETMEK İSTEMİYORUM, ETMİYORUM…

Gündüz AYDIN(Şehit Yavuz Aydın'ın Ağabeyi)"

----------------------------------------------------------------------------------------------
ŞEHİT YAVUZ AYDININ AZİZ HATIRASINA

“Vuruldu Açmadan Güllerim!...” – Sezai UÇAR VE Yavuz AYDIN’a

Henüz çocuk yaşını geride bırakmışlardı... Etraflarında halkalanan çocukların önünde yürümek... “Oyun kurucu” olmak onların ortak özellik ve istidatlarından biriydi...

Yaşlarına inat yürekleri ve hayalleri büyüktü... Çocukça rüyalar görüp hayaller kurmaya zamanları olmamıştı... Onların rüya ve hülyalarında; milletlerinin dert ve ıstırabı, yeniden cihana öncü olması... Alem-i İslam’ın mağduriyet ve mazlumiyeti, bölük-pörçük, fakir geri kalmış hali, birlik ve saadeti vardı... Gayri insani sistem ve ideolojilerin girdabında kıvranan beşeriyetin göz ve gönül yaşları vardı... Onların marş ve türkülerinde; “Çırpınırdı Karadeniz”, “Genç Osman”, “Estergon Kal’ası”, “Mehter Marşı”, “Türkistan”, “Dokuz Işık”, “Yemen Türküsü”... nağmelenirdi. “Yolların Sonu”, “Zındandan Mehmed’e Mektup”, “Leke”, “Bayrak”, “Fetih Marşı”, “Sakarya Türküsü” ağabeylerinden dinledikleri ve ezberledikleri şiirleriydi...

Menekşe bakışlı, sümbül zülüflü sevgililere şarkılar söyleyip, şiirler okumaya zamanları olmamıştı ki... Yaşıtları çocuk parklarında koşup oynarken, salıncaklarda salınır, kaykaylarda kayarken, onlar; Ülkü Ocakları’na koşar... Ülkücü ağabey ve öğretmenlerinin ders, sohbet ve seminerlerini dinlerlerdi... Bilgi edinmenin, güzel ahlakla süslenmenin vecd ve heyecanı içindeydiler hep... Murat Germen İlkokulu’nun duvarlarına provokasyon amaçlı-art niyetli yazılan yazıları silmek için, Okula gönderdiğim ağabeylerinin “büyünce ne olmak istiyorsunuz?” sorusuna verilen, “Ben büyünce Ülkü Ocakları başkanı olacağım!...” cevabı, onların birine ait olup; onların ortak sevdasıydı... Okumak... Araştırmak... Öğrenmek... Yaşamak... ve öğretmek, hem bir Kur’ani emir, hem de, “İlây-i Kelimetullah” için... “Nizâm-ı Âlem” için... Kıt’âlar fethetmiş, medeniyetler kurmuş, şahlı ecdatlarından kalmış, pek kıymetli bir miras idi...

Kafalarında sorularla dolaşırlardı hep, cevabını alacakları ağabeylerini, öğretmenlerini arar, bulurlardı... İstikbalimizin aydınlığı ve ümidi vardı gözlerinde... Ülkü Ocaklarıyla tanıştıktan sonra birer edep ve ahlak, birer başarı ve gayret çiçeği misali domurcuğa durdukları, ailelerinin, komşularının ve yakınlarının ifadesi, şükran sebebi... Bizlerin de iftihar ve şükür vesilemizdi... Belki onlar isimsiz kahramanlar olmayı istediler, ama bizler, onların isim
ve meziyetlerini öğrendik ve söyledik... Hususi ilgimin, sevgimin, ders ve sohbetlerimin, teşvik ve takdirlerimin odağında oldular, çoğu zaman... İsimleri; Sezai, Yavuz, Abdullah Yunus, Nadir, Süleyman, Ziya, Haşim, Adnan, Ali, Necmi, Nedim, Gürsel, Hamza, Uğur, Arif, Nuri, ve ... İlh... idi... Bir kısmı, bu gün yüz akımız olmaya devam etseler de, bir kısmı ile aramıza kurşunlar... Zındanlar... İşkencehaneler girdi... “12 Eylül vurgunu” girdi...

Savurdu hazan görmüş yapraklar misali... Ezilenler, çiğnenenler, örselenenler, kirlenenler oldu... heyhaaat!... Onlarla randevularımız sabah namazlarında; Muradiye camiinde, Mesir camiinde, Hatuniye camiinde olurdu... Bir sabah ezanında Çin seddinde, Endülüste, Mescid-i Nebevi de, Kabe-i Şerifte verilmiş randevularımız vardı... Bahar yeniden gelmiş... Ulupark... Sultan parkı... Gürle... Emiralem... Akpınar gelincikler, papatyalar, zambaklar, nergisler ve lalelerle çiçeklenmiş... Sipil ve Yunt Dağı zeybeğe durmuştu... Onların baharla oynaşacak,papatyalardan fal tutacak, uğur böcekleri uçuracak fırsatları yoktu... Onların yüreklerinde çiçeğe duran “bir başka bahar” vardı... “............Bir başka baharı bekler ümitlerim... Cennetler dirilir...yağar... Döner yüreğim, Gül bahçelerine....”Dedikleri bir başka bahar...

Bütün bir insanlığın, “dünya ve ukba cennetleri” soluklanabileceği bir bahar.... Mayıs ayı baharın bestesini sırlı lisanıyla fısıldamaya devam ederken onlardan ikisinin, Sezai UÇAR ve Yavuz AYDIN’ın adımları Erkut apartmanında, Ülkü Ocaklarında kesişti... Beşeriyetin dünya ve ahiretini cehennemlere çeviren batıl ve gayri insani fikir ve ideolojilerin
yangınından korundukları... İnsanlığın iki cihanını gül-gülistan eyleyecek; ilim,iman,ahlak,aşk ve aksiyonla ziynetlendikleri Ocak’ta... Sezai ve Yavuz Ticaret lisesinde ülkücülerin başkanlığını yapıyorlardı...Onlarla Ticaret lisesinde yeni gönüller fethediliyor... mücadele bayrağımız yeni rüzgarlarla dalgalanıyordu...

Yavuz, birlikte verdiğimiz bir kararla görevini bir süre bırakmıştı... Ailesinin haksız olmayan endişeleri vardı... Baba ve anne çocuklarının ayağına bir diken batsa dayanabilir miydi?.. Yavuz görevini bırakmış olsa da örnek şahsiyet ve örnek ahlakıyla ülkücü olmanın sorumluluğuyla yaşıyordu... Ülküdaşlarıyla olan ilişkilerinde, okul ve ailesiyle olan münasebetlerinde “dava adamı” olma hassasiyeti vardı... Sezai ile aynıydı, bayraklaştırdıkları güzellikler... Okudukları okul... ve kaderleri... “Görüş günü” idi o gün... Aralarına demir parmaklıkların – telörgülerin ve taş duvarların örüldüğü
ülküdaşlarıyla “Yusuf yüzlüler” ile görüşebilecekleri gündü... Bedenleri kucaklaşıp, elleri tutuşmasa da, gönül ve gözleriyle kucaklaşıp, yürek yüreğe tutuşabilirlerdi.. Dert ve ıstıraplarını... Ümit ve sevinçlerini paylaşabilirlerdi... Bir bardak kar suyu duruluğunda içebilirlerdi yudum yudum... Birlikte Cezaevindeki ülküdaşlarını ziyarete gideceklerdi... Ziyarete eli boş gidilmezdi... Öğrenci harçlıklarından fazla bir şeyleri de yoktu... Okuldaki ülküdaşlarıyla bir araya getiriyorlardı harçlıklarını ve okul adına “çam sakızı çoban armağanı” bir şeyler alıp gidiyorlardı her defasında... Cezaevindeki ülküdaşları, kitap götürdüklerinde sevinirlerdi... Ancak bir kitap alacak kadar paraları olmuştu... Töre kitabevinden Necip Fazıl Bey merhumun “Çile” isimli şiir kitabını aldılar... Fikrin agorasında kaybedenler... Ezel ve Ebed Sultanı’nın “Firdevsî Bestesi” karşısında iflas bayrağı çekenler, O “İlahi Beste”yi en yüksek ve gür sada ile seslendirmenin azim ve gayreti içinde olan kadroların yolunu kaba kuvvetle, bombalar ve silahlarla kesmek istemişlerdi... İmanî ve fikrî aksiyonumuzun aksine bu noktada reaksiyoner duruma, “Nefs-i müdafaa” durumuna düşmüş, düşürülmüştük irade ve isteğimiz dışında... Yer yer provokasyon ve aijtasyonların, tertip ve tuzakların içinde bulmuştuk kendimizi... Ve yolumuza işkencehaneler, mahkeme salonları, cezaevleri... Hücreler, idam sehpaları çıkmıştı sıra sıra... Hz. Yusuf aleyhisselam ile açılmıştı bu yol... Sonra; İmam-ı Azamlar... İmam-ı Rabbaniler... İskilipli Atıf Hocalar... Bediüzzamanlar... Süleyman Efendiler... Arvasiler... N.Fazıllar... Ve Merhum Başbuğumuz... Allah’ın rıza ve rahmeti onların üzerinde ebedi olsun... Topluma mal olmuş hangi dava vardı ki öncüleri, belâ ve musibetler, ölüm ve zındanlarla sınanıp imtihanını vermiş olmasın?!...Sabır ve sebatla, azim ve metanetle olgunlaşıp, “Liyakat ve sadakat” tâcını giymiş olmasın?! Biz de sınanarak ve başararak... Sadakat ve liyakat tâcıyla taçlanacaktık... İnşaallah... Zindanların rahminde... Bela ve musibet sağanağı altında ebedi cennetlere çiçeğe duracak, imandan tebessüm eden Fierdevs misal güzellikleri tanıyıp-tadacaktık... Nefes nefeseydi Mehmet Çolakoğlu... İri-iri açılmıştı gözleri... Dili düğümlenmişti adeta... Kurşun yemişçesine tutuyordu göğsünü... Kelimeler güçlükle çıkıyordu ağzından... Ruhumda infilak ediyordu her kelime birer bomba misali... “-Başkanım!... Başkanım!... vurmuşlar!... Sezai ile Yavuz’u vurmuşlar!.. Şehit olmuş Yavuz ve Sezai...” Buz kesilmiştim tepeden tırnağa... Hislerimin alındığını hissettim bir ân... Yanıbaşında Sümeyyeler, Yasirler, Hanzalalar şehit düşen, Uzaklardan Hubeyblerin, Zeytlerin, Caferlerin, (R.A.) şahâdet haberlerini alan Resûl-u Ekrem (S.A.V.)’in acı ve hicranını duyarcasına... Zordur sabretmek, yürekteki bu yangına... Henüz çiçeğe durmuşken vurulmuştu güllerim...

Cezaevindeki ülküdaşlarımızı ziyaretten dönerken düşmüşlerdi kahpe bir pusuya... Mapusane sokağında üzerlerine yönelen kurşunlarla vurulmuşlardı... Ve düşüvermişler bir çift gonca gül gibi... Papatyalar, gelincikler üstüne... Delikanlı yaşının duygu ve heyecanlarını tanıyıp-tatmadan, çocukluk duygu ve heyecanlarıyla kucaklamışlardı şehadeti... Takvim yaprakları 17 Mayıs’ı gösterirken... Yasinler onlara... İhlaslar, Fatihâlar onlara...“Gam mı; Ceylan gözlüler bize yâr olmazsa, Kılıçlarımızla, Süngülerimiz bize yâr olmadı. Sıcak yatakta ölmek, acep Türk’e değil mi tasa?.. Kanlı serhat boyları, bize mezar olmalı!...”

Salih CERİT

k:http://www.habervaktim.com/haber/69004/bahceliye_sok_mektup.html
 
bence bahçeli haketti bu mektubu
meydanlardan ip atarken tayyibe mecliste alacağı her kararda destekçisi oldu
bu günlerin sorumluluğu onun omuzlarındada var
 
haberin vakitde samanyolunda çıkması olayın yalan olma ihtimalini yükseltiyor .çünkü bunların doğru haberi yok denecek kadar az ..doğru olsa bile o plaket binlerce insana gitti bir kişinin yaptığı davranış mhp yi etkilemez ...biz diğer binlere bakarız..diğer binler destek veriyorsa sorun yok ...ayrıca şehit ağabeyine ben soruyorum ?

kardeşinin canını verdiği dava için sen ne yaptın ?
 
Geri
Üst