Büyük aşklar yolculuklarla başlar
ve serüvenciler düşer yollara
Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenmeyen birer şahindiler (Soluk Soluğa - Ahmet Telli)
“Biz ,laf cambazı ya da filozof değil adam lazım“ der Kuşcubaşı Eşref .
Ne güzel söylemiş! Bu yüzden, ideolojik bazı temellere ya da cemaatlere sırtını dayanarak kendini yenileme ihtiyacı duymayan sözde yazarların, sözde laf cambazlarının, sözde cemaat tarihçilerinin ve sözde mahalle filozofların az öteye çekilmesinde fayda var.
Ancak sizler; “ Yok, biz her şeye rağmen halimizden memnunuz, eldeki adamlar ve bunların bize empoze ettikleri ile yetinmekte beis görmüyoruz “ derseniz, size şunu söylerim ki; İşin şakaya gelir tarafı yok. Ustaca kurgulanmış bir çağ romanında, hafifmeşrep işlerle iştigal eden kesimlerin uyduruk sözlerine bir kenarından da olsa tutunmaya çalışıyorsanız, ’’Neden ?’’ diye sormanız lazım kendi kendinize .. Neden, size anlatılanı kadarı ile yetiniyorsunuz? Neden, her şeyi tembelce oluruna bıraktınız ya da neden tarih kitaplarına sığmamış olanlar hakkında düşünmek zor geldi size? Ve neden artık isyan ruhu dize geldi de bunun yerini aldatıcı, uyuşuk başkaldırılar, işbirlikçi teoriler aldı ?
Çünkü ’’eldeki adamlar ’’, her geçen gün daha da seyirlik hale gelen bir toplumda, bir yandan özgürlük gibi kavramların olumlu çağrışımlarına gönderme yaparken, öte yandan bu kavramın tam zıttı yaşam biçimlerini topluma empoze etmeye çalışıyor. Sermayenin doğrudan para ve üretim araçları ile sınırlandırılamayacağını bilen herkes, toplumsal ilişkilerin, yazının ve en önemlisi de kültürel değerlerin işbirlikçi yerel sermayedarlar tarafından o günün şartlarına göre tekrar tekrar biçimlendirildiğini de fark edecektir. Anlayacağınız, kalemin bir o yana bir bu yana kıvırtarak yazdığı günlerden geçiyoruz. Ancak tıpkı Descartes’ın söylediği gibi; Gerçek öyle bir şey ki, zincire vurulmak istediği zaman kurtulur ve onu zincire vurmaya çalışanlar, gerçeklerin adeta bir kelepçe halini alarak üzerilerine kapanması ile bu kez kendileri zincire vurulmuş olurlar.
O nedenle diyebiliriz ki; Unutmanın ve unutturmanın bedeli bazen hiç ummadığınız kadar ağırdır zira gerçekler bir gün muhakkak kelepçe olur ve kaleminizi zincirler.
Ben unutmadım.. Unutmayacağım da. zira anladım ki; İnsan unuttukça irtifa kaybeden bir varlık ve tıpkı çıkar ile vicdan arasında gerilmiş bir ipte düşmeden yürümeye çalışan ip cambazlarına benziyor .
“Eşref Bey’in emireri Zenci Musa, Omuzundan arşa yükseldi nebi İsa..” (Mehmet Akif)
O nedenle, değişen koşullara göre ’’bir öyle, bir böyle davranarak ’’ irtifa kaybetmemiş, hayatı boyunca teslimiyet nedir bilmemiş ve süslü sözlerden, laf cambazlıklarından uzak durmuş bir adamın öyküsünü , biraz düşgücümüzü katarak yani ara ara onu da konuşturarak anlatmakta fayda var. Çünkü ben, düşüncenin ve en acısı da İslam’ın ’’ pazarlanmakta olan bir ürün’’ haline geldiği, sözün ardına ustaca gizli yönlendirmelerin saklandığı günümüzde anlamı bu mecralarda aramayı bıraktım da onun öyküsünde buldum. İsmi Zenci Musa .. Yaşamı üzerine, baştan sonra düşündüm..Düşündüm, yaşamını birleştirdim ve bu yaşam, adeta lirik bir yağmur olup aktı yüreğime. Benim en güzel şairim sensin, dedim Zenci Musaya ! Benim en güzel şairim sensin çünkü ben senin o baş döndürücü yaşamının üzerine düşündüğümde işte dedim ; İşte şiir bu !
O şiir yakıcı bir kuştur yüreğimde , kanat çırpar teslimiyete karşı ve başlar anlatmaya ;
’’ Ben Zenci Musa ; Aslen Sudan olan bir Osmanlı’yım. ’’ der ve devam eder.
’’ Doğduğumda Osmanlı yangın yeriydi ve ben Türk mahallesinde büyüyen bir Sudanlı olarak , henüz küçük yaşlarda çok iyi türkçe konuşmaya başlamıştım bile. Büyüdükçe gördüm ki; Avrupalı’ların sömürgeci yayılmalarının en üst düzeye vardığı bir dönemde, hele de düpedüz cihat ilan edilmişken , adam gibi adama olduğu yerde durmak yakışmaz, o nedenle ben de kattım sevdamı önüme koştum kavganın içine ...Trablusgarp’a .. ’’ Trablusgarp; önce Balkan cephesine, oradan Çanakkale’ye oradan Kudüs’e ve Yemen’e ardından da İstiklal Harbine koşacak olan Zenci Musa’nın ilk durağı olacaktır.
’’Duydum ki ; Trablusgarp’a takviye kuvvetler gönderemeyen Osmanlı Devleti’nin tek yapabildiği , İtalyan emperyalizmini şiddetle protesto etmek olmuştu .Ancak başta Enver Paşa olmak üzere İttihatçı subaylar bir karara varmışlardı bile . Buna göre ; Eğer bir devlet kendini savunmak istemiyorsa veya kendini savunmaktan acizse direnmek kişilerin insiyatifine bırakılmalıydı. Bu nedenle , Kuzey Afrika için tek umut, yerel yardımcı kuvvetlerin de desteğiyle, oradaki direnişi örgütleyebilecek subayların bir araya gelerek, bölgeye gitmesiydi . Canımdan bir can bildiğim Kumandanım Kuşcubaşı Eşref de , bunu şu sözlerle ifade etmişti ;
“Osmanlı askerleri olarak, şerefimizi yenebileceğimiz bir düşmana rehin verircesine teslim etmenin ayıbını taşıyamazdık”. (Kuşcubaşı Eşref)
İşte ben o vakit çoktan – Ben ne içim varım ki ? - diye sormuştum bile kendi kendime .Ve Zenci Musa’dan ala takviye kuvvet mi olurmuş diye , geçirmiştim içimden. “
Enver Paşa, gönüllülerden oluşan grubu ikiye ayırır. İlk grup Mısır, ikinci grup ise Tunus üzerinden Trablusgarp’a ulaşacaktır. Trablusgarp’ta Zenci Musa’nın kumandanı olacak olan Kuşcubaşı Eşref, çok iyi arapça bilmesi sebebiyle ilk grubun Mısır’dan geçirilmesinden sorumlu olur ve Zenci Musa’da bu grupta yer alarak bir süre sonra büyük Çerkez kumandanın emireri olur.
“Kuçcubaşı Eşref’in emireri olma şerefine nail olduğum andan itibaren, Çerkez kumandamını babam bildim ben. Zira o - Siz bana imkan verin, ben seçkin kıtalarımla yine akınlar yapayım , düşmanı tefe **** - dememiş miydi , veyahut artık Edirne’yi kaybettik demeye başladığımız anlarda, - Edirne’yi kurtaracağız ve bütün memleket ayağa kalkacak, mucizeler de birbirini kovalayacak - diye herkese umut vermemiş miydi ? En önemlisi de; kumandamın sözünü tutmuştu, Edirne kurtulmuştu ve bütün memleket gerçekten de ayağa kalkmıştı zira Edirne bizlerdindi. Bendeniz Sudan asıllı Zenci Musa’nın , Çerkez asıllı Kuşcubaşı Eşref’in , Türk asıllı Süleyman Askeri’nin , Kürt asıllı Hilmi Musallimi’nindi Edirne..”
Trablusgarp , Osmanlı’nın dört bir yanından gelen gönüllü askerlerin büyük direnişine sahne olacaktır. Türk, Kürt, Çerkez, Laz bir olur işgalcilere karşı en sağır kulakların bile işiteceği bir uğultu meydana getirir. Ölüm bu hal karşısında çaresiz kalacaktır, önce eser gürler, çığlıklar atar ve binlerce Türk’ün, Laz’ın, Çerkez’in, Kürt’ün naaşını koyun koyuna serer Trablusgarp topraklarına
Benim şairim, Zenci Musa, Trablusgarp’tan sonra Balkan Cephesi’ne koşacaktır. Oradan da, Çanakkale’ye, Yemen’e ..Ve artık babası bildiği kumandanı Kuşcubaşı Eşref, 1917 senesinde Hayber muharebesinde İngilizler tarafından esir alınana dek bir an olsun kumandanının yanından ayrılmaz.
Kuşcubaşı Eşref’in esir edildiği esnada Zenci Musa inanılmaz bir mukavemet göstererek Osmanlı Genelkurmayının gönderdiği 300.000 altını İngilizler’den kaçırarak, Hayber’deki vaziyet nedeniyle bağlantıların kesildiği Yemen'deki Osmanlı kumandanına teslim eder. Zenci Musa, Osmanlı kumandanı Ali Sait Paşa’ya bu esnada "Çok şükür başardık’’ diyecektir ;
Çok şükür başardık ve 300.000 altınlık hazineyi teslim edebildik. Fakat Eşref beyimizin düşmanın eline düşmesine müsaade ettik.
Zenci Musa, daha sonra Yemen'de İngilizlere esir düşer. Serbest bırakıldığında Kuşcubaşı Eşref hala İngiliz’lerin elinde esirdir ve Zenci Musa’da hemen İstanbul'a döner. Gündüzleri gümrükte hamallık etmeye başlar. Musa artık sabahtan akşama kadar yük taşımakta, geceleri ise Milli Mücadele için Anadolu’ya silah sevkiyatında görev almaktadır. Musa’nın bu halini gören bir nazır ona maaş bağlanmasını teklif eder ancak Musa’nın verdiği cevap çok nettir.
Milletim açken , ben bu milletten maaş almam...!
Maaş hadisesinden kısa bir süre sonra , İngiliz işgal kuvvetlerinin kumandanı General Harrington, Zenci Musa’yı gümrükte görür ve meşhur 300.000 altın olayının kahramanını kendi mahiyetine ister ve mahiyetine girdiği takdirde Musa’yı altına boğacağını söyler. Musa laf cambazlığı etmez, İngiliz kumandana dosdoğru, tokat gibi bir cevap vererek, oradan uzaklaşır:
Her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz beni ancak rencide eder. Benim bir devletim var: Devlet-i Osmani, bir bayrağım var: ay-yıldızlı bayrak, bir kumandanım var: Eşref Bey. Bu iş daha bitmedi, sizinle mücadelemiz devam edecek...
Gündüz Galata gümrüğünde hamallık, geceleri sabahlara değin süren silah sevkiyatları esnasında , durup dinlenmeksizin ayakta kalan Zenci Musa, bir süre sonra vereme yakalanır. Ve ölümünün yaklaştığını hissettiği son günlerinde, hiçkimseye yük olmamak için, sessizce Özbekler tekkesine sığınarak burada son nefesini verir.
Zenci Musa’nın son nefesini verdiği esnada, Kuşcubaşı Eşref’de Malta zindanlarından kurtulup tekrar mücadele içine dönmüştür. Emirerini, Musa’sını aramaktadır. Yanına getirtecektir ancak aldığı vefat haberi karşısında sarsılır ve anılarında şu satırlar dökülür kaleminden ;
"Ben Malta'dan kurtulup, Milli Mücadele'nin bayrağını açanlardan biri olmak şerefine mazhar olduğum günlerde, Musa, o benim Kahraman Arabım, veremden ölmüş"
Kuşcubaşı Eşref’in emireri, kahraman Arabının bavulu açıldığında, bavulun içinden sadece üç şey çıkar; Bir Osmanlı haritası, Kuşcubaşı Eşref’in bir resmi ve Zenci Musa’nın bembeyaz kefeni…
Şimdi Zenci Musa’ya ne demeli bilmiyorum ki ?
Seni unutmayacağız , bizim en güzel şairimiz..Dedik ya bizim en güzel şairimiz sensin zira o başdöndürücü yaşamın üzerine ne zaman düşünsek; İşte , diyoruz
İşte şiir de sensin, şair de sensin zaten ...
Peki ya sizlerin ve İslam adına cihat eden efendilerinizin bavullarında daha doğrusu kasalarında neler var ?
Yeşil kuşağın alamet-ı farikası yeşil yeşil dolarlar olmasın sakın ?
Dipnotlar ;
* Şiir ; Soluk Soluğa - Ahmet Telli
* Hayber'de Türk Cengi
Teşkilat-ı Mahsusa Arabistan, Sina ve Kuzey Afrika Müdürü Eşref Bey'in Hayber Anıları Eşref Kuşçubaşı
Arba Yayınları / Tarih-Anı Dizisi
Teşkilat-ı Mahsusa
Philip H. Stoddard
Yardımcı okuma ; Zenci Musa
Cem Sökmen - Biyografi Net sayı 13
ve serüvenciler düşer yollara
Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenmeyen birer şahindiler (Soluk Soluğa - Ahmet Telli)
“Biz ,laf cambazı ya da filozof değil adam lazım“ der Kuşcubaşı Eşref .
Ne güzel söylemiş! Bu yüzden, ideolojik bazı temellere ya da cemaatlere sırtını dayanarak kendini yenileme ihtiyacı duymayan sözde yazarların, sözde laf cambazlarının, sözde cemaat tarihçilerinin ve sözde mahalle filozofların az öteye çekilmesinde fayda var.
Ancak sizler; “ Yok, biz her şeye rağmen halimizden memnunuz, eldeki adamlar ve bunların bize empoze ettikleri ile yetinmekte beis görmüyoruz “ derseniz, size şunu söylerim ki; İşin şakaya gelir tarafı yok. Ustaca kurgulanmış bir çağ romanında, hafifmeşrep işlerle iştigal eden kesimlerin uyduruk sözlerine bir kenarından da olsa tutunmaya çalışıyorsanız, ’’Neden ?’’ diye sormanız lazım kendi kendinize .. Neden, size anlatılanı kadarı ile yetiniyorsunuz? Neden, her şeyi tembelce oluruna bıraktınız ya da neden tarih kitaplarına sığmamış olanlar hakkında düşünmek zor geldi size? Ve neden artık isyan ruhu dize geldi de bunun yerini aldatıcı, uyuşuk başkaldırılar, işbirlikçi teoriler aldı ?
Çünkü ’’eldeki adamlar ’’, her geçen gün daha da seyirlik hale gelen bir toplumda, bir yandan özgürlük gibi kavramların olumlu çağrışımlarına gönderme yaparken, öte yandan bu kavramın tam zıttı yaşam biçimlerini topluma empoze etmeye çalışıyor. Sermayenin doğrudan para ve üretim araçları ile sınırlandırılamayacağını bilen herkes, toplumsal ilişkilerin, yazının ve en önemlisi de kültürel değerlerin işbirlikçi yerel sermayedarlar tarafından o günün şartlarına göre tekrar tekrar biçimlendirildiğini de fark edecektir. Anlayacağınız, kalemin bir o yana bir bu yana kıvırtarak yazdığı günlerden geçiyoruz. Ancak tıpkı Descartes’ın söylediği gibi; Gerçek öyle bir şey ki, zincire vurulmak istediği zaman kurtulur ve onu zincire vurmaya çalışanlar, gerçeklerin adeta bir kelepçe halini alarak üzerilerine kapanması ile bu kez kendileri zincire vurulmuş olurlar.
O nedenle diyebiliriz ki; Unutmanın ve unutturmanın bedeli bazen hiç ummadığınız kadar ağırdır zira gerçekler bir gün muhakkak kelepçe olur ve kaleminizi zincirler.
Ben unutmadım.. Unutmayacağım da. zira anladım ki; İnsan unuttukça irtifa kaybeden bir varlık ve tıpkı çıkar ile vicdan arasında gerilmiş bir ipte düşmeden yürümeye çalışan ip cambazlarına benziyor .
“Eşref Bey’in emireri Zenci Musa, Omuzundan arşa yükseldi nebi İsa..” (Mehmet Akif)
O nedenle, değişen koşullara göre ’’bir öyle, bir böyle davranarak ’’ irtifa kaybetmemiş, hayatı boyunca teslimiyet nedir bilmemiş ve süslü sözlerden, laf cambazlıklarından uzak durmuş bir adamın öyküsünü , biraz düşgücümüzü katarak yani ara ara onu da konuşturarak anlatmakta fayda var. Çünkü ben, düşüncenin ve en acısı da İslam’ın ’’ pazarlanmakta olan bir ürün’’ haline geldiği, sözün ardına ustaca gizli yönlendirmelerin saklandığı günümüzde anlamı bu mecralarda aramayı bıraktım da onun öyküsünde buldum. İsmi Zenci Musa .. Yaşamı üzerine, baştan sonra düşündüm..Düşündüm, yaşamını birleştirdim ve bu yaşam, adeta lirik bir yağmur olup aktı yüreğime. Benim en güzel şairim sensin, dedim Zenci Musaya ! Benim en güzel şairim sensin çünkü ben senin o baş döndürücü yaşamının üzerine düşündüğümde işte dedim ; İşte şiir bu !
O şiir yakıcı bir kuştur yüreğimde , kanat çırpar teslimiyete karşı ve başlar anlatmaya ;
’’ Ben Zenci Musa ; Aslen Sudan olan bir Osmanlı’yım. ’’ der ve devam eder.
’’ Doğduğumda Osmanlı yangın yeriydi ve ben Türk mahallesinde büyüyen bir Sudanlı olarak , henüz küçük yaşlarda çok iyi türkçe konuşmaya başlamıştım bile. Büyüdükçe gördüm ki; Avrupalı’ların sömürgeci yayılmalarının en üst düzeye vardığı bir dönemde, hele de düpedüz cihat ilan edilmişken , adam gibi adama olduğu yerde durmak yakışmaz, o nedenle ben de kattım sevdamı önüme koştum kavganın içine ...Trablusgarp’a .. ’’ Trablusgarp; önce Balkan cephesine, oradan Çanakkale’ye oradan Kudüs’e ve Yemen’e ardından da İstiklal Harbine koşacak olan Zenci Musa’nın ilk durağı olacaktır.
’’Duydum ki ; Trablusgarp’a takviye kuvvetler gönderemeyen Osmanlı Devleti’nin tek yapabildiği , İtalyan emperyalizmini şiddetle protesto etmek olmuştu .Ancak başta Enver Paşa olmak üzere İttihatçı subaylar bir karara varmışlardı bile . Buna göre ; Eğer bir devlet kendini savunmak istemiyorsa veya kendini savunmaktan acizse direnmek kişilerin insiyatifine bırakılmalıydı. Bu nedenle , Kuzey Afrika için tek umut, yerel yardımcı kuvvetlerin de desteğiyle, oradaki direnişi örgütleyebilecek subayların bir araya gelerek, bölgeye gitmesiydi . Canımdan bir can bildiğim Kumandanım Kuşcubaşı Eşref de , bunu şu sözlerle ifade etmişti ;
“Osmanlı askerleri olarak, şerefimizi yenebileceğimiz bir düşmana rehin verircesine teslim etmenin ayıbını taşıyamazdık”. (Kuşcubaşı Eşref)
İşte ben o vakit çoktan – Ben ne içim varım ki ? - diye sormuştum bile kendi kendime .Ve Zenci Musa’dan ala takviye kuvvet mi olurmuş diye , geçirmiştim içimden. “
Enver Paşa, gönüllülerden oluşan grubu ikiye ayırır. İlk grup Mısır, ikinci grup ise Tunus üzerinden Trablusgarp’a ulaşacaktır. Trablusgarp’ta Zenci Musa’nın kumandanı olacak olan Kuşcubaşı Eşref, çok iyi arapça bilmesi sebebiyle ilk grubun Mısır’dan geçirilmesinden sorumlu olur ve Zenci Musa’da bu grupta yer alarak bir süre sonra büyük Çerkez kumandanın emireri olur.
“Kuçcubaşı Eşref’in emireri olma şerefine nail olduğum andan itibaren, Çerkez kumandamını babam bildim ben. Zira o - Siz bana imkan verin, ben seçkin kıtalarımla yine akınlar yapayım , düşmanı tefe **** - dememiş miydi , veyahut artık Edirne’yi kaybettik demeye başladığımız anlarda, - Edirne’yi kurtaracağız ve bütün memleket ayağa kalkacak, mucizeler de birbirini kovalayacak - diye herkese umut vermemiş miydi ? En önemlisi de; kumandamın sözünü tutmuştu, Edirne kurtulmuştu ve bütün memleket gerçekten de ayağa kalkmıştı zira Edirne bizlerdindi. Bendeniz Sudan asıllı Zenci Musa’nın , Çerkez asıllı Kuşcubaşı Eşref’in , Türk asıllı Süleyman Askeri’nin , Kürt asıllı Hilmi Musallimi’nindi Edirne..”
Trablusgarp , Osmanlı’nın dört bir yanından gelen gönüllü askerlerin büyük direnişine sahne olacaktır. Türk, Kürt, Çerkez, Laz bir olur işgalcilere karşı en sağır kulakların bile işiteceği bir uğultu meydana getirir. Ölüm bu hal karşısında çaresiz kalacaktır, önce eser gürler, çığlıklar atar ve binlerce Türk’ün, Laz’ın, Çerkez’in, Kürt’ün naaşını koyun koyuna serer Trablusgarp topraklarına
Benim şairim, Zenci Musa, Trablusgarp’tan sonra Balkan Cephesi’ne koşacaktır. Oradan da, Çanakkale’ye, Yemen’e ..Ve artık babası bildiği kumandanı Kuşcubaşı Eşref, 1917 senesinde Hayber muharebesinde İngilizler tarafından esir alınana dek bir an olsun kumandanının yanından ayrılmaz.
Kuşcubaşı Eşref’in esir edildiği esnada Zenci Musa inanılmaz bir mukavemet göstererek Osmanlı Genelkurmayının gönderdiği 300.000 altını İngilizler’den kaçırarak, Hayber’deki vaziyet nedeniyle bağlantıların kesildiği Yemen'deki Osmanlı kumandanına teslim eder. Zenci Musa, Osmanlı kumandanı Ali Sait Paşa’ya bu esnada "Çok şükür başardık’’ diyecektir ;
Çok şükür başardık ve 300.000 altınlık hazineyi teslim edebildik. Fakat Eşref beyimizin düşmanın eline düşmesine müsaade ettik.
Zenci Musa, daha sonra Yemen'de İngilizlere esir düşer. Serbest bırakıldığında Kuşcubaşı Eşref hala İngiliz’lerin elinde esirdir ve Zenci Musa’da hemen İstanbul'a döner. Gündüzleri gümrükte hamallık etmeye başlar. Musa artık sabahtan akşama kadar yük taşımakta, geceleri ise Milli Mücadele için Anadolu’ya silah sevkiyatında görev almaktadır. Musa’nın bu halini gören bir nazır ona maaş bağlanmasını teklif eder ancak Musa’nın verdiği cevap çok nettir.
Milletim açken , ben bu milletten maaş almam...!
Maaş hadisesinden kısa bir süre sonra , İngiliz işgal kuvvetlerinin kumandanı General Harrington, Zenci Musa’yı gümrükte görür ve meşhur 300.000 altın olayının kahramanını kendi mahiyetine ister ve mahiyetine girdiği takdirde Musa’yı altına boğacağını söyler. Musa laf cambazlığı etmez, İngiliz kumandana dosdoğru, tokat gibi bir cevap vererek, oradan uzaklaşır:
Her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz beni ancak rencide eder. Benim bir devletim var: Devlet-i Osmani, bir bayrağım var: ay-yıldızlı bayrak, bir kumandanım var: Eşref Bey. Bu iş daha bitmedi, sizinle mücadelemiz devam edecek...
Gündüz Galata gümrüğünde hamallık, geceleri sabahlara değin süren silah sevkiyatları esnasında , durup dinlenmeksizin ayakta kalan Zenci Musa, bir süre sonra vereme yakalanır. Ve ölümünün yaklaştığını hissettiği son günlerinde, hiçkimseye yük olmamak için, sessizce Özbekler tekkesine sığınarak burada son nefesini verir.
Zenci Musa’nın son nefesini verdiği esnada, Kuşcubaşı Eşref’de Malta zindanlarından kurtulup tekrar mücadele içine dönmüştür. Emirerini, Musa’sını aramaktadır. Yanına getirtecektir ancak aldığı vefat haberi karşısında sarsılır ve anılarında şu satırlar dökülür kaleminden ;
"Ben Malta'dan kurtulup, Milli Mücadele'nin bayrağını açanlardan biri olmak şerefine mazhar olduğum günlerde, Musa, o benim Kahraman Arabım, veremden ölmüş"
Kuşcubaşı Eşref’in emireri, kahraman Arabının bavulu açıldığında, bavulun içinden sadece üç şey çıkar; Bir Osmanlı haritası, Kuşcubaşı Eşref’in bir resmi ve Zenci Musa’nın bembeyaz kefeni…
Şimdi Zenci Musa’ya ne demeli bilmiyorum ki ?
Seni unutmayacağız , bizim en güzel şairimiz..Dedik ya bizim en güzel şairimiz sensin zira o başdöndürücü yaşamın üzerine ne zaman düşünsek; İşte , diyoruz
İşte şiir de sensin, şair de sensin zaten ...
Peki ya sizlerin ve İslam adına cihat eden efendilerinizin bavullarında daha doğrusu kasalarında neler var ?
Yeşil kuşağın alamet-ı farikası yeşil yeşil dolarlar olmasın sakın ?
Dipnotlar ;
* Şiir ; Soluk Soluğa - Ahmet Telli
* Hayber'de Türk Cengi
Teşkilat-ı Mahsusa Arabistan, Sina ve Kuzey Afrika Müdürü Eşref Bey'in Hayber Anıları Eşref Kuşçubaşı
Arba Yayınları / Tarih-Anı Dizisi
Teşkilat-ı Mahsusa
Philip H. Stoddard
Yardımcı okuma ; Zenci Musa
Cem Sökmen - Biyografi Net sayı 13