Vtnsvr
New member
Kemalistlerin laiklik konusundaki sarsılmaz kararlı duruşu sağdan "sola" pek çok çevreyi rahatsız etmiştir. 1950'den bu yana oluşturulan ve kemalizmle bağdaşmadığı gibi bugün kemalizmin en büyük düşmanı olarak karşımıza çıkan düzen, bugüne kadar laikliğin içini boşalttı. Biz bu düzenin ve bu düzenin tamamlayıcısı işlevini gören sahte laikliğin karşısında, Atatürk'ün laikliğinin tarafındayız. Bugün biz herhangi birşeye, herhangi bir inanç biçimine ve özel bir dine düşmanlık iddiasıyla değil, laikliği doğru tanımlamak, benimsemek ve toplumca da benimsenmesini sağlamak iddiasıyla ortaya çıkıyoruz. Bizim düşmanlığımız kemalizmin düşmanlığına kaynaklık eden siyaset ve anlayışadır.
Mevcut karşı devrim düzeni, laikliği dinin himayesine mahkum ederek dini kuralların çerçevesinde sığ bir laiklik anlayışı inşa etti. Özellike 12 Eylül, Özal ve Tayyip bu anlayışın gelişimine ivme kazandırdı. Sözde laik olan devletin okullarından mezun olanlar "evrim teorisi çürütülmüştür, geçerli teori yaratılış teorisidir" gibi bilimsel olmayan yaklaşımları bilimsel (ve aynı zamanda ilahi) kanun olarak kabul etti. Bilim, dinin doğrulayıcısı olarak algılandı. Yine sözde laik olan devlettte İslam dininin muhafazakar ve mukadesatçı genel kabul görmüş sünni yorumu ilköğretim okullarında zorunlu olarak öğrencilere okutuldu ve diğer İslami yorumlar, diğer din, mezhep ve inançlar devletin okullarında aşağılandı. Bazen bu derslerde, kuran kurslarında, kimi tarikat yapılanmalarında dini hurafeler hakikatmiş gibi gencecik beyinlerin karartılmasında kullanıldı. Din, Atatürk düşmanlığının silahı olarak ortaya çıktı. Elbette bu karanlığın başındakiler, dinin gerekçesi olarak sunulan "insanları bu dünya ve var olduğu sanılan ahirette mutlu etmek" amacını gütmüyorlardı.
Din-tarikat eksenli oluşumların başındakiler çoğu zaman dini kendi şahsi çıkarları için kullandılar. Siyasetin ve ticaretin din ile kutsanması, din ile oluşturulması, haksızca kazanılan paranın ve akıtılan kanların dinin kutsallığıyla yıkanması oligarkların kendi iktidarlarını kurmak ve sürdürmek için vazgeçemeyeceği bir yoldur.
Düzen kendisine göre yonttuğu gerici din anlayışını mali olarak da destekledi ve bu din anlayışının içerisinde olmayanlar psikolojik ve sosyal olarak dışlandı. Korkunç bir din faşizmi ortaya fiili olarak, bazen de yasa ve yönetmelik uygulamarıyla ortaya çıktı. İşte bu din faşizmidir ki faşizmin en tehlikelisidir. Öyle ki İstiklal Savaşımıza karşı düşmanla bir olan Hilafet Ordusundan, kürtçü ve şeriatçı Şeyh Said isyanından, Nakşibendi tarikatının ingiliz destekli olarak çıkardığı Menemen isyanından, Çorum, Malatya, Maraş katliamlarından, Sivas Katliamına kadar bunun acı sonuçlarını hep birlikte ülkemizin yakın tarihinde yaşadık. Din ile oynayanlar ve topluma gerici bir anlayışı empoze edenler, dinci militanlarını yarattılar ve kendilerini Allah adına ceza vermekle mükellef görenler oruç tutmadığı gerekçesiyle insanları öldürebilme yabaniliğini bile "Allah yolunda hizmet" olarak algılayabildiler. Bunlar da dinciliğin toplumdaki sonuçlarını ortaya çıkardı. Türkiye'nin düşmanları bu dinciliği her zaman destekledi. En son da ABD BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında "ılımlı İslam" modelini esas tuttu, bugün de görüyoruz ki PKK da tıpkı AKEPE gibi dini kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadır. Çünkü şuanki din anlayışının temelindeki ümmetçi ve gerici yapı buna olanak sağlamaktadır.
Ülkemizde tarikatlar tıpkı birer holding gibi örgütlenip büyüdüler ve bir taraftan kendi güçlerinin teminatını oluşturan dogmalarla uyuşturulmuş (müridlerini) militanlarını yarattılar. Ticaretin ve siyasetin her sahasında egemen olmak için her yolu mübah gördüler. Her türlü hukuksuzluğu "Allah rızası için" yaptıklarını söyleyerek birliklerini ve mevcudiyetlerini korudular. Din tüccarlarının pençesine düşmüş olan zavallılar bu oyunu görseler bile artık bu oyundan beslenir hale geldikleri için o oyunun oyuncularından olmayı sürdürdüler, kimi meczuplar ise neye hizmet ettiğini bilmeksizin gerçekten İslam'a hizmet ettiğine inanarak gericiliğin ve kanunsuzluğun bayraktarı oldu. En son Kanlı Danıştay Baskınında da türban ve şeriat için hükümetin ve düzenin politikalarından cesaret alan meczuplar ortaya çıktı ve danıştay nezdinde laik Cumhuriyete kurşun yağdırdı. Bunlar ne ilktir, ne sondur çünkü bunları besleyen ve yaratan düzenin kendisidir.
"Mustafa Kemal Atatürk yaşasaydı bizden olurdu" takiyyesini yapmakta olan ve Mustafa Kemal Atatürk devriminin yıkıcılığını sürdüren zevat adeta Mustafa Kemal Atatürk'ü kendileri gibi dinci ilan etmekteler. Kabul edelim ki laik ve Atatürkçü geçinen bazıları popülistlik yapmak adına onların bu takıyyesine yardımcı oldular. "Atatürk büyük bir dindardı" zırvalığında hem Cumhuriyet Yıkıcıları hem de bazı sözde Cumhuriyet Yandaşları bir araya geldiler. İşte bize göre esas vahim olan budur. Yani laik, aydın, ilerici, Atatürkçü geçinenlerin dini söylemlerle ortaya çıkmasıdır vahim olan. Esas tehlike budur. Din oyununun sürdürülmesi ve hatta meşru bir zeminde yükseltilerek sürdürülmesi malesef bu düşüncesiz sözde "laikler" yüzünden olmuştur. Kemalistlere yönelen saldırılarda da dikkat ettiğimiz zaman tescilli gericilerle, menderes "laikliği" yapanlar bir aradadır. Menderes de Atatürk'ün ilkelerini "halkça kabul görenler, görmeyenler" diye ayırdım yapmış, ilk icraat olarak da Atatürk'ün Tükçe okutturduğu ezanı tekrar Arapça okutmaya başlayarak gerçekleştirmiştir. Menderes'e göre Atatürk'ün laikliği halka inmemiş (inmesini de istemezdi ya), işte o nedenle laikliği "yeniden tanımladı" tıpkı bugün ardıllarının "laikliği yeniden tanımlaması" gibi. Bu olanlar karşısında içimizdeki ahmaklar Atatürk Laikliğinin akıl ve bilimden yana olduğu ve materyalist bir yönü olduğu için halka inemeyeceğini düşünmektedirler. Türk Halkının zekasını kendi zekalarıyla sınırlı gören bu gafiller; kendileri laikliği doğru dürüst anlayamadığı için halkın da anlamayacağını sanmaktadırlar. Halbuki halkın önünde laikliği anlamasına bir engel varsa o da kendileri ve kendilerinin savunduğu düzendir. Laikliği kendilerine ve düzene göre yontmasınlar yeter. Türklerin Müslüman oluşu ve şuanki gerici İslam anlayışına itilmesi bile doğal yollardan olmamıştır. Halkımız esas olarak yobazlığı, din tüccarlığını, din adına yapılan kanunsuzlukları ve ahlaksızlıkları, din kisvesiyle gerçekleştirilen bölücülüğü ve amerikancılığı asla hoş görmemektedir. Ancak halkımıza laiklik doğru düzgün anlatılmadığı için, laik geçinen bazıları AKEPE'yi meşrulaştırırcasına sözümona laiklik yaptıkları için doğru bir karara odaklanamamaktadır halkımız.
Laikliği İslamın veya harhangi başka bir dinin parçası olarak görenlere sormak istiyoruz: Eğer ki laiklik dinle bağdaşıyorsa diyelim ki İslam'la birebir uyuşuyorsa o zaman Şeriata karşı çıkmanın ne manası var? Hep birlikte İslamın iktidarını kuralım, böylelikle laiklik iktidar olmuş olsun eğer böyleyse durum. Madem size göre şuanki çoğunlukta yerleşmiş olan İslami anlayışın laiklikle bir sorunu yoksa neden şuanki İslami anlayışın iktidara gelmesinde büyük oy desteği sunduğu partiye karşısınız? Artık görelim ki emperyalistlerin ülkemizdeki en büyük müttefiki bu gerici İslami anlayış olmuştur. Biz "İslam" adı altında Atatürk İlkerine karşı bazen elinde silah, bazen kanun, bazen sosyolojik baskı, bazen sermaye olarak çıkan dogmalara, yobazlığa, taassuba elbette karşı olacağız ve olmayı sürdüreceğiz. Ne zaman ki İslam, kişioğlu ile inandığı Tanrı arasında kalır, ne zaman siyasetten, ticaretten ve toplumdan dincilik geri çekilir o zaman bizim herhangi bir dine, mezhebe veya inanca müdahale etmemize veya karşısına çıkmamıza lüzum kalmaz. Biz İslamı çağdaş şekilde yorumlayan, bu dinin emirlerini kendi içerisinde yerine getiren ve dinin ahlaki güzel yönlerini kendi kişiliğiyle bütünleştiren ve dinden herhangi bir siyasi menfaat beklentisi olmayan dindarlara kesinlikle düşman değiliz. Aksine toplumun bilinçlenmesinde ve aydınlanmasında böylesine saf, temiz mütedeyyin insanların tarihi bir rol üstleneceğini düşünüyoruz. Aslında bizim halkımızı oluşturan fertler de seçeceği dini en sade, en saf, en güzel, en ilerici şekliyle yaşamak istemektedir ancak çıkar çevreleri sürekli, bazen şiddetle, bazen eğitimle, bazen ekonomik yaptırımlarla halkımızı bağnaz ve yobazca bir din anlayışına yönlendirmektedir.
Sonuç olarak biz, akıl ve bilimin rehberliğinde Atatürk'ün ideolojisi olan kemalizmi; Türk Milletinin selameti, Cumhuriyetin yaşatılması ve insanlığın kurtuluşu için iktidara getirmek isteyen kemalist devrimciler olarak; yalnızca hakkın, hukukun, insanlığın, milletimizin, Cumhuriyetimize düşman olan kişi ve anlayışların düşmanıyız. Eğer ki günün birinde Atatürkçülük, Atatürk düşmanlığının idesi haline gelirse o zaman Atatürkçülüğe de karşı oluruz. Bizim savunduğumuz görüşlerin herhangi bir dini kayırmak gibi bir amacı olmayacağı gibi herhangi bir dini maksatlı olarak aşağılamak gibi bir amacı da yoktur. İslamın kişisel olarak kalması taraftarıyız. Kişilerin de gündelik hayatlarındaki siyasal ve toplumsal ve bilimsel yaklaşımlarında belirleyici unsurun inandıkları din değil, metafizik öğeler değil akıl ve bilim olması gerektiğini düşünüyoruz. Bizi sarsılmaz laikliğimiz üzerinden eleştirmeye kalkan zavallılara acıyoruz, popülistlik uğruna Atatürk'ün laiklik ilkesini ve akıl-bilim mirasını çiğneyen sahtekarlar "Atatürk'ün İslam yanlısı olduğu" gibi Atatürk'ü dini bir değer üzerinden kabul ettirmeye çalışarak Atatürk'e ve aynı zamanda İslam'a en büyük kötülüğü yaptıklarını düşünüyoruz. Ne İslam'ın Atatürk'e, ne Atatürk'ün İslama ihtiyacı vardır; bu iki farklı değeri kendi içlerinde toplumsal ve ideolojik karşılıklarıyla beraber düşünüp değerlendirmek gerekir. Böyle yaptığımız zaman Atatürk'ün İlkelerinden daha yüce kanunların olmadığını herkes açık bir şekilde görecektir.
Bir Kemalist
Mevcut karşı devrim düzeni, laikliği dinin himayesine mahkum ederek dini kuralların çerçevesinde sığ bir laiklik anlayışı inşa etti. Özellike 12 Eylül, Özal ve Tayyip bu anlayışın gelişimine ivme kazandırdı. Sözde laik olan devletin okullarından mezun olanlar "evrim teorisi çürütülmüştür, geçerli teori yaratılış teorisidir" gibi bilimsel olmayan yaklaşımları bilimsel (ve aynı zamanda ilahi) kanun olarak kabul etti. Bilim, dinin doğrulayıcısı olarak algılandı. Yine sözde laik olan devlettte İslam dininin muhafazakar ve mukadesatçı genel kabul görmüş sünni yorumu ilköğretim okullarında zorunlu olarak öğrencilere okutuldu ve diğer İslami yorumlar, diğer din, mezhep ve inançlar devletin okullarında aşağılandı. Bazen bu derslerde, kuran kurslarında, kimi tarikat yapılanmalarında dini hurafeler hakikatmiş gibi gencecik beyinlerin karartılmasında kullanıldı. Din, Atatürk düşmanlığının silahı olarak ortaya çıktı. Elbette bu karanlığın başındakiler, dinin gerekçesi olarak sunulan "insanları bu dünya ve var olduğu sanılan ahirette mutlu etmek" amacını gütmüyorlardı.
Din-tarikat eksenli oluşumların başındakiler çoğu zaman dini kendi şahsi çıkarları için kullandılar. Siyasetin ve ticaretin din ile kutsanması, din ile oluşturulması, haksızca kazanılan paranın ve akıtılan kanların dinin kutsallığıyla yıkanması oligarkların kendi iktidarlarını kurmak ve sürdürmek için vazgeçemeyeceği bir yoldur.
Düzen kendisine göre yonttuğu gerici din anlayışını mali olarak da destekledi ve bu din anlayışının içerisinde olmayanlar psikolojik ve sosyal olarak dışlandı. Korkunç bir din faşizmi ortaya fiili olarak, bazen de yasa ve yönetmelik uygulamarıyla ortaya çıktı. İşte bu din faşizmidir ki faşizmin en tehlikelisidir. Öyle ki İstiklal Savaşımıza karşı düşmanla bir olan Hilafet Ordusundan, kürtçü ve şeriatçı Şeyh Said isyanından, Nakşibendi tarikatının ingiliz destekli olarak çıkardığı Menemen isyanından, Çorum, Malatya, Maraş katliamlarından, Sivas Katliamına kadar bunun acı sonuçlarını hep birlikte ülkemizin yakın tarihinde yaşadık. Din ile oynayanlar ve topluma gerici bir anlayışı empoze edenler, dinci militanlarını yarattılar ve kendilerini Allah adına ceza vermekle mükellef görenler oruç tutmadığı gerekçesiyle insanları öldürebilme yabaniliğini bile "Allah yolunda hizmet" olarak algılayabildiler. Bunlar da dinciliğin toplumdaki sonuçlarını ortaya çıkardı. Türkiye'nin düşmanları bu dinciliği her zaman destekledi. En son da ABD BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında "ılımlı İslam" modelini esas tuttu, bugün de görüyoruz ki PKK da tıpkı AKEPE gibi dini kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadır. Çünkü şuanki din anlayışının temelindeki ümmetçi ve gerici yapı buna olanak sağlamaktadır.
Ülkemizde tarikatlar tıpkı birer holding gibi örgütlenip büyüdüler ve bir taraftan kendi güçlerinin teminatını oluşturan dogmalarla uyuşturulmuş (müridlerini) militanlarını yarattılar. Ticaretin ve siyasetin her sahasında egemen olmak için her yolu mübah gördüler. Her türlü hukuksuzluğu "Allah rızası için" yaptıklarını söyleyerek birliklerini ve mevcudiyetlerini korudular. Din tüccarlarının pençesine düşmüş olan zavallılar bu oyunu görseler bile artık bu oyundan beslenir hale geldikleri için o oyunun oyuncularından olmayı sürdürdüler, kimi meczuplar ise neye hizmet ettiğini bilmeksizin gerçekten İslam'a hizmet ettiğine inanarak gericiliğin ve kanunsuzluğun bayraktarı oldu. En son Kanlı Danıştay Baskınında da türban ve şeriat için hükümetin ve düzenin politikalarından cesaret alan meczuplar ortaya çıktı ve danıştay nezdinde laik Cumhuriyete kurşun yağdırdı. Bunlar ne ilktir, ne sondur çünkü bunları besleyen ve yaratan düzenin kendisidir.
"Mustafa Kemal Atatürk yaşasaydı bizden olurdu" takiyyesini yapmakta olan ve Mustafa Kemal Atatürk devriminin yıkıcılığını sürdüren zevat adeta Mustafa Kemal Atatürk'ü kendileri gibi dinci ilan etmekteler. Kabul edelim ki laik ve Atatürkçü geçinen bazıları popülistlik yapmak adına onların bu takıyyesine yardımcı oldular. "Atatürk büyük bir dindardı" zırvalığında hem Cumhuriyet Yıkıcıları hem de bazı sözde Cumhuriyet Yandaşları bir araya geldiler. İşte bize göre esas vahim olan budur. Yani laik, aydın, ilerici, Atatürkçü geçinenlerin dini söylemlerle ortaya çıkmasıdır vahim olan. Esas tehlike budur. Din oyununun sürdürülmesi ve hatta meşru bir zeminde yükseltilerek sürdürülmesi malesef bu düşüncesiz sözde "laikler" yüzünden olmuştur. Kemalistlere yönelen saldırılarda da dikkat ettiğimiz zaman tescilli gericilerle, menderes "laikliği" yapanlar bir aradadır. Menderes de Atatürk'ün ilkelerini "halkça kabul görenler, görmeyenler" diye ayırdım yapmış, ilk icraat olarak da Atatürk'ün Tükçe okutturduğu ezanı tekrar Arapça okutmaya başlayarak gerçekleştirmiştir. Menderes'e göre Atatürk'ün laikliği halka inmemiş (inmesini de istemezdi ya), işte o nedenle laikliği "yeniden tanımladı" tıpkı bugün ardıllarının "laikliği yeniden tanımlaması" gibi. Bu olanlar karşısında içimizdeki ahmaklar Atatürk Laikliğinin akıl ve bilimden yana olduğu ve materyalist bir yönü olduğu için halka inemeyeceğini düşünmektedirler. Türk Halkının zekasını kendi zekalarıyla sınırlı gören bu gafiller; kendileri laikliği doğru dürüst anlayamadığı için halkın da anlamayacağını sanmaktadırlar. Halbuki halkın önünde laikliği anlamasına bir engel varsa o da kendileri ve kendilerinin savunduğu düzendir. Laikliği kendilerine ve düzene göre yontmasınlar yeter. Türklerin Müslüman oluşu ve şuanki gerici İslam anlayışına itilmesi bile doğal yollardan olmamıştır. Halkımız esas olarak yobazlığı, din tüccarlığını, din adına yapılan kanunsuzlukları ve ahlaksızlıkları, din kisvesiyle gerçekleştirilen bölücülüğü ve amerikancılığı asla hoş görmemektedir. Ancak halkımıza laiklik doğru düzgün anlatılmadığı için, laik geçinen bazıları AKEPE'yi meşrulaştırırcasına sözümona laiklik yaptıkları için doğru bir karara odaklanamamaktadır halkımız.
Laikliği İslamın veya harhangi başka bir dinin parçası olarak görenlere sormak istiyoruz: Eğer ki laiklik dinle bağdaşıyorsa diyelim ki İslam'la birebir uyuşuyorsa o zaman Şeriata karşı çıkmanın ne manası var? Hep birlikte İslamın iktidarını kuralım, böylelikle laiklik iktidar olmuş olsun eğer böyleyse durum. Madem size göre şuanki çoğunlukta yerleşmiş olan İslami anlayışın laiklikle bir sorunu yoksa neden şuanki İslami anlayışın iktidara gelmesinde büyük oy desteği sunduğu partiye karşısınız? Artık görelim ki emperyalistlerin ülkemizdeki en büyük müttefiki bu gerici İslami anlayış olmuştur. Biz "İslam" adı altında Atatürk İlkerine karşı bazen elinde silah, bazen kanun, bazen sosyolojik baskı, bazen sermaye olarak çıkan dogmalara, yobazlığa, taassuba elbette karşı olacağız ve olmayı sürdüreceğiz. Ne zaman ki İslam, kişioğlu ile inandığı Tanrı arasında kalır, ne zaman siyasetten, ticaretten ve toplumdan dincilik geri çekilir o zaman bizim herhangi bir dine, mezhebe veya inanca müdahale etmemize veya karşısına çıkmamıza lüzum kalmaz. Biz İslamı çağdaş şekilde yorumlayan, bu dinin emirlerini kendi içerisinde yerine getiren ve dinin ahlaki güzel yönlerini kendi kişiliğiyle bütünleştiren ve dinden herhangi bir siyasi menfaat beklentisi olmayan dindarlara kesinlikle düşman değiliz. Aksine toplumun bilinçlenmesinde ve aydınlanmasında böylesine saf, temiz mütedeyyin insanların tarihi bir rol üstleneceğini düşünüyoruz. Aslında bizim halkımızı oluşturan fertler de seçeceği dini en sade, en saf, en güzel, en ilerici şekliyle yaşamak istemektedir ancak çıkar çevreleri sürekli, bazen şiddetle, bazen eğitimle, bazen ekonomik yaptırımlarla halkımızı bağnaz ve yobazca bir din anlayışına yönlendirmektedir.
Sonuç olarak biz, akıl ve bilimin rehberliğinde Atatürk'ün ideolojisi olan kemalizmi; Türk Milletinin selameti, Cumhuriyetin yaşatılması ve insanlığın kurtuluşu için iktidara getirmek isteyen kemalist devrimciler olarak; yalnızca hakkın, hukukun, insanlığın, milletimizin, Cumhuriyetimize düşman olan kişi ve anlayışların düşmanıyız. Eğer ki günün birinde Atatürkçülük, Atatürk düşmanlığının idesi haline gelirse o zaman Atatürkçülüğe de karşı oluruz. Bizim savunduğumuz görüşlerin herhangi bir dini kayırmak gibi bir amacı olmayacağı gibi herhangi bir dini maksatlı olarak aşağılamak gibi bir amacı da yoktur. İslamın kişisel olarak kalması taraftarıyız. Kişilerin de gündelik hayatlarındaki siyasal ve toplumsal ve bilimsel yaklaşımlarında belirleyici unsurun inandıkları din değil, metafizik öğeler değil akıl ve bilim olması gerektiğini düşünüyoruz. Bizi sarsılmaz laikliğimiz üzerinden eleştirmeye kalkan zavallılara acıyoruz, popülistlik uğruna Atatürk'ün laiklik ilkesini ve akıl-bilim mirasını çiğneyen sahtekarlar "Atatürk'ün İslam yanlısı olduğu" gibi Atatürk'ü dini bir değer üzerinden kabul ettirmeye çalışarak Atatürk'e ve aynı zamanda İslam'a en büyük kötülüğü yaptıklarını düşünüyoruz. Ne İslam'ın Atatürk'e, ne Atatürk'ün İslama ihtiyacı vardır; bu iki farklı değeri kendi içlerinde toplumsal ve ideolojik karşılıklarıyla beraber düşünüp değerlendirmek gerekir. Böyle yaptığımız zaman Atatürk'ün İlkelerinden daha yüce kanunların olmadığını herkes açık bir şekilde görecektir.
Bir Kemalist