Vtnsvr
New member
Milli devletleri ortadan kaldırarak, yeryüzünde kendi güdümleri altında "sömürüye" açık "yeni bir dünya düzeni" inşa etmeye çalışan küresel güçler, direniş güçlerini "teslimiyete" zorlamak için baskılarını artırdı.
İsrafil K.KUMBASAR
Milli devletleri ortadan kaldırarak, yeryüzünde kendi güdümleri altında "sömürüye" açık "yeni bir dünya düzeni" inşa etmeye çalışan küresel güçler, direniş güçlerini "teslimiyete" zorlamak için baskılarını artırdı.
Türkiye"de son günlerde yaşanan hadiseler de "küresel" emperyalistler ile "milli" direnişçiler arasında kıyasıya devam eden savaşın, "yerel" uzantısından başka bir şey değildir.
ABD Başkan Yardımcısı Yahudi kökenli Dick Cheney tarafından "ulusal güvenlik" danışmanlığına getirilen ABD eski Ankara Büyükelçisi Erick Edelman döneminde başlatılan sindirme harekatı, "kavramlar" üzerinden nitelik değiştirerek yeni bir boyut kazandı.
"İngiliz vatandaşlığından" AKP iktidarının "Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığına" terfi eden Mehmet Şimşek, 18 Mart 2008 tarihinde New York"ta düzenenlenen Dış Ekonomik İlişkiler Konferansı"nda yaptığı açıklamada aynen şu ifadeleri kullanıyordu:
- “Çok küçük, ama marjinal ve sesi yüksek gruplar aslında AKP"ye değil, küreselleşmeye karşılar. Biz korumacılıktan yana değil, küreselcilikten yanayız. Biz, açık toplum politikamız gereği, dünya ile entegre olduk.
Evet, ortada bir savaş var. Küreselleşmeyi anlayanlar ve buna hazırlananlar ile milliyetçiler arasında. Yani dar anlamda küreselciler ile milliyetçiler kavgası.
Ve sanıyorum bu savaş, mücadele sürecek.”
***
Aradan çok fazla geçmedi, İçişleri Bakanı Beşir Atalay"a, görevi devraldığı dönemde Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından "brifing" mahiyetinde bir rapor sunulduğu ortaya çıktı.
İşbirlikçi iktidarın, "ABD/AB/İsrail" üçgeninde sürdürdüğü teslimiyetçi politikalarına karşı bir tepki hareketi olarak ortaya çıkan "ulusalcılık" akımını, "aşırı sağ faaliyetler" kapsamında değerlendiren raporda özetle şöyle denildi:
- “Ulusalcı kesimler, devlet egemenliğinin AB sürecindeki yasal değişiklikler ile zedelendiği varsayımını temel almaktadır.
Bu söylem etrafında geçmişte sol, sağ ve dinsel arka plana sahip gruplar, söylem, propaganda ve eylem birliğine dayalı bir manevra alanı oluşturmakta, bu kapsamda 50"den fazla dernek ve vakıf, 100"den fazla internet sitesi ve medya organı faaliyet göstermektedir.
Geniş kitleleri etkileme ve yönlendirme arayışındaki ulusalcı blok tarafından kullanılan söylem ve bir takım aşırı yaklaşımların amacını aşan propaganda amaçlı bazı gelişmeleri tetiklediği görülmüştür.”
Ulusalcılık akımını, Terörle Mücadele ve Harekat Dairesi Başkanlığı"nın faaliyetleri kapsamında ele alan raporun, 28 Şubat süreci öncesinde Milli Güvenlik Kurulu"na sunulan, aşırı milliyetçi akımları içeren bir rapor ile benzer özellikler taşıması oldukça dikkat çekici.
Göze çarpan tek fark, kullanılan kavramlar.
***
Bir zamanlar, "devletin içerisine sızan" ihanet çevreleri, "Susurluk"ta ortaya çıkan" esrarengiz fotoğrafı bahane ederek, "bölücülük" ve "irtica" ile birlikte "aşırı milliyetçilik" adı altında Türk milliyetçiliğini/ülkücülüğü de "ulusal tehditler" kapsamına aldırmak istemişlerdi.
Daha sonra, bu girişimden vazgeçildi.
Vazgeçildi, ama ne yazık ki Türk milliyetçileri/ülkücüler de, yaşanan sonraki süreçte varlık nedenleri olan "ideolojik hedeflerinden" vazgeçmiş gibi bir görüntü ortaya koyarak, sanki bir anlamda "diyet" borçlarını ödemiş oldular.
Kendilerini "Türk milliyetçisi/ülkücü" olarak tanımlayanlar, Türk devletinin egemenliğinin devredilmesi, Türk milletinin içeriden hançerlenmesi karşısında üzerlerine düşen görevlerini yapmayınca, onların bıraktığı boşluk geçmişte "milliyetçiliğe" karşı olan ve "sol söylemleri" ile tanınan kesimler tarafından dolduruldu.
Ülkenin geleceğinden "gerçekten" endişe duyan ve kendilerine "ulusalcı" sıfatını yakıştıran bu kesimler, kısa sürede inisiyatifi ellerine geçirip, "ABD/AB/İsrail" eksenli "ihanet politikalarına" karşı Türk milliyetçilerinin yapmaları gereken şeyler "ne" ise, onu yapmaya başladılar.
Bugün geldikleri çizgi, Türk milliyetçilerinin 1970"li yılların başlarında bulundukları çizgi ile hemen hemen paralel nitelikte.
Dikkat çeken tek ayırdedici nokta, İslamiyete karşı biraz "mesafeli" yaklaşımları.
***
Bir zamanlar, "inançlar" üzerinden yakın markaja aldıkları Türk milliyetçilerini/ülkücüleri birer birer devşirip "etkisiz" hale getirmeyi başaranlar, şimdi onların bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışan "ulusal dalgayı" da aşıp, milli direniş hareketine son darbeyi vurmaya hazırlanıyorlar.
Ey Türk milliyetçisi/ülkücü.
"İslamiyete" karşı tarihin en büyük haçlı seferini ilan eden küresel emperyalistler, yerli işbirlikçileri aracılığı ile "ulusalcılığı" bahane edip, "milliyetçiliğin" kafasını koparacaklar.
Hedefteki, "nihai düşman" aslında sensin.
Susma, sustukça sıra sana da gelecek.Yeniçağ
İsrafil K.KUMBASAR
Milli devletleri ortadan kaldırarak, yeryüzünde kendi güdümleri altında "sömürüye" açık "yeni bir dünya düzeni" inşa etmeye çalışan küresel güçler, direniş güçlerini "teslimiyete" zorlamak için baskılarını artırdı.
Türkiye"de son günlerde yaşanan hadiseler de "küresel" emperyalistler ile "milli" direnişçiler arasında kıyasıya devam eden savaşın, "yerel" uzantısından başka bir şey değildir.
ABD Başkan Yardımcısı Yahudi kökenli Dick Cheney tarafından "ulusal güvenlik" danışmanlığına getirilen ABD eski Ankara Büyükelçisi Erick Edelman döneminde başlatılan sindirme harekatı, "kavramlar" üzerinden nitelik değiştirerek yeni bir boyut kazandı.
"İngiliz vatandaşlığından" AKP iktidarının "Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığına" terfi eden Mehmet Şimşek, 18 Mart 2008 tarihinde New York"ta düzenenlenen Dış Ekonomik İlişkiler Konferansı"nda yaptığı açıklamada aynen şu ifadeleri kullanıyordu:
- “Çok küçük, ama marjinal ve sesi yüksek gruplar aslında AKP"ye değil, küreselleşmeye karşılar. Biz korumacılıktan yana değil, küreselcilikten yanayız. Biz, açık toplum politikamız gereği, dünya ile entegre olduk.
Evet, ortada bir savaş var. Küreselleşmeyi anlayanlar ve buna hazırlananlar ile milliyetçiler arasında. Yani dar anlamda küreselciler ile milliyetçiler kavgası.
Ve sanıyorum bu savaş, mücadele sürecek.”
***
Aradan çok fazla geçmedi, İçişleri Bakanı Beşir Atalay"a, görevi devraldığı dönemde Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından "brifing" mahiyetinde bir rapor sunulduğu ortaya çıktı.
İşbirlikçi iktidarın, "ABD/AB/İsrail" üçgeninde sürdürdüğü teslimiyetçi politikalarına karşı bir tepki hareketi olarak ortaya çıkan "ulusalcılık" akımını, "aşırı sağ faaliyetler" kapsamında değerlendiren raporda özetle şöyle denildi:
- “Ulusalcı kesimler, devlet egemenliğinin AB sürecindeki yasal değişiklikler ile zedelendiği varsayımını temel almaktadır.
Bu söylem etrafında geçmişte sol, sağ ve dinsel arka plana sahip gruplar, söylem, propaganda ve eylem birliğine dayalı bir manevra alanı oluşturmakta, bu kapsamda 50"den fazla dernek ve vakıf, 100"den fazla internet sitesi ve medya organı faaliyet göstermektedir.
Geniş kitleleri etkileme ve yönlendirme arayışındaki ulusalcı blok tarafından kullanılan söylem ve bir takım aşırı yaklaşımların amacını aşan propaganda amaçlı bazı gelişmeleri tetiklediği görülmüştür.”
Ulusalcılık akımını, Terörle Mücadele ve Harekat Dairesi Başkanlığı"nın faaliyetleri kapsamında ele alan raporun, 28 Şubat süreci öncesinde Milli Güvenlik Kurulu"na sunulan, aşırı milliyetçi akımları içeren bir rapor ile benzer özellikler taşıması oldukça dikkat çekici.
Göze çarpan tek fark, kullanılan kavramlar.
***
Bir zamanlar, "devletin içerisine sızan" ihanet çevreleri, "Susurluk"ta ortaya çıkan" esrarengiz fotoğrafı bahane ederek, "bölücülük" ve "irtica" ile birlikte "aşırı milliyetçilik" adı altında Türk milliyetçiliğini/ülkücülüğü de "ulusal tehditler" kapsamına aldırmak istemişlerdi.
Daha sonra, bu girişimden vazgeçildi.
Vazgeçildi, ama ne yazık ki Türk milliyetçileri/ülkücüler de, yaşanan sonraki süreçte varlık nedenleri olan "ideolojik hedeflerinden" vazgeçmiş gibi bir görüntü ortaya koyarak, sanki bir anlamda "diyet" borçlarını ödemiş oldular.
Kendilerini "Türk milliyetçisi/ülkücü" olarak tanımlayanlar, Türk devletinin egemenliğinin devredilmesi, Türk milletinin içeriden hançerlenmesi karşısında üzerlerine düşen görevlerini yapmayınca, onların bıraktığı boşluk geçmişte "milliyetçiliğe" karşı olan ve "sol söylemleri" ile tanınan kesimler tarafından dolduruldu.
Ülkenin geleceğinden "gerçekten" endişe duyan ve kendilerine "ulusalcı" sıfatını yakıştıran bu kesimler, kısa sürede inisiyatifi ellerine geçirip, "ABD/AB/İsrail" eksenli "ihanet politikalarına" karşı Türk milliyetçilerinin yapmaları gereken şeyler "ne" ise, onu yapmaya başladılar.
Bugün geldikleri çizgi, Türk milliyetçilerinin 1970"li yılların başlarında bulundukları çizgi ile hemen hemen paralel nitelikte.
Dikkat çeken tek ayırdedici nokta, İslamiyete karşı biraz "mesafeli" yaklaşımları.
***
Bir zamanlar, "inançlar" üzerinden yakın markaja aldıkları Türk milliyetçilerini/ülkücüleri birer birer devşirip "etkisiz" hale getirmeyi başaranlar, şimdi onların bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışan "ulusal dalgayı" da aşıp, milli direniş hareketine son darbeyi vurmaya hazırlanıyorlar.
Ey Türk milliyetçisi/ülkücü.
"İslamiyete" karşı tarihin en büyük haçlı seferini ilan eden küresel emperyalistler, yerli işbirlikçileri aracılığı ile "ulusalcılığı" bahane edip, "milliyetçiliğin" kafasını koparacaklar.
Hedefteki, "nihai düşman" aslında sensin.
Susma, sustukça sıra sana da gelecek.Yeniçağ