Türkiye'nin Küresel Kuşatılması

Vtnsvr

New member
Bugün yaşadığımız Ergenekon çatışmasının arkasındaki gerçekleri iyi görmek şart. Böylece milli birlik ve bütünlüğümüzü daha iyi koruyabiliriz.
Ergenekon çetesi veya örgütü denilen örgüt; AKP hükümeti ile ona yön veren küresel güçlerin yarattığı, hayali bir örgüttür.
Geçmişte; devlet içine sokuşturulmuş bulunan NATO'ya bağlı antikomünist birimin, bugün tarif edilen Ergenekonla bir ilgisi yoktur. Bazı mafya üyelerinin adının bu Ergenekon'a eklenerek ortada yeni bir suç örgütü varmış havası yaratılırken; aslında kamuoyu kandırılmak isteniyor. AKP'ye bağlı tarikatçi medya da dezenformasyon yoluyla (Haberleri kirleterek, çarpıtarak) vatandaşın kafasında bu hayali örgütü gerçek örgütmüş gibi canlandırmak istiyor.
AKP şakşakçısı yazarların yazılarını incelediğinizde de Ergenekon işini 5 Kasım 2007'de bizim Başbakan'a, ikili görüşmede ABD Başkanı Bush'un emrettiğini anlıyoruz. Fehmi Koru'nun yazıları bunu ispat ediyor.
Avrupa Birliği ise açık açık 'Devletin içine yuvalanmış olan cinayet örgütü Ergenekon'u temizleyin!' diye emir verdi. Yani; AB tarafı, hem savcı hem hakim oldu. Bizim mahkemelerden önce cumhuriyetçileri mahkum etti.
AKP hükümeti, kendi iktidarına da karşı olan bu kesimleri susturmak için operasyon başlattı. (Konunun ayrıntıları belgeleriyle bu haftaki Aydınlık Dergisi'nde yer alıyor.)

İKİ TÜR PAŞA
Hükümet; Ergenekon operasyonu ile bazı emekli paşaları da gözaltına aldırdı. Bunların 2003-2004 yıllarında darbe planladıkları iddia ediliyor.
O dönemin Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Hilmi Özkök, şimdi 'Ceza çekmek insanı rahatlatır!' diyerek, içeri tıkılan silah arkadaşlarını dolaylı olarak suçlu ilan ediyor.
Soru şu: O zaman darbe girişimleri var idiyse; Bay Özkök de bunu öğrenmiş idiyse neden duruma el koymadı? Demekki görevini ihmal etmiştir; suçludur.
İkincisi; Ergenekon üzerinden darbe gündeme getirildiğine göre ünlü savcı Zekeriya Öz, neden Bay Özkök'ü sorgulamamıştır?
Hatırlayın: 12 Nisan 2003 tarihli gazetelerde yer alan bir haberde, dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök; 'Hükümetle aramız şiir gibi!' diyerek; tavrını ortaya koymuştu. Bu süreç sonunda da Bay Özkök; ordu içinde itibar kaybına uğramış birisi olarak üst düzey subaylar arasında görünemez hale gelmişti. Şimdi işte bu itibar kaybına uğramanın hesabını soruyor olmalı.
***
İkinci paşa, Özden Örnek...
Bir zamanlar; Deniz Kuvvetlerimiz'in komutanlığını yapmış birisi...
Bay Örnek; anılarını yazmış; burada da darbecilerden söz etmiş. Bunun günlüklerini birileri ele geçirmiş; Fethullahçı basına sızdırmış. Bu iddialar doğru ise Bay Örnek darbecileri niye ihbar etmemiş... İhbar etmeyerek suçu ve suçluyu gizlemiş olmuyor mu?
Tıpkı Özkök gibi...
Ama Bay Örnek'in konumu da çok ilginç...
Oğullarından Tolga Örnek'in yaptığı filmlerin giderini Başbakan Erdoğan'ın çok yakını olan işadamı Ahmet Çalık karşılıyormuş. Ahmet Çalık; Sabah-atv'yi devlet bankalarının kredileriyle alan bir işadamı. Yetmedi, yetmedi... Bu darbe günlüğü tutan Bay Örnek'in küçük oğlu da Bursa Gaz Şirketi'nde yönetim kurulu üyesi imiş. Şu Allah'ın işine bakın ki Bursa Gaz da Ahmet Çalık'ın imiş...
Yani günlükçü Örnek'in oğulları ile Başbakan Erdoğan'ın adamları arasında sıkı bir para bağı oluşmuş.
İş bununla kalmamış...
Bay Örnek'in karısının istimlak edilen bir işyeri nedeniyle, Başbakan Erdoğan 2003 yılında bu aileye 75 milyar daha para ödetmiş. Afiyet olsun; güle güle yesinler...
Lakin; darbeden söz eden bu paşaya Ergenekon savcısı Öz hiçbir şey demiyor. Onu içeri alıp sorgulamıyor.
Yani; hükümetle şiir gibi olanlar, darbeden uzak tutulurken, komutanlıkları dönemlerinde gericilere karşı sert tavırlar gösteren Tolon Paşa ile Eruygur Paşa hapse tıkılıyor.
Amerika'ya karşı çıkan paşalar... Avrupa Birliği'nin PKK karşısındaki tavrını eleştiren paşalar... PKK ile mücadele eden paşalar terörist ilan ediliyor. İstanbul Başsavcısı; 'Siz bu tür terörü bilmezsiniz; onu ancak biz biliriz!' anlamında işin içine dalıveriyor.
Kuşatmanın küresel boyutunu görebiliyor musunuz?

NE BİLGİSAYARMIŞ AMA...
Ergenekon davasının görüleceği mahkeme bilgisayarda belirlenmiş. Ve kura da 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne çıkmış. Şu Allah'ın işine bakın ki bu mahkeme de Ergenekon savcısı kimlerin tutuklanmasını istemiş ise onlar için tutuklama kararı veren mahkeme imiş.
Demekki günümüzün bilgisayarları bile akıllanmış. Makine bir bakıyor; iki bakıyor; Başbakan Erdoğan'ı kızdırmamak için kurayı getirip 13. konduruyor.
Türkiye'nin bilgisayarları bile işini biliyor, vesselam...

GİZLİ TANIK-YALANCI TANIK
Atatürkçüleri kanlı katiller gibi göstermeye kalkışanlar; minarenin kılıfını da önceden hazırladılar. Tanık Koruma Programı adıyla hazırlanan iş; meğer Ergenekoncuları mahkum ettirmek için planlanmış imiş.
Ergenekoncu gösterilenleri mahkum edebilmek için tanıklar bulunacak... Bunların sesi bile değiştirelecek... Yüzleri gerektiğinde ameliyat ettirilecek, kimlikleri yenilenecek...
Kimden koruyorsunuz bu tanıklarınızı? PKK'dan mı?
Yoksa; tanık koruma adı altında yalancı tanık aramak peşinde misiniz?
Meclis çoğunluğuna dayanıp böyle kanunlar çıkartarak cumhuriyetçileri mahkum ettirmeye kalkışmayınız. Yalancının mumu ancak yatsıya kadar yanar.


Rıza ZELYUT
 

Vtnsvr

New member
Rıza ZELYUT'tan bir güzel yazı daha,ergenekon entrikalarının yine bam tellerine basmış.
 

Vtnsvr

New member
sabret hele mahkeme bitsin ondan sonra adeleti seviyorsan sev sövüyorsan söv
merak etme ben neyin ne oldugunu biliyorum.Cumhuriyeti yıkmaya yeminli bir fetullahın desteklediği AKP nin başta oldugu ülkede,Demokrasiyi araç olarak gören bir başbakanın iktidar olduğu yerde,Cumhuriyet yıkılmalıdır diye beyanı olan bir Cumhurbaşkanının onay verdigi zaman,saçma sapan iddialarla nerde Atatürk sevdalısı,AKP -FETULAH MUHALEFETİ var içeri tıkılıyorsa,ben salak değilim ki inanayım.Sizlerde takiyye faktörü olmasa,salak değilsiniz ki inanasınız bu entrikalara.
 

64general1

New member
YENi SÖMÜRGECiLiK VE KONTROL EDiLEBiLiR iSTiKRARSIZLIK

*UGUR GÜNGÖR

Küreselleşme sürecinde,uluslararası sermayenin serbest dolaşımının önündeki en büyük engel ulus devletlerdir.Küreselleşme adı altında "Yeni Sömürgecilik" faaliyetlerini yürüten ABD ve AB,NGO' ları (Non-Governmental Organisations) hükümet dışı sivil toplum örgütleri kurarak ulus devletlerin zayıflatmayı hatta yıkmayı amaçlamaktadır.Bu sömürgenler amaçları doğrultusunda Türkiye gibi tüm dünyanın dikkatini çekecek ekonomik zenginliklere sahip ülkelerde "Kontrol Edilebilir İstikrarsızlık"stratejilerini uygular ve bu yolda sürekli politikalar üretirler.Bu stratejilerin başarıyla uygulanması için öncelikli yapılması gereken hedef ülkedeki zaaf noktalarının bir başka deyişle "yumuşak karın bölgelerinin" saptanmasından geçmektedir.(1)

Bu bağlamda hedef ülkede mevcut etnik,dinsel azınlıkların tüm boyutları ile profilinin çıkarılması ve potansiyelinin çok yönlü belirlenmesi;ayrılıkçılığın tahrik ve teşvik edilmesi;tarihsel husumetin körüklenmesi;terörün el altından desteklenmesi ile ekonomik-siyasal-toplumsal kaos ortamının yaratılası;ulusal birliğin zaafa uğratılması;zayıf ve kişiliksiz yöneticilerin desteklenmesiyle hedef ülkenin dış müdahalelere açık hale getirilmesi...vb.gibi faaliyetler yürütülmektedir.(2)

DOST VE MÜTTEFiK(!) ÜLKE: ALMANYA

Bu faaliyetleri ülkemizde en kapsamlı,koordineli yürüten ülkelerden biri -belki en önemlisi - dost ve müttefiğimiz(!) Almanya'dır.

Almanya bu faaliyetleri vakıflar,enstitüler ve Alman Federal İstihbarat Servisi(BND)'nin kontrolünde çalışan tüm masrafları federal bütçeden karşılanan taşeron NGO'larla yürütmektedir.

Bu kuruluşların rutin masrafları Federal İstihbarat Servisi(BND) ve Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı(BfV) tarafından,hayata geçirdikleri projelerin tüm finansmanı da Federal Hükümet'in "Politik Eğitim Fonu"ndan sağlanmaktadır.Söz konusu kuruluşlar(Vakıflar...) istihbarat servislerine lojistik destek sağlayan yarı resmi kuruluş konumundadır. Eğer bilgi alınıp yönlendirme yapılacak hedef sağcı bir örgüt ya da partiyse devreye Hristiyan Demokrat Parti(CDU)'nin "Konrad Adenauer Vakfı",hedef solcuysa Yeşiller'in "Heinrich Böll Vakfı" girmektedir.Bu vakıflar sağcı ya da solcu olmayıp aralarındaki fark,Alman Devleti'nin takdir ettiği görev dağılımından ibarettir.(3)

Bu vakıflar 1984'ten itibaren Türkiye'ye gelerek ve de yasal boşluklardan yararlanarak her biri birer "taşeronun taşeronu" legal Türk NGO' sunun tabelası altında faaliyetlerini sürdürmektedir.(4)

Tüm bu Alman Vakıfları'nın programları şu üç maddeden oluşur:Birinci maddedeki etkinlikler Kemalizmin iflas ettiğini ve sorunun geçici bir hükümet sorunu değil,"yapay ve uyduruk Türk ulusunu tepeden inme yöntemlerle yaşatmaya çalışan Türk Devleti" olduğunu kanıtlamayı amaçlar.Bu çerçevede üçlü bir strateji izlenir:

1. "Toplumun değişik katmanlarını Kürt Sorunu üzerinde tartışmaya ve çözüm üretmeye alıştırmak" ve buna paralel olarak "Kürtçü Gruplar" ile Almanya arasında köprü kurmak.
2. "Toplumun değişik katmanlarıyla siyasal islamcıları bir araya getirmek" ve buna paralel olarak İslamcılar ile Alman hükümeti arasında köprü kurmak.
3.”Alevilerin aşırı islama karşı olduklarını dikkate alarak,Aleviler ile özel görüşmek ve konuyu gerektiğinde Kürt sorununa kaydırmak.”

İkinci maddedeki etkinlikler,”Türkiye’de yerel yönetimlere işlerlik kazandırmak amacıyla Almanya’da adı var,kendi yok “federal sistem”i Türkiye’ye tanıtmayı hedefler.FDP’nin Friedrich Noumann Vakfı,”federalizmi tanıtma” çabalarını genelde Batı Anadolu’da yürütürken,Yeşillerin Heinrich Böll Vakfı,”federal yönetimin nimetleri”ni Doğu Anadolu konusunda gündeme getirmektedir.Yeşillerin bu vakfı ,şu sıralar Türkiye’nin etnik çetelesini tutmakla meşgul ve hem Alman Dışişleri Bakanı ile hem de aynı bakanlığa bağlı Alman resmi “araştırma” enstitüleri ile ortak çalışmakta.SDP’nin Friedrich Ebert Vakfı da,daha global bir yaklaşımla “Türkiye’de sivil toplum kurulabilmesi” için çaba gösterirken,daha çok “ekonomi ağırlıklı diyalog arayışı”nda olduğu izlenimini vermek istiyor.Türkiye’de “islamı demokrasiyle bağdaştırmak” yolunda en kapsamlı projeler ise CDU’nun Konrad Adenauer Vakfı’nca yaşama geçiriliyor.



Vakıf ajandasının üçüncü maddesi “yerli köprübaşları oluşturmayı” öngörür.Almanya’ya davet edilen Türk akademisyenler,aydınlar,burs verilen doktora öğrencileri,vakıf şubelerine alınan Türk elemanlar için ödenen Alman “kalkınma yardımı”,bazı duyumlara göre yıldan yıla katlanarak arttırılmaktadır.Etkinlik alanlarının farklılığı,parti programlarının farklılığından değil,-daha öncede belirttiğim üzre-aralarındaki görev dağılımından kaynaklanır.(5)

KONRAD ADENAUER VAKFI

Konrad Adenauer Vakfı , Türkiye’de 1984 yılında faaliyete geçmiştir.Bu vakıf Dr.Wulf Schönbohm ve Dirk Tröndle adlı Alman Gizli Servis elemanları tarafından yönetilmektedir.

Konrad Adenauer Vakfı ,yasalar bir dönem izin vermediğinden ,faaliyetlerini Türk Demokrasi Vakfı , Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ,Türk Belediyeler Birliği…vb. vakıfların tabelası altında kamufle etmeye çalışmıştır.

Bunların yanında TİSK , TOSYÖV , ARI hareketi ,KA-Der , AB Akademi ve daha birçok sivil toplum örgütüyle her yıl çok sayıda workshop , konferans ,seminer ve sempozyum düzenlemektedir.Bu etkinliklere , çoğu Alman İstihbaratı’ndan olan öğretim üyeleri , politikacılar , tanınmış kişiler konuşmacı olarak getirilmektedir.

Konrad Adenauer Vakfı’nın düzenlediği etkinliklerden bazıları şunlardır:

“Türkiye’de Okul Reformu Sonrasında Yabancı Dil Dersi Reformu” konulu sempozyum
“Küreselleşme ve Modernleşme Sürecinde Kültürel Kimlik” konulu kongre
“Türkiye’de Anayasa Reformu , Prensipler ve Sonuçlar” konulu kongre
“Alman Okullarında İslam Din Dersi” konulu kongre
“AB ve Türkiye – Ulusal Egemenlik Haklarının Devri” konulu kongre
“İslam’da Kadının Rolü ve Türkiye’de Kadın” konulu kongre
“AB’ye Uyum Sürecinde İfade Özgürlüğü” konulu söyleşi
“Türkiye’de İnsan Hakları Uygulamaları – Sorunlar ve Çözüm Önerileri” konulu konferans
“Türk Milliyetçiliği:Quo Vadis” konulu konferans
“Devlet ve Din” konulu konferans ….


Dikkat edersek işlenen konular; dil, din, kültürel kimlik, ulusal egemenlik, ifade özgürlüğü…vb. Batı Emperyalizmi’nin yıllardır hedef ülkeleri bölmek , ayrıştırmak için başvurduğu konularla aynı.

Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye’deki etkinlikleriyle ilgili “Belediyecilik ve Mahalli İdareler” konusuna ayrı bir parantez açmamız gerektiği kanısındayım.Konrad Adenauer Vakfı’nın “Belediyeler, Belediyecilik, Yerel Yönetimler, Mahalli İdareler Mevzuatı…” gibi konularda hassasiyeti var.

Konrad Adenauer Vakfı az önce belirttiğim konu ile ilgili Türk Belediyeler Birliği işbirliği ile yaklaşık 16 yıldır türlü etkinlikler yaptı.Bazılarını şöyle:

“Mahalli İdareler Mevzuatı” konulu seminer
“Değişen Belediye Mevzuatı, Personel İstihdamı” konulu seminer
“Avrupa Birliği ve Yerel Yönetimler”konulu seminer
“Belediye Kanunu ve Norm Kadro Çalışmaları” konulu konferans…
“21.Yüzyıla Girerken Belediyelerimiz(Sorunlar-Çözümler)” konulu konferans
“Belediye Gelirleri Kanunu” konulu konferans


Bunlar Konrad Adenauer Vakfı’nın Belediyecilik ve Mahalli İdareler ile ilgili yaptığı onlarca etkinlikten sadece birkaçı.


Peki Konrad Adenauer Vakfı niye bu konuyla bu kadar uğraşıyor?



Belediyecilik ve Mahalli İdareler ile bu denli ilgilenmelerinin sebebi “yönetim yetkisini merkezden uzaklaştırmak”.Bunu yaparkende belediyelere otonomi kazandırmaya çalışıyorlar.Bunun sebebini kendilerine sorarsak yanıt değişmez: “Belediyelere yardım etmek, demokrasiyi güçlendirmek demektir” .(6)





Yani, daha da açık konuşmak gerekirse; hedef , “ Türkiye’de merkezi devletin egemenliğini gevşetmek, iç dayanışmanın önünü tıkamak, halkı birbiri içinde eriyerek, kopmaz bir bütün oluşturma sürecini şaşırtmak”.(7)

Yerel Yönetimler konusunu kapatmadan bir hususa daha değinmek istiyorum.

Konrad Adenauer Vakfı’nın 22 Şubat 2006 tarihinde Ankara’da Türk Belediyeler Birliği işbirliği ile düzenlediği “Avrupa Birliği ve Yerel Yönetimler” konulu seminerin açılış konuşmacılarından biri İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ydu.

1993’te “Federasyon tartışılabilir” diyen Turgut Özal’ın İçişleri Bakanlığı’nı da yapmış olan Aksu ,Kasım 2002’de tekrar İçişleri bakanı olduktan sonra bakın neler söylüyordu:

“Olursa her ilde bir yönetici olacak,O da seçimle gelecek.Şu andaki gibi atanmış Vali ve seçimle gelmiş Belediye Başkanı birlikte olmayacak.Bu konuda partide AR-GE bölümü çalışıyor.(…) En iddialı projelerimizden biri de, her il ve ilçede bir nevi “yerel parlamento” olarak adlandırılabilecek çalışma sistemi kurmak”.(8)

Bu açıklamalar, Türkiye Cumhuriyeti’nin -bir devlet olarak- doğduktan sonra, tarihsel kimliğine ve bütünlüğüne uygun olarak oluşturulan idari yapılanmanın değiştirilmesinin ilanından başka bir şey değildir.(9)

Türkiye’yi parçalama operasyona pek çok katkısı olmuş Sayın(!) İçişleri Bakanı’nın böyle bir seminere katılması pek de şaşırtıcı değil.

Türkiye’yi zayıflatma ve bölme operasyonu kapsamında, operasyonun başarıyla sonuçlanması için Türkiye’de bazı kurumların yıpratılması, bazı konularla gündemin sürekli işgal edilmesi ve insanların kafalarının karıştırılması gerekir.

Merkezi yönetimin zayıflatılması konusunda “Yerel Yönetimler ve Azınlık Hakları” gibi konularda yapılan çalışmaların yanında Türkiye Cumhuriyeti’nin 1980’e kadarki resmi ideolojisi olan Kemalizm(1980’den sonra resmi ideoloji Türk-İslam sentezine dönüştürüldü) ve onun ayakta kalan ilkelerinden Laiklik ve Kemalist Milliyetçilik yok edilmeye çalışılıyor. Kemalizm’in ve Aydınlanma 1923 devriminin kazanımlarının savunucularından Türk Silahlı Kuvvetleri ’de bu operasyondan payına düşeni alıyor.

Operasyonun Sivil Toplum Örgütleri ile yürütülen bölümünü incelediğimizde, Konrad Adenauer Vakfı’nın yukarıda bahsettiğim konularda hiç de boş durmadığını görüyoruz. Konrad Adenauer Vakfı’nın düzenlediği konferans ve söyleşilerde konuşmacı olarak katılan önemli(!) şahsiyetler Laiklik,Kemalist Milliyetçilik ve TSK ile ilgili söylediklerinden bazılarını paylaşmak istiyorum.

Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye temsilcilerinden, Alman Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı(BfV) ‘nin gözde hukukçusu Dr.Christian Rumpf, “Türkiye’de Anayasa Reformu,İlkeler-Sonuçlar” konulu kongrede bakın neler söylüyor:

“Kemalist prensiplerin ideolojiden koparılması talep edilmelidir.Burada kesinlikle Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün liyakatlarını temelden sorgulamak söz konusu olmamakla beraber, kendisi ve o zamanki partisinin temel düşüncelerini bugünkü Avrupa’nın entegrasyon gelişmeleriyle bağdaştırmak zorunludur.(…)Özellikle Kemalist Milliyetçiliğin çağın gereksinimlerine aykırı olan yorumu, AB’ye entegrasyonun beraberinde getirdiği(,)milliyetçi strüktürlerin bir kısmının tasfiyesine çelişki arz etmektedir”.(10)







Yani şunu diyor Rumpf, “AB ile bütünleşmenin yolu Kemalist Milliyetçiliğin tasfiyesinden geçer.Anayasa da işte bu nedenle değiştirilmelidir”.

Aynı toplantıda Rumpf, Laiklikle ilgili yorum yapmaktan kendini alamıyor ve şunları söylüyor:

“Bir laikleştirme tartışması Türkiye’de 150 yıldan fazla bir zamandır yapılmaktadır.Atatürk ile birlikte bu laiklik tartışması dönüştürülmüştür ve burada sadece din ve devleti ayırmaktan fazlası söz konusudur”.(11)



Diyor ve devam ediyor:

“Daha 1982 Anayasası’nda ve sonra Özal hükümeti sırasında İslami Hareket’e imtiyazlar tanıma yönünde yumuşamalar görüldüğü dikkate alınırsa, Kemalist Laiklik prensibi de bir Avrupa Laikliği anlamındaki rasyonel açılıma engel oluşturmamalıdır”.(12)

Dr.Rumpf daha sonra, “Azınlık Hakları” konusunda konuşmacılardan Zafer Gören’ e tercümanlık yaparken de açık sözlü davranmıyor:

“Gören,Kophenag kriterlerinin azınlık haklarının değil azınlıkların korunmasının garantisini istediği hususuyla önemli bir konuya değinmiştir.(…)Türk Anayasa Teorisi açısından da azınlıkların korunması, azınlık statüsüne bağlanan hakların sağlanması sorunudur.Bu doktrine göre(,) Kürtçenin anadil olarak öğrenilip öğretilmesi gerektiği hususu ya siyesi takdire ya da eşitlik prensibinin yorumuna bağlıdır…”(13)

Konrad Adenauer Vakfı Türkiye danışmanlarından Udo Steinbach, 15 Eylül 1998’de Katolik Kilisesi Örgütü’nün “Die Bedeutung des Islams für Europa” başlıklı konferansında şunları söylüyor:

“Türkiye yapaydır. Gerçekte var olan Türkiye, tarihte önemli yere sahip bir adamın dikte ettirmesiyle yaratılmış yapay bir oluşumdur. Bunu yapanın adı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bu adam tek başına bir devlet yaratmıştır.Ve bugünkü Türkiye’nin sorunu işte budur.(…) Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin iki unsuru, Laiklik ve Türk Ulusçuluğu, gerçekle bağdaşmamaktadır.(…)Türk Milliyetçiliği Ermenileri kovdu,öldürdü,katletti.Fakat birçok halk grubu ve kültürler (Anadolu’da) kaldı.Örneğin,Kürtler nasıl hala yok edilemediler?..”(14)

Konrad Adenauer Vakfı’nın sürekli işbirliğinde bulunduğu Türk Demokrasi Vakfı’nın kurucusu Ergun Özbudun, derlediği belgede Steinbach’ın savına şu derin açıklamayla katılmakta:

“Olan şey, Mustafa Kemal’in var olmayan farazi bir varlığı, Türk milletini ayağa kaldırarak ona hayat vermesiydi.O’nun girişmiş olduğu projenin gerçek boyutlarını bize veren ve düşüncesinin ütopyacı niteliğini ortaya çıkaran, olmayan bir şeyi var etmeye çalışması ve bu yoldaki kabiliyetidir”.(15)

Elbette ki Türk Silahlı kuvvetleri de Konrad Adenauer Vakfı yöneticilerinin sözlerinden payını almıştır.Dr.Christian Rumpf Türk Silahlı kuvvetleri ile ilgili şunları söylemiştir:

“…Böylece egemen bir ordunun Avrupa’nın özgürlükçü, demokratik temel düzeniyle bağdaşmayacağı şuphesizdir.Oturumlarda gözüken yaklaşımla doğal olarak Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısının düzenlenmesi istenmiş, SİVİL’lerin etkili egemenliği talep edilmiştir”.

Yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerek Milli Güvenlik Kurulu üzerinde gerekse genel etkinliğinin azaltılmasını talep ediyor Dr.Rumpf.

Türkiye üzerinde büyük bir operasyon sürdürülüyor.Sivil toplum örgütleri bu operasyonun sadece bir parçası. Konrad Adenauer Vakfı ise bu operasyonda sadece bir taşeron.Öncelikle bu operasyonun esas hamilerini bulmalıyız.Bu operasyonların Türkiye’deki uzantılarını tasfiye ederek işe başlamalı ve bu oyunu bozmalıyız.


Aksi takdirde…









Kaynaklar:


Dr.Necip Hablemitoğlu, Şeriatçı Terör’ün ve Batı’nın Kıskacındaki ülke Türkiye, Toplumsal Dönüşüm Yay., 2003, s:233
Dr.Necip Hablemitoğlu, a.g.e. , s:234
Dr.Necip Hablemitoğlu, a.g.e. , s:165
Dr.Necip Hablemitoğlu, Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası, Otopsi Yay., 2001, s:20
Tamer Bacınoğlu, Türkiye’de Alman Vakıflarının Marifetleri, Cumhuriyet, 6 Temmuz 1999
Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında, Toplumsal Dönüşüm Yay., 2005, s:53
Mustafa Yıldırım, a.g.e. , s:54
Mustafa Yıldırım, a.g.e. , s:106-107
Mustafa Yıldırım, a.g.e. , s:107
(10) Mustafa Yıldırım, a.g.e. , s:165-166
(11) Mustafa Yıldırım, a.g.e. , s:166
(12) Mustafa Yıldırım, a.g.e. , s:167
(13) Mustafa Yıldırım, a.g.e. , s:167
(14) Tamer Bacınoğlu, Türkiye’de Alman Vakıflarının Marifetleri, Cumhuriyet, 6 Temmuz 1999
(15) Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, s:65
(16) Türkiye’de Anayasa Reformu, Prensipler ve Sonuçlar, Konrad Adenauer Vakfı Yay., 2001, s:129



(* Trakya Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği Öğrencisi )
 

HTML

Üst