rcpi.nesi
New member
ABD İran seferi için düğmeye bastı
Bush’un Ortadoğu gezisinin hedefi:
Arapları İran’a karşı örgütlemek
ABD Başkanı Bush, geçtiğimiz hafta Ortadoğu’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Amerikalıların iddia ettiği gibi elbette bu gezinin amacı Irak’taki “başarılı” istikrar çalışmalarının tüm Ortadoğu’ya yayılması ya da uzun vadeli bir barış ortamının sağlanması falan değildi.
Asıl sebebin İran karşıtı propagandanın meşrulaştırılması, İran’ın Ortadoğu için tehdit olduğu fikrinin vurgulanması ve Arapların da İran’a karşı örgütlenerek müstakbel saldırının altyapısının hazırlanmasıydı.
Bush, gezisine İsrail’den başlamayı tercih etti. Ardından da göreve geldiği günden beri ilk defa olarak Filistin’i ziyaret ederek güya İsrail-Filistin arasındaki çatışmayı sona erdirecek bir girişimde bulundu.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı Ramallah’taki karargahında ziyaret eden Bush, Filistin devletinin er ya da geç kurulacağını söylüyor güya İsrail’i de işgalci olmakla suçluyordu.
Ancak ne hikmetse İsrail Devlet Başkanı Peres, “kendi özgürlüğünü kazandıktan sonra başkalarına özgürlük kazandırmaktan vazgeçmeyen büyük ülkenin lideri” sıfatıyla karşıladığı Bush’un önüne Filistin meselesiyle ilgili herhangi bir şeyi değil de İran’ın nükleer programıyla ilgili istihbarat raporlarını koymayı tercih ediyordu. Çünkü ABD heyetinin de asıl gündemini İran meselesi oluşturmaktaydı.
İsrail ve Filistin’in ardından sırasıyla Bahreyn, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır’la devam eden Ortadoğu turunun ana fikri zaten İran ve İran’ın “tehditkar davranışları” oldu.
9 bin Amerikan askerini barındıran Kuveyt’teki Arifcan kampını ziyaretinde de ülkesinin Irak’taki başarısından bahseden Başkan Bush, burada da İran’ı suçlamaktan vazgeçmedi. “İran’ın şiddet kışkırtıcılığını ortaya çıkardık. İranlı ajanlar elimizde gözaltında. Bunlardan İranlıların aşırı gruplara yaptığı eğitim ve silah yardımı konusunda hayli bilgi aldık” diyerek Irak’taki saldırılardan da İran’ı sorumlu tuttu.
Görünen o ki Bush, Amerikancı yeni Filistin yönetimi de dahil olmak üzere, zaten kendi yanındaki bu irili ufaklı kukla devletleri tek tek ziyaret ederek İran’a karşı bir kışkırtma operasyonu yürütüyor, ufuktaki ABD-İran savaşının altyapısını oluşturmaya çalışıyordu.
Şii Şeriatçılığını ve Kürtçülüğü kullanarak böldüğü Irak’ın ardından, ABD’nin şimdiki hedefi Sünni Şeriatçı Arap rejimlerini de yanına alarak İran’ı bölmek. Bu gezi de ortaya koyuyor ki bu ülkeler de buna dünden razı. Suudi Arabistan zaten bu koalisyonun içinde. İsrail-Filistin arasındaki ABD güdümlü ateşkesin amacı Şii İran’a karşı işbirlikçiler bulmak. Kuveyt, Bahreyn gibi devletçikler zaten tamamen ABD tarafından kurulmuş kuklalar. Bush’un Ortadoğu gezisi sonucunda ortaya çıkmıştır ki, bu ülkelerin kafasında soru işareti yoktur. Bush, kendisi adına başarılı denilebilecek bir formaliteyi de yerine getirmiştir.
ABD- İran ilişkileri “gerginleştiriliyor”
ABD bu devletleri ikna etmek ve yanına çekmek adına bu süreç içerisinde önemli girişimlerde de bulundu. Nükleer silahlanma ile ilgili tartışmalar sürekli gündemde tutulurken bir yandan da suni askeri gerginlikler yaratıldı.
Ortadoğu turuna çıkmadan kısa bir süre önce Basra Körfezi’ndeki Hürmüz Boğazı’nda İran tekneleri ile ABD savaş gemilerinin karşı karşıya gelmesi meselesi Amerikan yetkililer tarafından adeta bir casus belli (savaş nedeni) yapılmaya çalışıldı.
ABD Genel Kurmay Başkanı, İran’ın yarattığı tehdidin çok ciddi olduğunu, hatta bugüne kadarki en tahrik edici olaylardan biri olduğunu söylüyordu. Buna karşın İran Devrim muhafızları teknelerle savaş gemilerinin karşı karşıya kaldığı iddiasını yalanlıyor, görüntülerin ve ses kayıtlarının tamamen uydurma olduğunu söylüyordu.
ABD’nin gerginlik yaratma çabaları bununla da sınırlı değildi. Irak’taki Amerikan birliklerinin komutanı (siz onu işgalci ve çuvalcı komutan diye okuyun) General Petraeus, Irak’ta İran kökenli patlayıcılarla düzenlenen saldırıda son günlerde 2-3 kat artış yaşandığını belirterek İran’ı şikayet ediyor ve ölen Amerikan askerlerinden ötürü İran’ı sorumlu tutuyordu.
İlk ikna edilen Türkiye oldu
Elbette “askeri ve stratejik müttefiki Türkiye” bu gezi programına dahil edilmemişti.
Birincisi Türkiye’nin herhangi bir konuda ikna edilmeye ihtiyacı yoktu, zaten AKP iktidarı her konuda biat ettiğini göstermişti.
İkincisi ikna edilmeye ihtiyacı olsa bile buna gerek kalmamıştı çünkü ikna olmak için Abdullah Gül zaten kendi ayaklarıyla ABD’ye giderek gereken görüşmeleri yapmıştı.
Görüşmenin amacı, elbette Kandil’deki dağın taşın bombalanması için verilen istihbarata teşekkür etmek değil, 1 Mart tezkeresinde yaşanan hayal kırıklığını tersine çevirmek, Türkiye’nin İran saldırısının dışında kalmayacağının sinyallerini vermekti.
Bunun için de daha önceden Tayyip’in verdiği sözler bir anlamda tescillenmiş, Türkiye’nin önüne yeni hedefler konmuştu. Siyasi af çıkarılacak ve PKK’lılarla masaya oturulacaktı.
ABD-Türkiye görüşmesinin Washington’da yapılması bu anlamıyla önemlidir. Hem AKP’nin bu operasyondaki hevesliliğini hem de ABD’nin bu sefer Türkiyesiz hareket etmemekteki kararlılığını göstermektedir.
ABD, Büyük Kürdistan projesini hayata geçirebilmek için öncelikli olarak İran’a saldırmak, bunu yaparken de Türkiye’yi yanına almak durumunda. ABD’nin ilk hedefinin Kuzey Irak’taki kukla Kürt devletini güvence altına almak, sonrasında da onu genişletmek olduğu, Türkiye ile İran’ın Büyük Kürdistan karşısında müttefik olarak hareket etmesini engellemek. ardından da Türkiye’yi İran operasyonunda askeri bir güç olarak kullanmak olduğu TÜRKSOLU’nun son iki sayısı ayrıntılı biçimde açıklamıştı.
Bundan sonra tartışılması gereken Türkiye’de nasıl bir atmosfer yaratılacağı ile ilgili.
Türkiye’de İran düşmanlığı kışkırtılıyor
Son sınır ötesi operasyonla birlikte PKK’nın askeri gücü PEJAK’a kaydırıldı ve ABD’nin koruması altına alındı. Kuzey Iraktaki PKK varlığının son bulması Türkiye ile İran arasındaki ittifak zemininin de ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Bu hem Antiamerikancı bir Türkiye İran ittifakının önüne set çekmiş, hem de Türkiye’yi ABD’nin yanına yaklaştırmıştır.
Bu noktada yeni bir süreç başlamıştır. Olası İran operasyonunda, Türkiye’nin fiilen ABD’nin yanında olacağı kesinleşmiştir. İran ve Türkiye ilişkileri de bu arada çok bilinçli bir şekilde gerginleştirilmektedir. Hükümet, kendisi olmadan ABD’nin sadece Ordu ile bu işi halledebileceğini düşünmekte ve bunun dışında kalmamaya çalışmaktadır. Ordu da kendisi operasyonda olmazsa Hükümetin çok güçleneceğine inandırılmaktadır. Böylelikle artık iş İran operasyonunun siyasi, askeri ve toplumsal dayanaklarının yaratılmasına, kamuoyunun da buna hazırlanmasına kalmıştır.
Enerji tartışmalarının son dönemde gündeme gelmesi tesadüfi değildir. İran, Türkiye’ye gönderdiği doğalgazı geçtiğimiz haftalarda kesti ve bunun sebebi soğuk hava şartlarıyla açıklandı öncelikle. Güya, soğuklar yüzünden basınç düşünce gaz yeteri kadar merkezden kuzeye ve kuzeybatıya ulaşamamıştı ve o nedenle Türkiye’ye gönderilememişti.
Ancak sonradan yapılan açıklamalar bunun böyle olmadığını ortaya koydu. İran, gazı bilinçli bir şekilde kesmişti. Yetkililer, öncelikli olarak İranlı tüketicinin düşünüldüğünü ve teknik problemler halledilmeden gazın Türkiye’ye verilmeyeceğini söylediler.
Oysa gaz kesme olayının siyasi bir anlamı vardı. Gül’ün ABD ziyareti ve Bush’un Ortadoğu gezilerinin kendisine karşı bir operasyonda müttefikler yaratma girişimlerinin farkında olan İran, Türkiye’nin aldığı tavıra karşı tavır geliştiriyordu.
Türkiye’de de bu sayede İran karşıtı bir propagandaya başlanmış oldu. Kamuoyu İran’ın Türkiye düşmanı bir komşu olduğu fikrine ikna ediliyordu. Enerji tartışmalarıyla birlikte İran Türkiye’yi dolandırmaya çalışan bir ülke konumuna da getirilmiş oluyordu.
Bunun yanı sıra İran’ın bir Şeriat devleti olduğu, antidemokratik ve özgürleştirilmesi gereken bir ülke olduğu medya tarafından da dile getirilmeye başlandı.
Geçtiğimiz hafta İran’ın astığı PKK’lı terörist haberini “İran, Türkiye vatandaşını astı” şeklinde duyuran medya bu hafta da İran’daki Şeriat rejimini vurgulayan haberler yapmaya başladılar. “Suçu kesinleşenlerin halka açık yerlerde idam edilmesi ya da hırsızlık yapanların el ve ayaklarının kesilmesi” türünden ucuz ve bayat haberlerle İran karşıtı Amerikancı propagandayı körüklemeye çalıştılar.
Türk kamuoyu anti-PKK’cı ABD, düşman İran ve stratejik müttefik Türkiye fikrine böylelikle alıştırılmış oldu.
Şeriatçı medya ABD düşmanı görünüp Amerikancılığa devam ediyor
Amerikancılığın tüm tohumlarının atıldığı böyle bir ortamda her anlamda Amerikan politikalarına destek veren, sınır ötesi operasyona alkış tutan, ABD’yi bir numaralı müttefikimiz ilan eden, Tayyip’i Türk-Amerikan ilişkilerini düzelten bir kahraman ilan eden Şeriatçı medya da ufak bir strateji değiştirerek son dönemde antiAmerikancı bir havaya büründü.
Gül’ün ABD gezisi boyunca onu “dış politika” dahisi Cumhurbaşkanı ilan ederek ABD-Türkiye ilişkilerini taçlandırdığını dile getiren Şeriatçılar Bush’un Ortadoğu gezisi ile birlikte birden Amerikan karşıtı yazılar yazmaya başladılar.
“Zorba ve eli kanlı Bush” gibi söylemler geliştiren Şeriatçılar için ABD’ye giderek, teslim bayrağını açanlar, zorba ya da eli kanlı statüsüne girmiyordu anlaşılan.
Bush’un ziyaretinin amacı net biçimde ortaya koyan Şeriatçılar Gül’ün ve Tayyip’in ziyaretlerinin üstünü örtmeye çalışıyorlar ama antiemperyalistliği de kimseye bırakmıyorlardı.
Aynı anda hem “emperyalist ülkelerin zorbalıkları karşısında direnen bir İran’dan” bahsedebiliyor, hem de o İran’a karşı saldırı hazırlıkları yapan bir Hükümeti sonuna kadar destekleyip yalakalık yapabiliyorlardı. Şeriatçılar taktiksel olarak halkın karşısında antiemperyalist bir tavır sergileyerek ABD’nin BOP’una da her anlamda alkış tutmaya devam ediyorlar.
Bu noktada da ne AKP’nin ne de Şeriatçı medyanın ABD’ye karşı İran’ı koruyup kollama gibi bir stratejileri olamaz. Bazı “çok Atatürkçü ve laik çevreler”, Şeriatçı grubun burada Şeriatçı bir tavır alarak İran’ı destekleyebileceğini, İran’a saldırının piyonu olmayacaklarını, İran’daki rejimin yanında yer alacaklarını iddia edebilirler. Sünni Şeriatçıların Şiilere hiçbir biçimde destek vermeyeceği gerçekliği bir yana, AKP iktidarı ile birlikte din merkezli siyaset yerine Kürt ve Batı merkezli siyasetin ağır bastığı ortadadır.
BOP değil BKP: Büyük Kürdistan Projesi hayata geçiyor
Türkiye’nin hem Ordu hem de Hükümet anlamındaki tavizkar tavrı ve ABD’ye dönük duruşu ABD’ye önemli bir rahatlama sağlamıştır.
PKK’cı ABD’den PKK karşıtıymış gibi görünen ABD imajına geçiş Türk Ordusu’nun da antiAmerikancı ve antiemperyalist duruşunu aşındırmış ve bir anlamda ABD’nin yanına çekmiştir.
Bundan birkaç ay önce Amerika’nın karşısında sınır ötesi operasyon yapmaktan bahseden, Barzani ve Talabani’ye tehditler yağdıran Türk Ordusu son dönemde Amerika ile birlikte peşmergelerle diyalog kurmaya çalışmaktadır. Özal döneminde yapılan hatalar tekrar edilmektedir.
Geçtiğimiz hafta Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’un Irak Genelkurmay Başkan Yardımcısı Hava Orgeneral Nasier Abadi’nin (Irak ordusu aslında bir peşmerge ordusudur, o peşmerge ordusunu komutanı) davetlisi olarak Bağdat’ı ziyaret etmesi, Petraeus’la (Askerimizin başına çuval geçirten Amerikan generali) görüşmesi belli konularda aşınma olduğunun bir göstergesi. Sınırlarımızdaki kukla Kürt Devletinin Türkiye’ye kabul ettirilme çabasından başka bir girişim değil.
Özetle, Türkiye’nin hiçbir biçimde onaylamayacağı kukla devletçik son sınır ötesi operasyonla birlikte garanti altına alınmış, Türkiye’nin bölgeye müdahale ihtimali de sıfırlanmıştır. PKK artık İran’a kaymıştır ve PEJAK olarak varlığına devam edecektir.
İşin acı tarafı çok yakında Türkiye PKK ile aynı tarafa geçmiş olacaktır. Çünkü İran operasyonunda her iki taraf da artık ABD’nin yanında İran’ın karşısında gardını almıştır. Türkiye’nin ne İran’la işbirliği yapma şansı ne de PKK’yı bitirme şansı kalmamıştır. Tersine onu destekleyeceği bir pozisyona itilmiştir.
Tabii, asıl tartışılması gereken İran operasyonundan sonra ne olacağı meselesi. BOP İran’la tamamlanmıyor. İran ve Irak üzerinde kurduğu devletçik de ABD’ye yetmeyecek elbette. Bu sınırları genişletmek istediği ve stratejik müttefiki Türkiye ile stratejik ortaklığını bitirdiği anda da namlunun ucunu Kuzey’e doğrultacak. Son kötü ülke, son demokratikleştirilip, özgürleştirilmesi gereken ülke Türkiye’yi savunmak da o noktada yalnızca ulusal güçlere kalabilir.
http://www.turksolu.org/170/yesiltuna170.htm
Bush’un Ortadoğu gezisinin hedefi:
Arapları İran’a karşı örgütlemek
ABD Başkanı Bush, geçtiğimiz hafta Ortadoğu’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Amerikalıların iddia ettiği gibi elbette bu gezinin amacı Irak’taki “başarılı” istikrar çalışmalarının tüm Ortadoğu’ya yayılması ya da uzun vadeli bir barış ortamının sağlanması falan değildi.
Asıl sebebin İran karşıtı propagandanın meşrulaştırılması, İran’ın Ortadoğu için tehdit olduğu fikrinin vurgulanması ve Arapların da İran’a karşı örgütlenerek müstakbel saldırının altyapısının hazırlanmasıydı.
Bush, gezisine İsrail’den başlamayı tercih etti. Ardından da göreve geldiği günden beri ilk defa olarak Filistin’i ziyaret ederek güya İsrail-Filistin arasındaki çatışmayı sona erdirecek bir girişimde bulundu.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı Ramallah’taki karargahında ziyaret eden Bush, Filistin devletinin er ya da geç kurulacağını söylüyor güya İsrail’i de işgalci olmakla suçluyordu.
Ancak ne hikmetse İsrail Devlet Başkanı Peres, “kendi özgürlüğünü kazandıktan sonra başkalarına özgürlük kazandırmaktan vazgeçmeyen büyük ülkenin lideri” sıfatıyla karşıladığı Bush’un önüne Filistin meselesiyle ilgili herhangi bir şeyi değil de İran’ın nükleer programıyla ilgili istihbarat raporlarını koymayı tercih ediyordu. Çünkü ABD heyetinin de asıl gündemini İran meselesi oluşturmaktaydı.
İsrail ve Filistin’in ardından sırasıyla Bahreyn, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır’la devam eden Ortadoğu turunun ana fikri zaten İran ve İran’ın “tehditkar davranışları” oldu.
9 bin Amerikan askerini barındıran Kuveyt’teki Arifcan kampını ziyaretinde de ülkesinin Irak’taki başarısından bahseden Başkan Bush, burada da İran’ı suçlamaktan vazgeçmedi. “İran’ın şiddet kışkırtıcılığını ortaya çıkardık. İranlı ajanlar elimizde gözaltında. Bunlardan İranlıların aşırı gruplara yaptığı eğitim ve silah yardımı konusunda hayli bilgi aldık” diyerek Irak’taki saldırılardan da İran’ı sorumlu tuttu.
Görünen o ki Bush, Amerikancı yeni Filistin yönetimi de dahil olmak üzere, zaten kendi yanındaki bu irili ufaklı kukla devletleri tek tek ziyaret ederek İran’a karşı bir kışkırtma operasyonu yürütüyor, ufuktaki ABD-İran savaşının altyapısını oluşturmaya çalışıyordu.
Şii Şeriatçılığını ve Kürtçülüğü kullanarak böldüğü Irak’ın ardından, ABD’nin şimdiki hedefi Sünni Şeriatçı Arap rejimlerini de yanına alarak İran’ı bölmek. Bu gezi de ortaya koyuyor ki bu ülkeler de buna dünden razı. Suudi Arabistan zaten bu koalisyonun içinde. İsrail-Filistin arasındaki ABD güdümlü ateşkesin amacı Şii İran’a karşı işbirlikçiler bulmak. Kuveyt, Bahreyn gibi devletçikler zaten tamamen ABD tarafından kurulmuş kuklalar. Bush’un Ortadoğu gezisi sonucunda ortaya çıkmıştır ki, bu ülkelerin kafasında soru işareti yoktur. Bush, kendisi adına başarılı denilebilecek bir formaliteyi de yerine getirmiştir.
ABD- İran ilişkileri “gerginleştiriliyor”
ABD bu devletleri ikna etmek ve yanına çekmek adına bu süreç içerisinde önemli girişimlerde de bulundu. Nükleer silahlanma ile ilgili tartışmalar sürekli gündemde tutulurken bir yandan da suni askeri gerginlikler yaratıldı.
Ortadoğu turuna çıkmadan kısa bir süre önce Basra Körfezi’ndeki Hürmüz Boğazı’nda İran tekneleri ile ABD savaş gemilerinin karşı karşıya gelmesi meselesi Amerikan yetkililer tarafından adeta bir casus belli (savaş nedeni) yapılmaya çalışıldı.
ABD Genel Kurmay Başkanı, İran’ın yarattığı tehdidin çok ciddi olduğunu, hatta bugüne kadarki en tahrik edici olaylardan biri olduğunu söylüyordu. Buna karşın İran Devrim muhafızları teknelerle savaş gemilerinin karşı karşıya kaldığı iddiasını yalanlıyor, görüntülerin ve ses kayıtlarının tamamen uydurma olduğunu söylüyordu.
ABD’nin gerginlik yaratma çabaları bununla da sınırlı değildi. Irak’taki Amerikan birliklerinin komutanı (siz onu işgalci ve çuvalcı komutan diye okuyun) General Petraeus, Irak’ta İran kökenli patlayıcılarla düzenlenen saldırıda son günlerde 2-3 kat artış yaşandığını belirterek İran’ı şikayet ediyor ve ölen Amerikan askerlerinden ötürü İran’ı sorumlu tutuyordu.
İlk ikna edilen Türkiye oldu
Elbette “askeri ve stratejik müttefiki Türkiye” bu gezi programına dahil edilmemişti.
Birincisi Türkiye’nin herhangi bir konuda ikna edilmeye ihtiyacı yoktu, zaten AKP iktidarı her konuda biat ettiğini göstermişti.
İkincisi ikna edilmeye ihtiyacı olsa bile buna gerek kalmamıştı çünkü ikna olmak için Abdullah Gül zaten kendi ayaklarıyla ABD’ye giderek gereken görüşmeleri yapmıştı.
Görüşmenin amacı, elbette Kandil’deki dağın taşın bombalanması için verilen istihbarata teşekkür etmek değil, 1 Mart tezkeresinde yaşanan hayal kırıklığını tersine çevirmek, Türkiye’nin İran saldırısının dışında kalmayacağının sinyallerini vermekti.
Bunun için de daha önceden Tayyip’in verdiği sözler bir anlamda tescillenmiş, Türkiye’nin önüne yeni hedefler konmuştu. Siyasi af çıkarılacak ve PKK’lılarla masaya oturulacaktı.
ABD-Türkiye görüşmesinin Washington’da yapılması bu anlamıyla önemlidir. Hem AKP’nin bu operasyondaki hevesliliğini hem de ABD’nin bu sefer Türkiyesiz hareket etmemekteki kararlılığını göstermektedir.
ABD, Büyük Kürdistan projesini hayata geçirebilmek için öncelikli olarak İran’a saldırmak, bunu yaparken de Türkiye’yi yanına almak durumunda. ABD’nin ilk hedefinin Kuzey Irak’taki kukla Kürt devletini güvence altına almak, sonrasında da onu genişletmek olduğu, Türkiye ile İran’ın Büyük Kürdistan karşısında müttefik olarak hareket etmesini engellemek. ardından da Türkiye’yi İran operasyonunda askeri bir güç olarak kullanmak olduğu TÜRKSOLU’nun son iki sayısı ayrıntılı biçimde açıklamıştı.
Bundan sonra tartışılması gereken Türkiye’de nasıl bir atmosfer yaratılacağı ile ilgili.
Türkiye’de İran düşmanlığı kışkırtılıyor
Son sınır ötesi operasyonla birlikte PKK’nın askeri gücü PEJAK’a kaydırıldı ve ABD’nin koruması altına alındı. Kuzey Iraktaki PKK varlığının son bulması Türkiye ile İran arasındaki ittifak zemininin de ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Bu hem Antiamerikancı bir Türkiye İran ittifakının önüne set çekmiş, hem de Türkiye’yi ABD’nin yanına yaklaştırmıştır.
Bu noktada yeni bir süreç başlamıştır. Olası İran operasyonunda, Türkiye’nin fiilen ABD’nin yanında olacağı kesinleşmiştir. İran ve Türkiye ilişkileri de bu arada çok bilinçli bir şekilde gerginleştirilmektedir. Hükümet, kendisi olmadan ABD’nin sadece Ordu ile bu işi halledebileceğini düşünmekte ve bunun dışında kalmamaya çalışmaktadır. Ordu da kendisi operasyonda olmazsa Hükümetin çok güçleneceğine inandırılmaktadır. Böylelikle artık iş İran operasyonunun siyasi, askeri ve toplumsal dayanaklarının yaratılmasına, kamuoyunun da buna hazırlanmasına kalmıştır.
Enerji tartışmalarının son dönemde gündeme gelmesi tesadüfi değildir. İran, Türkiye’ye gönderdiği doğalgazı geçtiğimiz haftalarda kesti ve bunun sebebi soğuk hava şartlarıyla açıklandı öncelikle. Güya, soğuklar yüzünden basınç düşünce gaz yeteri kadar merkezden kuzeye ve kuzeybatıya ulaşamamıştı ve o nedenle Türkiye’ye gönderilememişti.
Ancak sonradan yapılan açıklamalar bunun böyle olmadığını ortaya koydu. İran, gazı bilinçli bir şekilde kesmişti. Yetkililer, öncelikli olarak İranlı tüketicinin düşünüldüğünü ve teknik problemler halledilmeden gazın Türkiye’ye verilmeyeceğini söylediler.
Oysa gaz kesme olayının siyasi bir anlamı vardı. Gül’ün ABD ziyareti ve Bush’un Ortadoğu gezilerinin kendisine karşı bir operasyonda müttefikler yaratma girişimlerinin farkında olan İran, Türkiye’nin aldığı tavıra karşı tavır geliştiriyordu.
Türkiye’de de bu sayede İran karşıtı bir propagandaya başlanmış oldu. Kamuoyu İran’ın Türkiye düşmanı bir komşu olduğu fikrine ikna ediliyordu. Enerji tartışmalarıyla birlikte İran Türkiye’yi dolandırmaya çalışan bir ülke konumuna da getirilmiş oluyordu.
Bunun yanı sıra İran’ın bir Şeriat devleti olduğu, antidemokratik ve özgürleştirilmesi gereken bir ülke olduğu medya tarafından da dile getirilmeye başlandı.
Geçtiğimiz hafta İran’ın astığı PKK’lı terörist haberini “İran, Türkiye vatandaşını astı” şeklinde duyuran medya bu hafta da İran’daki Şeriat rejimini vurgulayan haberler yapmaya başladılar. “Suçu kesinleşenlerin halka açık yerlerde idam edilmesi ya da hırsızlık yapanların el ve ayaklarının kesilmesi” türünden ucuz ve bayat haberlerle İran karşıtı Amerikancı propagandayı körüklemeye çalıştılar.
Türk kamuoyu anti-PKK’cı ABD, düşman İran ve stratejik müttefik Türkiye fikrine böylelikle alıştırılmış oldu.
Şeriatçı medya ABD düşmanı görünüp Amerikancılığa devam ediyor
Amerikancılığın tüm tohumlarının atıldığı böyle bir ortamda her anlamda Amerikan politikalarına destek veren, sınır ötesi operasyona alkış tutan, ABD’yi bir numaralı müttefikimiz ilan eden, Tayyip’i Türk-Amerikan ilişkilerini düzelten bir kahraman ilan eden Şeriatçı medya da ufak bir strateji değiştirerek son dönemde antiAmerikancı bir havaya büründü.
Gül’ün ABD gezisi boyunca onu “dış politika” dahisi Cumhurbaşkanı ilan ederek ABD-Türkiye ilişkilerini taçlandırdığını dile getiren Şeriatçılar Bush’un Ortadoğu gezisi ile birlikte birden Amerikan karşıtı yazılar yazmaya başladılar.
“Zorba ve eli kanlı Bush” gibi söylemler geliştiren Şeriatçılar için ABD’ye giderek, teslim bayrağını açanlar, zorba ya da eli kanlı statüsüne girmiyordu anlaşılan.
Bush’un ziyaretinin amacı net biçimde ortaya koyan Şeriatçılar Gül’ün ve Tayyip’in ziyaretlerinin üstünü örtmeye çalışıyorlar ama antiemperyalistliği de kimseye bırakmıyorlardı.
Aynı anda hem “emperyalist ülkelerin zorbalıkları karşısında direnen bir İran’dan” bahsedebiliyor, hem de o İran’a karşı saldırı hazırlıkları yapan bir Hükümeti sonuna kadar destekleyip yalakalık yapabiliyorlardı. Şeriatçılar taktiksel olarak halkın karşısında antiemperyalist bir tavır sergileyerek ABD’nin BOP’una da her anlamda alkış tutmaya devam ediyorlar.
Bu noktada da ne AKP’nin ne de Şeriatçı medyanın ABD’ye karşı İran’ı koruyup kollama gibi bir stratejileri olamaz. Bazı “çok Atatürkçü ve laik çevreler”, Şeriatçı grubun burada Şeriatçı bir tavır alarak İran’ı destekleyebileceğini, İran’a saldırının piyonu olmayacaklarını, İran’daki rejimin yanında yer alacaklarını iddia edebilirler. Sünni Şeriatçıların Şiilere hiçbir biçimde destek vermeyeceği gerçekliği bir yana, AKP iktidarı ile birlikte din merkezli siyaset yerine Kürt ve Batı merkezli siyasetin ağır bastığı ortadadır.
BOP değil BKP: Büyük Kürdistan Projesi hayata geçiyor
Türkiye’nin hem Ordu hem de Hükümet anlamındaki tavizkar tavrı ve ABD’ye dönük duruşu ABD’ye önemli bir rahatlama sağlamıştır.
PKK’cı ABD’den PKK karşıtıymış gibi görünen ABD imajına geçiş Türk Ordusu’nun da antiAmerikancı ve antiemperyalist duruşunu aşındırmış ve bir anlamda ABD’nin yanına çekmiştir.
Bundan birkaç ay önce Amerika’nın karşısında sınır ötesi operasyon yapmaktan bahseden, Barzani ve Talabani’ye tehditler yağdıran Türk Ordusu son dönemde Amerika ile birlikte peşmergelerle diyalog kurmaya çalışmaktadır. Özal döneminde yapılan hatalar tekrar edilmektedir.
Geçtiğimiz hafta Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’un Irak Genelkurmay Başkan Yardımcısı Hava Orgeneral Nasier Abadi’nin (Irak ordusu aslında bir peşmerge ordusudur, o peşmerge ordusunu komutanı) davetlisi olarak Bağdat’ı ziyaret etmesi, Petraeus’la (Askerimizin başına çuval geçirten Amerikan generali) görüşmesi belli konularda aşınma olduğunun bir göstergesi. Sınırlarımızdaki kukla Kürt Devletinin Türkiye’ye kabul ettirilme çabasından başka bir girişim değil.
Özetle, Türkiye’nin hiçbir biçimde onaylamayacağı kukla devletçik son sınır ötesi operasyonla birlikte garanti altına alınmış, Türkiye’nin bölgeye müdahale ihtimali de sıfırlanmıştır. PKK artık İran’a kaymıştır ve PEJAK olarak varlığına devam edecektir.
İşin acı tarafı çok yakında Türkiye PKK ile aynı tarafa geçmiş olacaktır. Çünkü İran operasyonunda her iki taraf da artık ABD’nin yanında İran’ın karşısında gardını almıştır. Türkiye’nin ne İran’la işbirliği yapma şansı ne de PKK’yı bitirme şansı kalmamıştır. Tersine onu destekleyeceği bir pozisyona itilmiştir.
Tabii, asıl tartışılması gereken İran operasyonundan sonra ne olacağı meselesi. BOP İran’la tamamlanmıyor. İran ve Irak üzerinde kurduğu devletçik de ABD’ye yetmeyecek elbette. Bu sınırları genişletmek istediği ve stratejik müttefiki Türkiye ile stratejik ortaklığını bitirdiği anda da namlunun ucunu Kuzey’e doğrultacak. Son kötü ülke, son demokratikleştirilip, özgürleştirilmesi gereken ülke Türkiye’yi savunmak da o noktada yalnızca ulusal güçlere kalabilir.
http://www.turksolu.org/170/yesiltuna170.htm