Cumhuriyeti koruma ve kollama!

Vtnsvr

New member
Cumhuriyeti koruma ve kollama!
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en ağır "bölücü, gerici, küresel" tehdidi altında yoluna devam etmeye çalışıyor.
31 Ocak 2008 Perşembe 13:21

Yiğit BULUT - Vatan

Türkiye Cumhuriyeti"nin bir vatandaşı olarak şu cümleyi gönül rahatlığıyla söyleyebilir misiniz; "...Merak etme ATAM! Tesis ettiğin cumhuriyeti bugüne kadar çok iyi koruduk ve kolladık. Devrimlerine sonuna kadar sahip çıktık. Kurduğun cumhuriyet, ekonomik anlamda tam bağımsız, temelini attığın tesisler küresel sermayenin eline geçmedi, ne iç ne de dış borcumuz yok, kişi başına düşen gelirimiz dünya standardının bile üstünde ve en önemlisi ekonomik değerlerin bağımsızlığımızı garanti altına aldığı bir ortamda, Cumhuriyet değerleri de tam bir koruma altında..."

Söyleyebiliyor musunuz?

Ben “Yapamıyorum” ve en önemlisi bugüne kadar elimden geleni yapmama “gelen dalgaya” her alanda karşı durmaya çalışmama rağmen, birey olarak “neden daha iyisini” yapamadım diye kendimi suçluyorum. Neden oturduğum koltukları daha iyi doldurmak için uğraşmadım... Sorun gerçekten burada “herkes oturduğu koltuğu” gerektiği gibi doldursaydı, sabahları “Türkiye, İran olur mu” tadında buruk bir hava içinde uyanmazdık! Ha bu arada bunları yazarak eminim yine bazılarının "Ne bu saçmalık" dedirtecek kadar canını sıkacağım. Bu girişimimden dolayı sözde “Atatürk devrimlerine bağlı” diğer bir sınıftan daha açıkçası; “Cumhuriyeti, varolan değerlerimizden kopmak, geleceğimizi kanıtlanmamış AB tezine emanet etmek, bizim olanı küçük görmek, ileri gitmeyi Batı hayranlığı kavramı ile özdeşleştirmek” olarak algılayan yazar-çizer ağabeylerimden de haddimi aştığım için "özür dilemek" istiyorum: Cüretimden dolayı lütfen affetsinler!

Sevgili dostlar, "Cumhuriyet nedir? Bize ne getirdi? Ekonomik açıdan ne olması gerekirdi? Neleri başaramadık?" sorularından yola çıkarak, Atatürk"ün cumhuriyeti kurarken ortaya koyduğu tezin büyüklüğünü anlama açısından, son yıllarda içine düştüğümüz "algılamayı" ekonomi odaklı bir bakış açısıyla sorgulamak ve “geldiğimiz noktada büyüyen laiklik tartışması” ile bitirmek istiyorum.

Soru 1: Türkiye Cumhuriyeti nasıl bir yapı üzerine kuruldu?

Cevap 1: Koskoca bir imparatorluğun dağıldığı, topraklarının işgal edildiği bir ortamda; ekonomik anlayışı tam bağımsızlık, siyasi çimentosu "Ne mutlu Türküm diyene" olan "yeni bir ülke" meydana getirildi.

Soru 2: Peki küreselleşen yeni dünya düzeninde "ekonomide bağımsız olmak", ilk günlerde hedeflendiği gibi mümkün mü?

Cevap 2: Yeni dünya düzeninde, dünya genelinde yayılan liberal tez sayesinde; yapı, sisteme hakim olanların, sisteme dahil olanların varlıklarını ele geçirmesi sürecine dönüştü. Dünya, küreselleşenler ve küreselleştirilenler olarak ikiye ayrıldı. Bu noktada ayrım ve farkındalık çok önemli. İlk gün hedeflendiği kadar "bağımsız" olmak mümkün, tek şart; sistemi doğru anlamak ve sisteme "entegre oluyorum" başlığı altında "yem olmamak". Örnek: Bize bankacılık sektörünün yüzde 100"ünü yabancılara açık diye baskı yapan Almanya"da bu oran yüzde 5.

Soru 3: Değişen ve küreselleşen dünyada bana göre "sözde büyür görünen" Türkiye, "İyi yolda ilerliyor" denebilir mi?

Cevap 3: Türkiye"de bazıları özellikle "propaganda" yapma derdinde olanlar. Türkiye"nin iyi yolda olduğunu ve ekonomisinin büyüdüğünü düşünüyorlar veya en azından böyle düşündüklerini iddia ediyorlar. "Mükemmel" olduğu iddia edilen yapının üzerine kurulduğu üç temel ayak var; ithal tüketim ile büyüme, sıcak para, borçlanma-borç öteleme. Peki Türkiye"nin rakibi sayılabilecek ülkelerde durum nasıl? Söz konusu ülkeler büyüme ve sağlam ekonomiye geçiş programlarını üç temel ayak üzerine bina ediyorlar; borç konsolidasyonu, üretim ve doğrudan sermaye. Durum çok net: Türkiye "Aman ne güzel borçlanıyorum" diye sevinirken, diğerleri borçlarını akılcı planlar ile konsolide edip, en azından yeniden borçlanmadan (borcu sabit kılmak bile konsolide etmektir) doğrudan sermaye girişini özendiren tedbirler alıyorlar. Türkiye ise yeniden borçlanarak, üretim yerine ithalatı tetikleyerek, konsolidasyonu tabu haline getirerek adeta sahte bir gebelik yaşamaya devam ediyor.

Sonuç: Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en ağır "bölücü, gerici, küresel" tehdidi altında yoluna devam etmeye çalışıyor. Sorun sadece bir düzenleme değil. Herkes bir yerden çekiyor ve ilk defa “bu kadar yol aldılar”. Bu ülkeyi “olduğu gibi” seven ve “Korumak istiyorum” diyen herkese hatırlatmak istiyorum; ""Ne yapacaksak şimdi zamanıdır, yıllar sonra bir şansımız daha olmayacak!"
 

64general1

New member
[email protected]

Arı kovanına çomak soktular


KARŞIMDAKİ işadamı çok endişeliydi.

Ciddi bir korku içindeydi "Ben, karım, çocuklarım hatta torunlarım önemli değil. Türkiye gidiyor" dedi.

Belli ki son gelişmeler insanları iyice tedirgin etmiş.

İşadamı artık AKP iktidarının demokrasiyi kullanarak Türkiye’yi Ortadoğu karanlığına sürüklediğine inanıyordu.

Artık diyorum, çünkü beş yıldan beri bir araya her gelişimizde yaptığım uyarılara fazla kulak asmamıştı.

"Canım abartıyorsun. Türkiye’yi kimse bir Ortadoğu ülkesi yapamaz. Rejim oturmuştur" demişti.

Hiç anlaşamazdık.

Zaman zaman da sert tartışmalarla biterdi konuşmamız.

Şimdi söyledikleri aynen şöyle:

"Ben sana kızardım. Hatta önyargılı olduğuna inanırdım. Ama şimdi ben de senin gibi düşünüyorum. Gidişi hiç iyi görmüyorum."

* * *

Bütün sıkıntısı duygularını, düşüncelerini bir işadamı olarak açıklayamamaktı.

Kendisini bir cendere içinde hissediyor, susmayı içine sindiremiyordu.

Onu kahreden ruh durumunu şöyle açıklıyordu:

"Konuşmaya, görüşlerimi açıklamaya korkuyorum. Üç müfettiş gelir, bir kulp takarlar ve beni götürürler."

Bunu söylerken ellerini birbirinin üzerine koyup bilekleri kelepçelenmiş gibi yapıyordu.

AKP’nin Türkiye’yi ne hale getirdiğini görüyor musunuz?

Bugün korku içinde olanlar yasadışı tek işi olmayan, vergisini kuruşuna kadar ödeyen, yalan, dolan, talandan uzak duran, namuslu, onurlu insanlar.

Ama AKP için bu nitelikler önemli değil.

Onlar uygar ve çağdaş insanları sevmiyorlar.

Çünkü sevmedikleri bu insanlar laik, demokratik cumhuriyetten ve değerlerinden yanalar.

Atatürk ve devrimlerine sahip çıkıyorlar.

* * *

Tutucu-otoriter ittifakın tek amacı türbanı üniversitelere sokmak.

AKP, ülkenin geleceğini teslim edeceğimiz gençleri yetiştiren kurumları tarikatlara teslim etmek istiyor.

Arkasından da türbanı ortaöğretime, ilköğretime ve kamuya yaymak.

Gözleri başka bir şeyi görmüyor.

MHP de buna destek oluyor.

Rektörler günlerdir uyarıyorlar:

"Türban üniversiteleri cadı kazanına döndürür. Ne huzur kalır, ne düzen. Bu değişiklik yapılırsa kurumlarımızdaki huzur biter. Çıkacak kargaşaya hákim olamayız."

Ama aldıran yok.

* * *

Bundan sonra neler olacağını söyleyelim:

Üniversitelere her türlü kıyafet girecek.

Çarşaf, peçe, potur, sarık...

Rektörlerin bunları engelleyebilmesi söz konusu değil.

Başı açık öğrenciler, özellikle taşra üniversitelerinde yoğun bir baskıya uğrayacak.

Bir süre sonra onlar da örtünmek zorunda kalacaklar.

Üniversitelerde yasaların değil, tarikatların söyledikleri olacak.

Tayyip Erdoğan arı kovanına öyle bir çomak soktu ki...

Bu iş en fazla onun başını ağrıtacak.
 

VolkaN

Altın Üye
hersey yerli yerinde Atam sen rahat uyu senın yolundan gittigini söyleyip sapkın düşüncelere dalan insanlardan bu vatanı koruyacaz....
 

Rakstedi

New member
64general1 yazını okumadan teşekürü basıyorum sana. her zaman bu konularda seni takip ettiğim birisin...
 

64general1

New member
Kıyafet, Zihniyeti Belirler
Yazan: Rıza ZELYUT on 01 Şubat, 2008 11:32:36





Türban tartışmasında gerçeği görelim.
Bu örtü, Türk Müslümanlığında yoktur. Son kitabımız olan 'Yabancı Kaynaklara Göre Türk Kimliği' adlı çalışmada ayrıntılı biçimde gösterdim. Türbanla şekillendirilen kadın gibi tarihte ve yakın zamana kadar Türk kadını olmadı. Bu örtü; 1960'tan sonra Lübnan üzerinden geldi.
Geliş sebebi şuydu: Gelenenksel Müslümanların duruşuna, anlayışına ters, daha militan bir İslam anlayışını yaymak. Türban takmaya başlayanların, Vehhabi zihniyetine yakın insanlar olduğu bir gerçektir. Kökeni İbn Teymiyye'ye dayanan; hatta Haricilerin dünya görüşünden derin etkiler taşıyan bir zihniyeti temsil eder türbancı tavır. Çünkü; türban takan; diğer Müslümanlara şu mesajı vermek istemiştir: 'Sizin Müslümanlığınız doğru değil; benimkisi doğru; bu yüzden beni taklit ediniz.'
Bu süreçte Sünni İslam'ın beş şartı sayılan 'Savm (oruç), salat (namaz) Hac, zekat ve Kelime-i Şahadet' bile türbandan geride kaldı. Bugün ülkemizde; bin yıllık İslami çizgiyi beğenmeyip yeni kurallar ve giyimler getiren türbancı hareketin özü budur.

BİAT KÜLTÜRÜ
Türban takmanın sıradan bir inanç hareketi olmadığını; bu örtüyü savunanların dış ilişkileri de açıkça gösterir. Milli Görüş hareketinin iteklediği türbancılık; Başta Suudi Arabistan olmak üzere; totaliter İslami yönetimlerden ciddi biçimde destek almaktadır. Krallık ve emirlik düzeni ile türbancılık arasındaki sıkı ilişkiyi dikkate aldığımızda; olayın aynı zamanda Arap kültürünü yaymaya çalışan kesimlerin desteğini alan bir hareket olduğunu görürsünüz.
Gerçek bu iken türbancılar şöyle demektedirler: 'Türban, kızların inancı için taktığı masum bir örtüdür. Bırakın böyle okusunlar.'
Yukarıda özetlediğimiz tarihi süreç; türbanın uluslararası bir hareketinin Türkiye'ye yansıması olduğunu gösteriyor. Yönetime itaat kültürünü temsil ediyor türban. İktidardakilere şartsız baş eğmeyi içeren türban yaygınlaştığında; kamuoyu; aklını kullanmaktan çıkartılacak ve biat eden bir topluluğa dönüşecektir.
Kısacası; Suudi Arabistan'da olduğu gibi; baştaki kişi ne derse, halk da ona inanacak ve öyle davranacaktır. Bir örnek verirsek: Ülkemizde, şimdiye kadar olduğu gibi Amerika'ya karşı gelmek yerine Amerika'yı dost bilmek topluma kolayca kabul ettirilecektir. Bu yüzden Amerikan yönetimi türbana kuvvetli destek vermektedir.

DAVRANIŞ DEĞİŞİR
Sorabilirsiniz ki türban takan üniversiteli, Amerika'yı niçin sevsin?
Öncelikle davranış biliminin ortaya koyduğu bir gerçeği hatırlayalım: Kıyafet; zihniyeti gösterir. Ayrıca; kıyafet zihniyeti de şekillendirir. Bir örnek verelim: Rahibe giysisi içindeki bir kız; sıradan bir kızdan daha farklı davranır. O farklılığı; üzerindeki giysisi her saniye kızın kulağına fısıldar ve bu davranış zamanla içselleşir.
Fiziki etkinin psikolojiyi etkileyip davranışı değiştirdiğini; psikologlar da tespit etmiştir. Örneğin; üzüntülü bir insan; kendisini zorlayarak yüzünü gülme pozisyonuna soksa; bunu da sürdürse; zamanla içindeki üzüntünün hafiflediğini görecektir. Çünkü; vücudun (yüzün) aldığı mutluluk şekli; hormonal uyarı yaratarak davranışta ve dolayısıyla düşüncede değişikliğe yol açacaktır.
İstemeden de olsa türban takan bir üniversite öğrencisi; kendisine dinsel bir kimlik seçmiş olacaktır. Bu kız; okulda; aklını kullanmaktan çok inancını kullanmaya başlayacaktır. Çünkü; türban her an, her yerde ona; 'Sen dindarsın ve çok farklı bir dindarsın ve sen haklısın. Öbürlerine uyma; daha sıkı örtün' diye fısıldayacaktır.
Aynı kız; kendisini çok haklı gördüğünden ve davranışının kaynağını dine dayandırdığından; kendisi gibi örtünmeyeni ister istemez dışlayacaktır. Bu tavır; kaçınılmazdır. Çünkü; dine göre davranmaya başlayan kişi, kaçınılmaz olarak kendisi gibi olmayanı dışlar, değiştirmeye çabalar. Bu da baskı ve çatışmayı yaratır.
Konu; psikologların ve davranış bilimi uzmanlarının tanıklığı ile daha ciddi biçimde tartışılmalıdır. Girdiğimiz süreç; çatışmanın toplumsallaştırılacağı süreçtir. Milleti gelecek bu beladan kurtarmanın yolu da laikliği yıkmak değil; daha kararlı biçimde uygulamaktır.
Türbancı harekete destek veren MHP Yönetimi; acaba yarattığı tehlikenin farkında mı?
 

Vtnsvr

New member
Ya bu yazıları kimse okumuyormu özellikle o boş bir şey bilmeyip dindar geçinenlerden özellikle,okusalar bu kadar kof olmayacaklar.
 

fatich

New member
bu anlattıkların bi anda olmadı ya...hem de bu kadar karamsar olmamak lazım..bu hiç bi şeyi çozmez...
 

zcevruk

New member
Leyla İpekçi’den çok güzel bir yazı: (Meraklılara not, Leyla İpekçi’nin başı açıktır)

Türbandan korkanlara açık mektup

Siz her ne kadar tek cümlesini kesip manşetlerinizle ısıtmaya çalışsanız da Prof. Şerif Mardin, türbanın üniversite öğrencilerine serbest bırakılması gerektiğini söylüyor, başka profesörler de.

Evet, aynı inanca sahip erkekler rahatça okurken, türbanlı kızların siyasi simge denilerek kapılardan çevrilmesini, evlerine hapsedilmesini, meslek sahibi olamamasını alkışlamak mümkün değil. Evet, insan hakları ihlali söz konusu. Cinsiyet ayrımcılığı da cabası. Elbette hak ve adalet duygumuz da zedeleniyor. Toplumsal algının bütünlüğü adına türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasını savunuyoruz doğru. Ama hepsi bu kadar değil. Farklı boyutları var. Diyorsunuz ki: “Türban serbest bırakılırsa, türbanlılar Müslüman değil misiniz gerekçesiyle başı açıkları üniversiteye almayacak.” Böylesine kesin bir veri bu sizin için. İddia bile değil. İnfaz. İnsanın iç dünyasının, kalbinde olanın hükmünü vermek kimseye düşmezken, o insanın niyetini okumakla kalmayıp koskoca bir topluluğu bir genellemeye indirgiyorsunuz. Dünyaya hangi tanımlarla esir düştüğünüzü görmüyor musunuz? Tanımadığınız biri için yaptığınız her tanım öncelikle sizi kendi dünyanıza hapsediyor. Öte yandan “türban serbest olursa başı açıklara mahalle baskısı uygulanacak, yakında türbansız öğrenci kalmayabilir” derken, bizzat sizin bu hükmünüz ‘mahalle baskısı’ndan çok daha öte bir baskı oluşturmuyor mu? Tam da sivil bir anayasa hazırlandığı şu günlerde?

“Türban masum inanç gereği bir örtünme değil, siyasi simge” diyorsunuz. Bu yargı mesela, masum bir inançtan ne anladığınızı iyice ele veriyor doğrusu. Sizin için inanç yalnızca gizemli bir zevk unsuru, kişisel hazza yönelik bir tüketim metaı anlamına geliyor. Söyledikçe içeriğini yitirecek, genleriyle oynanmış, yıpratılmaya açık alelade bir kelime belki de sizin için. ‘Masum’ tanımıyla pekiştirmeksizin kullanamıyorsunuz inanç kelimesini. Bu da sizin inancınızdır, kimse bir şey diyemez. Ama söyleyin: Eylemle sınanmayan bir niyet gerçek olabilir mi? Ya sorumluluk almadan inanmak nasıl mümkün olabilir? Sevdiğiniz biri için kılınızı kıpırdatmadıktan sonra onu sevdiğinize nasıl inandırabilirsiniz kendisini? Türbanın, kendini geleneksel ve taşralı büyüklerinden ayıran kadınların örtünme biçimi olduğunu, sayılarının zaten bu kadar çok olduğunu, şimdilerde sizin yakınınıza geldikleri için daha ‘görünür’ olduklarını bir türlü anlamak istemiyorsunuz. Bu stili beğenir veya beğenmezsiniz ama kendi vehimlerinizden güçlü bir ’siyasi imge’ yaratabileceğinize niye bu kadar şartlanmışsınız? Şehir, tüketim, üstün zevkler, steril değerler, birtakım ’süslü’ erdemler salt sizin yaşam alanınıza mı ait olsun istiyorsunuz? Hayatı nimet ve külfetleriyle bir bütün olarak paylaşmaktan niye bu kadar korkuyorsunuz?

Saraybosna’ya, İsfahan’a, Halep’e, İskenderiye’ye, Şiraz’a, Şam’a, Beyrut’a, Amman’a bir bakın. İster daha doğuya, ister batıya, güneye gidin. İslam oralarda şehirlerden çekilmediği, taşraya hapsedilmediği için, alt sınıflara terk edilmediği için kadınların vücut dillerine türbanın nasıl yansıdığına tanık olun. Onların dünyayla ve kâinatla kurdukları ilişkiye, medeniyetle aralarındaki görünür ve görünmez bağlantılara eşlik edin. Örtüyle kadın arasında hışırdayan kadim ilişkinin metafizik boyutlarını sezmeye çalışın. Baktığınız her türbanlıda bir Taliban prototipi görme kararlılığıyla hangi kültürün farklılıklarına varabilirsiniz?

Örtünmenin nefsi yok eden değil, nefsi insanın kendi denetimine emanet eden özgürleştirici boyutunu anlamak için İslam’ın kalbinde yüreğinizin atması hiç gerekmez. Hak vermeniz de gerekmez elbette. Yalnızca bir merak, bir anlama çabası gerekiyor size. Çünkü insan bilmediği şeyden korkar. Bugün emperyal devletlerin en güçlü dayanaklarından biri olan ‘İslam korkusu’ siyasetlerinin tuzağına bu kadar rahat düşmezdiniz daha güçlü bilgi sahibi olsaydınız. Zamanın ruhuna dünyanın her tarafından asırlardır kendi metaforlarını taşıyan örtünme biçimlerini getirip Türkiye’ye mahsus bir siyasi simge tanımına sıkıştırmak ne kadar da küresel bir yanılgı?

Kamusal alan diye yaptığınız tutarsız tariflerin hiçbir yaşam pratiği olmadığı halde (sağlık kuruluşu veya sokaklar bir kamusal alan değilken yüksek eğitim kuruluşları veya Meclis olabiliyor), siyaset bilimine ait çoğulcu bir tanımı, sosyolojinin tüm imkânlarını inkâr ederek kendi dağarcığınıza uygun olarak yeniden ürettiniz. Kamusal alan bu ülkede bir avuç seçkincinin ‘özel mülkiyeti’ midir? Sadece size ait bir yaşam algısında, size benzedikleri oranda var olma hakkı tanıdığınız insanlardan daha ne kadar soyutlanacaksınız? Sizin gibi olanlar mı siyaset yapmaya, okuyup ‘adam’ olmaya layıktır? Öteki ile kamusal alanda beraber olmayacaksanız nerede olacaksınız ki?

“Türbanlılar gelip başı açıkları da kapatacak” diyorsunuz. Mesela bunu nasıl yapacaklar hiç düşündünüz mü? Bir totaliter devlet kurmaksızın, ellerine silah almaksızın, teker teker türbanlılar bunu nasıl yapacaklar? Bir zamanlar sizin onları açmak için kurduğunuz ikna odalarına sizi soksalar inandırıcı olur muydu? Bazı türbanlı öğrenciler bir araya gelip çete mi kuracaklar, organize suç örgütü mü oluşturacaklar sizi zorla kapatmak için? Anayasa maddelerini bir bir çiğnerken de yargı mercii müdahale etmeyecek mi onlara? Bu ülkede askerî darbe olasılığı, türbanlıların başı açıkları zorla kapatmasından daha mı düşüktür, daha mı yüksek?

Türbanlıların bireysel baskı uygulayarak açıkları örteceğinden korkmak, İslam’a ait en basit terminolojiden bihaber olmaktır. Öte yandan bu nasıl bir niyet okumadır ki? Eğer peşin hüküm ve önyargılar bir insanın gelecekte nasıl davranacağına dair yeterli bir veri oluştursaydı, birbirimizi tanımak, anlamaya çalışmak, ilgi duymak, ilişki kurmak gibi insani yaklaşımlara gerek kalmazdı. Peşin hüküm kaskatı bir yumaktır ve insanı tek bir zaman kipinde taşlaştırır. Onun iradesini, kaderini, arzularını, değişim ve dönüşümlerini, hayallerini elinden alır. Onu kaba bir genellemeye indirger. Kaba genellemeler kısa yoldan bizi her zaman haklı olmaya, hakkı hep kendimize atfetmeye götürür. Haksızlığı ise hep öteki’ne mal ederiz. Bunun adı her dilde faşizmdir. Hakkı salt güçlü olana atfetmek, adalet duygunuzu zedelemiyor mu?

“Başörtüsü ninelerimizden beri takılıyor kimse de karışmıyordu, hiçbir sorun da olmuyordu” diyorsunuz. İstiyorsunuz ki, moda diye bir kavram sadece sizin giyinme biçiminizi değiştirsin, yalnızca sizin için etek boyları, pantolon paçaları genişlesin, darlaşsın, ama başkaları seksen yıl öncesinin giyinme biçimiyle kendini ifade etmeye çalışsın. Bu mudur hak? İhtiyarlardan daha iyi bildiğiniz şeyler sizin icatlarınızdır. Ruhu siz icat etmediniz. Ne de bu dünyayı. Suyu, toprağı, ateşi burada buldunuz yalnızca. Unutuyorsunuz. Hep ‘dogma dünya’ olsun istiyorsunuz. Kendi yarattığınız putlara taptığınız, kendi vehimlerinizi çoğalttığınız, salt kendi doğrularınızı ‘evrensel değer’ diye kutsamaya kalktığınız o dogma dünyada başkalarının ruhuna neden acaba sığdıramıyorsunuz takma kanatlarınızı? Haykırıyorsunuz şimdi. Etek boylarında, göğüs dekoltelerinde sizin ölçütlerinize endeksli mutlak bir uzlaşı sağlansın istiyorsunuz. Cumhuriyetin en temel kazanımları sizin algınızda tektip bir kadın görüntüsüne hapsolsun. Hep böyle kalsın. Bunun için mi kazandık Kurtuluş Savaşı’nı tesettürlülerle, hocalarla, imamlarla hep beraber? Ve şimdi sizin zihin ve kalplerimizde keskin bir bıçak darbesiyle bizleri iki cepheye ayırma çabanıza rağmen sabırla yaşatmaya çalışıyoruz cumhuriyeti, ‘bütün’ kalmaya çalışıyoruz vesselam.
 

HTML

Üst