Size Yakın tarihten bir hikaye anlatmak istiyorum. Çok kısa özetleyeceğim.
Hitler'in iktidara nasıl geldiğini bir çok kişi bilmez. Kimisi darbe ile kimisi ordu sayesinde iktidara geldi sanır.
Oysa Hitler iktidara bizzat demokratik seçimle gelmiştir. Üstelik tek başına iktidar olabilecek oyu da alamamıştır. Yani demokrasiyi yıkabilmek için demokratik yollarla başa gelmiştir. Hikayesini kısaca anlatıp sonra ülkemizdeki benzerliklere dikkat çekmek isterim.
Hitler 1923'te Münih'te hükümeti devirmek için başarısız bir silahlı ayaklanma çıkarmış, tutuklanmış ve hapse atılmıştır. 10 aylık hapis hayatında KAVGAM adlı kitabını yazmıştır. KAVGAM endüstrileşmiş gelişmiş toplumlarda iktidarın silahlı darbe ile ele geçirilemeyeceğini demokrasiyi yıkmak için onun araçlarının nasıl kullanılması gerektiğini anlatan ve önceki hatalarına atıfta bulunan bir böbürlenme manifestosuydu.
1924'te hapisten çıkıp Birahane Darbesi girişiminden önceki partisi Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisinin başarısı için çalışmaya devam etti. Bu esnada ERNST RÖHM adında bir lider ile tanışır. Röhm, Hücum Birlikleri (SA) adında bizim ülkemizdeki ülkü ocaklarına benzeyen milliyetçi silahlı paramiliter bir örgütün lideriydi. Bizim ülkü ocakları başkanı gibi de düşünülebilir. Ancak Röhm'e makineli tüfek kralı diyorlardı çünkü 1. dünya savaşı sonrası dağıtılan alman ordusunun cephaneliklerini talan edip hücum birliklerinin silahlandırılmasında kullanmıştı. Hitler ve Röhm siyasi görüşlerinin ortak paydada buluşması nedeniyle güçlü bir dostluk ve ortaklık kurdular. Röhm hücum birlikleri ile partinin organize olmasını, üye toplamasını saplıyor ve Hitler'in kitleleri coşturan hitabetine büyük hayranlık duyuyordu.
Hücum Birliklerinin tüm propoganda ve üye toplama gayretlerine rağmen Hitleri'in Partisi 1929'a kadar herhangi bir başarı sağlayamadı, bölünmüş alman siyasetinde debelenip durdu.
Ancak Dünyayı vuran ve Kara Perşembe olarak tarihe geçen 1929 ekonomik bunalımı Almanya'da da sefalet yarattı. Hayat standardı düşen alman orta sınıfının siyasi partilere ve siyasi bölünmüşlüğe olan öfkesi artmış güveni azalmıştı. ( bu öfke 2001 krizi sonrası siyasetin karıştığı yolsuzluk ve ekonomik buhranda çıkış arayan Türk insanınının öfkesine benzetilebilir)
Hitler bu duruma sözde birleştiren siyasi ve ekonomik yaklaşımıyla yanıt verdi. Diğer partilerin bölünmüşlüğünü ve ekonomik olarak basiretsizliğini ana propoganda malzemesi yapan Hitler 1932'de Alman Parlementosun'nda en fazla sandalye sayısına sahip partinin başkanı olmuştu. Ancak bu İktidar olmasına yetecek sandalye sayısı değildi ve koalisyon yapması gerekecekti. Başta Cumhurbaşkanı Hindenburg olmak üzere tüm alman siyasetçileri Hitler'i köylü cahil kabadayı alt sınıf bir siyasetçi olarak aşağıladı (Acaba Bu kabadayı aşağı sınıf siyasetçi olarak Türkiye'de son zamanlarda hangi lider gösteriliyor). Ve hükümet görevini ona vermek istemedi. Ancak Alman Katolik Partisi lideri önceki hükümetten kalan kuyruk acısıyla iktidara gelebilmek istedi. Ve Hitler ile koalisyon kurarak onun iktidara gelmesini sağladı.
Hitler hükümeti ekonomik ve sosyal hiç bir gelişme sağlayamazken imdadına provakatif bir eylem yetişti. Alman meclis binası Reichstach kundaklandı. Suçlu olarak komünist görüşlü bir Alman tutuklandı ve hapse atıldı. Hitler bunu fırsat bilip ülkeyi kanun hükmünde kararnameler ile yönetebilmesini sağlayacak geniş yetkiler aldı meclisten. (bu yetki yasasını alabilmek için alman parlementosunu hücm birlikleri tarafından kuşatılmasını sağlamış, parlementerlere ölüm tehditleri yapılmış, sosyal demokratlar meclise o gün sokulmamış ve 81 komünist milletvekili SS'ler tarafından tutuklanmıştır)
Önce tüm muhalif parti ve gazetelerin çalışmalarına baskı uygulandı. Alman gizli polisi SS'ler hücum birlikleri kanalıyla ülkede terör estirmeye başladı. Faili meçhul ölümler, kaçırmalar artmaya başladı. Başta sosyalist ve yahudilere karşı yapılan bu saldırılara destek veren Alman orta sınıfı da zaman zaman bu saldırıların hedefi olmaya başladı.
Hitler iktidara gelebilmek için ilk sistemli organize ve bilimsel propoganda teknikleri kullanan avrupalı liderdir. Amerika'dan özel propoganda ekipleri getirmiş, propoganda faaliyetlerini sistemli ve bilimsel olarak gerçekleştirmiş, yüz binlerce hücum birliğinden insanı meydanlara topladığı bugün bile hayranlık uyandıran propoganda filmleri çekmiştir. Almanya'nın bölünmüş siyaseti ve 1929 ekonomik buhranının sorumlusu olarak diğer partileri ve yahudiler, çingeneler, sosyalistler gibi azınlıkları göstermiştir. Ekonomik olarak ezilmiş siyasi olarak bölünmüş halk da bu siyasi hareketin ardındaki amaçları görememiş birleşmiş güçlü bir almanya ideali zannederek onu iktidara taşımıştır.
Bu arada Hitler hayranı olanlara bu bölümü iyi okumalarını öneririm. Hitler yetki yasası ile ülkeyi yönetirken Cumhurbaşkanı Hindenrbug hastalandı. Ölüm döşeğinde yatarken Alman ordusu Hitler'i devirme planları yapmaya başladı. Çünkü alman ordusu Hitler'in emrindeki Hücum Birliklerinin ikinci bir silahlı ordu gibi davranmasından rahatsızdı. Alman Savunma Bakaı Hitler ile görüştü ve bir anlaşmaya vardılar. Hitler orduya karşı koz olarak kullandığı Hücum Birliklerinden vazgeçerse Ordu'nun ona biyat edeceğine dair garanti aldı. Hitler bir gece tüm Hücum Birlikleri liderlerini Münih dışındaki bir malikanede toplamış, ve hepsini SS'ler tarafından infaz ettirmiştir. İnfaz edilenler arasında Hitler'in en büyük destekçisi ve yoldaşı Erns Röhm de vardı.. O gece hücum birlikleri liderleri dışında, kendisini aşağılayan politikacılar, muhalif parti liderleri, eleştiren gazeteciler ve hatta başarısız darbe girişiminden sonra kendisini hapse atan hakim ve valilere kadar bir çok isim SS subayları tarafından katledilmiştir.
Bir kaç hafta içinde Cumhurbaşkanı Hindenburg vefat etmiş, yerine Cumhurbaşkanı ve Başkomutan olarak Hitler geçmiştir. Ve alman ordusu tarihinde ilk defa Alman Anayasasına değil, Alman Devletine değil, Alman Milletine değil Adolf Hitler'e bağlılık yemini etmiştir. Böylece artık Hitler'in dikta rejiminin önünde durabilecek hiç bir alman kurumu ve organizasyonu kalmamıştır.
Görülüyor ki modern demokratik rejimler de dahi demokrasinin her türlü propoganda ve seçim araçlarını kullanarak başa gelenler demokrasiyi kaldırmak isteyebilir. Görülüyor ki demokrat endüstrileşmiş bir devlet Hitler gibi bir faciayı üretebilmektedir. Görülüyor ki demokrasiyi yıkmak için bizzat demokrasinin gücü ve araçları kullanılabilmektedir.
Bu Türkiye'de Adnan Mederes döneminde yaşanmış ve ülkeyi darbeye Adnan Menderes'i darağacına gönderen sürece gidilmiştir. Adnan Menderes'te muhalifler ve basın üzerinde sıkı bir baskı ve sansür uygulaması yapmış, CHP'ye karşı uyguladığı siyasi şiddetiyle ve kanun hükmünde kararnameler ile ülkeyi yönetmesiyle aslında demokrasiyi by pass etmeye kalkışmıştır. Çoğulcu değil çoğunlukçu zihniyet ile (şimdiki AKP zihniyeti) halkın çoğunluğu ne derse o olur, halk isterse hilafet geri döner gibi bir yaklaşım getirmiştir. Sonuçta orduyu arkasına almadan bu işe kalkışması ile ülke dikta rejimine gitmekten Atatürkçü ordunun refleksi ile dönmüştür.
Biz buna takiye diyoruz. Siyasi islamcılar ki özellikle bence Fethullahçılar aynen bu taktiği kullanmaktadırlar. Siyasi islam gücü tamamen ele geçirene kadar sessiz ve derinden ilerle, demokrasinin olanakları ile güç kazan ve karşında seni engelleyecek bir güç kalmadığında operasyonu bitir yaklaşımı ile ilerlemektedir. Demokrasiyi yıkmak için herkesten çok demokrat ve özgürlükçü görünmeye çalışmaktadırlar.
Bugün Türkiye'de siyasi islamın önündeki kaleler, yüksek yargı, üniversiteler, medya ve en önemlisi Ordu'dur. Medya kolayca satın alınabilir, devletin yayın organları manipüle edilebilir. Hatta bu kesim kendi medyalarını kurup kendi yağlarında kavruluyorlar da. Geriye kalan Üniversiteler, ve Yüksek yargıya sızma başlamıştır. Bugüne kadar laik düşüncelilerin elinde tuttuğu Üniversite yönetimleri ve Yüksek Yargı önce esnetilmiş laikliği savunanların sonra laikliği gereksiz bulanların eline geçecektir. İşte ilk adımları atılmıştır, diğer üyeler de emekli oldukça değişim tamamlanacaktır.
Son engel olan Ordu Avrupa Birliği yalanları ile baskı altına alınmıştır. Ordunun refleksleri olası bir darbe durumunda, Avrupa Birliğinden kopuş ve ekonomik krizlerin başlıca sorumlusu olma çekincesi ile zayıflatılmıştır.
Eğer siz tarihteki dersleri çocuklarınıza okutamıyorsanız. İkinci dünya savaşını ders kitaplarına sokarken Hitler gibi bir diktatörün gelişmiş demokratik bir toplumda nasıl iktidara geldiğini öğretemiyorsanız. Siz sadece şekilci, şövenist tarih anlayışını çocuklara ezberletirseniz, demokrasiyi korumak için neler yapmak gerekir, haklarımız özgürlüklerimiz nasıl savunulur bilinçlendiremiyorsanız.
O hakkınızı bir gün elinizden alırlar. Başınız örtülü de olsa, açık da olsa.
Unutmayın HAK VERİLMEZ ALINIR; ya siz alırsınız ya da sizin elinizden alırlar!
saygılar
Hitler'in iktidara nasıl geldiğini bir çok kişi bilmez. Kimisi darbe ile kimisi ordu sayesinde iktidara geldi sanır.
Oysa Hitler iktidara bizzat demokratik seçimle gelmiştir. Üstelik tek başına iktidar olabilecek oyu da alamamıştır. Yani demokrasiyi yıkabilmek için demokratik yollarla başa gelmiştir. Hikayesini kısaca anlatıp sonra ülkemizdeki benzerliklere dikkat çekmek isterim.
Hitler 1923'te Münih'te hükümeti devirmek için başarısız bir silahlı ayaklanma çıkarmış, tutuklanmış ve hapse atılmıştır. 10 aylık hapis hayatında KAVGAM adlı kitabını yazmıştır. KAVGAM endüstrileşmiş gelişmiş toplumlarda iktidarın silahlı darbe ile ele geçirilemeyeceğini demokrasiyi yıkmak için onun araçlarının nasıl kullanılması gerektiğini anlatan ve önceki hatalarına atıfta bulunan bir böbürlenme manifestosuydu.
1924'te hapisten çıkıp Birahane Darbesi girişiminden önceki partisi Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisinin başarısı için çalışmaya devam etti. Bu esnada ERNST RÖHM adında bir lider ile tanışır. Röhm, Hücum Birlikleri (SA) adında bizim ülkemizdeki ülkü ocaklarına benzeyen milliyetçi silahlı paramiliter bir örgütün lideriydi. Bizim ülkü ocakları başkanı gibi de düşünülebilir. Ancak Röhm'e makineli tüfek kralı diyorlardı çünkü 1. dünya savaşı sonrası dağıtılan alman ordusunun cephaneliklerini talan edip hücum birliklerinin silahlandırılmasında kullanmıştı. Hitler ve Röhm siyasi görüşlerinin ortak paydada buluşması nedeniyle güçlü bir dostluk ve ortaklık kurdular. Röhm hücum birlikleri ile partinin organize olmasını, üye toplamasını saplıyor ve Hitler'in kitleleri coşturan hitabetine büyük hayranlık duyuyordu.
Hücum Birliklerinin tüm propoganda ve üye toplama gayretlerine rağmen Hitleri'in Partisi 1929'a kadar herhangi bir başarı sağlayamadı, bölünmüş alman siyasetinde debelenip durdu.
Ancak Dünyayı vuran ve Kara Perşembe olarak tarihe geçen 1929 ekonomik bunalımı Almanya'da da sefalet yarattı. Hayat standardı düşen alman orta sınıfının siyasi partilere ve siyasi bölünmüşlüğe olan öfkesi artmış güveni azalmıştı. ( bu öfke 2001 krizi sonrası siyasetin karıştığı yolsuzluk ve ekonomik buhranda çıkış arayan Türk insanınının öfkesine benzetilebilir)
Hitler bu duruma sözde birleştiren siyasi ve ekonomik yaklaşımıyla yanıt verdi. Diğer partilerin bölünmüşlüğünü ve ekonomik olarak basiretsizliğini ana propoganda malzemesi yapan Hitler 1932'de Alman Parlementosun'nda en fazla sandalye sayısına sahip partinin başkanı olmuştu. Ancak bu İktidar olmasına yetecek sandalye sayısı değildi ve koalisyon yapması gerekecekti. Başta Cumhurbaşkanı Hindenburg olmak üzere tüm alman siyasetçileri Hitler'i köylü cahil kabadayı alt sınıf bir siyasetçi olarak aşağıladı (Acaba Bu kabadayı aşağı sınıf siyasetçi olarak Türkiye'de son zamanlarda hangi lider gösteriliyor). Ve hükümet görevini ona vermek istemedi. Ancak Alman Katolik Partisi lideri önceki hükümetten kalan kuyruk acısıyla iktidara gelebilmek istedi. Ve Hitler ile koalisyon kurarak onun iktidara gelmesini sağladı.
Hitler hükümeti ekonomik ve sosyal hiç bir gelişme sağlayamazken imdadına provakatif bir eylem yetişti. Alman meclis binası Reichstach kundaklandı. Suçlu olarak komünist görüşlü bir Alman tutuklandı ve hapse atıldı. Hitler bunu fırsat bilip ülkeyi kanun hükmünde kararnameler ile yönetebilmesini sağlayacak geniş yetkiler aldı meclisten. (bu yetki yasasını alabilmek için alman parlementosunu hücm birlikleri tarafından kuşatılmasını sağlamış, parlementerlere ölüm tehditleri yapılmış, sosyal demokratlar meclise o gün sokulmamış ve 81 komünist milletvekili SS'ler tarafından tutuklanmıştır)
Önce tüm muhalif parti ve gazetelerin çalışmalarına baskı uygulandı. Alman gizli polisi SS'ler hücum birlikleri kanalıyla ülkede terör estirmeye başladı. Faili meçhul ölümler, kaçırmalar artmaya başladı. Başta sosyalist ve yahudilere karşı yapılan bu saldırılara destek veren Alman orta sınıfı da zaman zaman bu saldırıların hedefi olmaya başladı.
Hitler iktidara gelebilmek için ilk sistemli organize ve bilimsel propoganda teknikleri kullanan avrupalı liderdir. Amerika'dan özel propoganda ekipleri getirmiş, propoganda faaliyetlerini sistemli ve bilimsel olarak gerçekleştirmiş, yüz binlerce hücum birliğinden insanı meydanlara topladığı bugün bile hayranlık uyandıran propoganda filmleri çekmiştir. Almanya'nın bölünmüş siyaseti ve 1929 ekonomik buhranının sorumlusu olarak diğer partileri ve yahudiler, çingeneler, sosyalistler gibi azınlıkları göstermiştir. Ekonomik olarak ezilmiş siyasi olarak bölünmüş halk da bu siyasi hareketin ardındaki amaçları görememiş birleşmiş güçlü bir almanya ideali zannederek onu iktidara taşımıştır.
Bu arada Hitler hayranı olanlara bu bölümü iyi okumalarını öneririm. Hitler yetki yasası ile ülkeyi yönetirken Cumhurbaşkanı Hindenrbug hastalandı. Ölüm döşeğinde yatarken Alman ordusu Hitler'i devirme planları yapmaya başladı. Çünkü alman ordusu Hitler'in emrindeki Hücum Birliklerinin ikinci bir silahlı ordu gibi davranmasından rahatsızdı. Alman Savunma Bakaı Hitler ile görüştü ve bir anlaşmaya vardılar. Hitler orduya karşı koz olarak kullandığı Hücum Birliklerinden vazgeçerse Ordu'nun ona biyat edeceğine dair garanti aldı. Hitler bir gece tüm Hücum Birlikleri liderlerini Münih dışındaki bir malikanede toplamış, ve hepsini SS'ler tarafından infaz ettirmiştir. İnfaz edilenler arasında Hitler'in en büyük destekçisi ve yoldaşı Erns Röhm de vardı.. O gece hücum birlikleri liderleri dışında, kendisini aşağılayan politikacılar, muhalif parti liderleri, eleştiren gazeteciler ve hatta başarısız darbe girişiminden sonra kendisini hapse atan hakim ve valilere kadar bir çok isim SS subayları tarafından katledilmiştir.
Bir kaç hafta içinde Cumhurbaşkanı Hindenburg vefat etmiş, yerine Cumhurbaşkanı ve Başkomutan olarak Hitler geçmiştir. Ve alman ordusu tarihinde ilk defa Alman Anayasasına değil, Alman Devletine değil, Alman Milletine değil Adolf Hitler'e bağlılık yemini etmiştir. Böylece artık Hitler'in dikta rejiminin önünde durabilecek hiç bir alman kurumu ve organizasyonu kalmamıştır.
Görülüyor ki modern demokratik rejimler de dahi demokrasinin her türlü propoganda ve seçim araçlarını kullanarak başa gelenler demokrasiyi kaldırmak isteyebilir. Görülüyor ki demokrat endüstrileşmiş bir devlet Hitler gibi bir faciayı üretebilmektedir. Görülüyor ki demokrasiyi yıkmak için bizzat demokrasinin gücü ve araçları kullanılabilmektedir.
Bu Türkiye'de Adnan Mederes döneminde yaşanmış ve ülkeyi darbeye Adnan Menderes'i darağacına gönderen sürece gidilmiştir. Adnan Menderes'te muhalifler ve basın üzerinde sıkı bir baskı ve sansür uygulaması yapmış, CHP'ye karşı uyguladığı siyasi şiddetiyle ve kanun hükmünde kararnameler ile ülkeyi yönetmesiyle aslında demokrasiyi by pass etmeye kalkışmıştır. Çoğulcu değil çoğunlukçu zihniyet ile (şimdiki AKP zihniyeti) halkın çoğunluğu ne derse o olur, halk isterse hilafet geri döner gibi bir yaklaşım getirmiştir. Sonuçta orduyu arkasına almadan bu işe kalkışması ile ülke dikta rejimine gitmekten Atatürkçü ordunun refleksi ile dönmüştür.
Biz buna takiye diyoruz. Siyasi islamcılar ki özellikle bence Fethullahçılar aynen bu taktiği kullanmaktadırlar. Siyasi islam gücü tamamen ele geçirene kadar sessiz ve derinden ilerle, demokrasinin olanakları ile güç kazan ve karşında seni engelleyecek bir güç kalmadığında operasyonu bitir yaklaşımı ile ilerlemektedir. Demokrasiyi yıkmak için herkesten çok demokrat ve özgürlükçü görünmeye çalışmaktadırlar.
Bugün Türkiye'de siyasi islamın önündeki kaleler, yüksek yargı, üniversiteler, medya ve en önemlisi Ordu'dur. Medya kolayca satın alınabilir, devletin yayın organları manipüle edilebilir. Hatta bu kesim kendi medyalarını kurup kendi yağlarında kavruluyorlar da. Geriye kalan Üniversiteler, ve Yüksek yargıya sızma başlamıştır. Bugüne kadar laik düşüncelilerin elinde tuttuğu Üniversite yönetimleri ve Yüksek Yargı önce esnetilmiş laikliği savunanların sonra laikliği gereksiz bulanların eline geçecektir. İşte ilk adımları atılmıştır, diğer üyeler de emekli oldukça değişim tamamlanacaktır.
Son engel olan Ordu Avrupa Birliği yalanları ile baskı altına alınmıştır. Ordunun refleksleri olası bir darbe durumunda, Avrupa Birliğinden kopuş ve ekonomik krizlerin başlıca sorumlusu olma çekincesi ile zayıflatılmıştır.
Eğer siz tarihteki dersleri çocuklarınıza okutamıyorsanız. İkinci dünya savaşını ders kitaplarına sokarken Hitler gibi bir diktatörün gelişmiş demokratik bir toplumda nasıl iktidara geldiğini öğretemiyorsanız. Siz sadece şekilci, şövenist tarih anlayışını çocuklara ezberletirseniz, demokrasiyi korumak için neler yapmak gerekir, haklarımız özgürlüklerimiz nasıl savunulur bilinçlendiremiyorsanız.
O hakkınızı bir gün elinizden alırlar. Başınız örtülü de olsa, açık da olsa.
Unutmayın HAK VERİLMEZ ALINIR; ya siz alırsınız ya da sizin elinizden alırlar!
saygılar