İdeolojiler

Socialist

New member
KOMÜNİZM

Komünizm, komünistlik veya toplumculuk, sosyal örgütlenme üzerine bir kuramsal sistem ve üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayalı bir politik harekettir. Komünizm sınıfsız bir toplum yaratma amacındadır. 20. yüzyılın başından beri dünya siyasetindeki büyük güçlerden biri olarak modern komünizm, genellikle Karl Marx'ın ve Friedrich Engels’in kaleme aldığı Komünist Parti Manifestosu ile birlikte anılır. Buna göre özel mülkiyete dayalı kapitalist toplumun yerine meta üretiminin son bulduğu komünist toplum geçecektir.
Komünizm'in temelinde yatan sebep, sınıfsız, ortak mülkiyete dayalı bir toplumun kurulması isteğidir. Sınıfsız toplumlarda en genel anlamıyla tüm bireylerin eşit olması, karşıt görüşlüleri için "ütopya" olarak atfedilir ve zorla yaşanmaya çalışılırsa kaosa yol açacağına inanılır.
Tarihte gerçek anlamda komünizm yaşanmamıştır, çünkü komünizm ancak dünyanın tüm toplumları tarafından kabul edildiğinde gerçekleşmiş olur. Komünist olarak anlaşılmış toplumlar, ya sosyalist ya da devlet kapitalizm'i gerçekleştirmiştir, gerçekleştiriyordur. Paris Komünü, gerçek anlamda komünal sistem yaşayabilmiş tek topluluktur. Bunun dışında Mahnovist hareket öncüllüğünde Ukrayna ve İspanya iç savaşı sırasında Anarko-komünist hareketle şekillenen (yaklaşık 4 yıl sürmüştür) toprakların kollektifleştirilmesi esasına dayalı olarak komünal topluluklarda kurulmuştur.
Komünizmi savunan akımlar arasında en yaygını Leninizm (Marksizm-Leninizm)'dir. Marksizm-Leninizm'e göre komünizme giden süreç burjuvazinin ortadan kalkmasını sağlayacak olan proletarya diktatörlüğüyle başlatılacak ve ardından komünizmin hazırlayıcısı sosyalizm aşamasına geçilecektir. Marksist kuramda son aşama olan komünizmin gerçekleşmesiyle devlet ortadan kalkacaktır.
Leninizm dışında iki komünist akım daha bulunmaktadır. Bunlardan ilki Marksizm'in temel görüşlerini benimseyen fakat Leninist modelle komünizm hedefine ulaşılamayacağını iddia eden sol komünizm veya konsey komünizmi olarak adlandırılan akımdır. Lenin'in "Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı" adlı eserine cevaben yazılan Herman Gorter'in "Yoldaş Lenin'e Açık Mektup", Gilles Dauvé ve François Martin'in "Komünist Hareketin Güneş Tutulması ve Yeniden Ortaya Çıkışı" isimli kitaplar bu akımın takipçilerinin yarattıkları eserlerdir.
Diğer bir komünist akım ise anarşist komünizm'dir. Anarşizmin bireyci ve kolektivist akımlarından ayrılan anarşist komünizm fikri, komünizme devlet aygıtını ele geçirerek geçilebileceğini reddeder ve bunu savunan Marksizm'i eleştirir. Peter Kropotkin, Nestor Makhno, Errico Malatesta, Carlo Cafiero anarşist komünizm düşüncesinin temellerini atan düşünürlerden ve eylemcilerden bazılarıdır. Anarşist komünizm, anarşizm'den "sınıf" gerçeğine göre hareket etme ve örgütlenme temelinde ayrılır. Savunucuları komünizmin, bilimsel sosyalizm olmadan gerçekleştirilebileceği üzerinde birleşir. Anarşist komünizm, devlet'in kapitalizm için bir kılıf olduğunu ve bu yüzdende sınıfsız bir topluma gidilecek süreçte kullanılmasının sonucunda "diktatörlük", "devlet kapitalizm"i ya da "bir sözde zümrenin, toplum üzerinde iktidarı'na yol açacağını düşünür.
Komünizm henüz hiç uygulanmamış ve kuramsal düzlemde kalmıştır.



SOSYALİZM

Sosyalizm veya toplumculuk, iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan bir düşünce sistemidir. Bununla birlikte, sosyalizmin fiili anlamı uygulamada zaman içinde değişmiştir. Siyasi bir terim olması nedeniyle, sınıfsız bir toplumun oluşturulması amacıyla, devrim ya da toplumsal evrimle örgütlü bir emekçi sınıf kurulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Sosyalizm, kökenlerini sanayileşme dönemindeki aydınlanma düşüncesinde dile getirilen siyasal ve sosyal eşitlik isteğinden almıştır. Giderek artan bir şekilde modern demokrasilerde de sosyal reformlar üzerine yoğunlaşılmaya başlanmıştır. Sosyalizm ve sosyalist terimi, bir dizi ideolojiye, bir ekonomik sisteme, varolmuş yahut varolan bir devlete işaret edebilir..
Marksist teoride sosyalizm, kapitalizmin yerini alacak ve daha sonra sosyalist yapı kendiliğinden söneceğinden komünizme dönüşecek bir topluma işaret eder.Marksizm komünizmin teorik ve felsefi zemini, komünizm sosyalizmin ardılı olarak gelişecek toplumsal sistemdir.



SOSYAL DEMOKRASİ

Sosyal Demokrasi, kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikleri demokratik sistem içinde kabul edilebilir düzeye indirmeyi amaçlayan siyasi ideoloji.
Sosyal Demokrat partiler, Sosyalist Enternasyonal çatısı altında örgütlendi. Sosyalist Enternasyonal'in tanımına göre, sosyal demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet, dayanışma temellerine oturur.
Sosyal demokrasi olgusu, 19. yüzyılın ikinci yarısından beri emekçi sınıfların yürüttüğü sosyal ve siyasal mücadeleler ile egemen sınıfların verdikleri ödünler sonunda varılan uzlaşmanın ürünüdür.Bu süreçte kla*** liberal demokrasinin temellerini oluşturan değerler sistemi (kapitalizm,siyasal demokrasi,çoğulculuk vb) korunmuş, ama sosyal adalet, sosyal devlet, sosyal haklar gibi yeni değerlerle beslenmiştir
Sosyal Demokrasi hareketi önceleri Vladimir Lenin gibi devrimci sosyalistleri de kapsıyordu. Daha sonra evrimci yaklaşım baskın çıktı ve sosyal demokrasi proleter devrime karşı bir ideoloji halini aldı. Sosyal demokrasinin bu evrimci yaklaşımının en önemli temsilcisi, Eduard Bernstein'dır.
Sosyal demokrasi anlayışının devlete sosyal ödevler yükleyip ekonomik yaşama halk kitleleri yararına müdahale olanakları sağlaması sınıflararası farklılık ve gerginlikleri yumuşatıcı bir rol oynamış, kapitalizmi ve Batı tipi demokrasiyi aşmayı amaçlayan radikal devrimci akımlara karşı da bir set oluşturmuştur.Bu açıdan, bir olgu ve anlayış olarak sosyal demokrasi, sosyal demokrat akım ve hareketlerin 20. yüzyıldaki felsefe ve programlarına denk düşer.
Devrimci sosyalistler, sosyal demokrasiyi kapitalizmle işbirliği yapmakla suçlar, "reformizm" adını verir. "Reformist", sol ideoloji taraftarları arasında aşağılayıcı bir tanımdır.


LİBERALİZM

Liberalizm, özgürlüğü birincil politik değer olarak ele alan bir ideoloji, politika geleneği ve düşünce akımıdır. Genel anlamda liberalizm, bireylerin ifade özgürlüğüne sahip olduğu, din, devlet ve kimi zaman kurumların gücünün sınırlandırıldığı, düşüncenin serbest bir şekilde dolaştığı, özel teşebbüse olanak sağlayan bir serbest piyasa ekonomisinin olduğu, hukukun üstünlüğünü geçerli kılan şeffaf bir devlet modeli ve toplumsal hayat düzeni hedefler. Liberal demokrasi olarak adlandırılan bu devlet düzeni, açık ve adil bir seçim sistemi ile birlikte tüm vatandaşların kanun önünde eşit olduğu ve fırsat eşitliğine sahip olduğu bir sistem olarak modellenir.
Yapısından ötürü liberalizm tartışmaya açıktır. Liberalizm ekonomide, özel girişim demektir en başta. Liberalizm özgür kelimesinden gelir ve tekil değil çoğul bir özgürlüğü kapsar bu sebeple tüm toplumu ilgilendirir. Bir Toplumu,Ulusu yönetim biçimidir. Dolayısıyla bireysel özgürlüklerin kısıtlanamaması liberalizme ters olması gerekir.
Kralların doğal yönetim hakkı, veraset sistemi, devlet dini gibi eski devlet teorisini oluşturan birçok temel kabule liberalizm karşı çıkar. Tüm liberaller bireyin yaşama hakkı, özgürlüğü ve mülkiyet hakkı gibi temel insan haklarını kabul eder ve desteklerler. Bununla birlikte birçok ülkede modern liberalizm, toplumsal refahın sağlanması açısından, devletin birey özgürlüğü üzerinde minimal bir kısıtlayıcı gücü olmasını savunarak kla*** liberalizmden ayrılır.
Liberalizmin kökleri batı aydınlanma sürecine dayansa da, bugün için terim sağdan sola siyasal yelpazenin farklı noktalarını kapsayan, özgürlük temelli bir düşünce çizgisini tanımlar.


ANARŞİZM

Anarşizm, toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini bertaraf etmeyi savunan çeşitli politik felsefeleri ve toplumsal hareketleri tanımlayan sosyal bir terimdir. Anarşi, her koşulda her türlü otoriteyi reddetmektir.
Bu hareketler, merkezi politik yapılar, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ekonomik kurumlar yerine toplumsal ilişkilere dayanan gönüllü etkileşim ve özyönetimi savunur, özgürlük ve otonomi ile karakterize edilen bir toplumu arzular. Bu felsefeler, anarşi terimiyle özgür bireylerin gönüllü etkileşimine dayanan bir toplumu, bireylerin ve toplulukların alınan kararlardan etkilendikleri ölçüde söz sahibi olması düşüncesini ifade eder.
Zorlayıcı kurumlara ve toplumsal bazlı hiyerarşilere karşı olmak anarşizmin asli ilkelerindendir ve ayrıca anarşizm gönüllülüğe dayanan bir toplumun nasıl işleyeceği konusunda olumlu bir görüşü ifade eder. Anarşist felsefeler arasında hatrı sayılır bir çeşitlilik vardır. Şiddetin anarşizmdeki yeri, ne tür bir ekonomik sistemin olması gerektiği, çevre ve endüstriyalizm hakkında sorular ve diğer hareketlerde anarşistlerin rolleri gibi farklı alanlarda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Anarşist akımlar bu nedenlerle birbirlerinden çok farklı ve hatta karşı olabilirler. Örneğin anarşist komünizmin yanı sıra Hıristiyan anarşizmi gibi anarşist akımlar da mevcuttur.


KEMALİZM

Kemalizm; temel ilkelerini Atatürk’ün belirlediği, Türk ulusunun, akıl ve bilimin yol göstericiliğinde ileri bir toplum olarak çağdaş uygarlık düzeyine erişmesini, tüm insanlığın içinde bağımsız, eşit ve şerefli bir biçimde yer almasını amaçlayan bir düşünce sistemidir. Atatürkçülük olarak da adlandırılan bu sistem, Türk toplumunun gereksinim ve isteklerinden doğmuş; devlet yaşamına, düşünce yaşamına, ekonomik yaşama, toplumun temel kurumlarına ilişkin gerçekçi düşünce ve ilkeleri içeren tümden bir ulusal çağdaşlaşma, değişim ve dönüşüm modelidir.
Ulusal ve laik bir modern devlet tipidir. Bazı kesimler tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin temel doktrini ve ideolojisi olarak kabul edilmektedir.Sıklıkla Kemalizmin bir fikirler sistemini temsil etmekten çok ülkeyi tümüyle pragmatik bir yöntemle modernleştirmeye çalışan politik bir uygulama olduğu vurgulanır. Bununla birlikte Kemalistlerin yaptığı devrime rehberlik eden belli fikirler vardı ve bunlar esnek bir biçimde de olsa CHP ideologları tarafından sistemleştirilmişti.
Kemalizm pek çok kişi ve grup tarafından sağ ve sola rakip "üçüncü bir yol" olarak tanımlanmaktadır. Çünkü 1920'lerin kendine özgü yapılı Türkiye'sinin ihtiyaçlarından doğmuş temelinde sınıf çatışmasından ziyade "Tam Bağımsızlık" ve "Anti-Emperyalizm" olan bir ideolojidir. Lozan'da taviz verilmeyen tek konunun tam bağımsızlık olması daha sonrasında Balkan Antantı ve Sadabat Paktı antlaşmalarına imza atılmasının yanında davet edilmesine rağmen Birleşmiş Milletler'e girmemesi bu temelin sonuçlarındandır.
Bir diğer grup da Kemalizm'i sol kanat ideolojisi olarak görmekte, onu üçüncü yol sayanları Kemalizm'i siyaset dışına atmaya çalışmakla ve de sadece bir düşünce sistemi olarak sınırlandırmakla eleştirmektedir. Hatta eleştirdikleri düşünceye sahip olan insanların sağcı olduklarını iddia etmekte ve Kemalizm'i sağ sayamayacakları sebebiyle sol da sayılmaması için uğraşan insanlar olarak görmektedirler. Bu düşünceye göre Milliyetçilik sola engel değildir. Nasır, Nehru, Sultan Galiyev, Lumumba gibi ulusal kurtuluş savaşı vermiş isimlerin de kendilerini solcu tanımlamalarından yola çıkarak esas milliyetçiliğin solda olduğu fikri egemendir.


NASYONAL SOSYALİZM

Milliyetçi sosyalizm ya da Nazizm, Almanya'da Hitler tarafından kurulan ve temelde ırkçılık, sosyalist ekonomik sistem, milliyetçilik, halk ve üstün lider fikirlerine dayanan faşist ideoloji ve yönetim sistemi.
Milliyetçi sosyalizm doktrininin ilanı 1898'in Mayıs ayında, ilk teorisyeni Maurice Barrès tarafından yapıldı. Fransız Barrès, sosyalist bir milliyetçilik (milliyetçilik) fikrini, yabancı egemen Almanya'ya karşı, seçmenleri kazanmak üzere yaydı ve sosyalizmin "liberal bir zehir", ancak, milliyetçi sosyalizmin, kollektif milliyetçiliğin gerçekleştirmenin aracı olduğunu açıklamıştı. Barrès'e göre, işçiler kendi uluslarından işverenlere karşı değil, yabancı işverene ve Yahudi sermayesine karşı mücadele etmeliydi


YEŞİL İDEOLOJİ

Yeşil siyaset, ekolojik ve çevresel amaçlara önem veren, şiddet karşıtlığı ve toplumsal adaleti savunan, katılımcı demokrasi üzerinde biçimlenmiş bir ideolojidir. Yeşil siyasette, doğanın ve barışın korunması ön plandadır. Yeşil siyasetin uluslararası simgesi, Günebakan'dır.
Yeşil siyasetin savunucuları Yeşiller Hareketi'ni başlatarak, özellikle 1980'lerin başından itibaren pek çok ülkede partileşmişlerdir. Yeşil siyaset adlandırması, 1979'da Almanya'da kurulan Yeşiller Partisi'nden alır. Almanya'da etkinlik gösteren bu parti, başarıya ulaşmış ilk Yeşiller partisidir.
Yeşil siyaset, Avrupa'da ve akademik çevrelerde kimi zaman "siyasal ekoloji" olarak da anılır. Ayrıca, Yeşiller olarak adlandırılan, yeşil siyaseti destekleyen kişiler, çeşitli feminist, çevreci, barışçıl vb. hareketlerde de etkin görev alırlar.



PUNK İDEOLOJİSİ

Punk ideolojisi, Punk Kültürü ile ilişkili olarak ortaya çıkan siyasi görüşler bütünüdür.
Temel amacı olabildiğince fazla özgürlük tanımak olan düşünce sistemi, bireycilik, otorite karşıtlığı, şart olmamakla beraber politik anarşi, özgür düşünce ve ahlakı içerir. Punk’ın dünyaya karamsar bir bakışı vardır çünkü modern uygarlık insanlık üzerinde bilinçli bir baskı kurmaktadır. Punk, düşüncelerini Punk rock, fanzinler ve konuşma yoluyla yaymaya çabalar.
İnsanları şok etme, isyan ve hoşnutsuzluk ile başlayan dalga, daha sonra sosyal aktivizme dönüştü. MC5, Discharge, Black Flag, The Stooges, Dead Kennedys, Bad Religion, Anti-Flag, Crass, Conflict, ve Subhumans gibi gruplar ideolojinin şekillenmesinde fazlasıyla rol oynadılar. Bu gruplar şarkı sözleri arasına ciddi dünya meseleleri hakkında önemli tespitler yerleştirdiler ve gençleri dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için çağrıda bulundular. Bu ruh günümüze kadar devam etmiştir, bugün hala yapılan punk rock albümlerinde siyasi meseleler hakkında sözler bulunur.
Punk’ın dayalı olduğu ideoloji genelde Anarşidir, fakat başka ideolojilerle de birlikte anıldığı olmuştur, bunlar arasında liberal, sol liberal, sosyalizm, Anarşist komünizm, ve hatta neo-Nazizm vardır.
Çoğunlukla solculukla bağlantılı görülmektedir, fakat punklar çoğu kez solcuları en az sağcıları eleştirdikleri kadar şiddetle eleştirmektedir. Punklar kendilerini punk olarak adlandırır ve ne sol ne de sağ ile ilişkili olmadıklarını söylerler.


Wikipedia
 

Burcu06

Banned
iyi konu olmuş pkk da sosyalist bir örgüt diye çoğu zaman toplumda yalnış anlaşılmış ve yorumlanmıştır
 

ocukbocuk

Banned
faşizmi es geçmişsin herhalde

Faşizm sözcüğü, İtalyanca fasces sözcüğünden gelir. Fasces,Roma İmparatorluğu döneminde, imparatorun muhafızlarının taşımakta oldukları sopa ya da kamçı demetine verilen addı. İmparatorun buyruğundan sonra, bu demetin yere vurulmasıyla bu buyruk yasallaşmış olurdu. Bu fasces, aynı zamanda imparatorluğun bütünlük ve gücünü de temsil ederdi.

Genellikle sağcı otoriter tek parti rejimlerine verilen ad olmakla birlikte, özelde iki dünya savaşı arasındaki dönemde İtalya’da sağcı otoriter rejimin adıdır.

Faşizm, ciddi olarak ilk defa
İtalya Cumhuriyeti ya da kısaca İtalyaBenito Mussolini ve Adolf Hitler aracılığıyla uygulanmışsa da tarihe bakıldığında başka faşist uygulamalara da rastlanmaktadır. Roma İmparatorluğu ve Persler ırkçı uygulamalarıyla bunun ilk örneklerindendir.

Faşizmde, ülkeyi yöneten kadro, ülkenin tek hakimidir. Alınan kararlar, yapılan uygulamalar tamamen bu kesimin iradesiyle gerçekleşir. Söz konusu kadro sadece kendi sahip olduğu ideolojiyi hakim kılmaya çalışır. Bu nedenle halkın, yönetim üstündeki eleştirileri, tavsiyeleri dikkate alınmaz. Halka empoze edilmek istenen ideolojiye ters düşen fikir ve düşünceler baskıcı yöntemler kullanılarak susturulmaya çalışılır. Halkın oluşturabileceği kurumlar ve yapabileceği faaliyetler sadece bu yönetim tarafından şekillendirilir. Kısacası faşizmde her birey, yönetimin oluşturduğu resmi ideolojiye hizmetle yükümlü olan bir araç haline getirilir.
 

SickDreTh

Altın Üye
konunun kaynağını alabilirmiyiz?
ocukbocuk sende lutfen yazdıgın makalenın kaynağını gösterirmisin?
 

Börteçine9

New member
nerde çekiç orak görsem aklıma sovyetlerde ve Doğu Türkistanda soydaşlarıma yapılanlar aklıma geliyor :sigara:

OY CANIM TÜRKİSTAN DOĞU TÜRKİSTAN,
KURACAK BİR TURAN ÜLKÜCÜ DESTAN!!
 

türk ocağı

serdengeçti
TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ


Türk-İslam Ülküsü, İslamiyetin topluma hakim kılınmasıyla, adil bir nizamın tesis edilebileceğini, bu nizamın safha safha oluşacağını, önce fert, aile, çevre,millet, ülke ve tüm yeryüzü olması gerektiğini, bu nizamı sağlama görevinin Türk Milletinde olduğunu, Türk Milletinin tüm İslam alemi ve tüm mazlum milletler için, Allahın İsmini hakim kılmak ve İslam nizamını tesis ederek, yeniden Türk-İslam Medeniyetini kurmakla mükellef olduğunu savunur. Bu yüzden Türk Cihan Hakimiyetini hedefler.

Bunu gerçekleştirmek için disiplinli bir şekilde teşkilatlanmış Türk Milliyetçisi kadrolara ihtiyaç vardır. Milletimiz; Örfünü, adetini, töresini muhafaza edecek ve Türklüğü dış kabı, bedeni olarak bilecek, İç dünyasında ise İslama teslim, tavizsiz bir müslüman olacak, aynı zamanda bilim, sanat, edebiyat, teknoloji gibi çağdaş gereksinimlerde çağlar üstüne sıçrama yapacak konuma ulaşmak için gayret sarfetmelidir.

Fikrin sahibi Seyyid Ahmed Arvasi dir. Yetmişli yıllarda ortaya atılmış olsada, Arvasi; Türk-İslam Ülküsünün başlangıcını İlk Türk hakanı olan Abdulkerim Saltuk Buğra Hanın İslamı kabul etmesi olarak belirtir. Arvasiye göre Türkler müslüman olduğunudan beri Nizam-ı Alemin savunucusudur.

Fikir MHP tarafından, fikrin ortaya çıktığı dönemde benimsenmiştir, halen Türk Milliyetçileri, MHP ve BBP teşkilatları tarafından benimsenmekte ve yaşatılmaya çalışılmaktadır.
................................................................................................................................

Biz iddia ediyoruz ki, "Emperyalizm", Türk ve İslam dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile "vatan çocuklarını" din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, herşeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadır.

Bugün yeryüzünde iki somürgeci "blok" vardır. Bunlardan biri kara renkli "kapitalist emperyalizm" diğeri ise bütün fraksiyonu ile "kızıl emperyalizm". Birincisi "çok uluslu şirketlerin" paravanasında, "az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık ***ürmek" maskesi altında, ikincisi de "ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet ***ürmek" maskesi altında, "sınıfsal savaş" sloganı ile "iç savaşlar" çıkartmakta ve "dünya proleterlerinin dayanışması" adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.

Gerçekten de yer yüzünde ezilen ve sömürülen bir de "üçüncü dünya" vardır. Bu dünya, daha çok Asyalı, Afrikalı irili ufaklı devletlere ve devletçiklere, beyliklere, emirliklere, federasyonlara bolünmüş milletlerden ibarettir. Esef edelim ki, bu insanların sayısı birbuçuk milyardan daha fazladır. İşin ızdırap veren diğer bir yanı da, bu nüfusun çoğunluğunu müslümanlar teşkil etmektedir. Bunun yanında çok acı bir gerçeği daha belirtelim ki, bu ezilen ve sömürülen müslümanlar arasında Türk Milleti'nin çok önemli bir bölümü bulunmaktadır.

1970 Yılında yapılan bir araştırmaya göre, yabancı boyunduruğunda tam bir sömürge hayatı yaşayan Türk nüfusunun sayısı, Türkiye'mizde bulunan genel nüfusumuzun tam iki katıdır.

Emperyalist güçler, fırsat buldukları zaman zorla, bulamadıkları zamanlar ise hile ile İslam ve Türk dünyasını ele geçirmiş, zenginliklerini yağmalamış, din ve milliyet duygu ve değerlerini tahrip etmiş, direnenleri lekeleme ve imha yoluna gitmiş, kendine uygun kadrolar yetiştirmiş, bu milletlerin uyanış, diriliş hamlelerini, milli eğitim ve kalkınma planlarını baltalamış ve bu ülkeleri, "ebedi sömürge" statüsüne mahkum etmek için elinden geleni esirgememiştir.

Emperyalist güçler, korkunç bir kültür emperyalizmi programı ile millet çocuklarını milli tarihlerine, milli ve mukaddes kültür değerlerine, milli ülkülerine, milli menfaatlerine, hatta motif ve sembollerine düşman etmekle kalmazlar, kendi değerlerini "bir uygarlık ve ilericilik" unsuru biçiminde onların kafalarına ve vicdanlarına oturturlar. Böylece milli ve mukaddes değerlere bağlı milliyetçilerin karşısına, bu değerlere ters düşen "yabancılaşmış kadrolar" çıkarırlar. Bir ülkede, değerler "ikizleşince", kadroların da ikizleşmesi ve çatışması mukadder olur. İşte düşman, bu noktada aktivitesini arttırır. Ülkenin ve milletin "parsellenmesi" için beynelminel güçleri harekete geçirir.

Ülke artık birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır kadrolara bölünmüşse, düşman rahatlıkla at oynatabilecek vasatı bulmuş demektir.

Düşman, karşısındaki güçleri parçalayarak, onları birbirine düşürerek, kolay yutulur lokmalar durumuna sokmak ister. Mesela, sanki bir insan, hem 'dindar', hem 'milliyetçi', hem 'medeniyetçi' olamazmış gibi, bu değerleri birbirine zıt proğramlar durumuna sokarak, hiç yoktan 'çatışan güçler' meydana getirir. Bu oyunlarını, o kadar ustaca planlar ki, tertiplerini anlamak için bazan olayların üzerinden elli veya yüz sene geçmesi gerekir. Mesela, Osmanlı Türk Devleti'nin parçalanması ve Orta-Doğu'nun sömürgeleştirilmesi için, dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, 'din' ile 'milliyetçilik' arasında zıddiyet ve düşmanlık duyguları doğurmayı planlamış olduklarını şimdi itiraf ediyorlar.

Serge Hutin adlı bir Fransız masonunun yazdığı 'Les Francs-Maçons' kitabının 127.nci sayfasında okuduğumuza göre İslam dünyasında masonlar Cemaleddin-i Afgani ve Muhammed Abduh gibi 'din politikacılarını' localarına kaydederek onların eliyle 'Dini, milli yapılara göre reforme ederek' alemşumul İslam dinini bozmak, öte yandan Müslüman Kardeşler (Freres Musulmans) hareketi ile de 'İslam'da milliyetçilik yoktur' propagandası ile milletleri çökertmek ve bu suretle -çok kahpece bir planlar- birbirine zıt 'İslamcı' ve 'Milliyetçi' sun'i düşman kamplar doğurmak istemişlerdir.

Emperyalizm, bizim dünyamızda bu 'paradoks'tan çok istifade ettiğini ayrıca yazmaktadır. Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı, birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.

O halde, Türk Milliyetçisine düşen iş, bütün varlığı ile bu oyunu, herşeyden önce kendi yurdunda bozmak olmalıdır. Bu ülkede, sun'i olarak birbirine düşman 'güya Türkçü' ve 'güya İslamcı' cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların karşısına, bir Müslüman-Türk olarak ve tarihine yaraşır bir biçimde çıkmalıdır.

Bunun için, Türk-İslam kültürüne, Türk-İslam medeniyetine, Türk-İslam ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyeti ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur.

Din ve milliyet, zıt değerler değildir. Bu sebepten, 'sentez', tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız 'Türk-İslam sentezi' yerine, 'Türk-İslam Ülküsü' sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını, 'TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ' olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.

Seyyid Ahmed ARVASİ

BÜYÜK DOĞU


Necip Fazıl Kısakürek'in örgüleştirdiği ideoloji, üstadın külliyatının tamamından yer yer istifade edilerek ortaya çıkarılabilecek bir manzumeyi üstadın dilinden kısaca aşağıdaki gibi açıklamak yeterli olacaktır.

Büyük Doğu ideolojisi bütün sağ cenahta, hatırı sayılır bir kitleyi etkilemiş, milliyetçi-muhafazakar çevreler bir yönüyle hep büyük doğucu olmuşlardır. Örnek: Sezai Karakoç, Cemil Meriç siyasilerden MHP ve MSP tabanı ve bazı mensupları diyebiliriz.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Büyük Doğu yani “Doğunun doğuşu”. “Rüzgardan hafif topuklarla içimizdeki iklimlere doğru ruhani ve ince bir sefer” ediş hali. “Büyük Doğu, İslamiyet’in emir subaylığı…” “Büyük Doğu, İslam içerisinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı…” Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslamiyet’e yol açma geçidi; ve O’nu eşya ve hadiselere tatbik etme işi…”

Bu durumda Büyük Doğu bir keşf-i kadimdir. Allah Resulü’nden (s.a.v.) günümüze kadar intikal eden İslami anlayışın keşif ve tatbikinden ibarettir. Mevcut haliyle Büyük Doğu, İslam’ın zuhuruyla başlar. Mazrufunu sahabenin mücadele tarzı doldurmaktadır. Tarih içerisinde görülen Büyük Doğu’nun sahabe devrinden tek farkı zarf değişikliğidir. Fakat zarf, mazrufa (sahabe devrine) nispetle kendini kıymetlendirirken “köle, bir emir subayı” olduğuna vurgu yapar. Yani Allah Resulü (s.a.v.) ve sahabeden intikal eden manaya bağlı kalmak Büyük Doğu’nun esasını teşkil eder.


"Koskocaman, top şeklinde bir yumak gibi iplik iplik sarılı, kangal kangal bükülü, ilk ucundan sonucuna kadar üstüste devşirili; dışarıya doğru lif lif dağınık ve içeriye doğru kol kol toplu, muhitte nâmutenahî çok ve merkezde nâmutenahî tek; ve nihayet gelmiş ve gelecek zaman boyunca bütün eşya ve hâdiseler zeminini avlamaya memur bir fikir ağı halinde düğüm düğüm çerçeveli bir manzume... Yekpare bir inanış, görüş ve ölçülendiriş manzumesi...


Büyük Doğu?..

Bildiğimiz doğuş hâdisesine bağlı bir delâlet mi?..
Yoksa mâlum Şark dünyasına mı işaret?..
Birincisiyle beraber, yahut birincisinin içinde ikincisi!..
Bu isim, sadece doğuş mânasına kabuğunu çatlatan tohumun kıvılcımlı nefesiyle pembeleşmiş bir ufuk üzerinde, asıl Doğu âlemini, kubbe ve servi, saray ve künbed, kemer ve harabe, bütün dış çizgileri ve iç nakışlarından kucaklamakta... Bir aradaki bu çiftte delâletten sonra da, bütün insanlığa örnek olmak dâvasiyle, onların da üstünde ve güneş gibi topyekûn yeryüzünü yalayıcı bir mâna...

Doğuş olmaya doğuş... Doğu olmaya Doğu... En doğrusu Doğunun doğuşu...

En ulvî tecrid ve mânalandırmalara, çok defa en süflî teşhis ve maksatlandırmalar musallattır. Kendimi bunlardan korumak için, sadece yavan bir isim delâleti yüzünden dâvaların en çıkmazı, en kabasiyle aramızda benzerlik arayacak vehimleri şimdiden kovalım: BÜYÜK DOĞU’nun kucakladığı ve bütünleştirdiği Şark, vatan sınırları dışında herhangi bir ırk ve coğrafya plânına bağlı değildir. Biz BÜYÜK DOĞU’yu, öz vatanımızdan başlayarak güneşin doğduğu istikameti kurcalayan bir madde ve kemmiyet zemininde aramıyoruz. Biz BÜYÜK DOĞU’yu, vatanımızın bugünkü ve yarınki sınırlariyle çevrili bir ruh ve keyfiyet plânında arıyoruz. O, kendini mekân çerçevesinde değil, zaman çerçevesinde gerçekleştirmeye talip... Maddi ve manevî sınır dışı ırk gayreti, kavim hırsı ve toprak iştahı, sadece alâkasız olduğumuz bir iş sanılmasın!.. Büyük ve gerçek kurtuluş adına, yüzdeyüz düşmanı sıfatiyle alâkalı olduğumuz ve karşısında cephe tuttuğumuz zıt ve bâtıl hedeflerden bir tanesi!.. Kendimizi kendi içimizde; fert ve cemiyetimizi içinden ve dışından kucaklayarak kendi içimizde tamamlığa erdirmeden dışarda gözü olmak, bu iç oluşa ihanettir. Ötesi, olduktan sonra düşünülecek iş... Öyleyse BÜYÜK DOĞU, çizmeli ayaklarla dışımızdaki iklimlere doğru kaba ve nefsanî bir yürüyüş olmaktan ziyade, rüzgârdan hafif topuklarla içimizdeki iklimlere doğru ince ve ruhanî bir sefer... Doğudan fışkırmış, Doğunun gerçek ruhuna ermiş, onu örnekleştirmiş, nefsinde halkalamış, Batıya doğru yürütmüş handiyse Batıyı devirecek hale gelmiş; sonra kabuk üstü donup kalmış, yeni zaman yemişlerine can verecek kök feyzini emmekten uzak yaşamış, doğurucu ve yaşatıcı aşk ve çile dairesinden kayıp çıkmış, hikmetini kaçırdığı şekillere incisiz istiridye kabukları gibi tutunmaya çalışmış; ve sonra doğan ve gelişen Batının karşı saldırışları önünde topyekûn Doğuyla beraber gerilemiş, geriledikçe gerilemiş, bir uçurumdan öbür uçuruma sürüklenmiş, fakat sukûtun dibini boylamış, gizli bir bünye sırı yüzünden hastalığa dayanmış, apışmış ve donmuş, devir devir sahte ve gülünç kurtuluş hareketlerine şahit olmuş, nihayet büsbütün tasfiye vaziyetine düşmüş, bir şahlanışta kendisini yalnız mekân çerçevesinde kurtarabilmiş, derken işin satıh ve maddede en dizginsiz Garp taklitçiliğine ve öz kök alâkasızlığına döküldüğünü görmüş, zaman çerçevesindeyse bir türlü kurtarıcısını bulamamış bir millet olmak şuuruna sımsıkı bağlıyız. Kavramak lâzımdır ki, bir zamanlar Doğunun teknesinde yuğurulan, kendi teknesinde de Doğuyu yuğuran şahsiyet hamurumuz, Doğunun zaafında biz, bizim zaafımızda ise Doğu mecalden düşerken kurtlanmaya yüz tuttu; ve o gün bu gün, kendi öz cevherleriyle yabancı cevherler arasındaki anlayışsız, bilgisiz, ölçüsüz ve hikmetsiz katışmalar yüzünden çürüye çürüye şimdiki müzmin haline geldi. Bu halin ismi, müzmin şahsiyetsizlik ve asliyetsizlik hastalığı...

Zira, Viyana bozgunundan “Nizam-ı Cedid”e ve Tanzimattan Cumhuriyete kadar içimizle dışımız ve köklerimizle dallarımız arasındaki mahsup sırrına erecek, içi muhasebe, murakebe ve çile dolu, dünya çapında tek bir kafa bile yetiştiremedik ve hep onbaşı kültürlü basit aksiyon adamlarının itiş kakışlarına uyduk ve onları kahramanlaştırdık. Tanzimattan beri devam eden sahte inkılâplar ve bu inkılâpların türettiği sahte kahramanlar, dâvamızın, müşahhas plânda baş meselesidir. Kendi içimizde ve kendi cebimizde kaybettiğimiz, sonra körler gibi el yordamıyla eşya ve hâdiseleri sığayarak hep dışımızda ve yabancı ceplerde aradığımız, aradıkça kaybettiğimiz, kaybettikçe bulduk sandığımız, bulduk sandıkça kaybımızı derinleştirdiğimiz anahtarın kum üzerindeki yuvası... BÜYÜK DOĞU budur.

O, hem bir mâna, hem bir madde, hem bir zaman, hem bir mekân ismi; ve belli başlı bir ruhun, kendisiyle beraber bütün insanlığa örnek halinde donatacağı Doğu âlemine remz... Bu ruh, sistem ve ismin, bağlı olduğu iman mihrakına göre hiçbir istiklâli yoktur; ve bu ruh, sistem ve isim, ancak başbuğ imanın her iradesini yeni insan ve yeni dünya üzerinde zerre zerre nakşedici köle bir emir subayından ibarettir. Büyük Doğu, İslâmiyetin emir subaylığı... Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı... Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açma geçidi; ve çoktanberi kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti Yirmibirinci Asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi... Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı… "


--------------------------------------------------------------------------------------------------

·Otuz yılı aşkın bir zaman çerçevesi içinde, ağzımıza erimiş kurşun dökülmesinden daha beter şartlarla pençeleşerek sesimizi çıkarabildiğimiz ke*** ke*** devreler ve parça parça davranışlar sonunda, eserimiz, tesirimiz ve teessürlerimiz ne oldu?

·C.H.P. sinden başlayarak D.P. si, M.B.K. si, bütün muvafakatler ve hattâ muhalefetler boyunca, her devrin mazlumu, makhuru, mahpusu olduk ve hepsinin birden mahkûmu, menfuru, mel’unu bilindik. Zira Türk milletinin unutturulmak istenen metbuu, matlubu, mahbubu yolundaydık; ve tanzimattan beri millet madenini bir küf tabakası şeklinde kaplayıcı çeyrek aydınlar, bu yolun mahrumu, mâdumu, makûsu yönde bulunuyorlardı.

·Böyleyken, gün oldu, bizi zindana tıktıkları zaman vatan köşelerinde gençler, ıstıraplarından akıllarını oynatacak hale geldiler, cinnet buhranları geçirdiler; ve bu yüzden bir takım hastalık ihtilâtlarıyla ölüm döşeğine düşünce de, Şehadet kelimesinin yanıbaşında ismimizi söyliyerek ruhlarını Allah’a teslim ettiler, (1947 Kayseri misali). Bu tek vaka, herhangi bir yurt köşesinde, herhangi aşırı hassasiyette bir şahsın, müstesna, münferit ve belki de marazî örneği değil, binde dokuzyüz doksandokuz onda dokuzuyla bütün gençliğin, bütün Türklüğün, bütün hak ve hakikat yolculuğunun ruh ufkundaki mânevî tecelliydi. Bu tecelli, o gençte, müstesna, münferit ve belki de marazî bir zemin bulmuş olabilirdi; fakat ruh plânında bütün hakikatçi Anadolu gençliğine yaygındı.

·Şifresi fikirle çözülemese bile hisle hecelenir öyle bir yaygınlık ki, cemiyet meydanına çıkmak ve oy kullanmak hakkına mâlik değil… Herkesin birarada hasta bulunduğu bir karantinada kimsenin hastalık lafını ağzına alamaması gibi bir şey… Hasta olabilirsin; fakat ne olduğunu bilemezsin!.. Yasaktır!.. Karantinamız camiler; ve dış tezahürlerinde serbest bulunduğumuz halde ne olduğunu bilmememiz gereken illet, iç hakikatiyle Müslümanlıktır.

·Biz 30 yıldır zâhirde hiçbir şey başaramadık, hattâ karantina bekçiliğinin büsbütün sertleştirildiğine ve cemiyet meydanının bütün bütüne işgal altına alındığına şahit olduk ama, ruhlardaki “gizli”yi fert fert, kendilerine karşı, açığa vurmuş olduğumuzu da gördük. Böyleyken zahirde yine gizliyiz; zira bu fertlerin toplamı ve topluluk ifadesini meydana getirebilmiş değiliz. Fakat ana unsur, temel örgü, atom fert, esas protoplazma kurulmuştur; gerisi, dış plan, kemmiyet kadrosu açıkgözlülükten ibaret ve hayatlık değerde olmasına rağmen basit…

·Bizim 30 yıldır yuğurduğumuz nesil, yüzbinlere rağmen halisleriyle bir tren katarını, en halisleriyle bir otobüsü, halisin halisi başbuğlarıyle de bir minibüsü dolduracak kadar kemmiyette zayıf olsa da, maya kıymetindedir, istikametini bulmuştur; ve Allah izin verirse memleketin en geniş ovasını taşıracak şekilde bir gün kervanlaşmayı bilecektir.

·Bando mızıkalarının önünde koşuşan sümüklü mahalle çocuklarına mahsus arsız ve yalancı belirliliklerden bizim gençliğimiz münezzehtir; ve piyasaya hâkim sanılan sahte mâna kooperatiflerinin bize cevri arttıkça, anlaşılmaktadır ki, mânaları zayıflamakta ve bizim mânalarımız kuvvetlenmektedir.

·Düşmanlarımız bilsinler ki, bağırsalar da, çağırsalar da, sussalar da, dövünseler de, çatlasalar da, patlasalar da, hiç aldırmasalar da, arkalarını çevirseler de, dönüp bizi öldürseler de, külümüzü savursalar da, okşasalar da, yalvarsalar da BÜYÜK DOĞU ideali, artık, alevin bir kav kümesini kucaklayışı gibi, Türk ruhunu en soylu nahiyesinden yakalamış ve üstün bir keyfiyet zümresinin tâ can evine girip oturmuştur. Bundan sonra bizi susturmak ve yok etmek, susmayacak ve yok olmayacak olanın yanında, ormanlar yanarken bir kıvılcım peşinde koşmak kadar faydasız olur. Ormanları söndürmek için tükürük itfaiyesi göndermekse yananları ancak çıralaştırır, alevlerini artırır.

NECİP FAZIL KISAKÜREK

MİLLİ GÖRÜŞ




Milli Görüş, MNP kurucularından ve Genel Başkanı Necmettin Erbakan tarafından ortaya atılmış yerli bir ideolojidir. Günümüzde halen SP ratafından benimsenmekte ve teşkilatlanmaktadır.

milli görüş bir kimliktir bu kimliği 4 aşamada tam olarak tanıtabiliriz,

1) TARİHİ SÜRECİ:
hocamızın da dediği gibi milli görüş ADEM ALEYHİSSELAM ile başlar ve tarihi sürecine baktığımızda milletimizin kendi muktesebatına en uygun olan görüştür. bu açıdan sultan alparslan ın görüşüdür, sultan fatih in görüşüdür, selahaddin eyyubi nin görüşüdür, çanakkale destanını yazanların görüşüdür, istiklal harbini yapan kuvayi milliye nin ta kendisidir, kıbrısı tekrar fethedenlerin görüşüdür.

2) ÖZÜ, KİMYASI:
bu hareketin içinde bulunanların özünde üç tane unsur vardır, milli görüş bu üç unsura uygun hareket eder,
1 HAKKI ÜSTÜN TUTMAK,
2 MANEVİYATÇI OLMAK
3 NEFİS TERBİYESİNİ ESAS ALMAK,

Birde Prof.Dr Erbakandan bir ekleme yapalım,

Millî Görüş’ün üç temel esası

Millî Görüş, yapısı itibariyle üç temel esastan meydana gelir. Bunlardan bir tanesi materyalist değil, Maneviyatçı olmaktır. Allah’a ve ahirete inanan olmaktır. İkinci temeli ise; insanın nefis terbiyesini esas almasıdır, nefsine esir olması değil. Üçüncü temeli ise; bunların sonucu olarak Hakkı üstün tutmaktır, kaba kuvveti değil. Bir insan zihniyet itibariyle bu temel esaslarla yoğrulmuş ise, o insana Cenab-ı Allah çalışırken yardım eder ve bu yardımıyla da o insana 3 temel şeyi fiziki olarak nasip eder. Bunlar da hepinizin bildiği gibi Hidayet, Feraset ve Dirayettir. Hidayet ne demek? Hayırla şerri ayırmak. İnsanların saadetine ne vesile olur, insanların saadetini ne engeller? Bunu ayırma kabiliyeti Allah’ın verdiği bir nurdur. Hidayetle ancak ulaşılır. Bunun arkasından sizin hidayetiniz var ise Cenab-ı Allah size ayrıca bir feraset verir. Feraset demek; insanların hayrına olan işlerin detaylarını, o hayırlı olan işe nasıl ulaşılacağını idrak etmek demektir. Dirayet ise; o hayırlı olan işe ulaşma vasıtasını gerçekleştirme, azmi, aşkı, kabiliyeti demektir. Bunu size bir misalle açıklamak istiyorum. Bir ülkenin en büyük gücü tankı değildir, mali gücü de değildir. Ya? İnançlı evlatlarıdır. İspatı: bizim milletimizin bütün tarihidir. En büyük güç, inançlı evlatlardır. Şimdi bir insan bu gerçeği görürse, o insana Allah bunu hidayeti sayesinde vermiştir. O insana verdiği hidayet ile o insan bunu görebilmektedir.

O halde evlatlarımızı inançlı insan olarak yetiştirmek için, manevi eğitime büyük önem vermeliyiz. İmam-Hatip Okullarımız, Kur’an Kurslarımız, İlahiyat Fakültelerimiz, dini öğreten her türlü çalışmalar, bütün bunların hepsi, milletin manevi yapısını güçlendireceği için son derece faydalı adımlardır. Eğer bunu hissediyorsanız, feraset sahibisiniz. Manen güçlü olmanın en büyük ehemmiyete haiz olduğunu idrak etmek hidayettir. Buna ulaşmanın vasıtası olarak bu söylediğimiz kuruluşları yapmak gerektiğini anlamak ferasettir. Bu kuruluşları bizzat kurmanın adı da dirayettir. İşte Cenab-ı Allah Millî Görüşçülere onların inancındaki Allah’a teslimiyetten dolayı, inançlarındaki manevi yapıdan dolayı yardım eder ve onlar hidayet, feraset ve dirayet sahibi olurlar ( N. ERBAKAN )

3) EYLEMLERİ, FİZİĞİ:
millli görüş hareketinin eylemlerinde üç şey açıkça gözükür, bunlar :
a. HİDAYET ; doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, faydalıyı zararlıdan, adaleti zulümden, at-yırtedebilme kabiliyetidir
b. FERASET ; hayır ile şerri ayırt edebilme kabiliyeti,
c. DİRAYET ; en geniş anlamda doğru olduğunu bildiği ve hayırlı olduğuna inandığı şeyi sonuna kadar savunabilme kabiliyetidir,

4) ADININ KONULMASI:
biz siyasi platformda milli görüş sahibi olan harekete saadet partisi diyoruz,


B ) DİĞER TARAFTAN MİLLİ GÖRÜŞ ÇAĞDAŞ BİR MEDENİYET PROJESİDİR,
bu proje üç sacayağı üzerine kuruludur,

1)YAŞANABİLİR BİR TÜRKİYE
a. ekonominin onarılması
b. halkın refah düzeyinin arttırılması adil paylaşım
c. sosyal ve ekonomik hayatın insanı merkeze alacak şekilde tekrar yapılandırılması

2 ) YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE
biz zaten büyük bir devlettik, yeniden eski gücümüze bir an önce ulaşabilmemiz gerekmektedir, bunun için gerekli güç bu ülkede mevcuttur yeterki görmesini bilelim, yeterki potansiyel enerjimizi kinetik enerjiye çevirmesini bilelim,

3 ) YENİ BİR DÜNYA
BUGÜNKÜ DÜNYA ADİL TEMELLER ÜZERİNE KURULU DEĞİLDİR, global bir rantiye düzeni bütün dünyayı kendisine köle etmek için var gücüyle çalışmaktadır, bu durumun değiştirilmesi gerekmektedir, bunun için başta bölgemiz olmak üzere bütün dünyanın adil temeller üzerinde tekrar yapılandırılması lazım gelmektedir bunun için atılması gereken adımlar şunlardır,
a. d8 daha aktif çalışarak dünyanın en aktif kuruluşu haline getirilmelidir,
b. gelişmekte olan bütün ülkeler d8 prensipleri etrafında bir anlayış birliği oluşturmalıdır
c. d8 ler g7 lerle bir araya gelerek adil bir dünya düzeninin kurulmasını sağlamalıdır

kısaca anlatmak istersek milli görüş KURAN VE SÜNNET demektir, nedeni ise peygamber efendimizi sallallahu aleyhi ve sellem ve islamın sadece maneviyat ve ibadet boyutuyla uğraşmak değilde, dünya işlerinde de islamı ve sünneti uygulamaktır, yani peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem yeri geldiğinde devlet başkanı yeri geldiğinde bir kumandan yeri geldiğinde bir imam yeri geldiğinde bir ekonomist bir siyesetçi yeri geldiğinde bir baba bir insandır kısaca o sadece ALLAH CELLE CELALUHU 'nun vermiş olduğu emirleri uygulamış müslümanlara manevi olarak nasıl kendilerini geliştireceklerini ve maddi olarak da neler yapmaları nasıl bir hayat nizamı uygulamaları gerektiğini vre her türlü uymaları gereken yolu göstermiştir dolayısıyla milli görüş islamı maddi alanda da uygulayan görüştür o yüzden milli görüş ADEM ALEYHİSSELAM ile başlar ve kıyamete kadar da devam edecektir, bir başka ifade ile küçük ve büyük cihadı bir arada yapmaktır yani hem nefis terbiyesini esas alır hemde islam düşmanlarıyla mücadele eder,
yine hocamızın bir sözüyle devam edelim

Necmeddin Erbakan’ın şu sözleri anlamak isteyene her şeyi özetliyor:
“Siyaset bizi ilgilendirmiyor” demek; ” Kur’anın yarısı ve insanlığın sorunları bizi alakadar etmiyor” demekle aynı anlama gelir. Kur’anın prensipleri,Müslümanların ve insanlığın problemleri, kendilerini ilgilendirmeyen kimselerin: şefkat, merhamet, huzur ve hoş görüyle alakalı sözleri sahtedir. Böyleleri ya İslam’ı tam bilmeyen ve Kur’anı incelemeyen gafil ve cahil kesimlerdir. Veya bile bile gerçekleri ve kulluk görevlerini görmezlikten gelen kötü niyetli kimselerdir.”
kısaca milli görüş budur,

Mete GÜNDOĞAN
 

Radowac

New member
yukarıdaki yazıyı yazan arkadaş dikkat ettiysen konuyu açan sen değilsin ama alakasız bir konuyu kopyalayıp yazmışsın sanki konu içinde bir başka konu açılmış keşke bir başka konu başlığına açsaymışsın
 

türk ocağı

serdengeçti
yukarıdaki yazıyı yazan arkadaş dikkat ettiysen konuyu açan sen değilsin ama alakasız bir konuyu kopyalayıp yazmışsın sanki konu içinde bir başka konu açılmış keşke bir başka konu başlığına açsaymışsın

Siyaset Bölümü bölüm kuralları:

6. Siyaset ve Politika bolumu genel baslıgı altında gunluk konu acma limiti 2'dir.Konu lımıtını asan kullanıcılar uyarılır.Konular acılıs saati sırasına gore aynı icerikte konu var ise birlestirilir veya silinir.


7. Aynı olayın devamı niteliğindeki konuları,aynı olayla ilgili yorum içeren konu ve haberleri aynı konu altından bizimle paylaşınız.Bu tip konular için ayrı başlık açmayınız.
 

emrah1607

Banned
TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ


Türk-İslam Ülküsü, İslamiyetin topluma hakim kılınmasıyla, adil bir nizamın tesis edilebileceğini, bu nizamın safha safha oluşacağını, önce fert, aile, çevre,millet, ülke ve tüm yeryüzü olması gerektiğini, bu nizamı sağlama görevinin Türk Milletinde olduğunu, Türk Milletinin tüm İslam alemi ve tüm mazlum milletler için, Allahın İsmini hakim kılmak ve İslam nizamını tesis ederek, yeniden Türk-İslam Medeniyetini kurmakla mükellef olduğunu savunur. Bu yüzden Türk Cihan Hakimiyetini hedefler.

Bunu gerçekleştirmek için disiplinli bir şekilde teşkilatlanmış Türk Milliyetçisi kadrolara ihtiyaç vardır. Milletimiz; Örfünü, adetini, töresini muhafaza edecek ve Türklüğü dış kabı, bedeni olarak bilecek, İç dünyasında ise İslama teslim, tavizsiz bir müslüman olacak, aynı zamanda bilim, sanat, edebiyat, teknoloji gibi çağdaş gereksinimlerde çağlar üstüne sıçrama yapacak konuma ulaşmak için gayret sarfetmelidir.

Fikrin sahibi Seyyid Ahmed Arvasi dir. Yetmişli yıllarda ortaya atılmış olsada, Arvasi; Türk-İslam Ülküsünün başlangıcını İlk Türk hakanı olan Abdulkerim Saltuk Buğra Hanın İslamı kabul etmesi olarak belirtir. Arvasiye göre Türkler müslüman olduğunudan beri Nizam-ı Alemin savunucusudur.

Fikir MHP tarafından, fikrin ortaya çıktığı dönemde benimsenmiştir, halen Türk Milliyetçileri, MHP ve BBP teşkilatları tarafından benimsenmekte ve yaşatılmaya çalışılmaktadır.
................................................................................................................................

Biz iddia ediyoruz ki, "Emperyalizm", Türk ve İslam dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile "vatan çocuklarını" din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, herşeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadır.

Bugün yeryüzünde iki somürgeci "blok" vardır. Bunlardan biri kara renkli "kapitalist emperyalizm" diğeri ise bütün fraksiyonu ile "kızıl emperyalizm". Birincisi "çok uluslu şirketlerin" paravanasında, "az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık ***ürmek" maskesi altında, ikincisi de "ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet ***ürmek" maskesi altında, "sınıfsal savaş" sloganı ile "iç savaşlar" çıkartmakta ve "dünya proleterlerinin dayanışması" adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.

Gerçekten de yer yüzünde ezilen ve sömürülen bir de "üçüncü dünya" vardır. Bu dünya, daha çok Asyalı, Afrikalı irili ufaklı devletlere ve devletçiklere, beyliklere, emirliklere, federasyonlara bolünmüş milletlerden ibarettir. Esef edelim ki, bu insanların sayısı birbuçuk milyardan daha fazladır. İşin ızdırap veren diğer bir yanı da, bu nüfusun çoğunluğunu müslümanlar teşkil etmektedir. Bunun yanında çok acı bir gerçeği daha belirtelim ki, bu ezilen ve sömürülen müslümanlar arasında Türk Milleti'nin çok önemli bir bölümü bulunmaktadır.

1970 Yılında yapılan bir araştırmaya göre, yabancı boyunduruğunda tam bir sömürge hayatı yaşayan Türk nüfusunun sayısı, Türkiye'mizde bulunan genel nüfusumuzun tam iki katıdır.

Emperyalist güçler, fırsat buldukları zaman zorla, bulamadıkları zamanlar ise hile ile İslam ve Türk dünyasını ele geçirmiş, zenginliklerini yağmalamış, din ve milliyet duygu ve değerlerini tahrip etmiş, direnenleri lekeleme ve imha yoluna gitmiş, kendine uygun kadrolar yetiştirmiş, bu milletlerin uyanış, diriliş hamlelerini, milli eğitim ve kalkınma planlarını baltalamış ve bu ülkeleri, "ebedi sömürge" statüsüne mahkum etmek için elinden geleni esirgememiştir.

Emperyalist güçler, korkunç bir kültür emperyalizmi programı ile millet çocuklarını milli tarihlerine, milli ve mukaddes kültür değerlerine, milli ülkülerine, milli menfaatlerine, hatta motif ve sembollerine düşman etmekle kalmazlar, kendi değerlerini "bir uygarlık ve ilericilik" unsuru biçiminde onların kafalarına ve vicdanlarına oturturlar. Böylece milli ve mukaddes değerlere bağlı milliyetçilerin karşısına, bu değerlere ters düşen "yabancılaşmış kadrolar" çıkarırlar. Bir ülkede, değerler "ikizleşince", kadroların da ikizleşmesi ve çatışması mukadder olur. İşte düşman, bu noktada aktivitesini arttırır. Ülkenin ve milletin "parsellenmesi" için beynelminel güçleri harekete geçirir.

Ülke artık birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır kadrolara bölünmüşse, düşman rahatlıkla at oynatabilecek vasatı bulmuş demektir.

Düşman, karşısındaki güçleri parçalayarak, onları birbirine düşürerek, kolay yutulur lokmalar durumuna sokmak ister. Mesela, sanki bir insan, hem 'dindar', hem 'milliyetçi', hem 'medeniyetçi' olamazmış gibi, bu değerleri birbirine zıt proğramlar durumuna sokarak, hiç yoktan 'çatışan güçler' meydana getirir. Bu oyunlarını, o kadar ustaca planlar ki, tertiplerini anlamak için bazan olayların üzerinden elli veya yüz sene geçmesi gerekir. Mesela, Osmanlı Türk Devleti'nin parçalanması ve Orta-Doğu'nun sömürgeleştirilmesi için, dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, 'din' ile 'milliyetçilik' arasında zıddiyet ve düşmanlık duyguları doğurmayı planlamış olduklarını şimdi itiraf ediyorlar.

Serge Hutin adlı bir Fransız masonunun yazdığı 'Les Francs-Maçons' kitabının 127.nci sayfasında okuduğumuza göre İslam dünyasında masonlar Cemaleddin-i Afgani ve Muhammed Abduh gibi 'din politikacılarını' localarına kaydederek onların eliyle 'Dini, milli yapılara göre reforme ederek' alemşumul İslam dinini bozmak, öte yandan Müslüman Kardeşler (Freres Musulmans) hareketi ile de 'İslam'da milliyetçilik yoktur' propagandası ile milletleri çökertmek ve bu suretle -çok kahpece bir planlar- birbirine zıt 'İslamcı' ve 'Milliyetçi' sun'i düşman kamplar doğurmak istemişlerdir.

Emperyalizm, bizim dünyamızda bu 'paradoks'tan çok istifade ettiğini ayrıca yazmaktadır. Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı, birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.

O halde, Türk Milliyetçisine düşen iş, bütün varlığı ile bu oyunu, herşeyden önce kendi yurdunda bozmak olmalıdır. Bu ülkede, sun'i olarak birbirine düşman 'güya Türkçü' ve 'güya İslamcı' cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların karşısına, bir Müslüman-Türk olarak ve tarihine yaraşır bir biçimde çıkmalıdır.

Bunun için, Türk-İslam kültürüne, Türk-İslam medeniyetine, Türk-İslam ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyeti ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur.

Din ve milliyet, zıt değerler değildir. Bu sebepten, 'sentez', tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız 'Türk-İslam sentezi' yerine, 'Türk-İslam Ülküsü' sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını, 'TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ' olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.

Seyyid Ahmed ARVASİ



bilgi için teşekkürler kardesim
 

Radowac

New member
Siyaset Bölümü bölüm kuralları:

6. Siyaset ve Politika bolumu genel baslıgı altında gunluk konu acma limiti 2'dir.Konu lımıtını asan kullanıcılar uyarılır.Konular acılıs saati sırasına gore aynı icerikte konu var ise birlestirilir veya silinir.


7. Aynı olayın devamı niteliğindeki konuları,aynı olayla ilgili yorum içeren konu ve haberleri aynı konu altından bizimle paylaşınız.Bu tip konular için ayrı başlık açmayınız.
kural yalnış ne diyim üstteki kullanıcının yani ilk konuyu açanın konusu güme gidiyor
 

blackjack*

New member
Marksizm, " bilimsel sosyalizm" olarak bilinen ideolojinin kurucu isimlerinden Karl Marx'ın görüşlerini temel alan öğretinin genel adı.
Marksizm bir öğreti olarak siyasal, ekonomik ve felsefi bir bütünlük içerir.

Marksizm, ideolojik alanda, esas olarak sınıflar savaşımı teorisini ortaya atan ve bu savaşımın zorunlu sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve oradan da toplumsal eşitlik ve özgürlük dünyası komünizme varılacağını öngören bir öğreti olarak tanımlanır.

Marksizm, 19. yüzyılda kendi açılarından zirveye ulaşmış olan üç düşünsel kaynaktan beslenmiştir: İngiliz ekonomi-politiği, Alman felsefesi ve Fransız sosyalizmi. Bu üç bileşen, Marx ve Engels tarafından yoğun bir entelektüel ve siyasal eleştiriden geçirilerek eşit ve özgür bir insanlık ütopyasının yaşama geçirilmesinin teorisi ve pratiği olarak Marksizm'de erimiş ve dönüştürülmüştür. Marksizmin farklı varyantları söz konusudur. Bununla birlikte, tarihin sınıf mücadeleleri tarihi olduğu, sermaye düzeninin kaynağında ücretli emek sömürüsünün bulunduğu, işçi sınıfının kendini kurtarabilmek için, bünyesinde şekillendiği toplumsal-iktisadi sistem olarak sermaye düzenini lağvetmek zorunda olduğu ve kendi bağımsız partisiyle bunu yapacak asli toplumsal unsur olduğu, şeklindeki önermeler, Marksizmin temel önermeleri olarak değerlendirilebilir. Bu temel önermelere verilen ağırlıklardaki farklılaşmalar ya da başka toplumsal-siyasal-ideolojik konumlardan beslenen önermelerin kurama eklemlenerek öne çıkarılması, Marksizmin varyantlarını şekillendirir. (Örneğin toplumsal dönüşüm sürecinde işçi sınıfının merkezi önemine karşılık öğrenci hareketine, kadın kareketine özel bir önem atfedilmesi "Yeni Sol" ya da "Batı Marksizmi" varyantını şekillendirir. Özellikle 2000'li yıllardan itibaren yaşanan dünya-siyasal ve dünya-tarihsel gelişmeler, işçi sınıfının merkezi rolünü zayıflatan her açılımın, Marksizm'den uzaklaşmak anlamına geldiğini, 2. Dünya Savaşı sonrasında gelişen "yeni toplumsal hareketler"in Marksizm'e eklemlenme girişimlerinin -örnek için bkz. 1968 hareketliliği-, kah emperyalizmin yürüttüğü ideolojik manipülasyona alet olduğu, kah farklı sınıfsal konumların -örneğin orta sınıflar- çıkarları ile belirlendiğini ortaya koymuştur.)

Metodolojik açıdan Marksizmin bir tanımı da, aynı zamanda Marksist felsefi düşüncenin tanımlamasını da veren ve bilimsel bir yöntem olarak sunulan diyalektik materyalizmdir. Marx diyalektiği Hegel'den almış, onu materyalizm temeline oturtmuş ve kendi ifadesiyle, Hegel'in başaşağı duran yöntemini ayakları üzerine doğrultmuştur.Diyalektik materyalizm bu bileşimin bir ürünüdür.Marx, Feuerbach'ın materyalizmini eleştirmiş ve Feuerbach, dinsel özü, insan özüne indirger.Ama insan özü,tek tek bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir.Bu öz aslında toplumsal ilişkiler bütününüdür.demiştir. Diyalektik materyalizmin toplumsal-tarihsel alana uyarlanmasıyla da ortaya yeni bir paradigma "tarihsel materyalizm" çıkmıştır.Birçok sosyal bilimci çalışmalarını bu paradigma temelinde yapılandırmıştır.

Diyalektik ve tarihsel materyalizm sayesinde, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren açıklanması ve özellikle sınıflı toplumun kuruluşu, ilkel komünal toplumdan komünizme gelişmesi ve varacağı aşamaların maddi toplumsal yapıdan çıkarılması amacıyla çalışmalar yapılmıştır. Bu toplumsal-tarihsel gelişme temelde maddi bir süreçtir, yani her tür iradeden bağımsız olarak, kendi iç yasaları gereği bu süreç ilerlemektedir. Bununla birlikte Marksizm'de iradenin yadsındığı söylenemez, aksine belirgin bir sekilde iradeye yer verilir. Bu irade bireylerin ya da belirli bir gurubun iradesi değil, işçi sınıfının iradesidir. Burada Marx'ın teorisi, toplumsal maddi koşullar ile işçi sınıfının iradesinin çakışmakta olduğunu öne sürer. Bu şekilde Marx, kapitalist toplumsal yapının çözümlemesine, maddi çelişkilerinin ortaya konulmasına ve bunların değiştirilmesinin yöntemlerinin bulunmasına yönelir. Çünkü, Marksizmin düsturlarından ilki, aslolanın dünyayı anlamak değil onu değiştirmek olduğudur.

Marksizm siyasal, toplumsal ve kuramsal/felsefi alanda son iki yüzyılın ana akımlarından birisi olmuştur. Ekonomiden siyasete, ideoloji teorisinden edebiyat kuramlarına, bilim felsefesinden estetiğe kadar pek çok alanda Marksizm önemli bir çığır açmıştır. Bu eğilimlerin başat özellikleri ise, materyalizmde ısrar ve mevcut olanın eleştirisi olarak belirtilebilir. Gerçi Sovyetler Birliği gibi bazı örneklerde, Marksizm'in, mevcut olanın savunulması konumuna geçtiği iddia edilmiştir, ama bu iddialara karşın, sosyalizmin pratiği, barış, kardeşlik, eşitlik, aydınlanma, kamuculuk, dayanışma gibi 1917 Ekim Devrimi'yle birlikte işçi sınıfına malolmuş toplumsal/siyasal/ideolojik değerlerin yaşama geçirilimesiyle, SSCB'deki "marksizm"in de, eksik ve boşluklarına rağmen, aslında muhafazakarlık değil, insanlığın gelişmesinde rol oynamaya devam ettiğini bugunden bakınca anlaşılır hale getirmiştir.

Bu bakımdan Marksizm yalnızca Marks ve Engels gibi teorisyenlere ya da Lenin ve Mao gibi Marksist siyasetçilere ait bir şey değildir; aksine, Marksizm, Marksist düşüncenin doğumundan bugüne kadar, teorik ve politik alanda Marksist olarak etkinlik gösterenlerin tümünü kapsamaktadır.


En iyisi Marksizm.

Hem nedemiş Karl MARX.

Faşizme kayma Marksizmden şaşma.
 

HTML

Üst