Milliyetçiliği Doğru Anlamak

DeLiYuReQ

New member
Katılım
23 Kas 2006
Mesajlar
232
Reaction score
0
Puanları
0
Yaş
41
Konum
HelL!
1. Başlıkta: "Doğru" sözcüğü, "upuygun" anlamında kullanılmıştır. Anlatılmak istenen; üstüne sözsöylenen ile söylenen sözüp upuygunluğudur.

2. Anlamak: Anlama ulaşmaktır. Anlam, çok kabaca; bir şeyin gösterdiği kavramlar bütünüdür.

3. Bir şeyi anlayabilmek için; o şeyin, bilince açık ve seçik olarak verilmesi gerekir. O şeyi anlatmak için kullanılan kavramlar da, aynı biçimde, açık ve seçik olmalıdır.

4. Bir var-olanın (düşünmede, dilde ya da dış dünyada olsun) bir bütün olarak ve hiç bir tutarsızlık olmadan kavranması durumunda; 'açık', başka bir var-olan ile karıştırılmaması durumunda da; 'seçik' olduğunu söyleriz.

5. Her 'açık' olan, aynı zamanda 'seçik' olmak zorunda değildir. Hatta, çoğu zaman olmaz da. Ancak bu; anlamayı zorlaştırır, bulanıklaştırır.

6. Bir şeyin açık ve seçik olarak verilebilmesi; bilinçte, daha önceden, onun tanınmasına yardımcı olabilecek kavramların bulunmasına bağlıdır. 'Zabtrvesfab' sözcüğü size hiç bir şey ifade etmez. Onunla ilgili hiç bir şey düşünemezsiniz. Çünkü, onunla ilk kez karşılaşıyorsunuz ve onu anlamanızı sağlayacak, onunla ilişkilendirebileceğiniz hiçbir kavram zihninizde önceden yoktur.

7. Bir kavramın ve onun karşılık geldiği şeyin, bize bir anlam ifade edebilmesi için, hep 'daha önceden' bulunması gereken kavramlar bütününe 'o kavramın öncesi' diyorum.

8. Kavramlar gökten zembille inmezler. Hemen hemen her kavramın bir 'önce'si ardır (matematik ve ahlâk gibi kimi özel alanların bazı kavramları bunun dışında kalmakla beraber; bunlar konumuzu ilgilendirmediğinden dolayı göz ardı edilecektir. Buna (10)'da da değinilecektir.)

9. Kavramın, bir öncesi'nin olması; bu önce-nin bütün zihinlerce taşındığı anlamına gelmez.


10. Bütün kavramların soyutlamalar sonucu elde edilip edilmediği, felsefe tarihi boyunca önemli bir tartışma konusu olmakla beraber, 'öncesi olan' bütün kavramlar soyutlamaların sonucudur (bizim ilgilendiklerimiz de bu türden kavramlardır).


11. Soyutlamaların olabilmesi için; somutluğundan soyulacak somutların olması ve bu ilişkiyi gerçekleştirecek olan özne olduğuna göre de; öznenin somutlarla olan ilişkiyi yaşamış olması gerekir.


12. Özne, bu tür bir ilişkinin sonucunda ortaya çıkmış olana, kesinlikle, bir 'ad' bağlar. Bu 'ad', artık, 'öncesi olan bir kavram'dır.


13. Dünya, insana hazır olarak verilmiş değildir. İnsan, dünyayı 'dil' ile kurar. Bu 'kurma' işinin yapı ustaları, ağır işçileri: kavramlardır.

14. Bir kavramın öncesi ile anlatmak istediği şeyin geçmişi arasında bir bağlantı vardır.


15. Bir kavramın önce'si ile geçmiş yaşantılarımız arasında bir bağ, bir koşutluk yoksa; o kavram, 'imdiki zaman'da da bize bir şey ifade etmez.


16. Özellikle toplum yapısı ve değerleriyle ilgili kavramlar, uzun süren tarihsel mücadeleler sonucu zihinlerde biçimlenmişlerdir.


17. Bu; söz konusu kavramların dayandığı tabandır.

18. Toplumları; dilleri ve tarihleri belirler ve insan; tarih duyuşuna sahip tek varlıktır.


19. Tarihlilik; tarih içinde herhangi bir obje olmak değil, 'tarih bilinci' ne sahip olmaktır. Tarihli olmayan toplumlar, aslında, ancak 'topluluk'turlar. Hayvanların tarihi olmaz.

20. Millet olmak; tarihli olmaktır.

21. 'Tarih'in oluşu; olanaklarını içinde taşıyan bir 'çekirdeğin' kendini açması, sunması biçiminde olur. Söz konusu metafizik çekirdeğin, içinde taşıdığı olanakları (kendini) gerçekleştirme süreci ve alanıdır, tarih. Ancak, bu bütün toplumlar (milletler) için aynı değildir. 'Kendini Sunma (açma)', tarihli olan her millette kendine özgü bir biçimdedir.Bu özel biçim dahi, bir olanak olarak, çekirdekçe barındırılmaktadır. Açılım; ancak, 'öz'e uygun olarak gerçekleştirilebilir. Bu anlamda, milletlerden bağımsız ve/veya bütün milletler için ortak olan bir 'dünya tarihi'nden söz etmek olanaksızdır.

22. Tarih yapmak; eylemektir. Her eylemin ardında bir 'değer' bulunur.


23. 'Yüksek Değer' olsun, 'araç değer' olsun; değerler 'kendine özgü' olduğu noktada 'tarihlilik' ve 'millet' belirmeye başlar.


24. Bir millet tarihinden devşirdiği, 'kendini tanımlayan değerler' ile 'millet' olur. Tanımlayıcı değerler 'örf'ün dayandığı temeldir. Başta; eğitim, hukuk ve yönetim biçimi olmak üzere, üretim ve bölüşüm biçimi dahi, bütün toplumsal kurumlar örfe dayanmak zorundadır.

25. Bir milleti, çelişkilerden ve çatışmalardan korumanın tek yolu; Ona, 'tarihin özel biçimi'ne uygun kavramlar ve kurumar sunmak, bunlarla iş görmesini sağlamaktır. Bir milletin ürettiği kavramlar, kendini sunma biçiminin alt biçimleridir. Bir geçmişi içlerinde taşırlar ve her kullanıcısına bu geçmişi var-saydırırlar. Bireyler, bu alt biçimlerle, 'kendini açma özel biçimi' arasında bağ kurarlar. Deyim yerindeyse; 'pay alırlar'. Sayısız motif içinde, bir kilim motifin 'özel' olması ve hatta sayısız tavır içinde bir tavrın 'özel' olması, hep bu 'pay alma' ile ilgilidir. Onları benzerlerinden ayıran ama kendi aralarında aynı kılan; 'aynı şey'den pay almış olmalarıdır. Milliyetçilik de budur. Türkçülük: 'Türklük'ten (bir 'genel ruh'tan) pay almak, onu kendinde temsil etmek, yansıtmaktır; Türklüğün kendini gerçekleştirme biçimine uygun eylemektedir. Zaten, bu işleyişe göre 'programlanmış' insan bunun dışına çıktığında; 'kişi' olarak da kendini gerçekleştiremez. Kişisel var-oluşunun sorunlarında boğulur; çelişkilerden, çatışmalardan kurtulamaz.

Milliyetçiliği, bu söylenenler dışında, 'millete fayda sağlamak', 'milletlerarası rekabet', 'toplumsal dayanışma' ve 'yalnızlıktan kaçınma' gibi yaklaşımlarla açıklamaya çalışmak, bizi; pragmatizmin, liberalizmin, sosyolojizmin veya psikolojizmin kör batağına sürükler ve orada boğar.

26. 'Evrensel' olarak gelen (vahiy) dışında hiç bir evrensel değer yoktur. Bütün evrensellik iddialarının ardında 'dince' bir duyuş saklıdır.

27. Bilimsel verilerin yorumu, teknolojinin kulanım biçimi ve yönü, çağın gerekleri, uygarlık düzeyi, insan hakları, ilericilik, uluslararası hukuk... Hiç birinin nesnel bir ölçütü yoktur.

28. Hayvan 'çevre'de yaşar. İnsan 'dünya'da yaşar. Hayvana çevresi verilmiştir. İnsana dünya verilmez. İnsan dünyaya doğmaz, dünyasını kendi kurar. Yeryüzünü 'dünyalaştırır'. Bunu yaparken 'kendi' dışına çıkamaz. Dünyayı kendine göre kurar. Kendi: Tanımlayıcı değerleridir.


29. O halde, insanın ilk ödevi: Tanımlayıcı değerlerini yaşatmak ve onlara göre yaşamaktır. Aksi takdirde; yaşayan 'kendi' olmaz.

30. Bu çerçevede; 'Aydın olmanın ilk koşulu, 'taraf olmak'tır. Taraf olmayan, aydın olamaz. Tanrının bildirdiği dışında evrensel değer olmayacağı gibi, yalavaç dışında da evrensel aydın olamaz. Aydın; belli bir toplumun aydınıdır. Onu aydınlatır.

31. Aydın, 'Biz'den biri olmak zorundadır.

32. 'Biz' kendine yönelik bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını anladığında; tavır alır. Bu tehlikenin niteliği; Onu topyekün ortadan kaldırmak ya da 'ortak ruh'u yok etmek suretiyle iflah olmaz ve uzlaşmaz çok sayıda 'ben'lere ayırarak, 'Biz'i (bizliği) yok etmek biçiminde olabilir. Böyle bir tehlike karşısında, söz ettiğimiz gibi tavır alınabilmesi 'farkında olma' ya bağlıdır. Bunun için de, 'bilme'ye muhtacız. İşte, bu aşamada 'Bizliğimizi' tehdit eden kavramları, kurumları, anlayışları bize bildiren, tanıtan kişidir; aydın.

33. Bütün bu söylenenler kabul edilmekle, sorun çözülür mü? Hayır! Bunları kabul edenler dahi 'Tarihin özel biçimi' konusunda anlaşamayabilir. Güncel toplumsal olayların bile; 'ilerleme-gerileme-sapma' gibi farklı biçimlerde yorumlanmasının temelinde bu vardır.

34. Yapılması gereken tek şey: 'işbirliği' zilletine düşmeden, inanılan uğrunda savaşmaktır. Dürüstlüğün ve içtenliğin gereği ve göstergesi de budur.

35. Savaşta taviz verilmez. Zira, savaş; düşmanla olur. Atsız Beyin dediği gibi: "Taviz dosta verilir. Düşmana taviz verilmez"

36. İnce zekâların ürünü olduğu sanılan siyasî tavırlar 'bizi' kandıramaz, kendini kandırır. Bir reaksiyona ne girerse; sonuçta da o çıkar. Bu mücadelenin tanığı seçmen değil; zamandır ve hüküm; sandıkta değil, tarihte verilecektir.

Bizim için bir geçmişi, hali hazırda bir gerekliliği olmayan, hatta bizim için tehlikeli olan, buna rağmen; akla durgunluk verecek incelik ve kurnazlıkla yürütülen bir reklam ve propaganda yaylım ateşiyle, her zaman açıkça olmasa dahi yedirilmeye çalışılan ve olağanüstü sonuçlar alınan kavramlar var. Sömürgeleştirme sürecinin kilometre taşları olan bu kavramları, ne yazık ki; tarihsiz bir milletmiş gibi, ağzımız açık karşılıyor, üzerimize bir güç olarak yerleştiriyoruz. Hepsinden de acısı, kimileri, 'Milliyetçiliği' bile bunlarla açıklamak veya en azından milliyetçiliği bunlarla meşrûlaştırmak istiyor. Sanki, onun yapı taşlarıymış gibi...

Onlarla iş görmeye kalktığımızda, onların, daha doğrusu onları üreten egemen kültürlerin (gerçekte 'bilim' olmayan, 'sosyal bilimler' zırvasıyla yutturulmaya çalışılan, ortak bir uygarlık yoktur; 'egemen kültür' vardır.) kölesi durumuna düşeceğimiz (düştüğümüz) görülmüyor. 'Bizliğimiz'i kaybediyoruz. Bir millet için bundan daha büyük tehlike olamaz.

Millet olmadan da milliyetçilik olmaz!...

37. 'Sağ' ve 'sol' kavramları, tarihimiz açısından, bize hiçbir şey ifade etmezler. Doğdukları toprakta, büyük doğum sancılarıyla dünyaya geldiler ve zihinlerde silinmez izler bıraktılar. Her doğan canlı gibi, bir ilişkinin sonucuydular. Bir sepet içerisinde kapımıza bırakılana kadar onlarla iş görmüyorduk ve daha çok 'Biz'dik.
Bu kavramların bizde bir tabanı olmadığı için, onlara egemen olamıyoruz; onlar bizi yönetiyorlar. "Milliyetçilik" 'sağ'dır." ya da "sağcılık milliyetçiliktir" gibi iddialardan daha büyük bir saçmalık düşünemiyorum. Ben, Türklüğü anlamak için, bu kavramlara hiç baş vurmuyorum. Batı'daki anlamlarıyla onlara başvursaydım bakın ortaya ne çıkardı:

Biz, pek çok şey gibi, onları da Fransa'dan aldık. Ama ben, her işi bildiğini iddia eden gibi, Fransa'nın ihtilal meclisine gitmeyeceğim. Fransız aydınlanması ve ihtilali, aslında İngiliz düşüncesinin kıta Avrupa'sına dikilmiş bayrağıdır. Onu anlamamız için: İngiliz empirizmi ile 'akıl ve çıkar zemini'ni anlamamız gerekir. Bu 'sağ' bizim milliyetçiliğimizle, toplumculuğumuzla hiç bağdaşmaz. Bu 'sağ'; İngiliz'in sermayecilik ve ferdiyetçilik temeline dayanan 'sağ'dır. Onun muhafazakârlığı da, bunları muhafaza eder. Bu 'sağ'ın süt analığını 'sömürgecilik' yapmıştır.

İşin hem ilginç hem de komik (aslında trajikomik) tarafı: Onlarla iş görebileceğimizi varsaysak bile şu gerçekle karşılaşırız: Tarihimize sinen anlayış, 'sağ'dan çok, 'sol'a yakındır.

38. Peki, uğruna büyük kavgaların verildiği, herkesin sahip çıktığı ve onun gönüllü havarisi olduğu 'Demokrasi' neyin nesi? Hangi ihtiyacımızdan doğdu? Batıdaki kitaplarda bile yüzlerce birbirine benzemez tanımı bulunan demokrasinin biz hangi tanımına sahip çıkıyoruz? Bilerek mi sahip çıkıyoruz? Örneğin; o, insan olmanın, millet olmanın, hatta mutlu olmanın bir koşulu mudur? Demokrasi, 'Millet'in bir değeri midir? Günün birinde, millet değerleri ve/veya çıkarlarıyla, demokrasinin ilkeleri/gerekleri çelişirse ne olur? Kıyamet kopar mı? Demokrasi neyin güvencesidir ve tek güvence midir? Neden demokrat olmak zorundayım? 'Demos Kratos' söz konusu olduğunda, Atina'da yaşayan insanların sadece yüzde onbeşinin 'yurttaş' sayıldığını, 'res publica' söz konusu olduğunda ise; onun 'halkın işi' (yönetimi) demek olan 'res populi' anlamına gelmediğini, 'res publica'ya kaynaklık eden 'Pubes' ile 'halk' değil, 'ergin' (seçkin) demek olduğunu görmezden mi gelelim? Veya Balasagun'lu Yusuf Has Hacib'i 'demokrat değil!' diye, koltuun altına 'Kutadgu Bilig'i verip tarihimizin ve kültürümüzün dışına mı atalım?

Aynen, 'hoşgörü' gibi, herkesin sahiplendiği, savunduğu bir kavram; 'demokrasi'. Aynen 'hoşgörü' gibi ne olduğunu bilmeden...

Ne yazık ki (!), biz; Hobbes'ları, Hume'ları, Rousseau'ları, Montesquieu'ları, Voltaire'leri ve diğerlerini yetiştiremedik ve 'Toplum Sözleşmesi' yapamadık. Anlamak istemedik ki; bütün bu kavramların ('Yeniçağ din dışı Avrupa' düşüncesi çıkışlı 'Çağdaş Batı Medeniyeti'nin kavramları) dayandığı taban 'toplum sözleşmesi'dir. Bunlarla, hele de milliyetçilik yapmaya kalkışmak; tarihsiz, milletsiz, 'tabansız' milliyetçilik yapmaya çalışmak olur, ama 'milliyetçilik' olmaz.

Ben bu milletin dininde de, tarihinde de, ne 'demokrasi'yi ne de 'hoşgörü'yü göremedim. Ancak, gördüğüm başka şeyler vardı: 'Kut', 'Töre', 'Tüze', 'Könilik', 'And', 'Erdem'... gibi.. Sahi, onlara ne oldu? Neye değiştik onları?


39. Kapitalizmin yüzü çok eskidi. Hakkındaki şayialar aldı yürüdü. Yine de sömürgecilik böyle usta bir oyuncuyu kolay gözden çıkaramazdı. Çağdaş Batı Medeniyeti ona yeni kostümler dikti ve giydirdi: Küreselleşme, Post-Modernizm, serbest pazar ekonomisi v.s... Bunlar insanlığın tercihi değil. Bunlar doğa kanunu da değil. Bunları kimin niye ve neye karşı dayattığını bilmek zorundayız. Elbette, batıdan gelen her şey gibi, onları da ağzı açık karşılayan budalalar onlarla iş görmek isteyeceklerdir. Onlar 'Biz'den değiller. Birileri, bütün bu kavramları her şeyle bağdaştırabilir, ancak, bunların bağdaşmayacağı tek şey varsa, o da; milliyetçiliktir. Zaten bunlar da kendilerine milliyetçiliği düşman görürler. Bununla birlikte, sadece milliyetçiliğin değil, insanlığın da düşmanıdırlar. "Sınırsız serbest ticaret ve büyüme ile küreselleşen ekonomi, kitlesel fakirlik ve sosyal sefalete yol açıyor, çevremizi zehirliyor. Dünyamız ve insanlık için artık tehlike oluşturmaya başlıyor. Bugünkü şekliyle serbest ticaret insanlık için tehlike. Uluslararası şirketlerin gücü arttıkça, devletlerin gücü azalır."(1). Mallarını pazarlamak için 'tüketim toplumları'na ihtiyaçları vardır.Bunu da, ancak, onları insanlıklarından ve 'kendilerine özgülüklerinden', millîliklerinden uzaklaştırarak yapabilir. Bu 'yamyamlığa' karşı tek panzehir, yine aynı uygarlığın öngördüğü, yapma bir seçenek olan marksizm değil, milliyetçiliktir. Elverdiğince kendi ihtiyaçlarını kendi üreterek karşılayan ve bunun nasıl olacağına yine kendi karar veren millî devletler, küreselleşme, serbest pazar ekonomisi, post-modernizm ve benzeri saldırılardan kendilerini koruyabilirler. Onların da en büyük düşmanı, zaten, ulusal sınırlarıdır.

Daha önce andığımız kavramlarla bunlar arasında çok sıkı bir ilişki vardır: Önceliklere ram olanlar, bunlara da karşı duramazlar.

40. Bir de 'Hümanizm' var. Demokrasiyle, insan haklarıyla, hoşgörüyle, evrensellik ile anılan. Gerçekten çok önemlidir ve onu anlamadan Yeniçağ Avrupa düşüncesini ve ondan çıkmış olan Çağdaş Batı medeniyetini anlamak olanaksız gibidir. Ki, bu medeniyetin ortaya çıkardığı "dünya görüşü ve zihniyetle, tarihte ilk defa, dünya şiiriyetinden; doğa bakirliğinden; insan ise, masumluğundan, topyekün, olmuşlardır."(2)

Benim, 'Hümanizm'den anladığım: 'İnsanı insan olarak görmek'ten amaç; insanı insan yapan hatta diğerlerinden farklı kılan değerleri dikkate almamak ise; bunun, gerçekte, insanı 'hayvan' olarak görmek demek olduğu. İnsan her zaman değerlerine göre tavır alacaktır... Ve insan her zaman tavır alacaktır, taraf olacaktır.

41. "Savaşın ortaklaşa ve herkes için olduğunu mücadelenin hak olduğunu ve olup biten her şeyin mücadele ve zorunluluk aracılığıyla gerçekleştiğini bilmek gerek"(3)
"Savaş, her şeyin atasıdır, kraldır. Kimini tanrı (kahraman), kimini insan, kimini köle, kimini de hür kılar"(4)

42. "Kişinin karakteri, onun kaderidir."(5)

Dipnotlar:

1 Prof. Dr. Herman Daly, Milliyet, 15 Mart 1997.
2 Prof. Dr. Teoman Duralı, Çağdaş İngiliz - Yahudi Medeniyeti, İz Yay., İstanbul 1996, s. 103. (Bugünkü Çağdaş Batı medeniyetinin oluşumu ve temelinde yer alan kavramların çözümlemesini merak edenler için, özellikle öneriyorum.
3, 4, 5 Herakleitos fr. 80 - fr. 53 - fr. 42.

GÖKHAN YILMAZ​

KAYNAK
 
neb34;

peki ''Kişi kavmini sevmekle kınanamaz'' hadis-i şerifine ne diyeceksin?

Dinimizde yasak olan kavmiyet yani ırkçılıktır.
Alçak ırk üstün ırk vs saçmalamalarıdır.
ÜstünLük elbetteki takvadadır.
Bugün Milliyetçilik dahi İlay-ı Kelimetullah üzerine kurulmuştur.
İslam'ı dünyaya ve insanlığa inmeden önceki Türkleri sevmeyecek miyiz?
Ona bakarsan temizlikten tut aile içi ilişkiLere kadar Türkler İslamiyete uygun yaşıyorlardı :goz:

Milliyetçilik, Irkçılık Değildir

Günümüz dünyası, büyük bir manevi buhran yaşamaktadır. İnsanlar hayattan zevk ve lezzet alamayacak duruma gelmiştir. intiharlar, savaşlar, terör ve benzeri hadiseler ile ilgili haberler, dünyanın her tarafından sıklıkla duyulur bir duruma gelmiştir. Bu ve buna benzer tüm olumsuz gelişmeler, insanların kendilerini ve birbirlerini anlayamadığından kaynaklanmaktadır. Kendilerini anlayamayan insanların, başkalarını anlaması düşünülemez.

Aklen ve vicdanen biliriz ki, hangi ırktan, hangi coğrafyada, hangi anne babadan dünyaya geleceğimizin tayin ve tespiti, bizim irademiz dışındadır. Milletimizi ve ailemizi tayin etme iradesi, Allah'a (c.c) aittir. Çünkü kainatta bulunan her varlığın, hikmetle ve dengeyle meydana gelmesi gösteriyor ki, onlar sonsuz bir hikmet, adalet ve ilim ile vücuda gelir. Bu varoluş tesadüfe değil, İlahi programa tabidir. İnsanın gözü, kulağı, burnu, kafası v.s bütün azalarının hikmetli ve düzenli olması gibi, insanların millet millet, kabile kabile yaratılması da boşuna değildir. Bu tarz bir yaratılışın da, elbette çok hikmetleri vardır.

Bu hikmetlerden sadece birisi hakkında, Kur'an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar! Muhakkak ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık... Ve sizi millet millet, kabile kabile yaptık ki, tanışıp kaynaşasınız... Allah katında en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır (O'ndan en çok korkanınızdır.)” (Hucurat Sûresi, 13)

Bu Ayet-i Kerimede, insanlara verilmek istenen binlerce dersten, konuyla ilgili dikkatimizi çeken üç temel konuyu değerlendirmeye çalışalım:

1- İnsanların hepsi, bir anne ve babadan dünyaya gelmiş kardeşlerdir. Bunların ırk veya millet açısından birbirlerine üstünlük taslamaları, kesinlikle yanlıştır. Çünkü iki ayrı aile yoktur. Tek bir anne ve baba ile, çocukları vardır. Bu hakikate, ayetin “Muhakkak ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık...” kısmı işaret ediyor.

2- Cenab-ı Hakkın (c.c) insanları, kabile, ırk ve millet olarak ayrı yaratmasının hikmeti, bir milletin diğer milletlere düşman davranması için değil, bir ırkın fertlerinin birbirlerini tanıyıp yardımlaşmaları içindir. Bu gerçeğe ise, “Ve sizi millet millet, kabile kabile yaptık ki, tanışıp kaynaşasınız...” bölümü parmak basıyor.

3- Allah katında ve yanında en kıymetli ve değerli kişiler, Allah'tan en çok korkan ve O'nun yolunda hayatını geçirenlerdir. Yoksa herhangi bir millete ait olmak, Allah yanında şeref konusu olamaz. Zaten adalette öyle ister. Bu kısma da söz konusu ayetin, “Allah katında en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır (O'ndan en çok korkanınızdır.” cümlesi ışık tutmaktadır.

Ezelî ve ebedi hüküm sahibi Rabbimiz (c.c): “Ancak mü'minler birbirinin kardeşidirler. Öyle ise, kardeşlerinizin aralarını ıslah edin.” (Hucurat Sûresi, 10) buyurmakla, müminlerin hakiki kardeşleri, başka dinden olan kardeşleri veya akrabaları değildir. Aksine müminlerin gerçek kardeşleri, başka milletten olsa da, aynı dini ve inancı paylaşan iman sahipleridir. Nitekim Hud suresinde, Nuh ( a.s ) ile alakalı geçen şu ulvi hadise meselemize mükemmel delil hükmündedir.

Hz. Nuh (a.s) “Ya Rabbî! elbette boğulan oğlum da ailemdendi, öz evladımdı. (Halbuki ben onları gemiye alırken Sen bana kurtulacaklarını, müjdelemiştin). Senin vaadin elbette haktır ve Sen hâkimlerin hâkimisin!” ( Hud suresi, 45 ) diye Tufan olayında onun da kurtulmasını istediğinde, İlâhî cevap şöyle gelir: “Ey Nuh O senin ailenden değil. Çünkü o, dürüst iş yapan, temiz bir insan değildi.” ( Hud suresi, 46 ) ve Hz. Nuh (a.s)'ın, oğlunu gemiye alması men edilir.

Demek ki; bir müminin inançsız ve isyankar bir akrabası varsa ve hatta bu kişi kendi oğlu dahi olsa onun ehli sayılmıyor. Öyle ise inanmayan ırkdaşı da onun hakiki dostu ve yakını olamaz. Bu gerçeği, çok net bir biçimde ortaya koyan başka bir ayet: “Ey iman edenler, babalarınızı ve kardeşlerinizi, eğer küfrü imana tercih etmişlerse, dost edinmeyin! Sizden kim onları dost edinirse işte onlar, zalimlerin ta kendisidir.” (Tevbe suresi, 23)

Ayrıca, “O gün ne mal, ne evlât bir fayda vermez. Allah'a ( c.c) kalb-i selim ile gelenler müstesna..” (Şuara suresi, 88-89) ayetinde, insana ahirette ve mahşerde faydalı ve geçer akçe olacak tek şeyin, takva, amel-i salih ve selim bir kalb olduğu ifade edilmektedir.

İlahi hitaba en layık ve en mükemmel muhatap olan Allah'ın resulü (a.s.m), ırkçılığı “ cehalet dönemi davası” anlamında “ asabiyet-i cahiliye ” tabiriyle tarif eder. Bu davayı güdenler hakkında da “Asabiyet dâvâsına kalkışan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ uğrunda mücadele eden kimse bizden değildir.” (Ebu Davut, Edeb, 121) ve “Kim hevasına uyarak bâtıl yolda cenk eder, ırkçılığa çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa cahiliye ölümü üzere ölür.” (İbni Mace, Fiten, 7)gibi ifadelerle dehşetli bir sonun olacağı haber verilmektedir.

Ayrıca ümmetin felaketini ve sonunu hazırlayacak ana sebeplerin başında da, yine bu ırkçılık davasının geldiği hadiste özellikle vurgulanmıştır. Nitekim peygamberimiz (a.s.m), “Ümmetimin helâk olması üç şeyden ileri gelecektir. Bunlar:
- Kaderiye (yani kaderi inkar etmek davası),
- Unsuriyet (ırkçılık) dâvâsı,
- Dinî meselelerde gevşeklik etmektir.” (Taberanî, Mu'cemüs Sağir, 158)

Bu hadiste itikadi meselelerin yanlış yorumunun İslama vereceği zarar kadar, Irkçılığın da zararlı olacağı haber verilmektedir. Irkçılığın İslam alemine veya insanlığa ne denli zararlı olduğuna, tarih şahittir. Mesela;

a- Emevi devletinin Arap milliyetçiliğini esas tutmaları ve Arap kavmine ehemmiyet verip diğerlerini köle veya ikinci sınıf olarak görmeleri neticesinde, hem İslam aleminde bulunan diğer milletleri küstürdüler, hem kendileri çok felaketler gördüler, hem de İslam aleminin ilk zamanlardaki gelişme ve genişlemesinin durmasına neden oldular.

b- Avrupa devletlerinin asırlarca ve özellikle 20. y.y'ın başlarında milliyetçilik fikrini esas tutmalarıyla, iki dünya savaşı meydana gelmiş ve bunun sonucunda milyonlarca insanın kanının akmasına yol açmışlar. Fakat onlar “Avrupa Birliği” vesilesiyle bu gibi hastalıklardan kurtarmaya ve kendilerini tek millet veya topluluk olarak görmeye çalışıyorlar.

c- Osmanlı devletinin de sonunu getiren hadiselerin başında, yine milliyetçilik akımları vardır. Zira, Yunanlar, Arnavutlar, Bulgarlar, millet-i sadıka olan Ermeniler ve Araplar gibi bir çok millet her taraftan bağımsızlık faaliyetlerine ve iç karışıklığa başlayınca, dünyanın adalet dengesi olan o koca devi bir anda yıkıverdiler.

Elbette ırk, kabile, akraba sevilecektir. Amma İslâm dininde, ırkını ve akrabasını sevmek demek; ırkındaki insanların kalbine, başta Allah korkusu ve Allah sevgisini yerleştirmek demektir. Onları, Allah'ın yasak kıldığı her türlü haramlardan muhafaza etmek, onların emir dairesinde hareket etmeleri için gayret göstermektir. Ve onların duygularına, düşüncelerine, vicdanlarına; adalet, iffet, haya, namus, cömertlik, hikmet gibi yüksek ahlak ve meziyetleri hedef göstermektir. Onlara Allah’ın hakkı ve kul haklarını yeterince anlatıp, millete, vatana karşı sorumluluk duygularını geliştirmektir.

Bu Gerçeklere göre Cenâb-ı Hak, Resûlüllah (S.A.V) Efendimize hitaben: "Önce en yakın akrabalarını korkut. Sana uyan mü'minleri kanatlarının altına al; Sana baş kaldırırlarsa, 'Yaptıklarınızdan uzağım' de"( Şûra sûresi, 214-215-216) buyurarak emretmiştir.

Görülüyor ki; İslâmî ölçüler çerçevesinde fertlerin, yaratılışında var olan yakınlarını ve ırkını sevmesi, değil yasaklanmak tam tersine emredilmiştir. Ancak; zulmederek, diğer ırkları aşağılayarak ve küçük düşürerek, ayrılıkları ateşlendirecek, Müslümanları birbirine düşürecek, toplum hayatını altüst edecek ırkçılığı, İslâmiyet kesinlikle yasaklamıştır. Hattâ zulme, haksızlığa, ayrılığa sebep olabilecek her türlü bölgecilik, kabilecilik, aşiretçilik ayrımını da reddetmiştir.

Bu açıdan İslam, ırkı yok saymaz, ırkçılığı dava etmeyi yasaklar. Milletini sevip gözetmeyi değil, başka milletlere düşmanca tavır sergilemeyi reddeder. Çünkü, insanın kendi milletini sevmesi, onlara yardım elini uzatması, hataları varsa düzeltmeye çalışması, atalarının İslama yaptıkları hizmetleri anlatması ve onlara benzemek için gayret göstermesi ırkçılıktan tamamen ayrıdır.

Mesela, bir ordu çeşitli birimlerden oluşur. Bunların farklı oluşu ordu birimleri için bir düşmanlık sebebi değil, bir zenginliktir. Her birim mensubu kendi ekibini tanıyıp kaynaşacak ve onunla orduyu kuvvetlendirmeye çalışacaktır. Şayet bir birimin mensupları diğer birimlerin askerlerini düşman görse ve onların tahribine çalışsa, farkında olmadan kendi kuvvetini yok etmiş olur. O zaman Ordunun tamamı, ortadan kalkacaktır. Aynen öylede, İslam dünyası büyük bir ordudur. Millet ve kabileler, bu ordunun birimleri gibidir. Bunlar birbirlerine yardım etmek ve İslam'ı güçlendirmek için çalışmaları gerekir. Bunun haricinde yapılacak çalışma ve gayret, kendileri için bir yıkım olur.

Mesela, aile iki ayrı cinsten meydana gelir. Bu iki cins ( erkek ve dişi ), birbirlerinin eksikliklerini ortadan kaldırmak ve yardımlaşmak için yaratılmışlardır. Cenab-ı Hak bu hakikati “Eşleriniz sizin elbiseleriniz, siz de eşlerinizin elbiselerisiniz.” ( Bakara suresi, 187), buyurmakla bize bildirmektedir. Oysa kadınlar ve erkekler, bu farklılıktaki ilahi hikmeti dikkate almayıp ayrılık sebebi yaparlarsa, insanlık hüsrana uğrayacaktır. Ortada ne erkek kalır ne de kadın. İslam milletlerini ve topluluklarını da ayrı cinsler olarak görmek mümkündür. Bu ayrı cinsler, birbirleriyle mücadele değil eksikliklerini tamamlamak için bir elbise olacaklardır.

Mesela, Vücud azalarının farklılığı, ruha yardım içindir. Azalar farklı olsa da ruhun birliği, onlara bir birlik verir. Hepsi bir gaye uğrunda ve ruhun kontrolünde çalışır. Şayet organlar, ruhun birliğine rağmen sadece azaların farklılığını dikkate alıp birbirleriyle çatışmaya girselerdi, ortada ne aza kalırdı ne de ruh. Aynen bunun gibi, İslam milletleri de birer aza gibi ruhları olan İslamiyet'e kuvvet vermeleri gerekir. Bediüzzaman Said Nursi “Milliyetimiz bir vücuddur. Ruhu İslamiyet aklı kuran ve imandır.” vecizesiyle bu manayı dikkatimize sunmaktadır.

Ayrıca unutulmaması ve akıldan çıkarılmaması gereken bir nokta da şudur: ruhun ırkı olmadığı gibi, ruhun binası olan ve elementlerden meydana gelen cesedin de ırkı olamaz. Irk ve millet kavramı, tamamen soyut ve belirli bir hikmet için, Allah (c.c) tarafından insanlara verilen bir duygudur. Bu ilahi hikmet, insanlar tarafından abes bir şekilde kullanılmaktadır. Ayrıca ırkçılık ve menfi milliyetçilik alanında ilk adımı atan şeytanın kendisidir. Çünkü o, Allah'ın (c.c) “ Adem'e secde edin ” emrine karşı, “ ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten onu ise topraktan yarattın” diyerek ırkının ve nevinin üstünlüğünü ilan etti. Halbuki üstünlük takvadadır. Şeytan ise üstünlüğü ırkında aradı ve kaybedenlerden oldu. Demek ırkçılık davası güdenler, şeytanın yolundan giden zavallılardır.

Veda Hutbesinde bu konu ile alakalı şöyle buyurulmaktadır: “Ey İnsanlar!.. Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır.”

http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=article&aid=9795
 
neb34;

peki ''Kişi kavmini sevmekle kınanamaz'' hadis-i şerifine ne diyeceksin?

Dinimizde yasak olan kavmiyet yani ırkçılıktır.
Alçak ırk üstün ırk vs saçmalamalarıdır.
ÜstünLük elbetteki takvadadır.
Bugün Milliyetçilik dahi İlay-ı Kelimetullah üzerine kurulmuştur.
İslam'ı dünyaya ve insanlığa inmeden önceki Türkleri sevmeyecek miyiz?
Ona bakarsan temizlikten tut aile içi ilişkiLere kadar Türkler İslamiyete uygun yaşıyorlardı :goz:

İslam dışı olan herşey reddedilir.Geçmişini inkar etmek ayrı şey,saygı duymak ayrı şey,muhabbet duymak ayrı şeydir.En ehven olanı İslam dan önceki Türklere saygıdır.

Sana reisil münafıkin olan İbni Selülü hakkında Efendimiz(s.a.v) öldürme emri verdiğinde bu işe kendi oğlunun talip olduğunu hatırlatırım

Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar- Allah'a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır ne de mü'minlere(Tevbe:113)

Buhari ve Müslim, Resulullah (S.A.V)'in şu hadislerini rivayet ettiler :

"Kim, dinimize uymayan herhangi bir ameli yaparsa, o amel red edilir."

"Kim, bu dinimiz içinde olmayan herhangi bir şeyi meydana getirirse, o şey red edilir."

"Resul, size neyi getirirse onu alın, neyi nehyettiyse onu bırakın." (Haşr : 7)

“Kim de körükörüne çekilmiş bir bayrak altında savaşır, kavmiyet için
öfkelenir veya kavmiyetçilik için savaşırsa ve bu esnada da öldürülürse,
ümmetimden değildir.” Müslim

Amel imandan bir cüz değildir.Bütün sevablar toplansa bir adamın imanı kadar ağır olmaz,bütün günahlar toplansa bir adamın küfrü kadar ağır olmaz.Türkler dünyadki bütün hamamları yapsa ama inanmıyorsa bunun kıymeti başkadır.

E o zaman senin mantığına göre Edisonun durumu ile örneğin benziyor.

''Kişi kavmini sevmekle kınanamaz'' hadisi eğer zayıfsa amel edilmez.

Vatan sevgisi imandandır hadisi de vardır.

Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım,Türkiyedeki milliyetçi olduğunu iddia eden zevatın ırkçılığa temyülü varmıdır yokmudur?

İslam da esas olan tefrik inananlar ve inanmayanlardır."İnananlar bir millettir" hadisini hatırlatırım.Milliyetçilik yapacaksak bu minvalde yapmak doğrudur.

Elbette ki Türklüğümüz gururumuz lakin bunu sürekli dile yansıtmak olur ki onu davamız haline getirir işte o zaman tehlike başlamış demektir.
 
· İslâm inkılâbında milliyet görüşü, kendisini milliyetçiliklerin tersine zarf değil mazruf, kap değil muhteva, madde değil ruh, mekân değil zaman işi telâkki eder.

· İslâm inkılâbında milliyet görüşü, Türk'ü fırlak kemikler, çekik gözler, dar alınlar ve kirpi saçlar kadrosunda, yani hor ve kaba madde plânında aramaz.

· İslâm inkılâbında milliyet görüşü, her şeyi ana ruh vahidine bağladıktan sonra, o ruh vahidini en iyi aksettiren yahut en iyi aksettirmeye memur olan zarf, kalıp ve madde ölçüsü olarak da (daima bu kayıt altında) kendi ırkını mecnuncasına sever.

· İşte Gaye - İnsan ve Ufuk - Peygamberin «Kişi kavmini sevdiği için suçlandırılmaz!» mealindeki muazzam Hadîsinde, dışarıdan ve ilk bakışta o kadar kolay sanılan namütenahi derin mânaya bir yol; ve hudut içinde hudutsuz milliyetçiliğe bir işaret!..

· İslâm inkılâbında milliyetçilik görüşü, Müslümanlıkta mahdut o sınırlı milliyetçiliktir ki, bu sınırın en küçük mikyasına kendisini hudutsuz ve başıboş bilen hiçbir milliyetçlik ulaşmaz, ve böyleleri bizimle uyuşamaz.

· Tıpkı Şeriate baş kesmekle, onun yasak etmediği sahalarda hudutsuz bir salâhiyet ve memuriyete kavuşan akıl gibi, İslâm inkılâbının milliyetçiliği de, topyekûn insanlık kadrosunda ruhun kaynağını Müslümanlık olarak kabul ettikten sonra, o ruhu taşımaya, renklendirmeye, mizaçlandırmaya karşı liyakat ifadesi bakımından bütün kavimler arası yarışmada üstünlük mefkûresinden ibarettir.

· Böylece İslâm inkılâbında milliyet mefkûresi, ırk, kavim ve soy ifadesiyle de Peygamberine lâyık olma cehd ve müsabakasının eseridir ki, her türlü ırk ve kavim sınırını kuşatan ve aşan Müslümanlığı incitmek yerine şadedecek; ve ana ölçüye bir kere bağlandıktan sonra en ileri haklara kadar kazanıcı izinli milliyetçiliğin tâ kendisi olacaktır.

· İslâm inkılâbında, Şeriatle hudutlu akıl, hakikatte nasıl hudutsuz aklın tâ kendisiyse, yine onunla hudutlu milliyetçilik de hakikatte hudutsuz milliyetçiliğin tâ kendisidir.

· Hudut içinde hudutsuzluğa çıkmanın girift sırrından nasip almış olanlar, mücerret ve münhasır milliyetçilik alevine gaz ve fitil ahengi verecek ve onu Şeriat şişesinin içinde en ileri ışığa kavuşturacak sistemin de, derin ve gerçek mü'min anlayışıyle İslâm inkılâbına bağlı milliyetçilik görüşünden olduğuna inansın!..

· Milliyetçiliğin, bu ölçü dışında bütün alevli tezahürleri, yalnız gövdeleri yakıp kül eden dar ve hasis bir nefsanîlik, ham ve yobaz bir putculuktan başka bir şey değildir.

· Allah ve Resûlünü en çok sevdiği, yahut en çok seveceği, yahut da en çok sevmeye memur edeceği için Türkü sevmek, onun şahsî ve kavmî ruh hazinesini bu aşk zemininin üzerine serpiştirmek ve bütün zaman ve mekân boyunca bu ruhu geliştirmek, kalıplaştırmak, billûrlaştırmak ve maddeye nakşetmekten ibaret olan üstün milliyetçilik, ruhî muhteva dışı ırk ve kavim sebebine değil, ruhî muhteva içi ırk ve kavim neticesine bağlı o mefkûredir ki, usul ve sistemini de her millete veren, böylece darlık ve hasislik çemberini kıran, dünya çapında bir yenilik belirten ve hudut içinde hudutsuzluğa ulaşan büyük oluşun en gerçek yapıcısıdır.



---------------------------------------------------------
--------------------------------------------------------

MİLLİYETÇİLİK

Her tavus kusu mutlaka mutlaka bir yumurtadan çıkar; ve tavus yumurtasından her çıkan,
mutlaka tavus kuşudur; öyle amma, gaye, tavus yumurtasından çıkmıs olmak değil, tavus
kusu olmaktır… İşte milliyetçiliğimizin tek ve kesafetli bir misal içinde mânası!

Tavus kusu, sebepte değil, neticede tavus kusudur; bu bakımdan tavus kusunun sahsiyeti,
geriye doğru mânasız ve değersiz yumurta kırıklarında değil, ileriye doğru müstesna bir renk ve çizgi heyetindedir… İşte milliyetçiliğimizin tek ve kesafetli bir misal içinde ruhu!..

İsterse karga veya devekusu yumurtasından çıkmıs olsun, neticede bütün sartlariyle tavus
kusu olabilen her varlık, tavus kusunun bütün hakkına maliktir… İşte milliyetçiliğimizin tek
ve kesafetli bir misal içinde kıymet ölçüsü!…

Demek ki biz, gerçek milliyetçiliği, geriye doğru değil, ileriye doğru, menba istikâmetinde
değil, mansap istikâmetinde, tohum üstünde değil, ağaç üstünde karar kılıcı bir anlayıs ve
görüse bağlıyoruz.

Bu demektir ki, biz, tarih plânında fıskırısımıza zemin teskil eden ırk ve toprak sartlarını
geride bırakmıs; her türlü ırk ve toprak hakikatine ilgili, fakat her türlü ırk ve toprak
yobazlığına düsman, ileri bir görüs ve anlayıs içinde milliyetçiyiz.

Amma yumurta olmazsa tavus olmazmıs; varsın olmasın, bu zaruret bize hiçbir sey
kaybettirmez. Dairenin bulunduğu her yerde mutlaka bir merkez bulunacağı, fakat her merkez bulunan yerde mutlaka bir daire bulunmayacağı gibi tavus, yumurtayı ihata ve ihtiva eder de, yumurta tavusu ihata ve ihtiva edemez.

Bizim milliyetçiliğimiz, belli baslı bir topluluğa ait madde ve kemmiyet hakikatlerinin
mâverâsında, sadece ruh ve keyfiyet vâkıalarına bağlı, cevherini posasından süzen ve yalnız cevhere nisbet kabul eden bir telâkkiden ibaret.

Türk, bizim nazarımızda, belli baslı bir inanıs, bağlanıs, düsünüs, sezis, hatırlayıs, duyus,
davranıs ve bildiris hususiyetleri içinde, belli baslı bir iman, mukaddesat, tefekkür, tahassüs, hayal, hatıra, mesrep, eda ve lisan birliğinin ördüğü, tek nüshalı ve sahsiyetli bir ruh nescinden ibarettir; mutlak ve müstakil bir vâhit temsil eden bu ruh nescinin zarfı da
Anadoludur.

Ya su boyuna Türk ruhu, Türk ruhu dediğimiz sey nedir ki?.. Türk ruhu dediğimiz sey, iki
vâhidin mecmuundan ibarettir: biri, onu kendi dısında olduran, öbürü de bu olan seyi kendi
içinde renklendiren, sekillendiren, seslendiren, kokulandıran, iklimlendiren iki vâhit…
Vâhitlerden ilki, Türkün duygu ve düsünce mihrakında pırıldayıcı mutlak ve müstakil iman
ısığı, ikincisi de bu ısık etrafında, hususî ve mahallî, bütün bir tahassüs ve tefekkür
seciyesidir.

Vâhitlerden ilki, ırk ve kavim seviyesinin üstünde, bütün insanlar çapında ve hâkim; öbürü de yalnız ırk ve kavim kadrosunda ve tâbidir.
Demek ki, zaten aslında ve lûgatta bir kavmin ruhunu dayadığı iman kaynağı mânasına gelen ve son zamanlarda gerçek delâletinden kaydırılıp kavmiyet mânasına kullanılmaya baslayan milliyetçilikten anladığımız, bir zarf isi olmaktan ziyade bir mazruf isi; ve mazruftaki dünya görüsüne, insan, cemiyet ve kâinat telâkkisine bağlı bütün bir tahassüs, tefekkür, eda ve ifade kadrosu isçiliğidir.

Bu ruhî ve kadronun ırkî plânda kendi maddesine karsı sevgisi, ancak belli baslı bir vâhidin
doğurduğu böyle bir ruha yataklık etmekten ibaret ve yalnız bu kayd ve sartla sınırlıdır.

İste bizim milliyetçiliğimiz; İslâma bağlı Türk ruhunun, bu mutlak kadro içinde Türk duygu ve düsünce hususiyetlerinin milliyetçiliği!.. Ve iste cihan ölçüsünde milliyetçilik!..

Necip Fazıl Kısakürek
 
arkadaslar konuyu belırlı saygı ve sevıye cercevesınde devam ettırın lutfen!
dusuncelerınız hakaret boyutuna varmasın..


neb34 yukarda bı yazı dızısı vermıssın ıkı uc cumlesı dısında gerı kalan cumlelerın konuyla bı baglantısı yok ve Mıllıyetcı olan kısılere agır ıthamlar da ıcerdıgı ıcın mesajın sılındı!
 
arkadaslar konuyu belırlı saygı ve sevıye cercevesınde devam ettırın lutfen!
dusuncelerınız hakaret boyutuna varmasın..


neb34 yukarda bı yazı dızısı vermıssın ıkı uc cumlesı dısında gerı kalan cumlelerın konuyla bı baglantısı yok ve Mıllıyetcı olan kısılere agır ıthamlar da ıcerdıgı ıcın mesajın sılındı!

Yaw hadisleri ayetleri koymak mı ağır itham

Yahu bunlar Allah ın ayetleri ve Peygamberlerin hadisleri
 
Yaw hadisleri ayetleri koymak mı ağır itham

Yahu bunlar Allah ın ayetleri ve Peygamberlerin hadisleri

Sen Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ve Allah(C.C)'nin hadis-i şeriflerını ve ayetlerını yanlıs kısı hakkında kullanıyorsun arkadasım bu yuzden yazılanlar agır ıtham sen oyle bı yazı eklemıssın kı mıllıyetcı duygulara sahıp olan herkes kafir gibi gozukmus..ama halbu kı anlatılanları ben sana kısaca ozetleyebılırım..

Peygamberimizin kabul etmediği ırk üstünlüğüdür. Irk olarak, yaratılış olarak hiçbir kavmin birbirinden üstün olmadığını, Allah katında hiçbir ırkın toleranslı kabul edilmediğini, bütün ırkların Allahın emirlerine muhatap olma ve hesaba çekilme hususunda eşit olduklarını ifade etmiştir. Yani Peygamber Efendimiz ırkçılığın kafatasçılığın islamda olmadığını beyan etmiştir. Yoksa fıtraten müsavi olan kavimler arasında, islamı en iyi şekilde yaşamaya çalışan, Allahın dinine canı gönülden yardım eden, kardeşini, yurdunu bu uğurda feda eden, islami bütün insanlığa ulaştırmak, tebliğ etmek için nice cefalara katlanan, milyonlarca şehit veren bir milleti övmeyin, sevmeyin, taktir etmeyin, gıpta etmeyin dememiştir.
Milli duyguları canlı tutma, tarihi misyonunun bayraktarlığını yapma, mukkaddes davayı yeniden omuzlama, davanın en ön saflarında koşma, diğer müslüman milletlere bu hususta layıkıyla önderlik etme azminde ve çabasında olmanın neresi kavmiyetçilik.
Kuranı Kerimde, insanların rahat iletişim kurmaları, birbirlerini anlamaları, birbirleriyle kaynaşmaları için kavim kavim yaratıldığı beyan edilmekte, ırkı red de men edilmektedir. Dolayısıyla fıtrat olarak ayrıcalık iddiasında bulunmadan kavmini övme, sevme hatta üstün tutmada bir beis yok, diğer kavimleri yermeden, hor görmeden. Müslüman fert olarak müslüman kardeşlerini, millet olarak müslüman kavimleri gavurlardan üstün tutmalı zaten.
Ahırzamana kadar olan hadiseleri ashabına anlatan Peygamber Efendimiz, koskoca 1000 yıl islamın bayraktarlığını yapacak bir milletten de bahsetmiş olsa gerek. Kutubi sittede sahih hadis olarak yer aldığı söylenen bu hadislerin varlığını hatalı bir tespitle, islamda ırkçılık yoktur düşüncesiyle kabul etmemek, varsa bile senedinde ya da metninde bir illetin bulunduğu iddiasında bulunmak doğru değildir.
Tekrar vurguluyorum, milliyetler arasında yaratılış olarak, fıtri özellikler açısından ayırım yapmakla; İslamın cefalı fakat kat kat safalı ve sefalı yolunda vereceği mücadeleden mütüvellit, bir milletten, överek ve methederek bahsetmek aynı şey değildir. Peygamberimizin mevzu bahs olan hadislerini bu meyanda değerlendirmek gerek. Evet birincisi kafatasçılık ama ikincisi asla...
peki mıllıyetcılık ne demek bunuda su kaynaktan ınceleyebılırsın

Milliyetcilik:

Ataturk Ilkeleri arasinda son derece onemli bir ilke olan milliyetcilik, akilcilik, gercekcilik, bariscilik ve cumhuriyetcilik ilkeleriyle butunlesen ve bu ilkelerle celisen yorumlara kapali bir ilkedir.

Milliyetcilik ilkesi, ulusal savasimin cikis noktasini olusturmus ve tum tutsak uluslarin kurtulus hareketlerine isik tutmustur.

Ataturk'un turlu demec ve soylevlerinde aciklik kazanmis olan bu ilke, Fransiz devriminden sonra dunyaya yayilan ozgurluk dusuncesinin tarihsel gelisimi icinde her ulusun kendi kaderini cizme inancinin dogal bir sonucu olmustur.

Osmanli Imparatorlugunun cokus doneminde, ulusallik niteligini yitirmekte olan dilimizin sadelestirilmesi ve dunyaya yayilmis Turk toplumlarinin arastirilip incelenmesi hareketlerinin ortak adi olarak Turkculuk akimi biciminde belirmistir. Zaman zaman butun Turk toplumlarini birlestirmeyi amaclayan Turancilik, zaman zaman da Islam Birligi kurmak gibi bir amaca yonelik Islamcilik akimlariyla karistirilmaya baslanmisti.

Bugun anayasamizda da yer alan milliyetcilik kavram bir ilke olarak, Turk ulusunun egemenligini kendi iradesine aldigi surec icinde gercek anlamini kazanmistir. Akilci, gercekci, barisci ve cumhuriyetci bir nitelik aldiktan sonra Ataturk tarafindan "Turk Milliyetciligi" deyimiyle butun aciklik ve kapsamini, gercek anlam ve kilavuzlugunu bulmustur. Bugun Ataturk ilkeleri arasinda yer alan milliyetcilik, cagdas anlamiyla siyasal, ekonomik ve kulturel bir devlet sistemi olmustur.

Milliyetcilik ilkesine gore, Turk ulusu buyuk insanlik ailesinin yuksek onurlu bir uyesidir. Bu bakimdan butun insanligi sever; ulusal onur ve cikarlarina dokunulmadikca baska uluslara karsi dusmanlik beslemez ve asilamaz.

Milliyetcilik ilkesi, butun cagdas uluslarla uyum icinde yasamakla birlikte, Turk toplumsal varliginin ozel karakterini ve baslibasina bagimsiz kimligini sakli tutmayi esas sayar. Bu bakimdan kendi ozune aykiri akimlarin ulkeye girmesini ve yayilmasini istemez.

Ataturk milliyetciligi, gerek bagimsiz, gerek baska devletlerin uyrugu olarak yasayan butun Turkleri, hangi dinden olurlarsa olsunlar derin bir kardeslik duygusuyla candan sevmek ve onlarin refah ve gelismesini candan dilemekle birlikte, siyasal sinir olarak Turkiye Cumhuriyeti sinirlarini tanir.

Milliyetcilik ilkesine gore, Turkiye Cumhuriyeti icinde, Turk dili ile konusan, Turk kulturu ile yetisen, Turk ulusunun her yonden yukselmesi dusuncesini benimseyen her birey, hangi dinden olursa olsun Turk'tur.

Milliyetcilik ilkesini, ulusal bilincimize Kurtulus Savasi ile percinleyen guc, Turk toplumunu birbirine baglayan en yuce bagin uluscu bag oldugu inancidir. Bu uluscu bagin en ozlu deyisi "Ulusal Birlik Duygusu"dur.

Milliyetcilik ilkesi ozet olarak: "Turk ulusunun yuksek karakterini, yorulmaz caliskanligini, dogustan gelen zekasini, bilime bagliligini, guzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik duygusunu araliksiz olarak ve her turlu arac ve onlemlerle besleyerek gelistirmek"tir.

Milliyetcilik ilkesi, Turk ulusunun "butun bireylerini, kaderde, kivancta ve tasada ortak bir butun halinde ulusal bilinc ve ulkuler cevresinde toplamak" inancidir.

http://www.turkishnews.com/Ataturk/ilkeleri/ilke9.htm

Ikide bir milliyetcilik'ten bahsediyoruz kendimi buldugum bir tanimi size aktarmak istedim.Yani Türkiye topraklarinda yasayan laz, çerkez, tatar, çingen, abhaz, rum , ermeni, kürt, yahudi, alevi , sunni , ateist v.s. her kesim benim nazarimda Türktür.

"Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır."

M. Kemal ATATÜRK

Kaynak

işte anlasılmayan nokta bu hadis-i şerifleri ve ayetlerı yanlıs kısıler ıcın kullanmaktasın ve tövbe haşa Allah-u Teala'nın ve Peygamber Efendimiz (SAV) sozlerıne agır ıtham dıye bırseyı kastetmıyorum..ama senın yanlıs kısıler ıcın kullandıgın hadis-i şerifleri ve ayetlerı kastedıyorum..ve mıllıyetcılık ve kavmiyetçilik arasındakı ınce farkı yukardakı yazılarda bulabılırsın..
 
Sen Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ve Allah(C.C)'nin hadis-i şeriflerını ve ayetlerını yanlıs kısı hakkında kullanıyorsun arkadasım bu yuzden yazılanlar agır ıtham sen oyle bı yazı eklemıssın kı mıllıyetcı duygulara sahıp olan herkes kafir gibi gozukmus..ama halbu kı anlatılanları ben sana kısaca ozetleyebılırım..

Peygamberimizin kabul etmediği ırk üstünlüğüdür. Irk olarak, yaratılış olarak hiçbir kavmin birbirinden üstün olmadığını, Allah katında hiçbir ırkın toleranslı kabul edilmediğini, bütün ırkların Allahın emirlerine muhatap olma ve hesaba çekilme hususunda eşit olduklarını ifade etmiştir. Yani Peygamber Efendimiz ırkçılığın kafatasçılığın islamda olmadığını beyan etmiştir. Yoksa fıtraten müsavi olan kavimler arasında, islamı en iyi şekilde yaşamaya çalışan, Allahın dinine canı gönülden yardım eden, kardeşini, yurdunu bu uğurda feda eden, islami bütün insanlığa ulaştırmak, tebliğ etmek için nice cefalara katlanan, milyonlarca şehit veren bir milleti övmeyin, sevmeyin, taktir etmeyin, gıpta etmeyin dememiştir.
Milli duyguları canlı tutma, tarihi misyonunun bayraktarlığını yapma, mukkaddes davayı yeniden omuzlama, davanın en ön saflarında koşma, diğer müslüman milletlere bu hususta layıkıyla önderlik etme azminde ve çabasında olmanın neresi kavmiyetçilik.
Kuranı Kerimde, insanların rahat iletişim kurmaları, birbirlerini anlamaları, birbirleriyle kaynaşmaları için kavim kavim yaratıldığı beyan edilmekte, ırkı red de men edilmektedir. Dolayısıyla fıtrat olarak ayrıcalık iddiasında bulunmadan kavmini övme, sevme hatta üstün tutmada bir beis yok, diğer kavimleri yermeden, hor görmeden. Müslüman fert olarak müslüman kardeşlerini, millet olarak müslüman kavimleri gavurlardan üstün tutmalı zaten.
Ahırzamana kadar olan hadiseleri ashabına anlatan Peygamber Efendimiz, koskoca 1000 yıl islamın bayraktarlığını yapacak bir milletten de bahsetmiş olsa gerek. Kutubi sittede sahih hadis olarak yer aldığı söylenen bu hadislerin varlığını hatalı bir tespitle, islamda ırkçılık yoktur düşüncesiyle kabul etmemek, varsa bile senedinde ya da metninde bir illetin bulunduğu iddiasında bulunmak doğru değildir.
Tekrar vurguluyorum, milliyetler arasında yaratılış olarak, fıtri özellikler açısından ayırım yapmakla; İslamın cefalı fakat kat kat safalı ve sefalı yolunda vereceği mücadeleden mütüvellit, bir milletten, överek ve methederek bahsetmek aynı şey değildir. Peygamberimizin mevzu bahs olan hadislerini bu meyanda değerlendirmek gerek. Evet birincisi kafatasçılık ama ikincisi asla...
peki mıllıyetcılık ne demek bunuda su kaynaktan ınceleyebılırsın

Milliyetcilik:

Ataturk Ilkeleri arasinda son derece onemli bir ilke olan milliyetcilik, akilcilik, gercekcilik, bariscilik ve cumhuriyetcilik ilkeleriyle butunlesen ve bu ilkelerle celisen yorumlara kapali bir ilkedir.

Milliyetcilik ilkesi, ulusal savasimin cikis noktasini olusturmus ve tum tutsak uluslarin kurtulus hareketlerine isik tutmustur.

Ataturk'un turlu demec ve soylevlerinde aciklik kazanmis olan bu ilke, Fransiz devriminden sonra dunyaya yayilan ozgurluk dusuncesinin tarihsel gelisimi icinde her ulusun kendi kaderini cizme inancinin dogal bir sonucu olmustur.

Osmanli Imparatorlugunun cokus doneminde, ulusallik niteligini yitirmekte olan dilimizin sadelestirilmesi ve dunyaya yayilmis Turk toplumlarinin arastirilip incelenmesi hareketlerinin ortak adi olarak Turkculuk akimi biciminde belirmistir. Zaman zaman butun Turk toplumlarini birlestirmeyi amaclayan Turancilik, zaman zaman da Islam Birligi kurmak gibi bir amaca yonelik Islamcilik akimlariyla karistirilmaya baslanmisti.

Bugun anayasamizda da yer alan milliyetcilik kavram bir ilke olarak, Turk ulusunun egemenligini kendi iradesine aldigi surec icinde gercek anlamini kazanmistir. Akilci, gercekci, barisci ve cumhuriyetci bir nitelik aldiktan sonra Ataturk tarafindan "Turk Milliyetciligi" deyimiyle butun aciklik ve kapsamini, gercek anlam ve kilavuzlugunu bulmustur. Bugun Ataturk ilkeleri arasinda yer alan milliyetcilik, cagdas anlamiyla siyasal, ekonomik ve kulturel bir devlet sistemi olmustur.

Milliyetcilik ilkesine gore, Turk ulusu buyuk insanlik ailesinin yuksek onurlu bir uyesidir. Bu bakimdan butun insanligi sever; ulusal onur ve cikarlarina dokunulmadikca baska uluslara karsi dusmanlik beslemez ve asilamaz.

Milliyetcilik ilkesi, butun cagdas uluslarla uyum icinde yasamakla birlikte, Turk toplumsal varliginin ozel karakterini ve baslibasina bagimsiz kimligini sakli tutmayi esas sayar. Bu bakimdan kendi ozune aykiri akimlarin ulkeye girmesini ve yayilmasini istemez.

Ataturk milliyetciligi, gerek bagimsiz, gerek baska devletlerin uyrugu olarak yasayan butun Turkleri, hangi dinden olurlarsa olsunlar derin bir kardeslik duygusuyla candan sevmek ve onlarin refah ve gelismesini candan dilemekle birlikte, siyasal sinir olarak Turkiye Cumhuriyeti sinirlarini tanir.

Milliyetcilik ilkesine gore, Turkiye Cumhuriyeti icinde, Turk dili ile konusan, Turk kulturu ile yetisen, Turk ulusunun her yonden yukselmesi dusuncesini benimseyen her birey, hangi dinden olursa olsun Turk'tur.

Milliyetcilik ilkesini, ulusal bilincimize Kurtulus Savasi ile percinleyen guc, Turk toplumunu birbirine baglayan en yuce bagin uluscu bag oldugu inancidir. Bu uluscu bagin en ozlu deyisi "Ulusal Birlik Duygusu"dur.

Milliyetcilik ilkesi ozet olarak: "Turk ulusunun yuksek karakterini, yorulmaz caliskanligini, dogustan gelen zekasini, bilime bagliligini, guzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik duygusunu araliksiz olarak ve her turlu arac ve onlemlerle besleyerek gelistirmek"tir.

Milliyetcilik ilkesi, Turk ulusunun "butun bireylerini, kaderde, kivancta ve tasada ortak bir butun halinde ulusal bilinc ve ulkuler cevresinde toplamak" inancidir.

http://www.turkishnews.com/Ataturk/ilkeleri/ilke9.htm

Ikide bir milliyetcilik'ten bahsediyoruz kendimi buldugum bir tanimi size aktarmak istedim.Yani Türkiye topraklarinda yasayan laz, çerkez, tatar, çingen, abhaz, rum , ermeni, kürt, yahudi, alevi , sunni , ateist v.s. her kesim benim nazarimda Türktür.

"Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır."

M. Kemal ATATÜRK

Kaynak

işte anlasılmayan nokta bu hadis-i şerifleri ve ayetlerı yanlıs kısıler ıcın kullanmaktasın ve tövbe haşa Allah-u Teala'nın ve Peygamber Efendimiz (SAV) sozlerıne agır ıtham dıye bırseyı kastetmıyorum..ama senın yanlıs kısıler ıcın kullandıgın hadis-i şerifleri ve ayetlerı kastedıyorum..ve mıllıyetcılık ve kavmiyetçilik arasındakı ınce farkı yukardakı yazılarda bulabılırsın..


Allah Allah ya kimi tekfir ettik?Ben sadece milliyetçiliğin ülkemizde yanlış anlaşılmaya müsaid olduğunu o yüzden milliyetçilikten maada birleştirici başka şeylerden medet ummalıyız demek istedim.İslam nazarında iki millet vardır.İnananlar ve inanmayanlar
 
Allah Allah ya kimi tekfir ettik?Ben sadece milliyetçiliğin ülkemizde yanlış anlaşılmaya müsaid olduğunu o yüzden milliyetçilikten maada birleştirici başka şeylerden medet ummalıyız demek istedim.İslam nazarında iki millet vardır.İnananlar ve inanmayanlar

mıllıyetcılıgın ulkemızde yanlıs anlasıldıgını mıllıyetcılere kafır dıyerek mı bahsedıyorsun?
hadis-i şerıflerın bahsettıgı sey cok farklı konu cok farklı muhattab alınacak ınsanlar cok farklı..bir ülkeyı ayakta tutacak seylerden bırıncısı o ulkenın dını ıkıncısıde mıllıyetcılıktır..eger mıllıyetcılık ulkemızde kafatsacılıga dogru ılerlıyorsa bu baska sekıllerdede dıle getırılebılırsin..
ben senın dedıklerının yanlıs oldugunu soylemıyorum sadece yanlıs yerde ve yanlıs kısılere yazdılgını belırtmek ıstıyorum ve bızım mılletımızın islam nazarında nerede durdugunu hepimiz biliyoruz..boşuna Elhamdülillah Müslümanız demıyoruz
 
Geri
Üst