Zavallı Türkçe

Zavallı Türkçe

Bu yazının başlığını Zavallı Türkçe mi, yoksa Zavallı Türkler mi koyayım diye çok düşündüm. Öyle ya, güzelim Türkçeyi zavallı yapan dilin kendisi değil, onu kullananlar, daha doğrusu kullanmasını öğrenememiş, bozuk-kötü-yanlış kullanılmasına aldırmamış olan Türklerdi.. Fazla uzağa gitmeyelim, sizin derginiz olan Aksiyon'da dahi -herhalde dikkatinizi çekmiştir- uzatma-inceltme işaretleri konusunda benim kadar ısrarlı olan yazar yok gibi. Kağıt'lar 'kağıt', hikaye'ler 'hikaye', nikah'lar 'nikah', vs. Oysa, hele bilgisayar çağında, değil şapka, istenen her türlü işaret konabiliyor harflere.. Ve bu, şuur sahibi milletlerin herşeyden önce önem verdikleri konu. Bilmem size anlatmış mıydım (daha önce anlatmışsam bağışlayın), böbrek ameliyatım münasebetiyle ABD'de bulunduğum sırada, benimle mülakat yapmak isteyen Turkish Daily News gazetesi muhabirini, 100 dolar verip bir Türkçe font almaktan üşendikleri ve 'Çeşme'yi 'Cesme' yazmakta mahzur görmedikleri için reddetmiştim. 'Selam'ı salam gibi 'Selam' yazan gazetenin muhabirini de aynı sebeple reddetmiş, 'Önce gazetenizin adını doğru yazın, sonra benimle konuşmaya gelin' demiştim. "Ama şapkalar kalktı!" (hemen savunmaya geçmeye, suçu başkalarına yıkmaya bayılırız ya!). HAYIR EFENDİM, KALKMADI! Önce kalktı, sonra başarılamayınca yeniden kondu. Açın en son İmla Kılavuzunu, KAR'ın şapkalı olarak yazıldığını göreceksiniz. Ama yıkmak, yıkıp yerine kolayı-ucuzu-kötüyü yerleştirmek o kadar kolay, bozulmuşu düzeltmek o kadar zor ki!..
Peki, ne olur bu şapkaları koymazsak? Nasıl olsa bilenler yine doğru okumazlar mı? Tabii okurlar. Ama ya çocuklar, gençler, Türkçeyi yeni öğrenenler? Onlar ne yapacak? Siz çevrenizde 'kağıt'a 'kaat' diyen çocukları görmediniz mi? Canım, önce 'kaat' der, sonra öğrenir! Nasıl öğrenecek? Büyüklerinin (ve öğretmenlerinin) KAĞIT yazdığını göre göre mi?!.. Nitekim, acı gerçek şu ki, dilimizi, doğru yazmadığımız için, uzun seslilere dilleri dönmeyen Ermeni vatandaşlarımız gibi, fonetiğini (yani musikisini) bozarak konuşan, sadece çocuklar değil. Geçtiğimiz 9 Ocak gece 3 haberlerinde, Atatürk'ün hayatını konu alan tiyatrodan bahseden NTV'nin hanım spikeri, Apik der gibi kısa a ile RAİK ALNIAÇIK diyordu. Bu hanım 'Raik'in manasını bilmeyebilir, hatta böyle bir ismi hayatında ilk defa duyuyor da olabilir. Ama elindeki kağıtta doğru olarak RAİK yazmış olsaydı, acaba bu hatayı yine yapar mıydı? Yıllar önce TRT spikeri de aynı umursamazlığın kurbanı olmuş, Sait Faik Abasıyanık'ın adını, 'kayık' der gibi Fayik şeklinde telaffuz etmişti.

Arapça ve Farsça kelimelerle karışmadan önceki sert ve musikisiz Türkçe, Karahanlılara (yani İslama) kadarki, 'budun', 'uruldı', 'küvrük' örneklerindeki gibi sadece açık ve kapalı heceleri olan bir dildi. Ama o dil öyle kalmadı, kalamazdı. Önce İslamın, sonra tasavvufun, sonra büyük bir medeniyyetin ve imparatorluğun dili oldu. Daha önce olmayan kısa ve uzun heceler açık ve kapalı hecelere katılarak dili zenginleştirdi. Böylece hem sözlük, hem ahenk bakımından muhteşem bir ifade gücü ve ses mimarisi meydana geldi. İçinde pekçok kelimesi bulunmasına rağmen, ne Arabın, ne Acemin anlayabileceği bu muhteşem dili bin yıl konuşmuş olan bir medeniyyetin çocukları olarak, biz artık 'Konya'da der gibi 'dünyada' diyemeyiz; böyle yazsak bile bunu 'dünyada' diye okuruz. 'Bayatın' der gibi 'hayatın' diyemeyiz; böyle yazsak bile bunu 'hayatın' diye okuruz. 'Sararın' der gibi 'kararın' diyemeyiz; böyle yazsak bile 'kararın' diye okuruz. Said'in a'sı kısadır, ama Faik'in a'sı uzundur; onun için 'kayıp kayık' der gibi 'Sayit Fayik' diyemeyiz. Fayik gibi Rayik'in de hiçbir manası yoktur; ama Faik 'üstün', Raik 'sade, saf, halis' demektir, sevgili spikerlerim!.. Bazı kimseler, dilimizin 70 yıldır içinde yüzdüğü keşmekeşi adeta savunur gibi, "Ne yapalım, derler, Türkçenin fonetik imlası henüz kesinleşmiş değil ki!.." Bu savunma, yaptığı hırsızlıkları kahramanlığının belgesi olarak gösteren çingeneninkine benzer (Şecaat arz ederken merd-i kıbti sirkatin söyler). Uzun okunması gereken hecelere şapka konmamışsa, zavallı genç spiker ne yapsın? Bana sorarsanız, ne istiyorsa onu yapsın, ama spikerlik yapmasın! Çünkü, güzel konuşma ile ilgili bütün sanatlar gibi, spikerlik de bir kulak işidir. Osmanlıca kelime ve deyimler, yerlerine çirkin ve bozuk karşılıklar uydurula uydurula 70 yıllık savaş sonunda gündelik kullanımdan düşürülmüştür; ama en azından isimlerimizden hiçbir zaman silinemeyecektir (Türkler çocuklarına Müjgan, Lale, Nalan vb. isimler koymaya devam ettikleri sürece, Dalan der gibi Nalan da yazsalar, inceltmeli-uzatmalı şekliyle telaffuz edeceklerdir). Bir kimsenin kulak kabiliyyeti yoksa, doğru telaffuz konusunda en ufak bir kaygı ve merakı da olmasa, bu ülkede spiker olabilir. Olur ama, elindeki baştan savma yazılmış kağıda mahkum kalır ve gülünç olmaktan kurtulamaz. "Aman, kim anlıyor ki?" deyip geçmek en kolay savunmadır, biliyorum. Ancak bu, gülünç olmayı mühimsememenin de ötesinde, artık utanmayı da unutmuş olanların savunmasıdır. Ne diyelim?...
[/FONT]
 

SıpA

уαşℓıℓαя νє ιнтιуαяℓαя
kör olmamak için yazıyı worde atıp okuyun derim

çok güsel bi yazı :goz:
 

osiris_cemo

New member
Güzel bir yazı + burak a da verdiği bilgi için teşekkürler :D
 

Uni_Ts

New member
Bu noktalama işaretlerinin önemini anlatan çok güzel bi örnek vardı..Sizinle paylaşayım.."Sana 10 milyon vereyim karına ortak olayım.." Burdaki "karına" kelimesinin şapkalı ve şapkasız okunduğunda nasıl bi anlam çıktığını siz görün..Bence Türkçeye şapka gerekli..
 

HTML

Üst